Lavin
Şiddetli bir baş ağrısı ile güne uyanırken yüzümü buruşturdum ve sanki bir faydası olabilecekmiş elimi kafama bastırdım. Hayır, hiçbir faydası olmamıştı. Aksine kafam daha da çok zonkladı. Sahi ne vardı o zıkkımı o kadar içecek?
Şiddetli baş ağrısına bir süre sonra eklem ağrıları da eklendi. Nerede uyuyakaldıysam artık belimde feci şekilde ağrıyordu. Uzandığım yerde dirseklerimden destek alıp tamamen doğrulduğumda üzerinde yattığım şeyin krem rengi üçlü kanepe olduğunu fark ettim.
Üzerimde de krem rengi bir kırlent vardı. Elimle kırlenti bacaklarımın aşağısına doğru itelerken buraya nasıl geldiğimi sorguladım. Ve bu kırlentin üzerimde ne aradığını. Dün en son günün vermiş olduğu yorgunlukla bir şeyler içmek istemiştim ve bir gece kulübüne gittiğimi hatırlıyorum. Ama sonrası bulanık. Mesela eve nasıl geldim? Nasıl üzerimi bile değiştirmedim ve yüzümdeki makyajla nasıl uyuyabildiğimi sorguluyordum. Çünkü geceleri makyajımı silmeden asla uyumam. Cildime önem gösteren biriyim ben. Yüzüme gelen ve neredeyse terden ıpıslak olan saçımı sinirle geriye doğru çekiştirdim.
Şimdi hem başım ağrıyor hem de ortam beni boğuyormuş gibi hissediyorum. Üstüne üstün üstümdeki kıyafetlerle yatıp kabanı bile çıkarmamıştım. Bu da beni oldukça terletiyordu. Bu böyle olmayacak diye düşünüp kırlenti hırsla üstümden kaldırıp koltuğun bir tarafına yığdım. Ayaklarımı da koltuğun üstünden çekip yere bastığından emin olduğumda dekor cam masanın üstündeki şeyler dikkatimi çekti. Bir çay tabağının üzerinde ağrı kesici, tahminen arveles olduğunu düşünüyorum.
Bir bardak üstü kâğıt ile kapatılmış su ve sarı renk yapışkan üzeri yazılı not kâğıdı dudağımı büzüp merak içinde masaya yaklaştım.
Dün gece haddinden fazla içmişsin. Yoğun bir gün geçirmiş olmalısın. Masanın üzerine ağrı kesici ve içmen için su bıraktım. Lütfen onları içmeyi unutma. İyi olacaksın, güven bana. Kendine dikkat et.
Çınar.
Çınar mı, o ne alaka ya? Sonra bir anı bulutu gözlerimin üzerinden geçti. Sanırım dün ben içmeye gittiğimde o da oradaydı. Tabi ya! Hatta beni görünce kafasını geri çevirdi. Ukala şey. Sinirle dişlerimi sıktım. Hem beni görmezden geliyor hem de bu şekil incelikler yapıyordu. Amacı ne bu adamın? Eminim dün gece sarhoş halimle uğraşırken kim bilir ne kadar eğlenmiştir.
Sarhoşluğun etkisinden yavaş yavaş kurtulduğumu hissederken dün yaptıklarım birer birer aklıma düşüyordu. Tabi Çınarın neden beni görünce o an için kafasını çevirdiği de. Dün sabah ben de ondan farksız davranmamıştım. Yani bunu başlatan bu saygısızlığı yapan benken neden ondan anlayış bekledim ki?
Notu elime alıp incelerken sıkıntı içinde gözlerimi kapatıp perişan bir şekilde soluklandım. Gerçekten acınasıyım. Adam, gece gece kim bilir ne kadar zorlanmıştır beni eve getirmeye çalışırken? Bir de içip iyileşmem için ağrı kesici koymuş masanın üstüne. Notta bırakmayı unutmamış. Onun yerinde başkası olsa eminim bu halimden yararlanıp çoktan yatağa atmaya çalışmıştır. Acaba o ne hissetti beni sarhoş görünce? Ya da sarhoşluğun verdiği nahoşlukla ne kadar saçmaladım onun önünde?
