Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Dilek Değil Aşk Feneri

@balleswan

Lavin


Vakit öğle arası ve ben şirkette daraldığım için ofisten çıkmış ve çalıştığım şirkete yakın bir parkta herhangi bir bankın üzerinde oturuyordum. İş binası buraya on beş dakikalık yürüme mesafesindeydi. Böylece ara bittiğinde ofise gitmem uzun sürmeyecek. Bu ve bunun gibi düşünceleri kafamdan atıp içinde bulunduğum anı yaşayamaya odaklandım. Çocukların olduğu bir park değil de daha çok ağaçlar ve yeşilliklerin olduğu insanların içinden koşarak ya da arkadaşlarıyla gruplar halinde yürüyerek geçtiği bir ortamdı.


O an içimden keşke Çınar da burada olup benimle bu anın tadını çıkarsaydı diye düşündüm. Hava sonbahar olmasına rağmen günlük güneşlikti, eylül ayının sonlarını yaşıyorduk. Bir daha böyle güzel bir havayla karşılaşamayız çünkü. Yüzüme vuran hafif rüzgâr ile istemsizce gözlerimi kapattım ve huzurla iç çektim. Belki de sırf bu deneyimi yaşattığı içi en sevdiğim ay olabilirdi eylül ayı. Bir yerden clinck sesi geldiğinde istemsizce gözlerimi açtım kaşlarımı da çatmıştım o anda.


Elindeki telefona bakıp gülümseyen Çınarı görmek o an için hiç beklemediğim bir değişkendi. Çünkü onun işleri çoğu zaman benden daha yoğun olabiliyordu. Çınar, işkolik biriydi ve dolayısıyla başarılıydı da. Bazen o kadar süre iş başında geçirirdi ki aynı apartmanda olduğumuz için anca akşamları iş çıkışında denk geliyorduk. Ve evet Çınarla komşuluğumuzun üzerinden de bir ay geçmişti. Düşünmeyi bırakıp hayretler içinde gülümseyerek ona baktım.


"Ne yapıyorsun burada, işin yoğun değil miydi senin?" Gülerek olumsuz anlamda kafasını iki yana salladı ve telefonu bir kez daha poz alma durumuna getirip fotoğrafımı çekti. Sonra fotoğraf çekmeyi bırakıp telefonu elinde öylece salladı ve muzip bir şekilde gülüp konuşmaya başladı. "Güzel bir manzara yakalamışken çekeyim dedim. Eğer işe ara vermeseydim bu eşsiz anı kaçırabilirdim."


Dudaklarımı abartılı olmayacak şekilde aralayıp şaşkınlık ve hayranlık içerisinde ettiği itirafa ve bunu söylerken ki yüz ifadesine baktım. Hayretler içerisinde gülerken gözlerimden kalp çıktığına yemin edebilirim. "Ama çok tatlısın sen, getir bir telefonu bakacağım nasıl çıkmışım?" Olumlu anlamda gülümseyerek kafasını salladı ve banka doğru yürüyüp yanıma oturdu. Elinden telefonu aldım ve fotoğrafları incelemeye başladım.


Gözümü kapalı ve gülümserken çektiğim fotoğraf çok hoşuma gitmişti ve bu fotoğrafın Çınarın telefonunda yer aldığı gerçeği beni daha da mutlu ediyordu. Onu kaydırıp ikinci fotoğrafa geçtim ve gülerken gözlerimi devirdim çok şapşal çıkmışım. "Yaaa, bunu sileceğim ben! Şapşal gibi çıkmışım!" Silmeye yeltenirken Çınar telefonu elimden alıp kendine doğru çekti. "Hayır, gayet güzelsin silmeni istemiyorum o yüzden. Onun yerine ikimiz beraber bir fotoğraf daha çekinelim."


Yarı memnuniyetsiz ifadeyi suratımdan sildim, dudağımın kenarları yukarıya doğru kıvrılırken kafamı olumlu anlamda salladım. "Selfie çekinelim diyorsun yani. Olur güzel fikirmiş ama sonra bana da at." Kafasını gülümseyerek aşağı yukarı salladı. Fotoğraf karesine sığabilmek için ona biraz yaklaştım aramızda biraz mesafe vardı çünkü. Çınar kamerayı bizden tarafa çevirdi ve otomatik olarak gülümsedik asık suratla fotoğraf çekinemezdik çünkü. İlk pozumuzu böyle verirken Çınar ikinciyi çekmeye karar verdiğinde aklıma muzip bir fikir gelmişti. Bu sefer ki çekim üç saniye sürüyordu ikinci saniyede ona biraz daha yaklaşıp anlık bir hareketle yanağından öptüm.


Clinck sesi çıktığında öpmek için kapattığım gözlerimi açıp fotoğrafa baktım. Çınar afallamış gibi kameraya bakarken ben o an da yanağından öptüğüm için gözlerim kapalı görünüyordu. Sırıtarak baktığım fotoğraftan kafamı çevirip Çınarı izledim. "Bir şok oldun bakıyorum, beklemiyordun sanırım bunu." Derin bir iç çekip telefonun ekranına bakmayı kesti ve konuşmaya başladı. "Beklemiyordum, ama fena da olmadı yani. Bayadır işler yüzünden görüşemiyoruz sonuçta. Özlemişim."


