Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.BÖLÜM HASTANE BASKINI

@batingam

Başkomiser Yavuz Tatar'dan...

Karabasan ve eşsiz timi ile çabucak kaynaşmış sınırın kendi tarafımızda karargah olarak kullandığımız çadıra geçmiştik. Çok konuşmuyor, sadece sorulan sorulara cevap vermekle yetiniyorlardı.

Karabasan başında çember oluşturduğumuz tahta masanın önünde kollarını göğüsünde bağlayıp yüzüme baktı.

" Elimizde hastanenin bir krokisi falan var mı başkomserim ? "

"Hayır kroki değil ama tepeden görünen bir resmi mevcut. " dedim rulo halinde olan kağıdı masanın üzerine açarken.

Karabasan konuşmadan, gözünü bir saniye bile haritadan çekmeden beş dakika boyunca resme baktı. Timin den çıt çıkmıyordu. Geldiklerinden bu yana sadece Gölge ve Karabasan'ın sesini duymuştuk. Diğerleri ürkütücü bir sessizlikle Karabasan'ın ağızından çıkacak tek bir kelimeye bakıyorlardı. Yıllardır silah altındayım; onların muazzam fizikleri, bizim hiç görmediğimiz teçhizatları, mükemmel disiplin anlayışları benim bile onlara imrenmeme sebep olmuştu.

Karabasan'ın haritadan aniden başını kaldırıp yüzünü bize dönmesi ile gözlerimi onda sabitledim.

" Evet arkadaşlar resimi görmeyen var mı ? "

Herkes resme odaklanırken o yüzünü bana çevirdi.

" Başkomserim karşı tarafın kaç kişi olduğuna dair bana bir sayı verebilecek misin ? "

" Tam bir rakam yok elimizde. 40-50 arası diye tahmin ediyorum daha fazlada olabilir ama 60'ı geçmez. Biz çatışmaya girdikten ve aldıkları zaiyattan sonra takviye geldi." diye cevap verdim.

Gözlerini timim de gezdirerek bir kaç defa alaycı bir şekilde başını salladı.

" Sadece 50 mi ? " deyip derin bir nefes alarak devam etti.

" Bunlar kiminle karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar."

Maskesinden anlaşılmasada timimi gururla seyrettiğini biliyordum.

" Başkomserim bildiğim kadarıyla kardeşimizin nerede hangi odada tutulduğunu bilmiyoruz. Sınırımız hastanenin kuzey tarafına düşüyor. Siz 300 metre mesafeden kuzey tarafını tutacaksınız. Muhafızlar sizde... "

Muhafızlar dediğinde anında aynı anda Karabasan'a bakmaları beni bu time ve Alfalarına olan itaatlerine hayran bırakmıştı.

" Muhafızlar sizde aranızda belli mesafelerle hastaneyi güney tarafından itibaren hilalin içine alacaksınız. Takviye gelmesi muhtemel; bu takviyenin gelmesine elinizden geldiğince engel olacaksınız. Kartal susturucu tak ve biz işaret vermeden kesinlikle ateş etme. Gölge senle ikimiz içeri gireceğiz ne yapacağımızı biliyorsun zaten. Kuzey tarafındaki arkadaşlar kaçan olursa kucağınıza düşeceklerdir. Mümkün olduğunca sağ olarak elinize geçirin. İçinizden bir arkadaş sabit olan nikon dürbünlerden birini alsın Gölge ve benim onun gözlerine ihtiyacımız olabilir. "

Karabasan ilk defa bu kadar uzun konuşmuştu. Başını resimden kaldırıp bize baktı.

" Haydi Bismillah. Allah yardımcımız olsun. "

Rahman'dan...

Hastaneye 300 metre mesafedeydik. Özel Harekatla beraber 20 kişiydik. Fazla kişinin faydadan çok zararı olacaktı.

