Yeni Üyelik
21.
Bölüm

Kışkırtıcı İlk Öpücük

@balleswan

Azra


Yüzüme vuran güneş ışığıyla memnuniyetsizce yüzümü buruşturdum ve elimi güneşin yüzüme gelmesini engelleyecek açıda -gözlerim kapalı olduğu için ışığın nereden geldiğini bilmiyorum- yüzümün üzerine kalkan yaptım. Bunu yaparken hala olduğum yerde uzanıyordum, henüz kalkmamıştım.


Elimi gözümün önüne getirmem de bir fayda vermemişti. Güneş, ışığını aralık parmaklarımdan bana doğru iletmeye devam ediyordu. Fısıltılı bir şekilde bulunduğum duruma küfürler savurdum ve gözlerimi açarak perdesi açık cama baktım. Ben asla perdeleri açık bırakarak uyumazdım. Gündüz de uyandıktan sonra etrafı daha iyi görebilmek için açardım perdeleri.


Güneşe sövmeye bırakıp bulunduğum yeri inceledim sahi ben neredeydim? Üzerinde uyuduğum yatağın nevresimleri kendi yatağımın nevresimlerine neredeyse hiç benzemiyordu. Ben daha da koyu renkleri seven biriydim. Mesela siyah gibi kırmızı gibi...


Uzandığım yerde bir hareketlilik oluşurken ellerimin üzerine bir başka elin deyişini hissettim ve anlamaz bir şekilde kafamı sağ tarafa doğru çevirdim ve gördüğüm şey ile tiz bir çığlık attım. Lakin bundan hemen pişman oldum ve elimle ağzımı kapattım. Karan yanımda takım kıyafetleriyle uzanmış sessizce uyuyordu. Hala elimle ses çıkarmamak için ağzımı kapatırken, onu buraya neyin getirmiş olduğunu düşündüm. Karan hakkında edindiğim bir aylık izlenimler sonucunda onun asla buraya gelip benimle yatmak istemeyeceğinden oldukça emindim. Karşımdaki manzara tam tersini gösterse de mantıklı bir sebebi olması gerektiğini düşünüyordum.


Çığlık atıp ses çıkartmamak için ağzımı kapattığım elimi serbest bırakıp baş ucumda duran komodinden telefonuma uzandım. Bir yandan da göz ucuyla hala uyumakta olan Karanı inceliyordum. Böylece uyanıp bir hamle yapmaya kalkışırsa kendimi koruyabilirim. Gerçi bana yanlış bir şey yapması için bir sebep yok ama yine de bu Karan. Sağı solu belli olmaz önlem almakta fayda var.


Telefona uzanıp onu elime aldığımda saate bakmak için kısa bir süreliğine gözlerimi Karandan çektim. Saat, sabah yediyi çeyrek geçiyordu. "Uyanmışsın bakıyorum, rahat uyuyabildin mi?" Telefonun ekranına endişe içinde bakıp kafamı sesin geldiği yere doğru çevirdim ve Karanı inceledim. Yeni uyandığı için gözlerini ovuşturuyordu, onu izlerken takım kıyafetleriyle nasıl uyuyabildiğini kısa bir an düşündüm. Ben bile eve gelince gecelik giymeden rahat uyuyamıyordum. Onun takım kıyafetleriyle uyuyabilmesi beni şaşırtmıştı. O, gerçekten çok tuhaf biriydi.


Bir süre ona boş bir ifadeyle bakarken sorusunu yineledi ve girdiğim transtan çıkıp olduğum yerde silkelendim. Sırtımı dayadığım yer beni rahatsız ederken yaslanmayı bırakıp yorganı kendime çekip göğsümün üzerine doğru getirdim ve panik içinde konuşmaya başladım. "Beni boş ver de senin burada ne işin var? Neden yanımda uyuyordun?"


Tiz çıkan sesim onu rahatsız ettiği için memnuniyetsiz bir şekilde gözlerini yumdu ve o da benim gibi olduğu yerde doğrulurken bana bakarak konuşmaya başladı. "Şu mesele, dün gece uyurken birden çığlık atmaya başladın. Ben de endişelenip yanına geldim. Çok korkmuş görünüyordun." Duyduğum şeylerle gözlerim fal taşı gibi aralanırken dudaklarımın da gözlerimden bir farkı yoktu. İnanmazcasına ona bakıp işaret parmağımla kendimi gösterdim. "Ben, çığlık mı attım gece hem de uyurken?" Sonra kendimi işaret etmeyi bırakıp elimi olumsuz anlamda salladım. "İmkânı yok, ben asla gece uyanıp çığlık atmam, hem rüya bile görmüyorum ki ben!"


Düz bir şekilde suratıma bakıp konuşmaya başladı. "Sendin Defne, gece uyandın ve çığlık attın odaya girdiğimde ağlıyordun hatta ama gözlerin kapalıydı. Yanına gelip seninle konuşmaya çalışırken bana sarıldın hatta. Gitmememi söyledin." İlk başta ciddi olan ifadesi cümlesinin sonlarına doğru sanki onları hatırlıyormuşçasına gülümsemeye başladı ve bana bakarken kaşlarını yukarı kaldırıp gülerek sorgular bir şekilde konuşmaya başladı. "Hiçbirini hatırlamıyor musun gerçekten?"


