Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM ADA

@batingam

 

Korhan Yüzbaşı'dan...

Aksakallılar, sahadaki aktif görevlerimden çekmiş, ilmek ilmek işleyeceğim zıpkın gibi bir tim kurmamı istemişlerdi.

Kolay olmayacaktı, olmadıda. Bize acımasızlığı öğrettiler ama öğrenememiştim bir türlü birini öldürmeyi. Bu en azılı düşman dahi olsa ona acımasam bile, onun çocuğunu babasız bırakmayı, geride bıraktıklarını aklıma getirirdim hep.

Taki Aksakallılar'dan biri Hz. Musa'nın kıssasını anlatana kadar. Her başarılı operasyondan sonra girdiğim derin düşüncelerimden anlamış olmalıydı bu vazgeçemediğim zaafımı.

" Bak evlat ! " demişti acıyan gözlerle yüzüme bakan ihtiyar.

"Bir gün Hızır (as) ile Hz. Musa yolda giderken Hızır (as) Hz. Musa'ya:

"Artık seninle burada ayrılıyoruz. Çünkü sen benim yaptıklarıma dayanamazsın. demiş." Hz. Musa ise "hayır ben seninle gelmek istiyorum. Söz veriyorum yaptıkların hakkında sana hiçbir şey sormayacağım." demiş. Böylelikle yola çıkmışlar. Biraz gittikten sonra karşılarına bir gemi çıkmış. Bu gemi yoksullara aitmiş. Hızır (as) bu gemide bir delik açmış. Hz. Musa bunu görünce "sen ne yapıyorsun, şimdi bu insanlar nasıl gidecekler, bunu neden yaptın?" demiş. Hızır (a.s.) ise "hani bana bir şey sormayacaktın. Tamam buraya kadar artık seninle ayrılıyoruz."demiş. Hz Musa bunu duyunca "tamam bir daha ağzımı açmayacağım." demiş. Tekrar yola koyulmuşlar. Yolda giderlerken Hızır (as) bir çocuğu öldürmüş. Musa (a.s.) iyice hiddetlenmiş ve "sen ne yapıyorsun, o daha çok küçük, onu neden öldürdün." demiş. Hızır (a.s.) yine "hani bir şey sormayacaktın, artık bu kadar yeter, seninle yollarımız burada ayrılıyor." demiş. Hz. Musa tekrar özür dileyerek bir daha yapmayacağını söylemiş. Tekrar yola koyulmuşlar. Ve sonunda bir köye varmışlar. O köydeki kadınlardan su ve yiyecek bir şey istemişler. Fakat kadınlar Hızır (a.s.) ile Hz. Musa'yı kovmuşlar. Buna rağmen Hızır (a.s.) köyün tam çıkışındaki yıkılmak üzere olan bir duvarı onarmış. Hz. Musa bunu görünce tekrar bağırmaya başlamış. Ve Hızır (a.s.) :

-Tamam bu kadar yeter sana herşeyi anlatacağım ve seninle ayrılacağız. Gemiyi delmemim sebebi ileride sağlam gemileri ele geçiren korsan gemisi vardı. Gemiyi deldim ki o korsanlar gemiyi sağlam diye ele geçirmesinler. Çocuğu öldürmemin sebebi o çocuk büyüyünce inkarcı, kafir bir çocuk olacaktı ve ailesine eziyetler edecekti. Bundan dolayı küçük yaşta öldürdüm ki büyüyünce böyle olmasın. Gelelim duvarı onarmama...

O duvarın altında iki yetim çocuğa bırakılan miras var. Bu duvar zamanla yıkılacak ve artık o arsayı ekin ekmek için kullanacaklar. Bu yüzden onardım ki çocuklar büyüyene kadar idare etsin, çocuklar büyüyünce mallarını alsınlar. " gözlerine umutla baktım devam etti

" Velhasıl Korhanım; sen görevini yap, senin kıydıkların İslam-Türk düşmanı evlat. Bazen Allah sevdiği bir kulla sevmediği kulunu cezalandırırmış; sen çocukları ve geride bıraktıklarını düşünme, onlar yaradanlarına emanet" deyip, ara ara beyaz düşmüş kalın kaşlarının altından, sıcacık tebessümle uzun uzun bakmıştı gözlerime.

O günden sonra yüreğimde bir dirhem merhamet kalmamıştı İslam ve Türk düşmanlarına karşı. Evet biz cezalandırıcıyız; yer aldığımız görevde yargıçta bizdik, cellatta. Bunuda layıkıyla, bütün benliğimizle yaptığımıza inanıyordum .

