Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Kimliği Belirsiz Mektup

@balleswan

Azra


"Seni ben kurtardım."


Bir süre Karanın gözlerine kilitlenmiş öylece mavilerinde kaybolurken çenemi kavrayışı beynimi peynir gibi eritiyordu. Zihnimi toparlamaya çalışıp ellerimi usulca çenemi kavrayan eline getirdim. Üstelik bunu yaparken onun meydan okuyan bakışlarından, gözlerimi çekmemiştim. Kibirli bir şekilde gülümseyip çenemi tutan elinin bileğini kavradım ve elinin çenemle olan temasını kestim ve geriye doğru kendimi çektim.


Kaşlarını havaya kaldırmış hayret içinde bana bakarken ukala bir şekilde gülümsedim ve meydan okuyormuşçasına kıstığım gözlerimle ona bakarken konuşmaya başladım. "Denize düşen yılana sarılır diye boşuna dememişler." Cümlemin sonlarına doğru hayretle kaldırdığı kaşlarını geri indirdi ve yamuk bir şekilde gülümsedi. Bozuntuya vermemesi sinirimi bozarken bunu dışarıya yansıtmamaya çalıştım. Ve düz bir şekilde suratına baktım. O ise konuşmaya başladı. " Yaptığın yılan benzetmesi gururumu okşadı. Bir nevi haklısın aslında." Anlam veremez bir şekilde tek kaşımı çattım. Yine kendince önemli olduğunu düşündüğü bir hayat dersi vermeye çalışacaktı sanırım. Bu bakışları başka manada yorumlamak imkânsız.


"Benden sana bir öneri Defne, bu hayatta kendinden başka kimseye asla güvenme."


Ciddi bir tonda başlattığı konuşması sona erdiğinde dostane bir şekilde sırıttı. Ama söyleyeceği şey henüz bitmemiş gibiydi. Gözlerini gözlerime kenetlerken konuşmasına birkaç şey daha ekledi. "Çünkü en güvendiğin insan bile bir süre sonra sahte çıkabilir." Cümlesini sonlandırdığında göz kırptı.


"Bitti mi?" Düz bir şekilde ona bakıyordum. Bana her seferinde ders vermeye çalışan tavırları artık sinirimi bozmaya başlamıştı. Sorumu duyunca olumlu anlamda kafasını salladı. Derin bir nefes aldım ve cümlelerimi ilk önce kafamda bir sıraya koymaya başladım. Tutarlı ve inandırıcı bir konuşma yapmalıydım. Sonra olumsuz anlamda kafa salladım. Yani içimden. Niye kendimi durmadan ona kanıtlayacağım diye uğraşıyorum ki? Bu benim enerjimi tüketiyor ve Karana karşı iyice ezik durumuna düşürüyor. Buna bir son vermeliyim.


Kara'nın beklenti içinde bana baktığını gördüğümde sessizliği bitirme zamanının geldiğini düşündüm. "En başında, buraya gelmenin amacı neydi Karan?" Kaşlarımı sorgular bir şekilde havaya kaldırdım. Beklenti içinde bakan ifadesi bozulmuş, bakışları donuklaşmıştı. Anlaşılan yine karşımda bir insan değil bir duvar olacaktı. Yine de konuşmaya devam edecek susmayacaktım. Çünkü, şimdi sahne benim.


" Amacın beni yargılayıp sürekli basit hissettirmek mi?" Sonra ellerimi havaya kaldırıp iki kez alkışladım. Söylediğim cümleler tebrik yüklüyken gözlerim tam aksini söylüyordu. "Eğer öyle ise tebrikler başardın! Kendimi gerçekten acınası hissediyorum!" Konuşmam bittikten sonra ellerimi yavaşça suyun altına gömerken üzgün tuttuğumu düşündüğüm mimiklerimle Karana baktım. Ve orada beni şaşırtan bir ifade gördüm. Üzüntü, pişmanlık, vicdan azabı...


