Karan
Sözde bana güvendiğini söylemiş ve öylece gitmişti. Bir deponun çıkışına bir de ayağımın önünde duran silaha baktım. Gerçekten onun gözünde güvenilir biri imajı mı çiziyordum? Halbuki bugün yaptığım şeyler ile ona göz dağı vermeye çalışmıştım. Bana karşı en ufak bir hatasında başına neler gelebileceğini göstermek istemiştim ve o da bana güvendiğini söyleyip gitmiş miydi yani?
Vermesini beklediğim tepki değildi bu! Aksine korkması ve bundan sonra daha dikkatli olacağına dair yemin etmesini istiyordum. Sinirli bir şekilde ellerimi saçlarımı acıtacak şekilde kafamın üzerinden geçirdim. Şımarık bir çocuk gibi sızlandığıma inanamıyorum! Defne, gerçekten sınırlarımı zorluyorsun!
Oturduğum yerde ileri doğru uzanıp silahı elime aldım ve dizlerimden kuvvet alıp ayağa kalktım. Havadan dolayı depoda soğumaya başlamıştı. Uzun zamandır aynı pozisyonda oturduğum için sızlayan vücut kaslarım yüzünden somurtmadan edemedim. Elimde duran silaha bir süre daha bakıp pantolonumun bel kısmında duran emniyetine yerleştirdim. Deponun kapısını kapattığımda da anahtarını cebime attım. Kim bilir, bir daha buraya ne zaman gelirdim?
*****
Salonun duvara yakın yerinde duran siyah l koltuğun üzerinde oturuyordum. Daraldığımı hissettiğim için de beyaz gömleğimin ilk iki düğmesini çözmüş bağrımın gözükmesini sağlamıştım. Önümde duran plazma TV kapalıydı. Lambalar kapalıyken ortamı aydınlatan tek ışık kaynağı gökyüzündeki ay ve yıldızlardı. Ne zaman durup düşünmek ve kafamda olup biten şeyleri netleştirmek istesem burada öylece otururdum. Karanlık sevdiğim bir renkten çok yaşayış tarzım olmuştu. Ben karanlıktım.
Önümde duran cam masanın üzerindeki kristal bardağa biraz daha viski doldururken Defnenin yaptığı uzun konuşmayı düşündüm. Bu bana karşı ilk isyan edişiydi. Daha önce de buna benzer tartışmalar yaşamıştık ama bu sanki daha farklıydı. Bu Defnenin kendini gizlemeden içindekileri ortaya döktüğü ilk konuşmaydı. Çünkü onu uzun zamandır gözlemliyordum. Hayatıma girdiği andan itibaren yani. Gizlemeye gerek bile duymadığım bencilliğim onu öfkelendirmişti. Aslında ona anlattığım kadar alçak biri değildim ama onu sınama isteğimi de görmezden gelememiştim işte.
Defne buydu işte. Bir amacı olsa bile bunu duyguları ile gizlemeyi çok iyi becerebilen biri. Bazı durumlarda olan soğukkanlılığı da dikkatimden kaçmamıştı. Onu sınamak için karşısına çıkardığım ve neredeyse benzetilmekten nevri dönmüş eski adamımı gördüğünde de korkup çığlık atmak bir yana dursun mimik bile değiştirmemişti. Sonra onu katil olması için teşvik etmiştim. Gerçi teşvik kelimesi nazik kalır, ben onu resmen zorlamıştım.
Silahı eline aldığında ilk birkaç dakika acemi rolü oynamış güya beceremiyorum demeye getirmişti. Ama sonrasında, yani onu kızdırdığım da o acemi Defneden geriye bir şey kalmamıştı. Hele bana öfke ile batığında o silahı tutuşu... Silahla bütünleşmiş gibiydi. Onu ilk defa bu kadar gözü kara görmüştüm. Ve ne yalan söyleyeyim bu hali oldukça hoşuma gitti. Ama kuşkulandırmadı da değil. Sahi! Bir kadın olmasına rağmen o şekilde silah tutmayı nasıl öğrendi?
Olduğum yer de doğruldum bunu düşünürken. Parçaları birleştirmeye çalışıyordum şimdi. Soğukkanlı oluşu, otoriter oluşu, sürekli bir şeyleri saklamaya çalışan hareketleri. Silahı profesyonelce kullanması... Sahi! Ben onun ne işle uğraştığını kendisine hiç sormamıştım. Defne ile ilgili araştırmam gereken şeyler listesine bir madde daha eklenmişti şimdi. Merak etmeden edemedim. Acaba bu listenin sonu ne zaman gelecek? Derin bir iç çektim. Hevesim kaçmıştı, olduğum yerde doğrulup elimdeki kristal bardağı cam masanın üstüne geri bıraktım. Koltuğa geri yaslanıp etraftaki sessizliği dinlemeye kaldığım yerden devam ettim.