Düşününce delirecek gibi olduğumu hissettim. En iyisi unutup hiçbir şey olmamış gibi davranmak. Dün ki gibi yapıp onu görünce yolumu da çevirebilirim. Ama nereye kadar?
Belki de onun bana yaptığı gibi yapıp ona bir not bırakmalıyım. Mesaj da yazabilirim. Ama düşününce bu hiç doğru bir davranış değil. Akşam iş çıkışı yakalayıp ayak üstü bir özür dilesem fena olmaz sanırım. Acaba bugün mesaiye falan kalır mı ki? Ya da ben onun iş yerine giderim. Sorarsa da ayak üstü bir uğradım derim. Ne olacak sanki?
Olduğum yerde doğruldum not kağıdını masaya bıraktım ve ağrı kesiciyi elime aldım diğer elimle de bardağın içi toz kapmasın diye üzerine örtülen kâğıdı kaldırmıştım. Hapı içtim ve ardından su ile onu mideye gönderdim. Umarım bir faydası dokunur da gün boyu zombi gibi gezmem.
Saate bakmak için kafamı kaldırıp televizyonun yukarısındaki duvar saatine baktığımda panik içinde ayağa kalktım. Neredeyse yarım saat kalmıştı saatin 08:00 olmasına. Hazırlanmak için yatak odasının yolunu tuttum. Bugün makyaj için fazla uğraşmayacaktım. Bu yüzden yetişmekte bir sorun yaşamam sanırım.
*****
Seri bir şekilde koşturup metroya yetiştiğimde neredeyse sevinç çığlıkları atacaktım çünkü araba anahtarımı bulamadım. Dün kulübe araba ile gitmiştim sanırım ama Çınar beni eve getirdiğinde arabayı kullanmış mıydı bilmiyorum. Sanırım, araba anahtarının nerede olduğunu, gördüğümde ona sorsam iyi olacak.
İşe alelacele hazırlanırken giydiğim şeylere gelecek olursam. O kadar da özenmedim kesin bu durumum iş yerindeki bazı hasetlerin diline sakız olacak ama umurumda değil. Fazla özenmesem de pespaye bir şekilde işe gidecek değilim. Benim de kendimce üşendiğimde uyguladığım güzellik tüyolarım var. Sürprizlerle dolu bir kadınım neticesinde. Fazla uğraşmamak için topuz yaptığım saçlarım kafamı acıtırken umursamamaya başladım. Kazan gibi ağrıyan bu kafayla saçlarıma topuz şekli vermek ne kadar manidar bir davranış olduğunu kestiremiyordum.
Saçlarım, onları çözmem için adeta bana yalvarırken ellerimi kafama atmamak için içimden büyük bir savaş verdim. Nasıl olsa iş yerinde çözüp kalemle tutturabilirdim bir şekilde. Ama burada insan içinde değil. Gerçi ofiste de insan içinde olacağım ama orası biraz daha bilindik. Mesela bana verilen özel odada da bu işlemi gerçekleştirebilirim. İneceğim yere geldiğinde kırmızı düğmeye bastım. Metro durduğunda kendimi dışarı attım ve birkaç adım daha attığımda iş yerimin olduğu binaya nihayet varmıştım.
