Yeni Üyelik
28.
Bölüm

Mafyanın Abisi

@balleswan

Azra


"Şu mısır kasesini uzatır mısın Defne?"


"Ne ara bitirdin, seninki bayağı fazla görünüyordu."


"Bilemiyorum, filme o kadar odaklandın ki arada karıştırıp benimkilerden de yemiş olabilirsin sevgilim."


Kaşlarımı çatıp bir kendi kaseme bir onun kasesine baktım. Benim kasem tepeleme doluyken Karanın ki dibine yaklaşmıştı bile. Dudaklarımı birbirine bastırarak göz ucuyla ona baktım. Beklentiyle bana bakarken elimde tuttuğu kâseyi gözüyle işaret edip doldurmam için kendi kasesini uzattı aynı anda sırıtıyordu.


Oflayıp kendi kasemdeki mısırı onun kasesine boşaltmak için eğmeye çalıştım ama etrafa birkaç tane dökülür gibi olduğunda kısık sesle söylendim. Koltuğa düşenleri üfleyip ağzıma atarken böyle olmayacağına karar verdim ve yönümü ondan tarafa çevirdim.


"Benim daha iyi bir fikrim var. Neden kaseleri birleştirmiyoruz seninkin de neredeyse mısır kalmamış zaten. Senin kasedekileri buna dolduralım bundan beraber yeriz."


Dahiyane fikrim karşısında düşünürcesine gözlerini kıstı ve mantıklı bulmuş olacak ki elindeki kâseyi benimkine doldurdu. Aramızda bir yastık mesafesi vardı, kaseme uzanmaya çalışıp zoraki birkaç tane mısır alıp ağzına atarken söylendi.


"Çok zor oluyor ama böyle biraz yaklaşsana. Mısırlara uzanamıyorum."


"Düşündüğün tek şey mısır mı gerçekten?" Ya ben dercesine bakışlarımla kendimi işaret ettim. Şikâyetim üzerine olduğu yerde geriye doğru çekilirken hayret içeren bir ifadeyle gözlerime bakıp güldü.


"Eee, gel o zaman sen de. Davet mi bekliyorsun yanıma yaklaşmak için? Sevgilim olduğunu unuttun herhalde."


Dudağımı büzerken onu haklı bulduğumu belli edercesine kafamı salladım ve incinen ayağımı zorlamadan ona yaklaştım. Kalbim abartılı olmasa da atıyordu hızla. Sonuçta seviyordum yanımda olan bu adamı, kalbimin böyle atmasına şaşmamalı. Kalbimin hızını duymazdan gelmeye çalışırken gülümseyerek onun yanına uzandım. O da memnun bir ifadeyle sırıtarak mısır yemediği elinin kolunu omzuma attı ve beni daha çok kendine çekti. Böyle daha iyi olmuştu.


Korku filmi izliyorduk Karanla beraber. Romantik komedi seçeneğini elemiştim bilerek. Çünkü müstehcen bir sahne çıkma olasılığı yüksekti. Bir de Karanla izlerken öyle bir sahneye denk gelirsem Karan'ın yüzüne hayatta bakamazdım sanırım. Üstelik bir de bunu alay konusu yapardı gıcık herif. Korku filmi daha iyiydi, kesinlikle.


Ben normalde korku filmlerinden korkan biri değildim, şu an izlediğim filmde o kadar korkutucu değildi. Yeni vizyona girmişti ve niyeyse günümüzdeki korku içerikli filmlerin içeriği oldukça basite indirgendiği için korkunç bile gelmiyordu bana.


Taa ki az önceki sahneyi görene kadar. Sanırım çok erken konuştum. Havada uçuşan mısırlar ve yere düşen kâsenin çıkardığı gürültü etrafta yayılırken demin duyduğum çığlığın kimden geldiğini anlamış oldum. Karan'ın bu kadar cırtlak bir sesi olduğunu sanmıyordum.


Onun ismimi seslenişi ardından kahkaha atışı kulağımda yankılanırken ellerimi çevrelediğim yüzümden çekmeden sadece parmaklarımı aralayıp fısıldar bir tonda konuştum. Sesim içime kaçmış gibiydi.


"O sahne geçti mi, gözlerimi açabilir miyim artık?"


"Geçti geçti, açabilirsin." Deminki gibi kahkaha atmasa da gülüyordu şimdi. Yanımdaki ağırlık kalkıp koltuk hafiflediğinde kâsenin doğrultulduğunu ardından içine bir şeylerin doldurulmaya başladığını duydum. Gözlerimi yavaşça açarken etrafımda olanları anlamak için başımı ayağımın altında yere düşen mısırları elindeki kâseye doldurmaya çalışan Karana çevirdim.


Koltuğun üstünde de mısır tanecikleri vardı. İkimiz bir süre beraber mısırları kâseye doldurduk. Ardından Karan mısırları doldurduğu kâseyi dekor masaya bırakıp bana baktı. Etrafta kâseye doldurulacak mısır kalmadığı için ellerim boşta kalmış bir şekilde ona baktım. Bir uğraşım olsaydı bu kadar gerilmezdim bana bakan yoğun bakışlarının altında.


Kalbimin yüksek atışının sesi kulaklarımı bastırmaya başladığında bunu es geçmeye çalışıp sorar gözlerle ona baktım. Şimdi sorun neydi? Hala bir şey anlamayıp öylece durduğumu fark ettiğinde kafasını olumsuz anlamda sallarken sırıttı ve kolumdan çekip incinen ayağımı da zorlamayacak şekilde yerde kucağına aldı beni. Bunu beklemediğim için yine kısa çaplı bir çığlık atıp ismini haykırmıştım.


Sağ kolum beni aldığı pozisyondan dolayı sırtına geliyordu. Onun da sol kolu belimden kavrayıp geriye doğru düşmemem için tutuyordu. Hala onun kucağında otururken bakışlarım bir an için televizyondan tarafa kaydı. Ekran karanlıktı, Karan daha fazla çığlıklarımı duymamak için kapatmış olmalıydı. Nereye baktığımı bildiği için çenemden hafifçe tutup ona bakmam için kendisine doğru çevirdi. Dokunuşları yumuşaktı. Buz rengi gözlerinde öyle bir yoğunluk vardı ki deniz mavisi gözlerimde tsunami oluştuğunu hissediyordum.


