Lavin
Yarım saat geçmiş ve nihayet evimi istila eden hamamböceğinden kurtulabilmiştim. Çınar'a daha doğrusu komşum Çınar beye mahcubiyetim böylece daha çok artmıştı. Ben bu adamla hiç doğru düzgün karşılaşamayacak mıyım acaba? İlişkimiz lise aşklarını aratmıyor mübarek! İlkin de çarpışarak, şimdide adamın bildiğin kucağına attım resmen kendimi. Böcek korkum olmasa her şey belki daha güzel olabilirdi ama buna da şükür. Adam höt-zöt biri değil en azından.
Kapının önünde duruyorduk şimdi de. Apartmanda fark etmeden kucağına atladığımda taşıdığı çöp poşeti hala elindeydi. Ayaküstü adama baya zahmet vermiştim. Acaba bir gün teşekkür niyetine akşam yemeğine mi çağırsam? Çağırdım diyelim, kırmadan gelir mi ki? Gerçi düşmanı değilim, neden kırsın ki? Kazayla oldu sonuçta. Ama bakalım ne diyecek? Derin düşüncelerimden Çınarın bana seslenmesi ile uyandım. Ve anlamsızca suratına baktım. Acaba ne söylemişti? Anlamış olacak ki, söylediği şeyi bir kere daha tekrarladı.
"Bir sorun mu var? Dalgın görünüyorsunuz." Sonra anlayışlı bir şekilde gülümsedi. Gülümserken kısılan gözleri, onu daha bir karizmatik kılmıştı. " Her şey yolundadır umarım." Aynı gülümseme ile karşılık verdim. Bu sırada utandığım için elimi çeneme yaslamıştım. " Her şey yolunda aynen, merak etmeyin." Anladığını belli eder şekilde kafasını aşağı yukarı salladı. Onun bu samimi tavrından cesaret alıp. Aklımdaki teklifi dile döktüm.
Şimdi tam zamanıydı bunun için. " Bu arada teşekkür ederim. Böcekten kurtularak bana büyük bir iyilik yaptınız." Bunu söylerken çenemde duran elimi yüzüme gelen saç perçemini kulağımın arkasına itmek için kullandım. Eminim böyle çok kadınsı ve zarif görünüyordum. En azından öyle olduğunu umut ediyorum. Konuşmaya başladım. " Bunu size ödemek istiyorum ve aklıma akşam yemeğinden başka bir seçenek gelmedi. Hem üst üste iki kere tuhaf bir şekilde karşılaştığımızı düşünürsek. En mantıklısı bu olacak gibi." Sonra iki elimi de heyecan içinde havaya kaldırdım. Sesim deminkine göre daha ince çıkıyordu. " Tabii, siz bilirsiniz! Teklif var ısrar yok." Bir süre öylece suratıma baktı. Acaba fazla mı ileriye gittim? Oysa, her şeye sıfırdan başlamak istemiştim sadece. Bir süre daha birbirimize konuşmadan baktık. Adamın karşısında gittikçe küçülüyor gibi hissediyor ve ümidimi de tüketiyordum.
Galiba reddedecekti. Teklifi geri almak için konuşmaya giriştim. O sırada cevap verdi. "Teklifinizi kabul ediyorum. Saat kaçta peki?" Bir an gerçek olup olmadığını anlayamadım. Ne yani kabul etmiş miydi teklifimi? Sonra bütün yıldızlar gözümde parlamaya başlamış gibi hissettim.
Bu an gerçekten yaşanıyordu ve Çınar'ın yüzündeki gülüş bunun apaçık kanıtıydı. Gülümsedim ve elimde tuttuğum telefonun ekranını saate bakmak için açtım. Saat 17:30'du. Konuşmaya başladım. Heyecanımı ifade etmeye kelimeler yetmiyordu. "20:00 uygun mudur?" Gülümserken o da saatine baktı. "Uygun. Akşama görüşürüz o zaman."
