Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. BÖLÜM ŞİMDİ SI*TIK

@batingam

 

SAMED'TEN...

 

Koray 'lar Pekin' deki 4 rahibi imha etmişti. Onlar üzerine düşen görevi başarıyla yapmış, önceden belirlediğimiz herzaman ki toplanma yerimize, Müslim amca'nın kumaşcısına doğru yola koyulmuşlardı.

 

Biz diğer üzerimize düşen rahipleride hallettikten sonra MİT' den Korhan babaya bilgi düşmüştü.

 

" Çocuklar 11 rahip tamam ama Başbudistin İnfazlar dan bir şekilde haberi oldu. MİT telefon dinlemesinde bu adamın koruma altına alınacağını öğrenmiş, nereye gideceği bilinmiyor bir şekilde imha edin." diye mesaj göndermişti.

 

Bu Rahmanın son Rahibiydi.

 

' Başrahip ! '

 

Rahman'ın gözetimini yaptığı Başrahip telaşla arabasına binmiş, Karabasan'ın yetişmesine fırsat bırakmadan uzaklaşmıştı. Yolda öyle veya böyle infaz gerçekleşecekti.

 

Konferans modunda konuştuğumuz telefondan Rahman'ın sesi geldi.

 

" Hadi beyler nerede kaldınız. Ben hâla takipteyim."

 

Beklemeden cevap verdim.

 

"Ben 5 dakika sonra yanındayım kardeşim."

 

" Çabuk olun gidiyor köpek. Tek başıma olmaz. Riske atamayız ! "

 

Üç dakika sonra Rahman'ın motor sesi kulağımı tırmalamaya başlamıştı.

 

' İşteeee oradasın Karabasan ! '

 

Evet artık görüyordum. Siyah motor, aynı renkte motorcu kıyafeti ve eşsiz karizması ile önümdeydi kardeşim.

 

Hızımı artırıp Rahma'nın yanına yaklaştığımda aracı işaret etti. Araç yüksek model siyah bir jip'ti.

 

"Kardeş cadde boş tek el atalım neden takip ediyorsun ? "

 

Eli ile tekrar aracı gösterip;

 

" Olmaz Hayalet araç zırhlı. "

 

Yüzümü araca dönüp cevap verdim.

 

"Vay çakal vay ! "

 

"İşte şimdi s*çtık beyler desenize ? "

 

Bu ses hattın diğer ucundaki bize yetişmeye çalışan Ömer'den geliyordu. Haksızda sayılmazdı.

 

' İşte şimdi işle sarpa sardı ! '

 

" Bunu yolda halletmemiz lazım. Araç varacağı yere gidene kadar durmaz. Dursada anında koruma önlemi alırlar. Operasyon güme gider Karabasan ne düşünüyorsun ? "

 

Diğerleri gibi bu sorunun cevabını oldukça merak ediyordum.

 

Rahman'ın sesi düşünceli geliyordu.

 

" Biliyorum kardeş haklısın bakacağız bi hal çaresine."

 

Araç yetmiş kilometre hızla akıp giderken ara vermeden bir soru daha yönelttim.

 

" Zırhlı olduğunu nereden biliyorsun ? 'Denedin mi ? ' diyeceğim ama adam gayet sakin sürüyor arabayı. Sıksan bu kadar sakin olmazdı herhalde."

 

Avuçiçi aşağı bakacak şekilde elini aşağı indirip yukarı kaldırdı ve konuşmaya başladı.

 

" Araç önlü arkalı aşağı doğru basık duruyor Hayalet. Bu tonajının standartların çok üzerinde olduğu anlamına geliyor. Yani araç kesin zırhlı kardeş ! "

 

Dediğine şaşırmamak elde değil. Bu çocuğun hangi ortamda olursa olsun soğukkanlılığını koruması ve bu soğukkanlılığının onu sağlıklı düşünmeye itmesi sadece beni değil bütün ekibi kendine hayran bırakıyordu.

 

' Bu kurt Alfalığı fazlasıyla hakediyor! '

 

Ne yalan söyleyeyim ben olsam seyir halindeyken direkt sıkardım. Kurşun geçmez adam el sallayıp uçardı avucumdan.