Gülümseyip ellerimi dizimin üstünde birbirinin üzerine koydum ve karşımızdaki ortamı izledim. Ne diyebilirdim ki haklı adam bir şey demeye gerek yok o yüzden. Ama bayadır burada oturuyoruz, ya öğle arası çoktan bittiyse? Telaş içinde telefonumu kabanımın cebinden çıkarıp saate baktım. Ekrana bakmamla panikle ayağa kalmam bir oldu. "Olamaz!" Çantamı da alıp koluma takarken Çınarın kolumdan tutmasıyla olduğum yerde durakladım. Kafamı merakla ondan tarafa çevirdim. Endişe içinde bana bakıyordu. Ona baktığımı fark edince konuşmaya başladı. "Bir sorun mu var birden olamaz diye haykırıp ayağa kalktın. Kötü bir şey mi oldu?"


Bir süre gözlerimi kırpıştırıp ne dediğini düşünmeye çalıştım. Beynim o an için bir şeyler üretmeyi kesmiş gibiydi. Halbuki her zaman dağınık olur. Birkaç dakika yeşillerini süzüp ona boş boş baktıktan sonra sorunun ne olduğu aklıma geldi. O da beklenti içinde bana bakıyordu çünkü. Gülümseyip elimdeki telefonun ekranından saati gösterdim. "Saat baya geçmiş, ara bitti de o yüzden panik yaptım. İşe yetişmem lazım."


Anladığını belirtir şekilde kafasını salladı ama sanki yüzü düşmüş gibiydi azıcık yani. Sanırım geçirdiğimiz güzel vaktin sonuna gelmiş olmamız onu mutsuz etmiş gibiydi.


Buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Sonra kendi telefonunun saatine baktı o da. Ve olduğu yerde doğrulup endişe içinde ayağa kalktı benim gibi. Sanırım onun da molası burada bitiyordu. Buruk bir tebessüm ettim, yolumuz burada ayrılıyordu ama yine de yalnız kalmayacaktı. O da kendi işine dönecekti.


Benim yaptığım gibi telefonunun ekranındaki saati bana gösterdi. "Az öncesine kadar senin gideceğine üzülüyordum ama baksana benim de işe gitme vaktim gelmiş." Mest olmuş şekilde yine ona baktım, düşündüğüm şeyi dile getirmişti. Oysa ben renk vermez içine kapanır diye düşünürken. Tabi o sırada yine rüzgâr esti ve salık olan kızıl saç tutamlarım yüzüme geldi. Bu rüzgâr sanki içinde toprağı da barındırıyor gibiydi çünkü gözlerimin içine bir şey kaçtığını hissettim. Saçımı gözümün önünden çekmek için bir hamle yapmaya kalkıştım lakin Çınar benden hızlı çıkıp saçlarımı gözümün önünden kendisi çekti.


Eminim şu an şapşal görünüyorumdur lakin bunu Çınarın görmesine gerek yok. Dokunuşunu hissetmek için gözlerimi kapattım bu sayede daha az şapşal görünürüm en azından. Saç tutamlarını kulağımın arkasına iliştirirken kafama bakarak konuşmaya başladı. Çünkü saçlarımı düzletmekle meşguldü o sıra. "Hava da baya soğudu demin geldiğimizdeki gibi değil. Senin ofis fazla uzakta mı bu arada? Sonra bakışlarını gözlerime çevirdi ve merak içinde konuşmaya başladı. "Arabayla geldim, bırakabilirim istersen."


Birkaç dakika yüzünü inceleyip ardından kafamı olumsuz anlamda salladım ve gülümseyerek konuşmaya başladım. "Yok ya hemen şurada birkaç adım atınca direk ofisteyim zaten. Sen beni dert etme, aklın burada kalmasın." İlk birkaç dakika tereddüt ederek baksa da beni kararımdan vazgeçiremeyeceğini bildiği için üstelemedi. Lakin bunun içine sinmediğini de görebiliyorum.


Hala kafamda duran elini kavrayıp önüme getirdim ve elinin üzerine öpücük kondurdum. Bunu hem içimden geldiği hem de onu gülümsetebilmek için yapmıştım. Lakin bu çabamda başarılı da oldum. Çünkü Çınar geniş bir şekilde gülümsedi. Ve ellerimin arasındaki eline bakarken konuşmaya başladı. "Biliyorum bana yasakladın ama yine de yapmadan geçemeyeceğim."


Neyi der gibi sorgular şekilde baktım. Gülümsedi ve elini ellerimin hakimiyetinden kurtarıp bu sefer benim elimi elleriyle kavradı ve dudağına getirip gözlerimin içine bakarak öptü. "Bunu."


"Neden yasak olduğunu biliyorsundur diye düşünüp konuyu uzatmıyorum. Teşekkür ederim yine de bunu sevdim." Bir şey demeyip kafasını olumlu anlamda salladı ve gülümsedi. Birbirimize son kez bakıp geldiğimiz yönün ters istikametinde yürüyerek oradan ayrıldık. O sağ tarafa ben de sol tarafa geçmiştim. Yedi adım attığımda olduğum yerde durup kafamı hafifçe arkama çevirdim, gördüğüm şey onun sırtıydı. Yürüyordu işte gideceği yere doğru. Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallayıp gülümsedim ve önüme dönüp yürümeye başladım.