Elleri çenemden sıyrılıp sol yanağıma sürtündüğünde gözlerimi yumdum kısa bir saniyeliğine bu dokunuş çok yakıcıydı öyle ki birisi bedenime ateşten bir gülle atmıştı ve o gülle bütün zerrelerimde gezinip benliğimi küle çeviriyordu. Ama şu an aramızda yaşananlar tek taraflıydı. O etkiliyor ben de etkileniyordum. Yandığımı hissediyorum ve bir o kadar da yakmak istiyordum onu. Empati yapmayı bilecekti. Tutkuyla yumduğum gözlerimi açıp boşta kalan sağ elimi onun bana yaptığı gibi yanağına uzatıp orada gezindirdim. Tepkisi gözlerini yummak oldu, benim az önce yaptığım gibi.


Yumduğu gözlerini geri açtığında bu kez öncekinden daha yoğun bir şekilde bakıyordu. Yaklaştı yaklaştı ve dudaklarını dudaklarımla buluşturdu. Ne garipti, benden uzun ve güçlü olduğunu biliyordum. Ben de kısa değildim ama onun karşısında hep çelimsiz kalıyordum. Şimdiki gibi yine de bir yapbozun birbirini tamamlayan iki parçası gibiydik. Dudakları sarmaladığı dudaklarıma davetiye çıkarırken kendimce karşılık vermeye çalıştım ben de. Bu sefer hırs, kavga, meydan okuma yoktu aramızda. Sadece birbirini tamamlaya çalışan ikiz alevi gibiydik.


Nefessiz kaldığımızda dudaklarımızı ayırdık. Belki birazdan diyeceğim şey içinde bulunduğumuz atmosfere ters gelecekti ama başka çarem yok. Karanın gözüne bir daha asla bakamam yoksa. Onun derin buz mavilerine bakarken derin bir iç çektim ve bakışlarımı televizyona çevirdim.


"Bir film izleyelim dedik konu nerelere geldi?" Nefes alırken gülümsedi. İfadesi hayret ve muziplik içeriyordu.


"Niye konunun geldiği yerden memnun değil misin?"


"Konuyu buraya çeken kişiden mi diye sorsan daha doğru olurdu." Gözlerini devirirken güldü.


"Doğru unutmuşum, romantiklikle uzaktan yakından alakası olmayan biriyle film izliyorum. Haklısın sen de."


"Sende haklısın, fırsatçının tekiyle film izliyordum ben unutmuşum." Cevabım üzerine dik dik bana baktı. Ve duruşunu doğrultup arkasındaki koltuğa sırtını verdi.


"Kusura bakma ama hayatımda gördüğüm en odun insansın Defne." Göz devirme sırası bendeydi.


"Sende hayatımda gördüğüm en uyuz adamsın belki en öküz ama ben bir şey diyor muyum?"


"Ha bu dememiş halin yani?"


Sıkıntılı bir tavırla ofladım şimdi sırf gönlünü almak için utanıyorum diye zırvalayamazdım onun önünde, hatırladıkça hep alay ederdi benimle. Onun çatık kaşlarla bana bakışını umursamadan ekranı kapalı televizyona baktım. Konuyu dağıtmalıydım.


"Neyse ne, hem sen niye televizyonu kapattın? İzliyorduk ne güzel?"


"Güzel mi, filmin daha yarısında çığlık atıp mısırları etrafa saçtın. Sırf senin için endişelendiğimden değil de civardaki sakinleri buraya toplamamak için bunu yapmam gerekiyordu." Birkaç saniye ona dik dik baktım. Olduğum yerde doğrulmaya çalışırken söylendim.


"Film korkunçsa benim suçum ne? Başlarda bu kadar korkutucu değildi sonlara doğru sapıttı."


"E sen istedin, ben romantik film izleyebiliriz demiştim. Sen hayır korku filmi iyi seviyorum ben dedin. Tercihlerinin sonuçlarını yaşıyorsun."


İçimden 'hay tercihine desana da' diye geçirdim. İfadesiz suratına rağmen bakışlarından 'ne yapacağım ben seninle' diye bir anlam geçtiğini hissedebiliyordum. Kendimin farkında olmadan neredeyse fısıldarcasına söyledim.


"Sadece sev. Bir de hep benimle kal." Bakışlarını anlamazcasına kaldırdığında duyup duymadığından şüpheliydim. Romantik olmamamla suçluyordu beni ama ben buydum. Utangaçtım ve korkuyordum. Hala onunla oynuyordum, onu ilk öpüşüm bile bir oyunun hamlesiydi. Her şeyi teker teker kafamda kurgulamış. Daha etkili yoldan nasıl kalbini kazanırım diye düşünüp durmuştum günlerdir. Ona ilk öpücüğümü verirken de bunu biliyordum.


Ama şimdi söylemiştim işte içimden gelmiş ve dilime dökülmüştü. Anlamıyorsa ben ne yapabilirdim ki? Cesaretimin tükendiği anlar vardı ve şimdide o anlardan birini yaşıyordum. Onun buz mavilerine baktım bir duygu kırıntısı görmeye çalışırken yine duvarlarına tosladım. Hep böyle mi olacaktı?


Bu sessizlik beni boğarcasına bağırmaya zorladığında sadece iç çekip kucağından kalkmaya çalıştığımda yüzümün üzerinden çoktandır çektiğini sağ eliyle sol kolumu kavradı. Aldırış etmeyip yine kalkmaya çalıştığımda nihayet sessizliğini bozdu.


"Şunu yapma."


"Bırakır mısın Karan kalkmak istiyorum."


"Olması için çabaladığım şeyi yok etme." Gözlerine anlamazcasına baktım.


"Ne demeye çalışıyorsun, benim bir şeyi yok ettiğim yok."


"Var, sen farkında değilsin ama çok değerli bir şeyi yerle bir etmek üzeresin."


Aramızda oluşan bu garip çekimden bahsediyordu anlamamak için salak olmak lazımdı.


