Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Tatsız Tesadüf

@balleswan

Azra


" Cüneyt Özkaya, kurbanın yakınının adı."


Odaya derin bir ölüm sessizliği çökerken partnerim Ali birbirimize baktık. Kuşku içinde hâlâ Aliye bakarken konuşmaya başladım. "Cinayeti kim haber verdi demiştin?" Ali bir kapıda bizden haber bekleyen sekretere bir de bana bakarken konuştu. "Cüneyt Özkaya." Sesi gergin bir şekilde çıkmıştı. Sanırım o da yavaş yavaş bir şeylerin farkına varıyordu. Ya da ben öyle düşünmek istiyorum.


Gözlerim Ali ile elinde tuttuğu dinleme cihazı arasında mekik dokurken seslendim. "Cihazı sakla, varlığını bizden başkası kimse bilmemeli." Anladığını belli eder şekilde kafasını salladı ve cihazı ceketinin iç cebine koyarken endişeli bir şekilde bana baktı ve konuştu. "Peki adamın kuzeni ile yalnız mı görüşeceksin? Yoksa ben de eşlik edeyim mi?"


Gözlerimi kısıp düşünüyormuş gibi bir ifadeye büründüm ve karar verdim. Güven vermeye çalışır gibi Aliye bakıp dostane bir şekilde gülümsedim. "Bir meslektaş fena olmaz aslında. Hem konuşma sırasında gözümden kaçan şeyleri sen fark edebilirsin." Memnun olmuş bir şekilde gülümsedi. "İyi o zaman kalıyorum." Sonra şakayla karışık takıldı. "İyi polis kötü polis olacak mı peki?" İfadesi kurnaz bir hal alırken bilmiş bir tavır takındı. "Bak eğer öyleyse, kötü polis ben oluyorum."


Göz devirip gülümsedim ve konuşmaya başladım. "Durumun gidişatına bağlı. Eğer kurbanın akrabası bizi zorlarsa bu dediğini yapabilirsin. Hiçbir şekilde karışmayacağım." Sonra göz kırptım. Memnun olmuş bir şekilde gülümsedi ve destekler bir şekilde omzuma iki kez vurdu. "Bunu duyduğuma sevindim işte. Eksik olma partnerim."


Sadece kafa sallamakla yetinip hala kapıda bizi bekleyen sekretere baktım ve konuşmaya başladım. "Pekâlâ Aysel, Cüneyt Beyi içeri alabilirsin." Beni onaylayıp dışarı çıktı o sırada Ali’de yanımdan kalkmış karşımda duran sandalye de yerini almıştı. O sırada içeri Cüneyt girmişti. O da odanın içerisinde ilerleyip Ali’nin karşısında yerini aldı. Ama Ali’nin aksine oturduğu yerde arkaya yaslanmadı, onun yerine sopa yutmuş gibi dik bir şekilde oturuyordu.


Alıcı gözüyle Cüneyt Beyi süzdüm. Klasik bir üniversite genci gibi gözüküyordu. Uzun olduğunu belli edecek şekilde tepesinde topuz yaptığı kızıl saçlar, pürüzsüz bir yüz, mavi gözler ve çenesinde hafiften çıkan seyrek sakallar. Üzerinde siyah bir ceket vardı. Bu adamla ilgili bildiğimiz tek şey İstanbul Üniversitesinde İktisat bölümünü okuması ve Selçuk beyin kuzeni olmasıydı. Bir de İstanbul da herhangi bir mafyanın üyesi olarak bulunmasıydı.


Bakışlarımı Cüneyt’ten çevirir meraklı bir şekilde Ali’den tarafa baktım. Avını keskin gözlerle inceleyen bir şahin gibi bakıyordu Cüneyt Beye. Ortamda sessiz iç ürperten bir atmosfer oluştuğunda bu atmosferi sonlandırmak için konuşmaya karar verdim. Bakışlarım Cüneyt’in üzerine kitlenmişti.


"Kuzeniniz Selçuk Bey ile en son ne zaman görüştünüz?" Etrafı inceleyen meraklı bakışlarını, sorduğum soru ile bana çevirdi. Ben ise sakin bir şekilde duruyor, onun vereceği cevabı bekliyordum. Bir polisi cevapsız bırakıp öylece bekletmenin yanlış bir şey olduğunu anlamış olmalı. Bakışları ilk Ali’nin sonra benim üzerimde durdu. Yerinde doğruldu ve konuşmaya başladı. "Geçen pazar olması lazım, birbirimizi hayat akışının getirmiş olduğu yorgunluktan dolayı görme fırsatımız olmamıştı."


