Yeni Üyelik
17.
Bölüm

İlk Etkileşim

@balleswan

Karan


Yürüyüş yapmaya çıkarken güneşli olan hava, Defne ile karşılaştığım da kararmış, yağmur yağmaya başlamıştı. Şimdi ise arabanın içinde duruyor bir yandan direksiyon sallıyor diğer yandan durması ve arabaya binmesi için Defneyi ikna etmeye çalışıyordum.


Ama ne o durmaya ne de ben onun peşini bırakmaya kararlıydım. İkimizde kendi tutumumuzda sonuna kadar ısrarcıydık. O kaldırımın ortasında yürürken ben de yanından arabayı sürüyordum. Sıkıntı içinde soluklanıp açık camdan kafamı dışarı sarkıtıp dinlemesi için ona seslendim. "Bırak inadı arabaya bin, bak hasta olacaksın!"


Arabamın hızını biraz arttırıp yüzünü görebileceğim hizaya geldim. Uyarım karşısında sinirle gülümsedi ama cevap vermedi bunun yerine hızını biraz daha arttırdı. Beni olabildiğince yok saymaya, aramızdaki farkı açmaya çalışıyordu.


Sıkıntı içinde birkaç dakika önce tokat attığı yanağımı sıvazladım. Bu bana ilk dokunuşuydu ama öfkeli anlamda. Arabaya binerken nasıl göründüğüne bakmadım ama bayağı kızarmış olmalı.


Sadece polis olduğunu neden benden sakladığını sormuştum. Aslında bu bir şüpheydi, gerçek mesleğini hala bilmiyordum. Araştırıyordum ama gerçeklere ulaşamıyordum çünkü her ne yapmaya çalışıyorsa asıl amacını ve kimliğini kamufle etmeyi başarıyordu.


Ama benim de adım Karan ise bunu ortaya çıkaracağım ve ona kaçabileceği hiçbir alan bırakmayacağım. Gerçekleri elbet itiraf etmek zorunda kalacak bir gün. O günü sabırsızlıkla bekleyeceğim.


Arabaya binmesi için olan ikna çabalarım sürerken gözümü sadece bir an için yola çevirdim. Etraf sessiz ve yollar tenhaydı. Öyle ki etrafımızda bizden başka kimse yoktu. Ama dediğim gibi burası ıssız bir yol ve birkaç dakika sonra bir grup serseri buraya muhakkak üşüşecektir.


En iyisi Defneyi bir an önce ikna edip arabaya bindirmek. Yağmur şiddetini arttırıp arabanın camını doldurduğunda sıkıntı içinde Defneye seslendim. O sırada silecekleri çalıştırıyordum.


"Defne, bir durup dinlesen mi artık?"


"Dinleyecek hiçbir şey yok, zaten ne desem boş. İnanmıyorsun." Sonra kafasını çevirip yarı bıkmış yarı sinirli bir şekilde bana baktı. "Boşuna çene yormama gerek yok o yüzden."


Bunu deyip kafasını önüne çevirdi ve yürümeye devam etti. Ama omzunun inip kalkmasından öfkeli olduğunu anlayabiliyordum. Yağmur hala aynı hızında yağarken sileceği tekrar çalıştırdım ve konuşmaya başladım.


Bu sefer sesimden ümitsizlik akıyordu. "Bari arabaya bin, dinlemesen de kabulüm." Öfkeyle kafasını benden tarafa çevirdi. "Seni ve sana ait olan hiç bir şeyi istemiyorum. Ben kendi başımın çaresine bakarım!"


Öfkesi, yüzünden biraz bile eksilmezken cümlesine son noktayı koydu. "O yüzden defol git, peşimden gelme! Rahat bırak beni!" Dedi ve beni arkasında bırakıp öylece ilerledi. Sırtı yağmurdan dolayı ıpıslak olmuş içine giydiği şeyler bile dışarıdan net ayırt edilebiliyordu.


Eminim birazdan soğuktan titremeye de başlayacak. Öfkesi bile yetmeyecek vücudundaki soğuğu hissetmemesine. Bana karşı olan inadı onu hasta edecek neredeyse yine de buna rağmen yanıma gelmek istemiyor.