"Peki sadece ben mi yapıyorum bunu? Ya sana ne demeli?" Kaşlarını çatarken hızımı alamayıp bu sefer onun dışında her yere bakarak konuşmaya başladım. Sadece arada bir bakıyordum o da saniyelikti.


"Bana dokunuyorsun, ellerin bedenimde dolaşıyor. Kendi hamlelerimle karşılık vermeye çalışıyorum. Bazen gücüm yetmiyor konuyu değiştiriyorum. Çünkü dirayetsiz oluşumu fark etmeni istemiyorum ve bunun için odunlukla suçlanıyorum. Düzeltmeye çalışıyorum ve gözlerinde gördüğüm bir şeyi durmamı sağlıyor. Çünkü o buz mavisi gözlerinde hep bir duvar var. Varlığını unuttuğum, her an kendini hatırlatıyor ve ben o duvara çakılıyorum. Ama bu şeyi bozmakla ben suçlanıyorum. Çünkü düzeltmeme fırsat vermiyorsun hiç."


Çattığı kaşlarının duruşu düzelirken yüz ifadesi gevşemeye başlamıştı. Gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. Son buz mavisi diye tanımladığım mavilerine baktım, o duvarların varlığından eser kalmamış gibiydi. Ama tam olarak silinip gitmediğini de biliyordum. O duvarlar hep orda kalmaya devam edip varlığını daima hatırlatacaktı. Yine bakışlarındaki çözünme bana cesaret veren tek şeydi hala soluk soluğa kalmışken sordum.


"Şimdi kimmiş suçlu olan gördün mü, gördün rahatladın mı?" Bin bir duygunun geçtiği gözlerinin altından soruma cevap vermedi. Ofladım kime ne anlatıyorsam ben? Bir duvarla konuşmaya çalıştığımı unutmuşum. Tepkisizliği gitgide canımı sıkarken tek elimle sol kolumdaki elinin varlığından kurtulmaya çalıştım ve zorlanmadan tuttuğum eli bileğinden bıraktım ve olduğum yerde doğruldum. Dizlerimden destek almaya çalıştığımda sorduğu soru beni durdurdu.


"Düzeltmene fırsat verdiğimi söylesem, ne yapardın peki?" Hareket etmeyi kesip aynı anlamaz bakışlarla ona baktım. Kaşlarımı sorgularcasına çatmıştım. Yüzüme bakıp derin bir nefes aldı ve dudağını yalayıp ıslattı. Ardından tekrar bakışlarını bakışlarımı kilitledi. Deminkinin aksine ruhsuz değildi şimdi.


"Diyorum ki, bir şans verdim her şeyi düzeltmen için bunu nasıl değerlendirirsin? Yani benim için ne yapabilirsin?" İlk birkaç dakika ciddi olup olmadığını anlamak için gözlerine baktım. Gayet ciddi görünüyor, beklenti içerisinde bana bakıyordu. Normalde olsa trip atıp kucağından kalkmam gerekirdi. Yani gururlu biri bunu yapardı. Ama ben gururlu değil mecburdum ve ayağıma gelen böyle bir fırsatı aptalca bir kibirle elimden kaçıramazdım. Bunu ona kanıtlamak için gözlerinin içine baktım.


"Ne yapmamı istiyorsun? Nasıl telafi edebilirim yaptığım yanlışları?" Sorumu duyduğunda gözleri parladı ve genişçe gülümsedim. Bu en sıcak gülümsemeydi aynı zamanda.


"Sadece beni sev ve hep yanımda kal." Ve ekledi. "Ne olursa olsun hep yanımda olacaksın, hep yanında olacağım. Çünkü biz buyuz, tüm zıtlıklarına rağmen bir araya gelmiş iki yapboz parçası. Tüm çelişkileriyle bizim hikayemiz bu."


"Bizim hikayemiz." Gülümsedim. Kulağa çok büyüleyici geliyordu. Gülümsedi, onun da bakışlarından benimle aynı şeyi düşündüğünü anlayabiliyordum. Kucağında oturan bana bir süre baktığında yaşadığım hislerin yoğunluğuyla yüzümü göğsüne bastırdım. Yapmaya çalıştığım şeye güldü ve beni sarabileceği en sıkı şekilde sarıp içine çekti. Böylesi daha iyiydi.


*****


Birkaç gün sonra


Aynanın karşısında üzerime giydiğim kombini inceliyordum. Bugün yeni biriyle tanışacaktım, kendime düşman edinme konusundaki başarım beni hayrete düşürüyorken üzerimdekileri çıkarıp yatakla birleşmemek için kendimi zor tuttum. Tüm isteksizlikle gideceğim buluşma fikri düşünülürse üzerime giydiğim parça hiç de abartı kaçmıyordu. Vişne çürüğü renginde uzun bir ceket, içine ise siyah kolsuz kadife kumaş, dizlerimin üzerinde biten bir elbise ve altında siyah bileğimin biraz yukarısında biten siyah deri bot giymiştim.


Aynada giydiğim botu süzerken gözlerim bir zamanlar ağrıyan bileğimin olduğu kısma gitti. Bileğim artık iyileşmişti eskisi gibi zorluk çıkarmıyordu bana. Lakin Karan yine de tedbirli davranmak konusunda ısrarcıydı. Tek başına beni her şeyden koruyabileceğini düşünüyordu. Bunu ona da söylemiştim, beni bu kadar önemsememeliydi, üzerime bu kadar çok titrememeliydi. Beni merhametli hallerine alıştırmamalıydı. İşin sonunda bundan ikimizde zararlı çıkacaktı. Ve gerçekleri öğrendiğinde kuşanabileceği zalimliği göz nüne alırsam şimdiki şikâyet ettiğim merhametini mumla arayacaktım. Bu yüzden bana karşı bu kadar merhametli olmamalıydı işte.


Sarışın tondaki dalgalı saçlarımın birkaç tutamını kafamın arkasında topuz tokasıyla birleştirdim. Biraz ciddiyet böyle durumlarda gerekli oluyordu. İlk izlenim her zaman daha önemliydi. Makyaj masasının karşısındaki lacivert pufa oturdum ve siyah eyerline çektim, bordo rengi rujumu sürdüm ve siyah renkli ojeleri de büyük bir dikkatle sürdüm. Şimdi nereden çıktı bu buluşma fikri diyecek olursanız şöyle anlatayım.


