Yeni Üyelik
26.
Bölüm

Şaha Kalkan Duygular

@balleswan

Azra


Gözlerimi açtığımda hastane odasında olduğumu ve bir hemşirenin baş ucumda durup serumla uğraştığını gördüm. Hemşire bana bakıp onu izlediğimi gördüğünde nazik bir şekilde gülümsedi ve ellerini uğraştığı serumdan çekti. "Serumunuz da birazdan biter. Tekrar geçmiş olsun Defne Hanım." Ona cevap vermek için kafamı olumlu anlamda sallayıp teşekkür ettim. Hemşire sadece olumlu bir baş selamı verip odadan çıktı ve bu şekilde ben de iç çekmek için fırsat bulabildim.


"Şimdi nasıl hissediyorsun?" O sesi duyduğum da oda da yalnız olmadığımı fark ettim ve kafamı yavaşça ondan tarafa çevirdim. İlk gördüğüm şey tepkisiz bakan gözleriydi. Oysa bayıldığım zaman endişeyle bağırmıştı. Sonra bana son dediği şey aklıma geldi ve hala onun tepkisiz yüzüne bakarken yutkundum. "İyiyim, beni buraya sen mi getirdin?" Sorduğum şey onun soğuk mavilerini bir an için ısıtıp bana sıcak bakmasını sağlamıştı. Ama bu saniyelikti, öyle ki bir an hayal olduğunu bile düşündüm.


Olduğu yer de geriye doğru yaslanıp kollarını göğsünün hizasında birbirine bağladı ve yine o ukala gülüşü takındı. "Uyanman iyi oldu, ben de sıkılmaya başlamıştım burada öylece durmaktan." Kaşlarımı çatıp olduğum yer de doğrulmaya çalışırken hem belim hem de incittiğim ayağım acımıştı. Bu yüzden acı dolu bir inlemeyi dudaklarımın arasından azat ettim. O sırada sanki oda da bir rüzgâr esmiş ve Karan hemen yanımda bitivermişti.


Acıdan gözlerim yaşarmıştı ama yine de kendimi ona bakmaktan alıkoyamıyordum. Lakin hayranlıkla dolu olduğunu düşündüğüm yüz ifadem onu pek mutlu etmemişti. "Düşüncesiz kadın, neden ani hareketler yapıyorsun? Bana aklımı kaçırtmak hoşuna mı gidiyor?" Hakareti için ona sızlanacak iken son dakika da itiraf ettiği gerçek susmama, susup onu izlememe sebep olmuştu. Çok endişeli görünüyordu, bunu ona söyleyip pişman etmemeye karar verdim. "Ö-özür dilerim, daha dikkatli olacağım. Merak etme."


"Merak etmiyorum, daha dikkatli olmalısın zaten. Olmak zorundasın çünkü-" Öfkeyle başladığı cümlenin sonunu nasıl getireceğini bilemediği için bir süre sadece öfkeyle soluklanmaya devam etti.


Emrivaki tavırları ise sinirlerimi bozmaya başlarken, beni görmediğini düşünerek önümdeki boşluğa bakıp gülümserken dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattım. Ardından başımı kaldırıp meydan okurcasına kaşlarımı çatarak ona baktım. "Çünkü ne, ne çünkü? Bir emir veriyorsun madem devamını da getirsene!" Bir elini tepemdeki baza başlığına yaslarken diğeriyle de kolumu mengene gibi kavramıştı. Konuşmuyor sadece yarı öfke yarı şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ne yapmaya çalıştığını kendisi de bilmiyordu sanırım. İşte bu daha da çok canımı sıkıyordu. Bazen aramıza duvar örüyor sonra bir şey oluyor ve o duvarlar tam kalktı, tam gerçek Karanı görebileceğim sanıyorum ve o duvarlar varlığını belli edip yine bana tosluyorlardı.


"Ben sıkıldım artık, neden kendime daha çok dikkat etmek zorundayım? Canın istediği için mi? Yoksa biraz da olsa beni umursamaya mı başladın? Öyle olsa ne çok gülerdim, çünkü ihtimali bile komik. Sen oyuncaklarını asla önemsemezsin! Bir süre oynar sonra bir kenara fırlatıp atarsın! Benim için de aynı imayı yaptın, benimle oynamak hoşuna gidiyormuş ya, böyle demedin mi geçen gün? Öyleyse şimdi sorun ne?"


Mavi göz irisleri büyüyüp göz bebeği giderek küçülmeye başladığında daha da dibime yaklaştı. Bundan korkmalı mıyım? Bilmiyordum. Kolumu kavrayışı şiddetini daha da arttırırken sanki bir şeylere tutunmaya, öfkesini canlı tutmaya çalışıyordu. Bu, canımı incinen ayağımın acısından daha fazla yakmaya başladığında, dişlerimi sıkıp ifadesiz tutmaya çalıştığım gözlerimle ona baktım. Lakin yaşaran gözlerim canımın yandığını açıkça ele veriyordu. Tüm okyanusu içinde taşıyan parfümünün kokusu burnuma geldiğinde istemsizce gözlerimi yumup yeniden açtım.


Sanki içim biraz da olsa huzurla dolmuştu, öyle ki cehennemi andıran dipsiz mavilerine bakarken az önceki kadar korkmuyordum. Aksine gözlerimi meydan okurcasına daha da kilitledim onun mavilerine. O ise öfkeyle solurken sanki kendini dizginlemeye çalışıyor gibiydi. Sadece birkaç saniye içerisinde kafasını hafifçe eğip yüzüme doğru iyice yaklaştırdı.


"Çünkü ne mi? Bunu gerçekten duymak istiyor musun? Cevabını öğrenmeye cesaretin var mı Defne Acar?" Cevabını deli gibi duymak istesem de sadece adımla hitap etmesi kalbimi kırmıştı. Acıyla gülümseyip gözlerine baktım.