Yüzüme neredeyse ağlamaklı bir ifade takınıp elimle kafamı tuttum ve gülerek tepkimi izleyen Karana baktım. Böyle bir şeyin yaşanmasına hele de buna Karanın şahit olduğuna inanamıyordum. Karanın karşısında daha da küçük düşmemek için bir şeyler hatırlamaya çalıştıysam da olmadı. Lanet beynim bana en ufak bir anı bile sunmadı. Zihnimin gerisinde sadece soru işaretleri vardı. Belki de uykumu tam alamamıştım.


Sıkıntı içinde soluklanıp beni hala gülerek izleyen Karana baktım. Hep ben mi mahcup olacağım? Biraz da ben onu mahcup edeyim. Sen şimdi görürsün uyuz Karan. Ağlamaklı ifadeyi bırakıp şeytanı bir parıltıyla onu süzerken bende ki değişimi fark etti ama yine de gülümsemesi yüzünden silinmedi. Aksine daha da pişkin bir tavır takındı ama o pişkinliği yüzünde solduracağım ben. Görür o.


Ellerimi kafamdan çekip ona meydan okuyan bakışlarla bakarak cevap verdim. "Sen de dünden meraklıymışsın kollarıma atlamaya. Baksana, çığlık attım diye bir dakika düşünmeyip yanıma gelmişsin." Konuşmamın başından beri alay içindeki ifadesi değişti yerini şaşkınlık aldı. Onu mahcup edişimi görmem -ya da öyle olduğuna inanmak istemem- yüzümdeki kendinden emin ifademi korumamı sağlıyordu. Bu yüzden bir süre daha ona baktım ve dostane bir şekilde kafamı yana eğip gayet dostane bir soru yönelttim. "Her zaman bu kadar düşünceli misinizdir Karan Bey?"


Dumur olmuş gibi bana baktı ve böyle bakmasından daha bir zevk alıp olduğum yerde doğrulup yataktan kalkmaya çalıştım ama dediği şeyler beni olduğum yerde kilitledi. "Gece bana sarılıp "gitme lütfen korkuyorum" derken iyiydi ama. Hem o an varlığımdan hiç rahatsızlık da duyuyor gibi de değildin." Kafamı yavaşça ondan tarafa çevirip şok içinde ona baktım. Ben bunları gerçekten demiş olamazdım değil mi? Yanaklarım alev gibi yanmaya başladığında inkâr etmek için konuşmaya başladım. "N- ne saçmalıyorsun, ben asla-" Birden bileğimi tutup beni kendine doğru çekti ve yüzlerimizi birbirine yakınlaştırıp gözlerimin içine bakarken konuşmaya başladı. "Bir daha beni mahcup etmeye çalışırken, kendin mahcup olacak bir şey yapıp yapmadığını iyi düşün. Yoksa yine kendi elinle elime düşersin."


Bunu söylerken ki ses tonu kendinden emin ve uyarır bir tonda çıktığı için tüylerimin ürperdiğini hissettim ve sanki içimde bir şeyler kıpırdanmaya başladı. Ondan etkilenmeye mi başlıyordum ya da korkuyor muydum? Bunun için herhangi bir şey söyleyemiyordum ama beynimdeki tehlike sirenleri çoktan çalmaya başlamışken kendini geri çekti ve yüzüne samimi olmayan bir gülümseme yerleştirip göz kırptı. "Bir dost tavsiyesi uymanı şiddetle öneririm. Sonrasında pişman olma diye söylüyorum. Sevgilim."


Sonrasında ben hala afallamış bir şekilde ona bakarken yanımdan kalkıp yatağın etrafından dolaştı ve odadan çıktı. Öylece bakıp, beni tehdit etmesine izin verdiğim için kendime öfkelenip üzerimdeki yorganı birkaç kere çekiştirerek yatağın üzerinden ayağımla tekmeleyerek attım. Bu adam gerçekten sinirlerimi bozuyordu. Ama yorganı tekmelemek sinirimi yatıştırmaya yeterli olmadı. Elime benzin ve çakmağı alıp evi Karan da içindeyken yakmayı düşündüm. Tabi soruşturma dosyası için yeterli delilleri aldıktan sonra yakmak güzel bir fikir olabilirdi. Dava tek celsede kapanırdı hiç değilse.


Saçma olan düşüncelerime kafamı olumsuz anlamda sallayarak güldüm ve yataktan kalkıp sebep olduğum dağınıklığı toplamaya başladım. Bir de sorumsuz oluşumla ona koz veremezdim. Camı açıp içeri havalandırdım ve odanın içerisinde bulunan misafir banyosuna doğru ilerledim. Kurutma makinesine bıraktığım kıyafetleri giymeli ve burayı terk etmeliydim.


*****


İşlerimi halledip bana ayrılan misafir odasından çıktım ve gideceğimi haber vermek için etrafta Karanı aradım. Bu sefer bütün odaları gezmek zorunda kalmamış onu oturma odasında kanepede uzanıp ellindeki telefona bakarken bulmuştum. Sonrasında bu yaptığımın saçma olduğunu düşünüp çıkış kapısına doğru ilerledim ve tam kulpu tutacakken o konuştu. "Gidiyor musun, ne çabuk?"


Yönümü ondan tarafa doğru çevirmedim ve kapı kulpuna elimi geçirdim. "Halletmem gereken işlerim var hem de evimi özledim. Bu yüzden evet, gidiyorum." Cümlemi bitirirken içimden ısrar etmemesini umup kapının kulpunu aşağı doğru çektim. Ondan da ses gelmemişti zaten. Bu işime geldiği için gülümseyip kapıyı açtım ve dışarıya çıkmak için tam bir adam atacakken kapının benim yetişemeyeceğim yerine Karan elini koyup kapıyı kapattı ve beni kapıyla arasına aldı.