Olumlu anlamda kafamı salladım. " Görüşürüz." Arkasını dönüp gitti. O apartmandan çıkana kadar onu seyretmeye devam ettim. Gözden kaybolduğunda bende içeri girip kapıyı geri kapattım. Nefes nefese bir şekilde kapıya yaslandım ve kendimi yavaşça yere doğru çektim.
Zeminin üstünde öylece oturuyordum şimdi. Deminki sahne kafamın içinde durmadan kendini tekrar ediyordu. Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı. Hala hayal gibi geliyordu ama gerçekti işte.
Girişken olan karakterime bir kez daha teşekkür ettim. Utangaç biri olsaydım, az önce olanların hiçbiri gerçekleşmeyecekti çünkü. Derin bir nefes aldım. Bu akşam son şansım ve çok iyi değerlendirmem gerekiyor. Aksi takdirde adam beni gördükçe yolunu değiştirecek. Hayır! Bunun olmasına hayatta izin vermem. Aklımda çoktan bu akşamla ilgili olası senaryolar kurmuştum. Planımda hazırdı.
O sırada karnımdan gurultuya benzer bir ses çıktı. Hala sırıtırken yüzümü buruşturdum. Tabi önce karnımı doyurmalıyım. Heves ile kanepenin yanına doğru ilerledim. Artık duman tütmeyen noodle kasesini elimle kavradım. Tabi bu şekilde değil.
*****
Saat akşam 19:30 geçerken camdan dışarı baktım. Hava kararmak üzereydi. Kulağımda telefon kanepenin üstünde öylece oturuyordum. Karşımdaki plazma TV kapalıydı. Azra ile konuşuyordum. Bu saate kadar tüm işlerimi halletmiş tüm hazırlıkları yapmış ve en son kendimi de hazırlamıştım.
Alt tarafı buluşup basit bir akşam yemeği yiyecektik abartmaya gerek yoktu sonuçta. Böyle düşündüğüm için üstüme beyaz omuz askılığı olmayan bir t-shirt ve siyah uzun bel kot pantolon giydim. Saçlarım fazla solda olacak şekilde iki yana ayırdım. Hafif bir de makyaj yapmıştım.
Azra tüm gün başından geçenleri anlatınca Karan Beye sövmeden edemedim. Azra'yı ne duruma sokmuş resmen! Bu adam kendini ne sanıyordu acaba? Azra'nın abarttığını düşünüyordum ama kız fazla bile dayanmış. Adam baya ukala çıktı. Merak içinde sordum.
"Peki yeni stratejin ne? Nasıl bir yol izleyeceksin bundan sonra?" Karşı taraftan derin bir iç çekme sesi geldi. Ne düşünüyorsa başına bayağı iş açacak gibiydi. Sonra konuşmaya devam etti. " Karan ile doğrudan muhatap olmayacağım bir yol bulmak istiyorum. Çünkü ona daha fazla katlanamayacağım."
Ben de iç çektim. Azra'nın derdi benim de derdim sayılırdı. Keşke onun için elimden bir şey gelse. " Nedense bir planın varmış gibi hissediyorum. Aklında ne var Azra? Benimle de paylaş lütfen!" Karşı taraf panikle konuşmaya başladı. Sesinde bariz bir kararlılık vardı. " Hayır! Seni bu işe bulaştıramam Lavin. Bu benim kendi meselem!"
Kaşlarımı sinirle çattım. Bu ne demek oluyordu şimdi? Şaşkınlığımı sözlerime de yansıttım. " Ne zamandan beri senin benim ayrımı yapar olduk Azra? Sen benim arkadaşım değil misin?" Karşı taraftan ses gelmedi. Kesin olumsuz anlamda somurtup göz deviriyordur. "Öyle demek istemedim" der gibi. Bu sessizliğinden cesaret alıp konuşmaya başladım. Çünkü direk hayır dese oturup saatlerce ağlardım. Bu kalbimi çok kırardı. " Bak inkâr edemiyorsun işte! Bu demek oluyor ki hala arkadaşımsın. Arkadaşınım."
