Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Şüphenin Filizleri

@balleswan

Azra


Aklımda yer edineceğinden emin olduğum o buz mavisi gözlerine son bir kez bakıp ona sırtımı çevirdim ve arkama bakmadan orayı terk ettim. Ama sanki bir muharebe meydanından çıkmış gibiydi yüz ifadem. Yorgun ve heyecanlı. Tüm kan yüzümde toplanmıştı sanki.


Ama beni endişelendiren bu değildi. Endişem bu hallerimi sanki Karanın görüyor oluşuydu ben onun karşısındaydım sanki ve Karan bu halimi görüyor ve bundan zevk alıyor gibiydi. Özgüven senin neyine der gibi bakan bakışlarının altında...


Arabaya binip kontağı çalıştırana kadar bu hissiyat devam etti. Araba nihayet hareket edip bardan uzaklaşmaya başladığım da sanki Karandan ve onun o mağlup eden derin bakışlarından uzaklaşıyor gibiydim ve bu huzurlu hissetmeme neden oluyordu.


Ne Karan vardı ne de verdiği hissiyat...


Yalnız ben vardım şimdi. Sonra huzurlu ifademin yerini acı bir gerçek yüzünden huzursuzluk aldı. Ben kulüpte olan olaylı karşılaşmamızı dert ediyordum ama görev için beş ay daha ona tahammül etmek zorunda kalacaktım.


Direksiyonun kenarlarını tutan ellerimi açıp kapattım sıkıntıyla, ilk dakikadan içim şişmiş yüreğimi umutsuzluk kaplamıştı. Kendime güvenim sonsuzdu. Zekiydim, gözü kara bir kızdım tuttuğumu koparırdım ama Karan da kolay lokma değildi hani.


Bunu o konuşma sırasında açıkça görmüştüm ve açık vermemek için kendimi bayağı bir zorlamıştım. Sanırım şimdi daha iyi anlıyordum ekibimin bu soruşturmayı neden bu kadar uzun zamandır çözemediğini. Karan, resmen şeytana pabucunu ters giydirirdi...


Eve vardığımda sıkıntıyla anahtarı anahtar deliğine geçirdim ve çevirdim. Ayağımın topuk kısmı çok ağrıyordu ve buna iç sıkıntımda eklenince durum çekilmez bir hal alıyordu. Kapının açıldığını kendimi birden içeride holde bulduğumda fark ettim. Çok mu gürültülü olmuştu acaba?


Derene görünmeden yukarı çıkmak istiyordum, şimdi bir de onun çenesini çekemezdim. Elime aldığım topukluları ses çıkarmadan kapının karşısındaki aynalı dolabın rafına koydum ve parmak uçlarım da holün içerisinde ilerledim. Lütfen uyumuş olsun lütfen. Salonun kapısına geldiğimde kapı pervazından içeri usulca kafamı uzattım. Düştüğüm hale bak kendi evimde kardeşimden kaçıyordum. Ne komik ama...


İçerisi aydınlıktı ve kimse yoktu. Oysa Deren beni bekleyeceğini söylemişti. Sadece bir buçuk saat geç geldim hemen de uyumuş.


"Madem beklemeyip uyuyacaksın ışığı kapat bari!"


Ses yoktu uyumuştu belki de dediğim gibi. Odadaki uzun sessizliği bir şeyin kırılma sesi böldü. Refleks olarak sesin geldiği yere baktım. Misafir odasında üç kapı vardı ve ses mutfaktan gelmişti.


Gözüme duvarın köşesinde duran ortanca boy boş vazoyu kestirdim ve ona doğru ilerledim. Vazoyu elime aldığımda sıkıca kavradım ve mutfağın kapısına doğru ilerledim. Eğer hırsız falan varsa kafasına bu vazoyu geçirecektim. Temkinli adımlarla mutfağa doğru ilerledim ve elim duvarda tecrübesizce anahtarı aradı. Bulduğumda nihayet mutfak aydınlanmıştı ve karşımda gördüğüm kişiyle elimdeki vazoyu yere düşürmem bir oldu.


Bir vazoya bir ona bakarken bu sessizliği gülerek bozan o oldu.