Bir korna sesi duyduğumda benden biraz ileri de olan Defnenin duruşunda bir sıçrama hissettim. Etraftaki derin ıssızlığı bölen bu sese rağmen kafasını bakmak için arkaya bile çevirmedi. Muhtemelen benim kornaya bastığımı düşünüyor.


Kaşlarımı çatıp dikiz aynasından arkaya baktığımda kırmızı bir arabanın bize doğru ilerlediğini gördüm. Sonra bu araba beni sollayıp önüme geçti. Arabanın içindeki adamların odak noktası Defneydi büyük ihtimal. İçimde hissettiğim huzursuz kıpırdanma yüzünden direksiyonu tutan ellerim yumruk halini aldı.


Ama merak duygum öfkemi solladı, acaba Defne, muhtemelen birkaç saniye sonra ona salça olacak bu adamlara karşı ne yapacaktı? Üstelik hipotermi geçirme riski ile bu kadar burun burunayken. Endişe ve merak içimde birbirine karışırken sadece olacakları izlemeye odakladım kendimi. Durumlar biraz olsun kızışırsa elbet müdahale edecektim. Mal gibi durup seyirci kalacak değilim.


Önümde duran aracın camları aşağı doğru inerken direksiyondaki kişi kafasını dışarı çıkardı ve Defneyi pis bir şekilde süzdü. Defne ise yürüyor o adamı kale bile almıyordu. O sırada direksiyondaki adam konuşmaya başladı. "Hey, buraya baksana fıstık. İki turlayalım mı?"


Adam bağırarak konuştuğu için anca anlayabilmiştim ama Defne bir şey derse kesinlikle duyamam. Arabayı biraz daha hızlandırdım onun vereceği tepkiyi öğrenmek için. Sinirle güldüğünü fark ettim yumruklarını sıkmış bir şekilde arabaya yandan bakarak konuşmaya başladı. "Dikkat ette bu fıstıktan belanı bulma. Tersim pistir, acımam."


Beni göremeyeceklerini bilerek gülümseyip Defnenin az önceki dediğine ithafen yanağımı tuttum. Onun tersi gerçekten pisti. Ama bunu o densizin anlamaya niyeti yoktu. Dediği şeyle de bunu ispat etmiş oldu. "Hadi oradan! Buradan bakınca hiç öyle gözükmüyorsun ama. Üflesem uçacak gibisin."


Defne yürümeyi bırakıp bir elini beline attı görebildiğim eli ise hala yumruk pozisyonundaydı. Adama saklamadığı bir öfke ile bakıp gülümsedi ve konuşmaya başladı. "Diyorsun, birazdan kim kimi uçuracak göreceğiz." Adamda Defnenin bakışını taklit edip meydan okur bir şekilde boydan aşağı onu süzdü. "Göreceğiz." Defne birkaç dakika kendi halinde gülümseyip ardından arabaya doğru ilerledi ve böylece adama yaklaşmış oldu.


Ama arabanın cam tarafına kollarını koyup ağırlığını arabaya vermesi birkaç hafta önce benim arabama binmeden önce sergilediği davranışlar gibiydi. Tarih adeta tekerrür ediyordu şimdi. Tek eli arabanın camının üstüne koymuş diğer eli bacaklarına doğru sallanırken konuşmaya başladı.


Ama had bildirmekten çok arabanın içindeki adamla flört ediyor gibiydi. Şaşkın bir şekilde ne yaptığını anlamaya çalıştım birkaç dakika. Aklından neler geçtiğini asla anlayamayacağım sanırım.


"Aslında yakışıklı adamsın, arabanda güzel. Şaşırmadan edemiyor insan nasıl yalnız olduğuna. Sevgilin var mı acaba?"


Sonra gülümseyerek ekledi. "Böyle yakışıklı bir adamın yalnız olduğuna inanmak biraz güç açıkçası."


Adamın ağzı şaşkınlıktan aralanırken gözleri minnet içinde parladı. Utanmasa salya akıtacak birazdan. Defnenin beklenti dolu bakışlarını görünce silkelendi ve aynı pişkinlikle konuşmaya başladı. "Doğru sevgilim yok, ama istersen sevgilim olabilirsin. Dediğin gibi yakışıklıyım ve arabam da var. Neden yalnız olduğumu bende anlayamıyorum."