Karşı taraftan bir kıkırtı geldi. Nefes alırken gülümsersiniz ya. Yarı bıkkınlık yarı mutluluk ve karşı tarafın uslanmayacağını anlamanın verdiği yorgunluğu barındıran bir kıkırdama. Konuşmaya başladı sesi bu sefer daha sakindi ve de yorgun. Bir şeyleri kabullenmenin verdiği yorgunluk. " Peki, öğrenince bana sövme ama. Hakaret duyacak havamda değilim çünkü. Özellikle de senden."
Şok içinde dudaklarımı araladım ve tiz bir şekilde bağırmaya başladım. " Aşk olsun Azra ya! Ben sana ne zaman hakaret ettim?" Karşı taraftan kahkaha sesi geldi. Ben de zaten fazla ciddi değildim. Şakasına takılıyorduk. Bu Azra ile her zamanki halimiz bizim. O sırada Azra konuşmaya başladı. Sesi daha çok alay eder gibi çıkıyordu. " Eee platonik aşkın ile akşam yemeği nasıl gidiyor? Gelmedi mi henüz?"
Saate baktım. Yarım saat kalmıştı gelmesine. Gülerek gözlerimi devirdim. " Hayır daha gelmedi. Ayrıca alay edişinde gözümden kaçmadı. Bunu sana ödeteceğim bir ara." O da güldü ve kısa bir şekilde konuştu. " Zeki kadın." Görmeyeceğini bilsem de sesimi kıstım ve yapma bir şekilde gülümseyerek konuşmaya başladım. " Sana ödeteceğim şeyler listesi uzamadan artık kapasan mı çeneni diyorum. İleri de yapacağın planları düşünürsek erken yaşta ölmek istemezsin sanırım."
Sıkıntılı bir biçimde iç çekti. " İnan senin elinden ölmeyi, Karan ile geçireceğim altı aya tercih ederim. Hiç değilse daha acısız ve katlanılabilir." Azra'nın bu umutsuzluğuna içimden yuh çekerken konuşmaya devam ettim. " Canlı enkazın resmi gibisin kızım. Bu kadar çabuk mu pes ettin? Daha bir ay dolmadı." Azra derin bir çekti ve sızlanmaya devam etti. " Hıı karşındaki Karan olsa böyle demezdin. Çoktan valizini toplayıp Paris'e geri topuklardın sen."
Sonra bilmiş bir şekilde konuşmaya devam etti. Sesinde bariz ima vardı. " Ne de olsa herkes senin yan komşun gibi kibar bir delikanlı değil. Böyle zengin züppeleri de var." Göremeyeceğini bilsem de göz devirdim. Birazdan diyeceğim şey klişe bir moral cümlesi olsa da sarf etmekten zarar gelmezdi sanırım. Heyecanımı bir kenara bırakıp sakin bir şekilde konuştum. Bu sefer kelimeleri vurguluyordum. Çünkü, neden olmasın? " O zengin züppe ise sende Azra'sın. O mafya adamı ise sende kanun adamısın. Bu kadar çaresiz olma. Sana yakışmıyor."
İtiraz etmedi ve kabullendi, o da bulunduğu durumu kendine yakıştıramıyordu bundan eminim. Çünkü ben Azra'yı çocukluğundan beri tanıyorum. O daima güçlü biriydi ve öyle de kalacak. Konuşmadı. Konuşmadım. Bir süre nefes alışverişimizi dinledik. Her gündelik konuşmamızdaki gibi...
Bir süre daha konuştuk. Ona Çınardan bahsetmiştim ve o da "platonik aşkın" diye söyleyip dalga geçmişti. Ama içten içe benim için sevindiğini biliyordum. Azra, sözde insanlar gibi değildi. Yüzüme gülümseyip arkamdan iş çevirmez ya da beni kıracak bir şey yapmazdı. O benim için neyse ben de onun için oyum.
