Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.BÖLÜM O BENİM GÖLGEM

@batingam

 

 

Samed'den...

 

Bora ve Rahman Amerikalı domuzlardan Ankara'dan Diyarbakıra gelen 4 kişilik grubun toplanacağı adresi aldıktan sonra acil yola koyulduk.

 

Gideceğimiz hücre evine 30 km kalmıştı. Ben, Rahman, Ömer, Sinan benim araçta, Oğuz, Kenan, Bora ise arkamızdaki araçta geliyorlardı.

 

Biliyorum ! Arkadaki aracında farklı olduğunu sanmıyorum ama Bizim araçta ölüm sessizliği vardı.

 

Sormadan edemeyeceğim. Normal değil mi bu ?

 

Kim öz kardeşiyle hiç bir gün bile ayrı kalmadan 10 yaşından 25 yaşına kadar aynı kaptan yemek yiyor, aynı yatakhanede yatıyor-kalkıyor, aynı işkenceyi-çileyi çekiyor ? Kim kardeşini anası, babası yerine koyupta ona sarılıp onda arıyor onların kokusunu, sevgisini, merhametini. Biz böyle kardeşiz, biz öz kardeşten daha öte bir kardeşiz.

 

Yaklaşık yarım saat sonra ev görünmüştü.

 

Ev şehrin en son evlerinden biriydi

Bir bağ evide diyebiliriz. Yaklaşık iki bin metrekarelik bir bahçenin ortasında, önünde balkon niyeti ile yapılmış sundurması olan üç yüz metre karelik bir kütük evdi. Evin etrafı bir buçuk metre duvar, duvarın üzeri ise iki buçuk metre bahçe teli ile çevriliydi. Evin sol sınır tarafı en karanlık olan yerdi. Oraya sızıp karanlığa gömüldük.

 

Dışarda nöbet tutan sadece üç koruma görünüyordu. İçerdeki gülme sesleri bizim olduğumuz yere kadar uzanıyordu. Bunlar kendilerinden gayet emin ve rahattı.

 

Rahman bana dönüp;

 

" Samed, Oğuz benimle gelin. Ömer, Sinan, Kenan, Bora siz etrafı gözleyin nöbetçileri alınca açtığımız delikten sizde içeri dalın."

 

Tele yaklaştık, hucum yeleğimizdeki fonksiyonel çakıyı çıkartıp pense kısmı ile teli tek tek kesmeye başladık.

 

Bir kişi sığacak şekilde delik açtıktan sonra Rahman içeri süzüldü.

 

Nöbetçilere göz attığımda arkaları bize dönük bahçe içerisine koydukları "Yanayım mı- yanmayayım mı ? " diye nazlanan sokak lambasının altında kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Rahman'ın ardından içeri atladım.

 

Oğuz da atladıktan sonra üçümüz evin sol tarafındaki karanlık köşeye çöktük.

 

Nöbetçilerin biri kendi kendine gülüp yanındakini saçma muhabbetiyle esir almıştı. Diğer nöbetçi onların beş metre sollarındaydı. Belliki geveze olanın saçmalıklarından kaçmış, iki eli cebinde yerdeki ağaç parçası ile karşı duvarı kale hayal edip şut çekiyordu.

 

Rahman;

 

" Nöbetçiler arkasını bize tamamen döndüğünde ben ortadakini alıyorum. Oğuz sol, Samed sağ. "

 

Üçümüzde bıçakların keskin tarafını ellerimizin dış tarafına aldık.

 

Başımızla anladığımızı işaret ettikten sonra arkalarını döndüler ve aniden yerimizden sıçradık. Üçümüzde aynı hizada koşup aynı anda durduk ve aynı anda.

 

" Şişşt ! " dedik.

 

Bunun provasını eğitimlerde belki yüzlerce kez yapmıştık.

 

Şok bir şekilde bize dönen nöbetçilere yumruk atar gibi elimizin dış tarafını boğazlarına salladık. Üçüde ne olduğunu anlamadan, gözlerini gözlerimizde sabitleyip dizlerinin üzerlerine çöktüler. Atar damarlarından attıran kan kahverengi toprağı siyaha bürümüştü.

 

Üçüde yere düşmeden koltuk altlarından tutup koşmaya başladık. Atıldığımız yere, evin sol tarafında ki karanlığa sürükledik.

 

Üç ahşap basamağı sessizce çıktıktan sonra sundurmanın altına geçtik. Oğuz sundurmanın kütüklerle yapılmış korkuluğuna çıkarak. Sağ tarafımızdaki ki ışığı yanan camdan içeri baktı.

 

Eli ile dört sayısını gösterip baş parmağını ağzına götürüp başını arkaya daha sonra öne doğru salladı ardından işaret parmağını başına yaklaştırıp iki kez kendi etrafında dönderdi. Bu dört kişi alkol alıyor demek oluyordu.

 

Bu alkolün o kadar faydası oluyor ki bazen bize; ' Yaradan boşuna haram kılmamış ' diye düşünüyor insan.

 

Rahman maymuncuğu çıkartıp kapı deliğine yerleştirdi. Yaylı pimleri hissedip, yerine oturtarak içeri ittirdikten sonra kilit göbeği yavaşça dönmeye başladı.

 

Kapı açılmıştı.