Ali duyduklarına inanmıyormuş gibi bir tavır takındı ve kinayeli bir eda ile konuşmaya başlayıp Cüneyt’e açıklaması için fırsat vermedi. "Siz de neden biraz kafa çekmiyoruz deyip akşam bara mı davet ettiniz?"


Sonra tek kaşını sorgular gibi havaya kaldırıp aynı kinaye ile konuşmaya başladı. Ama bu sefer biraz daha ciddiydi. Gözleri Cüneyt’in birkaç gün önce almış olduğu darbeden dolayı morarmış ama gün geçtikçe etkisi biraz daha dinmiş göz kapağını inceliyordu. "Fazla içki ters tepti sanırım." Tedirgin bir şekilde alt dudağımı ısırırken Cüneyt’in vereceği tepkiyi kestirmeye çalıştım. Ali sözünü tutmuş, kötü polis rolünü profesyonelce oynamaya başlamıştı.


Ali’nin ani olan kinayeli tavrı beklemediği bir şey olacak ki Cüneyt birkaç dakika şaşkın bir şekilde gözlerini kırpıştırıp ardından sert bir şekilde yutkundu. Ve o an araya girmeye karar verdim. Tabi önce ismini seslenip dikkatini üzerime topladım. Gözlerimi kuşku içinde kısıp onun yaralı olan yerini elimle hafifçe işaret ettim. "Gözünüzün üzerindeki yara ne zaman oldu? Bir kavgaya mı karıştınız?"


Ali’nin aksine daha ılımlı yaklaşmaya çalışıyordum. Bir polis şüpheli bir tanığa ne kadar ılımlı yaklaşabilirse tabi. Yine de sesim de hiçbir şamataya tolerans göstermeyecek şekilde bir katılık emaresi vardı. Ali kadar şiddetli olmasa da ben de cıvıklığa gelemiyordum. Disiplin, bir polis için son derece önemli bir kavramdı ve biz de Ali ile kendi yöntemlerimizle bunu uygulamaya çalışıyorduk.


Beklenti içinde Cüneyt'e baktım. Bir cevap beklediğimi anlamış olacak ki konuşmaya başlamadan önce formalite olarak öksürdü. Cümleleri kafasında toplamaya çalışıyordu sanırım. Ya da şüphe çekmeyecek bir yalan kurguluyor da olabilir. Bilemiyorum. Üzerinde bıraktığımız beklenti dolu bakışlar eşliğinde odaya girdiğinde cebinde olan ellerini cebinden çıkarıp konuşmaya başladı. "O kızarık kaza ile oldu. O zaman sarhoştum pek hatırlamıyorum ama sanırım Selçuk'un söylediği bir şeye öfkelendim. Haliyle o da bunun altında kalmadı karşı hamle de bulundu." O sırada aklıma Selçuk'a gelen gizli mektupta yazılan birkaç söz geldi.


Sahi ne diyordu Tolga Bey? O kavga öylesine çıkmamıştı. Cüneyt aklınca Tolganın intikamını almak istemişti o yumrukla ve bunu yaparken gayet aklı başındaymış. Diğer taraftan Selçuk'un yazdığı mektupta da sırf kuzeninin yakasına dinleme cihazı takabilmek için kuzenini kışkırttığını yazmıştı. Kime inanmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Tek yapmam gereken incelenmesi için adli tıbba gönderilen mektubun sonuç raporunun gelmesini beklemekti. Ben sessizliğimi koruyup kendimi düşünme moduna almışken Ali konuşmaya başladı. Alaycı tavırları hala devam ediyordu. Tıpkı avına kıstırdığı fare ile oynayan kedi gibi oynuyordu Cüneyt ile.


"Umarım düzgün bir şekilde özür dilemişsindir. Şayet ben Selçuk'un yerinde olsam sarhoş demem o içki bardağını bir güzel monte ederdim." Sonra yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Baktıkça beni hatırlardı böylece." Cümlenin altındaki bariz imayı hissederken gülmemek için kendimi tuttum. Ali yine yapmıştı şovunu. Cüneyt kızıp kızmamak arasında kalıp en sonunda ifadesiz tutmaya çalıştığı suratı ile önündeki masaya baktı.