Çalıştığım yer ünlü bir kozmetik şirketiydi ve ben de ürünlerin tasarımını yapıyordum. Ürün kataloglarını düzenliyordum bir nevi. Ofisten içeri girip herkese selam verdikten sonra odama doğru ilerledim. Üzerimdeki kabanı çıkarıp odadaki askılığa asarken kırmızı çantamı da masanın üstüne koymuştum. Diğer elimde de içinde laptop' umun bulunduğu ofis çantam vardı. Onu da masamın üzerine bıraktım. Bugün günlerden cumaydı. Pencereye doğru ilerleyip stor perdeyi dışarıdaki güneşi içeriye sızacak şekilde çektim. Camı da perdenin altından doğru açarken ortamı çalışmaya hazır hale getirmiştim sonunda.
Masaya doğru ilerleyip laptopu çantanın içinden çıkarıp, çantayı masanın sadece benim tarafımda duran yerine yere koydum. Kalemlik görevi gören renkli teneke kutudan-ki bu eşya Paris’ten yanıma getirttiğim nadir eşyalardan- bir tane kurşun kalem çıkardım. O sırada saçımı çözmüş kafamı rahatlatmak için iki yana doğru hafif sallamıştım. Kalem elimde saçlarım öylece dağınıkken içeriyi Ayla girdi. Kaşlarımı kaldırıp merak içinde ona baktım. Acaba bugün yine ne saçmalayacak?
Ayla, sarışın, yeşil gözlü, abartılı giyinmeyi seven biriydi. Ben gelmeden önce ofisin gözdesi o olduğundan mıdır bilmem ama tüm dikkatleri üzerime çektiğim için benden nefret ediyor. Ve bunu gizleme gereği duymuyordu. Ama her defasında da ağzının payını alıyordu. Artık onu umursamamaya karar vermiştim. Lakin haddini aşıp sinirimi bozduğunda bende ona aynı şekilde cevap vermekten geri durmuyordum.
Bugüne karşı onun gözünde hep kusursuz bir imaj çizdiğim için bugün ki gösterişsiz halim onun hoşuna gitmiş olmalıydı. Ki bunu belli etmekten de çekinmedi. İfadesi avını köşeye sıkıştıran bir aslan gibiydi. Ama bu hikâye de köşeye sıkışan av ben olmayacaktım. İfadesiz bir şekilde konuşmaya başladım. "Ne istiyorsun? Şans dilemeye gelmediğin her halinden belli." Söylediğim şeye cevap vermedi bariz bozulmuştu ama bunu maskelemeye çalışıyordu kibirli gülümsemesinin altında.
Konuşmaya başlamadan önce elini yukarıya getirip biçimli tırnaklarını inceledi ama bilmiş ifadesi hala yüzünde asılı duruyordu. Konuşmaya başladı. "Bilmem, benim şansıma ihtiyacın olacağını sanmıyorum." Bakışlarını biçimli tırnaklarından çekip bugün yaparken pek de özenmediğim makyajıma baktı. Eline kırk yılda bir fırsat geçmiş beni aşağılamak için. Hiç geri kalır mı? Merak içinde eliyle beni işaret etti ama bakışlarında meraktan çok saf kibir vardı. "O değil de bugün biraz soluk görünüyorsun." Sonra kaşlarını alayla havaya kaldırdı ve sorar bir şekilde baktı. "Yoksa hasta falan mı oldun?"
Bunu demesini bekliyormuş gibi gülümsedim. Aklınca beni kışkırtıp sinirimi bozabileceğini sanıyor. Onun alaylı gülümsemesine aynı şekilde karşılık verdim. "Sence hasta olsam işe mi gelirim?" Kalemi ağzıma koyup saçlarımı şekil verdim onun karşımda sinirden kızarışını izlerken. Sonra olduğum yerde geri yaslandım. Çok önemli bir tavsiye verecekmiş gibi dostane ama fazla da dostane olmayan bir gülümseme takındım yüzüme. "Ayrıca sadelik deniyor buna, bir kozmetikçi olarak senin daha iyi anlamanı umuyordum."
