@batingam
|
15 Temmuz 2016 saat 08:30 Zümra'dan... Kahvaltı için çay suyunu doldururken çeşmenin arkasındaki mutfak camından bahçeye kendimce dalıp gitmiştim. ' Acaba nasip olur mu ? Acaba kazanacak mıyım ? ' Ömrüm acabalarla geçerken tıp fakültesini kazandım ve şuan yardımcı doçentliğe oynuyorum. Hayalini kurduğum meslekte durmadan ilerliyordum. Hayalimdeki adama gelince, hatta hayalini dahi kuramayacağım adama gelince; Evet yaklaşık dört yıldır evliyiz.Bu dört yıl boyunca ona kızıpta kaşımı dahi indirdiğimi hatırlamam. O bana Allahım'ın verdiği en büyük lütuf , en değerli hazine. Peki ben onun için neyim. O bana hep sen benim varolma sebebim, sen benim dünyadaki tek cennetim, sen benim nefesimsin diyor ama ben ona istediğini verebiliyor muyum ? Hayır; ben kara gözlüme istediği en değerli şeyi veremiyordum ! Yaklaşık üç ay önce akşam çay muhabbeti ederken. " Rahman bişey diyeceğim ama lütfen kızma bana. " dedim. Bana şaşkınlıkla bakıp konuşmaya başlamıştı. " Ceylanım ben sana ne zaman kızdım ? Buyur bir sıkıntı varsa bu ikimizin sıkıntısı." Biraz bekledikten sonra konuşmaya başlamıştım. " Rahman ben seni en sevdiğin varlıktan alıkoyuyorum." Bu cümleyi kurduktan sonraki içime teneffüs ettiğim oksijen zehir gibi yakmıştı ciğerlerimi. " İstersen beni boşa ! Vallahi kızmam. Sana çocuk veremiyorum Rahman bu kaçıncı kara gözlüm ben sana eksiğim lütfen benle kendini harab etme nolur kızma bana. " Rahman bana uzunca bakıp tebessüm etmişti. " Hiç yakışıyor mu senin gibi kültürlü, imanı kuvvetli bir insana bu konuşma ? " deyip yaklaşıp başörtümü sıyırdıktan sonra saçlarımı kulaklarımın arkasına alıp devam etmişti. " Senin böyle konuşman Hak katında isyandır Zümra. Bu olmuyorsa bizim, ikimizin sınavıdır. Rabbimden gelene eyvallah diyeceksin. Bir daha duymayayım, olacaksa olur olmayacaksa olmaz. Biz hayrın ve şerrin Allahtan geldiğine inanan kullarız. " deyip o çok yakışan şevkatiyle gözlerime bakmıştı. Gözlerim dolu dolu; " Sen o kadar mükemmel bir insansın ki !" diye bilmiştim. " Doçentliği bırak uzmanlıkta kal bitanem sen. Valla bak; siz okudukça conta yakıyorsunuz. " deyip başımı tutup göğüsüne yaslamış; " Ben seni böyle mi aldım kız topla kendini. " deyip ortamı yumuşatmıştı. Evet ben ona çocuk veremiyordum. Gülsüm annemle ne yapsak tutmuyor daha üçüncü aya gelmeden düşük yapıyordum. Rahman'ın dediği gibi benim sınavım da buydu. Amenna Allah beterinden saklasın. Şimdi mi ? Evet şimdide yaklaşık iki aylık hamileyim. Ama artık o kadar basit geliyordu ki; Dört yıldır yaşadığım düşükler den sonra onunda gideceğini biliyordum. Bu kez bir karar verdim ! Bunu kimseye söylemeyecektim. Hiç sanmıyorum ama karnım büyüyene kadar kimseye açmayacaktım bu konuyu. Bu kez kimseyi üzmeyecek, derdimi içimde yaşayacaktım. Babam'ın evlenmeden önce Rahman ve Koray için tuttuğu eve geçmiştik. Üç yıl kirada kaldıktan sonra satın almış, hatta babamların bahçesi tarafındaki duvara kapı koyarak iki ev tek aile olmuştuk. Rahman evin büyük bahçesinin bir kısmına Abdullah babamla beraber spor salonu yapmıştı. Korhan babam ne kadar ' Masrafa gerek yok ! ' dese de, salonda Rahman dan çok o çalışır olmuştu. Kızımız Şura ? Çok çok güzel 13 yaşında bir ay parçası olmuştu. Kim olursa olsun. Şura'yı gören Allah'ın yaratma sanatına hayran