*****
Arabamı, İstanbul'un en işlek spor salonlarından birinin önünde durdurdum. Telefondaki konum bilgisine bakarken, bu adresle birebir eşleştiğini gördüm ve memnuniyet ile gülümsedim. Defneyi araştırmasını istediğim adamla dün konuşurken buna karar vermiştim. O da isteğimi kabul etmiş ve Defneyi takip ettirdiğinde rastladığı bu adresin konumunu bana atmıştı. Telefonu direksiyonun üzerine bırakıp üzerimi süzdüm. Üzerime giydiğim gri şapkalı eşofman, onun içine siyah düz tişört ve siyah eşofman altı ile oldukça basit görünüyordum. Çünkü böyle bir ortama girdiğimde dikkatleri üzerime çekmek, istediğim son şey.
Çalışan motoru susturup telefon ve araba anahtarını eşofmanımın cebine atarken dışarıda ki hava yağmurlu olduğu için eşofmanın şapkasını kafama geçirdim. Büyük ve otomatik kapıdan içeri girdiğimde yüzümü sıcak bir esinti karşıladı. Sanrım binanın kliması aktif bir şekilde çalışıyordu. Binanın girişinde biraz ileride resepsiyon bölümünü görünce oraya doğru ilerledim. Sekreter üyelik kaydını yaptırmama yardım ettikten sonra nereye gitmem ve ne yapmam gerektiğine dair talimatları sıralarken ona teşekkür ettiğimi söyledim ve spor aletlerinin olduğu yere doğru ilerledim.
Antrenörü aramak için bakışlarımı etrafta gezdirdim. O sırada ileride kadının biri ile konuşan iri yarı bir adam- iri yarı oluşunu giydiği tişörte sığmayan kaslarından anladım- beni görünce yanıma doğru ilerledi. Merak ettiğim şey ise konuştuğu kişinin yüzünü görmemiştim. Sadece arkadan baktığım için sarışın biri olduğunu görmüştüm. Saçları yukarıdan toplanmıştı ve üzerinde koyu gri renk yarım atlet ve bel hizası siyah beyaz çizgilerle kaplı ama onu dışında ful siyah olan ve sadece uzun beyaz çizgileri olan bir spor taytı vardı. Kadın nefes kesici görünüyordu. Ama aradığım kişi omu? Bilmiyorum. Bir an istemsizce kafamda Defne ile bu kızı karşılaştırdım. Adam gülümseyerek yanıma geldiğinde bile gözlerimi o kadından ayırmamıştım.
Adam benimle konuşmak için yanıma geldiğinde o kadın da telefonu ile ilgilenmeye başlamıştı. Adam onu dinlemediğimi anlamış olacak ki konuşmayı durdurup bana seslendi. "Beyefendi beni duyuyor musunuz?" Boşta kalmışım gibi silkelenip mahcup bir şekilde adama baktım. Yaptığım büyük saygısızlıktı, umarım içinden bana hakaret etmiyordur. Gergin ortamı toparlamak için konuşmaya başladım. " Duydum evet, en son hangi aletin hangi amaçla kullanıldığını ve ilk olarak nereden başlamam gerektiğini söylemiştiniz. " Yüzüme emin olmak isteyen bir ifade ekledim. " Değil mi?"
Adam hayret içinde bana baktı. Onu dinlemeden dediği şeyleri nasıl aklımda tutabildiğime şaşırmış olmalıydı. Ama bilmediği bir şey vardı. Ben kafam başka bir yerde olsa bile etrafımda olup biten şeylere kayıtsız kalmayan biriydim. Odaklanma kabiliyetim diğer insanlara göre daha gelişmişti. Bu da beni kusursuz yapan bazı detaylardan biriydi. Adamın hayret dolu bakışlarına dostane bir gülümseme sunup kafamı onu işaret etmek için hafif öne eğdim. "Siz antrenörsünüz sanırım, çünkü beni görünce yanıma geldiniz." Merakımı bakışlarıma da yansıttım. Beklenti içinde olduğumu fark eden adam az önce girdiği şoktan silkelenerek çıktı ve gülümsedi. " Adım Ozan Kaya ve hayır, antrenörünüz ben değilim. Ben sadece buradaki aletlerden sorumluyum."
