Azra
Onun geceden daha karanlık grilerine bakarken etrafımda duyduğum sesler uğultulu geliyordu. Kalbimin adeta yerinden çıkacakmış gibi göğsümün içinde çırpınması içinde bulunduğum duruma hiç yardımı olmuyordu. O gösterdiği fotoğraftaki kişi Deren ya da değil benim için fark etmezdi tek bildiğim o rehineyi kurtarmam gerekiyordu. Karşımda duran ve kötülüğe yeni bir boyut kazandıran bu kalpsiz adamdan. Hala gözlerinin içine bakarken sabrımın sınırına gelmek üzereydim, ellerimle göğsüne bastırıp aramızdaki mesafeyi biraz daha arttırdım.
Karanın tartaklaması sonucu moraran ama makyajla gizlemeye çalıştığı sağ gözüne baktım. Dişlerimi sıkarken baskın bir ses tonuyla konuşmaya başladım. "Sağ gözün morarmış, ama ne derler bilirsin sol gözünde hatırı kalmasın." O ne olduğunu anlayamadan sağ yumruğumla sol gözüne sağlam bir şekilde geçirdim.
Bir anda herkesin odağı olmuştuk, öyle ki etrafta ki müzik sesleri kesildi herkes bize bakıyordu. Gözlerini tutarken kısa bir küfür mırıldandı. Ama içim soğumamıştı. Ona yaklaştım, elini az önce yumruk attığım gözünün üzerine tutarken tek gözüyle bana bakıyordu. Öfkeden soluk soluğa kaldığını hissedebiliyordum. "Dua et, o kızı başına bir şey gelmeden bulabileyim yoksa acıyan tek şey sol gözün olmakla kalmaz."
Ardından öfkemi gizlemediğim bir gülümsemeyle yüzüne bakıp elimle desteklercesine omzuna sertçe vurdum birkaç kez. "Tüh, baya acıtmış olmalı. Neyse söylersin sana buz getirirler. Çünkü şu andan sonra buna çok ihtiyacın olacak. Bu daha hiçbir şey. Dediğim gibi, dua et sadece."
"Defne ne oluyor? Her şey yolunda mı?"
Sesini duyduğum zaman irkilip gözlerimi Tolganın üzerinden çektim ve bizi endişeyle izleyen Karana çevirdim bakışlarımı. Kaçırılma meselesini ona söylemeyecektim, Tolganın ne düşündüğü ve tehditleri de umurumda değildi. Ne yapacaksam yalnız yapacaktım. Gülümsedim ve Karana doğru yaklaştım.
"Herkesle dans edilmezmiş Karan, abin niyetimi biraz fazla yanlış anlamış sanırım. Sadece uyardım onu. Durması gerektiği yeri öğrenmesinin vakti gelmedi mi sence de?"
Beni anladığını belirtircesine kafasını salladı uzaktan da olsa ne kadar zorlandığımı fark etmişti. Beni es geçip abisine uzun bir süre kötü olduğunu düşündüğüm duygularla baktı. Ardından odağını bana çevirdi ve zoraki gülümsemeye çalışıp kolunu girmem için uzattı. Bir şey demeden koluna girdim ve mekândan hızlıca çıktık. Ayakkabılarımızdan çıkan seslerle adeta zemini dövercesine ayrıldık oradan.
Arabaya bindiğimizde beynim kazan gibiydi. Sürücü koltuğunda duran Karana çevirdim bakışlarımı. Ki o da bana bakıyormuş çoktan. Sormak istediği bir sürü şey vardı ama benim açıklayacak gücüm yoktu. Kafam başka bir şeyin üzerine yoğunlaşmıştı çoktan. O kaçırılan kişi gerçekten kardeşim miydi? Yoksa Tolga bana blöf mü yapıyordu sadece?
Hala araba yolda ilerlemeye devam ederken Karandan tarafa bakmadan konuştum. "Beni evime bırakır mısın?"
"Olur, bırakırım."
İyi dercesine kafamı sallayıp önüme bakmaya devam ettim. Dereni onun yanında aramamak için kendimi zor tutuyordum şu an. Araba biraz daha ilerleyip bir yerde ani fren yaptığında öne doğru savruldum lakin Karanın karnıma uzanan eli beni tuttu. Durdurduğu yere baktım yol kenarına çekmişti. Hava karanlık ve soğuktu. Burası evime bayağı uzak kalıyordu. Gözlerimi sabırlı olmayı dilerek yumdum. Onun yoğun ve merak dolu bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"Ne var Karan?"
"Baloda Tolgayla dans ederken, neler oldu orada?"
"Bir şey olduğu yok, dans ederken sarkıntılık etti işte. Doğal olarak rahatsız oldum ve tepkimi gösterdim."
Ardından sinirle gülümsedim. "Ne o yoksa abine attığım yumruğun hesabını mı soracaksın bana şimdi?" Sonra onun ses tonunu taklit etmeye çalışarak yüzüne baktım. "Abimle arama girme Defne, o beni abim ona ancak ben yumruk atabilirim."
Ardından ellerimi özür dilercesine göğsüme getirip pişmanmış gibi ona baktım. Duygularım pişman olmaktan uzaktı. "Özür dilerim, bu önceliği elinden aldığım için Karan!"
Gözlerime uzun bir süre anlam veremediğim yoğun duygularla bakarken konuştu. "Gerçekten, bir şeyler olmuş. Şu haline bakıyorum da sorun sadece teklifsiz dokunuşları değil gibi."
Gözlerimi kırpıştırırken öfkeden inip kalkan göğsümün şiddeti azalmaya başlamış gibiydi. Bu kadar tepki göstermem gereksizdi daha fazlasını da anlamaması için kafamı sağ tarafımdaki yola çevirdim. "Neyse ne ya, sadece evime gitmek istiyorum. Bırakmayacaksan da burada ayrılalım ben taksi tutar yine de bir şekilde başımın çaresine bakarım."
Motoru çalıştırırken cevabı vermiş oldu. Normalde olsa bu davranışına dudağımın kenarının kıvrılması gerekirdi ama şu an her şeyin normal olduğu bir zamanda değildik. Rüya gibi başlayıp rüya gibi devam eden balo kabusla sonuçlanmıştı.