Aşırı olmasa da hatırı sayılır miktarda üzgün görünüyordu. Eee despot adam, onun üzüntüsünü gösterme şeklide bu kadar. Pişkin pişkin sırıtmasından iyidir. Yaptığım duygu yüklü şov bittiğinde gülerek gözlerimi kısarken elimle yüzümü kapattım. Fazla ciddiyet, hele de Karanın yanında bana hiç uymuyor. Bir süre bu durumumuza, Karanın zokayı yutuşuna gülerken sonunda kendimi dizginleyip kahkahamı bastırdım. Ellerimi yavaşça yüzümden çekerken gülümseyen ifadem hala silinmemişti. Karan ise dumur olmuş bir şekilde suratıma bakıyordu.


Birkaç kez gözlerini kırpıştırdı hatta. Beni gerçekten üzebileceğini, gururumu yıkabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Tamam belki bu zamana kadar bir şekilde zedelemiş olabilir. Ama artık bu son. Artık yeni bir devir başlıyor. Benim. Azra'nın devri...


Demin isyan eden ben değilmişim gibi kibirli bir şekilde gülümserken gözlerimi kısıp ona meydan okurcasına baktım. "Bunu görmeyi istiyordun değil mi?" Bakışlarımı onun üzerinden bir an bile çekmeden ekledim. "Yıkılışımı görmeyi." Sonra hızlı bir şekilde havuzdan ellerimi çıkarıp saçlarımı gururla geriye doğru iteledim. Ve göz kırptım. "Rüyanda görürsün, çünkü ben yaşadığım ve senin karşında yerimi aldığım sürece bu gerçekleşmeyecek."


Halinden memnun değilmiş gibi somurturken, gülümsemem yüzümde soldu ve ona arkamı dönüp havuzun merdiven tarafına doğru yüzmeye başladım. Merdivenlerden dikkatle çıkarken ayakkabımı havuzun içinde unuttuğum fikri aklıma geldi. Sinirli bir şekilde iç çektim ama geri almak için bir hamle de yapmadım. Şu an için hedefim, içinde Karanın' da bulunduğu havuz sahasını terk etmek. Bornozların olduğu askılığa doğru ilerledim. Uygun gördüğümü üzerime geçirirken yere bıraktığım telefonu almak için eğildim. Kurduğum havuza düşme planını uygulamadan çok önce Karan etrafı süzerken bilerek suyun sıçramayacağı bir yere koymuştum telefonumu.


Telefonumu beyaz bornozun cebine koyup askılıktan bir de saç havlusu aldım. Islak olan saçlarımı kurulamak için. O sırada az ilerde Karanın telefonunu ve cüzdanını gördüm. Adam beni kurtarırken bile temkinli ya. Eşyalarına benden daha çok önem veriyor sanırım. Onun yerine beni seven biri olsaydı bunları düşünmeden beni kurtarmak için atlardı. Anlık gelen sinir hali ile aklımdan telefon ve cüzdanını suya atmak gelse de gözlerimi kapatıp bu düşünceyi kafamdan attım.


Havlu ile kafamı kurularken Karandan tarafa baktım. Hala demin olduğu yerde, havuzun içinde duruyordu. Üşümüyor mu acaba? Tamam değişik biri ama, havayı bükme gücü de yoktur sanırım. Ben bile dakikasında üşüyüp çıktım havuzun içinden. Sonra olumsuz anlamda omuz silktim, umurumda değil dermiş gibi. Kapıya doğru ilerledim ama bir şey beni onun yanında kalmaya zorluyor gibiydi. Ayaklarımı sinirle yere tepip ondan tarafa döndüm. O merhametsiz biri olabilir ama ben değilim. Yani en azından onun kadar değilim.


Havluyu omuzlarımın üzerine koyup ona baktım. İfadesiz bir şekilde bana bakıyordu. "Havuzu sevdin anladık. Ama çık artık üşüyeceksin." Sonra ellerimle bedenini enine boyuna işaret edip konuşmaya başladım. "Kaç saattir havuzun içindesin. Yüzgeçlerin çıkacak neredeyse!" Sonra güldüm dediğim şeye ve gözlerimi kısıp ondan tarafa baktım. Soru sorar şekilde. "Yoksa deniz adamı olmaya karar verdin de benim mi haberim yok?" Ve kafamı hafifçe yana eğdim sevimli olduğunu düşündüğüm şekilde gülümserken. " Ha!"