 

İçeri girdiğimizde sağ tarafımızdaki oda kapısı sonuna kadar açıktı. İçerdeki bardak sesleri adamların kahkahalarını takip ediyordu.

 

Rahman bana karşı orta parmağını ve işaret parmağını paralel uzatıp ikisinide birbirinin zıt yönüne doğru oynatıp kapının karşı pervazını gösterdi.

 

Bu da " İkimiz halledeceğiz ben kapının karşı pervazına geçtiğimde ! " demek oluyordu.

 

Rahman kapıya sıfır dururken arkasına yaklaştım. Sağ elimdeki tabancanın namlusu, çapraz şekilde sol aşağıyı gösteriyordu.

 

Derin bir nefes alıp sol elimi kaldırdım, parmaklarımın ucuyla Rahman'ın omzuna iki defa vurdum.

 

' Hazırım ! '

 

Rahman karşımızdaki kapı pervazını arkasına alacak şekilde sıçrayıp sol omzunu pervaza dayadı. Aynı anda bende tabancayı sol elime alıp kapıdan başımı uzattım ve adamlara yan şekilde nişan aldım.

 

Rahman la benim susturucu takılı silahlarımızın kızakları iki defa gitti geldi.

 

Kalplerine nişan almıştık başları bize lazımdı.

 

Adamların yanına gittiğimizde çırpınışları sona ermişti. Sol taraftaki kel olanın kavrulmuş yarasından hâla duman çıkıyordu.

 

Rahman başını kaldırıp bize baktı.

 

" Elimizi çabuk tutalım Kurtlar dedemiz bizi bekler."

 

İçerde işimiz bittikten sonra araçlara yöneldik. Herkes kendi aracına binip motorları çalıştırdı.

 

Sessizlik aracın içine hükümünü öyle bir koymuştu ki Rahman'ın çalan telefonunun titreşim sesi dahi herkes tarafından duyulmuştu. Bu ilkti. İlk defa bir operasyondan bu kadar sessiz dönüyorduk.

 

Rahman telefonu cebinden çıkarttıktan sonra heyecanla açılan gözleri bizi taradı.

 

Arayan Korhan Babaydı.

 

Telefonun açma tuşuna basarak hoparlöre alıp ortamıza uzattı.

 

" Emret komutanım ! "

 

" Rahman ne yaptınız ? " diye önü açık bir soru sordu.

 

Sesi kısık ve çok bitkin geliyordu.

 

Rahman;

 

" Verdiğiniz görev vukuatsız bir şekilde başarı ile yerine getirildi komutanım."

 

Korhan baba konuşmaya başladı.

 

" Koray'ın uçağı kalktı Kurtlar. Kardeşiniz içerisinde bizim deneyimli doktor ekibimizle birlikte merak etmeyin ama durumu riskli. Kendini herşeye hazırlayın. "

 

Kesik kesik aldığı nefesten, sesinin titremesinden bunu oldukça zor söylediği anlaşılıyordu.

 

Korhan babanın son cümlesinden sonra Rahman'ın yüzü kısa süreliğine boğulur gibi bir hâl aldı. Kısa sürede kendini toparlayıp telefona döndü.

 

" An......anlaşıldı komutanım. Biz Güneş Karakoluna dönüşe geçtik. Oradan da helikopterle Yuvaya; eğer başka bir emriniz yoksa. "dedi ve onunla beraber gelecek olan cevabı bizde beklemeye başladık.

 

" Yok evlat ! Biran önce sizi hep bir arada görmeye ihtiyacım var. Yuvada size yeni arabalar tahsis edildi. Helikopterden inin ve doğruca arabalara binip Ankara Araştırma Hastanesine gelin. Üzerlerinizi değişmeyin o halinizle gelin." dediğinde biz şaşkınlıkla birbirimize bakarken cevap gelmediğini gören Korhan baba devam etti.

 

" Akçakoca ' Kelleler önüme gelecek ' diye tutturdu. Hem Koray'ın ailesi burada olacak. Hastane bahçesi Polis Özel Harekatla çevrili. Eşkal vermeyin kimseye. Hastane'nin ikinci katını komple kapattık. Yavuz başkomiser ve timi burada. Mertte burada; o yüzden direkt buraya gelin." dedi.

 

Evet yüzümüzü saklamamız en mantıklısıydı.

 

Rahman;

 

" Tamam Komutanım biz geldiğimizde ailesini bir bahane ile başka bir odaya aldırın. Bir de komutanım; Mert ne olursa olsun çıkmamalı Koray'ın yanına."

 

" Çıktı gördü, ama Koray'ın ailesine ve Mert'e MİT için çalıştığını bir takip sırasında farkedilip çatışma çıktığını, Muhafızlarada üstleri tarafından onların infazı için emir verildiğini söyledik. Hem biraz yüreklerine su serpilir. Büyük ihtimal Koray sizden iki saat önce hastanede olur. Elinizi çabuk tutun. "

 

Rahman;

 

" Emredersiniz komutanım ! "deyip telefonu kapattıktan sonra. Gazı kökledim.

 

3 saat sonra...

 

Yuvaya iniş yapıp hiç durmadan bize tahsis edilen yeni araçlarımıza doğru elimizdeki kalın çöp poşeti ile koşmaya başladık.