"Azra yaa ahaha suratının halini görmeliydin. Çok komikti."


Bir süre çatık kaşlarımla onu izledim ve bende dayanamayıp gülmeye başladım. İkimizde karnımızı tutarak kahkaha atıyorduk. Derin bir nefes alıp soluklandım ve sakin tutmaya çalıştığım sesle eski dostuma seslendim.


"Lavin sen ne ara geldin benim haberim yoktu gerçekten, böyle karşıladım seni ayıp oldu sana."


İçten ama buruk bir tebessümle bana baktı ve yerdeki kırık vazo parçalarına dikkat ederek yanıma geldi- ve evet vazo kırılmıştı- bu sırada gözlerini üzerimden ayırmadı.


"Eski dostunu tanımıyor musun sen biz ne zaman normal karşılaştık ki şimdi de öyle olsun?"


Yalandan bir şekilde göz devirdim. "Delinin önde gideni olduğunu unutmuşum haklısın."


Ellerini iki taraftan omzuma koyup beni kendine çekti ve bana sarıldı.


"Bu deli seni çok özledi ama."


Gülümsedim. Muhtemelen dudaklarını büzerek söylemişti tabi sarıldığı için ben bunu görememiştim. Ellerimi onun sırtına koyup bende onu sarmaladım. Eski dostumu gerçekten çok özlemiştim.


Bir süre daha öylece dururken sarılma faslı bittikten sonra Lavin benden ayrılıp yüzüme baktı konuşma ya başladı.


"Az önce sen söylenirken duydum, Deren odasına çıktı uyuyor bu arada belli etmedi ama ben anladım sana çok kızmış."


Sıkıntılı bir şekilde elimle alnımı ovaladım. Sonra kafamı kaldırıp merdivenlerin olduğu yere baktım.


"Ne diyebilirim ki haklı kız."


Oda benim gibi merdivenin olduğu tarafa baktı ve bana doğru dönüp elini omzuma koyup destekler biçimde vurdu.


"Dert etme, sen onun ablasısın bir şekilde gönlünü alırsın ve tekrar eskisi gibi olursunuz."


Gözlerimi merdivenden ayırmadan konuştum.


"Sanmıyorum ama umarım dediğin gibi olur."


Cümlemin bitiminde derin bir iç çekip Lavine baktım. Sahi o neden gelmişti buraya? Acaba Paris’te yolunda gitmeyen bir şeyler mi olmuştu? Dereni düşünmeyi bırakıp Lavine odaklanmaya karar verdim.


"Dereni dert etmekten seni karşılamaya vakit bulamadım. Ayakta kaldın otur sen bende sana içecek bir şeyler getireyim."


Konuşurken oturması için komut vermiştim. Oda diretmeyip oturmuştu. Mutfağa doğru ilerlerken olduğum yerde dönüp işaret parmağımı ona doğru uzattım.


"İçecek olarak ne istersin kahve, limonata, su?"


"Kahve olur sade olsun ama."


Gülümseyerek olumlu anlamda kafa salladım ve onu salonda yalnız bıraktım.


"Nasıl yani sen şimdi ajanlık mı yapacaksın bir mafyaya karışıp?"


Gözümün tekini kısıp tavana baktım.


"Kanka biraz sakin olur musun Deren duyacak, biliyorsun zaten kırgın bana."


Elini hararetli bir şekilde yukarı aşağı sallayıp kahvesinden bir yudum daha aldı.Sonra konuşmaya başladı.


"Nasıl sakin olayım kanka bildiğin görev için ateşe atmışsın kendini."


Lavin böyle konuştuğunda işin ciddiyetini daha iyi anlamış oldum yine de şakasına takılacaktım Lavine.


"Yaa hem de ne ateş! Daha fazla adamın yanında kalsaydım neredeyse kül olacaktım."


Bilmiş bir şekilde bana baktı.


"Ve sen bunu bile bile adamla altı ay dip dibe olacaksın, altı ay sonra külün bile kalmaz. Benden söylemesi"


"Gerçekten içime su serptin kanka sağol ya."


Omuz silkti ve "dost acı söyler" bakışı attı.