*****


Ofisimde oturup önümdeki bilgisayarda bir şeyleri incelerken mor deri kaplı ajandaya da bir şeyleri not ediyordum. Salık olan saçlarımı yine kalemle tutturmuştum. İçinde bulunduğum atmosfer beni boğarken masanın üzerindeki kumandayı elime alıp klimayı çalıştırdım. Dışarının soğuğuna karşın içerisi ateş gibi yanıyordu. Klimayı istediğim ayara getirip kumandayı masanın üzerine bıraktım. Mola bittiğinden bu yana üç saat geçmişti. Yorgun bir şekilde esnerken ağzımı kapattım. Mayışmıştım sanırım ya da beynim pilini tüketiyor bu da vücudumun hareketlerini yavaşlatıyordu. Bilgisayarda yaptığım değişiklikleri kaydedip sekmeyi kenara kaydırdım ve dizüstü bilgisayarın kapağını kapattım.


Kapıdan çıkmadan önce arkamı dönüp ofisime öylece bir göz gezdirip odadan çıktım ve kapıyı arkamdan kilitledim. Ofiste, çay molası verdiğimiz mutfağa benzer bir oda vardı. Sadece çay değil kahve falanda yapabiliyorduk. Bu özelliği şirketin en sevdiğim yanıydı. Kettle'a su koyup çalıştırdım ve kaynamasını bekledim o sırada kahve koymak için kulplu bardaklara bakınıyordum. Aradığıma uygun bir bardak bulunca gülümseyip yukarı uzandım ve bardağı elime aldım sonra da kapağı kapattım.


Birkaç dakika kalçamı tezgâha yaslayıp öylece bekledim. Herkes işte olduğu için şu an burası çok ıssızdı. Derin düşüncelere dalmak için güzel bir zamanlama yani. İçi boş kupayı elimin içinde öylece bir ileri bir geri gezdirirken aklıma Çınar geldi. Sonra gülümsedim, zavallı cezalı olduğu için kafası estiğinde beni öpemiyordu. Bunu anca ben yapabiliyordum çünkü ben zaten duygularımı belli etmiştim. Aynı hamleyi ondan da bekliyordum ona zaman da tanımaya çalışıyordum fakat bitmek bilmeyen beklentilerim beni yoruyordu.


Kendime kaç defa Çınarı zorlamama telkinleri verirken içten içe olmadık beklentilere giriyordum. Hele de Çınarla her görüşmemizde sanki her an her yerden bir sürpriz çıkacakmış düşünüyor istemsizce ya onun ağzını arıyordum ya da etrafı inceliyordum. Ara ara da benden bir şey saklayıp saklamadığını anlamak için yüzünü gözetliyordum. Her türlü kendimi üzüyordum işte ama beni sevdiğini bildiğim için- çünkü Çınar bunu iliklerime kadar hissettiriyordu- bu duruma fazla aldırış etmiyordum. Sadece duymak istiyordum.


Ketle den çıkan tık sesinden sonra silkelenip az önce yasladığım kalçamı tezgâhtan ayırdım ve tezgâha dönerek kaynar suyu kupaya döktüm. Sonra da neskafeyi suyun üzerine boşalttım. Çekmeceden bir çay kaşığı alıp kahveyi karıştırdım. O sırada da aklımdan dinlediğim şarkıları geçiriyordum. Zihnimin boş olduğu bir an yok resmen!


Kahveyi karıştırma işlemi bitince kaşığı sudan geçirip tezgâhın üzerine yerleştirdim ve içi dolu kupayı dudaklarıma götürdüm ve bir yudum aldım. Çünkü çok sıcak haliyle biraz dilim yanmıştı. O sırada buraya doğru yaklaşmakta olan topuk seslerini duydum. Ama aldırış etmedim burada durmaya niyetim yoktu zaten. Kahve kupasını hala elimde tutarken karnımı dayadığım tezgâhtan ayrıldım ve kapıdan tarafa baktım.


İki ihtimal vardı, ya herhangi bir şirket çalışanı gelecekti ya da burada görüp samimi olduğum herhangi bir arkadaşım. Kapıdan içeri girip sevimsiz gülümsemesini bana sunan Ayla ise iki seçeneği de elemiş oldu. Hoşnutsuz bir ifade takınmadım ya da gülümsemedim. Sadece o an için yapılacak en doğru şeyi yaptım, onu yok saydım. Kahvemden bir yudum daha alırken telefonu cebimden çıkarıp saate baktım ve cebime geri koydum. Fazla mola vermiştim zaten daha yapılacak bir yığın şey duruyor. Onun saçmalıklarını dinleyerek vaktimi boşa harcayamam.


Onun ukala bakışlarını üzerimde buluyordum ama aldırış etmiyor kahvemden yudumluyordum. Ben konuşmasam bile çenesini tutamayıp saçmalamaya başlardı nasıl olsa o. Kafamı içtiğim kahve kupasından kaldırıp onun yüzüne baktım birkaç dakika ve yine ona bakarken kahvemden yudumladım. Bir şey demek ister gibi duruyor ama benden göreceği tepkiyi kestiremiyordu sanırım. Bakışlarımı ondan çekip elimdeki kahve kupasına odakladım. Kahvenin tadı gerçekten güzeldi. Bu beni birkaç saat daha ayakta tutar sanırım.