Karan'ın evine baskın yaptığım gece neredeyse Tolgaya yakalanmanın kıyısından döndüğüm geceydi. O gece peşinde olduğum amacım için delil ararken farkında olmadan Tolganın' da eve gelmesini sağlayan bir kaynağa el koymuştum. Ama bunun henüz farkında değildim o an için. Lakin ne olduysa Karan lavaboya gitmek için yanımdan ayrılınca oldu. Lavabo ve mutfak aynı kattaydı benim evimde. Karan gittikten sonra hemen arkasından gitmemiştim çünkü önemli bir şey olduğunu düşünmüyordum o an için. Fakat gelen arama sesine benzer bir ses duyduğumda nedense içimde şüphe hissi belirdi ve incinen ayağıma dikkat ederek lavabonun kapısına doğru ilerlemiştim. Birtakım konuşmalar duydum, bu konuşmaların genelinde Karan gergin ve alaylı bir tavır takınıyordu. O konuşmalar sırasında abi deyişi dikkatimden kaçmamıştı.


Sonra abisi olduğunu düşündüğüm kişinin benim üzerimden hoş olmayan imalar yaptığını anlayabilmiştim. Çünkü Karan beni olaya karıştırmamasını söylemişti. Savunmamıştı ama kötü bir laf etmesine de müsaade etmemişti. Demek ki bana karşı güttüğü şüphe duygusunu hala aşamamıştı ama başkalarının bu konuda herhangi bir laf etmesini de istemiyordu. Bu beni sevindirmeli mi yoksa üzülmeli miyim kestirememiştim. Sonrasında konuşmanın bittiğini anlamış mutfağa geri dönmüş hiçbir şey yokmuş her şey gayet normalmiş gibi davranmıştım. Tabii bu birazda Karan sayesindeydi. Abisiyle ne yaşamış olursa olsun bana karşı asla bir tepki sergilememişti, romantik bir an bile yaşamıştık.


Makyajımın bitmiş haline aynadaki yansımamdan bakarken derin bir iç çektim.


Ardından pufu oturduğum yerde masadan destek alarak masadan geri çektim ve çekmeceyi açtım. Kadife kırmızısı kutunun kapağını açıp içinde beyaz bir örtüyle sarmalanan silahı elime alıp şöyle bir süzdüm. Meslek dışında silah kullanmak zorunda kalacağım asla aklıma gelmezdi. Silahı usulüne uygun olarak kurcalayıp masanın üzerinde duran siyah deri el çantasının içine koydum. Orada bir çatışma yaşanırsa bu silah benim garantimdi.


Aslında bu sabaha kadar böyle bir şey hiç aklımda yoktu ama ne olduysa bugün Karanı evden yolcu ettiğim zaman oldu. Onu kapıdan uğurlarken arkasından birkaç saniye boyunca onu izledim. Evimin arkasında kalan ara sokaktan motor sesi gelmişti. Cadde de Karan'ın arabasından başka bir araba yoktu ve Karan da az önce gittiğine göre kesin bu Karan'ın abisi olan Tolganın işiydi. Aklınca beni gözetletiyordu, Karan'ın bir ay boyunca neden sürekli benim çevremde olduğunu, onunla aramızdaki ilişkinin boyutunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.


Fakat bunun için seçtiği yol çok saçmaydı, bir derdi varsa karşıma çıkıp konuşmalıydı ama o adamlarını peşime takmıştı. Ve bende derdinin ne olduğunu gidip öğrenecektim bugün. Aslında zaten biliyordum ama benim de demeyi planladığım şeyler vardı. Acaba hazır peşime adam takmışken bir tanesini tenhada kıstırıp fena patakladıktan sonra önüne mi atsaydım? Akılda kalıcılığı yüksek bir hamle olabilirdi. Tolga karşısına kimi aldığını anlamış olurdu böylece. Ama sonra düşündüm buna gerek yoktu en azından şu an için. Onlar bana bulaşmadığı sürece onları karşıma alacak bir şey yapmayacaktım. Kendim için korkmuyordum ama kardeşim vardı. Deren, onu böyle bir tehlikeye sürükleyemezdim. Sırf mesleğimin getirisi olarak bile oldukça gri bir noktadaydı. Öyle kalmaya devam etse iyi olacaktı.


Ne yaparsam kendim yapacak onu bu işe dahil etmeyecektim, evden çıkıp arabaya binene kadar bu konuyu düşünmeye devam ettim. Beni acaba bugün neler bekliyordu? Gerçi bunu öğrenmek için can atmıyorum ama neyse.


*****


Arabamı, Tolgaya ait olduğunu düşündüğüm -daha çok biliyorum- binanın önünde durdurdum ve arabadan çıkıp aracı kilitledim. Kafamı yavaşça kaldırıp düşünen gözlerle binayı süzdüm. Siyahın yoğun olduğu ama içinde kahverengi ve beyazı da barındıran altı katlı bir binaydı. Tam Tolga'nın tarzı.


Binadan içeri girdiğimde takım elbiseli iki adam yanıma geldiğinde odağımı onlara çevirdim. Meraklı ama donuk bir ifadeyle bana bakıyorlardı. İri yarı olan konuşmaya başladı.


"Buraya geliş amacınız ne? Patronla bir randevunuz mu vardı?" Birkaç adım geriledim ve sorar gözlerle adama baktım ama daha çok kendi kendime konuşuyordum.


"Patron mu? Kendisine böyle mi hitap ettiriyor? İlginçmiş."


"Kim geldi diyelim. Adınız ne hanımefendi?"


Kendi kendime konuşmayı bırakıp toparlandım ve yapma bir tebessümle bana sorarcasına bakan adama çevirdim odağımı.


"Defne Acar, sadece bunu deyin. Kendisi meseleyi zaten anlayacaktır." Kaşlarını çatıp anlamaz bir tavırla bana bakarken yanındakine emir verdi. Emiri alan adam kafasını aşağı yukarı sallayıp asansöre doğru ilerlerken iriyarı olan adam benimle kalmıştı. Bunlarda amma pimpirikli çıktı canım. Beni birkaç saniye yalnız bıraksalar binaya silahlı baskın yapacaktım sanki. Hayır yani fikri gayet hoştu ama durup dururken başıma bela almaya gerek yoktu.