 

" Hayalet ben araca yaklaşıyorum kontrol edeyim. Bir çıkar yolu var mı ? Sen mesafeni koru."

 

Rahman arayı açarken başımla onayladım.

 

Aracın on metre yakınına yaklaşmıştı ki kulaklıktan ses geldi.

 

"Hayalet ben motoru bırakıyorum beni al. "

 

" Anlaşıldı ! "

 

Arkamada Rahman ile birlikte yaklaşık elli metre uzaktan üç şeritli yolda aracı takip ediyorduk. Burada şehir bitmek bilmiyor, etrafımızda yüksek binalar eksik olmuyordu.

 

Yandan Rahmana baktığımda telefondan birşeylere baktığını gördüm.

 

" Navigasyona bakılırsa araç hiç bir yere sapmazsa üç kilometre sonra bir nehrin üzerindeki köprüden geçecek."

 

Evet demişti. Bu normaldi ama arkasından gelen gülücük hiç hayraalamet değildi.

 

'Ulan bu eğer böyle pis pis gülüyorsa yine ölüme çok yaklaşıyoruz anlamına gelir. Hadi bakalım hayırlısı ! '

 

Hiç birşey söylemeden başımı sallayarak dediğini onayladım.

 

Köprüye yaklaşmadan Ömer de bize katılmıştı.

 

Rahman;

 

" C4 biraz geride kal şüphelenmesin portakal. "

 

Ömer hızını azaltarak geri tarafımıza geçti.

 

Rahman arkamdan sırtıma vurarak;

 

" Hayalet yaklaşıyoruz hazır ol ! "

 

Başımı arkaya çevirerek bugünün en merak edilen sorusunu sordum.

 

" Anlaşıldı da... ! Ne yapıyoruz ? "

 

" Ben söylediğimde hızlanacak arabanın sıfır noktasına geldiğinde onunla aynı hıza düşeceksin. "

 

Ne yapacağını hala anlamamıştım.

 

" Eee sonra ? "

 

" Sonra beni arabanın üstüne bırakacaksın. Araç sunrooflu ve sunroof açık. "

 

' Biliyordum bunun böyle piskopatça bişey düşündüğünü vallahi biliyordum.'

 

Arkadaki Ömer'den ses geldi.

 

" Yok anasını satayım. Kardeşim saçmalama o araç yetmiş kilometre hızla gidiyor. Dengeyi kaybederse senin kurtuluşun olmaz. Sen önüne düştükten sonra üzerinden geçme ihtimali var. Zırhlı araç üzerinden geçerse asfalttan tırnağımızla kazımak zorunda kalırız."

 

" Yapacak bişey yok C4 mecburuz. Hazır ol Hayalet işaretimle."

 

Elim ayağım titriyordu. Kardeşimi kendi ellerimle ölüme bırakıyordum.

 

" Şimdi ! Yaa Allah !!! "

 

Hızımı artırmıştım. Son otuz metre; Rahman silahını çıkartıp kızağını çekerek mermiyi yatağına yerleştirdi.

 

Son yirmi metre; Rahman omuzlarıma ellerini koydu, motorun hızı saatte yüz kilometre.

 

Son on metre; arkada bir haketlenme oldu. Bizim akıllanmayan deli Rahman motor üzerinde ayağa kalkmıştı.

 

Son beş metre; Rahman yükünü omuzlarıma verdi.

 

Evet sıfır ani fren; motor Rahman'ı attı. Rahman aracın tavan çıtasından tutunup üzerine çıkarken filmli camdan gördüğüm kadarıyla Rahipte hareketlenme oldu.

 

Arayı yirmi metre açmıştım. Rahman tek dizini tavana koyarak eli ile sunrooftan tutunup kendini sağlama aldı. Silahı çıkardı ve iki el silah sesi...

 

Evet silah sesiydi bu !