O sırada içimden saymaya başladım, bu kadar fazla süredir susup bir şey dememesi imkânsız. Kesin kendi rekorunu kırmaya çalışıyordu. Derken yediye geldiğimde ağzından baklayı çıkardı. Çok bile dayanmıştı.


"Duydum ki kendine flört yapmışsın, oysa hep sap kalacaksın sanıyordum." Kafamı kaldırıp bakışlarımı Aylaya sabitledim ve ifadesizce baktım ama araya girmedim bir şey daha diyecek gibi duruyordu. Ona baktığımı görünce gülümseyip ellerini saçlarına attı ve konuşmaya devam etti. Beni küçümsediği her halinden belli oluyordu. "Ne yalan söyleyeyim şaşırdım, senden beklemediğim bir şeydi sonuçta. Yine de mutluluklar dilerim." Mutluluklar kısmını uzatarak söylemişti sanki gerçekten mutlu olmamı istemiyormuş gibi. Söylerken kim bilir ne kadar zorlanmıştır.


Tek kaşımı alayla havaya kaldırım gülümsedim ve sorgular bir şekilde konuşmaya başladım. "Hımm kaynak ne peki? Olağanüstü hayal gücün mü?" Ukala sırıtışı suratından silinirken anlamazcasına bana baktı. "Anlamadım." Gülümsedim ve kahvemden bir yudum daha aldım. Kahve önemli. Kahve kupasını masaya bırakıp gülümseyerek cevap verdim. "Şaşırmadım."


Birkaç dakika gözlerini kırpıştırdı ardından surat ifadesi gerginleşti ve kaşlarını çattı. Alay ettiğimi anlamıştı. Sinirden kıpkırmızı kesilen suratı ile bana baktı. "Ne demeye çalışıyorsun aklınca alay mı ediyorsun benimle?" Omzumu silkip gülümsedim ve kupayı tezgâha bıraktım. Ardından belimi tezgâha yaslayıp sakin bir şekilde konuşmaya başladım. Onun aksine sakin davranıyordum sanki sinirlenmesi gereken hiçbir durum yokmuş gibi. Cümlelerimi vurgulayarak konuşmaya başladım. "Şimdi şöyle, benim birisiyle çıkıp çıkmadığımı bu şirketten kimse bilmiyor. Çünkü kimseye söylemedim ne de olsa benim özelim. Ama senin bilmen şaşırttı. Etrafta bir dedikodu olsa da duysan anlayacağım ama hiç kimse bu konu hakkında bir şey dememişken gelip senin bizzat tebrik etmen şaşırtıcı."


Kızgın ifadesi suratından silinmişti her dediğim cümlede bunun yerine saf bir endişe yerleşti gözlerine, pot kırdığını fark etmişti sanırım. Onun bu hali bana aşırı keyif verirken bir yandan da kızdırdı. Sinsi yılan beni takip ediyordu resmen. Yine de o an için buna takılmadım bir ara acısını çıkartırdım nasıl olsa. Onun yerine kafamı sağıma doğru eğip gülümseyerek konuştum. "Doğru söyle peşime ajan mı taktın yoksa? Bana bu kadar hayran olduğunu bilmiyordum. Resmen beni gözetlemişsin. Gördüğün şeyler memnun etti mi bari söylesene?"


Bunu söylerken Çınarla geçirdiğim aşk dolu anlar aklıma gelmişti. Yine de onun önünde bunu belli edecek değildim ama ne gördüğünü zaten az çok tahmin edebiliyorum. Flört yaptığımı öğrenebildiyse flörtümle ne yaptığımı da görmüştür nasıl olsa.


Endişeli ifadesi yüzünden silinmedi ama gözleri hafiften öfkeyi de ağırlamaya başlamıştı. Sadece gülmekle yetinip tezgâha bıraktığım kupayı elime aldım ve kahveden bir yudum daha aldım. Kahve de bitmişti zaten dudaklarımdan çekip bir süre tavana baktım ve gülümsedim. Sonra kafamı hala orada öylece dikilen ve aklınca beni korkutacağını sandığı kötü bakışlarını atan Aylaya çevirdim. "Ayla, Ayla, ah Ayla sen yok musun sen? Ne yapıp ediyor beni güldürmeyi başarıyorsun. Sen olmasan hiç çekilmez bu ofis valla."


Ses vermemesini fırsat bilip ona sırtımı döndüm ve kupayı sudan geçirip bulaşık makinesinin içine koydum. Ardından ıslanan ellimi kurulamak için tezgâhın üzerinden kâğıt havluyu aldım ve elimi sildim ve çöp olan peçeteyi çöp kutusuna attım. "Bu zamanlarının kıymetini bil Lavin, seni çok fena pişman edeceğim ve o günleri mumla arayacaksın. Bundan şüphen olmasın." Olduğum yerde doğruldum ve musluğa gülümseyerek baktım, yine saçmalamaya başlamıştı. Cevap vermedim ve olduğum yerde bedenimi ona çevirip Aylaya kısa bir bakış attım. Aklınca zafer elde ettiğini düşünüp seviniyordu birazdan o ifadeyi yüzünde solduracağım haberi yok.