Lavinin beni anlaması için kendimi acındırmaya karar verdim. İsteyerek değil zorla yaptığımı anlamalı ve bana hak vermeliydi.


"Hem ben istemedim ki mafyaya karışmayı, Rıza komiserin kesin emri. Adamın yüzünü kara çıkaramam ya."


"Yani tabi orası da var. Ne yapmayı planlıyorsun peki?"


Sıkıntıyla derin bir of çekip koltuğun rengine baktım aslında bir fikrim vardı ama işe yarar mı bilmiyordum. Çünkü benim her zaman bir fikrim olurdu her konuda. Bunu Lavine söylemeliyim belki de. Arkadaştan öte akıl hocamdı o benim.


Bakışlarımı koltuktan çekip muzip bir gülüşle ona baktım oda anladı ve parmağıyla işaret etti.


"O bakışı biliyorum ben, aklında kesin bir şey var senin."


Gülümseyerek kafa salladım. Oda hayret içinde bakıp konuşmaya başladı.


"Ne var aklında?"


Olduğum yerde doğruldum ve biraz daha ciddileştim ve aklımdaki planı üstün körü anlatmaya başladım.


*****


Lavin dediklerimi hayret içinde dinlemiş ve konuşma boyunca beni hiç yargılamamıştı. Şuansa kafasında bir şeyleri ölçüp tartıyor gibiydi. Bende işime yarar bir şey söylemesini istiyordum. Çünkü biliyordum deli fişek karakterinin altında dahi biri yatıyordu.


Düşünmeyi bırakıp elindeki kahve fincanını masaya bıraktı ve konuşma ya başladı.


"Planın gayet zekice ama birkaç ayrıntı daha eklemeliyiz. Bir de sen bunlara uydun mu her şey sorunsuz ilerleyecek inan bana."


Gülümseyerek kafa salladım. Sorgulayacak değildim çünkü sonsuz bir şekilde güveniyordum Lavine. Bir fikir vermişti ve bana da onu uygulamak düşer.


Lavin bir süre uzun ve anlamlı bir şekilde baktı. Ve ben istemsizce ellerimle bedenimi sarmak istedim. Ama bunun saçma olduğunu fark edip kafamı eğdim ve halı desenlerine baktım.


Gözlerim halıda iken konuşmaya başladım.


"Neden öyle bakıyorsun?"


"Sadece emin olmak istiyorum bir şeylerden."


"Benden yana bir şüphen mi var?"


"Evet, var." Kafamı seri bir şekilde ona çevirdim. Bana güvenmiyor mu acaba?


"Neden şüpheleniyorsun ki benden anlamadım."


"Karanla uzun süre yan yana durmaya dayanabilir misin bunu anlamaya çalışıyorum."


Bahsi geçince birden kalbim hızla atmaya başladı ve aklıma kulüpte olanlar geldi. Her ne kadar görev için de olsa bana zor anlar yaşatmış deneyip durmuştu beni.


Ama şu an burada değildi. Öyleyse rahat olabilirdim değil mi? Düşüncelere dalmış Lavin'in olduğu yer de Lavinin yüzüne bakıyor ama onu değil de daha çok düşüncelerimi görüyor gibiydim. Ellerini ani bir hareketle havaya kaldırması irkilip içinde bulunduğum ana geri dönmemi sağladı.


"Bak, bundan bahsediyorum işte. Sen adamın adını duyunca bile geriliyorsun tüm gün nasıl yanında duracaksın?"


Bir süre Lavinin yüzüne düz bir şekilde bakıp düşündüm. Haklı olabilir mi yoksa beni mi deniyordu?


Yüz ifadesi değişmedi tepkisiz bir şekilde bana bakıyordu. Bir süre daha yüzüne baktım ve gözlerimi devirdim. Ve bu tavrımı sözlerimle destekledim.


"Lavin sende iyice abarttın, tamam adı geçince panik yapıyor olabilirim çünkü o adam zor biri."


Oda benim gibi olduğu yerde doğruldu ve öne doğru eğildi. Kaşları çatıktı şimdi.


"Tamam zor ama nasıl, bana bunu açsana bir."


Hararetle yere basan ayağımı dizimin altına alıp üzerine oturdum ve konuşmaya başladım.