Konudan saptığımızı fark ederken artık esas soruları sormam gerektiğini anladım. Yoksa Cüneyt tepesi atıp öylece terk edebilirdi ofisi. Bu bir polis olarak hiç istemeyeceğim bir durum ve bu dava da Cüneyt'in diyeceği en ufak cümle bile bir ipucu olabilir. Bu yüzden gerekmediği sürece nefretini kazanmamalıyız. Sakin ama temkinli bir şekilde konuşmaya başladım. "Cinayetten nasıl haberdar oldunuz?"


Sorduğum soru ile olduğu yerde doğrulup elini cebine soktu ve birkaç karıştırmadan sonra cebinden çıkardığında bunun Selçuk'un bahsettiği işitme cihazı olduğunu fark ettik. Gergin bir şekilde Ali’den tarafa baktım ve o sırada gözlerimiz buluştu. Selçuk'un yazdığı mektuptan Ali de haberdar olduğu için ne düşündüğümü anlamıştı. Bakışlarımı Ali’den çekip yine Cüneyt'e baktım. Fazla olmasa da gözlerinde öfkeli bir parıltının izlerini taşıyordu. Ama sırf bunun için kuzenini öldürmüş olamazdı değil mi?


İşitme cihazını tuttuğu elini bize göstermek istercesine hava da salladı. "Bir insan bunu neden yapar? Herif yakama işitme cihazı takmış!" Sonra sıkıntıyla soluklanıp tavana doğru baktı. Bunu kuzenine yakıştıramadığı her halinden belliydi. "O kadar mı güvenilmez biriydim gözünde?" O Selçuk'un bunu ne için yaptığını bilmese de biz biliyorduk ve olayı yansız bir tutumla ele almamız her geçen saniye de zorlaşıyordu. Ben renk vermemeye çalışsam da Ali bunu gizlemeye gerek duymuyor Cüneyt'i açık açık iğneliyordu. Umarım bu tutumunda haklıdır. Ne diyeyim.


Ali küçümser bir tavır takınıp gülümsedi tek kaşını alayla havaya kaldırmıştı. "Ve sen de bunun için gidip hesap mı sormak istedin? Planların da kuzeninin kasten canına kıymak da var mıydı?" Dediği şey üzerine şok içerisinde Aliye baktım. Zaten şüpheli olan Cüneyt'e iki dakika da katil damgasını yapıştırmıştı. Acaba benim bilmediğim bir şeyimi biliyordu? Yoksa doğaçlama mı gidiyordu emin olamadım. Tek yaptığım Cüneyt'e tedirgin bir şekilde bakmak oldu. Cüneyt ise sinirli bir şekilde kaşlarını çatıp meydan okur bir şekilde konuştu. "Hesap vermeye geldiğimi hatırlamıyorum. Ama siz açıkça yargılıyorsunuz beni. Hem de hakkımda zerre bilgi sahibi olmadan."


Cüneyt'in bu ciddi tavrı karşısında Ali de eski alaylı tavrını bir kenara attı ve oturduğu yerde duruşunu Cüneyt'e doğru yaklaştırdı. "Demek ciddi oynuyoruz, o zaman şöyle söyleyeyim. Saçma ergen tavırlarına bir son ver ve diyeceklerimi iyice dinle. Tamam mı sert çocuk?" Ali’nin bu tavırları bana yabancı gelmediğinden sadece izlemekle yetindim. Cüneyt ise bir şey söylemiyor sadece dik dik bakıyordu. Kontrolü eline alan Ali otoriter bir şekilde konuşmaya başladı. "Cinayeti haber verenin sen olduğunu zaten biliyoruz, oradaki adamlara da anlatmışsın bir şeyler ve polis meslektaşlar tarafından da ifaden alındı. Değil mi?" Sorgular bir şekilde Cüneyt'e baktı. Onaylanma istiyordu. Cüneyt olduğu yerde silkelendi ve gergin ama seri bir şekilde konuştu. "Evet, öyle bir durum oldu."


Ali bilmiş bir tavırla kafasını ben demiştim zaten der gibi bir ifade takındı ve konuşmaya başladı. "Olayın senlik kısmı zaten bitmiş. Şimdi buraya gelip neden bir daha olay çıkarmaya çalışıyorsun?" Sonra gözleri Cüneyt'in az önce öfkeyle havada salladığı işitme cihazına gitti ve konuşmaya başladı. "Sorun işitme cihazı ise oraya gelen görevlilere verir kurtulurdun. Neden buraya getirip çoktan bitmiş bir şeyin hesabını soruyorsun?" Baştan neden bu kadar sert olduğu konusunda Ali’yi kınasam da dediklerinde haklıydı. Olay olup bittikten sonra üstelik biz delilleri incelerken birden ortaya çıkması şüpheleri üstüne çekmekten başka bir şeye yaramıyordu.