 

Araç dengesini kaybetmiş zikzak çizmeye başlarken, Rahmansa rodeo kovboyları gibi jip'in üzerinde asfalda çakılmamak için elinden geleni yapıyordu. Araç bir süre kendiliğinden gittikten sonra sağ taraftaki köprü şarampolüne büyük bir gürültü ile çarptı. Araç şarampole yapışık kalırken Rahmanı kırkmetre metre yükseklikten yolun dışına, nehre fırlatmıştı..

 

Rahman'ın havada süzülürken son sözü şükretmemiz için açılan bir kapıydı.

 

" Beni karşıdan alııın !!! "

 

Oğuz'dan...

 

' Ulan Rahman ! Dengesiz Rahman, deli Rahman, Allah iyiliğini versin Rahman, millete Akıl dağıtılırken sen şemsiye mi tutuyordun Rahman ? Allahım affet beni kötü birşey söyledim.'

 

Rahmanın yaptığı planı anlatırken telefonda karışıklık olmasın diye araya girememiştim.

 

Yaptığı delilik başladığında onların yaklaşık seksen metre arkasındaydım. Son anda yetişmiş, aracın Rahman'ı nehre attığını görmüştüm ve duymuştum son söylediği sözü.

 

Rahibin şarampoldeki aracını gördüğümde yavaşladım. Camlar koyu renkti. Camdaki yoğun kan bu koyuluğu iki ton daha artırmıştı.

 

Aceleyle Samet ve Ömerin motorlarını sürdüğü yöne doğru gazı kökledim.

 

Yanlarına gittiğimde merakla buz gibi sudan çıkacak olan Rahman'ı bekliyorlardı. Baktıkları yöne başımı çevirdiğimde bize doğru hızla kulaç atan Rahman'ı gördüm.

 

Samet elini uzatarak Rahman'ı bileğinden kavrayıp su dan çıkardığında beklemeden sordum.

 

" Kardeşim ! "

 

Gözümün önüne Azerbaycan daki nehir maceramız gelmişti.

 

Kaskını çıkarmamış, bakışını bana doğru yöneltmişti.

 

" Sen her g*tün sıkıştığında nehire mi atlayacaksın ? "

 

Kaskların içerisindeki boğuk kahkahalarla birbirimize sarıldık ve ayrılarak Rahman'ın isyanını dinledik.

 

" Ulan bunların yemeği gibi nehirleride beş para etmez. Dondum yemin olsun."

 

Biz haline gülerken Rahman konuşmasına devam etti.

 

" Kasklarınızı çıkartmayın beyler kamera olabilir. Hadi devam edelim ! "

 

' Sıradaki plan ! '

 

Motorlara atlanıp kameraların olmadığı tenha bir yere gidilecek. Motorlar bırakılacak, yedek kıyafetler giyinilecek, orada herkes farklı yerlere ayrılıp DoğuTürkistan'a gitmek üzere havaalanında buluşulacaktı.

 

4 saat sonra...

 

Rahman'dan...

 

Muslim amca merakla ellerini ovuşturarak dükkanının kapısında bizi bekliyordu. Ona doğru yürürken bizi gördüğünde gözleri öyle bir parlamıştıki elindeki tesbihi avcunun içine alarak sıkmış, adımları ' Gitsem mi gitmesem mi ? ' dercesine bir ileri bir geri gidiyordu.

 

İçeri girip selamlaştıktan sonra arkama dönüp Müslim amcaya baktım. Sarılacakta sanki çekiniyormuş gibi bir hali vardı. Gözlerine bakıp bir teklifte bulundum.

 

" Müslim amca ! " dediğimde Muhafızlara gülerek bakan gözleri merakla bana döndü.

 

" Söyle kurban olduğum ! "

 

" Amca sen bana sarıl be ! Hatta hepimize sıkısıkıya sarıl. "

 

İçindeki birikmiş sevgi ve şükran canavarını serbest bıraktıktan sonra kollarını açıp boğacakmış gibi sıkı sıkıya sarmaladı.

 

" Senin Allah'ına kurban komutan ! Sizin Allah'ınıza kurban. "

 

Buranın insanı o kadar muhtaç ki. Kimse ekmeğe yada suya değil, paraya değil şevkate, güler yüze, huzurla, sağa sola tedirginlikle bakmadan muhabbete, Çin zulmü olmadan kardeşçe yaşamaya muhtaçtı.