"Defne Acar ha, şimdi de herhangi biri mi olduk? Doğru ne zaman sadece biz olduk ki! Biz hep yabancı-" dudaklarıma kapanan dudakları konuşmamı bölen tek şey olmuştu. Dudaklarımızı şiddetle çekiştiriyor sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sanki, sus dinle. Sadece dinle. Sana olan hislerimin büyüklüğünü gör diyordu. Sanki gerçekten beni arzuluyordu. Bu sefer sadece mutluluk gözyaşları akıtırken onun çağrısına kulak verdim. Ve kalplerimiz bir hastane odasında yeniden bütünleşti. Ya da ben öyle sanmak istedim.


*****


Bir kolumun altında kol değneğini tutarken belimde de Karanın elinin desteği ile evimin kapısından birlikte içeri girdik. En başında beni kendi evine götürmek istediğini söylese de, dün kü yaşadığım adrenalin seviyesi fazla geldiği için bunu ret etmiştim. Çünkü oraya bir daha gidersem neyle karşılaşacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Belki de Tolga hala orada kardeşinin evinde kalıyor olabilirdi.


İçeriye doğru Karanın desteği ile bir şekilde yürüyebilmiştim ama daha fazlasına gücüm yoktu. Sırf kol değneğini bütün bahçe boyunca kolumun altında tutmaktan kolumun gücü de tükenmişti bu yüzden kol değneğini yanlışlıkla yere düşürdüm ve sağlam olmayan ayağım beni yere düşmem için yüz üstü bıraktığında Karanın keyifsizce iç çektiğini duydum.


Tam ona zahmet verdiğimi düşünüp vicdan azabı çekmeye başlamışken, belimde duran elini yasladığı yerden çekmeden sadece biraz yukarı getirip kolumdan sıkıca kavradı. Diğer elini de eş zamanlı dizlerimin altından geçirdi. Bu çok hızlı olduğu için yine başım dönüp hızla omzuna tutundum. O sırada gözlerimi kapatırken çığlık atmıştım.


Bu çığlığımı canımı yaktığına yormuş olmalı ki panikle yüzüme baktı. "İyi misin, fark etmeden bir yerine mi zarar verdim?" Korkuyla kapattığım ama sonradan hafifçe araladığım gözlerimle ona bakarken, endişesini boşa çıkarmak için kafamı olumsuz bir şekilde iki yana salladım. "Hayır, zarar falan vermedin. Sadece düşmek üzereyken ani bir şekilde kucakladığın için irkildim." Sarı saçlarımın sadece birkaç tutamı göğsümden aşağı doğru dökülürken arkama toplananlar Karanın kolları ve sırtım arasında sıkışıp kalmıştı. Birkaç tanesi de sırtımdan aşağı doğru dökülüyordu.


Yüzüme gelen perçemlerim ise çok efor sarf ettiğim için yüzüme yapışmıştı. Yine de bu Karan'ın üzerime sabitlediği endişeli ve yoğun bakışlarını görmeme engel olmuyordu. Gerçekten acı çekip çekmediğimi görmek için bir süre daha bana baktığında omuz silkti. "Peki, dediğin gibi olsun. Bu arada ilk defa senin evine geliyorum. Bana salonun yerini tarif eder misin?" Bir şey demeyip sadece kafa salladım. Uzatmaması işime gelmişti. Bir süre sadece evin içini ona tarif ettim ve salona girdiğimiz de beni yavaşça büyük beyaz kanepenin üzerine yavaşça yerleştirdi.


Bu sayede omzuna tutunduğum ellerimi ondan çekebildim. O da, elinde ki eczane poşetini önümde duran cam sehpaya bıraktı. Ayağımı havada tutmakta zorlanıp yere koymayı düşündüm ve sakat ayağım zeminle yavaşça buluştu. Düşündüğüm kadar acımamıştı ama Karandan gelen onaylamaz bir cıkcıklama ile ondan tarafa baktım. Gözlerini devirip hala ayaktayken oturduğum kanepenin sağ çaprazında duran lacivert renk pufu tek eliyle kavrayıp bana doğru yaklaştı. Bunu yaparken söyleniyordu. "Daha vücuduna dikkat bile etmiyorsun. Antrenör olacaksın bir de."


Cümlenin sonunu getirirken alçılı olan ayağımı bilek kısmından dikkatlice tutup önüme koyduğu lacivert pufun üzerine yerleştirdi. Ben ise yarı hayret yarı hayranlık içerisinde ona bakıyordum. Ağzımı haddinden fazla aralamış olmalıyım ki gülümseyerek elini çeneme yaklaştırdı ve irkilip dudaklarımı birbirine iyice bastırmama sebep oldu. "Terzi kendi söküğünü dikemez dedikleri doğruymuş. Sen bir antrenörsün ama kendine bile faydan yok. Doğru söyle uzaktan eğitimle falan mı antrenör oldun?" Yüzünü daha iyi görebilmek için yönümü sol tarafıma doğru çevirdim. Kucağına aldığı yastığa kollarını yaslamış beni izliyordu.


Sorusuna bir cevap alamamış olmalı ki kaşlarını iki kez yukarı kaldırıp meraklı parıltılarla bana baktı. Ama bu davranışı kaşlarımı çatıp beni az önce olan şeyleri düşündürmeye itmişti. Kastığım yüz kaslarımı gevşerken gülümseyip gözlerimi devirdim ve savunmaya geçtim. "Tabii ki uzaktan eğitimle antrenör olmadım. Sadece spor yapıyordum ve düşüp ayağımı incittim. Hepsi bu, Karan Efendi!"


Hala gülüyordum, ama içten içe onun vereceği tepki içinde endişelenmeden edemiyordum. Ya yine alay edip aramıza o kalın duvarlarını örerse?


Allahtan korktuğum olmamıştı, Karan'da tek kaşını alayla havaya kaldırıp olduğu yer de geriye yaslandı. "Demek artık adımızla hitap ediyoruz ha. Değişikmiş." Öfkelenip ortamı germemesi beni rahatlatmıştı. Bu yüzden dudağımın kenarını hafifçe yukarı kaldırırken omuz silktim. "İlk sen başlattın, sızlanma o yüzden."