Yine de böyle düşünmesine izin verdim, sözde son zaferini tatmalı sonuçta öyle değil mi? Ona doğru yaklaştım ve biraz yakınına geldiğimde durakladım ve gözlerimi gözlerinden çekmeden konuşmaya başladım. "Nasıl yapacaksın söylesene, beni tam olarak nasıl pişman edebilirsin?" Sonra kendimi geri çektim ve düşünüyormuş gibi yaptım onu süzerken. "Düşünüyorum da böyle ahkam kesebilmen için elinde benimle ilgili çok önemli bir koz olmalı. Söylesene o koz nedir? Ya da öyle bir koz gerçekten var mı?"


Sesi soluğu kesilmişti bir şey diyemiyordu şimdi öylece bakıyordu sadece. Bilmiş bir şekilde sırıttım ve yanından geçtim ama kulağına doğru yaklaştım. "Ben de öyle düşünmüştüm." Kulağından çekilip yüzüne baktım ve gözlerimi gözlerinden ayırmadan konuşmaya başladım. "Bir dahakisine beni saçma şeylerle tehdit etmek yerine elime koz verip vermediğini düşün ve öyle hareket et. Aksi taktirde bu düşüncesiz tavırların sonunu getirecek Ayla."


Ona son bir kez bakıp yanından geçerken kapıdan çıkamadan kolumdan kavradı ve tıslayarak konuşmaya başladı sesi gergin geliyordu. "Benim hakkım da elinde nasıl bir koz olabilir? Açık açık konuş, ne saçmalıyorsun?" Gülümsemeye gerek duymadım artık nefretimi saklamayacaktım ama kendimi de kaybetmeyeceğim ona had bildireceğim diye. Çünkü Ayla buna değecek biri değil.


"Hayal gücünü çalıştır bakalım, elimde nasıl bir koz olabilir bir düşün hadi. Eminim tahmin etmekte zorlanmayacaksın. En son arkamdan nasıl bir iş çevirmiştin?" Kolumu kavrayan ellerinin tutuşu gevşeyince ima ettiğim şeyi anlamış olduğunu fark ettim. Korkudan bembeyaz kesilen ruh gibi yüz ifadesine bakarken cıkcıkladım ve kolumu tutan elinin bileğinden elimle kavrayıp elinin kolumun üzerindeki hakimiyetine son verdim. Ve o eli savurarak aşağı bıraktım.


Sonra gülümseyip kulağına eğildim. "Bu arada şaka yaptım herkes biliyordu, ama yine de bir gerçeği fark etmiş oldum. Sen gerçekten benim varlığımı çekemiyorsun." Kulağına fısıldamayı bırakıp yüzüne baktım. Hala tepkisiz bir şekilde bana bakıyordu eminim içinden hakaret ediyordur benim için. Yapmacık dostane tavrım yüzümden asılı dururken elimi dostça omzuna koyup yavaşça iki kez vurdum. "Bence benim hayatımı kurcalamayı bırakıp kendi hayatına odaklan. Yoksa gerçek yüzünü bilen sadece ikimiz olmayacağız. Bunu bir düşün o yüzden."


Yüzüne son bir kez bakıp gülümsedikten sonra yanından uzaklaştım o sırada mutfağa Didem girdi ve ikimizi bir süre inceledi. Ayla'nın sırtı ona dönüktü bu yüzden onun ifadesini göremiyordu. Aylaya nazaran ben daha sakin bir duruş sergiliyordum. Didem daha fazla olayı kurcalamadan onu mutfaktan uzaklaştırmaya karar verdim. Gülümseyerek sanki çok önemli bir dedikodu saklıyormuşum ve biraz sonra onunla paylaşacakmış gibi bir ifade takınıp ona yaklaştım ve koluna girip yönümüzü çevirdim.


"Didem, ne iyi oldu geldiğin ya şimdi ben de senin yanına gelecektim. Bir dedikodu kazanını kaynatalım mı ha ne dersin?" Hararetli konuşuyordum ve bu tavır şu an için çok gereksizdi bunu Didemin bana bakıp neyin kafası bu dercesine gülümsemesi kanıtlıyordu. Yine de ona beklenti içinde baktığımı fark edince bozuntuya vermeyip konuşmaya başladı.


"O-olur, kaynatalım bakalım dedikodu kazanını." Bunu derken bir bana bir de ardımızda bıraktığımız Aylaya bakarak söylemişti. Ama cümlesinin sonlarına doğru dediğim şeyle alay ettiğini belirten bir tonlama yaptı. Sadece gülümsemekle yetinip ikimizi birlikte oradan çıkardım.