 

Müslim amca herkese sarıldıktan sonra oturduğum tabureden sağ tarafımda kapıda sıcacık gülümsemesiyle bizi seyreden 15 yaşlardaki çırağını çağırdım.

 

Ensesinden tutup kendime doğru eğip kulağına yaklaşarak;

 

" Karnın acıktı mı ? "

 

Yüzüne baktığımda gülerek kafa salladı. Herkes bizi merakla seyrediyordu.

 

Tekrar kendime çekip;

 

" Burda güzel bir kavurmacı var mı ? "

 

Yüzüme bakıp kendinden emin bir şekilde kafa salladı.

 

" O zaman sana para vereyim bolca kavurma, pilav, salata, ayran kap gel buradaki herkese. En çokta sana anlaştık mı ? "

 

Gözleri ışıldayan çocuğa cebimden parayı çıkartıp verecektim ki.

 

" Sakın haaa ! " diye bir ses geldi Muslim amcadan.

 

Ona doğru baktığımda baba yadigarı altıpatların namlusunu gördüm. Namlu çocuğa bakıyordu.

 

Ne yapmaya çalıştığını anlamadan gözlerine bakakaldım. Çırak aldığı parayı aniden elime bırakıp geri çekildi.

 

Silahı tekrar beline yerleştiren Müslim amca;

 

" Komutan sen ne yapıyorsun ? Hem taaa Türkiyelerden canınla gardaşlarınla imdadımıza gel, hem paranla yemek al. Aç olduğunuzu biliyorum. O işi hallettim şimdi burada olur."

 

Şaşkın bir ifadeyle sormadan edemedim.

 

"Muslim amca ben çocuğun kulağına söyledim sen nerden anladın yemek istediğimi ? "

 

Çırağına bakıp kaşlarını çattı.

 

" Onun bir işe yaradığı yok ama ne zaman yemek lafı geçse dili dışarı çıkar."

 

Çocuk utanmış Tim kahkahayı basmıştı.

 

Gözlerimin önüne Mert ve Kağan gelmişti. Çocuğu çekip Muslim amca görmeden harçlık verdim.

 

Şimdi Mert 22 yaşında, Kağan ise 15 !

 

' Acaba yanyana dursak nasıl görünürdük ? '

 

Daldığım derin düşüncelerden Koray'ın sesi ile sıyrıldım

 

" Reis babayı aradın mı ? "

 

" Yok kardeş aramadım önce aramızda konuşalım kim ne yaptı ondan sonra arayacağım. Sizde var mı bir vukuat, herkes sağlam iş çıkardı değil mi? Yani portakallar kesin sıkıldı ? "

 

' Yerin kulağı vardır! ' mantığı ile konuşmuştum.

 

Herkes onaylandıktan sonra. Uydu telefonunu elime alıp ararken sağ tarafımdaki Muslim amcaya baktığımda, elinden düşürmediği tesbihi ile kapı ağızında yemekleri bekliyordu.

 

Telefon ikinci çalmadan sonra açıldı. İlk konuşan ben oldum.

 

" Selamun Aleykum komutanım."

 

" Aleykum selam evlat. Nasılsınız birşeyiniz yok değil mi ? "

 

" Hayır komutanım herbirimiz iyiz. Verdiğiniz görev başarıyla vukuatsız olarak tamamlandı."

 

Nefes alış verişin den içinden fışkıran huzur ve gururu hissede biliyordum.

 

" Aferin evlat size bütün övgüler az gelir aferin. "

 

" Sağolun komutanım. Eğer bir emriniz yoksa biz Yuvaya dönüyoruz ! "

 

Özlemiştim toprağını taşını. Gelecek olan cevabı merakla bekliyordum.

 

Timin gözü benim üzerimdeydi.

 

" Gelin evlat; ama İstanbul daki değil Ankara daki Yuvaya gelin. "

 

" Komutanım siz Ankarada mısınız ? "

 

" Evet Rahman ev tuttum yengen geldi. Tayin işlerini falan hallettik. Ha bu arada ekibin başı olduğun için sanada bizim evin yanında bir ev tuttum hemde bahçeli bir ev. Korayla ikinize yani. Bana yakın olmanı istedim."