Kendimden emin ukala tavrıma bakarken gülümseyip kucağına koyduğu yastığı bir kenara kaldırdı. Ben kaşlarımı çatıp ne olduğunu anlamaya çalışırken gülümseyerek bana doğru eğildi. Aynı zamanda parmaklarını dudağında gezdiriyordu. Gözlerinde şehvetli parıltılar varken benim az önceki gülümsememi taklit etti. "Haklısın, ben başlattım. Madem başlangıcını hatırlıyorsun nasıl bittiğini de unutmamışsındır öyle değil mi?


Yanaklarıma sıcak basmaya başladığında yutkunarak büyüttüğüm gözlerimle ona baktım. İtiraz etmek için ağzımı bile açamamıştım. O da bunu anlamış olmalı ki elini, üzerinde gezdirdiği dudaklarından çekip benim dudaklarıma dokundurdu. Geri çekilirsem korkak diye alay etmesinden korkuyordum ama böyle durmamın da bir faydası olmuyordu. Elimde olsa sakat ayağıma inat kaçıp kendimi onun tehlikeli temasından kurtarabilirdim. Ama ayağımı iki gün üst üste o kadar zorladım ki. Yine acıdan bayılma ihtimalim yüksekti. Beynimin içi tehlike sirenleriyle yankılandığında, dudaklarımda gezinen ellerini hissetmemeye çalışıyordum.


"Eğer unuttuysan seve seve hatırlatabilirim. Bunu büyük bir zevkle yaparım. Tabii istersen. Sadece söylemen yeterli." Meydan okuyan parıltılı mavilerine bakarken, sabahki cesaretimin nereye kaybolduğunu düşünmeden edemedim. Çünkü o deli cesaretine her zamankinden çok ihtiyacım vardı şimdi. Gözlerimi yumup içimi kaplayan arzuya rağmen elimi bileğinden yakalayıp, dudaklarımın üzerindeki hakimiyetine son verdim.


Gözlerimi açıp hala tuttuğum bileğine bakarken kaşlarımı çatıp söylenmeye başladım. "Bu yaptığın büyük haksızlık! Sakatlandığımı görmüyor musun? Bana eziyet etmek hoşuna mı gidiyor yoksa?" Sitemime karşı hayretle araladığı gözlerle bana bakarken bir bileğini tutan elime bir de çattığım kaşlarıma baktı. Ardından gülmeye başladı. Kahkahalı kulaklarımı doldururken ruhum bayram ediyor gibiydi sanki. Yine de bunu dışarıya yansıtamazdım, çünkü ondan etkilendiğimi düşünüp alay ederdi. Sinirli tutmaya çalıştığım yüz ifademle gözlerine bakmayı sürdürdüm.


Tek gülenin kendisi olduğunu fark ettiğinde elini karnına bastırıp kendini dizginlemeye çalıştı. Başarmıştı ama hala gülümsemenin izi dudaklarında varlığını koruyordu. Gülmekten kıstığı, neredeyse kaybolan gözlerini araladığında dostane bir şekilde bana baktı. "Niyetim sana eziyet etmek değildi, ben sadece seni mutlu etmeye çalışıyordum. Ve bu isteğimde hala kararlıyım. Şimdi lütfen gözlerini kapatır mısın? Ben aç diyene kadar açma ama."


Az önce sinirle çattığım kaşlarım bu sefer merakla havaya kalktı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Ona güvenebilir miydim acaba? Hala ona bakarken tereddüt içerisinde sordum. "Neden, bunu istiyorsun? Gözlerimi kapatınca ne olacak, bu da başka bir oyunun mu?"


Hala gülümseyerek bana bakarken göz devirdi ve ellerini yanağıma getirdi. "Soru sorma. Sadece dediğimi yap, lütfen." Peki dercesine iç çekip memnuniyetsizce gözlerimi yumdum. Elinin kapladığı yer ateş gibi yanıyordu. Bir süre sessiz bir şekilde durduk.


"Pekâlâ, başlıyoruz. Şu an nerede olmak isterdin? Şura da olsam mutlu olurdum dediğin bir yer var mı?" Sorusunu tuhaf bulsam da dediği şeyi düşünmeden edemedim. Sahiden ben nasıl bir yerde mutlu hissedebilirdim? Ya da gerçekten böyle bir yer var mıydı? Hala düşündüğümü fark eden Karan sakin bir şekilde beni motive etmeye başladı. "Fazla düşünme, düşündükçe düşüncelerin değişecek. Bu sadece karmaşaya yol açar. Hislerine, kendine karşı dürüst olmalısın. Aklına gelen ilk cevabı vermelisin. Senin kendini en mutlu hissedebileceğin yer neresi?"


Mırıldanıp, onun dediği gibi yaptım ve aklıma gelen ilk cevabı verdim. "Kırlara gitmek isterdim, çiçeklerle iç içe olmak falan. Bedenimdeki tüm stresi toprakla bütünleşerek atabilirdim böylece. Yani öyle sanıyorum." Keyifle sırıttı.


"Güzel, peki yanına birini almak ister miydin? Ve almak isteseydin eğer, bu kişi kim olurdu?" Kendimi kırlarda çiçeklerin içinde hayal ederken gülümsüyordum ve sorduğu soru üzerine yapma bir şekilde somurttum. "Yanıma illa birini almak zorunda mıyım? Yalnız takılsam olmaz mı?" Bu sefer keyifsizce somurtan o oldu. "Çok zor bir kadınsın Defne. Hadi ama! Burada bir şey denemeye çalışıyorum, seni mutlu etmek istiyorum. Yardımcı olursan sevinirim. Evet, şimdi söyle. Yanına kimi alıyorsun?"


Hala gözlerim kapalı, o anı hayal etmeye çalışırken sorusuna şakayla karışık cevap verdim. "Hımm, bir düşüneyim çünkü güzel soru. Kendimi alırdım sanırım. Sonuçta bir insan kendinin en yakın arkadaşıdır." Gülmemek için dudağımı ısırıyordum ve keyifsizce somurtması beni daha da gülmeye itiyordu. "İyi, kendinle mutluluklar diliyorum sana! Belli ki bana ihtiyacın yok, gidiyorum ben. Görüşürüz." Neredeyse kahkaha atarken yanağımdan ayırdığı elini hırsla tuttum ve yumduğum gözlerimi açıp ona baktım. "Ama hem mutlu edeceğim diyorsun hem de sonunu getirmiyorsun. Ne biçim bir iyilik anlayışı bu?"