Didemi benim ofise götürmeye niyetliydim. Orada kimse bizim ne konuştuğumuzu duyamazdı hem. Dideme daha fazla şüphe vermemek için alakasız şeyler söylüyor dikkatini az önce ki konunun üzerinden çekmeye çalışıyordum. Lakin tam ofisimin kapısına uzanacakken kolumdan tutup durdurdu. Panik içinde ona baktım. Şüpheli ifadesini suratına takınmıştı. Konuşmaya başladı. "Lavin, bir durur musun artık? Sen de bir haller var bugün. Söyle, ne saklıyorsun benden?" O hala şüphe içinde bana bakarken sıkıntı içinde gözlerimi kapatıp soluklandım ve gözlerimi geri açıp ofisin kapısını işaret ettim. "Tamam anlatacağım ama bunu içeri de konuşsak olur mu?"


Üstelemeyip kafasını olumlu anlamda salladı ve ona gülümseyip kilitli kapıyı cebimden çıkardığım anahtarla açtım. Kapıdan önce o, onun arkasından ben beraber içeriye girdik. O ofis masasının önünde duran iki tane birbirine karşı koyulmuş arasında masa olan misafir koltuklarından birine oturdu. Ben de kendi ofis sandalyeme oturdum. Didem bu şekilde sağımda kalmış oluyordu. Sandalyeyi masaya yaklaştım ve Didemin konuşmasını bekledim.


Bir süre düşünceli bir şekilde bana bakıp konuşmaya başladı. "Anlat hadi, dinliyorum." Onu birkaç dakika süzdüğümde bundan kaçışımın olmadığını anladım ve iç çekip gözlerimi kapatırken kafamı olumlu anlamda salladım. Ve her şeyi en başından anlatmaya başladım.


*****


Yoğun düşünceler içerisinde arabayı ilerde kaldırımın yanında durdurdum ve oturduğum koltukta geriye doğru yaslandım. Ofiste arkadaşlardan duyduğum kadarıyla herkes bugün bir mekânda toplanacak ve dilek feneri uçuracaklarmış. İlk duyduğumda fikir bana güzel gelmişti. Lakin dilek fenerini yakmak için iki kişi gerekiyormuş.


Herkes kiminle yapacağını sohbet ortamında birbirine hevesle anlatırken, Alya bana sinsi bir bakış atıp Alyalığı'nı yaptı yine. Herkesin içinde Çınardan bahsetti ve ortamın tek odak noktası ben oldum. Şöyle söylemişti. "Lavin, bak ne diyeceğim? Sen de sevgilini çağırsana, iki aşık birlikte yakıp havaya bırakırsınız dilek fenerinizi." Sonra yamuk bir tebessüm ederken ima yaptığını her halinden belli olan bir hareket yaptı. Göz kırptı. "Ne dileyecekseniz artık?"


Herkes hayretler içerisinde nidalar çıkarıp şok içinde vereceğim cevabı duymak için beklentiyle bana bakarken, onları görmezden gelip bakışlarımı Alya ya sabitledim. Önündeki masada duran kupadan lattesi'ni içip alttan alttan bana baktı. O sinsi sırıtış suratını terk etmemişti hala. Gülümsedim ve oturduğum yerde duruşumu öne doğru eğdim ve ellerimi önümde toplayıp çiçek pozisyonu yaptım. "O da sevgilimle benim aramda kalsın, gerçekleştiğinde haberin olur nasılsa. Zira benimle ilgili hiçbir şey dikkatinden kaçmıyor çünkü." Sonra olduğum yerde geriye doğru yaslandım ve dostane bakışlar atıp gülümsedim. "Eminim bunu da öğrenmen zaman almayacaktır."


Ortamda gergin bir sessizlik oluşmuştu o anda, içinde bulunduğum atmosferin ruhumu daraltmaya başladığını hissediyordum. Beni odak noktasına alan bakışları umursamayıp telefonumu cebimden çıkardım ve saate baktım. Sadece yarım saat kalmıştı paydosa. Herkes ten müsaade isteyip kendi çalışma odama doğru ilerlemiştim. O sırada Çınara bugün ki etkinliği anlatan bir mesaj çektim ve onu da davet ettim. Lakin dönüşü olumsuz oldu. Çok işi olduğunu ve bugün halletmesinin zor olduğunu söyledi. Tüm içtenliğiyle özür dilemeyi de ihmal etmedi.


Fener almayacaktım, ne de olsa birlikte uçurabileceğim bir partnerim yoktu, etkinliğe gitmem de manasızdı bu durumda. Ama içimden bir ses gitmem gerektiğini söylüyordu. Hislerime güvenip bir arkadaşımdan mekânın konumunu aldım ve o mekânın yolunu tuttum. Neredeyse beş dakika sonra bahsi geçen mekâna vardım ve yolda ellerinde büyük ihtimal içinde dilek fenerinin olduğu poşeti taşıyan el ele tutuşmuş çiftleri gördüm. Herkes mutlu her şey harika ilerliyormuş gibi görünüyordu.


Arabayı ileride bir dükkânın önüne park ettim. Etkinliğe gelip fener almamak saçma olurdu sanırım. Arabadan çıktım, dükkâna girdim etrafı inceledim ve aradığım şeyi bulup parasını ödeyerek dükkândan çıktım. İnşallah Alya'yı görmem. Nereye gideceğimi bilemezken çoğunluğun peşine takılıp ilerledim. İçine girdiğim ortam düğün bahçesini andırıyordu baya geniş bir ortamdı ve ilerde sekiz basamaklı bir merdiven gördüm. Tepeye çıkıyordu. Beyaz üzeri çiçeklerle veya yosunlarla kaplanmış sütunlar vardı, bunlar aşağı düşmemizi engelleyen çitlerdi. Gözüme, kimsenin olmadığı tenha bir kenarı kestirdim ve oraya doğru yürümeye başladım.