Bir süre daha ifadesiz dururken gözlerini kısmaya başladı. Gülmemek için kendini zorluyordu. En sonunda dayanamayıp kahkaha atmaya başladı olduğu yerde. Ben de bu halinden cesaret alıp onun gibi gülmeye başladım. Ve meydan okurcasına gözlerimi kısarken sol elimle çıkış kapısını gösterdim. Amacım sözde tehdit etmekti. "Bak, eğer biraz daha havuzda dikilir yüzeye çıkmazsan. Deniz adamı olduğun söylentisini tüm spor salonuna yayarım!" Sonra iki elimi de göğsümün üstüne getirip çiçek pozisyonunu aldım. "Seçim senin."


Teslim oluyorum der gibi tek elini havaya kaldırdı. Hala gülüyordu ama. Eliyle yüzüne gelen saçlarını geriye itti. Memnun bir şekilde sırıtıp ona arkamı döndüm ve yüzünü görmeden konuştum. "Benden bu kadar. Eğer benimle geçirdiğin her an boyunca bugün ki yaptığın gibi hep aşağılayacaksan zamanımı boşa harcama." Sonra görmeyeceğini bilsem de gözlerimi kapatıp soluklandım. "Beni kabullendiğinden emin olduğunda, artık sorgulamayacağına söz verdiğinde ve yeniden başlamak istediğinde. İşte o zaman bana gel."


Kafamı ondan tarafa çevirdim. "Çünkü ben gerçekten yoruldum. Bu güç gösterisinden." Gülümsemesi yüzünde solmuştu bu dediklerimi dinlerken. Ama umurumda mı? Hayır. Sonra cümleme yeni bir şey daha ekledim. "Ha! Niyetin hala boyun eğdirmekse, bende aynı derecede cevap vereceğim hamlelerine. Elimin armut toplamayacağını bilmelisin." Sonra göz kırptım. "Kapiş!" Onu arkamda bırakıp yüzme salonundan çıktım. Bir karar vermeli artık, böyle ilerlemeyeceğini bilmeli. Çünkü böyle olduğunu düşündüğüm için yaptım. Yaptığım tüm şeyleri...


*****


Ofiste duruyor iş başı yapıyordum. Sanki burada olmadığım haftaların acısını çıkarır gibi tüm dosyaları bana kilitlemişlerdi. Hem dosyalara bakıyor hem de masaüstüne geçiriyordum. Taktığım gözlükler ise başımı ağrıtmaya başlamıştı. Ya da yarım saattir ekrana bakıyorum bu yüzden de ağrıyor olabilir. Hayatım bu işte, cinayetten cinayete koşturmak, arada masaüstüne dosya geçirmek...


Bazen düşünmeden edemiyorum. Karan, spontane gelişen bu hayatımda sıra dışı olan tek varlık... Sonra gözlerimi kırıştırıp kafamı hızla iki yana salladım. Niye birden, onu düşünmeye başladım ki ben? Ellerimi uğraştığım şeylerin üstünden çektim ve kafamı sağ alime yaslayıp düşünmeye başladım. Acaba o da beni düşünüyor mu? Yoğun iş sırasında birden aklına düşüyor muyum onun? Onun da benim aklıma düştüğü gibi...


Karan demişken, komiser Rıza Bey geçen beni yanına çağırıp ajan olarak gönderildiğim mafyanın durumunu sormuştu. İşte o zaman fark etmiştim. Karana yaranacağım derken hiçbir bilgiye ulaşamamıştım ki ben. Altı ay diye rahat davranmış görevi savsaklamıştım resmen. Belki de mafyanın ana hattı Karan değildi. Ben öyle olduğunu düşünsem de elimde bunu kanıtlayacak nitelikte belge yok. Araştırmaya başladım o yüzden Gökhan diye bir isme ulaştım. Kendisi Karanın abisi ve kendi üzerine kayıtlı bulunan bir sürü yapıt ve gece kulübü var. Adam paraya para demiyor resmen. Ama nereden geliyor bu değirmenin suyu? Alın teri ile olduğunu sanmıyorum.