 

Geldiğimizde mükemmel iki jeep başında dört tane siyah takım elbiseli kardeşlerimizle beraber bizi bekliyordu.

 

Yaklaştığımızda kendilerini toparlayıp esas duruşa geçerek hayranlıkla bizi seyredirlerken Rahman dört tane karizmasıyla karanlığa ışık saçan vefakar yiğitlere selamını verdi.

 

" Selâmun aleyküm aslanlar. "

 

Baştaki sarışının kabaran göğüsünden oldukça heyecanlı olduğu anlaşılıyordu.

 

" Al.... Aleyküm selam abi. İsmim Ayhan? bu canavarlar size tahsis edildi."

 

Bunlar V8 motor Gmc Yukon Denaliydi. Tıpkı Kara Şahin gibi mat siyaha boyanmış, yan kapılarında boydan boya mat gri renginde alevi andıran kurt resmi motiflenmişti.

 

Ayhan araçların motor gücünden zırhından bahsettikten sonra anahtarları Rahman'a uzattı.

 

Rahman ;

 

" Allaha emanetsiniz beyler hakkınızı helal edin" dedi ve anahtarları bana fırlatıp aracın yan koltuğuna geçti.

 

Tam kalkmıştık ki Ayhan Rahman'ın tarafından cama karşı " Abiii ! " diye bağırması aniden frene basmama neden oldu.

 

Rahman camı camı açıp baktığında Ayhan devam etti.

 

" Abi söyleyip o acı anı aklınıza düşürmek istemedim ama..." deyip boğazını temizledikten sonra devam etti.

 

" Bütün arkadaşlar adına konuşuyorum. Geçmiş olsun acınız acımızdır. Siz benim hayalimdeki timsiniz. Sizi gördüğümde bu milletin bu ordunun mensubu olduğum için bir kez daha gurur duydum kendimle. Hakkınızı helal edin ! "

 

Ayhan'ın sözü bittiğinde Rahman araçtan hızlı bir şekilde inip maskesinin altından Ayhan'ın alnını öptü.

 

" Helâl olsun kardeşim, helâl olsun "

 

Zümra'dan...

 

Korhan babam'ın MİT'ten olduğunu söylediği bir askeri Diyarbakır daki görevde ağır yaralanmış, üç saat önce benim çalıştığım hastaneye yatışı yapılmıştı.

 

Gülsüm annem'in nöbetçi olduğu bu geceye denk gelmesi de ayrı bir tesadüftü. Korhan babam hızlı bir şekilde evden çıkıp gittiğinde bir türlü içim rahat etmemiş, Tuğçe'ye bakması için yan komşum Özge'yi eve çağırmıştım.

 

Hastaneye vardığımda herşey olağan durumdaydı ama asker gelmeden bir saat önce hastanenin ikinci katını kapattıklarını bildirdiler. Hastanenin başhekimi hariç hiç kimseyi o kata almıyorlardı.

 

Etraf Özel Harekat Polisleri ve zırhlı araçları hastanenin heryerinde görmek mümkündü. İkinci katına giden merdivenleri dahi tutmuşlardı.

 

Önceden çok yaralı asker geldi ama bu hastanede ilk defa böyle birşeye şahit olduğum için bu askerin oldukça önemli bir asker olduğu veya yüksek rütbeli komutan olduğu aşikârdı.

 

Aniden aklıma gelen düşünce ile nefesimin kesilip, elimin kalbime gitmesi bir olmuştu. Hissetmiyordum, bacaklarımı hissetmiyordum.

 

' Rahman ! '

 

Yanımda tutacak bir el olsun diye hastaneye gelmesi için Kübrayı aradım.

 

Oda olan bitene anlam verememişti.

 

Hastane bahçesinde beklerken polislerde aniden bir hareketlenme oldu. Oldukça nizami ve tedirgin hareket sergiliyorlardı. Ayağa kalkıp hareketlendikleri alanın merkezine ilerledim.

 

İki tane siyah, özel devasa jeepler içlerine doğru çakar lambalarını yakıp kısa kısa siren çalarak girdi.

 

Polis kalabalığından hiç bir şey görünmüyordu. Sanki Polisler bile onları görmek için birbiriyle yarışıyordu. İçinden inenleri son anda gördüm.

 

" Zümra bunlar kim Allah aşkına ? Ne kadar korkutucular." diyen Kübraya baktığımda ne derece irkildiğini gözlerinden anlayabiliyordum. Aynı tepki bendede vardı daha fazla dayanamayıp babamı aradım.

 

Açtığında soluk soluğaydı.

 

" Zümra, kızım şimdi olmaz ! " dediğinde kapatmasına fırsat vermeden Kübra'dan gizli çıkıştım.

 

" Baba lütfen çok korkuyorum. Rahman'a mı bişey oldu ? Buraya ilk defa gördüğüm birileri geldi. Ben yanında olmak istiyorum. " dedikten sonra Korhan babam'ın konuşmasını beklemeden devam ettim.

 

" Baba bunlar ba...babam gibi giyinmiş. "

 

Hızlı hızlı aldığı negesinimbiranda tutmuştu. Kardeşim dediği adamı hatırlatmıştım ona; en acı, en karanlığa gömdüğü yeri vurmuştum . Fazla uzatmamak için mecburen kabul etti.