Saatime baktığımda yeni minik

Muhafızlar'ın gelmesine yarım saat kaldığını gördüm.

Dedemiz Akçakoca bu görevin çok zor olacağını söylemişti. Bu gerçekten zor gelmişti; milletimin, o vatansever inançlı ailelerinin canından bir can koparmak çok zor gelmişti.

Kendimi Yüzbaşı olarak tanıtmıştım herbirinin babasına. Bu sekiz çocuğu toplamak bir yılıma maal olmuştu. Hepsi birbirinden zeki, kurnaz ve yaramazdı.

Özellikle Rahman ve Koray ! Onlar gerçekten çok farklıydı.

Bu ayrılmaz ikiliyi takipteyken, görevdeki askerlerimizin attığı bir video dikkatimi çekmişti. Vatan savunmasında şehadet şerbetini içen aziz şehit Tokatlı Mustafa Dağ'ın evinin önünden geçerken balkona asılan büyük bayrağa uzun uzun bakmışlardı iki arkadaş. Gidip bayrağı doyasıya öpmeleri, bu ikiliye karşı içimden birşey koparmıştı. Albayrağa uzunca baktıktan sonra şakalaşarak okullarına devam eden ikilinin o hareketlerini gördüğümde gözlerimin dolmasına hakim olamamıştım. Onları yetiştiren anne ve babaya sabır-sukûnet duasında bulunup, kesin ve vazgeçmeyeceğim kararımı almıştım.

İlerde meydana çıkartacağımız Tim'in Alfa kurdunu bulmuştum.

Buranın kasveti herzaman canımı sıkmıştır. Her gördüğümde Ada'ya geldiğim o ilk günü hatırlatırdı hep. Bu hizmete baş koyan herkes gibi bende buranın kasvetinden nasibimi almıştım.

Yaklaşık altı metre yükseklikte tavan, geniş, yuvarlak mermer sutunlar ve ön tarafta bir metre yükseklikteki şuanda oturduğum anfi. Anfi'den konuşan kişi üçyüz metrekarelik bir alana sesleniyordu.

Buraya geldiğimizde ne kadar kaçmaya çalışsakta ne yöne gitsek yolun sonu hep denize bağlanmıştı. İleriki günlerde verilen harita eğitiminde buranın bir ada olduğunu görmek bütün umutlarımızın çöpe gitmesine sebep olmuştu.

'Gün gelecek siz gitmek istemeyeceksiniz. Kopamayacaksınız bu yerden, can kardeşlerinizden, abilerinizden. Kapıdan kovsak bacadan girmek isteyeceksiniz !' demişti bizi eğiten Tayfun komutan.

Öylede olmuştu biiznillah.

Daldığım derin düşüncelerimden sıyıran, açılan ahşap kapının sesi olmuştu. İçimdeki heyecanı bastırmak için derin nefes almıştım ama nafileydi.

Herbirinin başı yerde, koluna giren abilerine itaat ederek bana doğru ilerledikten sonra karşımda saf düzeni durup sıraya geçtiler.

Gözlerindeki siyah bantlar açıldığında korkuyla irkildikten sonra etraflarına bakmaya başladılar. Kurumuştu, yolboyu saatlerce ağlayan gözlerindeki yaşlar kurumuştu artık.

Kiminin üzerinde okul kıyafeti, kimininkinde tarlada çalıştıkları elbise. Kiminin ayağında orta derece iskarpinler, kimininkinde kara lastik ve naylon ayakkabılar vardı.

Karşımdaki sekiz çocuğun akıllarında; 'Biz nereye düştük ? ' düşüncesi olduğundan emindim. Yüzümdeki duygu yüklü tebessümle seyrederken, bir süre ortama alışmaları için izin verdim.

Gözlerimi herbirinin üzerlerinde gezdirirken Rahman dikkatimi çekmişti. Sıranın en solunda dimdik duruyordu. O diğerleri gibi merakla etrafı incelemiyor, başını kaldırmış, keskin bakışlarıyla öylece gözlerime bakıyordu.

Sebebi nedir bilmiyorum ama; Aksakallılar onu bizzat tembih etmişlerdi.

' E be yavrucuğum hiç merak etmiyorsun? "Ben neredeyim, kim bunlar, bize ne yapacaklar ? " Bir bak etrafına. '

O başını tekrar yere indirdiğinde, bende gözlerimi üzerinden çekip dikkatlerini bana vermelerini istercesine sert bir şekilde ayağa kalktım.

Sandalyenin çıkardığı o iç gıcıklatıcı ses ile hepsi korkuyla bana dönmüştü. Gözüm istemsizce tekrar Rahman'a gittiğinde başını çevirmiş büyük adam gibi beni dinlemeye koyulduğunu gördüm.