Elimdeki fenerin poşetini taşımaktan kolum yorulmaya başladığı için hafifçe yere bıraktım ve kolumu ovaladım bu sırada gördüğüm şehrin ışıklı manzarası büyüleyici görünüyordu. Sütuna yaklaşıp belimi ileri doğru bıraktım ve sütuna yaslandım. Dirseğimi kırıp ellerimle sütunun üzerine tutundum ve iç çekip bir süre karşımdaki manzarayı izledim. Hava pek soğuk olmayacak bir şekilde esiyor uğuldayan rüzgârın sesi kulaklarımı dolduruyordu. Esen rüzgâr arada bir kızıl saçlarımın kısa tutamlarını suratıma doğru getiriyordu. Başlarda saçlarımı çekip daha net görmeye çalıştım ama sonradan boş verdim. İstediği kadar saçlarım gözümün önüne gelsin umurumda değil.


Birkaç dakika sonra bu kadar beklemenin yeterli olduğunu düşünüp yere bıraktığım poşete uzandım ve havaya kaldırıp dikkatli bir şekilde içinden dilek fenerini çıkardım. Ama yakmak için çakmak da çıkartmam gerekecekti bu yüzden feneri elimden bırakmayıp koyabileceğim düz bir yer arayışına girdim. Hemen yanımda duran yeşilliğin etrafını kaplayan beyaz bir bank dikkatimi çekti. Gülümseyip hevesle oraya ilerledim ve feneri bankın üzerine bıraktım. Çantamın fermuarını açıp içini yoklamaya başladım, hava karanlıktı ve burada pek sokak lambası yoktu olanlarda fazla aydınlatmıyordu.


El yordamıyla bakmadan bulabilmiştim ancak, ama bu bile hevesimi söndüremedi. Niyetliydim çünkü bugün bu fener illaki yanacak. Çakmağı da bulup feneri elime aldım ve yine o sütunların yanına geldim. Lakin nasıl yakacağımı bilmiyordum, içimden keşke dükkândaki adama sorsaydım diye geçirip sıkıntı içinde ofladım ve birkaç dakika elimdeki feneri inceledim. Sanırım çözmüştüm nasıl yakabileceğimi.


Çakmağı ateşlemeye çalışıp fenere doğru getirdim. "Hani beraber dilek dileyecektik Lavin?" Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında ilk birkaç dakika yanlış duyup duymadığımı sorguladım. Ve merak içinde sesin geldiği yere doğru döndüm. Çınar, ona baktığımı görünce elinde tuttuğu feneri görmem için ölçülü bir şekilde havaya kaldırıp gülümsedi. Elimdeki feneri ilerideki mermer sütuna koydum ve yarı şaşkın yarı heyecanlı bir şekilde ellerimi dudaklarımın üzerine getirdim. Gözlerim gülmekten kısılmışken aldığım heyecanlı soluklar içerisinde birkaç kahkahayı serbest bıraktım.


Sonra ellerimi dudaklarımdan çektim ve onun gülümseyerek bana doğru ilerlemesini seyrettim. O bana doğru ilerlerken hala bu anın yaşanıp yaşanmama ihtimalini sorguladım ve Çınarın ellerimi tutup ellerine hapsetmesi gerçek olduğunu bas bas bağırıyordu. Onun ellerinin sıcaklığını hissediyordum sanki yarım olan puzzlenin parçaları yerlerine yerleşmiş ve resim tamamlanmış gibiydi.


Yine de inanamadığımdan sorma ihtiyacı hissettim bunun için gözlerimi gözlerine kenetleyip hararet içinde konuşmaya başladım. "Nasıl ya, senin bugün işin yok muydu?"


Gülümseyip mahcup bir şekilde boşta kalan elini ensesine atıp ensesini ovaladı ve soruma cevap verdi. "Vardı ama çabuk hallettim. Mesele sen olunca işi bile bir kenara atabilirim." Sonra elini ensesinden çekti ve diğer eliyle yaptığı gibi elimi kavradı ve dudağına getirip öptü. Ben ona mest olmuş bir şekilde bakarken öptüğü ellerimi dudağından çekip gözlerime bakarak konuştu. "Çünkü, sen buna değersin."


İlk birkaç dakika gülümseyerek ona baktım ve sonra ellerimi ellerinden çekip sağ elimle hafifçe koluna vurdum. "Uyuzsun ya, bir an gerçekten ümidi kesmiştim. Hiç gelmeyeceksin sandım." Yapmacık bir sinirle vuruyordum ama geldiği için çok mutluydum da. Zaten o da gerçekten kızmadığımı biliyordu o yüzden ben her vurduğumda gülüyor ve kolunu kurtarmaya çalışmıyordu.


"Geldim işte, hadi daha fazla beklemeyip yakalım şu feneri. Dilemem gereken özel bir dileğim var çünkü." Bunu derken gülümseyip bankın üstüne bıraktığım fenere baktı kendi feneri de aynı yerde duruyordu. Ellerimi tutup öpmeden önce benim bıraktığım yere bırakmıştı fenerini.