Bu düşüncesiz tutumundan dolayı onu kınıyormuş gibi baktım. Sonra oturduğum yerde ileriye doğru eğilip dirseklerimi masanın üzerine dayadım ve ellerimi kavuştururken ondan tarafa baktım. Sinirden kızaran suratı gittikçe mora dönerken öfkeyle soluklanıp duruyordu. Aynı gülümsemeyle konuşmaya devam ettim. "Bazen cildimizi dinlendirmek gerekir nefes alıp yenilenebilmeleri için. Yoksa önünü alamayacağımız şeyler olabilir cildimizde. O yüzden suratımıza ağır makyaj malzemeleri dayayıp durmamalıyız. Özellikle de bünyemizin aşırı hassas olduğu böyle zamanlarda." Sonra gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım masum olduğumu belli eder şekilde. "Sence de haklı değil miyim? Ha Ayla?"
Az önce alayla baktığı bakımlı ellerini eteğinin hizasına getirip yumruk yaparken sıkıyordu. Yine ona istediğini vermemiştim. Onun varlığını yok sayıp laptopumu açtım ve her zamanki girdiğim sayfama giriş yaparken kafamı ekranın üzerinden kaldırdım. Hala orada dikiliyor sinirle soluklanıp duruyordu. İsmini seslendim. İrkilip bana baktığında gülümseyip kapıyı gösterdim. "Güzel dileklerin için sağ ol ama konuşman bittiyse seni dışarı alabilir miyim?" Sonra suratımdaki sevimli ifade silinirken ölüm soğukluğu ile ona baktım. "Neredeyse bir dünya işim var ve sen orada dikilip konsantremi bozuyorsun."
Omuzunda duran el çantasının kulpu kayarken hırsla geri omzuna çıkardı ve ayaklarını yere vurarak öfke içinde odamı terk etti. Odadan çıkarken kapıyı çarpmayı da ihmal etmemişti. Kırsaydın diye geçirdim içimden, şimdi onun çenesini çekemeyecektim.
*****
Neredeyse bir saattir ekrana bakmaktan ağrıyan gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Ellerimle ovalayamazdım çünkü hem maskara sürdüm hem de böyle yapmak göz sağlığım için tehlikeli. Karnımdan guruldamaya benzer bir ses çıktığındaki muhtemelen acıktım. Çantamdan bir karam çikolata çıkarıp onu yemeye başladım. O sırada içeri Didem girdi. Kendisi bu şirkette tanıştığım en iyi insanlardan biriydi. Hatta onunla arkadaşlığım daha derindi. Azra ile olanından daha derin olmasa da. Çünkü Azra apayrı bir yerde benim için.
Tuttuğu kapının kolunu bırakmadan hem ofisin hem de odamın içinde duruyordu böylece merak içinde bana baktı. Ve eliyle dışarıyı işaret etti. "Yemek saati geldi. Çıkmayacak mısın odandan?"
Gülümserken elimde duran ve yenmekten neredeyse yarısına gelmiş çikolatayı gösterdim. "Sen git, beni bekleme istersen. Benim işim bugün anca biter." Derin bir soluk alıp dizüstü bilgisayarın ekranına bakarken konuşmaya başladım. " Hem o, Ayla salağını görmek istemiyorum."
Kapı kapandı ve ekrana bakmaya devam ederken gittiğini sanmıştım. Bu yüzden kafamı kaldırmayıp çikolatamı yemeye kaldığım yerden devam ederken karşımdaki sandalyeye biri oturdu. İrkilip merak içinde oturan kişiye baktım. Didem bacaklarını üst üste atmış sırıtarak bana bakıyordu. Kesin neler olup bittiğini öğrenmek isteyecekti. Gözlerinde meraklı bir parıltı var çünkü.