Eve vardığımızda ona bir şey söylemeden arabadan indim ve kapıyı kapatıp arkama bakmadan eve doğru ilerledim. Şu an rol yapacak durumda değildim. Merdivenlerden hızlıca çıktım ve odama girip kardeşimin numarasını tuşladım. Çağrının düşmesini bekliyordum. Lütfen aç şu telefonu Deren! Lütfen aç kardeşim."
Çağrı cevaplanmadı ve arama kapanmadı. Aynı şeyi defalarca yaptım defalarca Dereni aradım. Açmıyordu. Kötü düşünmemeliydim belki de telefonun şarjı bitmiştir. Aynen Deren unutkan biriydi hep şarja takmayı unuturdu telefonu. Belki şimdide öyle olmuştur. Çaresiz bir şekilde kendimi rahatlatmaya çalışıyordum ardından öfkeyle yatağa attığım telefonun ekranı yanıp sönmeye başladı. Deren arıyordu işte. Biliyordum telefonunu şarj etmeyi unutmuştu kesin.
Heyecanla telefonu elime alıp açtım. "Cevap vereceğini biliyordum iyi misin Deren, kardeşim?"
Tanıdık bir erkek kahkahası duyduğumda yumruğumu sıktım. Tabii ya en başından beri blöf değildi. Tolga doğruyu söylemişti.
"Yeniden sesini duymak güzel Azra. Bu arada merak etme Deren gayet güvende. Yani en azından şimdilik. Sonrasında ne olur bilemem." Pis pis gülüyordu şerefsiz.
"Onun sesini duymak istiyorum. Dereni telefona ver derhal!"
"Tabii, yeter ki iste. Ama öncesinde emin olmak istiyorum. Bu durumdan Karanın haberi var mı?"
"Yok, söylemedim abisi tarafından yeterince kazıklanmış zaten bu zamana kadar. Bir de yaptığı pislikten dolayı utansın istemedim. Şimdi kardeşime ver telefonu."
"Bu tavırlarına bayılıyorum Azra, çaresizsin ama güçlü görünmeye çalışıyorsun. Tıpkı yaralı bir kedi gibi ama tehlike hissedince pençesini çıkarabilecek kadar güçlü bir sokak kedisi gibi."
Benzetmesi midemi bulandırırken sinirle gülümsedim. "Aynen öyleyim Tolga ve bu sokak kedisi seni bulduğunda paramparça edecek. Sonuçta bir kedinin en sevdiği aktivite fareleri yok etmektir. Sokak ya da ev fark etmez."
"Birisi kardeşiyle konuşmak istemiyor sanırım." Yaptığım fare benzetmesi hoşuna gitmemişti. Ama umurumda değildi.
"Söylemedim diyorum işte. Uzatma da ver Dereni telefona!"
Birkaç dakika sonra onun sesini duydum kardeşimin. "Abla, bunlar ne anlama geliyor? Bu adamlar bizden ne istiyor?"
Sesi korku dolu ve ağlamaklı geliyordu. Öyle ki konuşmaların arasında ki hıçkırıkları duyabiliyordum. Bu olay onda travma bırakacak gibiydi. Alçak Tolga, hepsi senin yüzünden.
Tolgaya lanet etmeyi bırakıp Dereni yüreklendirmeye onu sakinleştirmeye çalıştım.
"Deren, sakin ol tamam mı? Beni dinle, seni kurtaracağım ve sonrasında yine beraber olacağız. Benim için bunu yapabilir misin? İçinde bulunduğun zor koşullara rağmen. Çok şey istediğimin farkındayım ama güçlü olursan ben de güçlü olacağım. Sabret lütfen."
"Nasıl olacak bilmiyorum ama deneyeceğim. Gerçekten beni kurtaracaksın değil mi her zamanki gibi?"
Gözlerimin buğulanmaya başladığını ve yanaklarımın ıslandığını hissettiğimde histerik bir şekilde gülümsedim. "Her zamanki gibi kardeşim. Seni seviyorum."
"Çok korkuyorum abla, ama bende seni seviyorum. Lütfen geç kalma." Aniden gelen hıçkırık sesini elimi dudaklarıma bastırarak yok etmeye çalışırken telefonun başında kendimi kaybetmemek için direniyordum.
"Çok duygusal bir abla kardeş vedalaşması oldu. Keşke bende Karanla böyle olabilseydim."
Ağlama isteğimi onun iğrenç sesini duyduğumda bastırmayı başarıp öfkeli halimi geri takındım.
"O karakterle zor biraz. Sen anca insanları amaçların için kullanırsın ve bir kenara atarsın. İnsani duygulardan bir habersin çünkü. Karana acıyorum senin gibi birinin kardeşi olarak dünyaya geldiği için."
Yine iğrenç karga kahkahası kulaklarıma dolarken gözlerimi kapatıp sabır çektim.
"Benim abiliğimi sorgulayacağımıza birazda senin ablalık duygunu test edelim. Bakalım kardeşini o kadar çok seviyor musun?"
"Sakın Derene bir zarar vermeye kalkışma, onu bulduğumda eğer yüzünde bir çizik bile görürsem dünyayı sana dar ederim! Bunu çok iyi yaparım Tolga!"
"Tabii sağ salim bulabilirsen. Belki öldürmeyi düşünüyorum belki de sağ bırakırım bu benim keyfime kalmış bir şey."
"Şantaj mı yapıyorsun Tolga, sana minnet etmem mi gerekiyor şimdi?"
"İster şantaj ister başka bir şey olarak algıla. Kardeşinin hayatı sana bağlı Azra. Laflarını ve davranışlarını buna göre sergile derim."
"Ne istiyorsun Allah'ın belası? Söyle de uzatma işte!"
"Bir konum atacağım yarın o konumdaki mekâna gel. Ama yalnız başına. Geçende yaptığın gibi polisleri olayın içine dahil etme. Cesaretin varsa tabii."
"Geleceğim ama sonrasında senin de ortaya çıkman gerekecek. Yaptıklarının bedelini ödemek için. Tabii yerse."
"Güzel bir anlaşma oluyor, bunu sevdim. Bu arada elin de bayağı ağırmış buz tuttum ama geçmedi acısı."
"Ne güzel işte, hissettikçe beni hatırlarsın. Çünkü o basit yumruğa bile şükredecek hale getireceğim seni bekle ve gör Tolga."
"Çaresiz birine göre oldukça iddialı sözler. Şimdiye kadar kardeşine zarar vermeyi düşünmüyordum ama sanırım düşünmem gerekecek."
Anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım sonra sert bir tokat ve Derenin acı dolu bağrışı kulaklarıma doldu.
"Seni geberteceğim Tolga! Derene zarar verdiğin o uzvunu gözlerinin önünde kıracağım senin. Çek iğrenç ellerini kardeşimin üstünden."
"Yarın saat on buçukta attığım konuma gel. Unutma polisler olmayacak."
Bir şey dememe fırsat vermeden telefonu yüzüme kapattı. Öfkeyle telefonu yere fırlatıp yatağın yanında yere eğilirken ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım. Sarsılıyordum resmen.
Koruyamamıştım kardeşimi. Polistim ve düşmanlarım vardı çoğunu hapse atmıştım ama yeterli olmuyordu işte. Kardeşimi tehlikeden uzak dursun yurt dışına göndermiştim. Benden uzak kalacaktı ama belada olmayacaktı hiçbir zaman. Yani temennim buydu. Ama hepsi bir gecede yalan olmuştu. Tolga sırf benden intikam almak için bağlantılarını kullanmış ve kardeşimi ele geçirmişti.
Bir de üstüne ona el kaldırıp canını yakmıştı. Derenin acı içindeki inlemesi kulağıma geliyordu sürekli. Hiç unutamayacağım bir melodiydi onun acı inlemesi ve kulaklarımı sağır etti. Hepsini ödetecektim. Yaptıklarından pişman olmasını sağlayacaktım. Topuz olan saçlarımı toka acıtmaya başladığında öfkeyle çözdüm ve saçlarımı havalandırmaya çalıştım. Elbise de bir süre sonra rahatsız hissettirmeye başlamıştı. Yarım saat yerde bu şekilde oturduğum için sırtımla yataktan destek alıp ayağa kalktım.
Aynanın karşısına geçtim dolabın kapağını kaydırdım, yarın uzun bir gün olacaktı onun için ilk önce yatıp sağlam bir uyku çekmem lazımdı -gerçi kardeşim bu durumdayken ne kadar mümkün olacaksa- sonrasını uyandığım zaman düşünecektim.
*****
Motosikleti konumu belirtilen yere vardığımda durdurdum. Kaskı başımdan çıkarıp önümdeki hangara baktım. Etrafta kimse görünmüyordu, acaba bu da planın bir parçası mıydı? Başımı eğip kılık kıyafetimin duruşunu düzelttim. Üzerime siyah uzun kollu bir deri ceket, siyah renk rahat kot pantolon, uzun topuklu bot ve ellerim içinde parmaksız deri eldiven giymiştim. Pantolonun diz kısmında bıçakları içine gizleyebileceğim emniyet kısmı vardı. Silahı da pantolonumun yan tarafına denk gelen yere yerleştirdim.
At kuyruğu saçlarımdan birkaç tutam rüzgarla birlikte yüzüme değerken, güneşin tepeden önümdeki binanın cama vuran ışıklarıyla oraya doğru ilerledim. Kafamın içinde gerilim müziği çalıyordu. Kapıya yaklaştığımda kolunu çevirdim ama açılmadı. Sanırım kilitliydi. Yerde taş benzeri bir şey aradım. Kapının cam kısmına vurup kırabilirdim. Ama bir yandan bu kadar kolay olması düşündürücüydü.
Tolgadan bahsediyorduk, bu kadar kolay olmaması gerekiyordu. Bulduğum taşı cama sertçe vurup kırılmasını sağladım ve aynı taşla birkaç kez daha vurup kesici bıçak parçalarının tehlike yüzeyini aza indirdim ardından açtığım delikten elimi içeriye doğru geçirip kilit kısmını çevirdim. Bina içeriden kilitlenmişti. İçeriye girdiğimde içerisi tozla doluydu, sanki uzun zamandır hiç kullanılmamış gibiydi. Ortamın tek ışık kaynağı benim açtığım kapıdan içeriye yansıyan ışıktı. Derenin burada tutulduğunu söylemişti ama etrafta kimse görünmüyordu. Yumruğumu sıktım. Beni oyuna getirmişti adi herif. Ortam çok sessizdi, bu huzur vermek yerine içime sıkıntı düşürüyordu.
Cebimde duran telefondan gelen çağrı sesi ortamın sessizliğini bıçak gibi ortadan ikiye böldü. Öyle ki beklemediğim için bir an irkildim ardından elimi telefona attım. Arayan malum kişinin ismi şerefsiz diye kaydetmiştim. Aramayı cevaplandırıp kulağıma getirdim.
“Görüşmeyeli uzun zaman oldu ha Azra? Dediğim mekâna geldin mi?
“O kadar ısrar ettin gelmesem olmazdı.”
“Bunu duyduğuma sevindim işte, nasıl buldun mekânı? Sessiz ve şehirden uzakta tam senden isteyeceğim şeye uygun.” Tam olarak neden bahsettiğini anlayamasam da söylediklerini göz ardı etmeye çalıştım. Benim telaşım başkaydı.
“Deren nerede, binanın çevresinde kimseyi göremedim. Dün telefonda böyle konuşmamıştık.”
Karşı taraftan gelen huysuz edici gülümsemesini duyduğumda sabır dilercesine gözlerimi yumdum. Tabii ya, şu yaşadıklarım bile bir oyunun parçasıydı ve Tolganın tuzaklarından birinin içine düşmüştüm. Yine.
“Haklısın dün sana bir mekân konumu vermiştim ama Derenin orada olup olmayacağını belirtmemiştim. Yani hala sözümün arkasındayım.”
Telefon kulağımda etrafa bakarken sinirle gülümsedim. “Kabul et bu durumum çok hoşuna gidiyor, seni tehdit ettim ve bana karşı tek kullanabileceğin koz, kardeşim. Ama sen kardeşimi sonsuza kadar elinde tutsan da benden istediğini alamayacaksın Tolga. Ben Dereni elbet kurtaracağım ama sen buradan çıktığımda kendine kaçacak delik ara. Hatta mümkünse hiç ortaya çıkma. Çünkü Derene yaptıklarından daha beteri seni bekliyor olacak. Bunun mümkün olmasını sağlayacağım.”