Yaptığı şeye anlam veremezken sinirle yumruklarımı sıkıp sabır istercesine gözlerimi yumdum ve içimden beşe kadar saymaya başladım. "Hani bütün gün işkence çektirip sana yaptığım düşüncesizliğin hıncını çıkaracaktın benden? Neden pes ettin?" Sinirli bir şekilde gülümseyip kafamı aşağı yukarı salladım ve ona baktım. "Vazgeçtim, sen onu yaptığıma da pişman ederdin beni. Çünkü senle ne alay edinilir ne de sana bulaşılır? İnsanı senle muhatap olduğuna pişman edersin sen."


Yüzüme birkaç dakika düşünerek bakarken dudak büzdü ve sonrasında gülümseyip daha da yaklaştı ve boşta kalan diğer elini de kapıya yaslayarak beni tamamen kollarının arasına hapsetti. Gerildiğim için kendimi biraz daha geri çekip sırtım kapıya dayandığında şansıma küfredip yüzüne baktım. Üzerim de hakimiyet sağlayabildiği için muzip bir tavırla bana baktı ve konuşmaya başladı. "Ben gözünde o kadar kötü biri miyim? Bunu duyduğuma üzüldüm şimdi."


Tip tip yüzüne bakıp konuşmaya başladım. "Üzülmediysen niye böyle konuşuyorsun? Benle alay etmek hoşuna mı gidiyor?" Gülümseyip göz kırptı. "Tahmin bile edemezsin." Dünyanın en saçma şeyini söylemiş gibi bakıp yüzümü buruşturdum. "Etmekte istemem zaten, ayrıca bu haksızlık! Sen her haltı yapabiliyorsun. Ben alay edince niye tehdit edilen taraf oluyorum? Bana ne ben de tehdit edeceğim seni." Kararlı ve neredeyse çocuksu görünen hareketlerim karşısında gülümseyip önümden çekildi ve geçmem için bana rahat bir alan bıraktı. Lakin kaçma ihtimalime karşı bir eliyle kolumu tuttu ve beni evin içerisinde mutfağa doğru yürüttü bu sırada konuşuyordu. "Alemsin Defne, hadi gel yemek yiyelim, neticesinde uzun bir gün olacak."


Kolumdan tuttuğu için haliyle ona uyum sağlamaya çalışırken dediği şeyle merak içinde kafamı ona çevirdim. "Uzun bir gün olacak derken? Ben sana eziyet çektirme fikrinden vazgeçmiştim." Kafasını, dediğimi onaylar şekilde salladı ve hala önüne bakarken konuşmaya başladı. "Evet öyle demiştin, ama ben vazgeçmedim ve benimle uğraşma isteğini kabul ediyorum." Yüzümü memnuniyetsiz bir şekilde astım ve konuşmaya başladım. "Bu türlü de ben eziyet çekiyorum. Yine bir şey değişmiyor ki!" Hala yürürken son noktayı koydum. "Yine olan bana olacak."


Güldü ama cevap vermedi zaten mutfağa girmiştik. Hazırlanan masadaki sofraya bakıp gözlerimi kırpıştırdım ve konuşmaya başladım. "Demek beni uyarmaktan vakit bulduğun zamanda kahvaltı hazırlayabildin. Sofra güzel görünüyor çünkü." Bana bakarken gülüp gözlerini devirdi ve oturmam için sandalyeyi geriye doğru çekti. Yarı şaşkın yarı memnuniyetle ona bakıp çektiği sandalyeye oturdum. O sırada cevap verdi. "Ye sadece."


Ardından bana sırtını dönüp sol çaprazımdaki yemek sandalyesini çekip oturdu ve o da sofradaki yerini aldı. Sofra her ne kadar şaşalı gözükse de kendisine aşırı uyuz olduğumdan güvenip yemeğe başlayamıyordum. Boş, beyaz porselen kahvaltı tabağının yanında bulunan çataldan alıp sofradaki yemekleri isteksizlikle süzdüm. Sofraya oturduğumdan beri hiçbir yiyeceğe elimi sürmediğimi gören Karan kendi tabağına bakarken konuşmaya başladı. "Yesene, davetiye mi bekliyorsun?"


Bunu dememiş olmasını dileyerek yüzümü buruşturup ona baktım. "Sen bunu demedin dimi şimdi? Yanlış duymuş olmak istiyorum. Kurduğun cümlenin saçmalığına bakar mısın bir?" Çatalını yemek istediği zeytine batıracakken vazgeçip gözlerini bezgin bir ifadeyle kapattı ve kafasını benden tarafa çevirip konuşmaya başladı. "Kurduğum cümlede saçma olan bir şey göremedim. Ama sen de gereksiz oyalanıyorsun. Bütün günü kahvaltı masasında geçirmekse niyetin, açık açık söyle de bilelim." Yüzüne sinirle bakarken bütün diyeceğim şeyler dilime kadar gelse de onları yutup tabağımın önündeki omlet tavasında ortadan ikiye kesilmiş omlet diliminden birini alıp kahvaltı tabağıma koydum.


Diğer kahvaltılıkları da tabağıma yerleştirdiğim de memnuniyet içeren bir kıkırdama duyup kafamı kaldırdım ve çaprazımda oturan Karana baktım. Tabağına bakıp gülümserken çayını eline alıp yudumlamaya başladı. Ben nereye düştüm böyle bakışı atıp tabağımdaki kahvaltılıklara bakarken Karan içtiği kupadan dudaklarını ayırıp konuşmaya başladı. "Eee bugün bana çektireceğin işkenceler için bir şey düşündün mü?"


