@batingam
|
2 gün sonra saat: 19:30 Zümra'dan... Gelmelerine çok az bir zaman kalmıştı. Bütün hazırlıkları yaptık.Geriye benim için en önemli şey; benim hazırlanmam kalmıştı. Gülsüm annemle birlikte içimiz kıpır kıpır ahşap merdivenleri çıkmaya başladık. Birgün önce aldığım mürdüm rengi elbisemi üzerime geçirdikten sonra, fildişi baş örtümü taktım, aynı renkte ayakkabılarımlada bayağı yakışmıştı. Ben bütün bunları yaparken iki afacan Tuğçe ve Şura ayna karşısında birbirlerine poz veriyorlardı. Çok sade bir makyaj yapıp misafirlerimizi beklemek üzere kızlarıda yanıma alarak aşağı indim. Mutfakta Kübra ile birlikte çayı demlerken dışarıda misafirlerimizi bekleyen Korhan babam açık olan kapıdan içeri doğru seslendi. " Geldiler hanımlar ! " ' Allahım çok şükür. Dur bakalım Rahman ne durumda ' diyerek büyük bir merakla kapıya yöneldim. Abdullah babamı gördüğümde bacaklarım titremeye başlamıştı bile. Ellerim birbirine kenetlenmiş çıtlamayan parmaklarımı habire çıtlatmaya çalışıyordum. Müstakbel kayınbederimin arkasından Fatıma annem sımsıcak bakışlarıyla bana bakakaldı. Peşlerinden Koray, annesi, babası ve kız kardeşleri geldi. İşte göründü sonunda gönlümün güneşi. ' Yok ya... Bu kadarda olmaz ! ' denilecek bir varlık vardı karşımda. Siyah takım elbisenin içine beyaz gömlek, daha bir koyu gösteriyordu o gece karası gözlerini. İlk defa takım elbisenin içinde görüyordum onu. Herkes içeri geçmiş dışarda sadece o kalmıştı. ' Allahım düşmeyeyim ne olur ! ' Ben gözlerimi hiç çekmeden ona bakmayı tercih ederken, o ise karşımda ferahlatan gülümsemesiyle büyük bir çiçek demeti uzatıyordu. Kübra'nın dürtmesi ile kendime gelip Rahman'ın önüne set olan vücudumu çekip kapıdan geçmesine izin verdim. Geçtikten sonra kızların gülücükleri arasında geniş omuzlarına ve endamına arkasından bakakaldım. ' Rezil ettin beni be adam ! ' Beni kendime getiren yine gıcıkça gülmesi ile Kübra olmuştu. " Hadi Zümra önce ağzını sonra kapıyı kapat gel." Beni bu mutlu günümde yanlız bırakmamış canım kardeşim ama sürekli iğneleyici sözleri vardı. Olsun yinede çok memnundum yanımda olmasından. İçerde kısa bir hoş sohbetten sonra yemeğe geçtik. Korhan babam yemeğe başlamadan önce; " Eee Mert yok mu ? Neden gelmedi, burada görev yapıyordu bildiğim kadarıyla." Abdullah babam; " O Urfa Viranşehire gitti aniden görev çıktı." dediği ile Korhan babam birden öksürmeye başladı. Rahman ayağa kalkıp sırtına vurarak rahatlatmaya çalışıyordu. Zorla nefesini topladıktan sonra Rahman'ı eli ile engelleyip; "Korkma korkma kızı vermeden ölmem. " diye fısıldadığını duydum. Babam'ın bunu söylemesi ikisinin ve benim gülmemize neden olmuştu. Yemekler yendi çaylar içildi. Ben, Kübra ve Koray'ın iki kız kardeşi Songül ile Şengül kahveleri yapmak için mutfağa geçtik. Kübra hayranlık akan bakışları ile gözlerime bakıp; " Valla Zümra'nın benden önce evlenmesine çok şaşırdım. Aklından dahi geçmiyordu, hiç yaklaşmıyordu böyle şeylere. Bana söylediğinde çok