Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.BÖLÜM DALIMIZI KIRDILAR EVLAT

@batingam

Oğuz'dan...

Helikopter Korhan babanın emri ile Diyarbakır da küçük bir köy karakolu olan Güneş Jandarma Karakoluna indi.

Karakol köyden 2 kilometre uzaklıkta yaklaşık 1700 rakımlı bir dağın güney yamacına kurulmuştu. Helikopter indiğinde Yarbay rütbesinde biri başındaki mavi beresini tutarak helikopterin rüzgarına direnmeye çalışıyordu. 180 boylarında oldukça yapılı, sağ tarafındaki isimlikte ZEYBEK yazıyor, sol göğüsünün üzerindede dört adet brove taşıyordu.

Ona en önde yaklaşan Rahman'ı gurur dolu gözleriyle boysan süzüp elini uzattı ve kalın sesiyle konuşmaya başladı.

" Jandarma Yarbay Fatih Zeybek. Hoşgeldiniz."

Rahman önde, bizse arkasında saf düzeninde duruyorduk.

Rahman ona uzanan ele karşılık elini uzattı.

" Sağolun Yarbayım hoşbulduk."

Yarbay Rahman'ın maskeli yüzünden gözlerini çekemiyor, fırsat buldukça da timi süzüyordu.

Önümüzden çekilip eli ile karakolu gösterdi.

" Buyrun içeri geçelim."

Karakolun arkasında olan helikopter pistinden ön tarafına yönelip içtima alanına geçtik.

Nöbetçiler harici kimse yoktu. Karakol dikkat çeken bir sessizliğe hakimdi. Nöbetçiler ise normal Er değilde Astsubay ve Uzmanlardan oluşması dikkatimi çekmişti.

Fatih Yarbay bulunduğumuz yerde bir süre karakolu anlattı bize. Kaç metrekare olduğunu, asker mevcudunu, karakol komutanının rütbesinin Üsteğmen olduğunu kısaca özet geçti asıl dikkat çeken nöbetçiler kim gelmiş diye merak edip bir kere dahi bakmamıştı arkalarındaki karanlık adamlara.

Fatih Yarbay ve bizim kurtlar karakol kapısından içeri girdiğimiz de bir Üsteğmen bizi karşıladıktan sonra Yarbay'ın gözlerine kendinden emin bir şekilde bakıp.

" Tamam komutanım herşey emrettiğiniz gibi. "

Halimizden etkilenmiş olacak ki hafiften kekelemeye başlamış, ne diyeceğini şaşırmıştı.

" Ho... hoşgeldiniz."

Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağından çekindiğinden midir bilinmez o elini uzatmasada Rahman elini uzatıp.

" Hoşbulduk kardeşim. " dedi.

Bayağı bir gergin görünen Üsteğmen 'Baksam mı bakmasam mı ? 'diye düşünüyordu sanki. Rahman'ın elini sonradan farkedip ani bir hareketle elini uzattı.

Fatih Yarbay sol taraftaki aliminyum kapıyı açıp tekrar yol gösterdi.

" Buyrun beyler geçin." dedikten sonra en arkamıza bakıp.

" Tolga sende gel " dediğinde arkadan kuvvetli bir şekilde

" Emredersiniz komutanım." nidası ile karşılık verdi Üsteğmen.

İçeri geçtiğimizde toplantı odasına benzeyen odanın bayağı geniş olması dikkatimi çekti.

Ortada 12 kişilik oval siyah bir masa, tam üstünde tavana monte edilmiş projeksiyon cihazı ve onu karşılayan geniş stor perde.

Fatih Yarbay;

" Buyrun oturun."

Biz oturduktan sonra;

" Tolga aslanlara söyle getirsinler yemekleri." dediği ile Rahman Tolga Üsteğmeni engelledi.

" Hayır zahmet etmeyin gerek yok. Biz gereken bilgileri alıp çıkış yapalım."