Telefonumu kucağıma koyup düşüncelere dalmışken kapı çaldı. Olduğum yerde irkilip kucağımdaki telefonun saatine baktım. Ve kafamda şişek çaktı, oturduğum yerden fırlayıp kapıya doğru koştum. Hem adamı akşam yemeğe çağırıyor hem de unutuyordum. Misafir ağırlayacak bir ev sahibine göre oldukça sorumsuz bir davranış.
Saçlarımı düzeltip kapıyı açtım ve gülümsedim. Bir elinde zambak demeti tutarken öbür elinde ise siyah bir poşet vardı. Anlam veremeyip tek kaşımı kaldırdım ve o sırada referansımı yaptım.
" Hoş geldin. O elindeki nedir?" Bunu derken gözlerimle sol elindekini işaret etmiştim. Sağ elindekinin zambak olduğunu biliyordum çünkü. Ve parmakla göstermek ayıp olacağı için bu yolu tercih etmiştim. O da gülümseyerek cevap verdi ve gözümle işaret ettiğim yere baktı. Sonra anlamış bir şekilde cevap verdi. " Ev hediyesi, istersen alıp bakabilirsin."
Olumlu anlamda kafa salladım ve çiçek ile poşeti aynı anda aldım. Bu arada ne gerek vardı gibisinden şeyler zırvalıyordum. Formalite icabı işte. Ama teşekkür etmeyi de es geçmemiştim. Çünkü bu jesti beni çok mutlu etmişti. O yanımdan geçerken merak içinde siyah poşetin içini açtım ve gördüğüm şey ile ağzımdan şaşkınlık nidası çıktı. " Böcek ilacı mı?"
Olduğu yerde durup benden tarafa döndü ve utangaç bir şekilde gülümsedi. Bu sırada konuşuyordu. " Evet %99 etkili. Malum evdeki tüm böcek ilacını bitirdim. İhtiyacın olacağını düşünmüştüm. Beğenmediysen?"
Almak için uzandı. Heyecan içinde kendime doğru çektim. " Yok gerçekten, çok iyi düşünmüşsün. Ben bunu şimdi koyacak bir yer bulurum sende yerleş. Evin gibi." Anladığını belli eder bir şekilde gülümsedi. Görmediğinden emin olduğumda anlamlı bir şekilde spreye baktım. Bunu kesinlikle müzeye koymam lazım. Kullanmaya da kıyamam, sonuçta hoşlandığım adam düşünüp almış. Kesin saklamalıyım.
Zambaklar için doğru bir vazo bulup çiçekleri içine yerleştirdim. Böcek ilacını da bir dolaba koymuştum zaten. Yemeklerin sıcak olup olmadığını kontrol ettim. Ilıktılar. Ocağı yakıp onları ısınmaya bıraktım ve kendimi mutfakla salonun birleşik olduğu bölümde bulunan kanepenin üstündeki Çınar Beyin yanına bıraktım.
Yavaş bir şekilde tabi. Aramızda sadece bir kişinin oturabileceği bir mesafe vardı. Yani tehlike yok. Henüz. Heyecan içinde ellerimi dizlerimin üstünde birbiriyle buluşturdum. Onun varlığı olmasa tırnaklarımı yiyeceğim stresten ama kendimi tutuyorum. Panik olmanın lüzumu yok.
Ortam çok sessiz ve oturduğum yerde gittikçe eridiğimi, içime çektiğimi hissediyorum. Belki o da benden bir adım bekliyor, konuşmuyordu. Ya da sessizliği seviyor olabilir. Sonra kafamı ona belli etmeden olumsuz anlamda salladım. Sessizliği istese niye buraya gelsin? Onu saatlerce susalım diye çağırmadım. Ki onun da bu niyetle gelmediğine eminim. Etrafı gösterip konuşmaya başladım. " Ee nasıl buldunuz burayı? Güzel mi evim?"