Kesin bu işin içinde bir bit yeniği var. Ki bir meslektaşımı onu araştırması için görevlendirdiğimde rüşvet karşılığı kapattırdığı bir davanın belgesine ulaşmıştım. Sanırım rüşvet verdiği adam bu alanda ya başarılı değil. Ya da adamın arkasından iş çeviriyor. İkinci seçenek daha mantıklı. Kim bilir adamı ne ile tehdit etti de düşmanlığını kazandı? İnsan bir düşünmüyor değil. Bunun için de elbet bir görüşme ayarlayacağım bizzat kendisi ile. Karşısında kimin olduğunu iyice bellemeli. Kibirli bir şekilde gülümsedim. Bu davayı başarıyla bitireceğime olan inancım gittikçe artıyor ve bu da beni mutlu ediyordu.


Bu arada Gökhan Bey’in tehdit ettirdiği adam ile ikinci bir görüşmem vardı. Bugün, düşününce aklıma geldi. Adı sanırım şuydu. Selçuk Arın. Geçen günde konuşmuştuk ve bana Gökhan beyin kirli işlerini tuttuğu bir defteri vereceğini söylemişti. Ve o defter benim tek kurtuluş anahtarım. Son dosyayı da masaüstüne geçirirken masada duran ekranı açık telefonuma baktım. Saat 16.30’du. Bilgisayarımı kapatmak için yeltenirken partnerim Komiser Ali odaya nefes nefese daldı.


Endişe içinde ona baktım. Suratında memnun olmayan bir ifade vardı. Yoksa? Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. Bu olamaz! O sırada düşündüğümü anlamış olacak ki olumlu anlamda kafasını salladı. " Dava için görüştüğün Avukat Selçuk Bey evinde ölü bulundu. Birazdan yola çıkacağız hazırlansan iyi edersin." Merak içinde kaşımı çattım. Söyleyeceği önemli bir şey varmış gibi. "Selçuk Beyin sana bir mesajı varmış. Baksan iyi olacak."


*****


Araba binanın önünde durduğunda stres içinde Aliye baktım. "Sence cinayet ekibi mektubu okumuş mudur?" Yüzüme bakıp olumsuz anlamda kafa salladı. "Sanmıyorum, Selçuk Bey sadece senin okuman gerektiğini söylemiş. Açmamışlardır o yüzden." Anladığımı belli eder bir şekilde kafa salladım ve önümüzde duran ideal büyüklükteki konağa baktım. "Sence, cinayeti gören ya da haberi olan biri olmuş mudur?" Olumsuz anlamda cıkcıkladı. Benim yaptığım gibi yapıp binaya bakarak konuşmaya başladı.


"Sanmıyorum, adam evdeki tüm çalışanları yollamış. ""Önemli bir konuğum gelecek." demiş." Yine olumlu anlamda kafa salladım ve son bir soru daha sordum. "Sence, hayatında biri var mıdır? Hep yalnız mı bu adam?"


Olumsuz anlamda kafa salladı. Yalnız bir adam, bir katilin işine gelen tek şey. Rahatça hayatına son verebilir. Kimse de bunun için hesap soramaz. Acaba o kanıt niteliğindeki deftere ne oldu? Kesin katil ona da el oymuştur. Derin bir nefes alıp arabadan çıktım. Acaba içeride ne bekliyor beni?


Ali ile binanın içine girdik, kapının önünde cinayet ekibinin arabası da dururken içeride yalnız olmadığımızı anlamıştım. Cinayet kurbanın çalışma odasında işlenmiş. Bunun için üst kata çıktık. Etraf sarı güvenlik şeritleri ile doluydu. Yukarı katın koridoru boylamasına resim tabloları ile dolu iken sadece ofis kapısının tepesinde bir duvar saati duruyordu. Koridor limon çiçeği rengindeyken ofis odasına gri renk hakimdi. Ve içeri girip dikkatle baktığımda kitaplığın yanında boylu boyuna uzanan Selçuk Beyi gördüm. Kan kokusu etrafı kaplamıştı ve içeride bir ölüm sessizliği vardı. Bir polis olarak aşina olduğum bir atmosfer.