Öyle mi der gibi baktım ve gülümsememi eksik etmeden elimi sıkması için uzattım. " Ben de Karan Demir, tanıştığımıza memnun oldum." El sıkma davetime kibar bir şekilde cevap verdi. O sırada ben de merak içinde etrafa bakınıyormuş gibi yapıp adamdan tarafa kafamı çevirdim. " Antrenörüm olmadığınızı söylediniz, peki kendisi nerede şu an?"
Adam soruma cevap vermek için, az önce beni gördüğünde bulunduğu yere baktı. Ama orada kimse yoktu. Sonra mahcup bir şekilde elini kafasının arkasına getirdi ve bana baktı. Sonra aynı mahcubiyet içinde gülümsedi. "Sanırım, müşteri ile ilgilenmeye gitti." Hala ifadesiz tutmaya çalıştığım surat ifademe baktığında panik içinde cümlesini toparladı. " Programının bitmesine daha çok var. İçeride olmalı, buyurun beni takip edin." Olumlu anlamda kafamı aşağı yukarı salladım ve beni arkasında bırakıp giden adamın arkasından yürümeye başladım.
Asıl alana girdiğimizde bizi müzikli bir ortam karşıladı. Müzikli dediysem, fazla gürültülü değil ama motive eden türden bir müzik. Etrafı incelemeye başladım. Çoğu kişi alışılagelmiş bir şekilde tek başına takılıyordu. Yanında antrenör olmadan. Sanırım bu mekânın devamlı müşterisi olmalı. Bazıları da benim gibi yeni başlamış olmalı ki yanında durup ona talimatları söyleyen antrenörün dediklerini yapıyordu.
Benim buradaki müşterilerden tek farkım, henüz antrenörümü bulamamış olmamdı. Derken Ozan Bey elini havada sallayıp ardından birine seslenmeye başlandı. "Defne Hanım, bir bakar mısınız?" Anlık isim benzerliğinden kuşkulansam da bu fikri hemen aklımdan attım. İstanbul’daki tek Defne benim tanıdığım Defne Acar olacak diye bir kaide yok. Sonuçta kalabalık bir şehir ve aynı isimden bir sürü insan var.
O sırada adının seslendiğini duyan kişi yaslandığı masadan uzaklaşıp gülümseyerek bizden tarafa baktı. Bu kişi oydu, benim tanıdığım Defne. Beni görünce yüzündeki gülümseme solar gibi olsa da yanımdaki adama bakıp gülüşünü korumayı başardı. Sadece bu detaydan bile anlaşılıyordu ki, Defne artık beni görmekten sıkılmış. Yine de bozuntuya vermemeye çalışıp yanımıza doğru ilerledi. Ben ise onu incelemekle meşguldüm. Son görüşmemizden bu yana bir hafta geçmiş ve kendine olan güveni daha bir gelmiş gibiydi. Anladığım gerçek ile yutkunmadan edemedim. Yoksa onu bu kadar gergin yapan şey benim üzerindeki tesirim mi? Çünkü bir hafta önceki Defne ile şimdi karşımda duran Defne arasında azımsanmayacak kadar büyük bir fark var.
Defne yanımıza geldiğinde ilk yaptığı şey merak içinde Ozana bakmak oldu. Sanırım varlığımı kendince yok saymaya çalışıyordu. Oysa ben, bana yiyecekmiş gibi bakmasını tercih ederim. Nefret etse bile yüzüme bakardı hiç değilse. Kaşlarımı çatıp merak içinde Ozandan tarafa baktım. Ozan kafasını Defneden bana çevirdiğin de ise bu duruşumu düzelttim, ifadesiz bakmaya devam ettim. O ise gülümsemesinin kaynağını Defneden alıyormuş gibi önce ona sonra bana bakıp gülümseyerek konuşmaya başladı. Sinir içinde elimin tekini arkamda yumruk yapıp sakladım. O gülüşü suratında soldurmayı ne çok isterdim oysa. Ama mekân ve zaman buna müsait değil. Maalesef.
Onun yerine halinden mutlu, gülümseyen müşteri maskemi takmaya devam ettim. Konuşmasını bitirdiğinde bizi tanıştırmaya karar verdi. " Tanıştırayım Defne, yeni müşterimiz Karan Bey. " Defneyi de bana tanıtmak için niyetlenmişti ki konuşmasını bölüp, keskin bir şekilde Defneye baktım. " Gerek yok, biz tanışıyoruz zaten." Sonra bakışlarımı değiştirmeden yapmacık şekilde gülümsedim. " Değil mi Defne Hanım." Düz bir surat ifadesi ile bana bakı. Dudakları düz çizgi halini alırken konuşmaya başladı. " Evet, Karan Bey." Ozan, aradaki gerilimi fark etmemiş olacak ki memnuniyetle ellerini çırptı ve bir şeyler daha söyleyip bizi yalnız bıraktı.