Olumlu anlamda kafa salladı ve o da konuşmaya katıldı. " Evet, tam yalnız yaşayan iş kadınına göre. Oldukça ideal. Taşınırken sorun yaşamadınız umarım."
Hafif bir kahkaha attım. İş kadını olduğumu nereden tahmin etti acaba? Yüzüne baktım. Cevap vermemi bekliyordu. " Sorunsuz oldu aynen. Gayet kolay bir şekilde yerleştim." Anladığını belirtir şekilde gülümsedi.
Birkaç dakika öylece önümdeki plazma televizyona baktım. Acaba iş kadını olduğumu nasıl anlamıştı? Sorsam saçma bulur muydu? Ama ben söylemeden dank diye tahmin etmesi de şüphelendiriyordu. Sonunda bir karar verip sordum. " Şey iş kadını olduğumu nasıl tahmin ettiniz? Ben size böyle bir bilgi vermemiştim. "
Durdum. Acaba kaba mı oluyordum böyle sorunca? Ama merak etmiştim. Kötü bir şey dememiştim ki. Yüzüne beklenti ile baktım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. " Sadece mantık yürüttüm. Çünkü bir lise ya da üniversite öğrencisine göre oldukça bakımlısınız ve de alımlı."
Duraksadı, nefes alıp verdi ve karşıdaki plazmaya bakarak konuşmaya devam etti. "O çağlarda gençler biraz umursamaz oluyor. Bilirsiniz. Çünkü hepimiz bir gün o yollardan geçtik." Anlamış gibi kafa salladım. Sonra kafamı arka tarafa çevirip ocakta pişen yemeklere baktım. Artık ısınmış olmalılar sanırım. Taş pişirmiyorum sonuçta. Oturduğum yerden kalktım o sırada Çınar Bey merak içinde kaşlarını çatıp bana baktı. Derin bir nefes alıp gülümsedim ve yemeklerin kurulu olduğu masayı gösterdim. " Güzel bir konuşmaydı, yemeklerde ısınmıştır. Sofraya geçelim isterseniz." Olumlu anlamda kafa salladı.
Yemekleri porselen tabaklara koyup sunum yaptıktan sonra ben de Çınar'ın karşısında yerimi aldım. Sofra oldukça ihtişamlı görünüyordu. Eee kimin eseri? Çınar domates çorbasından bir kaşık aldığında heves ve beklenti içinde ona baktım. Acaba yemeğin tadını nasıl bulacaktı? Uzun zaman sonra ilk defa noodle dışında uğraştırıcı bir yemek yapmıştım. Umarım beğenir. Çorbaya daldırdığı kaşığı geri yerine masaya koyarken kafasını kaldırıp bana baktı. Ben ise cümleler boğazıma dizilmiş bir şekilde ona bakıyordum. Nefes almayı bile unutmuştum. O derece.
"Bu çorbayı siz mi yaptınız? Yoksa hazır mı?" Ayy! Biliyordum işte kesin beğenmedi, kesin! Yine de bozuntuya vermemek için gülümseyerek konuşmaya başladım. " Evet ben yaptım ama, beğenmediniz mi? Bir malzemesi mi fazla geldi?" Şüphe içinde bende önümdeki çorbadan bir kaşık aldım.
Ama gayet iyi görünüyordu. Tadı tuzu gayet iyiydi. Konuşmaya devam ettim. Oldukça hararetlenmiştim. Bunu sesime de yansıttım. " Yani bana tadı fena gelmedi. Ama bunu beğenmediyseniz." Önümüzdeki yemekleri elimle gösterip tabağına uzandım. " Size başka bir yemek koyabilirim. Uzatın tabağınızı."