 

" Tamam polislere sorup Yavuz başkomiseri bul. ' Mete komutanın selamı var ' de seni getirsin." deyip kapattı.

 

Kübra'nın elinden titreyen ellerimle tutup çekiştirmeye başladım.

 

En öne doğru ilerlerken Mert'i gördüğümde gözden kaybolmadan yetiştim.

 

" Meeerrrt ! "

 

Yüzünü gelen sese dönen Mert beni gördüğünde kısa bir şok yaşadı.

 

" Yenge senin ne işin var burda ?"

 

" Mert sonra anlatırım. Bana acil Yavuz başkomiseri bulman lazım." dediğimde yanındaki uzun boylu omzunda üç yıldız olan polis bana dikkat kesildi.

 

" Buyrun benim hanımefendi."

 

Mert, komisere başını yaklaştırıp.

 

" Abim'in nişanlısı komserim." dediğinde komiserin şaşkınlığı ikiye katlandı.

 

Adam'ın diğer tarafına geçip kimseye duyurmamaya çalışarak.

 

" Mete komutanın selamı var, beni yanına götürmenizi istedi." dedim.

 

Komiser hiç beklemeden ileriye bakıp sesini yükseltti.

 

" Açın arayı ! Açın yol verin..." dediğinde önümüzdeki polisler bize yol vermek için makas misali açıldı.

 

Etrafımızdaki kamuflajlı Poliserin saygıyla bakışı çok önemli hissettirmişti kendimi. O esrarengiz askerlerin girdiği kapıdan bizde girmiştik.

 

İkinci kata çıktığımızda babam merdivende bizi karşıladı.

 

Kübra'ya bakıp tekrar bana dönüp imalı imalı baktı. Onuda getirdiği için gözleriyle kızmıştı bana.

 

Bende mahcup bir şekilde boynumu içine soktuğumda;

 

" Tamam hadi gelin ama ben birşey demeden yanımdan ayrılmayın." dedi.

 

Koridorda yürürken babam'ın arkasından ilk sorumu yönelttim.

 

" Baba kim bu asker ne oldu ? İlk defa böyle birşeye şahit oluyorum bu hastanede."

 

" Anlatacağım kızım anlatacağım. " dediğinde birşey söylemeden onu takip ettim.

 

Ameliyathane'nin kapısına geldiğimizde o askerleri tekrar gördüm.

 

Diğerlerinden farklı siyah bir elbise giyinmişlerdi. Simsiyah devasa heykeli andıran hareketsiz duruşları " Bize yaklaşma yanarsın " diyordu sanki. Yüzlerine bakmak insanın kanının çekilmesine neden oluyordu.

 

Maskesi diğerlerinden farklı olan en önde içinde ne olduğunu anlamadığım siyah bir çöp poşeti ile duruyordu. Diğerleri ise tıpkı cemaat gibi arkasındaki duvarın önünde hareketsiz bir şekilde bekliyorlardı.

 

Aramızda on beş adım vardı ama tüğlerinin dahi kıpırdamadığına emindim.

 

Boylarından, dimdik duruşlarından hatta o çamurlu siyah kıyafetlerinden asalet akıyordu.

 

Bunlar çok çok özel biriydi.

 

Yaklaşıp saydığımda yedi kişi olduğunu gördüm.

 

' Yed.... Yedi mi ? '

 

Rahman'ın timinin sekiz kişi olduğuna emindim.

 

' Ya içerdeki yaralı asker. '

 

' Hayır Rabbim ! Nolur hayır'

 

Bacaklarım altımdan kayıp gidiyordu. İstemsizce sırtımı duvara dayayıp kayıp düşüyordum ki babam biranlık refleksle koluma yapıştı.

 

Yanaklarımı iki elinin arasına alıp;

 

" Zümra iyi misin kızım ? "

 

Babama cevap vermeden Kübra'nın irileşmiş gözlerine baktım.

 

" Kübra bize izin verir misin ? Lütfen kusura bakma."

 

Kübra;

 

" Yok hayatım ne kusuru ben buradayım." dediğinde iki gözümü kırpıp sessizce teşekkür ettim.

 

Babama yaklaşıp;

 

" Baba lütfen söyle Rahman mı ? " diye direkt konuya girdim.

 

Elini çenesine atıp sağına soluna bakan Korhan babam;

 

" Kızım bunu sana söylemem ne kadar doğru bilmiyorum. Kesinlikle buradan dışarı çıkmayacak. Söz mü ? "

 

Boğazımdaki yumruyu engellemeye çalışıyormuşcasına elimi boğazıma götürdüm.

 

" Söz baba lütfen söyle artık."

 

Derin bir nefes alıp;

 

" İçerideki Koray kızım. " dediğinde daha fazla dayanamayıp gözyaşlarımı hapis oldukları yerden serbest bıraktım.

 

" Zümra canım burnumda kızım birde sen üzme beni lütfen. Yukarıya çıkarttığıma pişman etme. "

 

Babama elimle tamam dedikten sonra gözyaşımı silip Kübra ya döndüm. Kollarını göğüsünde bağlayan

Kübra konuştuğumuzun bittiğini anlamış olacak ki beş adım mesafeden yaklaşmaya başladı.