Tam hayır derken kahvaltı tabağımda duran dilimlenmiş yarım omlete baktım ve şeytanı bir ifadeyle gülümseyip konuşmaya başladım. "Evet, aslında aklımda bir plan var hatta şimdi düşündüm bunu. Söyleyeyim mi, bilmek ister misin?" Kafasını benden tarafa çevirirken gözleri meydan okuyan bir parıltıyla parlıyordu ve dudakları da keyifle yukarı doğru kaldırdığında o kibirli ifade tamamlandı. "Hay hay, tabii ki düşünceni alayım."


Onun ifadesini kopyalayıp tabağımı ona doğru uzattım ve çatalımla yemesini işaret eder şekilde omleti gösterdim. "Tadına bakmanı istiyorum, sonuçta yemek yapan birisi yemeği misafire sunmadan önce kendi tatmalıdır. Öyle değil mi?" İlk birkaç dakika gözlerini kısarak şüphe içinde bana baktığında hiç istifimi bozmayıp gülümseyerek tabağı gösterdim. Kafasını anladığını belli edercesine eğip yukarı kaldırdı ve yemesi için uzattığım tabaktan kendi çatalıyla bir omlet dilimi aldı. Onun omleti yiyişini izlerken gülümsedim ve beklemeye başladım eğer içine gerçekten bir şey kattıysa zarar gören ilk kendi olacaktı.


Dahiyane planıma sırıtırken onun lokmasını bitirip yaptığı omlete memnuniyetle bakması yüzümdeki sırıtışı sildi. Hiçbir şey olmamıştı, nasıl olur diye kara kara düşünürken o konuşmaya başladı. "Gayet güzel yapmışım elime sağlık. Şimdi başka bir sorun yoksa artık yemeğini yer misin?" Cümlesinin sonunda kahvaltı tabağımı bana doğru uzatıp yemem için omleti işaret etti. Ve ona ters ters baktığımı görünce ekledi. "Lütfen." Birkaç dakika suratına baktım ve uzatmanın manası olmadığını düşünüp yemek yemeye devam ettim. Umarım günün sonunda yapacağım şeylerden pişman olmam.


*****


Gün boyunca saçma şeyler isteyerek Karanı bezdirdiğim için haliyle ben de yorulmuştum. Ama hıncımı çıkardığımı da hissediyordum ama bir şeyler eksik gibiydi sanki. Tam olarak keyif alamamıştım. Zaten en son benim için yaş pasta yapmasını istemiştim o sırada da telefon çalmış ve açması gerektiğini söyleyip yanımdan hızlı adımlarla uzaklaşıp gitmişti. Bu koca evde o olmadan yalnız ve ıssız hissediyordum ve dahası ev büyüktü. Benim evimden bile büyük.


Dün bu eve ilk geldiğimde yukarı katlarında olduğunu görmüştüm oraya doğru ilerlemeye başladım. Belki terası falan vardır da çıkıp biraz hava alırım. Bu düşünce beni gülümsettiğinde oturduğum yerde telefona bakmayı kesip oturma odasından çıkıp merdivenlere doğru ilerledim. Yukarı kata çıktığımda beni uzun bir hol ve yan yana sıralanmış kapılar karşıladı. Hepsinin içinde ne sakladığını çok merak ediyor olsam da beni ilk cezbeden karşımdaki siyah kapı oldu. Sanki bir yaramazlık peşindeymişim gibi o kapıya doğru ilerledim. Kulpu açmak için tutup aşağı indirdiğimde kilitli olduğunu fark edip dudak büzdüm ve gözüm o kapıda kalmasına rağmen şansımı diğer kapılarda denedim ve nihayet birisinde balkon bulmayı başarabildim.


Camlı beyaz kapıyı açıp balkona attığım ilk adım sonrası dışarıdaki rüzgar içimi titretse de bu hisse alışmam gerektiğini düşünüp demir kolonlarına doğru ilerledim. Demir iskelete tutunup karşımdaki manzarayı izlemeye koyuldum. Bir süre önümde uzanan yeşillikleri ileride duran yan yana dizilmiş sıradağları izledim ama aklım istemsizce balkonun aşağısına doğru kaydı. Bulunduğum yerin yerden yüksekliğine baktım. Acaba buradan atlasaydım neler olurdu diye düşündüm. Ya da atlamış olma ihtimalim karşısında Karan ne hissederdi? Atlayıp kendime zarar vermemin ya da direk ölmemin onu üzüp üzmeyeceğini düşündüm.


Ama cevap gayet basitti. Kendime ne yapmış olursam olayım Karan asla buna üzülmezdi bana acımazdı aksine benim gibi bir beladan kurtulduğu için mutlu bile olabilirdi. Ne güzel işlerine çomak sokan laflarıyla kışkırtıp davranışlarıyla kendinden bezdiren bir Defne olmazdı hayatında diye geçirdim. Ama hayır sırf onu denemek için kendime zarar vermeyecektim ben. Daha mafyayı alaşağı edip tüm planlarını başlarına yıkmam lazım onların. Kaybedilen hayatların intikamını almalıydım. Şimdi düşününce o siyah kapının arkasında nelerin gizlendiğini anlamak zor değil. Karanın benden sakladığı bir şeyler var o odada.