Can sıkıntısı ile adamın cesedine baktım, şah damarının olduğu yer derin bir şekilde kesilmişti. Sonra Ali adımı seslendi. Gergin bir şekilde ona baktım. Bir eli ile panolunun belinde duran ehliyete sarılmış, sağ elinin işaret parmağı ile bir yeri gösterdi. Gösterdiği yere baktığımda şok içinde kalmıştım. Duvarda kocaman bir üzgün yüz ifadesi işareti duruyordu. Ve kırmızı boya ile daha doğrusu kan ile çizilmişti. Selçuk Beyin kanı ile...


Gerçi şaşırdığım bu değil. Bu tablo beni ürkütmüyor artık. Çünkü ben daha beterlerini de gördüm. Asıl endişe ettiğim şey katilin hamlelerimizi bilmesi, bizden bir adım önde olması. Beni endişelendiren bu. Selçuk beyin cesedini incelerken aklıma geçen günkü konuşmamız geldi.


"Tehdit altındayım Azra Hanım. Son birkaç gündür sürekli tehdit mektubu alıyorum." Kuşku içinde ona baktım. Acaba tehdit edilme sebebi neydi? Birine ihanet ettiyse, sırf biri blöf yapıp gözdağı veriyorsa. Ne düşündüğümü görmüş olmalı ki konuşmaya başladı. Sesi endişeli çıkıyordu. Endişeli ve tiz. "Düşündüğünüz gibi değil. Ben işimde gücümde biriyim.


Namusum üzerine yemin ederim ki kimseye ihanet etmedim!' Masanın üzerinde duran selpak peçeteden alıp alnındaki terleri sildi ve yorgun bir şekilde yüzüme baktı. " O kişiyi yakalayacağınıza söz verebilir misiniz?"


Samimi görünüyordu. Samimi ve korkmuş. Kesin konuşup, boşuna ümitlenmesini istemiyordum. Çünkü ona güven verip hayatta tutamazsam kendimi büyük bir yük altında hissedeceğim. Bir yandan da davaya büyük bir katkısı oldu. Buna hakkı var. Rahat bir şekilde yaşamak onun da hakkı. Hala beklenti içinde bana bakarken dostane bir şekilde gülümsedim. "Merak etmeyin, elimizden geleni yapıp tehdit mesajlarını gönderen kişiyi zindanın arkasına göndereceğiz." Rahatlamış bir şekilde gülümsedi. Belki tam da rahatlamamıştı, ama uzatmak istemedi.


Bunu kederli gözlerinden anlıyorum. Keşke elimden bir şey gelse!


Olumsuz duran atmosferi dağıtmak için öne doğru eğildim. Ve bir soru sordum. "Şüphelendiğiniz biri var mı? Kesin şu yapmıştır dediğiniz biri." Gözlerini kıstı ve düşünüyormuş gibi tavana baktı. Ben de adamı süzüyordum. Ama beğeni manasın da değil. Kahve rengi saçlı ela gözlü biriydi Selçuk Bey. Bıyığı yoktu, kirli sakallı bir adamı işte. Biraz daha incelediğimde yanağında ve boğazında morluklar gördüm. O mesajları gönderen anonim kişinin işi olabilir mi acaba?


Cevap vermesini beklemeyip adını seslendim. Dikkatini bana vermesi için. Nihayet benden tarafa baktığında kendi elimle onun morlukları olan yerleri yüzümde işaret ettim. "Bu morluklar nasıl oldu? Biriyle kavga mı ettiniz?" Sıkıntı içinde ensesini kaşırken cevap verdi. "Dayı oğlu olan kuzenimle ayak üstü tartışırken oldu. Önemsiz bir şey." Anladığımı belli eder bir şekilde kafa salladım. "Erkek mi peki? Adı ne?" Elini olumsuz anlamda havada salladı. "Önemli bir şey olmadığını söylemiştim! Sarhoşken yaptığı bir şeydi. Zaten sonrasında arayıp özür diledi."


Ciddi bir şekilde yerimde doğrulup gözlerimi kıstım ve ciddi bir tonda konuşmaya başladım. "İzin verinde buna biz karar verelim. Önemsiz dediğiniz şeylerin bile altında bir önemli bir neden olabilir." Kucağımda duran mavi ajandayı açtım ve ceketimin iç cebinden mavi tükenmez kalemi çıkardım. "Şimdi söyleyin, kuzeninizin adı ne? Varsa bir de telefon numarası ve adresini talep edeyim."