Uzun süre aramanın diğer tarafından ses gelmedi. Yapabileceğimi o da biliyordu, mekanını bastığım zaman ona silahı doğrulttuğum zaman bunu anlamış olmalıydı. Belki de bu yüzden beni kardeşimle sınayıp güçsüz kılmaya çalışıyordu. Sessizliğini cevap kabul edip kaldığım yerden devam ettim.
“Basit düşünüyorsun Tolga, kardeşimi alıkoyman seni güçlü veya tehlikeli yapmaz. Senin aksine koruyabileceğim bir şeye sahip olduğum için senden daha da güçlüyüm. Aramızdaki fark bu. Çünkü senin uğruna savaşabileceğin bir amacın yok. Belki de benden bu yüzden korkuyorsun. Yapabileceğim şeylerin ihtimali bile seni ürkütüyor, elimde sana karşı kullanabileceğim sayısızca koz var. Karan var.”
“Karan.” Benim dediğimi tekrarladığında sırıtıyordu. “Onunla oynadığını biliyordum, dürüst biri değilsin ve onu da kendi tarafına çektin. Ama bu uzun sürmeyebilir. Şu anda ipler benim elimde Azra, sıktığın ben güçlüyüm palavralarını umursamıyorum artık.”
“Biliyorum, ama insanı bazen sözlerinden değil sadece tavırlarından anlarsın. Az önceki sessizliğin bana istediğim cevabı verdi. Bunu inkâr etmen seni umursamaz değil aptal yapar. Hadi ama karşında çocuk yok Tolga.”
Sıkıntıyla iç çektiğini duyduğumda araya girmedim. O da sessizliğini fazla sürdürmedi şimdi söylediklerinde deminkine göre daha ciddiydi.
“Sanırım seni fazla hafife aldım, sürprizim yolda hatta şu an sana doğru ilerliyor bile olabilir. Onları iyi karşıla Azra.” Binaya yaklaşan adım sesleri kulağıma gelirken yumruğumu sıktım ve telefonu kulağımdan çekerken derin bir nefes aldım. Tahmin ettiğim şey oluyordu şu an. Bu seferki sırıtmam keyiftendi, çıkan ses telefona da giderken kulağıma yeniden yaklaştırdım.
“Kardeşimi dövmen yetmedi beni de adamlarına mı dövdüreceksin? Gözünü bu kadar mı korkuttum Tolga?”
Adamların adım sesleri binaya doğru yaklaşırken omzumu yavaşça iki yana doğru kıtlattım. Isınma hareketleri yaparken az sonraki mücadele için kendimi hazırlıyordum. Tolganın kahkahası yine kulaklarıma dolduğunda mekânın büyük kapısı iki yana doğru açılmaya başladı. Tolgada buna eş zamanlı olarak konuşuyordu.
“Sanırım beklenilen sürprizin ayağına geldi. Aslında niyetim seni dövdürmek değildi. Ben şöyle sıkı bir kapışma izlemek istiyorum. Eminim bunlar senin dişinin kavuğuna bile yetmez. Ama sana denk rakipler bulmaya çalıştım. Hadi şaşırt beni, bakalım dediğin kadar güçlü müsün komiser Azra?”
Bu dediğine soğuk bir şekilde sırıttım, arkamdan yaklaşan adım seslerini duyabiliyordum. “Beş dakika sadece beş dakika sonra senin ensende biteceğim ve ayaklarımın dibinde acılar içinde uzanırken durmam için yalvaracaksın Tolga. Sana söz veriyorum Komiser Azra sözü.”
Konuşmasına fırsat vermeden telefonu yüzüne kapattım. Silahın varlığını ensemde hissedebiliyordum. Hafifçe eğilip yanına geçerken silah tutan eline dirseğimle hafif vurup tamamen ona döndüğümde silahı tutan elini kolundan kavrayıp eğilmesini sağladım. Ve ensesinden kolumla darbe yapıp yere düşmesini sağladım. Silah yere düştüğünde, yere düşmesini sağladığım adam doğrulmaya çalışırken ayakkabımla kafasına sertçe vurup zemine tekrardan uzanmasını sağladım.
Karşıdan bana doğru bıçakla gelen adamı gördüğümde ona doğru yaklaşıp bıçağı tutan elini bileğinden kavradım el değiştirmeye çalıştığını fark ettiğimde hala bileğini tutmaya devam ederken dirseğinin olduğu açıklığa dirseğimle baskı yapıp döndürürken yere düşmesini sağladım ve bıçak elinden kurtulduğunda onu ayakkabımın tersiyle kimsenin olmadığı tarafa ittim.
Etrafımda başka birileri de var mı diye bakarken elbisemin yakasına uzanan ellerle biri beni arkaya doğru ittirip sertçe sırtımı duvara çarptırdı. Canım acımıştı ama buna takılmayıp elimi aşağıdan yavaşça yakamı tutan elinin bileğine yaklaştırıp kavradım ve diğer elimle çenesine vurup kilidi açtım ardından boşta kalan kolumun dirseğini bisepsine vurup yakamı tutan kolunu kendime doğru çekerken eğildim ve onu da kendimle birlikte eğilmesini sağladım ardından tekrar aynı pozisyona geçip dirseğimle çenesine vurarak onu kendimden bayağı bir uzaklaştırdım.
Böylece dibinde durduğum duvarla arama mesafe koyabildim. İleriye doğru savurduğum adam bana doğru yaklaşırken yüzümü kenara çevirip sağ elimle sağ ayağımı öne doğrulttum. Bana doğru gelip boğazımı kavradığında sol elimle bileğinden kavradım ve sağ elimi de kolunu kavrayıp bileğinden döndürürken onu sola doğru çevirip kurduğu kilidi kırdım ve sol tarafa düşmesini sağladım.