Üsteğmen Yarbaya, Yarbay ise Rahman'a baka kalmıştı.

" O zaman çay söyle Tolga" dedi bu kez kararlı görünüyordu. Rahman'da nezaketen bukez karşı çıkmadı.

" Mete Komutanla görüştüğümüzde bu karakolu uygun gördük inmeniz için. Sizi karşılamak ve gerekli bilgileri vermek için bir Jandarma Özel Harekat timi ile buraya gelip askerleri erkenden yatırın emri verdim. Sizi hiç kimsenin görmesini istemedim, nöbetçileri dahi Rütbelilerden seçtim." deyip derin bir nefes aldı ve devam etti.

" Belki dikkatinizi çekmiştir. Kesin bir emir verdim kimse arkasına bakmasın diye " dedi otoriter hâl almış yüzü ile tebessüm ederek.

Tolga Üsteğmen içeri girdikten sonra devam etti.

" Namınızı ne tür işler başardığınızı duydum kurtlar. Bu ülke size ve ailenize çok şey borçlu. Ne onların nede sizin hakkınız ödenmez. " deyince Rahman karşılık verdi.

" Kimsenin bize bişey ödesine gerek yok. Biz İslam için, Bayrak için Allah'ın yoluna başımızı koyduk. Hak ödemeye gelince atalarımız ve şehitlerimiz bu hakkı fazlasıyla ödedi Yarbayım. " diyerek bize yakışır bir cevap verdikten sonra oturuşunu daha da dikleştirerek devam etti.

" Şimdi bize nerede buluşacaklarının konumu, arazi yapısı, varsa bina içi pilanı, eğer o yoksa üstten çekilmiş bir fotoğrafı lazım. "

Fatih Yarbay bir kaç saniye Rahman'a bakıp konuşmaya başladı.

" Burası bir depo yani hangarda diyebiliriz. Plana gerek duymadık ama üstten çekilmiş bir fotoğrafı var. Depo ormanın içinde önünden geçen yol hariç her tarafı yüksek çam ağaçları ile kaplı. "

Rahman;

" Peki kaç kişi toplanıyorlar, dışarda kaç tane nöbetçi tutuyorlar ve en az kaç saat içerde duruyorlar. " diye ardı ardına sıraladı sorularını.

Fatih Yarbay soruları dikkatle dinledikten sonra konuşmak için nefes almıştı ki kapı tıkladı.

İçeri genç bir Astsubay çavuş elinde çay dolu tepsi ile girdi. Başını kaldırıp masadaki kapkara ve korkunç maskeleri ile oturan adamları görünce biran tutukluk yaşadı. Yanındaki Üsteğmen o haline gizlice tebessüm ederken genç Astsubay kendini toparlayıp çayları dağıttı. Fatih Yarbay çay getiren askeri bile Astsubaylardan seçmişti.

Asker çıktıktan sonra Yarbay devam etti.

" 15 kişi toplanıyor. Dışarda 20 nöbetçi oluyor ve en az iki saat içerde duruyorlar." diye cevap verdi.

Rahman başını sallayıp;

" Adamlardaki rahatlığa bak ! "

Maskeler yüzünden içemediğimiz çaylarımızı arkamızda bırakıp dışarı çıktık.

Yarbay kontak anahtarlarını Rahman'a uzatarak.

" Arabalarınız arka yolda iki adet siyah Toyota Land Cruiser "

Arabaların yanına geldiğimizde jipler parıl parıl parlıyordu. Rahman, Üsteğmenden bir fırça ve 5-6 litre su istedi. Üsteğmen bir süre sonra fırça ve su dolu bir bidonla geldi.

Rahman kalın toz halindeki toprağın üzerine suyu dökerek yerden bulduğu bir çubukla balçık kıvamında bir çamur hazırladı.

Koray ne yaptığını anlamış olacak ki fırçayı eline alıp çamura daldırdı.

Tam arabaya sürecekti ki Rahman engel oldu.