Özel Harekatla ilk defa bir göreve çıkıyorduk. Hatta kendimizin dışında biriyle desem daha doğru olur. İlk defa resmi kamuflajlı bir özel harekatla görev konuşuyordum.

Ben timimle tek bir vücut gibiydim. Hiç alışık değildik arkamızdan birinin bizi kollamasına.

Meeert, Mert !

Özellikle de onunla olmak bana hem gurur hem korku veriyordu. Hepsi için korkuyordum ama öz kardeşinle aynı mevziye yatmak daha başka korkutuyor insanı.

' O çirkin kepçe kulaklar ne zaman düzeldi be çocuk ? '

Ondan tek hatırladığım altı yaşında elinde tuttuğu tepesi silgili yeşil kurşun kalem ve üzerindeki hayalet casper motifli tişötüydü. Şimdi o tişörtün yerinde tek yıldızlı kamuflajı, kalem tutan elinde ise ölüm saçan silahı vardı.

İçimi kaplayan hüzün ile bir yandan geçmişi düşünürken bir yandan da yattığım yerden nikonu alıp hastaneyi seyrediyordum. Hastanenin önünde, arkasında hatta çatısında bile nöbetçiler vardı.

Çevreleyecek Muhafızlara gözümü nikondan ayırmadan konuşmaya başladım.

" Haydi Muhafızlar ! Hastane ile aranızda 150 metre olsun. Geniş bir hilal oluşturun. Sizin komutunuzla biz Gölge ile harekete geçeceğizni. Biz ilerledikçe sizde yavaş yavaş 50 metre mesafeye gelene kadar hilali daraltacaksınız, sol taraf tepeciğin arkasından kucağınıza alın hastaneyi. Kartal sen Doğu tarafında ol. "

Saniye bile kaybetmeden Muhafızlar'ın arkasında bıraktıkları tek şey rüzgarları olmuştu.

Elimdeki kağıdı başkomisere uzatarak;

" Başkomserim frekans şu telsizlerinizi ayarlayın. "

Aradan on dakika geçmişti ki telsiz Alıcı'nın sesi duyuldu.

" Hilal tamam Karabasan sizi bekliyoruz." dediği anda arkamızdaki Pöh timinden ses geldi.

" Ne çabuk ? "

Duymamazlıktan gelip yanımdaki Gölge'nin sırtına vurdum.

" Hadi kardeşim ! Bıçaklarımıza biraz su verelim."

Gölge sıçradığında Başkomsere döndüm.

" Başkomserim attığınız her mermi ete gömülsün. Unutmayın ıska yok karşıda biz varız. " dedikten sonra koşmaya başladım.

Aradaki mesafe yüz metreye indiğinde sürünmeye başladık.

Telsizi açık unutan birinden bir ses daha geldi.

" Adamların sürünürkenki hızı bizim koşmamızla aynı anasını satayım."

Bu değerli kardeşim Mert'in sesiydi. Hiç beklemeden cevap verdim.

" Arkadaşlar telsizi boşyere meşkul etmeyin. Taktirlerinizi Allah nasip ederde dönersek alırız."

" Özür dilerim abi boş bulundum."

'Abi mi? '

Bu Korayla ikimizin gülmesine sebep olmuştu. Hem telsiz den ilk defa abi kelimesini duyuyordum, hem bu söz karşısındakinin gerçekten abisi olduğunu bilmeyen öz kardeşimden geliyordu.

Elli metre kalmıştı !

Diğerleri değil ama bizden taraftaki iki nöbetçi huylandırıyordu beni.

" Kartal kuzey tarafındaki iki nöbetçiyi pençele. " dedim Bora'ya.

Komutumdan on saniye sonra iki et yığını iki saniye arayla yere yığıldı.

' Aslanım benim ! '

Anında sıçrayarak koşmaya başladık.

Bir kaç saniye sonra yangın merdiveninin altında yerimizi alıp sıradaki hamleyi düşünmeye koyulduk. Nöbetçileri otların arasına çektikten sonra kaldığımız yerden devam ettik.