"Zor biri çünkü bugüne kadar muhatap olduğum ve soruşturmasıyla ilgilendiğim hiç kimse beni bu kadar zorlamadı. Bu kadar sınamadı. Köşeye sıkışma durumunu yaşamadım hiçbirinde. Ama bu adam var ya. Bu adam beni çok zorluyor açık veriyim diye gözlerimin içine bakıyor adeta."


Derin bir soluk alıp verdim. Kalbimin hızlı atışları dinginleşti. Biriyle paylaştığım içindi sanırım. Yüzüme gelen saç tutamını üflemekle yetinip cümleye son noktayı koydum.


"Anlayacağın bu seferki rakibimi atlatmam göründüğünden zor olacak."


Oda işaret parmağıyla beni gösterip keyifle devamını getirdi.


"Ama imkânsız değil."


Yamuk bir şekilde gülümsedim sadece. Beni tanıyan bir arkadaşımın olması çok güzeldi. Bana güveniyor olması da ayrıyeten mutlu ediyordu. Şanslıydım böyle bir arkadaşa sahip olduğum için.


O sırada aklıma sormayı atladığım bir detay geldi. Meraklı gözlerle Lavine baktım o ise elindeki telefonla ilgileniyordu.


Ona baktığımı hissedince kafasını telefondan kaldırdı ve oda bana baktı.


"Niye öyle bakıyorsun merak ettiğin bir şey mi var?" Olumlu anlamda kafa salladım. Sonra gözüm az ilerde holde duran kırmızı orta boy valizi buldu. Lavin de nereye baktığımı anlamak için aynı yere baktı ve doğrudan benden tarafa dönüp yüzüme bakarak konuşma ya başladı.


"Ha, sen o bavulu diyorsun. Şey ya bir iş için teklif aldım da o yüzden yaşadığım ülkeye Türkiye’ye geri döndüm."


Yine bavulu gösterdim ve konuşmaya başladım.


"Bavul ne için eğer kalacak bir yer bulamadıysan burası senin de evin başımın üstünde yerin var."


Gülümseyip kafa salladı ve konuşma ya o devam etti. "Biliyorum biliyorum. Fazla uzun sürmeyecek sadece birkaç gün için buradayım. Müştemilatla anlaşıp kalacağım evi satın aldım. Mobilya falanda sipariş ettim ama gelmesi birkaç günü bulur."


İçim rahat bir şekilde gülümsedim ve Lavine baktım. Ama hala aldığı iş teklifinin ne olduğunu öğrenememiştim. Söylemesi için baskıda yapamazdım. Zamanı gelince uygun bulursa kendisi söylerdi herhalde.


Düşüncelere dalmışken Lavinin sesi beni dünyaya döndürdü. Merakla ona baktım.


"O değil de yarınki sözde resim sergisi için ne giymeyi planlıyorsun?"


Sözde kelimesinin altında yatan imayı anlamamak için salak olmak gerekirdi. Sorduğu soru aklıma tekrardan Karan'ı getirdi. Sahi bugün ki çizdiğim sakar kız imajından sonra onun karşısına hangi yüzle çıkacaktım?


Tamam topuklu üzerinde dengede duramıyordum ama spor ayakkabıyla da gidemezdim. Adamın aklındaki rahat kız imajını yıkmalıydım. İçinde bulunduğum umutsuz durum yüzünden sıkıntıyla bir of çektim. İşim bu sefer öncekinden daha zor.


"Ne oldu Azra neden ofladın bir sıkıntı mı var?"


Bir şey demeyip sadece kafa salladım. Sonra onu baştan ayağı süzdüm. Lavin hayatımda gördüğüm en şık kadındı. Ayrıca topuklu ayakkabıları çok güzel taşırdı. Benim gibi denge problemi de yoktu.


"Kanka biraz daha bakarsan bedenim eskiyecek. Süzmeyi bırakıp aklındaki neyse söyler misin lütfen?"


Silkelenip toparlandım ve olduğum yerde doğrulup artık üzerine oturmaktan uyuşmuş olan ayağımı yere atıp konuşmaya başladım.