kalıyordu. Daha bu yaştan sağına soluna bakmadan dik yürüyüşü, asil duruşu, kendine özgü bir otoritesi vardı. Rahman'ı örnek alıyor, tıpkı Rahman'a benziyordu. Rahman dört yıldır boş zamanlarında yuvanın eğitim alanına götürüp Şura'ya yakın dövüş, bana yakın dövüş ve hafif silah atış eğitimi veriyordu. Ama bu iki aydır karnımdaki şekeri gizli tuttuğum için bir bahanesini bulup gitmiyordum. Yavaş yavaşta Şura'ya silahları anlatmaya başlamıştı. Çok ilerlemiştik, hatta bayağı ilerlemiştik. Rahman eğitimlerinde bana fazla kıyamasada Şura'ya karşı çok sertti. Şura da bundan gayet memnundu. Şura babası Rahman'a hayrandı. ' Hoş ! Tanıyıpta hayran olmayanın aklına şaşarım. ' Tam baba ve kızını çağıracakken seslerini duydum. " Baba daha bacaklarım tam gelişmedi. Bence gerek yok. " " Bak hele bak ! Bana akıl mı veriyosun kız cimcime ? " diye çıkıştı ensesinde ki havlu ile kapıyı kapatan Rahman. Şura; " Yok baba Estağfurullah ama koş diyorsun, kardiyo diyorsun . Ben sevmiyorum koşmayı falan. Kardiyo neymiş canım ? " Rahman Şura'nın yanağından makas alıp. " Bir den değil Gök gözlüm. Yavaş yavaş kendine fazla yüklenme " diye gönlünü etmeye çalıştı. Orada olduğumun farkına varabilmişti şükür. " Allahım şu güzelliğe bak, hayranım senin şu uyandıktan sonraki şişkin gözlerine." diyerek yine bir çırpıda almıştı gönlümü. " O senin güzel bakışın kömür gözlüm teşekkür ederim." diye karşılık verdim. Uzanıp burnumdan makas aldığında Şura'nın sesi duyuldu. " Şişşt ayıp oluyor ama değil mi ? " Çatalının ucundaki ekmeğini menemene bandıran Şura yüzümüze hiç bakmadan kurmuştu bu cümleyi. Rahman şaşkınlıkla yüzüme bakıp Şura'ya konuştu. " Ne ayıp oluyor kız ? " " Yanınızda küçücük kız var aşk böcekleri. " Rahman kaşları ile Şura'yı gösterip. " Şundaki çeneyi görüyorsun değil mi ? " dedi ve Şura'nın koluna küçük bir çimdik attı. Gerçekten çok çabuk büyüyor, her gün farklı hareketleri şaşırtıyordu bizi. Kahvaltımız bitirmiş Rahman da duş aldıktan sonra çay için salona geçmiştik. Rahman'ın telefonu çalmaya başladığında herzamanki gibi sıçrayıp zaman kaybetmeden telefonu açtı. " Anlaşıldı komutanım ! Beş dakika sonra dışarda sizi bekliyorum. " deyip saniyesinde üst kat yatak odasına çıktı. 2 dakika sonra aşağı inip vedalaştıktan sonra hiç birşey söylemeden çıktı. Sorma gereği bile duymadım biliyordum söylemeyeceğini . Korkuyordum ' Bekleme beni yosun gözlüm ' diyecek diye korkuyordum. Emindim ! Yine kırmızı alarm vardı. Yine kötü şeyler olacaktı. Rahman'dan ... Korhan Albay kolu direksiyonda oldukça gergin görünüyordu. " Rahman iki gündür kışlalarda hareketlenme var. Çok kötü şeyler seziyorum oğlum çok. " Onunla kaç defa ölüme gittiğimi hatırlamıyorum. Hiç birinde bu kadar panik olmamıştı. Bu farklıydı; bu onun hayatı söz konusu değil devletin bekasını ilgilendiren bir konu olmalıydı. " Siz neden şüpheleniyorsunuz komutanım ne olabilir ? " " Askeri darbeden şüpheleniyoruz Rahman. Bu çok kötü ! Kendi kanımızdan sandığımız hailerin devletine baş kaldırmaları savunulması zor bir durum. Eğer böyle bir şeye kalkışırlarsa çok kan akar çook..." dedi başını umutsuzca sallayarak. " Merak etmeyin komutanım bu olay Türk milletin bir sınavıdır. Ötüken den bu zamana kadar hep böyle hainler çıkmadı mı ? Her hainliğin üstesinden geldik bundanda