Defne birkaç dakika gülerek adamı inceledi ve gülmesi yüzünden silinirken az önce ki gibi öfkeyle bakıyordu şimdi. Ne ara yerden aldığını bilmediğim taşı elinde kuvvetle kavrarken konuşmaya başladı. "Beyinsizsin çünkü ondandır, her şeyden önce bir karakterin olacak ama sen de o yok."


Adamın hayran dolu bakışları anlamsızlık içinde kararırken konuşmaya başladı. "Ne?"


Defne arabadan biraz daha uzaklaştı ve aptal birine anlatır gibi tane tane konuşarak adama durumu özetlemeye başladı. "Bazı insanlar vardır, hiçbir şeye sahip değildir ama sanki öyleymiş gibi onlarla övünür ve çevresindekilere yalan söylerler. Bazı insanlarda belki bir şeylere sahiptirler ama adam olmayı sahip oldukları şeyle ölçerler. Bir ortamda kendi adlarından önce sahip olduğu şeyler söze gelir."


Nefes alıp konuşmaya başladı. Deminki uzun cümleyi kurarken jest ve mimiklerini çok yoğun kullanmıştı çünkü. "Sen ikinci gruptasın, bir şeylere sahipsin sadece. Ama için boş, karakterin yok. Gereksizin önde gidenisin anlayacağın."


Adamın kendine sokulan lafı anlaması çok uzun sürmüştü ama ben bile buradan ima ettiği şeyi anlamıştım. O adama acımadan edemedim. Benim tanıdığım Defne buydu işte. Neden ona inanmadığım halde peşini bir türlü bırakamadığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Defne, o muazzam biri çünkü.


"Sen kime karaktersiz diyor lan fa***!" Arabasını açmak için bir hamle yaptığında Defne açılan kapıya sağlam bir tekme yapıştırdı ve kapı şiddetle geri kapandı. Kapanan kapı şiddetle adamın dirseğine vurduğunda acı içinde çığlık atıp söylenmeye başladı. "Bekle, şimdi seni gebertip leşini yere sereceğim az kal-" O sırada Defne elindeki taşı gösterip atıyormuş gibi havaya kaldırdı. "Bu taşı kafana yemek istemiyorsan bas git, belanı benden bulma! Saçmalıklarınla yeterince muhatap oldum zaten!"


Adam taşı görünce sinirle küfretti ve motoru çalıştırdı. Ben de plakayı not etmiş telefondan peşine düşmesi için adamlarımı yollamıştım. O sırada araba ilerlemeden önce adam konuşmaya başladı. "Ulan, bunu senin yanına bırakırsam ben de hırdavatçı Kemal değilim. Göstereceğim sana gününü, görürsün!" Defne elini havaya kaldırıp el salladı. Yapma bir şekilde gülümsedi. "Yürü anca gidersin!" Adam "Hasbin Allah!" deyip motoru çalıştırdı ve birkaç dakika sonra arabası gözden kayboldu. Ben de arabadan çıkıp hızlı bir şekilde Defnenin olduğu yere doğru yürümeye başladım.


Adımlarımın zeminde bıraktığı sesi duyan Defne gülümsemesini bozup benden tarafa baktı. Ona doğru geldiğimi gördüğünde adımı seslenmesine kalmadan kolunu kavradım. "Yürü, bu kadar gösteri yeterli gidiyoruz artık."


Yüzüme anlamsızca birkaç dakika baktı. Amacımı anladığında yüzü sinirle karardı ve kolunu kurtarmaya çalıştı. "Ben seninle hiçbir yere gitmek istemiyorum."


Sıkıntı içinde soluklanıp yürümesi için çekiştirdim. "İsteyip istemediğini sormuyorum." Kavradığım kolunu bırakmadan bir elimle de diğer omzunu tutup arkasına geçtim ve onu ilerletmeye başladım. Diretse de hızıma ayak uydurmaya başladı bir süre sonra. Yine de sızlanmayı kesmedi. "Bu yaptığına adam kaçırmak derler ama!"


Onu yürütürken, birkaç dakika yüzüne bakıp alay edercesine konuşmaya başladım. "Öyle mi? Benim yerimde o adam olsa, onunla gidecek miydin yani?"


İnanmaz gibi baktı ve inkâr etmek için konuşmaya başladı. "Hayır ya saçmalama, o adamı da kovdum. Sen de oradaydın görmedin mi?"