 

Sevinmiştim.

 

" Sağolun komutanım. Allah razı olsun "

 

Bu adam gerçekten mükemmel bir adamdı.

 

" Tamam evlat direkt uçak yoktur aktarma yaparsınız. Ekibede söyle herkes tatiline kaldığı yerden devam etsin. Memleketine gitmek isteyen gitsin."

 

Neler konuşulduğunu merakla bekleyen Muhafızlara bakıp tek kaşımı kaldırdım.

 

Telefondaki komutana dönüp;

 

" Anlaşıldı komutanım ! " dediğimde ara vermeden devam etti.

 

" Rahman sana iki hediyem var. Bir; yarın cuma, sen cumartesi sabah kahvaltıda burada olursun. Müdireden izin aldım Şura hafta sonu bizimle. "

 

Sevinmiştim ! En sevdiği oyuncağı elinden alınan çocuğun tekrar oyuncağına kavuştuğunda hissettiği duygu olmalıydı bu.

 

Tabureden ayağa fırlayıp sevinçten haykırmamak için dişlerimi olanca gücümle sıktım.

 

" Aslansın be dayı ! Vallahi sen aslansın be..."

 

Bu ani çıkışımla dükkandaki herkes sıçrayarak bana döndü.

 

" İkinci hediyende buraya geldiğinde. Hadi çocuklara selam söyle. Allaha emanet olun."

 

Sanki karşımdaymış gibi ışıldayan gözlerim ile başımı salladım.

 

" Sağolun komutanım ! "

 

Telefonu kapatıp tam time konuştuklarımızı anlatmak için ağzımı açmıştım ki yemekler kapıdan peşpeşe girmeye başladı.

 

Yaklaşık 32 saattir boğazımızdan bir lokma geçmemişti.

 

Şimdi yemeklere hevesle bakan 7 aslana bakıyordum.

 

Görenlerin, bizim nasıl büyüdüğümüzü bilenlerin tıpkı benim gibi içi sızlardı halimize. Bu adamlar daha 10 yaşında kemikleri bile gelişmemişken ana kucağından alınıp adaya götürülen çocuklardı. ' Ben kanım canım olmayan Şura'yı yetimhanede bırakırken bile permeperişan olmuşken, bizim annelerimiz babalamız ne hâle gelmişlerdir ? ' diye düşündüm.

 

Bu adamlar DoğuTürkistan için burada, Yarın Musul'da, diğer gün Kerkük'te olacak. Bir Müslüman, bir Türk nereden imdat derse bunlar kefere kanına susamış Kurtlar gibi yanlarında olacak.

 

Peki ne zamana kadar ?

 

Tabi ki o canları o bedenden çıkana kadar !

 

Allah razı olsun bize bu aşkı aşılayan annemizden, babamızdan, çok değerli hocalarımız ve komutanlarımız dan.

 

Benim vergimle maaş alıyorsunuz diyen densiz, adi, şeref yoksunu.

 

Benim ve arkadaşlarımın DoğuTürkistandaki yaptıklarımızın karşılığını Muslim amca son sarılmasıyla, gururdan, sevinçten, mutluluktan akan gözyaşlarıyla fazlasıyla ödedi.

 

Bu duyguyu Allah Azze ve Celle her kuluna nasip etmez.

 

Askerlik ve polislik parasıyla veya parası için yapılacak bir meslek değildir. Bu meslekler çelik gibi bükülmez bir iman, tamamiyle adanmışlık gerektirir.

 

Düşünürken müjdeyi vermeyi unutmuştum arkadaşlara. Lokma mı yutup konuşmaya başladım.

 

" Börüler izniniz devam ediyor. İsteyen buradan ailesinin yanına gidebilir." sevinçle baktıkları gözleri görülmeye değerdi.

 

Uzatmamalıydım bu vuslatı. Benim annemde artık hakediyordu. Özlemiştim babamın tozlu inşaat elbiseleri ile eve girdiğindeki o tartışmalarını. Babamla güreşmeyi, annemin tere otlu çatlak çöreğini özlemiştim.