Birkaç dakika sonra
Çatışmanın uzun sürmesi ve yaptığım tüm ani hareketlerden dolayı at kuyruğu yaptığım toplu saçlarım artık eskisi kadar toplu değildi. Tüm hareketleri saniyelik bir hızla yapıyor ve bitirici vuruşlarla rakiplerimi bayıltırken bazen de ani gelen darbeleri karşılayamıyordum. Burnum kanamaya başlamıştı elimin tersiyle sildim. Dudağımın kenarı da biraz patlamıştı. Etrafıma bakındım başta adamların sayısı üçken zamanla yediye, sekize çıkmıştı. Polisken aldığım ileri savunma taktiklerini elimden geldiğince üzerlerinde denediğim adamlar yerde acı içerisinde inlerken çoğu da acıdan bayılmıştı. Ellerimi birbirine sürtüp sona kalan hala direnen adamı da son kez safrasına hedef alıp acı içinde yere serilmesini sağlarken dudağıma gelen saç tutamımı oradan çekmek için dudağımın yukarısına doğru üfledim. Binadan yavaş adımlarla çıkıyordum çünkü dövüş sırasında aldığım darbeler eklemlerimi sızlatmıştı. Binadan çıkınca sadece motosikletimin olduğu park alanına doğru ilerledim. Diğer adamlar binanın arka tarafından gelmişti. Araçlarını burada göremiyordum. Bir koşturma sesi duyduğumda arkama bile bakamadan ensemden gelen sert darbeyle olduğum yerde ilk kitlendim ardından da gözlerimin önü karardı. Tek duyduğum adımı haykıran bir sesti. Karan gelmişti.
Yarım saat sonra
Göz kapaklarıma vuran parlaklık ve üzerimde hissettiğim bakışların yoğunluğuyla gözlerimi belli belirsiz açmaya çalıştım. Dudağımın kenarında bir mendilin varlığını hissediyordum. Beni her kim izliyorsa uyandığımı fark etmişti.
“Kendine geliyor yavaş yavaş.”
“Defne, iyi misin sevgilim?” Onun sesini duyunca irkildim, bayılmadan önce son duyduğum onun sesiydi ama ben çok arıza aldığım için hayal gördüğümü sanıyordum. Gözlerimi bu seferle daha güçlü bir şekilde açtım. Ama bu gözümü daha da acıttı.
Onun elin endişeyle elimi kavrayıp içine alırken konuşmaya başladı. “Buradayım, seninleyim. Kendini daha fazla zorlama o yüzden.”
Dilim damağım kurumuştu. “Su içmek istiyorum, lütfen.” Azıcık açabildiğim gözümü ondan tarafa çevirdim. Bu Karanla hastanede bulunmamızın ikinci seferiydi. İlkinden farklıydı çünkü bu kez ben kardeşim için o da benim için endişeleniyordu. Beni reddetmeyip su içmeme yardım etti.
“Ben sizi hastayla baş başa bırakıyorum. Ona bakabileceğinizi söylemiştiniz, bundan sonrası sizde. Fazla kötü bir durumu yok beyin tomografisine bakıldı. Her şey normal görünüyor. Sadece yüzü için birkaç ilaç yazacağım onları kullanırsa iyileşir.”
“Her şey için teşekkür ederim Doktor Enes Bey, dediğiniz gibi ben onun yanında olacağım.”
Doktor baş selamı verip gülümsedi ve kendime dikkat etmem gerektiğini söyleyip bizi odada yalnız bıraktı. Zurnanın zırt dediği yere gelmiştim artık. Üzerime doğru yaklaşan soru yüklü cümlelerin gelmeye başladığını hissederken sıkıntıyla soluklandım ve olduğum yerde yavaşça doğruldum. Elleri endişeyle bileğimden tutarken bana engel olmaya çalışıyordu.
“Doktoru duymadın mı Defne? Az önce sana dikkat etmen gerektiğini söyledi.”
“Duydum, bende aynı odadaydım hatırlarsan?”
“O zaman ona göre davran.”
Koluma takılan serumu dikkatli bir hamle ile koparırken onun uyarır tonda sesini duysam da umursamadım ve dikkatli bir şekilde sedyeden ayağa kalktım.
Onun meraklı ve endişeli bakışları altında koltuğun üzerine serilmiş siyah deri cekete yaklaştım. “Olmaz, buna vaktim yok. Buradan derhal çıkmam lazım.”
Ceketin iki tarafından tutup üzerime geçirdim ve kollarımı da içine geçirirken zorlamış olmalıyım ki canım yandı ve acıyla inledim. Karan aniden dibimde bitti. Ceketimi giymeme yardım ederken söyleniyordu.
“Orada ne işin vardı, bir araba dayak yemiş gibi görünüyorsun. Şimdi de ayaklanmışsın muayenenin bitmesini beklemeden kaçıyorsun. Canına kastın mı var kızım senin?”
Umursamaz tavrım onun bu söyledikleri üzerine benliğimi terk ederken hızlı davranıp kolumu ondan çektim ve birkaç adım uzaklaştım. Kızgın boğaları aratmayan bir öfkeyle ona bakıyordum. “Dayak yemekten zevk almıyorum, mazoşist değilim ben! Kız kardeşim onun elindeyken burada iyileşmeyi bekleyemem. Ha eğer bu halimin sebebini merak ediyorsan gidip çok sevgili abine sorabilirsin. O sana zevkle açıklayacaktır!”
Onun yanından geçip lavaboya girdim ve saçlarımı bozup ellerimle havalandırmaya çalıştım. O sırada hissettim ensemdeki bandajın varlığını. Ağrısı yeni yeni bedenime çörekleniyordu. Yüzümü huzursuzca buruşturup beceriksizce örmeye çalıştım çünkü kollarımı kaldıramıyordum. Başarısız denemelerimin sonucunu aynadan asık suratla izlerken sıkıntıyla ofladım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Tüm ruh değişimlerime başından beri tanık olan Karan kapıya yaslanmış bana bakıyordu. Onu umursamamaya çalıştım nedensizce kırgındım ona. Sebebini bile bilmiyordum.
Bana doğru yaklaşıp beceriksizce ördüğü saçlarıma uzanıp tokayı bir çırpıda çekti, sıkı bağlamadığım için hissetmedim bile. Banyoda arkama geçerken bakışlarımız aynada buluştuğunda birkaç saniye bakıp gözlerimi kaçırdım. Ellerinin saçlarıma dokunuşu hafifti her zamanki gibi.
Yumruk yaptığım ellerimi bacağıma doğru bastırırken elimden geldiğince onun arkamdaki varlığını yok saymaya çalışıyordum. Saçlarımı örmeyi bıraktığında eli bu sefer kollarımı buldu, yavaşça kendine çevirdiğinde gözlerimin içine baktı. “Bana kırgın olduğunu anlayabiliyorum. Dediğim şeyleri belki umursamayabilirsin ama yeni öğrendiğim bir şeyden bahsedeceğim. Kardeşinin nerede olduğunu biliyorum sanırım Defne.”