Gözlerini kısıp tahminde bulunur bir şekilde bana baktı. "Yine abuk subuk konuşup seni
Sinir etti dimi." Cevap vermeyip başka bir soru sordum. "Sen yemek yemeye gitmeyecek miydin? Neden buradasın?" Boş ver dercesine omuz silkti ve konuşmaya başladı. "Beni dert etme, hem bugün sevdiğim yemek çıkmamış." Bunu söylerken dudaklarını büzdü, yüzünden memnuniyetsiz bir ifade rüzgâr gibi gelip geçti. Sonra kurnaz bir parıltıyla bana baktı. "Hem benim zulamda, sevdiğim bir sürü abur cubur var. Onlardan yerim." Dostane bir şekilde gülümseyip göz kırptı. "Beni merak etme."
Endişeli tutumum silinirken omuz silktim. Diretmeyecektim, zaten bir işe de yaramayacaktı. Laptopun ekranına bakarken konuştum. "İyi, peki sen bilirsin." Ses çıkarmadı ama gülümsediğini tahmin edebiliyorum. Çikolatadan bir ısırık daha alıp önümdeki işlerle uğraşmaya devam ederken bilerek etrafa yaydığım sessizliği bitiren o oldu. "Bugün işe nasıl geldin? Arabanı şirketin önünde göremedim de."
Anladığımı belli eder şekilde kafa salladım ve ekrana bakarken konuşmaya devam ettim. "Yürüyerek geldim sonra da metroya bindim." Ağzından şaşırdığını belli eden bir nida çıktığında konuşmaya başladı. "Neden peki?" Sorusunu duyduğumda sıkıntı içinde soluklandım ama ekrandan bakışlarımı çekmemiştim. "Çünkü anahtarı kaybettim ve arabanın da nerede olduğunu bilmiyorum." Tepkisini görmek için kafamı dizüstü bilgisayarın ekranından kaldırdım ve yarı merak yarı utanç içinde ona baktım. Kesin ne kadar aklı bir karış havada biri olduğumu düşünüyordur.
Bir süre daha endişe ve şaşkınlık içinde bana baktı ve duyduklarını sindirdiğinden emin olduğuna karar verip konuşmaya başladı. "Kızım bir gün de neler yaşamışsın böyle ya!" Sonra karşısında duran koltuğa bakıp aynı hayretle konuşmaya başladı. "Gecenin bir yarısı kör kütük sarhoş olup arabayı çaldırmak da nedir?" İtiraz eder bir şekilde mırıldandım. "Çaldırmadım sadece kaybettiğimi söyledim." İnanamıyormuş gibi kafasını hırsla benden tarafa çevirdi. Bakışları inkâr kabul etmiyordu. "Tamam işte, ikisi de aynı şey!" Sıkıntı içinde ofladım. "Hayır değil, olayları çarpıtmasana ya!"
Gece mavisi saçları, onun bu ani hareketleri yüzünden özgürce savrulurken bana direnmeyi bırakıp açık mavi gözlerini endişeli bir parıltıyla kıstı. "Peki, gece o kadar olay yaşanırken yanında biri var mıydı?" Sabah masamın üzerinde bırakılan not aklıma geldi ama hatıralarımda Çınara dair bir iz ya da ayrıntı yoktu. Yüzümden karamsar bir karaltı geçerken sıkıntıyla ofladım. Acaba Didem az sonra söyleyeceğim şeye inanır mıydı? İnanmasa hakkı var çünkü düşündükçe ben bile inanmakta güçlük çekiyorum.
Ellerimi önümde sıkıntı içinde kavuştururken parmaklarımla oynamaya başladım ve konuşmaya başladım. "Çınar, yan daire komşum. Sabah masamın üzerine not bırakmış. Notta yazılana göre tüm gece o ilgilenmiş benimle." Sonra derin bir nefes alıp çekimser bir şekilde Dideme baktım. "O sırada araba kullanıyor muydu bilmiyorum. Notta yazılan şeylerden yaptığım çıkarım bu."