 

" Ne oldu Zümra kimmiş o ? "

 

Onun gözlerindeki korkulu merakta anlaşılıyordu.

 

" Bilmiyorum Kübra; bilgi vermiyor babam."

 

Bunu şimdilik Kübra'nın bilmesini istemiyordum. Kübra Koray'ı seviyordu. Gerçekten seviyordu.

 

Kübra ile durduğumuz yeri hiç bozmadık.

 

Babam birden merdivene doğru hareketlendi. Belliki önemli birini bekliyordu.

 

Rahman'a ve timine dalıp gitmiştim. Hiç kıpırdamıyor, sağa sola dahi bakmıyorlardı. Öndekinin Rahman olduğuna adım gibi emindim. Alfa olan oydu ve maskesi onlardan farklıydı. Önlerinde bu ekibin başı benim der gibi dimdik asaleti ile duruyordu

 

Hissediyordum ! İçin için ağlıyordu sanki.

 

' E be Kara gözlüm ! Keşke omuzlarındaki yükün birazını ben alsam.' diye düşündüm taşıyacağıma inanıyormuş gibi.

 

Birden babamın olduğu bölgede hareketlenme oldu. Merdivenlerden çıkan 180 boylarında aksakall, beyaz önlük ve medikal maske takmış; heybetiyle gençlere taş çıkartan yetmiş yaşlarda bir doktor göründü.

 

Yanımdan geçerken aniden önümde durup gözlerime uzunca baktıktan sonra tebessüm etti. Gözlerindeki anlam veremediğim merhameti ve şevkati görebiliyordum. Hiç birşey demeden Rahman'ın esrarengiz timine doğru yürümeye başladı.

 

' Kim bu adam neden bana öyle baktı ? '

 

Tim'in önüne gittiğinde biraz daha yaklaştım. Karanlık adamlar hâla duruşunu ve baktıkları noktayı bozmamıştı.

 

Adam Rahman olarak bildiğim Asalet timsalinin karşısına dikildi. Ona doğru ilerleyip iki omzuna ellerini atarak kendine doğru çekti ve medikal maskesinin arkasındaki dudakları ile Alfa'nın maskeli alnından öptü.

 

Alfa hâla duruşunu bozmamıştı.

Adam tok sesi ile konuşmaya başladı.

 

" At Karabasan ! Elbet birgün gelecekleri yere; bir Türk'ün ayaklarının önüne at onları." dediğinde bedenimi serin bir rüzgar kapladı.

 

' Öndekinin Rahman olduğu kesinleşti. '

 

Alfa hiç birşey söylemeden bir adım geri attı ve sağ elindeki çöp poşetini adamın önüne attı.

 

Poşetin içindekiler dışarı boşaldığında ellerimi ağzıma götürüp bayılmamak için kendimi zor tuttum.

 

Babam görmemizi engellemek için bize doğru atılsada çok geç kalmıştı. Hastane koridorundaki herkes bakışlarını yanımdaki çığlığa yöneltti.

 

" Kübra ! "

 

Gördüklerime o da şahit olduğunda dayanamamış bastığı çığlığın ardından bayılmıştı.

 

Koridorun beyaz zeminine kimin olduğunu bilmediğimiz kesilmiş kafaların kan bıhtıları yapışmıştı.

 

Korhan babam zaman kaybetmeden Kübray'ı kucağına alarak boş odaya girdi. Babam Kübray'ı yatağa yatırdıktan sonra birşey söylemeden dışarı çıktı. Odada bulduğum kolonyayı Kübra'nın yüzüne ve ellerine sürmeye başladım.

 

" Kübra uyan lütfen." diyordum ama iniltiden başka birşey duymuyordum.

 

' Ailemize hoşgeldin arkadaşım.'

 

Tansiyonunu ölçüp, bayılan insana göre normal olduğundan emin olduktan sonra dışarı çıktım.

 

Çıktığımda karşı koridorda geniş camlı olan odayı hazırladıklarını gördüm. Acele ile getirdikleri cihazlara bakılırsa burası Koray'ın yoğun bakım odası olacaktı. Cihazları başlarında burada hiç görmediğim doktorla birlikte Özel harekat polisleri taşıyordu.

 

Sağımdaki time baktığımda Alfa'nın sol tarafa başını çevirmiş bana baktığını görünce aniden ürperdim. Gerçekten çok korkutuculardı. Onları karanlıkta görmek en son dileğim dahi olamazdı.

 

Ne kadar çekinsemde bende ona dalıp giderken hiç bir şey olmamış gibi başını tekrar önüne çevirdi. Yere attığı kesik başları poşede tekrar koyup götürmüşler, zemindeki kanı temizlemişlerdi.

 

Ben onları seyrederken babam yanıma yaklaştı.

 

" Zümra Koray'ın ailesi geldi." dedi ve eli ile Karanlık tim'in yanındaki odayı gösterip devam etti.

 

" Şu oda onlar için hazırlandı."

 

" Tamam baba neredeler ben karşılar yardımcı olurum." dedim.

 

" Merdivenlerin başında bekleyelim arkadaşlar getirecek. " dediği ile merdivenlere yönelmiştimki ameliyathaneni tıslayan kapıları birbirinden ayrıldı.