Yangın merdiveni en son katta son buluyordu. Oradan sıçrayıp yağmur oluğundan tutunduktan sonra nöbetçileri halletmek için çatıya çıkabilirdik. Onlar bizi kapıdan beklerken biz bacadan girecektik.

Çatı dört bölme bir çatıydı. Bir bölmedeki nöbetçiler diğerlerini görmüyordu. Bizim buradaki şansımız, çatının yangın merdiveni tarafındaki alan küçük bir alan olduğundan nöbetçi koymaya gerek duymadıklarıydı.

Yağmur oluğuna sıçrayıp çatıya çıktık. Çatının batı tarafına baktığımda iki nöbetçi vardı. Bu taraf kartal gözlü keskin nişancımız Bora'nın tarafıydı.

" Kartal doğu cephesi çatı nöbetçilerini nişan al ve komutumla." dedim.

Koray onlara en yakın olan batı tarafı nöbetçilerine göz attıktan sonra işaret verdi.

" Kartal atış serbest ! " dediğim ile kurşunun vucuda girdiğinde ki ' tokk ' sesini işittiğimde cansız bir şekilde yere yığıldılar.

Yanlarına sıçradığımda ikisininde parçalanmış kafasındaki kanın tavan oluğundan aşağı yol aldığını gördüm.

İkiside başlarından vurulmuştu.

' Bu çocuk işini hiç şansa bırakmıyor. '

Koray da benle beraber doğu tarafına geçti.

Çatı'nın zirvesinden batı tarafındaki arkaları bize dönük olan nöbetçilere göz attık. Birinin nöbetten bıktığı oflamasından belli oluyordu.

Koraya bakıp bıçağımı elime aldıktan sonra işaret verdikten sonra çatının zirvesinden aşıp, oldukça sessiz bir şekilde nöbetçilerin tarafına geçtik.

Tam arkadan boğazına uzanacaktım ki Koray'ın bastığı bir tavan kırıldı. Yakınlarındaki sesi duyan nöbetçiler gözlerindeki panikle bize doğru döndü.

Onlar daha silahını kaldırmadan ağızlarını tutup elimizde hazır bekleyen bıçakları çelik yeleklerinin açık olan üst kısmından kalplerine çok seri şekilde iki defa sapladık ve çıkarttık. Bu hareketi ikimizde aynı anda yapmıştık.

Dediğim gibi; Muhafızlar sekiz kişi olsada tek bir vücutlardı.

Koray'ın bastığı tavanı kırdığında babamın bana daha çocukken tavanını taşıdığım inşaat çatısında söylediği söz aklıma geldi.

" Çatıda gezerken iki tavanın ortasına bas tek tavana basma kırılır yazık."

O an bütün çıplaklığı ile gözümün önüne gelmişti.

Ölen nöbetçileri batı tarafına çektik. Doğu tarafı hastane'nin ön tarafıydı aşağıdan görünmeleri muhtemeldi. Çatıya çıkış kapağını bulduktan sonra kaldırıp tavan arasına atladık.

Hastane dört katlıydı. Büyük ihtimalle Kürşad'ı bodrum katında tutuyorlardı. Mecbur tavandan temizleyerek gidecektik. Silahlara susturucuları taktık ve tavan arasındaki kapıdan aşağı inmeye başladık.

Bir alt kata indiğimiz de koridor boştu. Tek tek odaları dolaşmaya başladık.

En sondaki oda'nın kapısını dinlediğimde bir çekmecenin kapatılma sesi geldi. Tam kapıya elimi atmıştım ki kapı açıldı.

Çıkan adamın şakasına silahı dayayarak mermiyi serbest bıraktım. Kurşun diğer şakağından çıkıp kapı çerçevesine saplandı. Beyaz çerçevedeki kan damlalarının aşağı doğru süzüldüğünü görebiliyordum.