Düşünceli bir şekilde bana bakarken konuşmamı bitirdiğimde aklına bir şey gelmiş olmalı ki gözlerinde heyecanlı bir parıltı oluştu. Ve heyecanlı bir şekilde gülümserken konuşmaya başladı.' 'Düşünceli yan komşu ha! Bunu sevdim." Bir de bana sor dercesine gülümsedim. Sonra gülümsemeyi bırakıp merak içinde bana baktı. Sanki bir şeyden emin olmak ister gibi bakıyordu. "Bu kadar saat oldu, hala bir şey hatırlamadığına emin misin?"
Olumsuz anlamda kafa salladım. Tam konuşmaya başlayacakken onun telefonundan bildirim sesi geldi ve telefonu kapatıp samimi bir şekilde bana baktı. "İş başı yapmam gerekecek. Sohbet için teşekkür ederim." Rica edip oturduğum yerden onu uğurladım ve ben de işlerime devam ettim. Umarım günün sonuna doğru aklıma bir şey gelirde Çınar Beyin karşısında alık alık durmam.
*****
İşten çıkmak için hazırlanıp sonunda kendimi şirketin dışına attığım da havanın nihayet karardığını gördüm. Bu saatte taksi de geçmezdi buradan. Yüzüme vuran soğuk rüzgârdan dolayı gözlerimi kapattım ve sıkıntılı bir şekilde iç çektim. "Lavin Hanım." İrkilip gözlerimi merak içinde açtım ve kimin bağırdığını görmek için etrafa baktım. O sırada şirketin yanında duran otobüs durağının oradan buraya doğru yürüyerek ilerleyen Çınar Beyi gördüm. Bu adamın arabası yok mu niye habire yürüyor?
Gerçi benim arabam vardı da ne oldu? Bende el mecbur yürüyeceğim. Çınar Bey, kendisini görmem için elini havaya kaldırmış gülümseyerek benden tarafa doğru geliyordu. Ben de aşırı olmasa da sönük bir tebessüm sundum ona. Yanıma geldiğinde yürümeyi durdurup tam karşımda yerini aldı. Merak içinde ona baktım, ne diyeceğimi bilmiyordum. Ve dün aramıza koyduğum mesafenin bugün kalkmış olması da beni şaşırtmıştı. Mahcubiyetim sessiz kalmaya devam ettiğim her an içimde çığ gibi büyürken ondan tarafa baktım.
Ve en sonunda konuşacak cesareti buldum. "Selam, Çınar Bey." O da gülümseyip aynı şekilde cevap verdi. Ben de zoraki gülümsemeye çalıştım. İçimden gelmediği için değil de daha çok ne tepki vereceğimi bilemediğimden böyle davranıyordum. Gülümsemem solduğunda sabah masada bulduğum not aklıma geldi. Çınar bir şey demiyor beklenti içinde bana bakıyordu. Tek fark deminki gibi gülümsemiyordu şimdi.
Sıkıntı içinde derin bir nefes alıp elimi alnıma getirdim ve sıvazladım. O sırada tüm gün aklımda olan soruyu bir çırpıda dilimden azad ettim. "Dün, size ne yaptım?" Anlamamış bir şekilde tek kaşını çattı. Yanlış anlamasından çekinip konuşmaya devam ettim. "Sarhoşken yani, eğer saçmalayıp yanlış anlamanıza sebebiyet verecek bir şey yaptıysam özür dilerim." Sonra bir elimi sağ koluma getirip sıvazlarken yere bakarak konuştum. "Dün her ne yaptıysam, hiçbirini hatırlamıyorum."
Perişan bir şekilde soludum, Bir süre ne ondan ne de benden hiçbir ses çıkmadı. Konuşmamaya yemin etmiş gibiydik sanki.