 

' Koray ! '

 

Acil olarak özenle hazırlanan odaya geçirirlerken merdivenleri bırakıp odaya hidemedim. Babam'ın Karanlık timi yerlerini değiştirip, odanın karşısında geniş camına odaklanarak beklemeye devam etti.

 

Merdivenlerde polislerin getirdiği aile görünmüştü. Songül, Şengül, Sevim teyze ve babaları Hüseyin amca; hepsinin yüzünde büyük bir korku vardı. Songül aniden atılıp boynuma sarıldı.

 

" Nasıl abim ? N'olur doğru söyle ! " dediğinde herbirinin gözü merakla bana bakan aileye karşılık verdim.

 

" Biraz önce ameliyattan çıktı odaya aldılar. "

 

Oda'nın önüne baktığımda ameliyattan çıkan cerrah karşısında büyük bir saygıyla durmuş, uzun boylu sakallı doktora bilgi veriyordu.

 

' Ne bu saygı ? Sen kimsin be adam ? '

 

Bir elimi Songül'ün beline atıp, diğer elimlede Sevim teyzenin koluna girdim.

 

" Gelin; bak bilgi veriyor doktor bey."

 

Yaşlı doktora anlattıkları bittiğinde ilk defa gördüğüm cerraha aileyi gösterdim.

 

" Hocam hastanın ailesi. " dediğimde yaşlı doktora baktı. Gözleri ile verdiği onaydan sonra aileye dönüp konuşmaya başladı.

 

" Birinci kurşun kalbi sıyırmış. İkinci karaciğerin çok az bir bölümünü parçalamış, üçüncü kurşun baldırında olduğu için bir tehlike arz etmiyor. Çok kan kaybetmiş ama bünyesi çok kuvvetli atlatacağına eminim. Hayati tehlikesi devam ediyor. Emin olun Türkiye'nin hatta dünyanın sayılı doktorlarına emanet oğlunuz. " deyip sakallıdan bir onay aldıktan sonra uzaklaştı.

 

Çocuklarının yanında şimdiye kadar güçlü kalmaya çalışan Hüseyin amcanında gözleri dolmuş Sevim teyzenin ağlaması sesli bir hal almıştı.

 

" Oğlum sen ne iş yapıyorsun ki ? Üç kurşun ne demek yaa ? Yarabbim sen oğluma mukayyet ol ."

 

O arada merdivenlerde bağırma sesleri geldi.

 

Baktığımızda takım elbiseli 165 boyunda 70 kilolarda bir adam yanında resmi polislerle beraber kaşları çatık bir şekilde hızlı adımlarla bize yaklaşıyordu.

 

Yaşlı doktor aniden önce Alfa'nın kulağına, ardından Korhan babam'ın kulağına birşey söyleyip yanındaki sivil korumalarla kaçar gibi uzaklaştı.

 

Adam yaklaşıp Sevim teyzeleri getiren Yavuz başkomsere;

 

" Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz lan ? Bu ne ? Kim dedi size bu orduyu buraya yığın diye . "

 

Yavuz başkomiser boynunu büküp cevabını zaten bildiği soruyu sordu.

 

"Kim olduğunuzu öğrene bilir miyim ? " .

 

Time baktığımda tepki vermeden geniş camdan içeri, Koraya bakmaya devam ediyordu.

 

Adam kendinden emin bir şekilde cevap verdi.

 

" Başsavcı Feyzullah Güven."

 

Yavuz başkomiser duruşunu dikleştirerek. Sabırla burnunda soluduğu belli oluyordu.

 

" Sayın savcı bizzat valinin emri." diye karşılık verdi.

 

" Benim canımı sıkma başlatma şimdi valine." deyip Karanlık time baktı.

Alfa'nın oldukça yakınına yaklaşarak.

 

" Siz kimsiniz lan böyle şekil şekil ? " deyip parmağını Alfa'nın göğüsüne vurunca Koray'ın oda camından gözlerini ayırmayan Alfa gri gözlerini savcıya çevirdiğinde savcı irkilip parmağını çekti.

 

Savcı içindeki korkuyu çevresine hissettirmediği zannedip tekrar Yavuz başkomisere döndü.

 

Eli ile camın arkasında cihazlara bağlı olan Koray'ı göstererek.

 

" Kim kardeşim bu asker mi ? "

 

Başkomiser;

 

" Hayır efendim söylemeye yetkim yok." diye karşılık verdi.

 

" Eeee Cumhurbaşkanı değil, bakan değil, asker değil. Bu polis kalabalığı bu kelle için mi . " dediğinde.

 

Sevim teyze araya girdi.

 

" Söyleyemem dediler bey. N'olur oğluma kelle deme. O değersiz biri değil." dediğinde.

 

Savcı Sevim teyzeyi omzundan iterek.

 

" Çekil şuradan benim muhatabım sen değilsin."

 

Karabasan'ın hızlı bir şekilde başını çevirmesi Başsavcı'nın kaleminin kırıldığının habercisiydi.

 

Alfa çok ani bir hareketle savcının elini tutup arkasına büktü kırılan kemiğin sesi geldiğinde savcının haykırmasına aldırmadan tekrar yüzünü kendine doğru çevirerek sol eli ile boğazını sıkıp, sağ elini kasıklarına atarak savcıyı havaya kaldırdıktan sonra odanın geniş camından içeri fırlattı.