Halimi bir süre izleyip kahkaha atmaya başladı. Acaba komik olacak ne yapmıştım ki? Merak içinde suratına baktım. Cevap beklediğimi anlamış olacak ki konuşmaya başladı. " Yemeğiniz gayet güzel olmuş. Elinize sağlık." Tabağı tutmayı bırakıp ellerini masanın üzerinde buluşturdu ve karşısındaki duran bir noktaya baktı. " Ben sadece uzun zaman önce hiçbirinin elinden ev yemeği yememiştim. Yalnız yaşıyorum çünkü." Dedikleri bir yandan beni mutlu ederken bir yandan da üzmüştü. Mutlu olmuştum çünkü. Uzun zaman sonra onun için özenerek yaptığım yemeği beğenmişti. Üzüldüğüm şey ise, Uzun zamandır yalnız yaşıyordu. Ailesinden uzak ve yapayalnız.
Desteklemek için elini tutsam fazla mı ileri gitmiş olurdum acaba? Ya da bunun yerine onu mutlu edecek bir şey yapabilirim. Ev özlemi çekmesin diye yani. Düşündüm acaba ne yapabilirdim? Düşün Lavin düşün. Ne yaparsan bu dramatik atmosferi dağıtırsın? Sonra kafamın tepesinde bir ampul parladı. Tam onu dile dökecekken Çınar Bey konuşmaya başladı. " Kitaplar ile aranız nasıl?" Bunu söylerken TV konsolunun kapıdan tarafta yanında duran krem rengi kitaplığa bakıyordu. Ben de merak içinde oraya baktım.
Acaba ne söyleyecekti kitaplarım ile ilgili? " Baya çeşitli bir kültür birikiminiz var. Çeşitli ve karmaşık." Utanç içinde gülümserken ondan tarafa baktım. Acaba övmüş müydü yoksa yermiş miydi? Anlayamadım. Bu yüzden bir soru yönelttim. Yanlış anlamamak için. " Bunu ne için söylediniz? Tam anlayamadım."
Çorbasından bir kaşık daha aldı. Ben ise diyeceği herhangi olumsuz bir sözcükte; yapacağım savunmayı düşünüyordum. Ne de olsa ben de bahane tükenmez. Kaşığı yerine bırakıp peçete ile ağzının kenarını sildi ve konuşmaya başladı. Tabi önce hafif öksürdü. Konuşmaya başlamadan önce herkesin yaptığı gibi. " Kitaplığın düzeni, insanın düşünce yapısı gibidir." Bunu söylerken kitaplıkta dizili kitaplara bakıyordu. Sonra kafasını benden tarafa çevirdi. "Gerçi sadece kitaplara özgü değil bu durum."
Gözlerimin içine bakıyordu ve cümleleri vurguluyordu. O böyle söyleyince gayet sıradan olan bir şey bile son derece mantıklı ve önemli geliyordu. Bilmiş bir şekilde sırıttı. " Sizin kişiliğinizde, duygularınızda da bariz bir karışıklık var." İnanamıyordum! Resmen dengesiz olduğumu söylemeye çalışıyordu. Masanın altında sakladığım elimi gizli bir şekilde yumruk yaptım. Ama yüzümde pek değişiklik yoktu. Ona bu zevki yaşatmak istemiyordum. Alayla karışık trip içeren sorumu yönelttim. " Baya iddialısınız, daha ilk tanışmadan size böyle olduğumu düşündüren şey nedir?"
Sonra başka bir yere baktım ve ellerimi masanın üstünde kavuşturup konuşmaya devam ettim. Sesimi kalınlaştırdım. Cümleleri vurguluyordum onun gibi ama biraz hızlı bir şekilde. " Hayır kızdığımdan değil! Sadece merak ediyorum." Sonra doğrudan onun gözlerinin içine baktım. Masum olacağını düşündüğüm konuşma nerelere gidiyordu böyle? "Merak ettim, söyleyin lütfen!" Gözlerime derin bir şekilde uzun uzun baktı. O bakışların altında ne olduğunu çok merak ediyordum. Ne anlam taşıdıklarını anlamak istiyordum. Yoksa içten içe alay mı ediyordu? Hem de onunla kendimi yakıştırırken. Sadece bir şeyi çok iyi anlamıştım bu yemek faslında. Sanırım ben iyi niyetimin kurbanı olmuştum. Belki de o benim kadar anlam yüklemiyordur bu yemeğe. Belki de ısrar edeceğim düşüncesinden korkup kabul etti isteğimi. Ya da sadece kırmamak için...