Bir gün o odaya bir şekilde elbette gireceğim önce Karanın güvenini kazanmalıyım tabi. Gerisini de o zaman hallederdim nasılsa. Kurduğum plan hoşuma giderken kafamı gururla havaya kaldırıp gülümseyerek karşımdaki alana baktım. Manzara şimdi daha anlamlı geliyordu gözüme. O sırada sırtıma atılan yün gri bir kabanla olduğum yerde irkilip panikle bunu kimin yaptığına baktım. Karan bana gülümseyerek bakıp havada kalan boş ellerini cebine koydu ve o da benim gibi manzarayı izlemeye başladı.


"Ne zamandan beridir buradasın, benimi izliyordun?" Karşısındaki manzarayı bir süre gülerek izledi ve ardından kafasını bana çevirip konuşmaya başladı. "Bu gereksiz özgüven nereden geliyor, yaptığım her davranışın arkasında kendine bir pay çıkarma huyuna son ver." İfadesizce birkaç dakika ona bakıp sonra omuz silktim ve manzarayı izlemeye devam ettim. Onun ters davranışlarıyla moralimi bozmasına izin vermeyecektim. Manzarayı biraz daha izledim ve ona bakmadan konuşmaya başladım. "Ben az sonra gideceğim, bu kadar misafirlik yeter. Oldukça naif ev sahipliğin için teşekkür ederim. Daha fazlasına gerek yok."


Bir süre susup cevap vermesini bekledim ve o da umduğum gibi konuşmaya başladı. "Rica ederim ama sana kötü bir haberim var. Bir kutlamaya davetliyiz ve sen de benimle geliyorsun." Dediği şey ile kafamı hızla ondan tarafa çevirip heyecanlı bir parıltıyla bakışlarımı ona kilitledim. "Bunun neresi kötü haber? Ne güzel davet edilmişiz, gidelim işte!" Dayandığı demir kolondan uzaklaşıp kaşlarını çatarak bana baktı. "Sen iyi misin Defne, ağırdan almayacak ya da trip atmayacak mısın şimdi?"


Ardından yaklaşıp ellerini yanaklarıma ve alnıma değdirdi. Abartılı tepkim kafasını karıştırdığı için sağlığımda bir problem olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Onun bu hareketine gülüp hala yüzümde gezinen ellerini tutup ona bakarak konuşmaya başladım. "Saçmalama Karan neden öyle bir şey yapayım? Zorunda olmasan gitmemek için bir bahane uydurur gitmezdin zaten. Değil mi?" Hala bana şüphe içinde bakarken dediklerimi mantıklı bulmuş olacak ki olumlu anlamda kafa salladı. Onun bu tavrından cesaret alıp konuşmaya başladım. "Hem ne güzel uyum sağlıyorum sana, zorluk çıkarıp başını ağrıtmıyorum ya hani memnun olman gerekmez mi?"


Bu dediğimi de kafasını sallayarak onayladı ve ardından gözlerini gözlerime kilitleyip öylece beni izlemeye başladı. Hiçbir ifadeyi gözünden kaçırmamak için ve ardından ellerini göğsünün üzerinde toplayıp çiçek pozisyonuna girerek konuşmaya başladı. "Aklından ne geçiyor Defne? Sen de bugün bir tuhaflık var." Gülümseyen dostane tavrım bozulurken gözlerimi devirip ona buz gibi soğuk bakışlarımı attım. "Ne yapmamı ya da ne dememi bekliyorsun Karan? Gelmesem kolumdan sürükleyerek öyle ya da böyle götürmeyecek misin sanki?"


Konuşmak için bir hamlede bulunduğunda işaret parmağımı havaya kaldırıp susmasını söyledim ve konuşmaya başladım. "Gerçi kötü davranıp kalbimi kırdıktan sonra böyle şüphelenmen normal değil mi?" Duvarlarını ördüğünü düşündüğüm ifadesiz gözlerinde bir kırılma olduğunu fark etsem de buna aldırış etmeyip konuşmaya devam ettim. "Eminim telefon konuşması yaptıktan sonra adıma elbise bile sipariş ettirdin. Ve teklifini inkâr etsem yine sabahki gibi tehdit edeceğini de biliyorum." Cümlemin sonunda nefes alıp bir süre onun yüzüne baktım ve elimi omzuna atıp destekler şekilde vurdum birkaç kere ve o şaşkın bir şekilde bana bakarken konuşmaya son noktayı koydum. "O yüzden dert etme bu gece güzel bir gün olacak ve her şeyin yolunda gittiğine emin olacaksın. Şimdi giyeceğim elbiseyi göreyim lütfen." Ve sabah onun yaptığı gibi samimi olmayan gülümsememle göz kırptım. "Şu kutlamaya gidelim bir gidelim, bakalım."


*****


Kutudan çıkardığım kırmızı iddialı elbiseyi parmaklarımla kavrayıp havada asılı tutarken ağzımı şaşkınlıkla aralayıp elbisenin iddialı yırtmaç detaylarını süzdüm. O sırada Karan yanımda duruyor pis pis sırıtıyordu bu halime. Kafamı elbiseden çekip öldürücü bakışlarımı ona yolladığımda kahkaha atmayı kesip yapma bir şekilde öksürdü ve tek kaşını alayla kaldırıp konuşmaya başladı. O sırada eliyle elbiseyi işaret ediyordu. "Nasıl buldun? Harika değil mi?"