" Fırçayı kabortaya sürme Gölge çizersin yazıktır."

Koray araba ile mesafesini açıp çamurlu fırçayı arabaya doğru sallamaya başladı. Fırçadan savrulan çamurlar arabalarda son bulmuş, farlar dahil, arabaların parlak siyah renginden eser kalmamıştı.

Yarbay ve Üsteğmen ile vedalaştıktan sonra çantalarımızı bagajlara koyup;

Rahman, Koray, Ömer, Samed öndeki arabaya, ben, Kenan, Bora, Sinan ise arkadaki arabaya binmiştik. Öndeki arabanın direksiyonuna Koray, bizimkine Sinan konmuştu.

Fazla uzak olmadığını biliyorduk. Rahman konumu kolundaki GPRS cihazına geçmişti. 35 dakika araçlarla gittikten sonra arazide araçlar için uygun bir yer bulup jipleri park edip, elimizden geldiğince etraftaki dallar ile kamufle ettik. Fazla zaman kaybetmeden silah ve çantalarımızı aldıktan sonra yaya olarak kama düzeninde intikal etmeye başladık.

" Son 500 metre kurtlar. " diyen Rahman en arkadan ortamıza doğru gelerek konuşmaya başladı.

" Beyler karşımızdaki şerefsizler özel eğitimli ajan. Boş biri sanmayın onları. Biliyorsunuz bizim vazgeçilmez kurallarımızdan biride ' Karşındakinden korkma ama küçükte görme. ' Bu adamlar dağdaki terörist gibi ' Üç şınav, beş barfiks hadi korakol basmaya ' demiyor. Hem silah, hem taktik, hemde stratejik anlamda ciddi eğitimler alıyorlar. Yani kısacası kendinizi sağlama alın. "

Koray dinledikten sonra konuşmaya başladı.

" Bıraksana Reis adamların işi gücü sabah akşam kahve içmek. Hele o göbeklere ne demeli. Ben göbeksiz ajan göremedim hiç. Milletin bilinç altını etkileyip göz dağı vermek için ajan diye koyuyorlar filmlerine uzun boylu geniş omuzlu adamları. Bunu bizim film yapımcıları bile yapıyor. ' İşte Amerikan ajanları böyle. ' "

Bir süre sessizlik olduktan sonra özlemle başını sallayan Koray tekrar konuşmaya başladı.

" Hatırlıyorsunuz değilmi son eğitimimizin ne olduğunu ? Tam sekiz ay hiç bir yiyecek içecek olmadan adada tek başımıza kaldık. Yemediğim yılan, kurbağa cinsi kalmadı. " deyip iç çektiğinde ben araya girdim.

" En son günü hatılıyormusunuz ? Korhan Yarbay kayalıkların 60 metre üstünde. Kim buraya çabuk çıkarsa ona bunu vereceğim diye bağırmıştı. Rahman ne olduğunu sorduğunda ' Tadelle ' cevabını almıştı. Tadelleyide gıcıklığına elinde sallıyordu. Hep beraber kayalara koşmuştuk. Finalde Rahman beni kıl payı geçmişti. Kendi hakkıyla kazandığı Tadelleyi sekiz parçaya paylaştırmıştı aslan kardeşim. " dediğimde Rahman araya girdi.

" Hangimizin boğazından geçer lan o Tadelleyi tek başına yemek. " dediğinde Koray tekrar konuşmayı devraldı.

" Korhan Yarbay oradada bir babalık yapmıştı.Rahman'ın alnından öpüp çantasından sekiz tane Tadelle çıkarmıştı. Sonra Muhafız olduğumuzu duyurmuştu. Son eğitimimiz oydu. Tadelle olayı bile sınavmış lan. " dediğinde Ömer konuşmaya başladı.