Bu dediği az önceki flörtöz hallerini anımsatırken kafamı olumsuz anlamda salladım ve arabaya yaklaştığımızda kapıyı açtım. Kafası tavana çarpmasın diye elimle kafasını tutup içeri girmesini sağladım ve o kapıyı açmaya çalışırken anahtara basıp kapıyı kilitledim. Direksiyona geçtiğimde o kaçmaya kalkışmasın diye kapıyı kapatıp arabayı yine kilitledim.


"Hadi, şimdi kaç kaçabiliyorsan." Bunu derken ona meydan okuyan bakışlarımı atmayı ihmal etmedim. Öfkeden kızarmış yüzü ile bir süre bana baktı bir süre ağzını aralayıp bir şey demek istediyse de kafasını olumsuzca sallayıp bundan vazgeçti.


Memnuniyetle gülümseyip arabayı çalıştırdım sonrasında ikimizde kendi dünyamıza çekildik. Hava kararmıştı sanırım yola çıkalı yarım saat oldu çünkü hiç saate bakmadım arabayı sürmeye başladığımdan beri. Uzun süredir direksiyon salladığımı gören Defne gizleyemediği bir merak içinde sordu. "Nereye gidiyoruz, şehrin dışına mı?"


Cıkcıkladım. "Evime gidiyoruz." Tepkisini merak ettiğim için yüzüne baktım. Düşünceli bir tavrı vardı yine konuştu. "Evin şehrin dışında mı?"


"Hayır da şehrin dışında olsa ne yapacaktın, mutlu mu olacaktın?"


Gözlerini devirdi ve sinirli bir şekilde soluklanıp kendi tarafındaki camdan dışarı baktı. Bunu yaparken söylenmişti. "Sana da bir şey sorulmuyor. İyi, ne halin varsa gör!"


Cevap vermeyip kafamı yola çevirdim ve gülümsedim. Bu kadın her an beni şaşırtmayı nasıl başarıyor? Hava daha da kararıp gökte yıldızlar belirmeye başladığında nihayet eve varmıştım.


Haber vermek için kafamı çevirdiğimde onun çoktan uyumuş olduğunu gördüm. Motoru durdurup anahtarı çıkardım ve üstümdeki emniyet kemerini yavaşça çözdüm. Telefonu da cebime koymuştum. Sonra arabadan inip Defne'nin tarafına geçip onu yavaşça kucağıma aldım ve kapıyı ayağımın ucuyla kapatıp kapıyı kilitledim.


Evin içine girdiğimizde onu ileri de duran beyaz l koltuğun üzerine bırakıp gözüme kestirdiğim siyah yastığı elime aldım ve kafasını tutup yavaşça havaya kaldırırken yastığı açılan boşluğa koydum ve Defnenin kafasını da yastığa yerleştirdim.


Üstü hala biraz ıslaktı ama onun müsaadesi olmadan vücuduna dokunamazdım. Zaten bunu dert etmiyordum, sadece giymesi için kıyafet hazırlamam gerekecek. Misafir odasına gidip dolaptan siyah renk kırlent çıkardım. Diğer yandan giymesi için de dolaptan bir şeyler çıkarıyordum.


İşimi halledip salona gittim ve elimde ki kırlenti Defnenin üzerine örttüm. Uyuması için ses çıkarmamaya çalışırken yemek masasının üzerinde duran telefonum çalmaya başladı. Tedirgin bir şekilde Defneye baktım ve içimden küfrederek telefona doğru ilerledim, bunu yaparken biraz ses çıktı haliyle. Birkaç kere koltukta kıpırdansa da uyanmamış bunun yerine pozisyonunu değiştirmişti.


Rahat bir derin nefes alıp elimde telefonla salonu terk ettim. Yatak odasına geldiğim de arayan kişiye baktım. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma getirdim. "Alo, Kenan orada durum nasıl dediğim plakanın peşine düştün mü?"


Arkadan acı dolu bağırma sesi gelirken yüzümü buruşturdum. O sırada karşı taraftan cevap geldi. "Evet, elimizde şu an ama sen bu adamı ne yapacaksın?"


"Şahsi bir mesele değil sadece biraz uyaracağım. Dediğimi yap gözünü adamdan ayırma."


"Biraz?" Sıkıntı içinde elimi alnıma getirip ovaladım ve geçiştirmek için konuşmaya başladım. "Bunu sonra konuşuruz benim şu an halletmem gereken bir iş var. Görüşmek üzere."