şaşırdım." Songül kaşlarını kaldırarak; " Nasip ! Nereden nasıl çıkacağı belli olmuyor işte. " " Ya gerçekten öyle. " diye cevap verdim. Gerçekten Allah'ın bir insana nereden ne çıkaracağı belli olmuyordu. Hazır olan kahveleri tepsiye dizdim. Onları götürdükten sonra mutfağa dönüp diğer fincanları aldım. Sıra geldi Rahman'ın kahvesini yapmaya. Ben onunkini daha özenerek bol köpüklü yapacaktım ama kızlar adettendir diye izin vermedi. Kübra kahve dolu cezvenin içini tuz ve karabiber ile doldurdu. " Ya yapma Kübra hiç mi vicdan yok sende ? " Şu güzel ortamı bozmayacak olsam saçını başını yolardım bu kızın. " Kızım bi karışma ya ! " deyip kolu ile ittirdi. Rahman'ın fincanınıda koyduktan sonra hep beraber mutfaktan çıktık. Ben kahveleri dağıtırken kızlar kapının önündeki sandalyelere dizilmişti. Tepsideki son bir kahve ile Rahman'ın karşısındaydım. Fincanı alırken gözlerime sorgulayan yüz ifadesi ile bakarken kaşlarımla Kübrayı gösterdim. 'Zorla yaptırdı. ' der gibi asık ve mahcup bir ifade ile bakıyordum yüzüne. Kübraya bakıp tekrar tebessümle baktıktan sonra bir defa yumdu ve açtı gece karası gözlerini. Anlamıştım; o gözler ' Olsun rahat ol ! ' diyordu bana. İşim bittikten sonra kızların yanındaki boş sandalyeye geçtim. Yüzümdeki mahcubiyet hâla geçmemiş öylece Rahman'ı izliyordum. Bana baktı ve ardından sağ elindeki kaldırmış olduğu fincana çevirdi gözlerini. Aniden bir dikişte kahveyi içti. Yüzünde, aksi hiç bir belirtiyi göremeyen Kübra ve kızlar çok şaşırmıştı. Ardından baktı ve tekrar gülen gözlerini yumdu ve açtı. Kübra bacağıma dürttü ve kulağıma; " Bu senin için zehir içerim demek oluyor. " diye fısıldadı. Kendikendime; ' Keşke bilseydin onların nasıl ızdıraplardan geçtiğini.' diye düşünürken Abdullah baba elindeki kahveyi içtikten sonra önündeki sehbaya bıraktı. ' Allahım kalbim çıkacak, bu kez çıkacak ! ' " Evet efendim bu benim için ilk oluyor, bir hata yaparsam af ola. Gelelim sebebi ziyaretimize. Allah'ın emri, Peygamber efendimizin kavli ile Zümra kızımızı Rahman oğlumuza istiyoruz. " Sol elimi kimsenin göremeyeceği şekilde, Kübra ile aramıza alıp Kübra ya yaklaşarak " Kübra kimse görmeden elimi tut. Yemin ederim bayılıcam. " diye fısıldadım. Kübra kınayan gözlerle yan yan gülerek elimi tuttu. Korhan babam söze girmişti. " Rahman bana güvenerek benim gösterdiğim Allah yolunda hiç sapmadan gitti. Annesinden, babasından, kardeşlerinden ettim, buda yetmiyormuş gibi keskin bir zülfikar olsun diye diğer çocuklar gibi çok canını acıttım, bana birgün olsun yan gözle bakmadı. Rahman bana güvenerek bu yola ömrünü verdi. Bende bunun karşılığı olarak can kardeşim Orhanım'ın emanetini." dedi ve hüzünlü bir tebessümle gözlerime baktı. Dolmuştu; Kübra'nın da benim de gözlerimiz dolmuştu. Tekrar Abdullah babaya dönerek. devam etti. " Orhanım'ın emaneti Zümramı verdim gitti. " Herkes ayağa kalkmıştı. Rahmanında komutanı olan babamı hatırlayıp üzüldüğü halinden belliydi. Songül alyans tepsisini