 

Yavuz başkomser dahil herkes açılarak meydanı Karabasan'a bıraktılar. Savcı cam sesleriyle birlikte odanın içine düşerken Karabasan odanın kapısına elini atıp herkesin korkmuş bakışları arasında içeri girdi.

 

Kıvranan savcıyı ayağa kaldırıp Koray'a yaklaştırarak savcının kulağına bizim duymadığımız birşeyler söyledi. Savcıyı koruyan resmi polisler şaşkınlıklarını atarak içeri girmeye kalkınca Yavuz başkomiser önde gidenin göğüsüne elini atıp durdurdu.

 

" Sakın ha gençler ! Ben olsam vallahi yapmam." dediğinde. Polisler korkuyla geri çekildi.

 

Rahman arkasındaki time dönüp;

 

" Poşeti getirin ! " diye bağırdığında Timden biri koşarak poşeti getirdi.

 

Poşet geldiğinde yüzü kan içinde kalan savcının ensesinden tutup kafasını poşete sokarak.

 

" Senin emirlerinde çalıştığın bu kelleri alırken bu hale düştü kardeşim or**** çocuğu. Ne oldu tasmanı tutan Amerikan pi*lerine bizi deşifre etmeye mi geldin ? " diye bağırdı. Savcının kafasını poşetten çıkardığında beyaz zemindeki kanların arasına kusmuklarda karışmaya başlamıştı. Şu zaman kadar çıtı dahi çıkmayan Karabasan'ın sesi hastane koridorunu inletiyordu.

 

Savcının kanlı yüzünü kendine çevirerek.

 

" Kendine geldiğinde buradaki Polisler dahil bir kişinin bile hakim karşısına çıkmasına sebep olursan senin kelleni en acı şekilde alırım. Almazsam bu yaşıma kadar yediğim ekmek bana haram olsun. Bizi uyandırdınız. Cerebesinide çekeceksiniz." deyip Savcı'nın suratını feci şekilde yumruklamaya başladı. Adam kendinden geçtiğinde merdivenlere kadar sürükleyip suratı ve beyaz gömleği kanlar içinde kalan savcıyı bir köpek leşi gibi merdivenin başına bıraktı.

 

Biran önce savcıyı Karabasan'ın gözünün önünden kaybetmek isteyen iki özel harekatcı kaldırarak aşağı kata götürdü.

 

Bende gözleri Karabasan da, şokta olan Sevim teyzeye onlar için hazırlanan odaya götürmek için yaklaştım.

 

" Sevim teyze hadi bu hararet dinene kadar biz odaya geçelim. "

 

Gözlerini Karabasan dan zorla bana çeviren Sevim teyze;

 

" Kızım kızlar geçsin. Ben burada kalsam ? Lütfen ! " diye boynunu bükerek karşılık verdi.

 

" Ama lütfen bak Koray iyi. Beklemeniz bişey ifade etmiyor hem gideceğimiz oda hemen şurası. " deyip odayı elim ile gösterdim. Vazgeçmeyeceğimi anlayınca daha fazla itiraz etmediler.

 

Oda bir dinlenme odasıydı. Televizyon, kahve makinası, koltuklar ve bir mutfak tezgahı dahi vardı.

 

" Kızım onlar kim; in mi cin mi ? Adam savcıya neler yaptı öyle? Koray da mi onlardan yoksa ? " diye sorularını ardı ardına sıraladı Sevim teyze.

 

Bir bardak su uzatıp;

 

" Onların kim olduğunu kimse bilmiyor Sevim teyze. Koray onlara bilgi toplayan bir istihbaratçı. " dediğimde aniden kapı açıldı.

 

Rahman'ı kapıda görünce benle beraber odadaki herkes şok oldu.

 

Rahman hiç birşey söylemeden dışarı fırlayan gözleriyle bakan Sevim teyzenin ve Hüseyin amcanın elini öpüp banada tepkisiz bir şekilde iki üç saniye baktıktan sonra tekrar dışarı çıktı.

 

' Sana sıkı sıkı sarılmam lazım Karabasan' diye düşünürken.

 

Hüseyin amca şaşkınlıkla kollarını iki yana açıp bana baktı;

 

" Bu neydi şimdi ? "

 

" Bilmiyorum. Bir çeşit özür galiba." diye karşılık verdim.

 

Onları yerleştirdikten sonra;

 

" Sevim teyze ben Kübra ya bakayım o yan odadaydı. Siz burada bekleyin hemen geliyorum" deyip odadan çıktım.

 

Dışarı çıktığımda Karanlık timi görememek içimde sebepsiz bir burukluğa neden olmuştu.

 

Kübra'nın odasına girdiğimde Kübra korku dolu gözlerle yatakta oturuyordu. Kapıdan girdiğimi gördüğünde yataktan fırlayan Kübra hızı kesmeden boğarcasına kucakladı.

 

Yaklaşık otuz saniye öylece kaldıktan sonra Kübra yavaş yavaş kollarını gevşetip yaşlı gözlerle yüzüme bakıp;

 

" Zümra onlar gerçekten kesilmiş kafaydı. Kim bunlar ? Beni nereye getirdin Allah aşkına ? Aklımı oynatacağım. Cam sesleri, hastane koridorunda bağıran adamlar, korkudan dışarı çıkamadım. " dediğinde kaşlarımı çatıp bir süre yüzüne baktım.