Ölmüş birinin ismini her ne kadar sıklıkla kullanmak uygun bir tutum olmasa da bazı şeyleri öğrenmem gerekiyordu. Çünkü üst üste gelen iki itiraf mektubu da aklımızı karıştırmıştı. At kuyruğu yaptığım saçlarımı düzeltmek için saçlarımı iki yandan çekiştirdim ve tokanın saçımı kavrayışını kuvvetlendirdim. Biraz daha ciddi olma zamanı gelmişti. "Selçuk ile aranız nasıldı Cüneyt? Ne sıklıkla görüşür dünüz mesela?" Sonra hala elinde tuttuğu işitme cihazını elimle işaret edip konuşmaya başladım. Cüneyt'i bir şeyleri düşünmeye teşvik etmeye çalışıyordum. "Sen ne yaptın da işitme cihazı takma gereği duydu Selçuk?"


Sorum üzerine elinde sıkı sıkıya kavradığı işitme cihazının hakimiyetini kaybedip kucağına düşmesine sebep olurken gözlerini kırpıştırdı. Sanırım böyle bir soruyu beklemiyordu. İnanmaz bir şekilde bana bakıp konuşmaya başladı. "Ne demek istediğinizi anlamadım. Suçlu olduğumu mu söylemeye çalışıyorsunuz?" Ona mektupların varlığından söz etmeli miyim acaba? Birkaç dakika tereddüt içinde kalıp sonrasında daha da kuşkulanmasın diye endişeli bir şekilde onu sakinleştirmeye çalıştım. "Hayır, öyle bir şey demek istemedim. Sadece biz aranızda neyin olup bittiğini bilmiyoruz. Bunu öğrenmeye çalışıyoruz ama sizin yanlı tutumunuz pek yardımcı olmuyor."


Dediğim şey onda suçlayıcı bir etki bırakmış olmalı, olduğu yerde duruşunu dikleştirdi. Yüzünde mahcup bir ifade vardı. Üzerinde kurduğum otorite işime yaradığı için konuşmaya kaldığım yerden devam ettim. "Üstelik madem aranız bu kadar kötüydü, yani yakanıza size fark ettirmeden işitme cihazı takmasını gerektirecek kadar kötü. Niye o zaman arayıp buluşma teklifi ettiniz?" Sorgular bir şekilde Cüneyt'e baktım. Gözlerini kırpıştırıp bir şeyler demek için ağzını araladı ama sonra kapattı. Bir Aliye bir bana baktı ve mahcup ama seri bir şekilde konuştu. Bu o kadar hızlı gerçekleşti ki hayal olup olmadığını kestiremedim.


"İki kuzen olarak vakit geçirmek istemiştim. Kötü bir niyetim yoktu." Ne Ali ne de benden en ufak ses çıkmadı sadece Cüneyt'i dinliyorduk. O ise sanki yaşadıkları sanki gözünün önünden film şeridi gibi geçiyormuş gibi bize aktarıyordu. Konuşurken duraklayıp gözlerini arada sırada kapatması bunu kanıtlıyor. Katilin o olup olmadığı hakkında kesin bir fikrim yoktu. Ama mektuplara bakarak özellikle de Selçuk'un mektuba inanarak Cüneyt'i suçlamak daha kolayıma geliyordu. Çünkü şu an bu soruşturma için elimizde tek genel geçer kanıt bu mektuplar.


Cüneyt'in ellerini inceledim çünkü otopsi raporunda katilin solak olduğu yazıyordu. Önümde duran beyaz küçük not kağıdından bir tane alıp pilot kalemle birlikte Cüneyt'e doğru uzattım. "Bu kâğıda telefon numaranızı ve isminizi yazabilir misiniz?" İstediğim şeyden şüphelenmemesi için de arkasından ekledim. "Soruşturma ile ilgili bir gelişme olursa size daha kolay ulaşabiliriz. Hem kuzeninizi bu kadar önemseyen siz adaletin sağlanmasını istersiniz." Dostane ama pek de mesafeli bir şekilde gülümsedim. Ali ise yaptığım şey hoşuna gitmiş gibi gururlu bir parıltıyla bana bakıyordu. Cüneyt ise o sırada ona verdiğim kâğıda dediğim şeyleri yazıyordu. Dikkatle ellerine baktım. Ama hayır, sağ eliyle yazmıştı istediğim şeyleri.