getirdi. Tam karşımda olan Rahman'ın bundan sonra bana ait olan nefesini hissedebiliyordum. Abdullah babam alyansları taktı ve kurdeleyi kesti. Kısa bir alkıştan sonra Abdullah babam'ın ettiği duaya eşlik ettik. Fatihamızıda okuduktan sonra eller öpüldü. Tekrar yerlerimize geçtiğimizde Korhan babam'ın telefonu çaldı. İfadesine bakılırsa bu beklediği bir telefondu. Açıp dışarı çıktı. ' Allahım lütfen görev olmasın ! ' Sonra içeri gelip Koray'ın kulağına birşeyler söyledikten sonra Koray aniden dışarı yöneldi. Aradan beş dakika geçtikten sonra kapı çaldı. Tam ayağa kalkmıştım ki Korhan babam beni durdurarak kapıyı açmaya kendisi gitti. Kapıya baktığımda 60 lı yaşlarda nur yüzlü, beyaz sakallı bir amca gördüm. Babam içeri gelerek; " Efendim hocam geldi isterseniz yan odada imam nikahımızı kıyıp çayla sohbetimize devam edelim." dediği anda Kübra ya baktım. Anlamış olacakki elimi tuttu. " Bayılıp sakın kendini rezil etme. " İçeriye Hoca Korhan babam, Koray Rahman ve ben girdik. Korhan babam benim şahidim, Koray ise Rahmanın şahidiydi. Hoca nikahımızı kıyıp duamızı ettikten sonra dışarı çıktık. Onlar tekrar salona geçerken bende kızlara işaret edip mutfağa çağırdım. Kızlar meraklı gözlerle içeri girince yüzümü gerip tırnaklarımı yolarak biraz bekledim ve dayanamayıp boyunlarına atılıp sıkı sıkıya sarıldım. Ayrıldıktan sonra; " Kızlar Rabbim bu duyguyu sevdiğiniz bir insanla sizede yaşatmayı nasip etsin." Kübra sevinç gözyaşını dökerek tekrar boynuma sarıldı. Biz Kübra ile sarılırken mutfağın kapısında Gülsüm annem yanında Rahmanla göründü. Şaşkınlıkla ne diyeceğini beklerken. " Zümra hadi kızım siz Rahmanla biraz bahçede hava alın." dediğinde kızlara, doğrumu duydum der gibi baktım. Bu hareketim Rahman dahil herkesin gülmesine sebep olmuştu. Rahman önden ben arkadan bina kapısından dışarı çıktık ve arka bahçeye geçtik. Rahman dörtlü bahçe koltuklarını ikisini yanyana getirip yer gösterdi. Oturduktan sonra ikimizdende bir müddet ses çıkmadı. Nedendir bilmem ama konuşmasakta dokunmasakta tam burda zamanın durmasını, bunun hiç bitmemesini çok istedim. Rahman biranda; " Zümra çok güzel olmuşsun. " dedi. ' İyi hoş söyledinde, şöyle bakmasan iyiydi.' Çok güzel bakıyordu. Gülümsemesi hiç bitmesin istiyordum. Fazla bekletmeden cevap verdim. " Teşekkür ederim. Sende çok yakışıklı olmuşsun." " Düğün konusunda ne düşünüyorsun, senin için hangi tarih münasip olur ? " ' Yarın çıkıp gelinliği bindallıyı halletsek, zaten düğün sezonu kapalı salon her hâlukarda buluruz. Bence 3 gün sonra münasip olur.' Evet gerçekten saçmalıyorum. Ama belki bir saat sonra Rahman'ın yanımda olmayacağını bilmek üzüyordu beni. Hiç gitmesin, ellerim ellerinden hiç kopmasın istiyordum. Biraz düşündükten sonra; " Yani okulum bitti benim önümde bir engel yok. Sen ne zaman dersen benim için münasiptir." dedikten sonra Rahman hiç beklemeden cevap verdi. " Korhan komutanım'ın benimle Koraya tuttuğu eve Koray gelmeyeceğini söyledi. ' Siz evleniyosunuz kardeşim, benim yerim var sen orayı daya döşe' dedi sağolsun." Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. " Eğer senin içinde uygun olursa beraber bakalım eşya işine. Yavaş yavaş düzene koyalım sonra sen ne tarih dersen ona göre düğünümüzü yaparız olur mu ? " ' Ya biz ciddi ciddi düğün konuşuyoruz.' Kalbim yoruldu artık. Bu adam buraya adım attığından bu yana kalbim hiç hız kesmeden atabileceği en hızlı şekilde atıyordu. O'nun gözlerine bakınca kekeliyordum. Karşımdaki koltuğa bakarak cevap vermeye başladım. " Tabi olur. Fatıma annem bana oralarda kır düğünü yapıldığını söyledi. Bende çok isterim kır düğününü. Biz eşyalarımızı dizelim tarihi Fatıma annem belirlesin o zaman olur mu ? " deyip yüzüne baktığımda hayranlıkla beni izliyordu. ' Ya bakma Rahman öyle bakma bana. Hem sen neden sarılmadın Zümra adama hani imam nikahı kıyıldığında sımsıkı sarılacaktın boynuna.' " N.... Neden öyle bakıyosun ki Rahman" Rahman duruşunu dikleştirip ensesini kaşımaya başladı. " Sen birden annemden ' Fatıma annem ' diye bahsesince çok hoşuma gitti. " " Artık helâliz birbirimize, kısa bir süre sonra Fatıma da demeyeceğim sadece anne diyeceğim." dedim gururla göğsümü kabartarak. Biraz bekledikten sonra Rahman o can alıcı kelimeleri söyledi. " İsterden geçelim içeri birazdan kalkarlar. Hem sen üşüdün galiba. " dediğinde kalktık. Ben önden o arkadan kapıya yaklaşırken Rahmanın 4 adım önündeydim. O'nun önünde yürümek geriyordu beni. Rahman; " Doktor ! " dediğinde arkama döndüm. Kollarını iki yana açmış Rahman duruyordu karşımda. " Helaliz birbirimize doktor. E sarılalım artık değil mi ? " Derin nefes alıp içimden ' Eee başlarım şimdi utanmasına.' deyip dört adım mesafeyi koşup ona sıkı sıkıya sarıldım. Artık sadece kalbim değil sanki bütün bedenim onun için atıyordu. Sanki bu kollardan ayrılınca nefesim kesilecek, ruhum çekilecekmiş gibi hissediyordum. Bitmesin bu ! Benim bu kollarda ne suya ihtiyacım var ne aşa. Acıkmam, susamam, üşümem. Beni bu kollardan almasınlar. Beni bir saniye bile onsuz koymasınlar. Zorlada olsa ondan ayrıldıktan sonra içeri geçtik. Babamın sesi geliyordu. " Bakın gerçekten herkes için yatağımızda var odamızda." Korhan babam onlara israr ettikçe yer ayırttıklarını, gideceklerini söylüyorlardı. Korhan babamın telefonu çaldı. " Kusura bakmayın bunu hemen açmam lazım." deyip bahçeye çıkan kapıdan dışarı çıktı. Gülsüm annem herkesi oturtmuş, bu evde kalınacağına dair karar kılmıştı. Yaklaşık 10 dakika sonra Korhan babam içeri girdi. Rahman ve Koraya bakarak; " Rahman, Koray çıkmamız lazım." deyip Abdullah babaya bakıp devam etti. " Efendim biliyorum. Bu güzel günümüzde olmasa iyidi ama biz acilen çıkmak zorundayız. Lütfen kusura bakmayın kendi eviniz gibi davranın." Çok üzdü bu durum beni, gerçekten çok üzdü. Ben onun gözlerine bakarken saniyenin hesabını yapıyorum bizim söz günümüzde görev çıkıyor. Bakalım şimdi neresi yaralı gelecek. ' Üf şimdiden mızmızlanma