Kafasını önündeki TV ye çevirirken göz ucuyla benden tarafa baktı ve omuz silkti. "Beni seçseydin, nasıl bittiğini öğrenebilirdin belki. Ama seçmedin, yapacak bir şey yok o yüzden." Onu anlıyormuş gibi kafamı olumlu anlamda salladım ve dudaklarımı büzdüm.


"Anlıyorum, halbuki ben de sana sürpriz yapmak istemiştim. Kır tarlasında kendimi hayal ederken yanıma aldığım kişi aslında sendin. Kendimi aldığımı söylerken aslında senden bahsediyordum. Çünkü atık birbirimize benzemeye başladık. Seni kendime daha yakın hissediyorum Karan."


Televizyondan ayırdığı bakışlarını şaşkınlıkla bana kilitlediğinde aralanan dudakları da yaşadığı şok hissinden nasibini almıştı. Onu böyle izlemek bana dayanılmaz bir zevk veriyor, rakibim olduğunu düşündüğüm ukala mafya adamı Karan'ı git gide avucuma aldığımı hissediyordum.


Gözlerim, bunları düşünürken onun omzunun yukarısına kaysa da gülümseyip yine gözlerine çıkarmayı başarabildim. Ve hala ona aşkla dolu olduğunu düşündüğüm gözlerle bakarken yanağıma yasladığım elini alıp avuç içini dudağıma gelecek şekilde yüzüme doğru yaklaştırdım. Bunu yaparken hala gözlerinin içine bakıyordum. Sonra gözlerimi yumup dudaklarımı avuç içine bastırdım.


Ardından dudaklarımı bastırdığım avuç içinden çekip sevinçle ona baktım. Gözlerini kapatmış sanki bir şeylere karşı direnmeye çalışıyor gibiydi. Belki de bana karşı dizginlemeye çalıştığı gizli arzularını uyandırmış olabilirdim. Bu ihtimali doğru kullanabilirsem durumu lehime bile çevirebilirdim.


Az önce öptüğüm avuç içini yavaşça kucağıma doğru bırakırken diğer elimi yüzüne doğru yaklaştırdım ve yanağını kavradım. Durağım göz kapaklarının yanıydı, elimi oraya çıkarmaya başladığımda beklemediğim bir şey oldu. Kapadığı gözlerini açarken eli, yüzünü gezinmeye başlayan elimin bileğinden kavradı. Bu sefer şaşırma sırası bana geçmiş gibiydi sanki.


Bakışlarındaki tutku yerini saf şüpheye bırakmaya başladığında çattığı kaşlarının altından bana baktı. Ve bastırmaya çalıştığı kalın sesiyle konuştu. Elim hala bileğimden kavradığı elinin hakimiyetindeydi ve kavradığı yeri çok sıkıyordu. Acaba bunun sonucu nereye varacaktı? "Ne yaptığını sanıyorsun? Amacın bana kontrolümü kaybettirmek mi?" Tutkuyla koyulaşan mavilerine bakarken içine düşecekmiş ve o maviler beni yutacakmış gibi hissederken yutkundum. Sorduğu soruya yanıt bekleyip beklemediğini bilmiyordum. Ama bana, çattığı kaşlarının altından beklentiyle bakarken, bir şey söylemek için zorladım kendimi. Ve beynim ancak inkâr etmeye itti beni. Yutkunmaktan ve derin nefesler almaktan sesim varla yok arası çıkıyordu. "Ne, ne demek istiyorsun? Ben sana ne yapmaya çalışıyor muşum ki?"


Alayla çattığı kaşlarının altından sinirle gülümsedi ve soluklandı. "Bir de ne yapmışım ki diyor! Saf ayağına yatmayı kes Defne! Niyetini biliyorum, beni düpedüz baştan çıkarmaya çalışıyorsun sen!" Şok içerisinde ona bakıp cevap veremezken bu halimi fırsat bildi ve tuttuğu bileğimi bana doğru yaklaştırırken neredeyse itercesine oturduğum kanepede sırtımı kanepenin başlığına yaslamama sebep oldu. Sakat olan alçılı ayağım hala pufun üzerinde duruyordu.


Sırtımı yasladığım kanepe ile üzerime doğru eğilen Karan arasında ekmek arası olmuş bir şekilde duruyordum. Gözlerim, bir bileğimi kavrayan eline bir de bana tutku dolu bir öfkeyle bakan Karanın gözleri arasında mekik dokurken, bileğimi bırakması için kendime doğru çekmeye çalıştım. Yatakta yaşanan ufak çaplı kazadan sonra bu en yakın ikinci temasımızdı ve çok tehlikeliydi. Kurtarmak için kendime çektiğim bileğimi daha da sıkı tutarken hala aynı öfkeyle gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Şimdi de haylazca gözlerimin içine baksana! Yanağımdan öp mesela ya da dudağımdan. Neden geri çekildin, tüm cesaretin buraya kadar mıydı?"


Hala korkuyla ona bakarken gözlerimi, kuvvetle tutup öfkesi arttıkça tutuş şeklinin şiddetini de arttırdığı için acıyan bileğime çevirdim. Ama bu davranışıma öfkeyle soluyarak çenemden kavrayıp ona bakmamı sağlayan eli bu anın kısa sürmesini sağladı. Bana sadece boşta olan sol elim kalmıştı. Öfkeyle alıp verdiği nefesler yüzüme vururken huzursuzca gözlerimi kapattım. Bu işkenceye nasıl bir son verebilirdim? Bir ayağım alçıda ve sakattı, diğer ayağım ise kaldırıp karnına tekme atamayacağım kadar uzak bir mesafedeydi. Tokat atabilirdim, sol elim boştaydı sonuçta. Ama, ya bu onu daha çok kızdırırsa?