"Hani sen böyle ılımlı bakımlı ve güzelsin, o topukluları da güzel taşıyorsun ya hani."


"Eee ne var bunda?"


"İşte bana da biraz tavsiye verir misin? Senin engin bilgilerine ihtiyacım var bu konuda. Hadi beni aydınlat."


Gülümsedi ve konuşmaya başladı bende telefondaki not uygulamasına girip dediklerini teker teker not etmeye başladım. O anlattı ben not ettim ve bu iş gece yarısına kadar devam etti.


Ertesi gün


Bir saat sonraki resim sergisi için giyinip hazırlanmış aynanın karşısında kendimi süzüyordum. Giydiğim elbise mor renk iki yandan ince omuz askısı olan dekoltesi göğüsün biraz aşağısında biten bir elbiseydi. Buna rağmen fazla göze batmıyordu. Ama benim için oldukça iddialı bir seçimdi yine de. Vücut hatlarımı özellikle bel kısmımı belli ediyordu.


Üzerine siyah kumaş ceket giyecektim zaten. Elbisenin rengine uyum sağlaması için topuklu ayakkabıyı da fıstık yeşili tercih etmiştim. Saçlarımı kalemle tutturmayı düşünüyordum. Oda olmadı topuz tokası kullanırdım. Çok sevdiğim yasemin özlü parfümü elime alıp önce iki bileğime sıktım ve ovaladım. Sonra da boynuma sıktım. Ve orayı da ellerimle ovaladım. Hazırdım artık.


Yatağın üstünden siyah deri el çantamı alıp sandalyenin arkasındaki kumaş ceketi omzuma attım. Ama tamamen giymedim. Mekâna gittiğimde tüm gün üzerimde olacaktı zaten. İçimden tutturduğum yabancı bir şarkıyla merdivenlerden tempolu bir şekilde indim.


Topuklulara da alışmıştım artık. Lavin sağ olsun tüm gece yürüyüş provası yapmıştım. Ayağım biraz pert olmuştu ama olsun zafer için bir günlük işkenceye değer. Bu konuyla ilgili bildiğim çok güzel bir söz vardı.


"Fedakârlık yoksa zaferde yok."


Vakit öğleden sonra olduğu için tek ben vardım evde. Çıkış kapısını açıp dışarı çıktıktan sonra kapıyı kilitledim. Arabaya binip serginin olacağı mekânın yolunu tuttum.


*****


Dün bir şekilde Karanın katılacağı semineri araştırmıştım. Davet kâğıdı gerektirmiyordu. Ama yine de yüksek mevki sahiplerinin katılacağı sade bir sergi olacaktı bu etkinlik.


Sergi boyunca gözlerim onu arayıp duruyordu. Anlatılanları bile dinlemiş gibi yapıyor kulak asmıyordum o yüzden. Zaten kesin geleceğine dair bir olasılıkta yoktu. Ben sadece öylesine bekliyordum. Bu saatten sonra geleceği varsa da gelmezdi. Çünkü kapılar kapatılmıştı artık.


Mekânın beni boğmaya başladığını hissediyordum. Kimsenin olmadığı bir yere geçip saçlarımı ellerimle dalgalanırdım ve çantamdan çıkardığım kurşun kalemle saçlarımı dolayıp toplu bir görünüm oluşturdum. Üzerimdeki ceketin düğmelerini de açtım. Artık daha rahattım.


Kafamı kaldırdığım da karşımda o buz mavisi gözleri gördüm. Gelmişti işte şu an karşımda duruyor bana bakıyordu. Mutluydum ama bunu dışarıya yansıtmadım. Bilmesine gerek yoktu.


Bir süre daha yüzüme baktı. Ya dalıp gitmişti- ki Karan gibi akli başında bir adam için bu ihtimal oldukça saçma- ya da bir şeyler düşünüyordu. Her ne kadar bakışları kendimi tuhaf hissettirse de gözlerimi kaçırmayıp ona doğru ilerledim.


Dün ondan kaçan ben şimdi kendi ayaklarımla ona gidiyordum. Karşısına geçtiğimde durdum. Gözlerini benden hiç ayırmıyor ve bende ellerimi gözlerinin önünde sallamamak için kendimi zor tutuyordum. Dikkatini dağıtmak için aklıma gelen ilk soruyu sordum.