Bu katı temizledikten sonra aşağı kata yöneldik.

Merdivenlerden baktığımda bir nöbetçinin aşağı inen merdivenlerin üst duvar köşesinde AK-47 si ile çapraz tutuşta dikildiğini gördüm. Büyük ihtimal burada komutanları vardı.

Merdivenin korkuluğundan tutunup direkt alt merdivenlere atladım. Nöbetçi ayak sesimi duyduğu anda bana doğru aniden döndü.

O dönene kadar ben aramızdaki iki basamağı çoktan çıkıp o benim farkıma varana kadar elimdeki soğuk çeliği boğazına sokmuştum. Gelen kıkırtı sesi ile daha canı çıkmadan ensesinden kendime doğru çekerek sessizce merdivenlere yatırdım.

Duvarın köşesinden koridora göz attığımda aralarında ikişer metre mesafe ile üç nöbetçinin aynı şekilde beklediğini gördüm. Çok uzun bir koridordu. O kadar ki ilk nöbetçi ile aramızda 15 metre vardı.

Koraya dönerek;

" Koray üç nöbetçi var biliyorum ıskalamayız ama riske atamayız. Ben karşı duvara atılıp sen öndekini aldığın anda. Ben diğer ikisini alacağım."

Koray kafa salladıktan sonra arkamda asılı olan lazer nişangahlı Tavor kısa namlulu silahımı elime aldım. Önceden taktığım susturucuyu kontrol edip Koray'a parmağımla 1....2.....3 dedikten sonra karşı duvara kendimi atıp gözüm nişangahta sağ omzumu duvara dayadım.

Çıkan sesle üç nöbetçi de aniden bana döndü. Koray aynı silahla öndekini indirirken, bende arkadaki iki kişiye bir saniye aralıklarla ateş ettim. Üçüde anında can vermişti ama düştüklerinde ellerindeki silah betona çakıldığında koridorda metal sesinin yankılanmasına sebep olmuştu.

Hiç hareket etmeden bekledik. Aradan on saniye geçmişti ki nöbet tuttukları odadan meraklı bakışlarla bir kişi çıktı. Korayla silahlarımız aynı anda pufladı. İki merminin tek bir adamın kafasına gelmesi istemeden gülmeme sebep olmuştu.

Koray;

" Ula bıro amma şanssız adammış hee... "

Onun ' Bıro ' demesi yüzümdeki gülücüğün solmasına neden olmuştu.

" Başlıcam şimdi bırona falan. Hadi yürü değişik ! "

Diğer odaları kontrol ettikten sonra bir aşağımızdaki kata yöneldik. İki katımız kalmıştı.

Sabırla basamakları aşağı doğru adımlarken merdivenin köşesinden baktığımda elinde havlu, altında şort, üzerinde krem rengi içlikle biri nöbetçiye baş selamı verdikten sonra kapıdan içeri girdi. Büyük ihtimal burası yattıkları koğuştu.

' İşte burası biraz zaman alacak ! '

Tahminen içerde ranza vardı yada tekli yataklar. Yukardaki odaların büyüklüğüne bakılırsa en fazla dört ranza sığardı. Eğer ranza ise sekiz kişi tekli yatak ise her odada dört kişi vardı Koridor dört odalıydı. Bu da demek oluyor ki küçük bir hatamız bütün koğuşların dışarı boşalmasına sebep olacaktı.

Nöbetçi koridorda volta atıyordu. Ateş edemezdim. Eğer yukarıdaki gibi silah yere düşüp ses yaparsa ilk hatamız bu olurdu.

Bekledim; nöbetçi diğer yöne döndüğü anda bütün kuvvetimle depara kalktım. Bütün şiddetimle arkasından çarpıp ağzını tutmam bir oldu. Su geçirmez eldivenim olmasına rağmen bıçağı çaldığımda akan kanın sıcaklığını hissede biliyordum.