Karamsarlığımın etkisine girmekten korkuyor, Polyanna gibi takılmaya çalışıyordum. Çünkü karamsarlığı bir kez elime alırsam ömrüm boyu etkisinden kurtulamam. Karamsarlık, içine girmekten ölesiye korktuğum bir kara delik benim için. Yanağımın içini ısırıp göz ucuyla ona baktım. O ise bir süre daha bana bakıp sonunda kahkaha atmaya başladı. Ben ise nerdeyse ağlayacaktım. Bu adam benim dengemi bozuyordu. İsyan eder gibi konuşmaya başladım. Sesim ince çıkıyordu. İnce ve tiz. "Niye gülüyorsunuz ya? Komik olan ne?"
Kısılan gözleri isyan eden halim karşısında normale döndü. Bu sefer şaşkınlık içinde bakıyordu. Ben ise kibar misafirperver portresinden gittikçe uzaklaşmaya başlamıştım. Umarım sonu hayırlı olur. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. Düşüncelerimi ve hislerimi üstü kapalı anlatmaya başladım. Normalde olsa karşımdakinin hakkımda ne düşündüğünü umursamam ama onu umursamak istedim. Bu yüzden cümlelerimi seçerek konuşmaya başladım. " En başta, karşılaşmamız düzgün olmamıştı. Bunu zaten biliyorsunuz." Olumlu anlamda kafa salladı. o da bu düşünceme katılıyordu. Aman ne güzel! Sıkıntı içinde ellerimle oynamaya başladım. Boşluğa bakıyordum şu an. " Bir daha sizi göreceğimi bile düşünmemiştim ben. Ta ki bugün karşıma çıkan bir böcekten korkup kaçarken önüme bakmayıp sizin kucağınıza kendimi atana kadar."
O an aklıma gelince utanç içinde inleyip gözlerimi kapattım. Sonra olduğum yeri fark edince böyle davrandığım için ayrı utandım. Panikleyince gerçekten beynim çalışmayı durduruyor. Konuşmaya devam ettim. " Dedim bu yanlış karşılaşmayı düzeltelim. Yeniden başlayalım, bu komşuluk ilişkisine. Sonuçta bir süre yüz yüze bakacağız." Olumlu anlamda gözlerini kırptı. Sıkıntı içinde soluklandım. " Ama görüyorum ki elime yüzüme bulaştırmışım. Ne ben sizle anlaşabiliyorum." Derin bir nefes aldım. Gözlerim kızarmaya başladı. " Ne de siz bunun için bir şey yapıyorsunuz." Sonra zoraki gülümsedim. " Olmuyorsa zorlayamam. Bundan sonrası size kalmış. Ya benimle yeniden bir başlangıç yaparsınız ya da-" Kaşlarını merakla havaya kaldırıp oda beni taklit etti. " Ya da?"
Sıkıntı içinde dudaklarımı ısırdım. Şimdi dediğim şey hiç hoşuma gitmeyecekti. Ama yine de söyleyeceğim. Sıkıntıyla kapattığım gözlerimi geri açıp hızlı bir şekilde konuşmaya başladım. " Ya sizi görünce direk yolumu çeviririm. Siz rahatsız olmayın diye. Ya da buradan başka bir yere taşınırım. Yine sizi rahatsız etmek istemediğimden." Bir an abarttığımı hissettim. Acaba ondan hoşlandığımı çok mu belli ediyordum? Ama hoşlanmasam bile hiçbir şey olmamış gibi davranamam ki ben! Naturama ters. Ne yapayım? En iyisi yeni kiralık ev ilanlarını takip edeyim ben. Burası bana yuva olmayacak gibi anlaşılan...