geliriz EvelAllah. Sanmasınlar ki bu millet savaşmayı unuttu. Bu kan hâla o kan hâla Ötükendeki, Malazgirtteki, İstanbul Fethindeki, Çanakkaledeki o kan. Kan dökmek gerekirse dökeriz, kanımızı vermemiz gerekiyorsada veririz. Sen ve Rahmetli Orhan konutanımız bizi böyle yetiştirmediniz mi ? " dedim ve tepkisini ölçmek için yüzüne baktım. Yuva'nın nizamiye kapısından girerken konuşmaya başladı. " Bilgilerin sağlam olduğundan şüphemiz yok. Bunu müsteşara bildirdiler. Bir aksilik yaşamazlarsa bugün harekete geçecekler " " Komutanım madem bilgiler sağlam neden müdahale etmiyoruz. " diye haklı bir soru sordum. " Devlet bazen ölü takliti yapar evlat. Dediğin gibi bizi yıkamaz yıldıramazlar. Sonra masaya yumruğunu öyle bir vururki işte bu hainler ve düşmanlar için kıyametin bir başlangacıdır ." diye yanıtlamıştı sorumu. Harekat merkezine girdiğimizde Kara Muhafızlar tam tekmil masa başındaydı. Korhan Albay masanın başına oturduktan sonra time de oturmaları için işaret etti. " Kurtlar hiç beklemeyeceğim. " deyip konuya girmek için devam etti. " Bildiğim kadarıyla size dosyaları dağıtmışlardır. Evet bildiğiniz gibi kışlaların büyük bir bölümünde olumsuz yönde hareketlenmeler var ve bugün o hareketliliklerin arttığına dair ihbar aldık. Darbenin merkezi şüphesiz Ankara ve İstanbul olacak. Emir geldiği anda Koray, Sinan, Bora, Ömer motorsikletlerle hiç yapmadığınız bir hızla İstanbula hareket edeceksiniz. Rahman, Samet , Oğuz, Kenan sizde burada yuvada emir bekleyecek bir yere hareket edilmesi gerekirse sizde motorsikletlerle çıkacaksınız. Öncelikli göreviniz halkı teşkilatlandırmak ve kullanılan ağır hafif silahların nasıl imha edilmesi hakkında onları bilinçlendirmek. Halkla hareket edip halkın içinde olacaksınız. Sadece bizim size ismini verdiğimiz Komutanlarla, Emniyet müdürleriyle, Komiserlerle irtibat halinde olacaksınız. Karşınızdaki TSK mensubu sandığınız askerler ve polisler ellerindeki Türk bayraklı halkın canını yakıyorsa emir beklemeksizin canlarını alacaksınız." deyip derin bir nefes aldı ve devam etti. " Muhafızlar evet biz size bunun eğitimini vermedik. Darbe eğer gerçekleşirse ayağa tekrar kalkmamız onlarca yılımızı alır. Eğer ölmeniz gerekiyorsa bugün öleceksiniz, hiç dökmediğiniz kadar kan dökeceksiniz. " Soru sormak için elimi kaldırıp; " Peki siyasetteki dedemiz ne diyor komutanım onunla irtibata geçildi mi ? " " Şimdilik bizim bilmemiz gereken birşey yok Rahman. Akçakoca dedemiz ile irtibat halinde. Onun emirleri doğrultusunda hareket edecek. " diye cevap verdi. 8 saat sonra... Saat 15:00 te Koray, Bora, Sinan, Ömer motorsikletlerle İstanbula yola koyuldu, 17:00 olduğundaysa belirlenen noktada olduklarını haber vermek için aramışlardı. Saat 21:30 olmasına rağmen hâla ses seda yoktu. MiT müsteşarı 15:00 ten bu saate kadar koşturuyordu. ' Geceyi bekle Rahman geceyi ! ' Tam Korhan Albay'ın odasına girecekken kapı ani bir şekilde açıldı. " Rahman başladılar ! " dedi ve harekat merkezine doğru koşmaya başladık. Oğuz, Kenan, Samed masanın başında aniden bize döndüler. " Pekala kurtlar şerefsizler ayaklandı. Olaylar bittiği anda ki inşallah bizim faydamıza olur bu. Siz yuvadan çıkacaksınız. Ondan sonra alabildiğiniz kadar general, subay, astsubay alacaksınız bunların içinde polislerde var." Hiç bir