"Sizde mi resim çizmeyi seviyorsunuz?"


Sorduğum soru dikkatini çekmiş olmalı ki bakışlarını üzerimden çekip duvardaki resme bakmak için topukları etrafında döndü. Ben de onun gibi yapıp karşımdaki resme baktım. Ama kulağım ondan duyabileceğim herhangi bir söz için tetkikteydi.


"Yani, güzel bir hobi. Ama çizilen resimleri yorumlamayı daha çok severim."


Görmeyeceğini bilsem de kaşlarımı yukarı kaldırdım. Kendimce anladığımı ifade ediyordum. Bir süre sadece duvardaki resme baktık. İkimizden de çıt çıkmıyordu. Etrafta derin bir sessizlik hakimdi. Ve bu sessizliği ilk bölen o oldu.


"Az önce seni izledim, gözlerin birini arıyordu. Beklediğin biri mi var yoksa?"


Yutkundum evet beklediğim biri vardı. Beklediğim biri, oydu. Ama bunu kendisine söyleyemezdim. Fakat uzun süre cevap vermezsem de üzerine alınabilirdi. Dün yaptığım gibi yine yalan söyledim.


"Liseden bir arkadaşımla görüşecektim mekân olarak burayı ayarladık ama işi çıktı sanırım gelmedi çünkü."


Onayladığına dair bir ses çıkardı. Belli belirsiz gülümsedim. Atlatmıştım sanırım. Ama erken konuştuğumu o cümlesiyle anladım.


"Lise arkadaşın sorumsuz biri olmalı, o kadar buluşma ayarlayıp günü geldiğinde birden karşı tarafı ekmek büyük saygısızlık."


Adam haklıydı. Yine de böyle bir çıkarıma varması sinirimi bozmuştu. Dudağımı dişleyip aynı anda elimle kafamı kaşıdım. Ne zaman gergin hissetsem bunu yapardım. Sonra aklıma gelen bir detayla sinirle ondan tarafa döndüm. Arkadaşımı asla ona ezdiremezdim her ne kadar hayali de olsa...


"Laflarınıza dikkat edin, benim arkadaşım sorumsuz değil!"


Öfkeli tavrım karşısında irkilip geriye doğru bir adım attı. Bu tepkimi beklemiyor gibiydi. Ardından yüzüme batkı artık nasıl bir surat ifadesi taşıyorsam güldü ama yine de lafını esirgemedi.


"Birincisi ben sadece düşüncemi dile getirdim. İkinci olarak sorumsuz olmadığını söyledin ama yaptığı saygısızlığı inkâr etmedin."


Ben şaşkın bir şekilde ona bakarken o ise gayet kendinden emin bir şekilde cümlesinin devamını getirdi. Bu adam beni mahcup etmekten ne zaman vazgeçecekti?


"Bu da demek oluyor ki benimle aynı fikirdesin."


Sıkıntıyla ofladım. Ya bu adam fazla zeki ya da ben gereksiz açık veriyorum. Ki birinci seçenek daha ağır basıyor.


Dakikalardır baktığı tablodan gözlerini ayırmadan konuşmaya başladı.


"Bu arada dünkü faciadan sonra bir daha topuklu ayakkabı giymezsin sanıyordum beni şaşırttın."


Otomatik olarak topuklu ayakkabılarıma baktım. Gayet iyi görünüyordum neden şimdi böyle demişti ki? Dediği şeyi nihayet anlamaya başladığım da gözlerim fal taşı gibi açıldı. Resmen "sakarsın" diyordu.


"Sakar biri değilim sadece dün çok işim vardı, tüm gün hareket halindeydim. Ve iddia dolayısıyla da evde dinlenemeden kulübe gitmek zorunda kaldım. Tanık olduğunuz facia bu yüzden oldu yani."


Beni baştan ayağı süzdü ve gülümsedi. Aklından acaba neler geçiyordu? Keşke bilebilsem...


"Şimdi bir sorun yok yani."