Zümra ! Sen Karabasan' la sözlendin. Allah korusun ne yaralanması. ' Herkesle vedalaştıktan sonra. Rahman beni mutfağa çekti. Gözlerime uzun uzun bakıp. " Bekle beni ! " deyip alnıma uzunca bir öpücük kondurdu. ' Noluyor bana ? ' ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Mutfaktan çıktığımızda Babam ve Koray dışarıda ayakkabılarını giyiniyordu. Rahman da yanlarına gitti. Babamla Koray arabaya giderken Gülsüm annem ve Fatıma annem, Rahman ellerini öpüp helalleştikten sonra bizi Yanlız bırakmak için salona geçtiler. Ne Rahman bişey söyleye biliyordu ne ben. Ellerini uzanıp tuttum. " Seni seviyorum ! " Ellerimi öpüp uzaklaştı. Bahçe kapısından çıkıp gözden kayboldu. Evet ! Seni Seviyorum kelimesi çok basit geliyor değil mi ? Ahir zamandayız, aşkı ve sevgiyi o kadar basite indirdiler ki; bu kelimenin hiç bir kıymeti kifayeti kalmadı. Ama ben kendimle gurur duyuyordum. Ben, bazılarının ağzına doladığı hayatında bir çok farklı erkeğe söylediği o iki kelimeyi ömrümde sadece helâlim olan ve gerçekten sevdiğim tek bir adama söyledim. Sadece dilim değil seni seviyorum dediğimde bütün vücudum eşlik etmişti buna. Tüğlerim diken diken olmuş, içimi farklı bir esrar etkisi altına almıştı. O benim ilkim ve sonum olacaktı. Allahın izni ile.... Saat gece : 02:30 Başkomiser Yavuz Tatar'dan... Hâla yüreği soğumayan Mert bana doğru geliyordu. Kürşad onun devreden öte kardeşiydi. Mert'i sırf kafasını dağıtması için göndermiştim devriyeye. Birde İŞİD denen yahudi tohumu çıktı. Timim çok acı çekiyor, moralleri altüst olmuştu. Dün akşamki operasyonda Kürşad bir delilik yapmış tam İŞİD köpeklerini köşeye sıkıştırmıştık ki Önlerine siper ettikleri 15 yaşındaki kızla kendini takas etmişti. E kabul etmez mi it soyları ? Sonuçta onlar için değersiz bir kızı Türkiye Cumhuriyeti'nin bir komiseri ile değiştiriyorlar. Mert yanında ne kadar yalvarsada Kürşad gitmişti. Mert bir anlık cahillikle silaha davrandığında Kürşadı sağ omzundan vurmuşlar, sözde karargah olarak kullandıkları Türkiye sınırına 2 kilometre uzaklıkta olan hastaneye götürmüşlerdi. Sonuç olarak bir kız çocuğu yüzünden yaklaşık 70 kişilik 8 timin hastaneye sızma görevi başarısızlıkla sonuçlandı. Yine bize yapacağını vicdanımız yapmıştı. Beş dakika önce aldığım mutlu haberi timimle paylaşmak istiyordum. Derin nefes alıp; " Mert şu timi bi topla bakalım konuşmam gereken birşey var. " Mert tekrar geri dönerek timdekileri çağırdı. Bu timin bana doğru toplu halde gelmesi beni çok gururlandırıyordu. Aslan sürüsü gibi görünüyordu gözlerime. Tek aslan eksik. Elimle işaret ederek aslanları çöktürdüm. Hilâl şeklinde dizilen ordunun ortalarına geçip konuşmaya başladım. " Çocuklar 10 dakika önce haber geldi. Buraya bir tim geliyor." Mert söze girdi; " Özel kuvvetler mi komserim ? " " Hayır Mert. İnan sende tanımak istemezsin. Bunu size söylememin sebebi Kürşad için gönlünüzü ferah tutmanızdır. " Soner atıldı bu kez söze; " Komserim kim bunlar ? Nasıl bu