Teslim olduğunu belli eder bir şekilde iç çekti ve konuşmaya başladı. " Cüneyt Özkaya. 23 yaşında kendisi. Ailesi ile yaşıyor." Dediklerini önümdeki ajandaya not alırken dinlediğimi belli eder şekilde kafamı salladım. Not almam bittiğinde Selçuk Beyden tarafa baktım. "Peki kuzeniniz Cüneyt ne işle meşgul? Ya da okuyor mu?" Olumlu anlamda kafasını salladı. "İktisat öğrencisi. İstanbul Üniversitesinde okuyor. Bu yıl son senesi olacak." Telefon numarası ve adresini de not aldığımda işim tamamlanmıştı. Ama defteri kapatmadım, başka bir sorum daha vardı.


"Az önce siz düşünürken böldüm ama bir şey söyleyecek gibiydiniz. Bunu kimin yapmış olabileceğini düşünüyorsunuz?" Yüzünde düşüncesinden emin olmadığı bir karartı geçti. Mesleğinin etiklerine uymak istediği için kimseyi haksız yere suçlamak istemiyordu sanırım. Bir kere daha etkilenmeden edemedim. Adam melek gibi biriydi adeta. Kimin böyle bir adamla ne gibi bir sorunu olabilirdi ki?


Düşüncelerimden onun konuşması ile uyandım. "Doğrudan mı bilmiyorum ama ben uzun zaman önce çok ünlü bir iş adamı ile ortaklık yaptım. Ve kendisi İstabulda' ki en büyük mafyalardan biriydi." Gözlerimi belerterek baktım, ben de aynı mafyalardan birine casus olarak sızmıştım. Bu konu dikkatimi çekmiş ve konuya olan ilgim daha da artmıştı. Acaba mafyaya bir şekilde bulaşıp ona ihanet eden herkesin sonu böyle mi oluyordu? Ölümle mi sonuçlanıyordu ihanetin bedeli?


Merak içinde sordum. "Peki o kişinin adı ne? Aranızda ne geçti de ondan şüpheleniyorsunuz?" Olduğu yerde kaskatı kesildi. Teni kireç gibi olmuştu saniyesinde. Anlatacağı her ne ise bölgenin polisine sormaktan çekiniyordu. Belli ki yapılması yasak olan bir şey yapmıştı. Onun bu gizemli tavırları beni daha da stres ederken yerimde huysuzca kıpırdandım. Sanki sabrım tükeniyor gibiydi. "Lütfen söyleyin! O kişi kim ve siz ona ne yaptınız da sizden nefret ediyor?" Bir süre daha gergin bir şekilde baktı ve konuşmaya karar verdi.


O sırada partnerim Ali bana seslendi. O isim dilimin ucuna geliyor ama bir türlü dışarıya telaffuz edemiyorum. Anın getirdiği panik yüzünden unuttum sanırım. Cesede olan bakışlarımı Ali’den tarafa çevirdim ve beklenti içinde Aliye baktım. Elinde bir zarf tutuyordu. Mektubu kuşku içinde elinden alıp açmadan önce Aliye baktım. "Selçuk beyin yazdığı mı?"


Olumsuz anlamda kafa salladı. Ve bu düşüncesini kelimeleri ile pekiştirdi. "Keşke öyle olsa! Ama maalesef değil." Sıkıntı içinde ensesini kaşıdı. Bu belirsizlik onun da canını sıkmış gibiydi. "Sanırım katil mektuba el koymuş. Hiç bir yerde bulamadık." Yenilginin verdiği eda ile omzum çöktü ve hala cesede bakarken sordum. " Peki defterden haber var mı? Yoksa ona da mı el koyuldu?"


"Hayır, onu yok etmiş. Masanın yanındaki çöp tenekesinin içine bak." Olduğum yerden kalktım ve dediği çöp tenekesine dokundum. Sıcaktı, belli ki katil her kimse defteri yok etmek istemişti. Ayak basılıp açılan yere ayağımı bastım ve kapağı açılan çöplüğün içine baktım. Gördüğüm tek şey siyah, gri küllerdi. Defterden geriye bir şey kalmamıştı. Sıkıntı içinde iç çektim. Bir vaka soruşturmasına değil de bir labirente girmiş gibi hissediyordum. Ve üstelik bulduğum tüm yollar çıkmaza giriyordu. O sırada elimde tuttuğum mektubun varlığı aklıma geldi. Selçuk Beyin yazdığı mektup dışında başka bir mektubun varlığını öğrenmek işimi daha da zorlaştırıyordu.