Her ihtimale karşı lavaboları dolaşıp boş olduğuna emin olduktan sonra koğuşlara yöneldik.

Koğuş kapısının önünde Koray'a bakıp fısıldadım.

" Koray sen sağdaki dört kişiyi ben soldaki dört kişiyi. "

Koray başını salladıktan sonra.

Tekrar 1......2......3 deyip kapıyı açtım.

Sola yönelip ilk ranzadaki biraz önce içeri giren İşidli'nin kafasına ateş edip seri bir şekilde diğer üç kişiyi aldım. Koray da kendi tarafını temizlemişti. Cesetleri kontrol ettikten sonra kapıyı kapatıp çıktık.

Diğer iki koğuştada aynı işlemi yaptıktan sonra dördüncü son koğuşa yöneldik.

Buradan gülme sesleri geliyordu. Bunların bağırmasına fırsat veremezdik ve çok seri olmalıydık. Arapca konuşmalarıdan anladığımız kadarıyla oyun oynuyorlardı. Sadece iki farklı ses alıyordum. Diğerleri ya uyuyor yada oyuna katılmamış seyrediyorlardı.

" Koray çok seri ol ! " dedikten sonra derin nefes alıp ve kapı koluna elimi attım.

Kapının açılmasıyla ortada iskambil kağıdıyla oynayan iki kişi aniden bize baktı. Bize bakan ilk hedeflerimiz daha ne olduğunu anlamadan alınlarına giren çekirdekle oldukları yere yığıldılar. Benden taraftaki alt ranzadan bir kişi başını kaldırdığında Tavorumu sol elime alıp sağ elimdeki tabancam ile sol koltuk altımdan iki el ateş ettim. Yedi tane adam saniyeler içinde can vermişti.

Oda'nın içerisini yedi leşe ve namlularımızdan çıkan dumanlara teslim ederek kapıyı kapattım.

Elini kolunu sallaya sallaya koridorda yürüyen Koray'a dönüp

" Ulan sen Tarihi destanlarla dolu Türklerle çatışmaya gir, onların kardeşini esir al böyle rahat rahat uyu ve hatta iskambil oyna. Bu kadar olmaz bunlar unutmuş bizi."

Koray bana dönerek.

" Eeee mallık parayla mı kardeş. Adamlar mal. Sen bizim aslanlarımızı yok İnsan haklarıymış, yok siyasetmiş, yok uzlaşmaymış diyerek kışlalara zincirlersen durum bu hâli alır. " diye cevap verdi.

Zemin kat kalmıştı. Burada bir silahın patlaması bu şerefsizlerin acımadan Allah esirgesin Kürşad'ı infaz etmelerine neden olurdu.

Dışarıdaki nöbetçilerin zemin kata indiğimizde bizi görmeleri muhtemeldi.

Telsize;

" Muhafızlar hilâli daraltıp sessizce dışardaki pisliği süpürün." dedim.

Dışarda tahmini on nöbetçi vardı.

Koray'la aşağı kata yöneldik. Merdivenlerden aşağı baktığımda ortada yanyana voltalayan iki kişiyi gördüm. Koray da gördükten sonra. Koraya soldaki gösterip sağdakine nişan aldım.

" Pisstt" diye işaret verdiğimde sanki yarışıyormuşcasına iki namludaki iki kurşuna start verdik.

Ve finiş !

Biz aşağı iki adım attığımızda sensörlü kapı dışardaki yere yığılan nöbetçileri görerek açıldı. Anlaşılan bizimkiler son rutuşları atıyordu.

Korayla en aşağı katı kontrol ettiğimizde herhangi bir hareketlilik yoktu. Bodruma inen merdivenleri aramaya koyulduk.

Merdiveni bulup aşağıya kulak kabarttığımızda uzaktan bağırışlar geliyordu. Sesin geldiği yöne doğru aşağı yöneldik. Duvar köşesinden baktığımızda önünde iki kişinin nöbet tuttuğu kapıyı görmüştük.