" Rahman kurbayıda yılanıda iyi közlerdi. Dağ başında bile yemek konusunda maharetliydi. "

Rahman arkasına dönüp;

" Size kaç kez söyledim oğlum 'Aleve tutmayın, köz düşsün onbeş santimetre üzerinde pişirin.' diye. Kuruyor öyle yapmazsan ama yılan kurbaya göre biraz yağlı olduğu için on santimetreye kadar indire bilirsiniz. " dedi ve ciğerlerime tuttuğum nefesi özlemle dışarı bıraktım.

İşte böyleydi bizim cehennem ayları dediğimiz eğitimimizin son safhası. Su yok, yiyecek yok, yatak yok, çadır yok. Yırtıcı hayvanlar için doğadan faydalanıp kendi silahını kendin yapacaksın. Şimdi böyle zevkle anlatıyoruz ama o zamanlar kan kusuyorduk. ' Eğitimde acırsan savaşta acınacak duruma düşersin. ' mantığı oradada geçerliydi.

Korhan Yarbay; yani namı her yeri sarmış Mete komutan bizi ateş ile biledi.

Sohbet ede ede hedef konuma gelmiştik.

Karşıya baktığımızda yaklaşık 300 metre karelik bir hangar görünüyordu. Oraya doğru yılan misali giden sadece tek bir toprak yol vardı. Yarbay'ın dediği gibi de etrafı sık, uzun çam ağaçları ile kapalıydı.

Arka taraf cephesi ise diğer cephelere göre on metre daha yüksekti. Yaklaşık on beş nöbetçi hangarın etrafına dizilmiş tasmalarını tutan sahiplerini bekliyordu.

Gelmelerine 20 dakika kala plan yapıp yerleşmeye karar verdik.

" Kurtlar benim planım şu; yanlış söylersem veya bir risk sezerseniz beni uyarın." diyen Rahman bizden onay aldıktan sonra başladı.

" Hatırlıyormusunuz ? Hani eğitimimizin birinde birbirimizi omzumuza alıp bir kilometre yarışmıştık. İlk önce arka tarafa yani yüksek tarafa sızacağız. Sonra Coniler gelip hangarda yerlerini aldığında aynı anda susturucu takılmış silahları nöbetçilere ateşleyeceğiz. Unutmayın sekiz namludan işaretimle tek ses çıkacak. Düşen nöbetçileri omuzlayıp çok seri bir şekilde tekrar yerimize gelip bırakacağız. Yani o cepheden kendimize bir koridor açıp diğer nöbetçileri indireceğiz." herbirimize bakıp ;

" Anlaşılmayan bişey var mı ? " dedi.

Herkes onay verdikten sonra Boraya dönerek.

" Bora sen kıpırdamayacak, gözümüz olacaksın herzaman ki gibi kardeşim. "

Plan anlaşıldığında harekete geçtik. Yaklaşık yüz metre açıktan hangarın yüksekte olan cephesine sızdık. Hangar buradan çok netti. Eğer ' Bir tek canlı çıkmasın oradan ' diye emir gelseydi işimiz çok basit olurdu buradan. Ama bu biraz risk taşıyordu. Küçük bir hatamız adamların dışarı boşaltmasına neden olurdu.

Aklıma birşey geldi ve Rahman'ın yanına hızlı bir şekilde süründüm.

" Rahman ! " dediğimde aniden başını çevirdi.

" Kardeş Ömer boş gelmedi. Bu görev bana bunların hepsini öldürmekten daha riskli geldi. Açtığımız koridoru diyorum; Ömer tuzaklasa ? Yani herhangi bir ihtimale karşı. Olası bir çatışma anında bize büyük faydası olur." dedim.

Biraz düşündükten sonra;

"Haklısın Oğuz ! Çatışma çıktığı zaman ki, inşallah öyle bişey olmaz, bunların mecbur hepsini alacağız. O zaman plan değişti beyler. Dört kişi karşı cepheyi alsın kaçanı sağ bırakmayın." deyip ekibe döndü ve yeni planı anlattı.

Rahman, Koray, Bora, Ömer yüksek cephede kalacak. Ben, Sinan, Kenan, Samed ise kaçma güzargahlarını keseceğiz.