haber gelmiyordu. Yarım saat geçmiştiki, arkamızda ki bilgi işlem elemanı Sercan; " Komutanım boğaz köprüsü ! " dediğinde önümüzdeki dev plazma tv ye yöneldik. Zırhlı birlikler köprünün avrupa yakasındaki çıkışını kapatmış, yaklaşan polislere uyarı ateşi yapılıyordu. Bir süre sonra halk Cumhurbaşkanının sokağa çıkma çağrısına karşılık vermiş köprüye doğru ilerliyorlardı. Şerefsizler karşılarındaki halkın Türk bayrağı taşıdığını gördüğü halde üzerlerine ateş ediyorlardı. Durum belliydi. Çoktan at izi it izine karışmıştı. Telefonun çalmasıyla Korhan Albay telefona koşmaya başladığında arkasından takip ettik. İki dakika konuştuktan sonra; " Beyler çıkıyorsunuz. Görev yeriniz Kazan ilçesi Akıncı Üssü. Darbenin merkezi burası ve Genel Kurmay Başkanını ellerinde tutuyorlar.Elinizden geldiğince sağ asker alın. Ama ölüm sizin isminiz, öldürürsenizde neden diye sormam. Yavuz başkomiserin timiyle birlikte iki tim sizinle . Allah yar ve yardımcınız olsun. " dedikten sonra hemen çıkışa yöneldik. Motorların bulunduğu garaja gittiğimizde. " Beyler kask takmıyoruz görüş açımızı daraltıp, hareketlerimizi kısıtlar. " dedikten sonra motorlara atladık. Üsse yaklaştığımızda gördüğümüz manzara karşısında duygulanmamak elde değildi. Mahşer kalabalığındaki Kazan halkı ellerinde Türk bayrakları ile üsse yürüyordu. Bizim geçmemize polis zarzor yardımcı olmuştu. Herkesin şaşkın bakışları arasında ortayı yarıp geçerken Yavuz başkomiserle buluşacağımız noktaya gelmiştik. Tim zırhlı araçlardan çıkmış bizi bekliyordu. Vardığımızda bir terslik olduğu kolaylıkla seziliyordu. Bütün Polis Özel Harekat yıkılmıştı resmen. Yavuz başkomiser dahil herkes ağlıyordu. " Noluyor başkomiserim burada ? " diye bağırdım. Beni gören Yavuz başkomiserle Mert koşmaya başladı. Yanıma vardıklarında Mert ağlayarak konuşmaya başladı. " Abi gitti ! Abi kardeşlerimiz gitti, uykularında gittiler abi diri diri yaktılar onları. " ' Kötü şeyler oldu çok kötü. Allahım sen beterinden sakla. ' " Lan dur oğlum bi ! Ne oldu ? " Söze giren Yavuz başkomiser oldu. " Uçaklar bizim merkezi, Gölbaşı Özel Harekatı bombalamışlar Karabasan. " Aldığım bu ağır haber karşısında dik durmak boynumun borcuydu. ' Yapma Rahman sırası değil... Sağlıklı düşün sağlıklı düşün Rahman.' Mer'tin omzundan sertçe tutup silkeledikten sonra Özel Harekat Aslanları'nın karşısına dikildim. " Oğlum onların mekanı cennet. Onlar artık H.z Muhammed'in komşusu. Ağlayında size nasip olmadığı için kendi halinize ağlayın. Buna mı ağlıyorsunuz lan buna mı ? Bize yakışan ağlamak mı kardeşlerimizin kanını yerde bırakmamak mı ? " Öyle bağırmıştım ki boğazımdaki kanın acı tadını hissediyordum. Susmamalıydı ! Susmamalı bir şekilde bu kırtların başını havaya kaldırmalıydım. Bu boğaz parçalanıyorsa bugün, bu can çıkıyorsa bugün çıkacak. Derin bir nefes alıp aynı tonda devam ettim. " O kanlar boşa değil beyleeer ! Şimdi ben Üsse giriyorum. Siz burada ağlayacak mısınız, yoksa benimle kelle biçmeyemi geleceksiniz ? Yavuz başkomiseriiiiimmm bayrak gidiyor bayrak, vatan gidiyor. Bugün ölüm günümüz. Sizi bilmem ama ben buraya o şerbeti içmeye geldim ölmeye, öldürmeye geldim. " Samed'in arakamdan uzattığı küçük kağıdı alıp Yavuz Başkomsere uzattım. " Şimdi ! Telsiz frekansımız şu. " Merte baktığımda gözlerinden alev