Önümüzdeki birkaç dakika Cüneyt'in kuzeni hakkında ne kadar endişelendiği ve pişman oluşunu ifade etmesiyle geçerken nihayet ona soruşturmaya olan katkısı için teşekkür edip odadan yollamıştık. Selçuk'un fark ettirmeden Cüneyt'e taktığı ses cihazı masanın üstünde duruyordu. Eğer katil gerçekten Cüneyt ise neden işitme cihazını buraya getirme ihtiyacı duysun ki? İlk fark ettiği an yok etmesi gerekirdi. Sonra aklıma lacivert deri kaplamalı ajanda geldi. Acaba Selçuk kuzeni içinde bir şeyler yazmış mıydı o ajandaya? Yoksa kuzeni hakkında yazdığı şeyleri başka bir defterde mi tutuyor?


İlk birkaç dakika sadece kendimi düşünmeye odakladığımda, derin ve karmaşık düşüncelerimden Ali’nin bana seslenmesiyle uyandım. "Sende mi aynı şeyi düşünüyorsun?"


"Bilmem, sen ne düşünüyorsun ki?" Sorum üzerine olduğu yerde doğrulup bir elini dizinin üzerine koyarken diğerini de çenesine yasladı ve düşünüyormuş gibi gözlerini, kıstı ve düşünmeyi bir kenara bırakıp konuşmaya başladı. "Acaba, cinayet mahallini eksik mi inceledik? Ya gözden kaçırdığımız bir şey varsa?" Kafamı sıktıran tokayı çözerek saçlarımı serbest bıraktım ve derin bir şekilde soluklandım. Böyle yapınca daha çok ferahlamış gibiydim sanki. Ama ne var ki saçlarımı özgürlüğe kavuşturmamın kafamın içinde dönüp duran düşüncelere bir katkısı olmadı. Kafamın içi hala darmadumandı.


"Bilmiyorum ki, mektupta yazan şeylere göre davrandık. Her şey olması gerektiği gibi görünüyordu. Bir sürü ipucu yakaladık. Eksik olan ne olabilir ki?" Beni onayladığını belirtir şekilde kafasını salladı. Ama düşüncesinden vazgeçmiş gibi görünmüyordu. Ki bu ifadesi sözcüklerine de yansıdı. "Bence bir kere daha olay mahalline dönelim derim ben. Gözden kaçırdığımız bir şey olabilir." Olumlu bir şekilde kafamı sallarken kol saatime baktım ve gözlerimi belerttim. Ali ise neden öyle baktığımı anlamaya çalışıyordu. Kol saatimi ona da gösterdim. "Bu saatte mi? Sence de biraz geç değil mi?"


Sıkıntı içinde ofladı ve olumlu anlam da kafasını salladı. Ardından gergin bir şekilde oturduğu yerden kalktı. "İyi ama öylece durup bekleyemem. Bir şey yapmam lazım!" Onu bir süre inceledim çok kararlı ve stresli görünüyordu. Onu hiçbir şekilde durduramazdım. Oturduğum yerden kalkıp üzerimdeki polis ceketini askılığa astım ve bilgisayarı kapattım. Kapıdan tarafa bakan kafasını bana çevirip şaşkın bir şekilde bana baktı. Ona katılmayacağımı düşünüyordu sanırım. Gülümseyip kapıyı gösterdim ve elimdeki anahtarı sallarken konuşmaya başladım. "Madem bu kadar ısrarlısın, gidip bir bakalım o zaman."


Gülümsemedi ama sevindiğini hissedebiliyordum. Ofisten önce o sonra ban çıkıp ardımdan kapıyı kilitledim. Komiser Rıza Abi’nin odasına uğrayıp ona da haber verdikten sonra çıkmak için otomatik kapıya doğru yürümeye başladık. Karakoldan dışarı çıktığımızda soğuk havada esen rüzgâr yüzümü yaladığı için gözlerimi kapattım. Bütün gün karakolda iş yaptıktan sonra dışarıdaki serin hava iyi gelmişti ama Ali'nin konuşması ile bu ferahlık sona erdi. "Baksana şurada duran seninki değil mi?" Bunu bağırmadan sadece benim duyabileceğim şekilde söylemişti. Ama tam seninki deyişine takılacaktım ki gözlerimi açıp bizden birkaç adımlık uzakta olan ve doğrudan bizi inceleyen bakışlara kaydı gözlerim.


Karan, bize daha doğrusu bana bakıyordu. Ama bu normal bir buluşma değildi ve ben de evimden değil karakoldan çıkmıştım. Sanırım her şey burada sona eriyordu. Batırmıştım.


Loading...
0%