Defne bir süre daha suratıma bakıp bana arkasını döndü ve ilerlemeye başladı. "Beni takip et." Görmeyeceğini bilsem de olumlu anlamda kafa salladım ve sinsi bir ifade ile gülümsedim. Bardaki Defneyi, depodaki Defneyi az çok tanımıştım. Ama antrenör Defne acaba nasıl bir kişiydi? Tanımıyor ve tanımak için büyük bir istek duyuyordum. Beni aletlerin önüne getirdiğinde dizili duran aletleri eli ile işaret etti. "Hangisini denemek istiyorsun? İstediğin bir tanesini seç."
Makinelere baktığı kafasını benden tarafa çevirip düz bir şekilde bakmaya devam etti. Olabildik ce konuşmaktan kaçınıyor gibiydi sanki. Yamuk bir şekilde gülümsedim ve bir kaşımı alay içinde yukarı kaldırdım. " Buna senin karar vermen gerekmiyor mu?" Sonra onu boyuna inceledim ve yine yüzüne baktım. " Sonuçta antrenör sensin. Sen söylesene." Beklenti içinde ona bakıp göz kırptım.
Gözlerini devirip güldü ve duruşunu bir bacağının üzerine yüklerken vücudumu süzmeye başladı. Diyeceği her neyse buna zemin hazırlıyor gibiydi. Vücudumu inceleme işini bitirdiğinde ise bilmiş bir şekilde yüzüme baktı. Bakışlarında bariz ukalalık var. " Bilmem ki şöyle bir bakınca, sanki ilk deneyimin değilmiş gibi geliyor. Buraya gelen herkesin önceki halini az çok hatırlarım ve-" Sanki bir sır verecekmiş gibi kulağıma doğru eğildi. " Kaslı bir insanın burayı tercih edeceğini pek sanmıyorum."
Dediği şey hem şoka sokarken hem de gülümsetmişti. Yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım. Şaşkınlığımı gizlemek istesem de hoşnutluğum için aynı çabaya gerek duymadım ve bende onun kulağına yaklaştım. Aynı onun yaptığı gibi, sanki bir sır vermek istiyormuş gibi. "Demek kaslı oluşumu inkâr etmiyorsun. Bunu duymak hoşuma gitti." Kafamı ondan uzaklaştırdığım da ukala gülüşümü takınmıştım. O ise al basan yanaklarına rağmen bana, kötü kötü bakıyordu. İlk elini yanağına götürüp götürmemek arasında kararsız kalsa da elini tamamen aşağı indirdi. Sabrını korumaya çalıştığı bir ifade ile bana baktı. Müşterilerin yanında bana patlayıp, kendini rezil etmek istemiyordu. Bunun yerine sesini düz tutmaya çalışarak bir soru sordu. "Ne istiyorsun?"
İlk bunu sordu ve ilk önce etrafı süzüp sonra kuşku içinde bana baktı. "Buraya spor yapmak için gelmediğin her halinden belli." Tebrik eder gibi elimi bir kez alkış yaptım. O sırada çoğu olmasa da birkaç kişi bizden tarafa baktı. Ben ise onları umursamıyor, Defneye bakıyordum. Memnunsuz bir şekilde gözlerini kısıp derin bir şekilde soluklandı ve yanıma yaklaştı. "Dikkat çekiyorsun ya sessiz ol ya da-" Tek kaşımı hayretle kaldırıp ona baktım. " Ya da ne yaparsın? Beni kovar mısın?" Cıkcıklayıp "hayır geri zekâlı" der gibi baktı. "Yalnız kalacağımız bir yere gidelim. Senin yüzünden kimseye rezil olmak istemiyorum."
Sinirli bir şekilde gülümseyip konuşmaya başladım. Hatırlattığı iyi olmuştu. "Niye, sevimli Ozanın çok mu üzülür?" Kuşku içinde ona baktım ve ekledim. "Sen rezil olursan yani?" Şok içinde bana baktı ve ağzını açıp bir şey demeye çalıştı. Ama ne diyeceğini bilemeyip geri kapattı. En sonunda ise dişlerini sıkarak kısık bir tonda konuştu. " Saçmalama." İfadesiz bir şekilde bakmayı sürdürdüm, bu konuyu kapatmaya niyetim yoktu. Stres içinde elini alnına götürüp masaj yapmaya başladı. Sakinleştiğine karar verdikten sonra yanıma gelip kolumu kavradı ve ilerlemeye başladı. Bu hareketi kızdırmak yerine nedense hoşuma gitmişti. Temas bağımlısı Defne de bir başka oluyordu nedense...