Kaşlarımı gülümseyerek iki kez yukarı kaldırdım ve yok dedim. O da bir süre beni süzüp sevindim tarzı bir şey söyledi ve önündeki tabloya döndü. Böylece onu süzme sırası bana geçti.


Üzerine şık bir lacivert takım giymişti. Sergi için ne kadar özenilirse o kadar özenmişti işte. Halbuki dün gece daha rahat daha sportif daha pervasız bir görünümü vardı. Bir an ikilemde kaldım acaba dün kulüpte gördüğüm adamla şu an karşımda duran adam aynı kişi mi? Sonra aklıma gelen gerçekle bu fikrimden vazgeçtim. Adam sportif de olsa, jantı de olsa beni bir şekilde alt üst etmeyi beceriyordu. Adam aynı adamdı yine. Her ne kadar kendime itiraf edemesem de yakışıklıydı.


Ama bu özellikleri onu masum yapmıyordu en büyük şüpheli hala oydu gözümde. Ve ben bugüne kadar kimsenin yapamadığını yapıp bu adamı adalete teslim edecektim. Kendi ellerimle...


"Bu kadar süzdüğüne göre baya etkilemiş olmalıyım seni. Baksana gözlerini üzerimden alamıyorsun."


Afallamış bir şekilde "ne!" diye sesimi yükselttim. O da benden tarafa döndü ve tam bir şey demek için ağzını açacakken gördüğü şeyle bu çabasından vazgeçti. Bunun yerine iyice bana doğru yaklaşmaya başladı.


Derin bir nefes aldım ayaklarım geri geri gitmek için can atarken ben ise öylece bekliyordum olduğum yerde. Kaçmamı söyleyen mantığıma inat. Kalbim ise olduğu durumdan tuhaf bir şekilde memnundu ve dört nala koşuyordu içimde.


Karan biraz daha yaklaştığında nihayet adımlarını durdurdu ve eli saçlarımın arasındaki neredeyse düştü düşecek olan topuz tokasına uzandı. Dokunuşu kuş gibiydi ama etkisi buna rağmen yoğundu.


Ben ne zaman aldığı belli olmayan tokaya bakarken topuzu bozulan saçlarım yavaşça omzuma su gibi döküldü. Ama ben bozulan saçlarımı düzeltmeyi akıl bile edemedim o bana bakarken...


O sırada çok tuhaf bir şey oldu ve serginin başından beri düz bir ifade takınan o adam ilk defa tebessüm etti. Hem de bana. Sonra elleri saçlarıma temas etmeye başladı ve aralarından tarak misali geçip eski dalgalı görünümüne kavuşturdu saçlarımı.


Bunu yaparken hizama biraz daha eğilmişti çünkü ben ondan bayağı kısaydım ve topuklular bile aramızdaki farkı kapatmaya yetmemişti. Ellerinin saçlarımla temasını kesip benden biraz uzaklaştı ve konuşmaya başladı.


"Bu arada itiraf etmeliyim, baş döndürücü bir kokun var. Sıradan bir yasemin esansının yakıştığı tek kadın olabilirsin."


Sonra gülümsedi ve ekledi.


"Adın Defne iken yasemin kokmayı becerebilen tek kadınsın. Ve bu da seni çelişkili biri yapıyor. Ama seninle ilgili bildiğim tek bir şey var."


Benimle dalga geçmesini gülerek izledim. Duruşumu dikleştirdim ve yamuk bir gülümsemeyle ona bakıp konuşmaya ben devam ettim.


"Peki bildiğin o gerçek ne? Daha iki gündür görüyorsun beni ne bilebilirsin ki hakkımda?"


Sorduğum soruyu pas geçip yanıma yaklaştı ve gözlerimin içine baktı.


"Gerçekliğinde bir yalan seziyorum ya üzerine sinen kokun yalan ya da sahip olduğun ismin..."


Gülümsedi ve bana tepeden bakarak konuşmaya devam etti. Gözlerinde şüphe tohumları vardı. Ve şüphe yerini kendinden emin bakışlara bıraktı.


"Ki ben tercihimi ikinci seçenekten yana kullanıyorum. Sen Defne değilsin. Öyleyse sen kimsin. İki gündür peşimde dolaşan kız kim?"


Loading...
0%