Elinin işaret parmağını beni göstermek için havada bana doğru salladı ve gözlerini kısıp sanki üzerimde hayal edebiliyormuş gibi konuşmaya başladı. "Eminim, içinde çok seksi görüneceksin." Seksi kısmını üstüne bastırarak söylemişti. Gözlerimi olabildiğince kısıp yapmacık bir edayla gülümserken kafamı aşağı yukarı salladım. Ya ya ne demezsin dermişçesine.


Ve yine aynı ifadeyle "ben sana bu elbiseyi bir giydireyim de gör sen seksiyi, seksiymiş hıh!" diye içimden geçirdim. Sessizliği bölen öksürük sesi ve sonrasında Karandan gelen yüksek tonlu kahkaha sesleri düşündüklerimi sadece içimden geçirmediğimi bana ispatlamış oldu. Şok içinde elimle ağzımı kapatıp kafamı ondan tarafa çevirdim. Kim bilir nasıl alay edecekti şu halimle?


Bende aptal olmalıyım ona benimle uğraşması için sebep veriyorum hep! Kahkahasını bastırmayı başardığında sadece tebessüm edip kafasını sağa sola salladı ve bana doğru eğildi. O sırada ne yapacağını anlayamadığım için elimi dudaklarımın üzerinden çektim. Ben yatakta o da gardıroba yaslanmış şekilde dururken yanıma eğilmek için fazla efor sarf etmek zorunda kalmamıştı.


Yüzlerimizin arasında sadece santimetreler kadar aralık kaldığında çenemden kavrayıp yüzümü daha da ona yaklaştırdı.


Her zaman olduğu gibi ben yine bu temastan kısa bir süre için etkilendim. Ama yalnızca kısa süre... Şaşkınlığım gidip yerine merakım geldiğinde ne yapacağını kestiremez bir şekilde ona baktım. İfadesiz bakışlarımı incelerken kaşlarını alayla havaya kaldırıp konuştu. Elleri hala çenemi kavrıyordu bu sırada. "Hımm, o dediğin nasıl olacak peki?" Bir süre ona saf saf bakıp tepki veremeyeceğimi anlamasını istedim ve görmeyeceğini bilerek ellerimi yatağa daha güçlü bir şekilde bastırarak duruşum için destek sağladım ve hala bana kibirli bir ifadeyle bakarken ona yaklaşıp burnunu ısırdım.


İrkilip acı içinde geri çekilirken elleriyle burnunu tuttu ve şok içinde bana baktı. Ben ise yaptığım hareketin vermiş olduğu gururla sadece ona gülümseyip az önce ısırdığım burnuna bakarak konuştum. "İşte, böyle olacak." Hala acıyan burnunu elleriyle tutarken bana "ne biçim bir kızsın" bakışları attı. Benimse tek yaptığım gülerek omuz silkmek oldu. Ama o hala orada dikiliyor odadan çıkmayı akıl etmiyordu. Gülümser ifadem silinirken ona dik dik bakıp elimle kapıyı işaret ettim. "Şimdi çık odadan ve ben yanına gelene kadar sakın odaya gireyim deme! Eğer sinsilik yapıp odaya girersen seni tekmeleyerek de olsa çıkarırım bu odadan!"


Ellerini acıyan burnundan çekip ifadesizce bana bakarken sabırla konuştum ama sesimi bastırıyordum. "Anladın mı beni?" Beklenti içinde ona baktım bir şey demiyor hareket bile etmiyordu. Acaba tepki vermeyi mi unuttu diye düşünürken içimde kalan sabrın son kırıntısını da çekip olduğum yerden kalktım ve ona doğru ilerleyip arkasına geçtim ve onu kapının dışına doğru tüm kuvvetimle ittirmeye başladım. "İlla çıkman için zor kullandıracaksın. Pekâlâ zor da kullanırız. Güzellikten anladığın yok nasılsa."


Sonlara doğru nefes nefese kalmışken nihayet kapıyı açıp onu odadan dışarı çıkartmayı başarmıştım. Sonra yüzünü bana dönüp konuşmak için bir hamle yapmaya kalkıştığında elimi bir dakika diyerek havaya kaldırdım ve konuşma hakkını ben devraldım. "Ben birazdan hazır olurum, anlayış için teşekkür ederim. Sana da iyi hazırlanmalar."


Ardından yapma bir şekilde gülümseyip sert olmayacak bir şekilde kapıyı yüzüne kapattım ve yüzünde bulunan anahtarla kapıyı kilitledim. Bunu yaparken istemeden de olsa gülümsedim, sanki yedi yirmi dört birbirinden ayrı kalamayan sevgili gibiydik ve ben ona böyle yaparak ceza veriyormuşum gibi hissettim. Lakin bu düşündüklerimin gerçek olmadığını ve olmayacağını da en iyi ben biliyordum. İçimde tuhaf bir sızı oluştuğunda gülmeyi kesip ifadesiz bir şekilde elbiseye doğru ilerledim. İşin şov kısmı şimdi başlıyordu işte. Ne diyeyim kazamız mübarek olsun.


*****


Elbiseyi giymiştim ama arka tarafındaki korsenin iplerini omzuma gelecek şekilde ayarlamış lakin ipleri olması gerektiği gibi bağlayamamıştım. Nasıl bağlarsam bağlıyım her şekilde bel kısmı bol oluyordu.


Sıkıntı içinde iç çektim. Giyerken birinin yardımına ihtiyaç duyulan elbiselerden gerçekten nefret ediyorum. Çünkü tam da şu an Karanın yardımına ihtiyacım var.