Gergin bir şekilde dudağımı ısırırken yumduğum gözlerimi açtım. Tek bir seçenek vardı önümde. Çok riskli olacaktı bunu yapmam ama başka çarem de yoktu. Ben yapacağım hamle için doğru zamanı kollarken boşta kalan sol eliyle sol kolumu tutup hafifçe beni ırgaladı ve yine öfkeyle bağırdı. "Bir şey yapsana ya da söylesene Defne! Hepsi bu kadar mıydı?" Bağırırken çıkardığı gürültülü ses kulaklarımı doldururken yine huysuzca gözlerimi kısa bir an için yumdum. Bu sefer yumduğum gözlerimi öfkeyle açarken bastırdığım kalın sesle gözlerine bakarken sorarcasına konuştum. "Gerçekten ne yapacağımı görmek mi istiyorsun? Bunu yaparsam öfken dinecek mi mesela ya da sonuçlarına katlanabilecek misin? İkimiz de pişman olabiliriz yoksa!"


"Laf değil, icraat istiyorum! Yap bakalım şovunu, yapabiliyorsan!" Tutkuyla harmanlanan koyu mavilerine bakarken, sıktığım dişlerimin arasından tıslarcasına konuştum. "İyi, bunu sen istedin!" Hala öfkeyle bakıyordu ama biraz da olsa şaşkınlık parıltılarını görebildiğimde, vakit bu vakit deyip yaslandığım yerden doğruldum ve hala yüzüne bakarken dudaklarımla dudaklarını kavradım.


Dudaklarım onun dudaklarıyla buluştuğunda gözlerimi yumdum. Ardından onu afallattığım için serbest kalan sağ elim ve çoktan boşta kalan sol elimle yüzünü iki elimin içerisine aldım. Belimi doğrultup ona doğru yaklaşmam için kendini geri çektiğinde, direnmediğini anlamıştım. Yine de hala araf 'ta kaldığı belliydi. Hala sadece dudaklarının üzerini öptüğümde dilimi yavaşça dudaklarımın içinden çıkardım ve onun dudaklarına dokundurduğum da dudaklarını aralamasına sebep oldum.


Ne olduysa bu hamlemden sonra oldu, kaybolduğu araftan çıktı ve boşta kalan elleri önce belimi bulup beni daha çok kendine çekti. Bundan daha da cesaret aldığımda dilimi ağzının içinde bir süre gezdirip yine diline değmesini sağladım. Onun eli de belimden yukarı çıktı ama sadece sağ eli kafama, ardından saçlarıma ulaştı. Sol eli hala sırtımdaydı. O da benim dil oyunlarıma kendince cevap vermeye başladığında, bundan zevk alsam da nefessizlik hissi de kendini belli etmeye başlamıştı. Bu sefer Karan'ı attığım arafa düşen bendim.


Direnmiyor sadece ona karşılık vermeye çalışıyordum ama yorulmuştum. Dudaklarıma değen dudakları gülümsediğini belli edercesine kıvrıldığında bitmeye yaklaştığımı anlamıştı. Ben, bundan zevk alıp oyunu sürdürmeye devam edeceğini düşündüğümde, dudaklarımızı ayırıp dillerimizin birbiri üzerindeki hakimiyetine son verdi.


Yorgunluktan kıstığım gözlerimle, onun zevkten parlayan ukala parıltılarına, ardından öpülmekten ıslandığı için kızaran kırmızı dudaklarına baktım. Göğsüm uzun zaman sonra aldığı oksijene doyamamış olmalı ki şiddetle inip kalkıyordu. Buna rağmen ona bakıp konuşmaya çalıştım. Sesim fısıltıdan farksız çıkmıştı. "Şimdi memnun musun? Oldu mu istediğin?" Bir eli belimi tutmayı devam ederken, saçlarıma attığı elini kafamdan çekip dudaklarıma getirdi. Gözleri tutkuyla parıldıyordu. "Tahmin bile edemezsin, bence bunu sık sık tekrarlamalıyız. Güzel bir şeye benziyor, beğendim."


Az önce öpüştüğümüz için ıslak ve şişkin olan kırmızı dudaklarım, onun elini üzerinde gezdirmesiyle karıncalanmaya başlamıştı. Bu yüzden yüzünü kavradığım ellerimden birini dudağımda gezinen elinin üstüne koyup temasına son vermesi için kendimden uzağa ittim. Diğer elimle de göğsüne dokunup üzerimden kalkması için onu ittirmeye çalışıyordum. "İyi, kalk artık üzerimden o zaman. Çok ağırsın ayrıca. Kilolu olmadığına emin misin?"


Demin tutkuyla parıldayan gözleri hayretle aralandığında, ben endişeyle ne yapacak diye bakarken dizimin üzerindeki elimi bileğinden kavrayıp karnına doğru götürmeye başladı. "Baklavaları' mı göstersem düşüp bayılırsın eminim. Ama sen kalkmış, kilolu olmadığından emin misin diyorsun? Bak bakalım kilolu muyum? Bunu derken elimi karın kaslarına doğru yaklaştırdı ve bir süre oralarda dolandırdı. Bense sadece şaşkınlıkla ağzımı aralayıp onun bu hareketini izliyordum. Kaslarının katları üzerine giydiği siyah badiden varlığını belli ederken sadece yutkundum. Bu halimi görüp zevk alan Karan kahkaha atarken konuşmaya başladı. Kavradığı bileğimi hala bırakmamıştı. "Sence kilolu muyum, Defne Hanım? Bu şekilde anlayamadıysan, daha ayrıntılı görebilmem için badimi çıkarabilirim. Bu sefer gözlerin bayram eder hem. İstemen yeterli sadece." Cümlenin sonlarında konuşmayı bırakıp gözlerini kırptı.


Ona tokat atmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu yüzden öfke ve memnuniyetsizlikle yüzüne baktım. Bu sıra da ellerimi onun ellerinin hakimiyetinden kurtarmaya çalışıyordum hala. " Neden kızıyorsun anlayamadım. Geçen gece, yatakta alt alta üst üste yatarken, karın kaslarıma bakmamak için kendini zor tutan sen değil miydin?"