çıkıyordu. Bana bakıp sadece ikimizin duyabileceği şekilde; " Senin kardeşinimse bana şehadet yakışır abi. " deyip elindeki kara bir yılanı andıran silahın mermisini yatağına sürdü. Yavuz başkomisere dönüp; " Biz dört kişi önden temizliyoruz ama karargaha girdiğimizde ayrılacağız. Dışarda hangar çıkışlarını görecek şekilde keskin nişancılar yerleşsin. Hareketliliği gördüğü anda, özellikle pilotları indireceksiniz. Omuzlarındaki Türk bayrağı armasına aldanmayın. Hadi bakalım beyler kontrollü bir şekilde ilerliyoruz. Hakkınızı helal edin. " dediğimde yüksek bir sesle " Helal olsun karşılığını " aldım ve besmelemizi çekip dört muhafız önden çıktığımızda kalabalıktan içleri titreten Tekbirler duyuldu. " Allaaahu ekber ! " İşte buydu tek gaye. Allah'ın ismi ile Allah yolunda Allah'a yürümek. Kimin gözü görür annesini, kim gözü görür babasını, kim gözü görür yarenini ? Biz bu yola baş koyarken yemin etmedik mi yolunda can verdiğimiz esas Sevgiliye ? Nizamiyeye yaklaşık yediyüz metre uzalıktan tel örgüleri kesip içeri giriş yaptık. Kapalı garaj kapısı karşımızdaydı. Elimizdeki krokiye bakılırsa brifing salonu dört katlı karargahın ikinci katındaydı. Daha garajın yaya kapısından girmiştik ki elinde siyah çantasıyla üsteğmen rütbesindeki bir hain ve yanında bir başçavuş ile burun buruna geldik. Beni görüp geri doğru sendeleyen üsteğmen şok ile yerinde dondu kaldı. Başçavuş'un eli silaha gitmişti ki Kenan susturucu takılı silahını ateşledi. Alnına mermiyi yiyen Başçavuş pislik çuvalı gibi hareketsiz halde yere yığıldı. Üsteğmen yüzüstü yere yatıp ellerini ensesinde bağlarken silahımı ensesine dayayıp sabırla bekledikten sonra Oğuz'un omzuma dokunmasıyla ateş etmekten vazgeçtim. Nefsime zincir vurup; " Alın şu p*çi ! Lazım olacak. " deyip Özel harekata teslim ettim. Zemin kattaki garaj merdivenlerinden yukarı yöneldik. Yukardaki sesi duyup duvara yaslandığımda gözlerim karşımdaki Mert komisere, kardeşime takılı kaldı. Gözümün önüne 6 yaşındayken halıya oturmuş Bugs Bunny baskılı çorabını giyinen Mert geldi. Kendimi toparlayıp yanımdaki Yavuz başkomisere; " Koridorun sağ tarafı sizin, sol bizim. İkinci tim benimle gelecek. Alıcı sen benimle gel. " dedim Oğuza Kenan ve Samede dönüp. " Çoban, Hayalet siz Yavuz başkomiserin timi ile gidin. Buradan biz ve Genel Kurmay Başkanı hariç kimse başı dik çıkmayacak. Hadi beyler başlıyoruz. " deyip en önden sola doğru atıldım. İlk ateşlenen silah benimki olmuştu. Sonrasında betonlarla kaplı geniş koridorda kulakları sağır edecek silah sesleri yankılanmaya başladı. Arkamıza bakmadan bütün odalara hızlı bir şekilde bakarak ilerliyorduk. Daha şimdiden on'a yakın hain leş olmuştu. İkinci kata yönelmiştik ki sönen ışıklarla kışla karanlığa bürünmüş göz gözü görmüyordu. Silahındaki monteli feneri yakan Polise elimi ışığın önüne tutup engel oldum. " Sakın ! Bu bizim işimize gelir. Feneri gören ona ateş edebilir. Işık açmak yok. " Biraz bekleyip gözlerimiz karanlığa alıştıktan sonra devam ettik. Sadece odalara ani girişlerde fener yakıyorduk bu karşımızdaki hainde şok etkisi yaratıyor ve daha silahına davranmadan leş oluyordu. Sonunda brifing salonuna gelmiştik. Duvar kenarından gizlice baktığımda Kapı önünde bir telaş vardı. Sadece bir kapıya altı nöbetçi dikecek kadar korku sarmıştı