Elbisenin yırtmacı dizimin biraz üstünde bitiyordu ve bu haliyle bile yeterince iddialıydı ama belini tam bağlayamadığım için içinde kuş gibi hissediyordum. Canımı sıkan bu ayrıntıya takılmamayı tercih edip saç ve makyajla ilgilenmeye başladım. Lakin bu konuda pek bir bilgim olmadığı için çareyi internette aramakta buldum.


Ve kombini mi internette sabitlenen en iyi yorumlara göre oluşturdum. Sonuçta beyin bedava. Ayandaki yansımama bakıp büyüleyici görünüşümü kibirli bir gülümsemeyle süzdüm. İstesem gayet etkileyici görünebiliyordum. Şu an ki görüntü bana ne çok yakın ne de çok uzaktı. Ama yine de hoşuma gitmişti işte. Kapının önünden gelen adım sesleriyle istemsizce kafamı oraya çevirdim. Kapı kilitli olduğundan açmaya çalışmayıp sadece tıklamıştı. "Orada her şey yolunda mı? Yardım lazımsa söylemen yeterli."


Bir an istediğim sadece bu olduğu için evet desem de Karanın bu elbiseyi bilerek seçmiş olma ihtimali saflığıma bir çelme taktı. Görmeyeceğini bilsem de sinirle yumruklarımı sıkıp kapıya baktım ve konuşmaya başladım. "Zaten o yüzden seçtin bu elbiseyi değil mi? Sırf sana ihtiyaç duyayım diye elinden geleni ardına koymuyorsun!" Kapının arkasından ukala kahkahasını duyduğumda sinirden delirecek gibi olsam da kendimi frenlemeye çalıştım. O kadar emek sarf ettim boşa gitmesine izin veremezdim.


Derin bir nefes alıp kapıya doğru ilerledim ve anahtarı çevirip kapıyı açtım. Bu sırada basıp düşmemek için elbisenin kenarlarını tutuyordum. Şimdilik bir tehlike yok gibiydi kafamı hafifçe kaldırıp Karana baktığımda ilk defa görmediğim bir ifadeye şahit oldum. İfadesi tam alaya etmek için ağzını açmışta cümleler boğazında kalmış gibiydi. Buna ek olarak gözleri de normalde olduğu gibi küstah bir edayla parlamıyordu. Daha çok şaşkınlık vardı o gözlerde. Hayran olduğunu ise düşünmüyordum eminim benden daha iyilerini görmüştür o gözler. Ben ise oldukça sıradanım işte. Düz Azra'yım ben işte. İhtişam benim neyime?


Yarım saat ayakta böyle dikilmeye niyetim yoktu, Karanın beni yiyecek gibi bakan gözlerine karşın elimi bezgin bir edayla gözünün önüne doğru havada salladım ve parmaklarımı şaklattım. Girdiği transtan çıkıp ilk birkaç dakika gözlerini kırpıştırdıysa da sonunda toparlamayı başardı ve yine ifadesiz bakışlarla bana baktı. "Her şey yolunda mı? Daha fazla burada böyle dikilmek istemiyorum." Sonra ona sırtımı dönüp korsenin gevşek bağlanan iplerini gösterdim. "O yüzden lütfen yardım eder misin? Kutlamaya geç kalacağız yoksa."


Birkaç dakika ondan bir tepki alamasam da sırtıma gelen saçlarımı alıp omzuma koyması bir şeyler yaptığına dair kanıt gösteriyordu. Buz gibi elleri utançtan yanan alev gibi tenime değdiğinde istemsizce inledim. Ama hemen ağzımı kapattım, umarım bunu duymamıştır. Elleri korsenin iplerine geldiğinde onları çözmeye başladı, bu sırada elbise iyice bollaşıyor ve üstümden düşecek gibi hissediyordum ama pek endişelenmedim.


Yaka detayları hala ayakta tutuyordu çünkü elbiseyi. Korsenin çözdüğü iplerini bağlamaya başladığında elleri her hamlede tenime değiyordu bir süre sonra ipler bağlanıp elbisenin bel kısmı daha da sıkılaştığında istemsizce tuttuğum nefesimi verdim. İplerin değdiği yerler tenimi az da olsa kesiyor gibiydi. Bu şimdi böyleyse kutlamada nasıl dayanacağım? Tahmin bile edemiyorum.


Karan işini bitirdiğinde konuşmaya başladı. "Tamamdır şimdi hazırsın." Sırtım ona doğru dönükken göremeyeceğini bilsem de memnuniyetle gülümsedim ve ileri doğru bir adım attığımda Karan belimden tutup birden kendine çekti. Böylece sırtım göğsüne çarpmıştı. Arkamda olduğundan yüzünü göremesem de panikle konuşmaya başladım. "Karan ne yapıyorsun? Şu an sırası değil gerçekten!"


Dediklerimi duymazdan gelip eliyle karnımı tutarken kışkırtıcı tonda konuşmaya başladı. Dudakları kulağımın arkasına değip orayı kavurmaya başlarken konuşmaya başladı. "Bu elbise çok açık ve iddialı görünüyor. Kutlamaya böyle gitmeyi düşünmüyorsun herhalde." Temasları ve nefesi tenimi yakarken buna kapılmamaya çalışıp konuşmaya başladım. Nefesim kesik kesik çıkıyor konuşmalarımı yutuyormuş gibi hissediyordum. "Ne saçmalıyorsun, bu elbiseyi sen aldın Karan!"