Yanımda duran iriyarı adamın röntgenleyen bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona ne var dercesine baktım. Normalde kimseden çekinmeden gözüne bir yumruk patlatabilirdim hiç umurumda bile olmazdı. Sonuçta cüsse her şey değil. Hala ona dik dik bakarken yanımızdan gönderdiği adam geri geldi. Ve odağı bana çevirdi.


"Patron, gelmenizi söyledi. Ofiste sizi bekliyor şu an gidebilirsiniz." Bu sefer düz bir surat ifadesiyle onu onaylayıp yanlarından geçtim. Lakin bu patron kasıntısı kaçıncı katta oturuyor? Söylemediler de üstelik müneccim miyim ben nereden bileceğim? Sormak için onlara döndüğümde hemen dibimde olduklarını görüp irkilerek birkaç adım geri çekildim.


"Kaçıncı katta şu patronunuzun ofisi?" Ve elimi havaya kaldırıp onları durdururken de ekledim.


"Sadece katı söyleyin. Ben kendim bulurum size gerek yok." Ardından itiraz kabul etmeyen tehditkâr bakışlarla onlara baktım. Kafaları karışmış olsa da iri yarı olmayan cevap verdi.


"Tabii efendim, asansöre altıncı katta. Patronun ofisi orada bulunuyor. İsterseniz yardımcı olayım." Elimi hayır dercesine yukarı kaldırıp ardından onlara sırtımı döndüm ve asansöre doğru ilerledim. Patronlarına karşı olan bağlılıkları beni bitiriyordu. Asansör son kata geldiğini belli edercesine durduğunda derin bir nefes aldım ve açılan otomatik kapıdan dışarı çıktım. Uzun bir koridor önümde uzanırken büyük deri kahverengi deri kaplı kapının önünde de iki korumanın nöbet tuttuğunu görünce gözlerimi belertirken ağzım yuh dercesine aralandı. Bir adam bu kadar ödlek olamazdı.


Kapının önündeki adamları umursamadan derin bir nefes aldım bunu yaparken omzum inip kalktı. Muhtemelen asansörden çıktığımdan itibaren onların görüş açısına girmiştim ama oldukları yerde bir milim olsun hareket etmediler. Siyah askısız deri çantamın elimdeki duruşunu sağlama alıp çantaya evladım gibi sarılırken adamların olduğu yere doğru ilerledim. Botlarımın çıkardığı ses koridorda yankı yapıyordu. Bu beni havalı mı hissettirmeliydi? Bilmiyordum. Herhangi bir yanlış hareketimde beni öbürkü tarafa ulaştıracak olan bu adamların karşısında bu düşünce önemsiz kalıyordu.


Yanlarına ulaştığımda durumu hiç garipsemediler ve incelemeye almak için çantamı istediler. Tabii çantaya o kadar sarılırsam böyle şüphelenirlerdi işte. Amacıma ulaşmış olmanın verdiği zevki onlara sergilediğim düz surat ifademe rağmen zihnimin gerisinde kendi kendime yaşadım ve endişeli bir tavırla birkaç saniye çantayla bakışıp adama uzattım. Çanta tokalıydı, tokayı çevirip açtı ve içini tek tek çıkarıp yanındaki adama uzattı. Aradığını bulamamış olmalı ki eşyaları geri çantaya koyup tokayı kapattı. Çantayı bana geri uzattığında dikkatli bir hareketle elime aldım.


"Temiz, içeri girebilirsiniz şimdi." Anladığımı belirtircesine kafamı salladım ve açılan büyük kapıdan içeriye girdim. Odanın içerisi genişti ve binanın dış mimarında kullanılan renk iç mimarında da kullanılmıştı. Siyah, kahverengi ve tabii ki beyaz. Kapının olduğu tarafta uzun üçlü bir kanepe yanında aynı takıma ait olduğu belli olan iki koltuk ve koltukların üzerine yaslandırılmış kahverengi koltuklar vardı. Duvardan taraf kısımda olduğu gibi kitaplık rafları diziliyken Sağ taraf komple cam kaplamaydı. Karşımda ise Tolganın üzerinde bulunduğu siyah büyük ofis koltuğu ve onun üzerinde ahşap kahverengi ofis masası duruyordu. Gümüş rengi masaüstü çaprazlamasına masada yer alırken masanın karşısında da iki tane sandalye vardı. Ve bunların rengi de siyahtı ve kahverengi yastık konulmuştu üstlerine.


Etrafta yayılan yoğun kokunun odaya ait olduğunu düşünüyordum. Muhtemelen misk kokusu vardı, etrafta tütsü göremiyordum yine de bu duruma garipsemedim ve Tolganın meraklı bakışları altında masanın karşısında duran sandalyeye oturdum. Bir de davet mi bekleyecektim bu ukala adamdan? Yine de çok umurumdaymış gibi bunun sorun olup olmayacağını sordum.


"Böyle izin almadan oturdum ama sorun olur mu sizce?" Gri gözleri beni baştan ayağı şöyle bir süzerken ben de onun kıyafetlerini inceliyordum. Allah aşkına bu adamın kahve rengiyle derdi neydi? İnsanı güzelim renkten soğutuyordu. Kahverengiyi bu kadar sık kullandığı kombinasyonda sadece kravatı gri ve grinin tonlarındaydı. Gözleri ve kravatı arasında uyum yakalamayı başarmıştı. Ayakkabılarının rengini göremesem de tahmin etmek zor değildi. Tabii ki siyah.


Beni süzmesi bittiğinde kibirli bir gülümseme takınıp olduğu yerde geriye yaslandı. Amaçsız bir üstünlük taslıyordu ve onun mekânında olduğumuzu düşünürsek bunu anlayabiliyordum. O yüzden bu tavrına hiç aldırış etmedim. O da konuşmaya başladı zaten.