"Nee?" ağzımdan bir çığlığı firar ederken inanamıyormuş gibi ona baktım. O ise hala kahkaha atıyordu ama sonunda elimi bıraktı. Onun yerine kollarını göğsünün üzerinde bir araya getirip bağladı. "Geç, bu istemem yan cebime koy ayaklarını, Defne. Eskidi yemezler artık bu oyunları." Sağ kaşımı alayla yukarı kaldırırken ona sen ne ayaksın bakışı attım. "Olsun, buzdolabına koyar. Acıkınca ısıtıp yersin sen de."


"Seni özledim ama bu huyunu hiç özlememişim. Gerçekten insanı hayattan soğutan bir espri anlayışın var Defne. Sırf bu yüzden seni cezalandırabilirim, biliyor musun?" Gülümseyip ben de onun yaptığı gibi yapıp kollarımı önümde birleştirdim. Aynı zaman da omuz silkmiştim. "Kesin yine saçma bir ceza vereceksin. O yüzden umursamadığım cezanı bilmek istemiyorum. Karan efendi." Anladığını belirtircesine kafa salladı ve olduğu yer de sırtını kanepeye verdi. "İyi, sen öyle diyorsan öyle olsun. Ben istediğimi elde ettim ne de olsa. Gerisi beni ilgilendirmez."


Umursamaz bir tavırla önümde bağladığım kollarımı çözerken olduğum yerde doğruldum ve merakla ona baktım. Şimdi pervasızca görünme sırası ondaydı. "Niye, neyi elde ettin? Biraz daha net konuşur musun?" Bir süre daha cevap vermeyip gözünü diktiği plazma tv ye baktı. Beni merakta bırakmak hoşuna gidiyordu sanırım. Gözlerim sinirden seğirmeye başladığında kolunu hafifçe dürttüm. "Karan, neyi elde ettin? Beni delirtme de söyle. Bak ayağım alçı da demem tekmeleye tekmeleye döverim seni!"


Omuz silkerken sinsice sırıttı. "Sıkıyorsa yap, tabi sonrasında yaşayacağın acıya katlanabilecek misin? Orasını bilemem."


Söylemeyecekti, tehdidimden zerre korkmaması bunu gösteriyordu. Sıkıntıyla yanağımı şişirip ofladım. "Kol değneğim neredeydi benim? Gitmek istiyorum. Otur burada kös kös sen. Seni varlığımla daha fazla ödüllendirmeyeceğim."


Tepki vermeyip hala televizyona bakarken kıkırdadı. "Yapabiliyorsan yap, değnek evin girişinde, yerde duruyor. Az önce sakar birisi oraya düşürmüştü. Nerede olduğunu sen daha iyi bilirsin ne de olsa. Öyle değil mi?"


"Allah'ın cezası, bunu yanına bırakmayacağım!" O sitemime kahkaha atmakla yetinip kılını bile kıpırdatmazken işin başa düştüğünü anlamıştım. Olduğum yer de doğrulup alçılı olan ayağımı bilek kısmından kavradım. "Kendini daha da sakat bırakmak istiyorsun sanırım. Yalnız söyleyeyim. Bu yaptığın düşüncesiz girişimin seni benim elime daha da düşürecek. Yine de yapmakta kararlı mısın?"


Elimi kavradığım ayak bileğimden çekmeden cevap verdim. "Destek olmayacaksan köstekte olma. Bana bir iyilik yap ve kapat o çeneni! Zira dediğin şeyler zerre umurumda değil." İçimden beşe kadar sayıp alçılı ayağımı yavaşça kaldırmaya çalıştım. Lakin uzun zamandır hareketsiz durduğu için karıncalanmaya başladı ve bu da acıyla inlememe sebep oldu.


"Kafan iyi mi senin? Zaten sakat olan ayağını daha da mı incitmek istiyorsun?


Bunu yapmak ayağını kaybetmene sebep olacak! Ben kalbini kırmadan önce derhal bir son ver buna!"


Onun dediklerine kulak tıkayıp karıncalanan ayağımı bir süre ovalayıp, düzeldiğinden emin olduğum da iki elimi koltuğa yasladım ve kendimi ayağa kalkmak için yukarı ittim. Ardından az önce ayağımı kaldırdığım pufa tutunup ilerlemeye başladım. Lakin koltuktan hızla kalktığım için yine başım döndü ve diz üstü koltuğun kenarına kapaklandım. Uzun süre oturmuş olmak bedenimi olduğundan güçsüz düşürmüştü. Alçıda olan ayağım alçının varlığından dolayı yere değmediği için fazla acımadı.


Fakat Karan adımı o kadar şiddetli şekilde bağırarak söylemişti. Ki canım sanki gerçekten acıyormuş gibi ağlamaya başladım. "Gerçekten yaramaz bir çocuk gibisin Defne!" Ellerimle yüzümü kapatıp hıçkırarak ağlarken, onun sıkıntıyla iç çektiğini duydum. Sonrasında ise kollarıyla beni sarıp sırtımı desteklercesine sıvazladı. Sanırım bu hareketiyle beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sırtımı iki koluyla birden kavrarken diğer eli sırtımda seyahate çıkıp kafama ulaştı. Ardından elini saçlarımın üzerine getirip, üzerinde nazikçe gezdirdi.


"Seninle ne yapacağım ben? Bazen öyle şeyler yapıyorsun ki çaresizlikten elim ayağıma dolaşıyor." Sesi hem beni sakinleştirmek için kadifeli bir tonla çıkıyor bir yandan da sanki düşünceli bir şekilde kendiyle konuşuyor gibiydi. Ellerim ağlamak için kapattığım gözlerimin üzerinden çekerken, merakla kafamı kaldırdım ve onun boşluğa dalıp giden bakışlarını izledim. Eli bir süre daha kafamın üzerinde oyalanırken, ona baktığımı fark etmiş olacak. Ki kafasını benden tarafa çevirdi ve sıcak bir şekilde gülümsedi. Düşünce dolu bir gülümsemeydi bu.


Gözleri, yüzümden ayrılıp üstüne oturduğum bacaklarıma, oradan da alçıda olan incinmiş ayağıma kaydı ve gülümsemesi silinir gibi oldu. "Ayağın nasıl, başın döndüğü zaman dengeni kaybederken üzerine mi düştün?" Kaşlarımı çatarak bulanık gözlerimin ardından ona baktım ve kolumun tersiyle yaşlarımın değdiği yeri silip, bakışlarımı Karandan çekip alçılı ayağıma çevirdim. Hala acıyıp acımadığını anlamak için yavaşça döndürdüm.