 

' Nasılsa bilecek ! '

 

" Çok mu merak ediyorsun ? "

 

Cevap vermeden tedirgin bir şekilde başını salladıktan sonra elini tutup dışarı çıkardım. Tam karşımızdaki oda'nın camını kırık görünce çok şaşırdı.

 

İçerdeki yatan kişiyi gördüğünde boğazı düğümlenmiş olacak ki açık kalan ağızı kapanır gibi olmuştu. Koray'a arkasını dönen Kübra gidecek gibi oldu ama tekrar Koray'a bakmaya başladı. Belli ki kaçmak istiyor, içinde bulunduğu duruma inanamıyordu. Elini ağızına atıp kendini sıka sıka ağlamaya başladığında anlamıştım.

 

' Rabbim beni Rahman'a mühürlediği gibi seni de Koraya'a mühürledi Kübra. Kaçamazsın ne yaparsan yap kaçışın yok. Ben yıllardır bu dünya'nın içindeyim. Hoşgeldin dünyamıza güzel kalpli insan.'

 

Gurur verici düşüncelerimden Kübra'nın kekelemesi ile ayrıldım.

 

" Ko..... Kor... Koray bu ! "

 

Hiç birşey söylemeden omzumdan tutup kendime çekerek sıkısıkıya sarıldım.

 

" Evet Kübra ! Sana evlilik teklifi eden Koray. " dediğimde Korhan babamın gizlice bizi dinlediğini gördüm.

 

Kolları göğüsünde dimdik duran Korhan babam şaşkın bir ifade ile kaşlarını çatıp Kübra'ya doğru yavaş yavaş ilerledi.

 

" Evlenmek mi ? "

 

O çatık kaşlar Kübra'yı ne utandırmaya ne de korkutmaya yetmemişti.

 

" Evet evlenmek Korhan amca. " deyip yüzüme bakarak cevabını vermekten korktuğum o soruyu sordu.

 

" Zümra ne iş yapıyor Koray ? "

 

Korhan babama baktığımda pası ona attığımı anlamıştı.

 

Hiç düşünmeden korktuğum o soruya üstü kapalıda olsa Koray dan gözünü ayırmadan cevap verdi.

 

" Koray MİT' te çalışan bir asker."

 

Kübra irileşmiş gözlerini Korhan babamdan bana çevirdi.

 

" O zaman Rahman da aynı ! "

 

Sadece başımı ' Evet ' anlamında sallamakla yetinmiştim.

 

" Bana bir MİT'çi, evlenmemi teklif etti ?"

 

Korhan babam duruşu bozmamış, makinalara bağlı Koray dan gözünü bir saniye bile çekmemişti.

 

" Evet; eğer yükünü kaldırabilirsen ! " dedikten sonra parmağı ile Koray'ı gösterip;

 

"O da öyle düşünüyor olmalı. " dedi.

 

Koray'a bakarak için için hıçkıran Kübra biraz düşündükten sonra bana bakıp;

 

" Zümra kolyemi çıkar ! " dediğinde hemen Fatma Ananın eli olan kolyesi ile yüzüğü çıkarıp ne yapacağını merak ederek avucuna bıraktım.

 

Yüzüğü zincirden çıkartarak parmağına taktı ve yüzüme bakıp yaşlı gözlerle muhteşem bir tebessüm gönderdi.

 

Bu kötü gecede güzelliği anlatılmayacak kadar büyük bir tebessümdü bu.

 

" Kaldıracağım hatta onun yükünüde ben taşıyacağım. Onu çok seviyorum helede bu kutsal görevi yapıyor ya; daha çok seveceğim onu." derken daha fazla dayanamayıp tekrar tekrar sarıldık.

 

" O Rahmanla beraber o Esrarengiz askerlerden biliyorum." deyip devam etti.

 

" Zümra o nur yüzlü yaşlı adam öndekine; ki onun Rahman olduğunu düşünüyorum. Evet ona Karabasan dedi. Peki Koraya taktıkları isim ne ? " Korhan babama baktığımı görünce.

 

Birden Kübra çıkış yaptı.

 

" E evleneceğim adam o değil mi Korhan amca ? Merak etmem normal. "

 

Korhan babam Kübra ya b akarak biraz düşündükten sonra

 

" GÖLGE ! Onun kod adı GÖLGE... " dedikten sonra Kübra ya kaşlar çatık şekilde bakarak devam etti.

 

" Ha eğer kabul etmezsen seni öldürmek zorunda kalırız. Bunu da bizzat Gölgeye yaptırırım." dedi yatağı göstererek.

 

Kübra Korhan babamın elini öptükten sonra;

 

" O artık gündüzün güneşi ile, karanlığın dolunayı ile yanımdan hiç ayrılmayacak olan adam Korhan amca. Dualarımdaki adam. "

 

Koray'a aşk, umut ve merhamet yüklü tebessümü ile bakıp;

 

"O artık benim GÖLGEM ! Ömrümün sonuna kadar yanımdan ayrılmayacak olan GÖLGE... "

 

BÖLÜM SONU...

 

Loading...
0%