Koraya başımla sağ taraftakini işaret ettim. İşaret verdiğim anda kulağımızı tırmalayan Türkçe yakarışlar gelmişti.

" Oğlum öldür lan öldür or... ç.. "

Bu o ! Evet bu kesinlikle bizim Kürşadımızdı.

Koray bana dönerek

" Acele edelim Rahman ! " diye fısıldadı. Sesi acı çekiyormuş gibi oldukça gergin gelmişti kulağıma.

" Koray benimde canım acıdı ama duygularını kontrol et kardeşim."

Bu işe duygularını karıştırırsan hata yapman kaçınılmazdır. Yaptığımız küçük bir hata Kürşad'ın canına mâl olabilirdi.

Koray'ın sakinleştiğini gördükten sonra işaretimle tekrar nişan alacaktık ki nöbetçinin telefonu çaldı.

Ekrana baktıktan sonra kapıya iki defa vurdu.

Kapıdan uzun boylu, 40'lı yaşlarda yüzü siyah peçe ile kapatılmış biri çıktı.

" Ne var ? "

Nöbetçi elindeki telefonu uzattıktan sonra telefonu kulağına götürüp.

" Efendim ! " deyip karşıdan gelen sesi bir müddet dinledi.

" Tamam efendim sabaha söz bu sabaha konuşacak.......... Evet efendim öğreneceğim nerede konuşlandıklarını..... tamam efendim...... anlaşıldı tamam. " diyerek telefonu kapattıktan sonra içeri tekrar girip kapıyı kapattı.

'Az kaldı Kürşad'

Yanımdaki Koraya tekrar işaret verdim.

" Pisst" dememle tek sesle iki mermiyi ateşledik.

Son nöbetçilerde cansız serilmişti.

Bodrum katını komple kontrol etmiştik. Geriye sadece Kürşad'ın yanındaki şerefsiz kalmıştı.

Kapıya doğru kontrollü bir şekilde yaklaşmaya başladık.

Kapıyı açıp içeri daldık.

Adam bakışlarını Kürşad'dan bize çevirdiğinde irileşen gözleri ile;

" Si...... Sizde kimsiniz ? " deyip belindeki silaha elini attı.

Yedi metre mesafeden silaha uzattığı koluna tek el ateş ettim. Aynı anda Koray da sağ diz kapağına ateş etti.

Adam bir öküzü andırırcasına böğürerek yere oturdu. Kürşad'ın yanına yığılan köpek sızlanırken Koray belindeki silahı alıp ondan uzaklaştırdı.

Kürşad'a baktığımda onun kanlı yüzü şok içindeydi. Zorla kaldırdığı başını tekrar düşürdü.

Bağladıkları sandalyeden çözerken.

" Yok aslan yok. Hiç mi ismine çekmedin kaldır o başını." dediğimde.

Bana bakıp gülümsedi. Sol gözü şişmiş ve kapanmıştı, dudağında ve kaşında patlaklar vardı. Bu halinde bile yakışıklı görünüyordu.

Zorla konuşmaya başladı.

" Vay yoluna kurban olduğum Rabbim direk katından Azraille vek.... Vekilini göndermiş" dedi.

Hiç güleceğim yokken Korayla beraber kahkaha attık.

Koray;

" Tövbe tövbe ! Çarpılacan lan zırto."dediğinde oda gülmeye başladı.

Yüzü acımış olacak ki !

" Vayh vah güldürme kardeş heryerim acıyor şu tipe baksana çarpılacağımız kadar çarpıldık."

Adamın suratına tekme atıp.

" Kelepçelerin anahtarını ver lan. Hem kelepçeleyip hem bağlamışsınız adamı.

Anahtarları aldım, Kürşadın kelepçesini çıkartıp koltuğunun altına girerek ayağa kaldırdım.