Üzerimdeki kıyafetlerin beni sıkmaya başladığını hissettiğimde yakamı çekiştirmemeye özen gösterip masadan bir bardak su aldım. Ortamın kasveti ve Çınar beyin aramıza özellikle koyduğu sessizlik beni iyice germişti. Su içmeye başladım.
"Bu kadar kolay mı pes ediyorsun?" İçtiğim su genzime kaçarken bardağı masaya bırakıp öksürük krizine girdim. Genzimin yanması berbat bir histi. Kesinlikle. İçimden Çınar Beye sövüyordum. İnsan su içerken mi söylenir bu? Ben öksürük krizinden kurtulmaya çalışırken Çınar Bey endişe içinde bana bir şeyler diyor ve gülüyordu. Ama endişesi daha baskın geliyordu. Öksürmeyi bırakıp derin bir nefes aldım. Ve ona delici bakışlarımı gönderdim. " Ne gülüyorsunuz be" der gibisinden.
Yüz ifademi görüp düz bir şekilde bakmaya çalıştı. Gülmesini nihayet dizginlediğinde konuşmaya da başlamıştı. " Yanlış anlamanıza sebebiyet verdiğim için öncelikle özür dilerim. Amacım bu değildi." Kaşlarımı çatıp merak içinde bakmaya başladım. O da konuşmaya kaldığı yerden devam etti. " Kütüphanenizi beğenmiştim aslında. Ben bir iş adamıyım." Anladığımı belirtir şekilde kafa salladım. Sonunda kendini bana açıklamaya başlamıştı. Kelime oyunu yapmayı bırakmasına sevindim. Sonra ilk bana baktı ve kitaplığı eliyle işaret edip konuşmaya başladı. " Dolayısı ile benim bu kadar kitabı okuyacak pek zamanım olmuyor. Ama bu hiç kitap okumadığım anlamına mı gelir. Hayır." Bir şey demeyip yine onu onayladım.
Bundan cesaret alıp gülümsedi ve aynı hevesle konuşmaya devam etti. Her zamanki yaptığı gibi kelimeleri yine vurguluyordu. Sesi melodikti ve uykumu getiriyordu, böyle yavaş konuşmaya başladığında. Huzurlu hissettirdiği için. " Aksine kitap okumayı çok seviyorum. Sizin kitaplığınızı da çok beğenmiştim. Ama kabul etmeliyim ki bunu söyleyiş tarzım biraz kaba oldu."
Bunu söylerken gözümün içine bakıyordu. Gözlerini gözlerimden ayırmadan konuşmaya devam etti. " Diğer yandan, sadece iki gündür gördüğünüz biri için düzeninizi bozmanıza gerek yok. Ben sizden bunu istemiyorum." Olumsuz anlamda kafasını salladı. Ses tonu biraz daha sakindi şimdi. Yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyordu o da. O çok bilmiş komşu imajı silinmeye başlamıştı. Ona bakarken bunu fark ediyordum. Yine ilk görüşte âşık olduğum o adamdı. Gülümsemeye başladı bu sefer daha dostaneydi tavırları. " Ben sıradan biriyim sadece. Bu yüzden söylediklerimi fazla kafanıza takmayın."
Gergin bir şekilde soluklanıp oturduğum yerde biraz daha öne eğildim. Buna izin veremezdim. Kendini gözümde basitleştirmesini istemiyordum. Ellerimi masaya dayayıp masadan güç aldım ve bedenimi ileriye doğru ittim. Çınar Bey bu yaptığımı beklemiyormuş gibi merak içinde bana baktı. Derin bir nefes alıp heyecan içinde konuşmaya başladım. Sesim tiz çıkıyordu yine. " İyide siz sıradan biri değilsiniz ki! En azından benim için öyle değilsiniz!" Sonra gözlerimi kapattım. Bunu yüzüne bakarak söyleyemezdim. " Ben, sizi önemsiyorum!"