 

Bir yandan yüreğimdeki yangını dizginliyor, diğer yandan konuşulanları Time aktarmaya çalışıyordum.

 

" Ve Yuvamız artık Ankara ! Yuvada kalma imkanı tabiki hâla devam ediyor. Ama ev tutmak isteyenler bian önce halletse iyi olur."

 

Hem verilen müjdelerle, hemde kuş sütü eksik bereketli soframızla karnımızı fazlasıyla doyurmuştuk hamdolsun.

 

Saatime baktığımda 15:05'i gösteriyordu. Eşyalarımızı otelden buraya aldırmıştık. Alnımızın akı ile bu görevinde başarıyla yerine getirmiş, uçak saatini beklemeye koyulmuştuk.

 

Müjde derken Korhan Yarbay'ın bana olan ve oraya sakladığı ikinci sürprizi neydi merak ettim.

 

Korhan Yarbay'dan...

 

Uykusuz geçen on günün ardından ilk defa rahat nefes alıp yeni kurduğum evimde kanepeme kurulmuştum.

 

Kızlarım Zümra ve Tuğçe hizmet ediyor, anneleri başıma masaj yapıyordu.

 

Bence bir erkeğin hergün eve gidip gelmesi pek mantıklı değil. Arada bir, bir hafta ayrı kalacaksın sana olan saygı, sevgi, hoşgörü, hizmet yani senin karına ne varsa herşey iki katına çıkıyordu.

 

Bunun için bizim mesleğimiz zor ama her kulun arayıpta bulamayacağı bir meslekti.

 

Zümra kafama takılmıştı. Kaç gündür ne iştahı vardı, nede morali yerindeydi. İki gün önce gece eve giysi almaya geldiğimde sayıklıyordu. Can kulağı ile dinlemiştim ama Fetih mi, Fatih mi, ne dediğinden pek emin değildim.

 

' Kim lan bu Fatih ? '

 

Solmuştu kızımın yüzü, çökmüştü güzelim gözlerinin altı.

 

Bugün bir şekilde o Fatih hakkında bir şeyler bulmalıyım. Sonrasında araştırmaya alır, nasıl biri olduğunu öğrenirim.

 

İlk fırsatta Gülsüm'e sormalıydım. Belki söylemiştir ona; söylemese bile anlamıştır gözüaçık karım.

 

Zümra'nın mutfakta olduğunu fırsat bilip yattığım yerden toparlanarak sordum.

 

" Gülsüm Zümra'nın neyi var ? "

 

Şaşırmış gibiydi ani çıkışımdan. Bir süre baktıktan sonra cevap verdi.

 

"İyi Korhan çok şükür neyi varmış ? Hem bak ne kadar mutlu oldu artık hep beraber kalacağız diye."

 

Yok hayır tatmin olmamıştım bu cevabı ile. Tek kaşımı kaldırıp sorgulayan gözlerle baktıp.

 

"Gülsüm bu kız geçenlerde Fatih diyordu sayıklarken."

 

Kaşlarını çatmıştı. Hissettirmemeye çalışsada kapıldığı paniği anlamıştım.

 

" Yok Korhan Fatih değil o ! Yanlış anlamışsın bir derdi yok çocuğun iyi çok şükür."

 

Aradaki kaçırdığı lafı yakaladığımı anlamış olmalı ki alt dudağını ısırdı.

 

' Fatih değil o ! '

 

Kumandayı kanepeye sakince bırakıp, aynı sakinliği koruyan ses tonum ile;

 

" Fatih değilde kim Gülsüm ? " deyip ellerimi dizimde bağladım.

 

" Korhan hiç kimse ne diyorsun sen ? Biri olsa ben anlarım."

 

Kızdığımı anlamış, mahcup olmuştu. Fazla üzerine gitmenin bir anlamı yoktu artık. Zaman herşeyi gösterecekti.

 

" İyi hadi bakalım şimdilik öyle olsun." deyip kalktığım kanepeye sakince geri uzandım.