Uçları birbirine dolanmış kördüğüm bir ipin asıl ucunu bulmaya çalışıyor kördüğümü çözmek için çaba sarf ediyor gibiyim ve vaktimden vakit gidiyordu. Endişe içinde zarfı açıp kâğıdı elime aldım ve zarfı Aliye verdim. Ellerimize giymemiz için eldiven verilmişti. Yoksa tüm izler karışabilirdi. Bir soruşturma yürüten biz bunun olmasını hayatta istemeyiz. Katlanmış kağıdı büyük bir dikkatle açarken yırtılmamasına özen gösteriyordum. Kâğıdı açtığımda gözlerimle okumaya başladım.


Merhaba eski dostum. Bunu görmeyi tahmin etmiyordun değil mi? Seni tehdit ettiğim için aklında beni bitirme planları yaparken bir gerçeği unutmuş olmalısın. Ama sorun değil ben hatırlatmasını bilirim. Unuttuğun asıl gerçek şu; benim her zaman senden bir adım önde olduğum. Sadık adamlarımdan biri olan hatta en sadık adamım Cüneyt Özkaya. Yani kuzenin, yanıma gelip senden bahsettiğinde uyanık biri olduğunu söylemişti. Uyanık ve işine gönülden bağlı biri olduğunu söylemişti. Ama unuttuğu bir şey varmış. Sen sadece uyanık değilsin. Sen bir hainsin Selçuk.


Düşünüyorum ve Cüneyt gibi sadık, her işimi baltalamayan bir adamın böyle bir köstebeği bana nasıl önerebildiğine aklım almıyor. Beni ve gücümü ilk tanıdığında, mafyamla tanıştığın gün bir yemek vermiştik ya hatırlıyor musun? Orada senden bir yemin etmeni istemiştim. Ortaya canını koyabileceğin bir yemin. Hatta sen de büyük bir memnuniyetle bu yemini etmiştin. Ama sadece sözde etmişsin. Kalben ettiğin bir yemin değilmiş. Seni hep sınıyordum ve tehdit etmemin sebebini de az çok anlamışsındır. Yoksa kuzeninle ettiğiniz kavganın tesadüf olduğunu mu düşünüyordun? Hatta sonrasında arayıp senden özür dilemişti. Eminim sen bununda samimi bir özür olduğunu düşünmüşsündür. Sonuçta o senin kanından biriydi. Öyle olduğunu düşündün değil mi? Hayır, kalben dilenen bir özür değildi tıpkı senin ettiğin yemininde kalben olmadığı gibi.


Demek istediğim şu, artık seninle işim bitti. Huzur içinde uyuyabilirsin. Gerçi bu işlediğin günahlarla ne kadar mümkün olur bilemem. Ve evet sana o tehdit mektuplarını gönderen de bendim. Benden bu kadar kolay kurtulabileceğini düşünmedin değil mi? Hem de arkamdan o kadar iş çevirirken. Cüneyt söyledi bu arada, kirli işlerimi not ettiğin bir defter varmış. Polis Azra'ya verecekmişsin. O yüzden saklıyormuşsun. İşte o defter için endişelenme çünkü artık tarih oldu. Sana karşı yenileceğimi düşünmüşsen çok fena yanılmışsın. Çünkü ben yenilmezim. Hiçbir güç beni yıkamaz. Eminim O kadın polisten de yardım dilenmişsindir. Ama kadere bak ki o bile seni kurtaramadı. Ama merak etme ona da sıra gelecek. Herkes görecek gücümün büyüklüğünü.


Ve sana gelince Azra polis. Duydum ki peşime düşmüşsün. Ne diyeyim iyi şanslar. Tabii buna çok ihtiyacın olacak. Ha bir de dua etmeyi dilinden eksik etme. Kim bilir belki bir duyan olur. Selametle. Görüşürüz.


Loading...
0%