Büyük beyaz kapıyı açıp ilk önce kendini, sonra da beni içeri aldı ve kolumu geri bıraktı. O kapıyı kapatıp kilitlerken ben de etrafı süzüyordum. Havuzun olduğu bir odaya getirmişti bizi. İlerde de şezlonglar vardı ve askılıklarda ise bornozlar asılıydı. Mekanı süzme işimi yarıda bırakmamı karşımda sinirle dikilen Defne sağladı. Göğsü sinirle inip kalkarken Defneye baktım. "Neden sinirlisin?" Merak içinde ona baktım ve ekledim. "Yoksa Ozan ile olan flörtünü böldüğüm için mi?" Sinirli bir şekilde bana baktı. Sinirli ve utanmış. "Ozan ile aramda sandığın gibi bir şey yok." Sonra bir şeyi fark etmiş gibi dudaklarını araladı ve kendi duyacağını düşündüğü bir tonla konuştu. " Gerçi sana ne diye hesap veriyorsam. Aramızda artık bir şey yok."
Duymuştum. Hem de net bir şekilde.
Gitmeye yeltendiğinde onu sorduğum şey ile durdurdum. "Sıkıldın mı benden?" Cevap vermeyip merak içinde kafasını benden yana çevirdi. "Ne için?" Düz bir şekilde sormuştu. Ama sesinde saklayamadığı bariz bir merak vardı. Bu beni daha da mutlu ederken gülüşümü dışarı yansıtmadım ve kendi halimde konuşuyormuş gibi davrandım. "Hani birkaç gün önce ilişkiler hakkında nutuk çekiyor. Beni sevdiğini sayıklıyordun ya."
Boşluğa kilitlediğim bakışlarımı ondan tarafa çevirdim. "Şimdi ne değişti? Onu merak etmiştim." İlk birkaç dakika hayret içinde bakarken duruşunu dikleştirip ifadesiz bir şekilde baktı. Yönünü havuza çevirdi sanırım bunu söylerken bana bakmak istemiyordu. Omuz silkti ve düz bir şekilde konuştu. "Bir şey değişmedi. Sadece değmeyeceğini anladım." Çabaladığı şey her neyse, umudunu kesmiş gibiydi. Daha doğrusu buna ben sebep olmuştum.
Sıkıntı içinde derin bir nefes aldım. Anlaşılan Defneyi ikna etmek sandığımdan zor olacak. Gerçi ne için ikna etmeye çalışıyorsam? Yanına biraz daha yaklaşıp sakin bir şekilde konuştum. "Böyle düşünmene sebep olan şey ne? Ya yanlış düşünüyorsan?" Dediğim şey çok komik bir şeymiş gibi güldü. Bunu düşüp kalkan omuzlarından anlamıştım. Ama mutluluktan güldüğünü sanmıyorum. Sinirini saklamak için takındığı bir tavır bu. Kafasını benden tarafa çevirmeden önünde ki boşluğa bakarak konuşmaya başladı. " Karşındaki kişi hakkında tek varsayımda
Bulunabilen sen değilsin." Derin bir nefes aldı. " Ben de seni şu kısa sürede bir şekilde gözlemledim. Ve gözlemlerim sonucunda ulaştığım gerçeği söyleyeyim mi?" Ağır bir şekilde benden tarafa döndü. Ben ise kafamı olumlu anlamda sallamakla yetinmiştim. Gülümsedi. "Sen asla değişemezsin Karan. Kendine göre belirlediğin etikler var. Sen bunları ölümün pahasına ezip geçemezsin. Ve kimsenin ezip geçmesine de izin vermezsin." Sonra eli ile kendini işaret etti. " Benim bile."
Sesindeki umutsuzluk canımı sıkıyordu. Acaba dediklerinde ne derece samimiydi? Ya kaçan kovalanır taktiğini uyguluyorsa? Ya amacı beni tuzağa çekmekse? İşi bitince beni hayatından çıkaracakmış gibi hissediyordum. Bu his hiç hayra alamet değil. Onu kontrol edemezsem, her an bana ihanet edecekmiş şüphesi ile yaşayamam ben. Elimi düşünceli bir şekilde çeneme getirdim. Ortak bir yol bulmalıydım. Sonra bir çözüm bulmuşum gibi heyecan içinde ona baktım. Çocuksu bir heyecan değil ama bu bambaşka. Defne tek kaşını kaldırıp merak içinde bana baktı. " Eğer seni aksi bir ihtimale inandırırsam yani değiştiğime inanırsan?" Devamını getirmemi istediğini belli eder şekilde kafasını salladı. "Bana yeniden şans verir misin?" Ciddi olup olmadığımı anlamak için bir süre yüzüme baktı ve konuştu. "E-evet."