 

Kardeşimin, Orhanımın emanetine canım pahasına iyi bakmalıydım.

 

Kendime bu sözü Zümray'ı her görmemde veriyordum. Ama artık kanatlarımın altındaydı aklım onda kalmayacaktı çok şükür.

 

Ne yiyor, ne içiyor, kiminle arkadaşlık yapıyor. Zümra'ya ne kadar güvensemde bunlar aklımdan çıkmıyordu ondan ayrıyken.

 

Ben bu düşüncelerdeyken Tuğçe önden Zümra arkadan elinde çay tepsisi ile salona girdi. Uzandığım kanepeden doğruldum. Zümra Gülsüm annesinin yanına otururken küçük cimcime herzaman ki tekli koltuğuna geçti.

 

Televizyon operasyona giden askerlerin aileleriyle vedalaşmalarını gösteriyordu.

 

Genişçe bir içtima alanı, zırhlı araçlar yan yana dizilmiş aileleriyle, çocuklarıyla vedalaşan askerleri bekliyordu.

 

Benim dikkatimi izlediğim haberden çok Zümra çekti. O haber geldiğinde televizyona doğru dönmüş haberlere dikkat kesilmişti. Normaldi bakması ama böyle pürdikkat hiç gözünü çekmeden hissederek izlemesi dikkatimi dahada yoğunlaştırmıştı.

 

Sonra bana dönerek. Buğulanmış gözleriyle baktı.

 

" Korhan baba birşey sorabilir miyim ? "

 

" Tabi kızım sor."

 

" Rahmetli babam bizden ayrılıp göreve gideceği zaman bana sarılıp öptükten sonra yatmadan önce önüne Kuranını alır Fetih suresini okurdu. Bunu hepiniz mi yapıyorsunuz ? "

 

Sorusu bittikten sonra gururla cevap verdim.

 

" Evet kızım gitmeden önce Fetih suresini okuruz. Operasyondan sağ salim döndüğümüzde de bir fırsatını bulup Şükür Namazı kılar, Fetih suresini birdaha okuruz. Bunu büyüklerimiz bizde adet haline getirmiş bizde devam ettiriyoruz."

 

Dinlerken gözleri o kadar hayranlıkla bakıyordu ki cevabı bitirmek istemedim.

 

" Bizim bir Kurdumuz var onun gibi okuyana denk gelmedim hiç. 13 yıldır her okuduğunda manevi bir huzur âlemine dalarım. "

 

Gülsüm bana başını çevirerek.

 

" Kim Korhan o ? "

 

" Rahman hatun ! O çocuğun sesi tılsımlı gib... " dememle Zümra elindeki sıcak çay dolu bardağını kucağına döküp ayağa fırladı.

 

Aniden öne doğru atılıp;

 

" Kızım dikkatli ol ! " deyip sıcak daha fazla işlemesin diye yemek masasındaki suyu çayın döküldüğü noktaya döktüm.

 

" Bişeyin var mı çok yandın mı ? "

 

Eli ile bedenine yapışan eteğini kaldırıp yüzünü buruşturdu.

 

" Yok baba gerçekten iyim."

 

Yüzüne baktığımda iyi görünüyordu. Elinde boş bardakla mutfağa adım atmıştı ki hamle yaptım.

 

" Haa Rahman demişken !"

 

Zümra meraklı gözlerle aniden bana döndüğünde devam ettim.

 

" Yetimhaneden haftasonu için Şura'ya izin al dım. Bütün hafta sonu bizimle. "

 

Çok sevindikleri hem eşim Gülsüm'ün, hemde kızım Tuğçe ve Zümra'nın gözlerinden belliydi.

 

" Ve Rahman da cumartesi sabah kahvaltıda burada ! " diye devam ettim.

 

Mutfağa yönelmiş olan Zümra'nın elindeki bardak yere düşmesiyle paramparça oldu.

 

Peşpeşe yaptığım hamleler doğrultusunda herşey beklediğimden daha erken ortaya çıkmıştı.

 

' Şimdi senin ağızına sı*tım Rahman ! Sen annene gidiyor musun gitmiyor musun ?'

SON...

 

Loading...
0%