"Hadsizlik yapmadığın sürece kafana göre takılmakta özgürsün tabii." Sen diye hitap ediyordu bu da otorite sağlamak için yaptığı başka bir aşağılamaydı. Bense kibar davranmaya çalışıyordum çünkü konuşmanın ortalarına doğru yapacağım şeyleri düşünürsem sakin bir başlangıç yapmam iyi olacaktı.


"Hadsizlik? Kime göre neye göre?" Sorar gözlerle ona baktım. Gereksiz şeylerden konu açıp olacakları geciktirmenin manası yoktu. Olay istiyorsa çıkarırız bu kadar basit. Sorduğum soru onu hareket etmeye teşvik ettiğinde olduğu yerde doğruldu ve gözlerimin içine baktı. Bakışlarında salak olma dercesine bir anlam vardı.


"O gece kardeşim Karanın evine baskın yapanın sen olduğunu biliyorum. Bir de balkonda bıraktığın beyaz spor ayakkabı var tabii ki. Buna ne diyorsun?" Tamamen varsayımlardan yola çıkarak yaptığı tespit üzerine sırıttım. Aklınca yürüttüğü birkaç tahminle beni konuşturabileceğini sanıyordu. Ama yanılıyordu, sırf doğru olduğunu düşündüğü şeyleri söyledi diye korkup geri adım atmayacaktım. Bunu onun da anlamasını sağlamak için oturduğum yerde iyice yayıldım.


"Bu konuda beni hadsizlikle suçlayabilecek son kişi bile değilsin. Bu yüzden sana hesap vermeyeceğim. Benim geliş amacım daha farklı." Sonra ukala bir tavırla sırıtırken ekledim.


"Ayrıca teki olmayan o beyaz spor ayakkabıyla da bir yere varamazsın. Hatta benden sana hediyem olsun. Baktıkça beni elinden nasıl kaçırdığını hatırlarsın." Yapma gülümsememi takınıp göz kırptım ardından. Eline mürekkep bir kalemi almıştı beni dinlerken ve elinde evirip çevirdiği kalemi iyice sıktı dediklerime olan öfkesinden. Öfkeden gri harelerinin küçülüp göz bebeklerinin büyümeye başladığını görüyordum ama umurumda değildi. Sonra öfkeyle büyüyen göz bebekleri küçüldü ve fark ettiği bir gerçekle küstahça sırıttı. Gözlerimin içine bakarken beni işaret etti kafasıyla.


"Ama şimdi buradasın, karşımda oturuyorsun. Bu da seni elimin içine aldığımın göstergesi. Kafana şurada silah dayasam adamlarımda dahil kimse engel olmaz bana." Dediği şeyle sırıtmam büyüdü ve olduğum yerde ondan tarafa doğru yaklaştım.


"Öyleyse çıkar silahı da sık kafama. Neyi bekliyorsun?" Sonra ekledim. "Çünkü aradığın şey benim elimde ve ben ölürsem sen ona asla ulaşamazsın. Nerede olduğunu sadece ben biliyorum. Yani bana muhtaçsın demek oluyor bu."


Gözlerimin içine tuhaf bir ifadeyle bakarken benim gibi masaya doğru iyice yaklaştı.


"Bana karşın savunduğun tek şey bu mu yani? İhtiyaç duyduğum şeyi elinde tutuyor olman? Sence bu beni durduracak mı?" Tek kaşımı alayla havaya kaldırdığımda ona dik bir şekilde baktım.


"Ne sanıyorsun, sırf öldürmekle tehdit ettin diye istediğin şeyi öylece sana teslim edeceğimi mi? Ya da dizine kapanıp canım için yalvaracak mıydım sana? O dediğin filmlerde olur sadece. Ben yalvarmam yalvartırım. Evimin yakınlarına kadar soktuğun adamları fark etmedim mi sandın? Ya bunları Karan'a söylersem? O zaman ne yapacaksın?"


Geri adım atmamam onu afallatırken Karanla tehdit etmiş olmam daha çok öfkelenmesine sebep olmuştu. Oturduğu yerden fırlayıp silahını bana doğrulttu. Aynı anda bende ortaya çıkardığım silahla ona bakıyordum. Silahımın namlusu onun alnını nişan alıyordu. Bir ona doğrulttuğum silaha bir de ona silah doğrultan bana şaşkınlıkla bakarken silahı tutmayı bırakmamıştı.


Göz ucuyla silaha bakıp ardından Tolganın gözlerinin içine baktım. "Ben de bu silaha ne zaman ihtiyacım olacak diye düşünüyordum. Biraz hızlı oldu ama geç olsun güç olmasın. Ben halimden gayet memnunum." Sonra olduğum yerde ileriye doğruldum hala silahı ona karşı bir tehditmiş gibi tutarken devam ettim.


"Ama sen birazdan duyduklarından sonra memnun olmayacaksın. Hatta o silahı ortaya çıkardığın gibi geri yok etmeyi isteyebilirsin. Anlayışla karşılarım." Silahı bırakmak bir yana dursun şarjörü ileriye sürerken gözlerime kibirle bakarak sırıttı.


"Kendini o kadar önemli görme, bir tetiği çekmeme bakar, kanlar içinde yığılırsın oturduğun koltuğa. Kaldı ki elinde beni tehdit edecek hiçbir şey yok tüm yaptığın blöf sadece." Öyle mi dercesine gözlerinin içine bakarken sırıttım.


"Eminim aklından şöyle bir şey geçiyordur. Defneyi öldürürüm ve adamlarımı da yollayıp evini arattırırım. Ne sakladıysa elime geçiririm mesele hallolur. O kadar basit düşünüyorsun ki gülüyorum bu haline. Acınacak durumdasın çünkü. Ama bakalım gerçekten öyle mi düşünüyorsun?"


Gözlerinin içine baktım, onu çözmüş olmam elinde tuttuğu silahın duruşunun titremesine sebep olmuştu. Haklıydım, beni öldürürse buradan çıkınca yapacağı ilk iş evime adam yollayıp evi karıştırmak olacaktı. Hala elimde tuttuğum silahı ona doğrultmaya devam ederken güldüm.