kadar rahatsınız bişey söylemeyecek misiniz ? " Sinirlendiği ses tonundan anlaşılıyordu. Sonere yan yan bakarak devam ettim " Bakın bunu söyleyeceğim ama buradan dışarı çıkmayacak. Zaten geldiklerinde sizde göreceksiniz." Derin bir nefes alıp başladım. " Çocuklar Oğuzlardan bu yana var olan bir topluluk. Oğuzlarda BÖRÜ BUDUN, Osmanalıda Teşkîlât-ı Mahsûsa. Bu topluluk devletin zayıf zamanlarında destek çıkar. Devlet yıkar ve devlet kurar. Onların tek gayesi İslam-Türk sancağını daima yukarıda tutmak. Arada bir milletine güvence vermek için kendilerini gösterirler. Bu belki 100 yılda bir olur. " Mert sözümü kesip tekrar araya girdi. " Peki komserim bunlar büyük oynar. Yani siyasette sözü geçer bunların. Kürşad ne alaka sonuçta bunların bir askeri gücü yok. " Bütün time kurnazca bakıp; " Emin misin ? Gerçekten inanıyor musunuz böyle büyük bir yapının askeri gücü olmadığına ? " deyip tepkilerini ölçmek için yüzlerine baktım. " Benim bildiğim kadarıyla bunlar IQ'su yüksek ve belli yetenekleri olan çocukları toplarlar, yani kaçırırlar. Kendilerine ait gizli bölgelerde, kamplarda eğitirler. Mali yönden çok kuvvetlidirler. Sakın Pkk şerefsizlerininki gibi sefil bir kamp olarak düşünmeyin. Benim duyumlarım bu bir ada. Evet bu ada da aldıkları çocukları ilk önce İslamTürk aşkı ile harmanlayıp daha sonra henüz 10 yaşlarında iken askeri eğitim verilmeye başlanıyor. Şimdi siz diyeceksiniz ki sonuçta buradada 20 yıllık abilerimiz var onlarda tecrübeli. Çocuklar tecrübe kolay kazanılacak bişey değil kabul. Ama o çocuklara bütün bu tecrübeler refleks halinde aktarılıyor. Genci eğitirsin ama bu genci çocukken eğitirsen bütün aldığı eğitimi refleks haline getirir ve bükülmez bir bilek olur. Onların eğitimdeki çektikleri acı ne polis akademilerinde var ne de harp okullarında. Şuan onların çocukken gördüğü ızdırabı bu halinizle görün, arkaya bakmadan kaçmaya çalışırsınız. Ama adada oldukları için onların böyle bir şansıda olmadı. Bilerek kemikleri kırıldı türlü türlü işkenceler yapıldı . Daha çocukken ellerine silah verip İnfazlar yaptırıldı. Üstün sıtrateji, ihtisas, yakın dövüş daha belki sayısı yüzü aşacak bölümden profesyonel eğitim aldılar. Dediğim gibi bu eğitimler onlarda refleks haline gelmiş. Eğer onunla düşmansan ne kadar profesyonel olursan ol sen silah çekmeden çoktan beynin dağılmış olur. " Mert el kaldırıp izin aldı. " Komserim madem gizli siz nereden biliyorsunuz bütün bunları ? " dedi. Güzel yakalamıştı beni. " Zamanı geleceğini zannetmiyorum ama zamanı geldiğinde öğrenirsin Mert. " deyip sorusunu cevapladıktan sonra devam ettim. " Azerbaycan'daki yaklaşık 300 Ermeninin öldürüldüğü baskını hatırlıyormusunuz ? " dediğimde tim kafa salladı. " İşte o baskını bu timin sadece 9 kişi ile yaptığı söyleniyor. " dediğimde hepsinin gözü fal taşı gibi açıldı. Kesmeden devam ettim. "Onlar başlarına Reis diye hitap ederler, Alfa diye anarlar. Yani kurt sürüsü mantığı. Bu 300 Ermeninin 200 ünü ekibin Alfasının aldığı söyleniyor. Sonrasında timdeki Alıcı takma adlı arkadaşı ile 3 gün sonra kampta yanarak öldü sanılırken gün yüzüne çıkıyor. " hepsi şok içindeydi. Bir şok daha vurmak istedim ve devam ettim " Ya Doğutürkistanlı kardeşlerimizin kamptan kaçması 80 Çinliyi onlar mı öldürdü sanıyorsunuz ? 