Ondan uzun süre kaçırmayı düşündüğüm bakışlarım aniden üzerine tırmanıp gözlerine çıkarken yaptığım şeyin farkına varıp yüzümü aşağı eğdim ama o buna izin vermedi. Çenemden yavaşça tutup ona bakmamı sağladığında zoraki tebessüm etti. Ortada komik bir şey yoktu aksine şu halimiz tam bir trajediydi. “Neden bana haber vermedin? Neden yalnız başına hareket ettin? Bana güvenmiyor musun?”
Buz mavisi gözlerinin içine bakarken bahane sunmak için ağzımı araladım ama aklıma bir şey gelmedi. Aklıma gelen başka bir şeyi söylemek için dudaklarımı araladım. “Sana o baloya gitmek istemediğimi söylemiştim. Rüya gibi başladı ve sonu kabustan farksızdı. Tolganın düzenlediği balo bu kadar olur işte.” Aslında tam olarak bunu kastetmemiştim kırılmasından korkarak ama düşüncelerim aşağı yukarı böyleydi ve şu durumda itiraf etsem de bir şeye yaramazdı. Bazen çok endişeli ve öfkeli olduğum zamanlar düşünmediğim şeyleri bile ağzımdan kaçırabiliyordum birdenbire. Şu anki durumumda bunun bir kanıtıydı.
Bir süre yüzüme düşünceli bir şekilde baktı ve yüzümde gördüğü bir şey yüzünden eli dudaklarımın kenarına doğru ilerledi. Dokunuşları içimi sızlatıyordu. “Kim yaptı sana bunu?”
Hala gözlerinin içine bakarken beceriksiz bir şekilde gülümsedim. “Bir isim veremem ama esmer, yeşil gözlü, kalıplı biriydi işte. Bana böyle yaptı ama kendisi daha beter halde. Muhtemelen gözünü hastane de açacak.”
O da bu dediğimi göz devirip gülümserken adımı üç kez tekrar edip kafamdan tutarken yavaşça yana gelecek şekilde göğsüne yasladı. Eli saçlarımı okşarken söylendiğini hissediyorum. “Ne yapacağım ben seninle, resmen bela paratoneri gibisin.”
Yanağım göğsüne bastırırken belli belirsiz gülümsedim. “Ve sende bu bela paratonerine yanıksın.” İnkâr etmeyip sadece kahkaha attı tınısı melodi gibiydi. Ondan ayrılmaya çalışırken aklıma geleni söyledim. “Biz burada böyle fingirdeşiyoruz ama büyük bir sorunumuz var. Kardeşim tehlikede Karan acaba diyorum elimizi çabuk mu tutsak biraz?”
“Haklısın, hadi çıkalım sen önden git. Arabam hemen binanın karşısında, taburcu işlemlerini halledip arkandan geleceğim.”
Bir şey demeyip ondan önce banyodan çıktım ve binanın holünde ilerleyip çıkış kapısına vardım. Birkaç dakika sonra arabanın sürücü tarafındaki kapısı açıldı ve oda yerini aldı. Kapıyı geri kapattıktan sonra motoru çalıştırdı.
*****
Tolganın telefonunun sinyalini takip ettiğimiz yol sonunda limana yakın bir yere vardığında arabadan çıkıp etrafa hızlı bir göz gezdirdim. Adım başı terk edilmiş depolarla dolu bir mekâna getirmişti sinyal bizi. Derenin telefonu takip ettirememiştik, sanırım telefonu kim ele geçirdiyse ya yok etmişti ya da komple kapatmıştı.
Karanda yanıma geldiğinde etrafı süzdü. Bakılabilecek beş potansiyel bina vardı. Başımı Karandan tarafa çevirdiğimde beklenti içerisinde bana baktığını gördüm. “Bir sürü depo var burada. Hepsine beraber bakarsak bayağı zaman kaybederiz. Burada yollarımızı ayıralım bence. Sen sağ taraftan git bende sol taraftan. İlk bulan haber verir.”
Kafasını onaylarcasına salladığında ona arkamı dönüp gözüme kestirdiğim bir binaya doğru koşturdum. Burası çok büyüktü ve her binanın arasında elli adımlık mesafe vardı. Yanına yaklaştığım binanın kapısına dokundum ve ittirmeye çalıştım. Lakin kilitliydi açılmadı. Binanın yanından dolaştım camlarına baktım. Siyah filmle kaplanmış gibiydi hiçbir şey göremiyordum. Arka tarafta da herhangi bir girişi olabilirdi. O tarafa doğru ilerledim. Kapı, pencere indirmekle uğraşacak zamanım yoktu.
Çünkü Tolga yolda gelirken mesaj bırakmıştı. Derenin olduğu bina bombalarla kuruluydu eğer geç kalırsak bina havaya uçacaktı ve kardeşimi kaybedecektim. Bunun ihtimalini olumsuz anlamda kafamı iki yana sallayarak aklımdan defettim. Arada bir telefona bakıyor Karandan mesaj bekliyordum. Önünde durduğum binanın da içinin boş olduğunu gördüğümde diğer binaya doğru ilerledim.
Bu bina da boş çıktığında etraftaki küçük binalara baktım. Hepsini tek tek kolaçan edecek vaktim yoktu. Birkaç adım daha attığımda karşıma şimdiye kadar gördüğüm binaların en büyüğü çıktı. Burası denize yakındı ve hemen arkasında kara bitiyordu. Deren deminden beri gördüğüm binaların içinde değilse kesinlikle bu binadaydı. Karandan da ses seda yoktu ve bu da benim tahminimi doğruluyordu.
Derin bir iç çekip gülümsedim ve binaya doğru ilerledim. Deren sadece birkaç adım uzağımdaydı. Kulağıma tuhaf bir ses art arda gelirken kaşlarımı çattım. Heyecandan atan kalbim tüm sesleri bastırıyordu. Ardından o ses sustu ve ilk birkaç dakika sessiz sakin duran binanın ilk önce camları kırıldı ve bina büyük bir gümbürtüyle havaya kalktı elimi savunmak için yüzüme doğru tutarken patlamanın şiddetiyle birkaç santim geriye doğru düştüm. Yerde sırt üstü uzanırken az önce olan şeyleri idrak etmeye çalışıyordum. Az önce karşımda duran heybetli binadan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Sadece karşımda moloz yığınları duruyordu şu an. Telefonum çalıyordu ama benden birkaç adım uzaktaydı ve açmaya korkuyordum.