Cevap vermeyip elini kavradığı karnımdan tutarak kendine doğru çevirdi. Ama aramızdaki yakınlık hala aynıydı hala dip dibeydik. Salık bıraktığım dalgalı sarı saçlarımı elbisenin açık bırakan omuzlarını kapatmak istercesine arkamdan alıp önüme getirdiğinde ciddi olamazsın dercesine göz devirdim. Bu adamın derdi neydi cidden? Hem iddialı elbise alıyor hem de alan kendisi değilmiş gibi kıskanç tavırlara giriyordu.


Elleri biraz daha saçlarım ve elbisenin omuz detaylarında oyalanırken buna daha fazla dayanamayacağımı fark edip boşta kalan elimle karnına dayanıp onu ileri doğru ittirdim ve bana doğru bir hamle yapmaması için geriye doğru bir adım atarak ellerimi göğsümün üzerinde bir araya getirdim. O işini yarıda bırakmasına sebep olduğum için ters bakışlar atarken bunu umursamayıp gergin bir şekilde konuşmaya başladım. "Allah aşkına derdin ne senin?" Sonra önümde birleştirdiğim kollarımı serbest bırakıp giymem için bana aldığı üzerimdeki elbiseyi gösterdim ellerimle. "Bu elbiseyi bana inat olsun diye sen aldın Karan! Ben kendim seçmedim farkındaysan! Neden daha önce hiç davranmadığın gibi davranıyorsun? Bu maço tavırda ne?"


Yüzüme bir süre sessizce baktıktan sonra elini sıkıntı ile alnına attı ve yüzünü eğip içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmadığını belli etti. Sanki yeni yeni büründüğü bu kişilik ve tavırları o da kendine yakıştıramıyor gibiydi. Sıkıntı içinde soluyup elini alnından çekti ve bana baktı. "Evet, öyle saçma bir hata yaptım. Amacım seni delirtmekti ama elbisenin sana bu kadar yakışacağını tahmin edemedim. Manken de bu kadar harika durmamıştı. Bu elbise sadece sen onu giyebil diye tasarlanmış sanki."


Yüzümdeki kızgın ifade silinirken yerini şaşkınlık aldı. Bu an gerçekten yaşanıyor muydu şimdi? Karanın yüzüne baktım alay edip etmediğini anlamak için. Alayın kırıntısı bile yokken gözlerinde başka bir duygunun kırıntılarını yakaladım soğuk mavilerinde. Kıskanıyor muydu beni yoksa o? Karan, kıskanmak, beni... Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. Karan asla beni kıskanmaz, hayatındaki varlığından rahatsız olduğu birini, hele de daha bu sabah tehdit ettiği birini neden kıskansın ki? Kaldı ki bana günahı kadar bile güvenmiyor.


Yüzüne birkaç dakika daha bakıp ciddi gözükmek için efor sarf ettim ve konuşmaya başladım. "Amma saçmaladın sen de alt tarafı bir elbise. Niye sıradan bir kadın için dikilsin?" Tepki vermesi için beklentiyle suratına baktığımda içimden düşüncelerinin arkasında durmasını yanlış düşündüğümü ispatlamasını istedim. Gönlümü almasını beni iltifatla süzmesini istedim. Ama ne ben istediklerimi duyabildim ne de o ağzını açıp bir kelime etti. Bu sükûnet sinirimi bozarken isyan etmemek için kendimi zor tuttum. Daha fazla onun duvar gibi ifadesiz bakışlarına bakamayacağımı fark ettiğimde içinden çıktığım odada bulunan telefonum çalmaya başladı.


Kurtarıcım olan zil sesine içimden gülümserken Karanın yanına doğru ilerledim ve odanın içerisine girmeden önce son bir şey söyleme gereği duydum.


"Adetin olmayan şeyler yapma, komik oluyorsun Karan. İkimiz de gerçekleri bilirken lütfen saçma bahaneler uydurup kafamı karıştırma. Yoksa ben de senin duygu alemini alabora ederim."


İfadesiz gözleri meydan okuduğumu anladığı için alayla parıldarken kolumdan tutup kendine çekti ve yüzünü yüzüme yaklaştırıp kışkırtıcı bir tonda konuşmaya başladı. "Yaa, demek alabora edersin ha! Nasıl yapacaksın o dediğini, bir göstersene."


Ciddi olan tavrımı bozup ona meydan okurcasına bakarken şehvetli bir parıltıyla gözlerimi buz gibi soğuk keskin gözlerine kilitledim. "Görmek istiyor musun gerçekten?"


Bir şey demeyip kafasını salladığında dudaklarım ucu alayla havaya kaktı ve ona biraz daha yaklaştığımda erkeksi kokusu yüzümü okşamaya başlarken iç çekerek dudaklarımla dudaklarını araladım.


Çok tehlikeli bir kumar oynuyordum ama niyeyse hiç pişman değildim. Bu duyamadığım pişmanlık hissi beni afallatırken geri çekilmemek için tüm cesaretimi kullandım. Tek yanan ben olmayacaktım nasılsa.


Onun duygu alemini de kendiminkiyle birlikte karıştırarak işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmuştum. Ve bu hayatımda oynayabildiğim en zevkli oyundu ve masum satranç oyunu sonu şehvetle biten bir kumara dönüştü.


Dudaklarımı dudaklarından çektiğimde şehvet ve şaşkınlıktan koyulaşan deniz mavisi gözlerine baktım ve konuşmaya başladım. "İşte gösterdim, nasılda alabora ettim seni değil mi? Arzularının cehenneminde yanacaksın. Benim yandığım gibi. Yandığın için mutlu musun sevgilim?"


Loading...
0%