Koraya yerdeki kıvranan adamı göstererek

" Bunuda alıyoruz Gölge ! "

Koray yerdeki çakalı kulak memesinden tutup yaramaz bir çocuk misali ayağa kaldırdı.

Telsize;

" Muhafızlar çıkıyoruz çevre güvenliği alın "

Alıcı beklemeden cevap verdi.

" Temiz çıkabilirsiniz. "

Kürşad şaşırarak yüzüme baktı.

" Muhafızlar mı ? Kimsiniz abi siz ? "

" Yorma kendini kardeşim arkadaşların anlatır. " diyerek merdivenleri tırmanmaya başladık.

Dışarı çıktığımızda ilkyardım çantasını istedim.

Sağ omzundan vurulmuştu Kürşad. Üstünkörü bir tampon yapmışlar ama şans eseri fazla kan kaybetmemişti. Kurşun hâla içerdeydi. Yarayı tekrar temizleyip ayağa kaldırdım ve tekrar koltuğunun altına girdim .

" Hadi kurtlar gidiyoruz."

Kürşad bana tekrar kanlı yüzünü çevirerek yüzünün tek tarafıyla tebessüm etti ve konuşmaya başladı.

" Kurtlar ha. Senin Allah’ına kurban" dedi ve bitkin düşmüş bedeni yere yığıldı. Bayılmıştı.

Mert' den...

" Komserim geliyorlar 300 metre mesafedeler. Sayıları Kürşad la beraber dokuz kişi"

'Allahım sana şükürler olsun yarabbim'

Nikondan timin yaklaştığı görünüyordu. Kürşad bir yere kadar adım atmaya dayanabilmişti. Biraz yürüdükten sonra çektiği acıya dayanamamış olacakki bayıldı. Karabasan omzuna almıştı ve giderek yaklaşıyorlardı.

Yavuz komiser kendi telsiz frekansımıza girerek titreyen sesi ile anons geçti.

" Helikopteri hazırlayın yaralımız kurtarıldı acil tahliye edilmesi gerekiyor."

Karşıdan;

" Anlaşıldı tamam ! " karşılığı alınca tekrar Muhafızların frekansına geçti.

Bu adamlar mükemmel ötesi bir varlık. Olduğumuz yerde ne kadar kıpır kıpır etsekte buradan seyrederken bile hayran kaldık onlara. Yangın merdiveninden çatıya sıçradıklarında ' Yamakasi ' filmindeki adamlar geldi aklıma. Vucutları esnek kolları oldukça kuvvetliydi. Karabasan Kürşad'ı omuzladığında sanki hiç yük yokmuşcasına beli dahi bükülmemişti. Kardeşim kurtulmuştu.

Yanımıza vardıklarında Karabasan'ın sırtından Kürşad'ı aldım ve sınırın Türkiye tarafına yürümeye başladık.

Tek tek geçmiş olsun deyip tebrik ettik karalara bürünmüş muhteşem timi. Bu kadar sessiz, hızlı ve arkalarında bir tane bile yaşayan birini bırakmadan oradan çıkmaları inanılacak gibi birşey değildi. Adamlarda biraz olsun yorulma ibaresi yoktu.

Yaklaşık yarım saat sonra sınırın bu tarafına geçtik. Her ihtimale karşı yanımızda bulunan doktor ilk kontrolleri yaptıktan sonra ciddi bir şeyinin olmadığını söyledi. Kürşad'ı doktorla beraber helikoptere bindirip yolcettik.

Tekrar toplandık. Muhafızlar fazla göz önünde durmak istemiyorlardı.

Karabasan getirdikleri şerefsizin yanına gitti saçından tuttu ve yüzünü yüzüne çevirdi.

" Sen en son arayan kimdi ? " diye sordu.

Adam;

" Tanımıyorum sadece telefonla görüştük adamı hiç görmedim ."