Onun bu şaşkın ifadesine bakarken muzip bir şekilde gülümsedim ve tek kaşımı alayla havaya kaldırdım. "Bunları duymak isterdin değil mi?" Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Bunu beklemiyordu sanırım. Anlam veremez bir şekilde baktı ve duyduğu şeyleri teyit etmek için tekrar sordu. "Ne? Neyi duymak istiyordum?" Tek kaşını sorgular bir şekilde yukarı kaldırdı. Ukala gülüşümü bozmadım ve ellerimi eşofmanımın cebine koyarken gülerek zemine baktım. O ise hala bir cevap bekler gibi bana bakıyordu. Çünkü hissedebiliyorum, üzerimde bakışlarının getirdiği bir ağırlık var.
Kafamı eğdiğim yerden kaldırdım bu sefer gülüşüm hafiften silikleşmeye başlamıştı. "Kabul et, bu ani itirafım hoşuna gitti." Kelimeleri zihnimde bir araya getirirken ona baktım. Ne çok ciddiydim ne de şakacı. İkisinin de ortasında ama sınırında geziniyordum. Hala bana bakarken konuşmaya başladım. "Hani çoğunlukla senle kafa buluyor ve seni sınıyorum ya." Onay bekler bir şekilde gözlerimi kısıp ona baktım. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu ama içine baktığımda bana içten içe sinirlendiğine eminim. Hatta elinden gelse beni bir kaşık suda boğabilirdi.
Duruşumu dikleştirip doğrudan gözlerine bakarak konuşmaya başladım. "İşte bugün öyle davranmıyorum, aksine gönlünü almaya çalışıyorum. Seni ikna etmeye çalışıyorum falan." Hala ifadesiz tuttuğu suratına rağmen kafasını beni onaylar şekilde aşağı yukarı salladı. Nereye varmak istediğimi anlamaya çalışıyordu. Uzun süre sessiz kalmasını buna bağlıyorum. Yoksa birkaç gündür tanıdığım Defne, asla ona yaptığım imaların altında kalacak bir kadın değil. Bu da sadece ona yakıştırdığım nadir tutumlarından biri...
Bu sefer daha fazla uzatmamaya karar verdim. Ayrıca ona susması için de fazla zaman tanımıştım. Sanırım, sesini duymayı ve bana haddimi bildirmeye çalışmasını özledim. Hala gözlerine bakışımı derinleştirdim. Onun gözlerinin derinlerinde olup biteni görebilmek için. “Kabul et, bütün bunlar hoşuna gitti işte. Egonu tatmin edebildin sayemde." Bunu söylerken bilmiş bir şekilde gülümsedim. O ise üzerine çektiği tepkisizlik çizgisinin git gide dışına çıkmaya başlamıştı. Onun beni zorladığı gibi ben de onun sınırını zorluyordum şimdi. Cümlelerim son bulmaya başladığında bunu bir soru ile noktalandırdım. "Başından beri duymak istediklerin bunlardı değil mi?" Beklenti içinde ona baktım. Sanki ondan gelecek bir onaya ihtiyacım varmış gibi...
Bir süre sessiz kalıp bana baktı ama yanakları kızarmıştı. Öfkeden deliye dönmüş olmalı, çünkü çok ileri gittim. Kendimce, onun ilk izinsiz dokunuşunda ileri gidip benim sınırlarımı zorlayışının intikamını almak istemiştim. Hoşuma gitmedi değil ama sinirlerime dokunmuştu bu izinsiz teması ve ilk defa afallamıştım. Hem de bir kadının karşısın da. Yani Defnenin karşısında. Bana hak vermesi gerekiyordu, öfkelenip öldürecekmiş gibi bakması değil.
Sonra sessizliği değişti, öfkeden somurtmak yerine tavana bakıp soludu ve gülmeye başladı. Sanki birisinin onunla kafa bulmaya çalıştığını düşünüyordu. Ki o kafa bulduğunu düşündüğü kişi bendim. Uzağa bakarken duyduklarını tekrar etmeye başladı. "Egomu tatmin ediyormuşum ha!" Gülüyordu ve kendi kendine konuşuyormuş gibi bir havası vardı. " Beni sınamıyormuş, aksine gönlümü almaya çalışıyormuş." Dudaklarını büzdü sonra. Bu hali beni endişelendirmeli miydi acaba? Şimdi bir düşününce kriz geçiriyor da olabilir. Konu Defne olunca bir şeylere şaşırmayı yavaş yavaş bırakmıştım. Çünkü o Defne. Son derece enteresan biri...