"Tolga, Tolga, Tolga... Bu kadar aptal olamazsın. Sence hayatıma mal olacak kadar önemli bir şeyi evde tutar mıyım? Evde bırakıp öylece karşına çıkar mıyım? Beni ahmak yerine koyuyorsun ama senin de benden bir farkın yok. O aradığın şeyi okudum ben üstelik bir kopyası da emniyette komiserimin elinde. Hatta şu an burayı basmak için benim emrimi bekliyorlar."


Dehşetle beni izleyen bakışlarına karşılık ifadesiz bir tavırla çantamdan telefonu çıkardım ve rehbere girip birkaç tuşa basıp çıkan ekranı ona da gösterdim. Arama kısmına basarken de onun gözlerinin içine bakıyordum. Yaptığım şeylere anlam vermek istercesine bakarken gözlerini kırpıştırdı ilk birkaç dakika. Hala gözlerinin içine bakarken sordum.


"Şimdi ne yapacaksın? Hala o tetiği çekmek istiyor musun? Eğer çekmek istersen diye söylüyorum bundan sonrası beni mezara seni hapishaneye götürür. Bana inanmıyorsan camdan dışarı bak bir istersen aşağı da ne göreceksin?" O tereddüt içerisinde beni izlerken aramam cevap buldu ve Rıza komiserimin sesini duydum. Aynı zamanda ofisin kapısı açıldı ve kravatlı adamlardan biri telaşla içeri girip önce patronuna silah tutan bana sonra bana silah tutan patronuna baktı. Olanlara anlam veremiyordu ama yine de patronunu bilgilendirmekten geri durmadı.


"Efendim binanın çevresini polisler kuşattı ne yapmamızı istersiniz?"


Aramanın hoparlörünü kapatıp hala elimde tuttuğum silahla ona baktım. "Bir şey soruyor adamın, cevap versene Tolga. Ne yapsınlar sence ya da sen ne yapmayı seçeceksin?" Ve gülümserken ekledim. "Kontrol senin elinde."


Hala silahı elinde tutarken dehşetli bakışları beni buldu yine. Ve gözlerimin içine korkuyla bakarken baskın sesle konuştu. "Sen kimsin böyle?" Ecelin demek istesem de susup gülümserken omuz silktim sadece. Silah ise hala onun alın hizasına doğrultulmuş bekliyordu. Tetiği çekmek ile çekmemek arasında kalırken sıkıntıyla ofladı ve beni boş verip adamına seslendi. "Hiçbir şey yapmayın, olay istemiyorum. Olabilecek en gürültüsüz şekilde bunu halledeceğim." Ardından bakışları beni buldu silahı masaya geri koymuştu. "Söyle komiserine ekibini geri çeksin. İstediğini yaptım silah yok, ölüm yok."


Sadece omuz silkip dediğini yaptım ve aramayı kapattım. Demin içeriye telaşla dalan adam bu sefer sakin bir şekilde odaya giriş yaptı. "Polis ekibi araçlarını geri çektiler efendim, ama içlerinden komiser olduğunu söyleyen biri, adının Rıza olduğunu duymuştum. Defne hanımın sağ salim dışarı çıktığını görmeden gitmeyeceğini söyledi." Tolgaya belli etmeden gülümsedim. Emniyetten ayrılsam da ortada bırakılmadığımı bilmek güzel bir histi.


Tolga birkaç saniye göz ucuyla bana baktıktan sonra gözlerini devirip adamından tarafa yöneldi. "Tamam, sen çıkabilirsin artık. Bundan sonrasını ben hallederim."


"Peki efendim." deyip dışarı çıkan adamı bizi bir kez daha yalnız bıraktığında yine baş başa kalmıştık. Tolga benden tarafa dönüğünde hala ona silah doğrulttuğumu fark edip sırıttım ve silahı geri indirdim. O da olduğu yerde geriye doğru yaslandı ve gri gözlerini bana dikti.


"Demek polissin ha." Baygın bir şekilde ona bakarken alay edercesine güldüm.


"Niye çok mu şaşırdın? Bal gibi de biliyordun bence ne olduğumu." Bu sefer baygın bakışlar atma sırası ondaydı.


"Niye kendini bu kadar önemsediğini anlayamadım. İşim gücüm yok bir de seni mi araştıracaktım?" Çok saçma bir şeyden bahsetmiş gibi kahkaha attım ve işaret parmağımı ona doğru salladım.


"Sen bu dediğine gerçekten inanıyor musun? Koskoca bir mafyasın sen, eminim internete adını yazsam karşısında pimpirikli kelimesi çıkacak. Sen gelmiş bana araştırmadım diyorsun. Aptalsın ama bu kadar saf olacağını da düşünmüyorum. Yanılıyor muyum şimdi sen söyle."


Abartılı ama doğruluk payı büyük olan konuşmam karşısında bir kez daha göz devirip baygın bakışlarla bana baktı ve olduğu yerde doğruldu. Bu sefer gözlerinde merak vardı.


"Peki kardeşimi nasıl kandırdın? Karan zeki biri öyle kolay kolay herkese güvenmez. Ama senin peşinden ayrılmıyor? Onu nasıl avucunun içine aldın?" Kaşlarımı alayla havaya kaldırırken dilimi şaklattım.


"Bana niye bunları soruyorsun, yoksa bu konuda sana taktik vermemi mi istiyorsun? Bu kadar çaresiz olduğunu söyleme bana." Sonra olduğum yerde doğrulurken gözlerinin içine baktım yine bu sefer daha ciddiydim alaylı tavrım suratımı çoktan terk etmişti.


"O senin kardeşin Tolga, siz yıllardır beraberdiniz. Oysa ben hayatına gireli üç ay oluyor. Kim daha hain kapışması yapma benimle sen kazanırsın. Karanı yıllardır ayakta uyutuyorsun sen, bu yüzden benim yaptıklarımı sorgulamak yerine kendi yaptığın şeylere bak."


Ona meydan okuduğumu fark ettiğinde tehdit etme sırası ona gelmişti. Telefonu eline alırken bir yere bastı ve tüm konuşmamız odada yankılanmaya başladı. Bunu yapacağını az çok tahmin etmiştim zaten. Endişe dalgası bir an için tüm bedenimi sardığında bakışlarımı ondan çektim. Belki bu konuşmayı Karan'a dinletecekti ki yapacağı en normal hamle olurdu. Ama kazandığını düşünmesine izim vermeyecektim.