Şu an olumsuz olan her şeyden korkuyordum. Derenle son vedalaşmam böyle olmamalıydı. Gülümsediğinde çıkardığı kahkahaların bıraktığı mutluluğu hissetmeliydim. Son görüşüm yanıma geldiği ve sarıldığımız hiç ayrılmadığımız zaman olmalıydı. Son senesiydi ve sene bittiğinde yanıma gelecekti beraber olmaya devam edecektik. Ben ona sürpriz parti hazırlayacaktım. Mutlu olacaktık ama beraber olacaktık.
Yanan harabe binaya bakarken gözlerim yaşla doluyken aklıma anılar bir bir yıldırım gibi düşmeye başladı. O karelerde kardeşimle beraber kimi zaman mutlu kimi zaman küs kimi zaman ayrıydık. Ama kardeştik ve birlikte her şeyin üstesinden gelmeye çalışıyorduk. Ailemizi kaybettiğimizde teyzemiz yanımızda olmuştu bizi koruyup kollamıştı. Deren hayata küsmüştü o kayıptan sonra uzun süre konuşturamamış dışarı çıkaramamıştık onu. Sonra doktora götürmüştük, iyileşmişti zaman almıştı ve ilk kez o gün doğum gününü kutlamıştık Derenin. Onun başarılarında mağlubiyetlerinde hep yanında olmuştum. Sonra polis olmayı istediğimde seçtiğim yola rağmen arkamda durması.
Şu yanan bina benden sadece Dereni almamıştı, ona dair tüm yaşanmışlıklar hatıralar da o binada onunla yanmıştı.
Karşımda hala yanmaya devam eden binaya ve moloz yığınlarına bakıyordum kilitlenmiştim. Pislik herif her şeyi berbat etmiş. Kardeşimle ilgili kurduğum güzel ihtimalleri kanlı elleriyle kirletmişti. Onu karşımda görürsem yapacağım ilk şey doğduğuna pişman etmek olurdu. Kardeşimi geri getirmezdi ama içimi bir nebze olsun soğutabilirdim. Olduğum yerde doğrulup kafamı zemine doğru vurmaya başladım. Üzüntüden kafayı yerken saçma sapan şeyler yapıyordum. Ama acı hissiyatının sınırına ulaşmıştım. Duygusal acı tüm fiziksel acıları bastırıyordu. Yere gömdüğüm yüzümü ellerimden destek alarak geri çekerken önümde beliren siluete baktım. Karan olduğunu sanmıyordum. Onun kıyafetleri böyle değildi. Yüzüm yara bere içinde kalırken elimi gözlerimin üzerine getirip ovuşturdum. Elimde hissettiğim sıvıyı görmek için yüzümden çekmem gerekti. Kollarıma doğru akan kırmızı akıntıyı hissettiğimde fazla ileriyi gittiğimi anladım.
Her şey yeni yeni yerine otururken binadan çıkan alevlerin etrafı buğulu göstermesine rağmen onu görebiliyordum. Dizlerimden destek alıp hırsla olduğum yerde doğruldum vücudumda müthiş bir enerji patlaması hissediyordum. Ona doğru koştum ve havaya zıplarken bedenine yaklaştım ve şaşkınlıkla bakan suratına pis sırıtışımı sunarken karnına attığım tekmeyle yere düşmesini sağladım. Yere ayaklarımın sağlam basmasını sağladıktan sonra yanına ilerleyip karnının üzerine oturup iyice yerleşirken yüzüne ardı ardına yumruklarımı indirdim.
Acı içinde inlemiyor veya beni durdurmaya çalışmıyordu. Baloda haddini aştığı için attığım yumruğun bir benzerini daha suratına patlattığımda aklıma dünkü konuşmamız esnasında Derene attığı tokat geldi. Vurmaktan kızarttığım, yer yer kanayan ve moraran suratına bakarken sordum. Sesim sakin çıkıyordu. “Hangi elinle vurdun ona?”
Ölümcül sakinliğim ruhunu ürpertmiş olmalı ki moraran gözlerini olabildiğince açıp endişe ve korku karışımı bir suratla bana baktı. Endişeliydi çünkü üstüne çıkıp onunla konuşan Azra tanıdığı normal Azra değildi. Korkuyordu çünkü karşılaştığı bu, yeni Azra’nın neler yapabileceğini kestiremiyordu. Onu umursamayıp ilk sağ elinden başladım ve bileğinden kavrayıp gözlerinin önüne getirdim. “Sanırım bu elindi. Bayağı güçlü vurmuştun diğer taraftan ses geldi. Şu kirli elini, kardeşimin kanıyla kirlettiğin elini kırmamam için bir sebep söyle.” İfadesiz duran suratıyla bana bakarken anladığımı belirtircesine kafamı salladım ve parmaklarını parmaklarıma geçirirken bileğini olabildiğince döndürdüm. Acı içinde bağırdı.
Bağırması içimi bir nebze olsun soğutmadı, her haykırışı kardeşimin acı dolu sesini kulağıma getirirken közlenen öfkem daha da alevlendi. Tek sorun ölümden bile soğuk olan yüz ifadem bunu dışarıya yansıtmıyordu. Acıyla buruşan yüzüne ifadesizce bakarken aklımdan geçenleri duvara anlatıyormuşçasına dudaklarımdan dışarı döküyordum.
“Sen ona vurduğunda eminim onun da canı çok acımıştır, zavallı kardeşim sana karşı koyabileceği gücü yoktu. Kim bilir benden sakladığın daha neler yaptın ona?”
Onun yüzüne bakarken kendi kendime konuşup duruyordum. Onun cevap vermeye benim de bunu sonlandırmaya niyetim yoktu. Bu boşluk duygusu kardeşimden hatıra kalırken ona sıkıca tutundum. Bırakmaya niyetim yoktu. Acı içinde büktüğüm elinden ellerimi çekerken ona baktım. “Bunun içinde de bir oyun var mı? Hala bana karşılık vermiyorsun ama kardeşime acımamıştın. Söylesene sabahki gibi bir konvoy karşılayacak mı beni yine? Peşine taktığın adamlarını nerede saklıyorsun? Bu kadar tepkisiz durman hayra alamet değil.”