Kendi kendine konuşmayı bitirdiğinde göğsünün üstüne inen saçlarını iki eliyle omzunun arkasına attı. Ben ise vereceği tepkiyi kestirmeye çalışıyordum. Saçlarını omzuna attıktan sonra elini, gözüne gelen perçemlerini arkaya atmak istercesine başının üstünden geçirdi. Nefes aldı ve yarı öfkeli yarı kinaye barındıran bakışlarla konuşmaya başladı. "Çok incesin ya eksik olma! Ne iyi ettin egomu okşamakla!" Yüzünde gülümsemeden eser yoktu ama cümleleri sanki halinden memnun gibiydi. "Seni tebrik etmeliyim. Bu ince davranışı unutmak olmaz. Bravo sana!" Bana öfke ile bakarken ellerini çarparak sözde beni tebrik etti. Gözleri başka dudakları başka şeyi haykırırken ona bakmakla yetindim. Ve o an içimde bir şeyler sancıdı. Ya da vicdan yapmaya başladığım için bana öyle geldi. Yine de zihnim bana, onu kırdığımı haykırıyordu. Bu düşünceyi kafamdan atabilmem düşündüğüm kadar kolay olmayacaktı sanırım. Çünkü yaptığım şey zaten çok adice ve bunun farkında oluşum işi daha da zorlaştırıyor.
Sıkıntı içinde gözlerimi kapatıp soludum. Defne burada olmasa başımı acıtacak şekilde saçlarımı çekiştirebilirdim. Çünkü, eğer bunu onun gözü önünde yaparsam, yaptığım hareket ona kendini haklı hissettirecek. Ki zaten öyle. Ama bu ihtimal, gururumu sarsmaktan başka işe yaramaz. Alkış yaptığı ellerini birbirinden ayırıp aşağı indirdi ama bakışlarında hala öfke varı. Gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı. Tavırları sanki bir şey itiraf eder gibiydi. "Biliyor musun?" Kaşlarımı çatıp merak içinde ona baktım. Bundan güç bulup konuşmaya devam etti. "Sadece bir an için de olsa, gerçekten pişman olduğuna inanmıştım." Sonra ekledi. "Demiştim, bu adam gerçekten pişman oldu, bir şeyleri düzeltmek istiyor. En iyisi bir şans daha vereyim diye düşünmüştüm." Gözlerimi kırpıştırdım, benim hakkımda gerçekten böyle mi düşünmüştü? Yani az önce söylediklerimi, söylemeseydim hala bir şansım olabilir miydi?
Defneye baktım, havuza biraz daha yaklaşmıştı. Geriye doğru bir adım daha atsa düşecek gibiydi. Acaba kendisi bunun farkında mı? Ya da onu uyarmalı mıyım acaba? Gerçi sporcu bir vücut tipi var ve antrenör olduğunu göz önünde bulundurursam, düşse bile bir şekilde kendini kurtarabilir. Benim yardımıma ihtiyaç duymaz, çünkü o derece gururlu kendisi. Ya da konu ben olunca gururu bir adım öne çıkıyor. Her an olabilecek bir tehlikeye karşın, gözlerimi ondan ayırmadım. Ve sesimi sakin tutmaya çalışıp konuşmaya başladım. " Oradan uzaklaş, bak havuza düşeceksin!"
Dediğim şey üzerine arkasına dönüp havuz ile arasındaki mesafeyi inceledi. Ama konumunu değiştirmedi, havuzun kıyısında yanlış bir adım atsa düşecekmiş gibi duruyordu öylece. Sonra benden tarafa dönüp alay ile gözlerime baktı. "Çok da umurunda dimi, benim buradan düşüp düşmemem!" Bu sırada olduğu yerde yarım adım geriye gitti. Yüreğim ağzımda izliyordum artık. Ama dışarıdan bakıldığında ifadesiz görünüyordum. Bir de bu halimden keyif almasını izleyemem. Gözlerime bakarken aynı alaylı konuşmasını sürdürmeye devam etti. "Şurada düşüp boğulsam, ardımdan havuza atlamayı bırak, kurtarmak için elini bile uzatmazsın."