Biraz yüzüne baktıktan sonra

" Doğru ya söylemezsin. Peki bir Türke işkence etmekten korkmadın mı ? " diye sordu. Sesi insanı ürpertecek kadar sakin çıkıyordu.

Adam cevap verdi.

" Türk olduğunu bilmiyordum korkmadım. " dedi zayıf Türkçesiyle. Karabasan dan çok korktuğu her halinden belliydi.

Yavaş yavaş adamın arkasına geçti, üstten çenesinin altına parmaklarını koydu ve başını yukarı bakacak şekilde kaldırdı.

Biz iki metre önümüzdeki adamın ne yapacağını anlamaya çalışırken sağ tarafındaki Muhafız'ın belindeki kılıfından bıçağı çıkarttı. Yukarıdan adamın yüzüne bakarak.

" Keşke korksaydın ! "

Aniden yaptığı şey nefesimizi kesip kanımızı dondurmuştu. Belki aylarca etkisinden çıkamayacağımız, rüyalarımıza girecek, aklımıza geldiğinde yemek dahi yiyemeyeceğimiz o şeyi yaptı. Başkomserimiz bian engel olmak için atılır gibi oldu ama vazgeçti.

Artık adamın kafası Karabasan'ın elinde, gövdesi yerde atar damarından hâla kan attırıyordu.

Saçından tuttuğu kellenin yüz kısmını kendine çevirip baktıktan sonra yere attı.

Eğilip kana bulanmış bıçağı ölmüş adamın kıyafetine sildikten sonra sahibine geri vererek ürkütücü yüzünü bize çevirdi.

"Başkomserim şimdi çayını içeriz işte yolumuz uzun " deyip cebinden sigara çıkartıp tek tek bizim timde dahil herkese tuttu.

Biraz uzaklaşıp maskesini yarıya kadar sıyırdığında dudağı göründü.

Yavuz komserin mevzide onları beklerken sorduğu soru geldi aklıma.

" Bu kıyafetlerin içinde gerçekten insan mı var merak ediyorum ? "

Evet insan vardı hatta sigara bile içiyordu.

Sigara bittikten sonra atıp üzerine basarak söndürdü. Maskeyi indirip konuşmaya başladı.

" Biz sürünürken telsiz den uyardığım kardeşim kimdi ? "

Elimi kaldırıp mahcup bir şekilde ona doğru yaklaştım.

" Benim abi tekrar özürdilerim boş bulundum. "

" Yok kardeşim asıl sen kusura bakma ama o uyarıyı yapmak zorundaydım. Operasyonda sadece amacımız ne ise ona odaklanmalıyız. " dedi.

Dediğini başımla onaylayıp

" Haklısın abi. "

Çaydanlıkla çaylar gelmişti. Karabasan ve ekibi Tim ne kadarda biz getiririz dese de itiraz ederek kendi çaylarını kendi aldı.

Karabasan yerdeki leşi göstererek.

" Hadi çadıra geçelim. Şu adam iştahımızı kaçırmasın."

Çadıra geçtikten sonra tekrar bana yönelerek.

" Kürşadla kardeş gibiymişsin galiba ne düşündün omzumuzda görünce sevindin mi ? " diye sordu

" Bişey düşünmedim de aklıma bir şarkı sözü geldi. " dedim.

Bir yudum çay çektikten sonra yarıya kadar kaldırdığı maskeyi tekrar indirip sordu.

" Allah Allah neymiş o şarkı ? " diye sordu.

Bu abimin bana küçükken ezberletmeye çalıştığı şarkıydı.

Sözlerini üzerine basarak söyledim.

Söylediğimde çay dolu bardak aniden elinden düştü ve kırıldı.

Kalçasını dayadığı masadan bana bakıp doğruldu.

" Maşallah cuk diye oturdu kardeş bir daha söylesene."

Beklemeden tekrar ettim.

" Bir dağın sırtında dağ varmış gibi

Omuzlamış bir Mehmedi Mehmedim."

 

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%