Düşünceli bir şekilde yan yana koyulmuş iki dilek fenerine baktım. "Ama dilek yalnız bir fenerle dileniliyor. Biz de ise iki fener var, ne yapacağız?" Bu da soru mu dermiş gibi bakıp gayet basit bir çözümü dile getiriyormuş gibi konuştu. "Dediğin gibi işte, bir fenerle bir dilek dilenebiliyorsa biz de iki fenerle iki tane dilek dileriz."


Dudaklarımı büzüp mantıklı bulduğumu belli ettiğim bir bakış attım. O ise bu halime gülümsedi ve kendi fenerini eline aldı. İlk önce onun sonra benim feneri yaktık ve birbirimize bakıp gülümseyerek fenerleri özgür bıraktık. Fenerler havada yukarı doğru süzülürken aklıma sonra bu fenerlerin akıbetinin ne olacağı konusunda saçma fikirler gelse de kıkırdadım ve kafamı olumsuz anlamda sallayıp bu düşüncelerden kurtuldum. Lakin Çınar neden güldüğümü merak etmiş olmalı ki sormaya başladı. "Neye güldün bir şey mi oldu?" Kafamı olumsuz anlamda salladım, şimdi ona anlatsam eminim deli olduğumu düşünür.


"Önemli bir şey değil ya. Ne diledin bu arada?" Yüzümü birkaç dakika süzdü ve onu geçiştirmeye çalıştığımı anladı lakin bozuntuya vermedi ve sorumu cevapladı. O sırada gökyüzüne bakıyordu. "Söylersem dileğim gerçek olmaz, fenerin olayı bu değil mi?" Haklıydı yine de iç çektim ve konuşmaya başladım. Çok merak etmiştim işte. "Off gerçekten çok haklısın ya! Neyse, tamam bir daha sormuyorum."


Bana bakmadan kafasını olumlu anlamda salladı ve konuşmaya başladı. "Teşekkür ederim. Sen ne diledin bu arada?" Cümlesinin sonunda gözlerini izlediği gökyüzünden çevirip bana bakmıştı. Beklenti içinde bakan gözlerine gülümseyip onun cevabını taklit ettim. "Adı üstünde dilek, söylersem gerçekleşmez. Az önce çok değer verdiğim biri söylemişti bunu."


Kendisinden söz ettiğimi anlaması uzun sürmedi ve itirafım karşısında gülümseyip ukala bir bakış attı. "Doğru söylemiş o zaman. Değer verdiklerini dinle böyle işte." Dediği şeye yüzümü buruştururken gülmeden edemedim. Dediği şey o an için hem çok saçma hem de çok komik gelmişti. Gülümsedim ve o hala yüzüme bilmiş bir tavırla bakarken göz devirdim. "Tamam abi, dinlerim." Bu sefer de o benim yaptığım gibi yaptı ve yüzünü buruşturdu ama onunla takıldığımı bildiği için bozuntuya vermedi sadece güldü. "Abi demesene, kulağa tuhaf geliyor."


Dudağımın kenarını hafifçe yukarı doğru kaldırdım ve tak kaşımı havaya kaldırdım. "Ya peki ne dememi istersin? Amca mı?" Dediğim şey üzerine gözlerini devirdi ve bakışlarını benden kaldırıp herhangi bir yere baktı. "Yok, dede." İsyanı üzerine bana bir gülme geldi ama onun huzursuz olduğunu fark edince yanaklarımın içini ısırıp kendimi frenlemeye çalıştım. Şu an hiç sırası değilmiş gibi hissediyordum. Onun yerine konuşmadım ya da gülmedim veya herhangi bir şey yapmadım sadece onu izledim.


Bu birkaç saniye böyle devam etti. Arada süre gelen uzun süreli gerginlik bizi birbirimizden uzaklaştırıyor gibiydi sanki. Hem de geçirdiğimiz onca aşk dolu dakikadan sonra. Buna izin veremezdim çünkü aramızın kötü olmasını -hem de bu kadar saçma bir şey yüzünden- istemiyordum. Konuşup onun gönlünü almalıydım lakin ben bir şey diyemeden birden bakışlarını bana çevirdi ve bana doğru yaklaşıp iki elimi elleriyle kavradı ve gözlerimin içine baktı. "Beni bir kez olsun gerçek bir erkek olarak göremez misin?" Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken onun ismini sarf ettim. Ama devamını getiremedim çünkü bakışları susmamı, susup sadece onu dinlemem gerektiğini söylüyordu.


Sanki konuşursam dakikalardır topladığı cesaretini ve heyecanını elinden alabilecekmişim gibi hissettiriyordu bakışları. Hala ben ona o bana bakarken konuşmaya kaldığı yerden devam etti. "Söylesene, senin için neyim ben Lavin? Gözünde bir değerim var mı?" Bunu söylerken duraklayıp nefes aldı çünkü sesi kısılmıştı ve o an gözündeki hayat ışığının solmaya başladığını ve içinin kırıklarla dolu olduğunu gördüm. Onu bu hale getiren ben miydim gerçekten?


Loading...
0%