Tekrar gözlerinin içine bakarken konuşmaya kaldığım yerden devam ettim. Tek amacım yüzündeki kibirli sırıtışı silmekti. "Ne duruyorsun Karana atsana ama kendi kısımlarını kesme. Daha objektif olur. Bak bende ne var?"


Telefonumu çıkartıp bende bir yerlere tuşladığımda araya atladı. Sabırsız, küstah herif ne olacak?


"Ne olduğu umurumda değil, ama bunu Karan duyarsa sen başına gelecek ihtimalleri umursamak isteyebilirsin. Benden sana abi tavsiyesi, herkesle güç gösterisi yapılmaz."


Kaşlarımı alayla kaldırdım yine ona bakarken. Bende numara bitmezdi.


"Öyle mi? Bence bu kadar emin olma. Eminim şimdi diyeceklerimi duymak istersin."


"Yine ne saçmalayacaksın acaba ne söyleyeceksen de umurumda değil. Elimdekinden daha önemli olacağını sanmıyorum." Kaşlarımı kaldırıp indirdim.


"O kadar emin konuşma derim." Ardından elimdeki telefondan Tolgayla ilgili bulduğum tüm belgelerin bir araya toplandığı dosyayı açtım. Bir kopyası ofisimde duruyordu. Telefonu bakması için Tolgadan tarafa uzattım ve oku dercesine işaret ettim. Ve ekledim.


"Telefonumu yok etme diye söylüyorum bunların aynısının kopyası emniyette de var. Sırf senin adına kurulu bir dolap var. Emniyetimizin bir numaralı yıldızısın sen. Karan bu kadar popüler bir abiye sahip olduğu için çok şanslı. Bir de abisinin kendisinden gizli kapaklı çevirdiği dolapları bilse ne olurdu diye düşünüyorum. Acaba hala sana hayranlıkla bakmaya devam eder miydi?"


Tolganın yüz ifadesi kararmaya başladığında konuşmaya kaldığım yerden devam ettim. "O sesi kardeşine dinletirsen ben belki Karanın gözünde biterim ama Karan asla senin yüzüne bakmaz. Belki seni öldürmeyi bile düşünebilir. Çünkü sen onu parmağında oynatıp arkasından iş çevirirken kardeşin olmasını bile önemsemedin. Karan neden abisi olduğunu önemsesin ki? Şimdi düşün, hala o sesi Karana atmak istiyor musun?"


Telefona bakmayı bıraktığında masaya koyup benden tarafa uzattı ve aynı öfkeli tavırla bana baktı. Ama bakışlarında bu sefer bıkkınlık da vardı. "Senin derdin ne? Ne dememi bekliyorsun, kazandığını kabul mu etmeliyim? Büyük mafyanın mekanına gelip bana rest çektin, sürekli saçmalayıp durdun. Bunları daha fazla dinlemeyeceğim sürekli saçmalayıp durdun. Bunları daha fazla dinlemek istemiyorum. Defol git ofisimden." Bana bağırıp üstten üstten bakarken mekânından kovması bardağı taşıran son damla olmuştu. Telefonu masanın üzerinden alıp hiddetle ayağı kalktım. Tolganın öfkeyle çattığı kaşları hayretle aralandı. Bunu beklemiyordu. Bu sefer ben ona öfkeyle bakıyordum. Bakışlarım kırmızı gören boğayı aratmazken bağırmaya başladım.


"Yeter! Ben de senin mekanına meraklı değilim. Benim muhatabım bile olamazsın sen. Ama adamlarını peşime takmayacaktın eğer bir derdin varsa karşıma çıkacaktın. Ama bunu yapmadın ayağına getirttin sırf üstünlüğün kimde olduğunu göstermek için beni aşağıladın. Silahla gözümü korkutmaya çalıştın. Aklından ne geçiyordu peki? Hiçbir şey, çünkü bencil ve egoistin önde gidenisin. Kardeşini bile düşünmedin ama onu mutlu ediyorum diye beni oyun dışı etmeye çalışıyorsun. Amacım bir oyundan ibaret olsa bile niyetim seninki kadar kötü değildi. Seninle aramızdaki fark bu. Beni ve Karan'ı rahat bırak ve ne halt yapıyorsan bizden uzakta yap. Bana ve sevdiklerime özellikle de Karana dokunma. Çek o pis ve kanlı ellerini üzerimizden! Bu bana yeter. Şimdi anladın mı derdimin ne olduğunu neden bu kadar saçmaladığımı?"


Nefes nefese kaldığımı fark ettiğimde Tolgaya baktım kısa bir an için ve elimi havaya kaldırdım ve tehdit edercesine ona doğru salladım. "Bir daha sakın karşıma çıkma, beni ve sevdiklerimi de rahat bırak. O peşime diktiğin adamlarını da geri çek. Buna gerek yok, bu dediklerimi de tehdit olarak mı algılıyorsun ne olarak algılıyorsun bilmiyorum gerçi umurumda da değil. Eğer sevdiklerime sırf senin yüzünden bir şey olursa bugünkü konuşmayı hatırla ve sonunu getireceğim anı bekle. Emin ol sana yaşatacağım şeyler hapishanede müebbet yatmandan daha ağır olur. Bunu da o koca kafana sok!" Gri gözleri anlamadığım bir yoğunlukla bana baktığında kısa bir süre yutkundum ve ona sırtımı dönüp hızlı adımlarla mekândan çıktım. Birazcık olsa aklı varsa artık bana bulaşmazdı.


Mekândan çıkıp arabaya bindiğim de aklımda tek bir mekân vardı. Rıza komiserle telefondan konuştum ve bugün yaptığı şey için teşekkür edip telefonu kapattım. Karanın yanına gidemezdim bugünden sonra. Kurtuluşum olacağını düşündüğüm yere doğru sürdüm arabayı. Artık dinlenmek istiyordum bu kafa dağılmayı biraz olsun hak ediyordu çünkü.


Loading...
0%