"Peki, dediğin gibi olsun Karan. Görüşmek üzere."


"Hayırdır, kimi uyarıyorsun?" Telefon kulağımda iken istemsiz sıçradım ve yönümü sese doğru döndüm. Defne omzunu kapıya yaslamış ellerini önüne getirip çiçek pozisyonuna girmişti.


Lakin bakışlarında birisini suç üstü yakalamanın verdiği ukala bir gurur vardı. Telefonu kapatmış olduğuma şükredip cebime koyarken bir süre ona bakıp nasıl bir bahane uydurabileceğimi düşündüm. Gerçi benim evimdeyiz niye birisine açıklama yapmak zorundayım ki?


Yapma bir kızgınlıkla konuştum. "Ailen seni hiç başka insanları telefon konuşması yaparken gizlice dinlememen konusunda eğitmedi mi?"


Konuşmamı bitirip yüzüne baktığımda o gururlu ifadenin silindiğine şahit oldum. Bakışlarına keder kazınmaya başlarken kuvvetli bir şekilde yutkundu. Onun gözlerine kederi yerleştirdiğimde benim de içime bir huzursuzluk çökmüştü. Bir şey diyemeyip sıkıntı içinde elimi enseme atıp sustum öylece.


Bir şey dersem zaten beni tersleyecek, düzeltmeye çalışırken daha da batıracaktım. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Bu sadece birkaç saniye sürdü ardından gözlerini açıp ruhsuz bir şekilde beni tersledi. "Ne giyeceğim üzerime, bunlar ıslandı hasta olmak istemiyorum birileri yüzünden!"


Anladığımı belli etmek için kafa salladım ve kenara çekildim. Kuşku içinde baktı. "Niye geri çekildin, bura senin odan değil mi?"


Sorusu üzerine istemsizce gülümseyip yüzüme ukala bir ifade takındım. "Bu ev de her yer benim odam, ama giyeceğin şeyler sadece bu odada var. Nitekim burası misafir odası. Kendi evin gibi takıl."


Yüzünü buruşturarak bana baktı, karşısında ben değil dünyanın en aptal insanı vardı sanki. Buna takılmakla takılmamak arasında kalırken iç buhranımı onun konuşması böldü. "Sana da evine de kalmadım, üstümü değiştirip gideceğim. Bu kadar kasılma o yüzden."


Kafamı salladım, sen öyle san der gibi. Bir şeyleri netleştirmeden öylece bırakmaya niyetim yoktu onu. Yine de uzatmayıp yanından geçtim. Bu sefer o odanın içinde ben odanın dışında kalmıştım. Tip tip bakıp kapıyı şiddetli bir şekilde suratıma kapattı.


Hak veriyordum çünkü bilmeden de olsa uzun zamandır sakladığı yarasını kanatmış olabilirim. O kederli bakışları başka bir şeye yormak imkânsız. Salona doğru ilerledim ve kısa bir süre mutfağın olduğu yere baktım. Acaba gidip ona yemek hazırlasam, yaptığım yemeği yer miydi?


O kalbini kırmadan önceydi Karan, şimdi yemek yapıp ona versem büyük ihtimal çöpe atardı. Ama ne yiyeceğini de bilmiyorum. Sıkıntı içinde ofladım, ben bu kadına ne yapsam yaranabilirim? Ne, onu mutlu eder?


Neyse şimdilik karnını doyurmalıyım, en iyisi salata söylemek sonuçta benle karşılaşmadan önce spor yapıyordu Defne. Spor yaptıktan sonra fastfood tarzı şeyler yenilmez sanırım. Telefondan bir yemek şirketini arayıp diyet salata yaptırmalarını söyledim. Telefonu kapattıktan sonra ben de mutfağa ilerledim ve kendim için bir şeyler yapmaya karar verdim.


Karnımı doyurup odaya geçtiğimde zil çaldı ve açmak için oraya doğru ilerledim. Defne için sipariş ettiğim salata nihayet gelmişti. Ücreti ödeyip poşeti aldım ve kapıyı kapattım. Birkaç dakika sonra ortam Defnenin yemek yemesi için hazırlanmıştı.


Ellerimi birbirine çarpıp ustalık eserime bakarken L koltuğun en ucuna oturup telefonu elime aldım ve bir şeylerle uğraşmaya başladım. Bu, Defne gelene kadar beni oyalar.