Bir acı hissetmediğimden emin olduğum da bana hala endişe içinde bakıp bir cevap bekleyen Karana çevirdim gözlerimi. Ve hala ona bakarken kafamı iki yana salladım. "Hayır, düşerken bilerek bacaklarımın üzerine doğru düşmüştüm. Ayaklarım da alçı var. Yere değdiğinde canım yanmadı bu yüzden." Gözlerini kısıp birkaç saniye hem beni hem alçı da olan ayağımı süzdü. Onu endişelendirmemek için yalan söyleyip söylemediğimden emin olmaya çalışıyordu.


"Yalan söylemiyorum, gerçekten acımıyor. Acısa, bu kadar sakin duramazdım. Fakat daha fazla burada öylece durursak, incinmekten değil de kramp girdiğinden canım yanacak." Sesim, ağladığım için boğazımda bir yumru varmış gibi kısık bir tonda çıkıyor. Boğazımı dikenli teller kavrayıp sıkıyormuş gibi hissediyordum.


Buna rağmen onu endişelendirmemek için bir şeyler söylemem gerekiyormuş gibi bir mecburiyete kapılmıştım. Anladığını belli edercesine kafasını salladı ve derin bir nefes alışverişi yaparken, başımın üzerini kavrayan ellerini sırtıma doğru getirdi ve belimi kavrayan eli de bacaklarımın altına getirmek için bana dizlerimin üzerine kalkmamı söyledi.


Anladığımı delirtircesine kafa sallayıp dudaklarımı ısırarak bacaklarımın üzerinde doğrulmaya çalıştım ve Karan bu şekilde ellerini bacaklarımın altından geçirip beni kucağına alabildi. Ellerim adeti haline gelmiş bir şekilde onun omzunu kavrarken bir süre sadece yüzüne baktım. Koltuğun yanından benimle kalkarken nereye gideceğini bilmediği için kafasını eğip bana baktı. "Bana tavır alarak kalkıp gitmeyi isterken, nereye gitmeyi düşünüyordun?"


Soruyu soruş tarzını tuhaf bulurken, acaba kavga çıkarmaya mı çalışıyor diye tereddüt etmiştim kısa bir süre.


Ama yüz ifadesi ciddiydi ve alay eder gibi bir tavrı yoktu. Sadece cevabımı duymak için beklentiyle bana bakıyordu. "Bilmem o an çok sinirliydim, nereye olursa giderim diye düşünüyordum. Bir planım yoktu yani." Bir süre düşünceli bir şekilde yüzüme baktı. "Anlıyorum, nereye gittiğini bilmiyordun. Sadece gitmek istiyordun yani?"


Kaşlarımı çatıp hala omzuna tutunurken ona baktım. "Kavga mı çıkarmak istiyorsun Karan? Sende benimle zıtlaşmasaydın gitmeyi düşünmezdim. Her zaman kendi sorularına istediğin cevabı alıyorsun. Ama benim bilmek istediklerimi benden saklıyorsun. Üstelik kedi köpek gibi birbirimizi yiyoruz hep. Bir kere bile insan gibi sohbet etmişliğimiz yok!'


Konuşmanın varacağı yer dikkatini çekmiş olmalı ki az önce kalktığımız kanepeye doğru ilerledi. Ardından beni kanepeye sırtım kanepenin kol tarafına gelecek şekilde yerleştirirken sırtıma lacivert kanepe yastığını koydu. Kendisi de az önce ayağımı yere değdirmemek için altına getirdiği pufun üzerine oturdu. Elleri, yüzüme değen sarı saç tutamlarına değerken, dudağın ucu yukarıya doğru kıvrıldı. "Gerçekten istediğin bu mu? Benimle insan gibi sohbet mi etmek istiyorsun?"


Nereye varmaya çalıştığını anlayamasam da ellerimi yüzümü kavrayan elinin üstüne getirdim. "Evet, yoksa bu senin için çok mu zor?" Ardından sanki çok komikmiş gibi kendi dediğim şeye güldüm. Karandan bahsediyorduk burada, o insan gibi sohbet etmeyi bilmezdi. Anca laf sokar, alay ederdi. Güldüğümü fark ettiğinde kaşlarını yukarı hayretle kaldırıp yüzünü bana doğru yaklaştırdı. "Hayırdır, durup dururken neden gülmeye başladın? Sorduğun soru da komik değildi halbuki."


Onu onayladığımı belli edercesine gülümsedim ve gözlerimdeki bilmiş bir parıltıyla gözlerine baktım. "Komik olan soru değil zaten, asıl komik olan sorduğum sorunun muhatabı. Özür dilerim senden zor bir şey istemiş olmalıyım. Sohbet etmeyiz istersen. Sıkıntı değil."


Onun hayretle aralanan dudaklarına bakarken, ellerimle kavradığım yanağımın üzerindeki elini oradan çektim ve iki elimle kavradım. "Benimle sohbet etmeyi istemezsen anlarım. Ben de başkasını bulurum sohbet etmek için. Ulaşmayı istersen herkes bir telefon kadar yakınında sonuçta. Sence de öyle değil mi?"


Varmaya çalıştığım yeri anladığında gözlerini devirdi sıkıntıyla soluklandı ve tuttuğum elini ellerimin arasından çekti. "Ben burada dururken sen kimi arayıp sohbet etmeyi düşünüyorsun ki? Aramayı düşündüğün kişi kim, ben tanıyor muyum onu?"


O, çattığı kaşlarla beni izlerken elimi çeneme getirip, gözlerimi kısıp tavana baktım. Gerçekten düşünüyormuş gibi bir izlenim veriyordum bu şekilde. Sonrasında düşündüğüm şey aklıma geldiğini belirtircesine gözlerim aydınlandı. "Buldum, geçen gün benim yanımda gördüğün adam var ya. Adı Ali'ydi hani? Onunla sohbet edebilirim, ne de olsa ayağımı incittiğim için bugün onu çalıştırmaya gidemedim. Adam benden haber bekliyordur şimdi."