Bir kıkırtı duyduğumda irkilip kafamı kaldırdım ve şaşkın bir şekilde Çınara baktım. Gülmeyi durduğunda anlamlı bir şekilde bana baktı ve bir eliyle çenemi nazikçe kavradı. Nutkum tutulmuş bir şekilde ona bakıyordum. O, sakin ve ketum adamın böyle davranacağını hayatta tahmin edemezdim. Biraz daha benden tarafa yaklaşıp dudağını dudaklarıma doğru yaklaştırdı. Öpmüyor sadece konuşuyordu ve bu şekilde dudaklarımız aradaki mesafe daha da kısalıyordu. Sanki biraz daha yaklaşsa öpecekmiş gibi.
Konuşmaya başladı kurnaz bir edayla. "Gerçekten hatırlamıyor musun?" Şok olmuş bir şekilde gözlerine bakarken aklıma bir anı daha geldi. O gün de aynı böyle durmuştuk ve ben ona aşkımı ilan edip açıklama yapmasına izin vermeden dudağından öpmüştüm. Aklıma gelen son kelime beynimin içinde yankılanıp kendini tekrar ederken endişe içinde ondan tarafa baktım. Yüzümde nasıl bir ifade var ise
Çınar ukala bir şekilde gülümsedi. Ama kendini geri çekmemişti.
Onun yerine beni kendine daha da çok yaklaştırdı. Çenemdeki dokunuşunun izin verdiği kadarı ile etrafımıza baktım. Sokak ıssız ve bizden başka hiç kimse yoktu etrafta. Panik içinde söylendim, çünkü engel olamayınca elimden sadece bu gelmişti. "Ne yapıyorsun? Bir gören olacak." Olumsuz anlamda cıkladı, sanki etrafımızda gelişen olaylar umurunda değilmiş gibi. "Sakin ol, sadece unuttuğun bir anıyı canlandırıyorum." Tam itiraz etmek için konuşmaya başladığımda dudakları sözcüklerimi yuttu.
O hissiyat geri gelmişti, bu, sarhoş zihnimin bana sunmadığı ama yine de onu ilk öptüğümde yaşadığım hissiyatın aynısıydı. Ama bunun, şimdi aklıma geliyor olması tuhaf hissettirmişti. Şok içinde araladığım gözlerimi huzurlu bir şekilde geri kapattım. Karşılık vermeme gerek kalmadan dudaklarımın temasını kesti. Gözlerimi kırpıştırıp tarumar olmuş bir şekilde ona bakarken gülümsedi.
Elleri ile az önce öptüğü dudağımı kavrarken şevk içinde gülümsedi. Islak dudakları sokak lambasının altında parlarken bilmiş bir şekilde şevk içinde gözlerimin içine bakıp konuşmaya başladı. "Sana senin tarzınla cevap verdim çünkü senin öpüşünde aynı bu şekildeydi."
Gülümserken gözlerini kırptı ve cümlesine son bir şeyi daha ekledi. "Tutkulu ve tıpkı ilk bahar sabahını anımsatır gibi sıcak." Ellerini dudağımdan çekip bedenini benden uzaklaştırdığında gülümsedi.
"Beni öptüğünde hissettirdiğin şey buydu. Peki sen, seni öptüğümde ne hissettin?"
Utangaç bir şekilde gülümsedim ve ne hissettiğimi anlamlandırmak için düşünme girişimin de bile bulunmadım çünkü bu hissi biliyordum. Huzurla gözlerimi kapattım ve onu görmek için geri açtım.
Beklenti içinde bana bakıyordu. Büyük bir güçle topladığım cesaretle ona doğru yaklaştım ve tam dibine geldiğimde yürümeyi bıraktım. "Çölde, sıcaktan kavrulan bir bitkinin bir damla su bulduğunda serinleyip yeniden hayata dönmesi gibi."
Topukluların izin verdiği kadarı ile ayak parmaklarımın üzerinde doğruldum ve dudaklarına derin ve tutkulu bir öpücük sundum.
Kendimi geri çektiğimde onun hayran ve hayret dolu yüzüne baktım. "Seni öptüğüm de hissettiğim işte bu."