Çıplak ayakların zeminde bıraktığı ses etrafta yankılanırken kafamı telefondan kaldırıp odanın girişine baktım. Defne üzerine giydiği büyük eşofmanın belini tutup düşmemesini sağlamaya çalışıyordu.


Üzerine giydiklerini süzerken kafasını kaldırmadan söylenmeye başladı. "Ya bunlar çok büyük geldi. Bir beden küçüğü var mı?"


İçinde neredeyse kaybolduğu tişörte ve eşofmana bakarken gülmemek için kendimi zor tuttum. Eğer gülersem beni kesebilir çünkü. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. "Yatağın üzerine giymen için kıyafet bırakmıştım diye hatırlıyorum."


"Onlar daha uzun özellikle tişörtün içinde kayboluyorum. Şort zaten gözükmüyor. Tarzım değil o yüzden." Dediği şeyleri üzerinde hayal ederken öksürük krizine girdim. Böyle basit şeylere düşecek adam değilim ben.


Yine de takılmadan edemedim. "Ha, bunlar tarzın yani." Kafasını giydiği şeylerden çekerken somurttu ve konuşmaya başladı. "Of Karan, seninle hiç uğraşamayacağım. Şu an zaten çok aç-"Cümlesini yarıda kesen masada gördüğü şeffaf kapta duran diyet salataydı.


O soğuk gözleri aç bir parıltı ile dolup taşarken konuşmaya başladı. Bakışlarını yemekten bir saniye bile ayırmadı. "Yemek mi sipariş ettin? İyi de ne ara?"


Gurur yapmıyordu Allahtan, bundan güç bulup olduğum yere iyice yayıldım ve konuşmaya başladım. "Çok bir şey değil ya, dükkân buraya yakındı. O yüzden bu kadar hızlı geldi." Beni anladığını belli edercesine kafasını sallayıp l koltuğa yerleşti ve salatayı kendine çekip yanında gelen çatalı kavradı ve salatadan bir çatal alıp ağzına attı.


Bu hareket birkaç dakika sürerken gelişigüzel tutturduğu perçemleri kafası her hareket ettiğinde gözünün önüne geldi. O ise eliyle ya kulağının arkasına atmaya çalışıyor ya da bir şey yemediği vakit boyunca saçlarına doğru üflüyordu.


Yine de kurtulamıyordu saçının temasından. Ellerimi bir an saçlarını tutmak için uzatacak olduysam da tepkisini kestiremeyip bundan vazgeçtim. Ama hala rahatsız oluyordu. Böyle giderse yediği yemekten bir haz alamayacak. Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallayıp olduğum yerde doğruldum ve yüzüne gelen saçı tutmak için elimi uzattım.


Elimi yüzüne değmeyecek şekilde tutmayı amaçlamıştım. Yüzüne gelen saç tutamını nazik bir şekilde tutarken kulağının arkasına iliştirmeyi düşündüm. Düşünmekle kaldım sadece çünkü saçını tuttuğumu hissettiği anda yan profilinden anladığım kadarıyla gözleri fal taşı gibi şaşkınlıkla aralandı.


O sırada salata yemek için kavrayıp ağzına doğru götürdüğü çatal havada asılı kalırken kafasını yavaş bir şekilde bana çevirdi. Onun bu bakışları ben de panik yapıp bocalamama sebep olurken acaba hata mı yaptım diye düşünürken buldum kendimi. Ama beynim donduğu için bir şey düşünemiyordum.


Kanımın damarlarımda gezerken çıkardığı o sesi daha şiddetli duymaya başlamıştım. Ağzımı açıklama yapmak için aralamaya çalışırken onun kalbinden gelen şiddetli gümbürtüler odadaki tek ses kaynağıydı.


O an sanki, sanki ağır çekimde ilerleyen bir dizinin son sahnesini yaşayan iki başroldük. Saatler geçti ve kimse sahneyi kesip ara vermemiz gerektiğini söylemedi. Sanki bir dizinin son sahnesi bizim etkilenmişçesine birbirine kilitlediğimiz bakışmalarımızda bitiyordu.


Sanki aynı karenin içerisinde sonsuza kadar bu şekilde kalabilirmişiz gibi. Tutkulu ve enteresan...


Loading...
0%