Biz tekrar geldiğimiz yere geri gittik ve yerimizi almamızla beş tane aracın farları ardı ardına görünmeye başladı.

On tane coni tipli adam üç jipten. Altı tanede Pkk lı sözde üst düzey yönetici olduğunu anladığımız nursuz peşmerge kıyafetli adamlar ise diğer ikisinden indi.

Aramızda onbeş metre vardı. Arkadan kargo pantolonlu Coni'nin amerikan aksanı ingilizcesi ile ne konuştuğunu rahatlıkla duyabiliyorduk.

" Böyle sessiz yerler beni herzaman korkutur." dedi öndeki uzun boylu dostuna.

Adam arkasına dönüp;

" Yapma artık vazgeç şu huyundan. 45 gündür böyle toplantılar yapıyoruz. Rahat ol." dediğinde onun yanındaki diğerlerine göre daha yaşlı olan adam uzun boyluya alaycı bir şekilde güldü.

" Tanrıya dua ette bize Türklerle savaşmayı göstermeden emekli etsin. Bence o kadar rahat olma dostum. Emin olun ki Ermenistan kampını ve DoğuTürkistanlıların esir tutulduğu Çinde ki kampı Türkler bastı. Ben bundan adım gibi eminim. Adamlar söz konusu kanları ve toprakları olunca kendilerine simge edindikleri yırtıcı Kurtlara benziyorlar. " demesi ile açılmasını bekledikleri hangar kapısı sonunda açıldı.

' Ulan şu sohbetlerinden sonra bunları parça parça etmek vardı ama emir işte anasını satayım.'

Telsizden Rahman'ın kısık sesi duyuldu.

" Muhafızlar on dakika sonra başlıyoruz. Karşı taraf gözlerinizi dört açın. "

Adamların kendilerini güvende hissetmeleri için verdiğimiz on dakika mühlet Rahman'ın sesi ike sona erdi.

" Herkes adamını aldı mı beyler ? Toplam sekiz kişi var bu cephede. Herkes hizasındaki iki kişiye odaklansın bir saniyeden ikinci saniyeye atlamadan bu sekiz adam düşecek. Nişan al....... işaretimle " dedi ve beş saniye bekledikten sonra telsiz den o meşhur kendine özgü işaretini verdi.

" Pisstt !!! "

3 saniye içinde hedeflerin hepsi hareketsiz bir şekilde düşmüştü.

Sıra ikinci aşamada !

" Herkes indirdiğini buraya taşısın. ŞİMDİ !!! " dediği ile karşı cephedeki kurtlar şaha kalktı.

Bu görüntü kelimelerle anlatılamazdı. Sanki avı olan domuzu çok seri bir şekilde omuzlayıp bulundukları tepeciğe doğru tırmanan kara bir leopar gibi avlarını seri bir şekilde taşıdılar. Diğer insanlarla kıyasladığımızda bizde gerçekten insan üstü bir güç vardı. On saniye sürmemişti ki bulundukları yere sekiz kişiyi taşıdılar.

İstediğimiz koridor açıldığında telsizin mandal sesi duyuldu.

" Koridor açıldı kurtlar. C4 aşağı cepheyi tuzakla, Gölge C4 ü koru." dedikten sonra C4 Ömer, Gölge Koray aynı hizada süratle tekrar aşağı inip bizim görüş açımızdan çıktılar.

Tel sizden C4 ün sesi duyuldu.

" İki kalıp tamam. Diğer ikiye geçiyorum."

Rahman;

" Anlaşıldı Gölge. Sol cephende iki kişi var dikkat et bizim burdan senin olduğun yer görünmüyor."

Koray dan karşılık gelmemişti.

Rahman;

" Gölge anlaşıldı mı ? " dediğinde Koray dan yine ses gelmedi.