12 tane Budist rahibin öldürülmesi 3 gün sonra manşetlerde....... SON DERECE PROFESYONEL CİNAYETLER. HİÇ BİR İZE RASTLANMADI......" yüz ifadelerine baktım. En başta başlayan şoktan hiç bir azalma yoktu. Derin bir nefes alıp devam ettim. " Evet arkadaşlar 12 tane rahip bir gecede farklı şehirlerde ve hiç bir delil bırakmadan yok ediliyor. " Mert hayranlıkla anlattıklarımı dinlerken çok güzel bir cümle ile önümü kesti. " Bunlar resmen Kürşadın kinini kusmuş Komserim. " Başımı sallayıp tekrar söze girdim. " Evet arkadaşlar onlar düşmana tam anlamıyla bir psikopat. Herbiri eşsiz denecek kadar üstün zekaya, savaş kabiliyetine ve cesarete sahip. Tamamiyle emre sadık kalırlar. Komutanları ' Beni vur ' dediğinde ikinci emri beklemez vururlar." Soner düşüncelerinden sıyrılıp bir soru yöneltti. " Peki komserim neden bunlar geliyor ? Kim bunlar ismi, cismi, rütbesi ne ? " " Soner biz bu operasyonu resmi yapmadık bildiğin gibi; yani resmiyette biz Suriye sınırlarına girmedik. İŞİD köpekleri ondan kuvvet alıyorlar ve onun için Kürşadı ellerinde tutuyorlar. Rütbelerine gelince; onların sadece bir Alfası var senin benim herhangi bir paşanın rütbesini tanımazlar. Sadece başlarındaki efsane komutana heyetten emir gelir. O da bunlara aktarır, bunlarda canları pahasına emirleri yerine getirir. Onlar'ın kanunla nizamla işi olmaz. Öldür diye emir aldılarsa öldürürler. Başlarındaki Alfa ilk görevini daha eğitimi devam ederken aldı ve henüz 18 yaşında büyük bir koruma ordusunu geçerek İslama ve Türklere karşı, karşıt görüşlü bir Büyükelçi'nin canını aldı ve elini kolunu sallaya sallaya geri geldi. O tam bir efsane, yaşıda henüz çok genç. İsim olarak sadece onu ve Alıcı'yı biliyorum. Onun ismi... " hayranlıkla derin bir nefes çekip. " Karabasan ! " dedim. " Ne zaman burada olurlar komutanım adamlara resmen hayran kaldık. " dedi Mert. " Onlara 6 saat önce haber verildi. Çoktan gelmiş olmaları lazımdı. Belkide geldiler şuan bizi gözlüyorlar." dedim gülerek. Bütün bunları anlatmamı başlarındaki Yarbay istemişti. İsmini sorduğumda. ' Sen beni Mete olarak bil ! ' diye cevap vermişti. Sonradan aklıma gelmişti. Atlamak istemeyip, time dönerek konuşmaya başladım. " Ha aslan parçaları söylemeyi unuttum. Bu tim bu zamana kadar görünmezdi. Artık MİT ile çalıştıkları için bilmenizde bir sakınca görmediler. Onlar artık MİT' in infaz timi. Yinede dediğim gibi buradan dışarı çıkmasın söylediklerim." Mert vücudunu dikleştirip; " Komutanım ne diye anılırlar bunlar ? " İşte cevabını vermekten en çok zevk alacağım soru diye geçirdim aklımdan. " Mert onlara kimisi ' Künyesizler ' der, kimisi ' Hayalet ' kimi ' Sakallılar ' der. Ama onlar