Bana şaşkınlık ve öfke arasında bir ifadeyle bakarken ona gülümseyerek muzipçe cebimden telefonu çıkarıp elime aldım. Ali'yi sadece adıyla kaydetmiştim normalde. Sadece başına müşterim diye bir ekleme yapmıştım birkaç gün önce. O da oynadığım antrenör rolü gerçekçi görünmesi içindi. Numarasını ezbere girdim ve aramak için tuşa bastım. Ve Karanın gözlerinin içine baka baka kulağıma yasladım telefonu. Bir yandan da susmasını söylercesine işaret parmağımı dudağına getirip sırıttım. Bakalım şimdi ne yapacaktı?


Telefon birkaç kez öttüğünde ona baktım. "Açacak şimdi bak. Sakın ses yapma olur mu?" Sonra odağımı yine kulağımdaki telefona çevirdim. Arama açılıp karşı taraf konuşmaya başladığında telefon birden elimden çekildi. Onun yerine Karanın elini dudaklarımın üzerinde hissediyordum. Şok içerisinde ona bakarken, o da karşı hatta ki kişiye yani Aliye bir sorun olmadığını sadece bir yanlışlık olduğunu söyledi ve cevap vermesini beklemeden telefonu suratına kapattı. Sinirle dudaklarıma kapattığı elini çekmeye çalışırken kafasını bana çevirip sinsi bir tavırla bana baktı. "Konuşabildin mi bakalım, arkadaşınla? Nasılmış durumu, öğrenebildin mi bari?"


Tip tip ona bakarken telefonu elinden almaya çalıştım. Ama o, vermemeye ben de vazgeçmemeye kararlıydık. "Saçmalamayı kesip verir misin şu telefonu? Zaten adama da ayıp oldu. Arayıp özür dilemeliyim." Telefonu almak için bir kez daha elimi ona doğru uzattığım da bileğimden tutup havada yakaladı. Ardından gözlerimin içine bakıp konuşmaya başladı. Yine o ukala gülümsemesini takınırken, yine öpüştüğümüz zamanki arzulu parıldamayı gördüm gözlerinde. "Evet, özür dilemelisin. Ama ondan değil. Bugün yine bir aptallık yapıp seni kıskanmama sebep oldun. Ve ben sadece umursadığım insanları kıskanırım. Şimdi sebep olduğun hatayı telafi etme zamanı."


Gözlerindeki arzu büyüyüp beni içerisine hapsedecekmiş gibi hissettiğimde şiddetli bir şekilde yutkundum. O ise bir elinde tuttuğu telefonumu yavaşça zemine bırakıp yüzüme doğru yaklaştı. Sol eli yanağımı kavrarken, sağ eli de alt dudağımın üzerinde geziniyordu. Utançtan yanağımı basan sıcağa rağmen boşta kalan ellerimle omzundan tutup kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. O ise bu çabama aldırış etmeyip hala elini üzerinde gezdirdiği dudaklarıma bakarak konuşmasını sürdürdü. "Dudakların kurumuş, biraz nemlendirmek fena olmazdı bence. Sonuçta hassas bir doku, sence de öyle değil mi?"


Kilitlenip, gergin bir şekilde ona bakarken bir tarafımın içten içe onun dokunuşlarını büyük bir arzuyla istemesi sinirlerime dokunuyordu. Gözlerimi yumup kendimi frenlemeye çalıştığımı anlayan Karan, elini hala dudağımın üzerinde gezdirirken sırıttı.


"Ne o, kendine hâkim olamıyor musun yoksa Defne? Aynı şeyi sen yaparken iyiydi ama değil mi? Demek ki sen de beni arzuluyorsun. Tıpkı benim de şiddetle seni arzuladığım gibi."


Gözlerimi şaşkınlıkla açıp, tam 'sen beni mi arzuluyorsun' diyecekken dudaklarıma kapanan dudakları bu çabamı yarım bıraktı. İçimde bir yerler karıncalanmaya başladığında onu ittirmek için kullandığım ellerim bu sefer az önce olduğu gibi başına doğru yola çaktı ve saçlarını kavradı.


Kontrolümü kaybettiğimi hissetsem bile bu his çok güzeldi. Ve çok anlamlıydı, bunu kaybetmek istemediğimi fark ettiğimde gözlerimi yumdum ve onun çağrısına cevap verdim. Lakin ani bir olumsuz bir düşünce deryası aklımı kuşatmaya başladığında ona karşılık vermeyi kestim. Sahi bundan sonrası nasıl olacaktı? O sırada gözlerimden birkaç damla yaşı serbest bıraktım.


Tepkisizliğimden bir şeyler düşündüğümü anladığında dudaklarını çekip gözlerime bakarak konuşmaya başladı. "Sorun ne, yoksa bir şeye canın mı sıkıldı?" Beklentiyle bana bakarken nefesi dudaklarımın üzerine doğru çarpıyordu. Bu bile beni daha çok kışkırtıyor, onu daha fazla istememe sebep oluyordu. Engin mavilerine bakarken düşünceli bir şekilde iç çektim. Ardından biraz sonra yapacağım hamle için ellerimin tekini saçının arasından kaldırıp yanağına doğru yaklaştırdım. Hala bana beklenti içinde bakarken, hafifçe gülümsedim. "Hiç, sadece seni ne kadar çok arzuladığımı düşünüyordum. Düşmanınım, düşmanımsın biliyorum ama ben yine de seni arzulamaktan kendimi alamıyorum Karan."


Beni büyük bir olgunlukla dinlerken bir an için gözleri şaşkınlıkla parladı ve elleri ıslak yanaklarımı kavrayıp oralarda gezindi. Ve o an gözlerinde şehvet ve öfkeden farklı bir ifade gördüm. Bu aşktı, hala bana bakarken gülümsedi ve dudaklarımı bir kez daha öpüp geri çekilirken konuşmaya başladı. "Duygularımız karşılıklı Defne Hanım. Çünkü ben de senin için aynı şeyleri hissediyorum, ben de seni arzuluyorum."


Loading...
0%