" Gölgee ! " diye yineleyen Rahman, Koray dan ses gelmeyince yatar pozisyondan çömelir pozisyona geçtiği ile;

" GÖLGE ile irtibat koptu beyler. Gölge hayır adamla aynı köşedesiniz. Lan Hayır şimdi değil... " demesi ile seri şekilde üç el atan AK-47'nin kıyameti koparan sesi duyuldu.

Rahman gücü yettiğince haykırdı.

" Gölge hayıııırrrrrr !!! "

Silahı omuzlayıp Koray'ın olduğu bölgeye nişan aldıktan sonra ateşledi ve telsizden hiç bir askerin duymak istemediği o anons titrek şekilde duyuldu.

" Gölge düştüüüüü !!! Kardeşim düştüüüüü !!! "

Kendimizi kaybetmeden göreve odaklanmaya çalışsakta gözümün önünden 7.62 çaplı çekirdeğin açtığı yara eksik olmuyordu.

' Koray yapma lan ! '

" Karşı taraf; nöbetçileri indirin.C4 yukardaki konumunu al . Kartal bizi koru." demesi ile Koray'ın olduğu bölgeye atıldı.

Yamaçtan aşağı hiç bu kadar süratli koştuğu görmemiştim. Hem koşuyor hem sürekli ağlamaklı bir sesle tekrar ediyordu.

" Kartal bizi koru...... Kartal bu kez kurtaracağım....... Koray'ı kurtaracağız..... Asutay'ı verdim onu vermeyeceğim Kartal.......Kartal bizi koru Koray bir kurşun daha yemesin mahvolurum Kartal... Biterim Kartal... "

Biz bu cepheyi temizledikten sonra. Tekrar onların yönüne bakıp, bacakları cansız bir şekilde sallanan Koray'ı Rahman'ın omuzlarında gördüğümde kan beynime sıçramıştı.

Yanımdakilere;

" Beyler bırakın orayı hangar kapısına odaklanın. Dönüşü yok çıkanı indireceğiz."

Rahman'ın sesi duyuldu;

" Lan oğlum yapma bak aç gözünü..... Koray........ kardeşim lütfen hadi bırakma kendini. " dediğini duyduğumuzda aldığı yaranın ciddi olduğunu anlamamız uzun sürmedi.

Rahman;

" Alıcı karşı tamamsa seri şekilde buraya gelin..."

Son kontrollerimizi yaptıktan sonra hiç olmadığı kadar hızlı koşmaya başladık.

Dışarda nefes alan kimse kalmamış, içerdekiler korkudan kafasını çıkaramıyordu.

Korayla Rahman'ın yanına vardığımızda Koray'ın çelik yeleğinin üstünden kalbine, yeleğin sağ altından karaciğer bölgesine ve sağ baldırına yara aldığını gördüğümüzde kendimizi kaybetmemize az kalmıştı.

Rahman bir yandan Koray'a tampon yapıyor, bir yandanda konuşmaya çalışıyordu.

" Evet beyler nabzı atıyor. Oğuz sen benle gel al şu telefonu en son arananlardan Fatih Yarbayı bul. Helikopteri bildireceğimiz konuma göndermesini ve bir Muhafızın ciddi yara aldığını söyle" dedi ve telsizi mandalladı.

" Muhafızlar Oğuz benimle. Size gelince; sakın ha telsizden mızmızlandığınızı duymayayım o yaşayacak. Geri geldiğimde burada siz hariç bir tane bile canlıyı nefes alırken görmeyeceğim. Eğer ağladığınızı, sızlandığınızı duyarsam kafalarınıza sıkarım. Yapmazsam anamın ak sütü bana haram olsun. " deyip cevap beklemeden Koray omzunda ben arkasında koşmaya başladık.

Koray Rahman için çok farklıydı. Onlar bebekliklerinden bu yana yanyanalardı. Hepimiz kardeştik ama Rahman da Koraya karşı koruma içgüdüsü çok yüksekti. Şuan sinir krizi geçirmiyor, ağlamıyor, şoka girmiyor olması Koray'ı umursamadığından değil bu ona Allah tarafından ve aldığı eğitimlerle aşılanmış bir kabiliyetti.