Suratında kendinden emin bir ifade vardı. Demek kendisine yardım etmeyecek biri olduğuma bu kadar çok inanmıştı. İçimden sabır diler gibi bakıp dikkatini dağıtmak için konuşmaya başladım. " Buna gerek kalacağını gerçekten düşünüyor musun?" Anlamadığını belli eder gibi tek kaşını merakla havaya kaldırdı. Derin bir nefes alıp, ekledim. " Yani yardımıma ihtiyacın olacağına inanıyor musun?" Olduğu yerde adım atmayı bırakıp düz bir şekilde bakmaya başladı. Ama kafasında bir şeyleri tartmaya çalıştığı belliydi. O da sanırım dediğim şeyleri sorguluyordu kendince. Yüzüne gelen perçemi eliyle kulağının arkasına getirdi ve kendince duyabildiği ama benim de kulak misafiri olduğum şeyi mırıldandı. "Belki, kim bilir."
Bir süre daha ayaklarına baktı ve kafasını kaldırdı. Bakışları sanki beni sınıyor gibiydi. Ya da az sonra yapacağı şeyden dolayı kararsız. Bunu bir arkasındaki havuza ardından bana bakmasından anlamıştım. Bakışları havuz ile benim aramda mekik dokuyordu çünkü. Yine havuza bakarken konuşmaya başladı. "Bahse girelim, şimdi buradan atlasam öylece bakar yardım etmezsin." Tek kaşımı alayla çattım ve ona baktım. "Niye, gözünde o kadar gaddar biri miyim?" Dediğim şey üzerine gülümseyip omuz silkti. "Değilsin ama bana da güvenmiyorsun." Sonra bilmiş bir şekilde ellerini kaldırıp gözlerine uzaktan dokunarak benim gözlerimi anlatmaya çalıştı. " Bakışlarındaki tereddütü buradan bile görebiliyorum." Mahcup bir şekilde gözlerimi kaçırdım ve göz ucuyla bakmaya başladım. O ise bu halime sırıtıp yerinde hareketlendi. "Çünkü senin gözünde ben güven-" Ve etrafa havuzun tüm suları sıçrarken endişe ile havuza kafamı çevirdim. Defne'nin ayağı kaymış ve suya düşmüştü.
Endişe içinde bir süre havuzu izleyip düştüğü yeri bulmaya çalıştım. Nedense kendini kurtaracağına inanıyor yerimde kıpırdamıyordum. İlk birkaç dakika su yüzeyine çıkıp çırpınmaya başladı. Yüzmeyi bilince böyle mi oluyordu acaba? Derin nefesler amaya çalıştı ve her nefes almaya çalıştığında yüzü buruşuyordu. Sanırım havuza düştüğünde genzine su kaçmıştı. Sonra sanki havuzun içinden bir şey onu çekiyormuş gibi havuzun içine kafasını geri gömdü.
Ve bir daha yüzeye çıkmadı. Bu böyle gitmezdi, endişe ile telefonum ve araba anahtarını zeminin üzerine bırakıp balıklama havuza atladım. Su ılıktı, kulaç atarak derinlere inmeye başladım ve onu havuzun kenarında yere eğilmiş bir şekilde buldum. Sorunun ne olduğunu anlamak için uzaktan baktım, tahmin ettiğim gibi ayakkabısının bağcığı su kanalına sıkışmıştı. Seri bir şekilde onun yanına doğru ilerledim. Yanına geldiğimde hareket etmeyi bırakmıştı. Sanırım nefessiz kaldığı için boğulmuştu. Eğilip ayakkabısını ayağından çıkardım ve belinden tutup onu kendimle beraber yukarıya çektim.
Yüzeye çıktığımızda ise gözlerini açtı ve derin bir öksürük krizine girdi. Rahat bir nefes aldım. Onu kurtarabildiğim için sanırım içim rahatlamıştı. Hala havuzun ortasında dururken beklenti içinde ona baktım. Öksürük krizi bittiğinde yüzüne yapışan ıslak saçlarını kafasının gerisine itip gözlerini açtı. Ona merak içinde baktığımı görünce şaşırmıştı. Sanırım onu kurtardığıma inanamıyordu.
Ellerim kollarını kavrarken sorar bir şekilde gözlerini kıstı. Daha çok emin olmak istiyor gibiydi. "Sen." Doğrular bir şekilde gülümsedim. "Evet, kurtuldun, ummadığın biri sayesinde."
Sonra bilmiş bir şekilde sırıtıp bir elimi tuttuğum kolundan çektim ve çenesini nazikçe kavradım. Dokunuşum üzerine gözlerini kırpıştırıp mest olmuş bir şekilde gözlerime bakarken konuşmaya devam ettim. "Seni, ben kurtardım."