Cevap vermeyip söylediğim tüm şeyleri sakinlikle dinlerken ellerini yukarı doğru kaldırıp alnıma dokundu. İğreniyordum ama durduramıyordum da. Eline bulaşan kana ve yara bere içinde kalan suratıma bakarken fısıldadı. “Yüzün yara bere içinde. Harabe gibisin dokunsam bayılacaksın ve dert ettiğin şey bu mu?”
Histerik bir şekilde gülerken cevapladım. “Senin de istediğin bu değil miydi?” Kollarımı iki yana açarak kendimi işaret ettim ve güldüm. “Yıkıldım işte beni yıkmayı başardın. Hissizim sayende. Mutlu olman gerekirdi. Sense şaşırıyorsun.”
Yüzüme anladığını belli edercesine baktığında sanki pişmanlık kırıntısına dair bir kırılma görmüştüm grilerinde. “Beş dakika demiştin, neredeyse iki saat oldu. Geç kaldın.”
“Yolda birtakım sıkıntılar çıktı kusura bakma. Sonuçta şu an buradayım ve sende elimin altındasın. Yani sözümü tutabilmişim. Geç olsun güç olmasın.” Ona vurmaya kaldığım yerden devam ettim sadece birkaç kez kafasını yere sertçe çarptırdığımda onun acıyla karışık kahkahasını duyuyordum. Dişleri kan içinde kalırken güçlükle konuşmaya çalıştı ama öncesinde ağzında biriken kanı kafasını sağa çevirerek tükürdü. “Elinde bayağı ağırmış, şovunu izledim bugün. Etkileyiciydi. Bir araba dayak yedin ama hala güçlüsün. Bu gücün kaynağı nereden geliyor?”
Onun gibi sırıtırken yüzüne bir yumruk daha indirdim ve yakasından iki elimle kavrayıp kendime doğru çekerken iyice yüzüne yaklaştım. Şeytanı bir şekilde sırıtıyordum. Bilen bilir her şeyini kaybeden bir insanın sırıtışı böyle olurdu. Çünkü kaybedecek bir şeyi kalmayan insan dünya üzerindeki en tehlikeli insan olmuştur artık. “İnan bilmek istemezsin ama illa bir ipucu vermem gerekirse sana olan nefretim doğru cevap olurdu. Bu arada sabahki sürpriz içinde sağ ol senin için elimden geldiğince güzel karşılamaya çalıştım. Malum senin hediyelerin geri iadesi yok.” Bunu söylerken az önce içinde Derenin de bulunduğunu düşündüğüm ama patlayıp içindeki her şeyi yok eden binadan bahsediyordum.
Lafın geldiği yeri anlayıp dudaklarını birbirine bastırdı. Diyecek bir şey bulamamıştı. Onun bu haline bakarken kahkaha attım. Yanaklarından tutup sıkarken sesimi incelttim tavırlarım bir bebeği sever gibiydi ama aradaki fark ben bir bebeği değil bir şerefsizi seviyormuş gibi davranıyordum. “Ayy çen mahcup olabiliyor muydun ya? Surata bak surata utandın mı çen? Pişman mı oydun yoksa?”
Yaralı ve morarmış suratıyla ve yarı açık tutabildiği şişmiş gözleriyle bana bakarken yanağını sıkan ellerimi bileklerinden tuttu ve gözlerime baktı. “Tamam sen artık olmuşsun, şu saçmalığı kesersen sana bir şey itiraf edeceğim.”
“Yoksa bana aşk itirafı falan mı edeceksin? Baloda da bakışların bakış değildi zaten. Dokunuşlarında pek dostça değildi. O kadar uğraştın benimle. Üstelik nefrette ediyorsun. Böyle bir şeyle çıkıp gelirsen şaşırmam yani.”
Dudaklarını şaşkınlıkla aralarken gözlerini kırpıştırdı, dahi çıkarımıma diyecek bir şey bulamıyordu. En sonunda konuşmayı başardı. “Saçmalama, sadece kardeşinle ilgili bir şeyden bahsedecektim.”
Gülümsemem dediği şeyle dağılırken yüzüm ifadesiz bir hal almaya başladı ve bileklerimi ellerinden kurtarıp bu kez de suratına kafa attım. Kafamı çektiğimde burnunu acı içinde tutup inliyordu. “Ölen insanın adını ağzına almamalısın, dirisine saygı duymadın bari ölüsünü rahat bırak. Kardeşim bunu hak etmiyor.”
O hala acıyla burnunu tutarken birinin bana seslendiğini duydum. “Abla.”
“Defne.”
Sonraki ses Karana aitti bir süre şaşkın bir şekilde üstünde oturduğum bedenin çürümeye yüz tutan suratına baktım. Aynı narin ses tonu tekrar kulağıma dolarken gözlerim yine yaşarmaya başlamıştı. Tolga ise pes ettim dercesine ellerini iki yanına zemine doğru bırakıp gözlerini yumdu. Bu ona yaşatacağım son acı bile değildi. Bu sadece isyandı, intikam sonrasında gelecekti. Bunun tadında olmasını sağlayacaktım. Ondan intikam almanın keyfini dibine kadar tadacak bana yaşattıklarının acısını sonuna kadar ondan çıkaracaktım.
“Abla, buradayım. Bana bak.” Kafamı yavaşça ondan tarafa çevirdim. Karanın omzuna kolunu atmıştı, muhtemelen Karan istemişti destek olabilmek için. Yüzünde yorgun ama mutlu bir ifade varken buruk bir şekilde gülümsüyordu. Karşımda bana endişe ve beklenti karışımıyla birbirinden güç alan ikiliye baktığımda aile denilen kavramın tam olarak bu tablo olduğuna kanaat germiştim.
Tolganın baloda kulağıma fısıldadığı aile imasından daha gerçekçi ve daha güvende hissettiriyordu. İfadesiz suratım gevşerken sadece derin bir nefes alarak gülümsedim ve dövmekten bayılttığım Tolganın kulağına doğru fısıldadım. “Aile dediğin öyle değil böyle olur. Sevdiğim adam ve yardım elini uzattığı kardeşim. Benim ailem bu işte. Senin vadettiğinin aksine daha güven veriyor şimdi. Beş para etmez aileni başına çal. Ben ailemi buldum çoktan.” Ardından gülümseyerek ekledim. “Tolga.”