dünyada Türkler arasında ' MUHAFIZLAR ' olarak anılırlar. Bizim Türkiye'dekiler en iyisi olarak bilinir. Onlar KARA MUHAFIZLAR" dedim. " Komutanım onların gerçek olduğuna inanası gelmiyor insanın. Bu muhteşem bir şekilde teşkilatlanma mükemmel bir zekâdan çıkmış fikir. Kanun dışı hareket edip mazlumun yanında oluyorlar. " Birden kalın, boğuk bir ses; " Evet kardeş biz en az siz kadar gerçeğiz." Tim aniden ayağa sıçrayıp silahlarına davrandı. Sesin geldiği yöne baktığımda yedi metre ilerde bir gölge görünüyordu. " Silahları indirin ! " diye talimat verdim. Karşımızdaki oldukça koyu gölge silahların inmesiyle bize yaklaşmaya başladı. Bir metre yakınımıza geldikten sonra; " Selamun Aleykum başkomiserim. " " Al..... Aleykum selam kardeşim hoşgeldiniz. " Gerçekten ürpertici bir görüntüsü vardı. Silahından bıçağına, hücum yeleğin den kıyafetine kadar son teknolojiydi. En basit maskesinden bile kalite fışkırıyor, gözleri dahil hiç bir yeri görünmüyor, eşkal vermiyordu. " İsmim Yavuz. Yavuz Tatar. " Vermeyeceğini bilerek ismini bekler bir yüz ifadesi ile bakıp el uzattım. Elimi sıkıp yüzüme baktı; " Ben Gölge. Muhafız Gölge ! " Tamda kendine yakışır bir takma ad dı. Gölge ! Time baktığımda gözlerini ondan ayıramadıklarını gördüm. " Peki timin tamamı nerede Gölge ? " diye sordum. Kafası ile arkamızı işaret ettiğinde. Hep beraber arkamızı döndük ve karşılaştığım manzara ile tepemden aşağı kaynar sular döküldü. Arkamızda; nasıl geldiklerini, nereden çıktıklarını anlamadığımız saf düzeninde kapkara gölgeler vardı. Hepsi aynı hızada, yalnız biri bir adım önde duruyordu. Diğerlerinin aynı ama onun maskesi farklıydı. Bu timin Alfası Karabasan olmalıydı. Maskenin gözleri açık gri.Çatık kaşları kartalı andırıyordu ama yüzü tamamen bir kurttu ve yanaklarından geriye doğru bir pençe izi gibi gri çizgiler gidiyordu. Bize doğru bakması neredeyse kanımızı dondurmuştu. Ben karşımdaki detay abidesine bakarken, konuşmaya karar verdi. " Selamun Aleyküm ! " Sesi sık dokunmuş kumaştan dolayı boğuk geliyordu. Bedenleri gibi sesleride eşgal teşkil etmiyordu. ' Acaba bu kıyafetlerin içinde insan mı var ? ' demeden edemiyordu bakan kişi. Kendimi toparlayıp verdiği selamı aldım. " Aleykum Selam kardeşler hoşgeldiniz. " dedim. Gafil avlanmamız oldukça zoruma gitmişti. " Bizi gafil avladınız hata yaptık." dedim karşımdaki Karabasan sandığım kişiye. " Hayır hata yapmadınız. Aksine çok zor sızdık içinize, bayağı zaman aldı. Gerçekten çok iyisiniz. " ' Yani bizim için imkansız biraz zaman alır diyorsun' dedim kendi kendime. Time baktığımda hâla ağzı açık karşımızdaki 8 kişiye bakıyorlardı. Hepsi hemen hemen aynı boydaydı. " Eeee ne düşünüyorsunuz gençler anlattığım kadar varlar mı ? " dedim hallerine tebessüm ederek. İçlerinden kendine en çok güvenen Soner cevap verdi. " Komiserim onlar gerçekmiş. Hemde en muhteşeminden. " dedi ve en delisi; Tek yıldız Komiserleri Mert atıldı. " Evet Muhteşem Çünkü onlar TÜRK "
SON...
|
0% |