" Kafanıza sıkarım ! " sözüde bizim soğuk kanlılığımızı artırmak içindi. Karşımızdaki ajanlar ne kadarda göbekli olsa profesyonel askerlerdi.

Ha kafamıza sıkar mı ? Yapar mı bunu ?

'Onun ismi Karabasan ! Yapar mı orası şüpheli.'

Koray'ı alacağı noktaya biz daha gelmeden helikopterin sesi yankılanmaya başlamıştı.

Rahman'ın omzundaki Koray'ı be devralırken o da Korhan babayı aramış olanları anlatmıştı.

Bir süre gittikten sonra Koray'ı tekrar alıp konuşmaya başladı.

" Özel Harekat Diyarbakırda bir hastanenin 2. Katını boşaltacak ve o katı kullanıma kapatacak. Burada ilk mudahale yani kan kaybı önlenip Korhan Yarbay tarafından gönderilen özel uçakla Ankaradaki hastaneye gönderilecek. Orada da bizim kendi özel doktorlarımıza emanet edilecek." deyip bana baktı.

Sesi zorla çıkıyordu.

" Oğ... Oğuz yaşayacak mı lan ? "

Bunu bende bilmiyordum ama kurşunlar çok kötü yerdeydi.

" Yaşayacak tabi Reis. Aklından geçirmen bile saçma. Rahat ol. " dediğimde Koray'ı omzuna iyice yerleştirip yüzüme baktı.

" Ciddisin değil mi ? "

İşte bunu bende bilmiyordum. Kardeşime ne olacak bilmiyordum. İçimde büyük bir patlama vardı ama dökülemiyordum.

Zorda olsa gözlerine bakıp cevap verdim.

" Tabi oğlum ! Biz üç kurşunla yıkılalım diye mi eğitimlerde o kadar ızdırap çektik. " dediğim de helikopter inişe geçmişti.

Rahman kendi kendine sesli düşünmeye başlamıştı.

" Canı çok acıyor mu acaba ? Baygın ama belki de bilinci açık sesi çıkmıyordur. Belki de acıyla avazı çıktığı kadar bağırmak istiyordur ama yapamıyordur." deyip Koray'ı içerisinde Fatih Yarbay'ın ve bir Tabip Asteğmenin bulunduğu Kara Şahine bindirdi

Helikopter kalkışa geçtiğinde beklemeden timin yanına koşmaya başladık.

Rahman telefonunun titrediğini hissedip emin olmak için elini cebine attığında adımlarını yavaşlattı.

" Kim la şimdi bu ? " diye mırıldanıp maskesini çıkartırken telefonu kulağına götürdü.

" Efendim ! " dediğinde karşıdaki sesin öfkesini burdan duyabiliyordum.

Rahman sesi duyduğunda zaten yavaşlayan adımları aniden durdu. Onun ani duruşu ile bende durup telefondaki sese kilitlenmeye çalıştım.

Hiç bir cevap vermeden gözleri irileşmiş bir şekilde telefonu kapattığında sordum.

" Kim o Rahman ? "

Cevap vermeden telefonu cebine atıp koşmaya başladı.

" Koş Oğuz koş. Timin yanına vardığımızda anlatırım. "

Beş dakika geçmeden oradaydık. Hangara baktığımda alevlere teslim olmuştu.

Rahman timin nerede olduğunu kestirmeye çalışırken gözüm yerdeki ceset yığınına takılmış bir şekilde sesli düşündüm.

"Ömer'in kalıplar işini fazlasıyla görmüş."

İlk görünen bir ajanı ensesinden tutmuş bize doğru yaklaşan Bora olmuştu. Biraz daha yaklaştığında adamın bacağından vurulmuş bir şekilde inleyerek adımladığını gördüm. Aradaki mesafe azaldığında adamın Türkleri öven, diğerlerine göre daha yaşlı olan ajan olduğunu anladım.