Anfide adımlarken herbiri meraklı gözlerle bana bakıyordu. Yaklaşık on saniye volta attıktan sonra boğazımı temizleyip konuşmaya başladım 10 yaşındaki çocuklara nasıl konuşalacağını bilmeden.

" Gençler... Size çocuklar demiyorum; eğer buradaysanız bir çocuktan daha üstün bir yapıya ve zekaya sahipsinizdir. Herbirinizi ekipler halinde bir yıldır takip ediyoruz, tabi ailelerinizide" deyip herbirinin gözlerine tek tek baktım nabızlarını ölçercesine. Hepside korku ile karışık meraklı gözlerle bana bakıyorlardı.

Voltayı bırakıp durduğum yerde konuşmaya devam ettim.

" Gençler siz herbiriniz seçilmişsiniz. Bundan sonra anne yok, baba yok, kardeş yok, okul yok. Bundan böyle annenizde babanızda buradaki komutanlarınız, kardeşlerinizde yanınızdaki 7 kişi" dedim kaşlarımı kaldırıp, işaret parmağımı üzerlerinde gezdirerek.

"Aileleriniz sizleri öldü bilecek. Allah için, İslam için, Vatan ve herbir Türk milleti için dünyada size bahşedilen en değerli varlıklardan mahrum kalacaksınız."

Hepsi korkmuş görünüyordu. Gözlerinden yaş boşalanda var, yere bakıp ayağı ile yere belirsiz desenler çizenlerde vardı; ve buz gibi ifadeyle gözlerime bakıp, bütün benliğiyle beni dinleyende vardı.

'Rahman ! '

Bakışlarından gözlerimi çekip konuşmama devam ettim.

" Şimdi siz kendikendinize ' Bize ne yapacaklar ?' diyorsunuz.

Buradakiler sizi canından öte sevecek tabi sizde birbirinizi. Aileleriniz gözlem altında olacak, akıllarınızın onlarda kalmaması için ayda bir onlar hakkında size bilgi verilecek. 10 yılın sonunda herbiriniz İslam için, Bayrak için, Vatan için ve bu milletin bekası için birer gözü pek, cesur, zeki, çevik ve üstün yetenekli askerler olacaksınız".... "PÖH abiler gibi mi" diye bir soru geldi sağ tarafıma baktığımda bu sorunun Koray dan geldiğini gördüm.

Bu soru onların yavaş yavaş ortama alıştığını gözteriyordu.

Gözlerine baktığımda bakışlarını benden kaçırdı. Sorduğu sorudan pişman olmuş gibi bir hali vardı. Tebessümle devam ettim.

Gerçekten hoşuma gitmişti Polis Özel Harekata abi demesi.

" Onların ailesi sevdikleri var, onlar hiç birşeyden mahrum değil. Tabiki onların hakkını bu millet vergisini verip maaşlarını ödüyorum diyerek ödeyemezler. O iş kesinlikle parasıyla yapılacak bir iş değil. Silah altında çalışılan, ölümle kardeş gibi olduğun hiç bir mesleğin bedeli para ile ödenmez. Tamamen teslimiyet ve şehadet arzusu, şuuru ile yapılacak bir iş bu.

PÖH, JÖH; bu seçkin timler, kanun çerçevesinde görevlerini icra eden, ölümle burun buruna olan, özel eğitimli birliklerdir. Sizde kanun olmayacak ! Yapacağınız iş onlardan çok çok üstün bir iş. Yapacağınız fedakarlıkta öyle, bunu zamanla öğreneceksiniz" dedikten sonra cevabını almış mı diye Koraya bir göz attığımda tatmin olmuş gibi görünüyordu. Tabi bi okadar da tedirgin.

Sesimi biraz daha yükseltip;

"Ey Hamza!" dedikten sonra sıçradıklarını gördüm.

Gülmemeye çalışarak devam ettim.

"Sen gördüğün hiçbir şeyden korkmazsın; bu doğru, ama heybetini gizli tut! Yürüyüşün ölümü korkutuyor!.." dedim ve en sağımda bir salavat geldi

" Saallallahu Aleyhi Ve Sellem"

Bu Salavat gerçekten tüğlerimi diken diken etmişti. İlk defa duyduğum sesin geliş yönüne baktığımda. Benim askerlerim dahil herkesin Rahman'a baktığını gördüm.

Başını kaldırmadan söylemişti. Bir ok misali isabet etmişti bu Salavat kulaklarıma. Ne güzel yetiştirmişti o anne, o baba bu çocuğu. Ne temiz bir kalpti bu. Ona koşup büyük bir şevkatle kucaklamak, doyasıya sıkmak istedim.

" Aferin Rahman. " demekle yetindim.

" Bedir savaşında bu sözü Peygamber efendimiz H.z Muhammed ( S.A.V) H.z Hamza ya söylemiştir. Sizin Herbiriniz buradan ölümü korkutan inançlı, ibadetlerine düşkün, birer savaş dahisi olan Hz. Hamza (r.a) gibi çıkacaksınız" dedim Rahmana bakarak.

"Şimdi yemeğinizi yiyeceksiniz. Abileriniz sizlere eğitim alanlarını, yatacağınız koğuşları, dershaneleri, oyun ve sosyal aktivite alanlarını gösterecek. İyi istirahatler Yavrukurtlar." deyip konuşmamı sonlandırdım.

Herbiri birşey söylemeden tek sıra halinde dışarı çıktılar.

' Kazamız mübarek olsun. Allahım sen utandırma.'

Anfiden çıkıp odama geçtim. Telefonu kaldırıp günlerdir özlemini çektiğim ve gerçekten hakettiğime inandığım sert kahvemi istedim. Telefonu kapattığımda kapının tıklama sesi ile bakışlarımı o yöne çevirdim. Ahizeyi kaldırıp devrem Orhan içinde bir kahve istedikten sonra tekrar kapadım.

" Nasıl gidiyor devrelerin devresi ? "

Orhan masamdaki kaseden bir avuç fındık alırken cevap verdi.

" İyi kardeşim sonunda soktun Yavrukurtları yurdumuza ha" dedi fındığı ağızına atarken.

Küçüklüğümden bu yana hep nefret etmişimdir o kıtırtı sesinden.

"Evet yeni bir yola girdik kardeşim. Allah utandırmasın." deyip yeni gelenlerin dosyalarını toparlarken devam ettim.

"Sence konuşmam etkili oldu mu çocuklar üzerinde ? "

Orhan tek gözünü kırpıp;

"Sanki biraz büyük adamla konuşuyormuşsun gibi geldi bana. "

'Bilmiyorum'der gibi dudağımı yukarı kaldırarak cevap verdim

" Ne bileyim kardeş kaç kere 10 yaşındaki çocuklarla bu muhabbete girdim. Hem onlar zaten normal çocuk değil Orhan."

Sözlerimin ardından sanki bişey hatırlamışcasına şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve konuşmaya başladı

" Sahi Burak bana çok enteresan bişey söyledi. Hani şu toprağım olan Tokatlı iki çocuğu getiren kardeşimiz. Yolda enteresan bişey yaşamışlar devrem." dedi ve bir fındık daha attı ağzına.

Tokat deyince meraklı gözlerle devam etmesini işaret ettim.

" Eeee"

" Çocuk Burağa kelebek bıçağı çekmiş." dediğinde hayretle kaşlarımı çattım.

" Kelebek mi? Ne geziyor kardeşim 10 yaşındaki okul çocuğunda kelebek bıçağı ? Ne biçim şeylere hevesleniyor bunlar ? "

" Heves mi ? Çocuk çok seri bir şekilde tek eliyle ustaca açmış ve Burağın baldırının iç kısmındaki toplar damara doğru hamle yapmış. Son anda geri çevirip almış bıçağı elinden. "

Söyledikleri bende şok etkisi yapmıştı. Koltuğumun kollarına ellerimi attım. Bir-iki saniye olayı gözümde canlandırıp kendime gelmeye çalışıyordum.

" Bu çocuk oranın hassas bölge olduğunu nereden biliyor kardeşim, neden orası ? Direkt öldürmek istemiş lan zibidi. " deyip telefona sarıldım.

" Burak orada mı?.... Alo Burak Rahmanı al buraya gel. "

Odayı sessizlik kaplamıştı.Nasıl olduğuna gerçekten aklım ermiyordu.

' Bu çocuk nerden biliyor kelebek kullanmayı ? Hadi onu bırak; bıçağı oraya sapyacağını nereden biliyor ? ' diye düşünürken kapı tıkladı

"Gel"

Burak başı yerde olan Rahmanla birlikte içeri girdi.

" Emredin komutanım ! "

Rahmanı bir iki saniye süzdükten sonra söze nereden gireceğimi bilmeden konuşmaya başladım.

"Burak olay ne ? Orhan komutanın bişey anlattı. Hani şu bıçak mevzusu" dedim hatırlaması için.