Rahman adama yaklaşıp onların dilleriyle;

" Emin ol bulacağım ama işimin erken olması için cevap ver. Ankaradakiler buraya gelmiş neredeler ? " dedi.

Adam Rahmana neredeyse dışarı fırlayacakmış gibi bakan gözleriyle konuşmaya başladı.

" Ben dedim; ' Türkler savaşmaya başlarsa kasırga gibi eser. ' dedim" diye soruyla alakasız bir cevap verdi. Haklıydı, bunu söylediğine şahit olmuştum.

Rahman geriye doğru yarım adım atarak yeleğinden çıkardığı kabzesi hilal motifli olan fırlatma bıçağını adamın sol omzuna sapladı.

Adam avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

" Yanlış cevap. Zaten sağ bırakmayacağım seni doğruyu söyleki fazla canın yanmadan öl. " diye devam etti.

" Onlar Doğu tarafındaki buluşma yerine gelecekler.Hatta şimdiye gelmişlerdir. "

Rahman omzuna saplı olan bıçağı yaranın içinde dönderdiğinde biraz olsun nefes alan adam tekrar haykırmaya başladı.

" Ulan kafirin tohumu. Sana ne yapsam yüreğim sızlamaz. Bana nokta olarak söyle neredeler ? " dediğinde adam elini cebine atıp telefonu çıkardı.

" Bak işte açık adres burada." deyip telefonun tuş kilidini açtıktan sonra Rahmana uzattı.

Bir-kaç saniye telefona bakan Rahman adamın burnunun dibine kadar yaklaşarak tane tane ingilizcesiyle konuşmaya başladı.

" Türkleri savaşınca sen görmedin. Belliki atalarımı iyi tanıyorsun. Türkler savaşınca kasırga gibi esmez, kasırgayı esir alır." dedikten sonra arkasını dönüp arabalara doğru yürümeye başladı.

Rahman'ın arakasını döndüğünü gören Bora buradaki görevin bittiğini anlayıp adamın omzundaki bıçağı çıkarttıktan sonra şah damarına derin bir kesik attı.

Bıçaktaki kanı bir kaç çırpınıştan sonra leşe dönüşen adamın gömleği ile temizleyip Rahman'a yetişti.

" Al kardeş emanetin. " deyip elindeki bıçağı sahibine iade etti.

Rahman arkasına dönüp timide karşısında toplandıktan sonra konuşmaya başladı.

" Kurtlar Koray iyileşecek, iyileşmek zorunda. Beni şimdi gelirken bizzat dedemiz Aksakallı Akçakoca aradı." dediğinde hiç kimse hayretini gizleyemedi.

Dedemiz Akçakoca bizi ilk defa bizzat kendisi arıyordu. Şimdi Rahman'ın telefonu açtığında neden şaşırdığını anlamıştım.

Sinan;

" Ne dedi kardeşim Dede ? Neden arasınki bizi Koray dan dolayı mı ? "

" Evet Sinan ! Bize bu operasyon hakkında son sözü söyledi. Zaman geçirmeden bu adrese uçmalıyız." dedi ve ciğerlerini havayla doldurup sert şekilde geri bıraktı. Belliydi; Koray aklına düşmüştü. Tabi oradan hiç çıktıysa.

' Bütün Muhafızlar gibi. '

Rahman kendini toparlayıp devam etti.

" Akçakoca; Karabasan onlar bizim dalımızı kırdı, onların ormanlarını yakmazsanız bizim ve bütün İslam Türk âleminin hakkı size haramdır. Koray Ankara'daki hastaneye geldiğinde başında o kafir kellelerini bizzat önüme atmanızı bekleyeceğim Gazanız Mübarek olsun Börülerim. RABBİME EMANETSİNİZ. " deyip devam etti

" Eksiksiz bunu söyledi ! "

 

BÖLÜM SONU...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%