Burak cebindeki kelebeği çıkarıp masama koydu. Öyle tezgahtarların sattığı bişeye benzemeyen, gerçekten kaliteli malzemelerden imâl edilmiş bir bıçaktı bu. Bunun enteresan tarafı bu Rahmanda ne geziyordu ?

Rahmana doğru eğilip;

"Rahman nerden eline geçti oğlum bu ?"

Yavaş yavaş başını bana kaldıran minik Rahman;

"Dayım verdi. Hatıra "

'Allahım hangi dayı 10 yaşındaki yeğenine böyle bir hatıra verir ? '

" Senin yaşındaki bir çocuğa neden bıçak hediye etti dayın koçum ? "

"Öğle tatilinde dayımlara gitmiştim. Bıçağı parlak gördüm çok hoşuma gitti. Elime aldığımda dayım ' Çok mu güzel yiğidim ?' dedi bende ' Evet çok hoşuma gitti. ' dedim oda ' Al senin olsun ama büyüyünce kullanırsın elinde görmeyeceğim.' dedi. Bende eve bırakamadığım için mecbur okula getirdim.

Mantıklı gelmişti söyledikleri.

Tabi bir çocuğa bıçak hediye etmek ne kadar mantıklıysa ?

"Peki nerden öğrendin bıçağı kullanmayı ? "

"Dayımdan; o kelebekle elinde tesbih gibi oynar, güzel hareketler yapar. Bende babamın verdiği harçlıkları biriktirip ucuz bir kelebek aldım. Onun yaptığı hareketleri evde tekrar ettim öyle kendi kendime öğrendim"

Şaşırmıştım 10 yaşındaki bir çocuğun böyle şeylere heves etmesine.

Demekki onların yanında değil hareketlerimizeç aldığımız nefese bile dikkat etmeliyiz.

Bıçağı Rahman'ın eline uzattım. Alayım mı ? Almayayım mı ? diye düşünürken Zorla tutuşturdum eline.

"Al bakalım Rahman efendi arabada nasıl açtıysan öyle aç bu bıçağı. "

Şaşırmış şekilde yüzüme bakarken üç parçalı kelebek bıçağının kilit kısmını işaret parmağı ve orta parmağı arasına aldı. Baş parmağı ile de bıçağı tutarken, el ayası karşıyı gösterecek şekilde seri bir şekilde ileri geri elini salladı. Çıkan metalik sesle birlikte bıçağın açıldığını görmemiz bir oldu.

On yaşındaki bir çocuk için etkileyici bir hareketti. O çıktıktan sonra mutlaka yapmaya çalışacaktım bu hareketi.

Elimi uzatıp bıçağı geri istedim. İstemeyerek olsa uzattı.

"Peki Rahman neden Burak abinin baldırına saplamaya çalıştın bıçağı ? "

Ben ' Nereden biliyor oranın ölümcül bir yer olduğunu ? ' diye düşünürken cevap vermeye başladı

" Bugün iki saat fen bilgisi dersimiz vardı. Öğretmenimiz insan analolimisini an..."

" Anatomi...İnsan analolimisi değil İnsan anatomisi olacak o. " deyip düzelttim.

Orhan ve Burakta gözlerimi gezdirdiğimde herikisininde dudaklarının aşağı doğru büzüldüğünü gördüm. Gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.

Rahmana baktığımda devam etti;

"Evet insan anatomisini anlatırken bacağımızda baldır iç kısmındaki toplar damarı gösteriyordu. Bu damarın çok hassas olduğunu, herhangi bir kaza anında ölümcül sonuçlar doğurabileceğini söyledi. Benimde arabada o aklıma geldi." söylediklerinin sonucunu merak edercesine gözlerime bakıyordu.

Etkilenmiştim hatta çok etkilenmiştim. Öylesi bir şok anında nereden gelmişti bunu yapmak aklına ? Bu çocuklar çok zekiydi ve ileriyi düşünerek ne kadar güzel sonuçlar çıkaracağımızı düşünmeden edemedim.

Burakla Rahman kapıyı kapatırken Orhana bakıp yorumunu beklemeye başladım.

"Valla devrem güzel sonuç çıkaracaksın gibime geliyor. Eğer diğerleride böyleyse bu çocuklar bildiğin mermi. 10 yıl sonrayı merakla bekliyorum Allah ömür verirde inşallah görürüz. "

Orhanda müsaade isteyip çıktığında kelebek bıçağını elime aldım.

 

SON...

 

Sıradaki bölümde büyüsün artık bu çocuklar değil mi?

Oylarınızla destek, yorumlarınızla yol göstermeniz dileği ile...

HOŞÇAKALIN...

 

 

Loading...
0%