bedenlerini. Elimde kroki ile telsize konuşmaya başladım. " Benim ateşimle nöbetçileri indiriyoruz. Salonun bu kapıdan başka çıkış kapısı yok ama camdan atlaya bilirler. Nöbetçiler imha edilir edilmez saniye dahi kaybetmeden dalıyoruz." dedim. PÖH timi çok heyecanlı görünüyordu. Belli oluyordu meskun mahal çatışmalarına alışkın olmadıkları. Nöbetçileri imha etmek zor olmamıştı. Kapıya doğru koşup hızımızı hiç kesmeden içeri daldık. İlk önce Hain paşaların yanındaki bize silah çeken dört emir subayını yere serdik. Sonrasında camdan atlamaya çalışan bir paşayı mükemmel reflekse sahip olan yanımdaki PÖH tim komutanı Yavuz başkomiser bacağından vurdu. Büyük oval masa başındaki yedi tane paşa bir sıçan misali masaların altına girdi. Ayakta beklettikleri Genel Kurmay Başkanı elleri arkasında bağlı, küçümseyen bir gülümsemeyle onların aciz hallerine bakıyordu. O anda telsizden canımı dışarı çeken o ses duyuldu. " Komserim, komserim aç gözünü Merrrttt, Mert komiser vuruldu, Mert komiser vuruldu.... koruyun beni. Beni koruyuuuunnn. " diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Acıyordu; göğüsüm sıkışıyor ,kalbim sanki son çırpınışlarını yapıyormuş gibi atıyordu. ' Bugs bunny ! ' Herkesin gözü benim üzerimdeyken Oğuz yanıma geldi. Maskesinin altında yutkunarak. " Reis sen oraya git istersen. Bu şerefsizleri biz alırız " " Hiç kimse biryere gitmiyor. Alnımıza ne yazıldıysa o olur. " deyip. Masa altındaki hain paşalara yöneldim. " Çıkın lan ekmek düşmanları. Çıkın o****bu evlatları. " dediğimde yavaş yavaş dışarı çıkıp koltuklara oturdular. " Ooohh bide çay söyleyim. Ayağa kalkın saf düzeni duvar dibine geçin p*ç kuruları. " diye bağırdım. Oğuz ile beni görenlerin gözleri irileşiyor, kızardıkları karanlıkta bile belli oluyordu. Genel Kurmay Başkanı'nın yanına gidip elindeki plastik kelepçeleri keserken konuşmaya başladım. " Paşam iyisiniz hamdolsun. Şüphesiz bizim kim olduğumuzu az çok biliyorsunuzdur. Lütfen burada olacaklara müdahale etmeyin. " dediğimde maskemle perdelediğim gözlerimin içine bakıp gururla tebessüm etti ve; " Er meydanı senindir koç. " deyip eli ile paşaları gösterdi. Kendinden emin bakışları ve soğuk kanlılığı dikkatimden kaçmamıştı. En baştaki paşanın yanına yaklaşarak kuvvetli bir tokat attım. " Bu üste sizden başka toplananlar var mı ? " dediğimde. Ortalardaki uzun boylu 55 yaşlarda ki şerefsizden ses geldi. Kelepçelememiz için iki yumruğunu birleştirip; "O bir paşa böyle sorgulamaya hakkınız yok. Burası kanunla yönetilen bir ülke. Bizi götürün hakimler yargılasın. " Ona yaklaşıp karşısına dikildim. PÖH timini göstererek. " O aslan parçaları kanunla çalışıyor. " deyip kollarımı iki yana açtıktan sonra devam ettim. " Sence ben kanunla çalışan birine benziyor muyum ?" deyip çok hızlı bir şekilde hücum yeleğimden fırlatma bıçağımı çıkartarak çenesinin altından köküne kadar soktum. Bıçak dilini delip geçmiş üst damağına kadar saplanmıştı. Açık kalan ağızından bu net görünüyordu. Oradan çıkartıp göğüsüne iki defa soktum çıkarttım. Bunu yaptığımı gören Oğuz hariç PÖH dahil bütün odadakiler yerlerinde sıçradı. " Şimdi tekrar soruyorum. Sizden başka bir lider, bir paşa var mı burada ? " Ses çıkmayınca Oğuz'a bakmadan yedi metre uzaklıktaki Yavuz başkomiserin bacağından vurduğu, yerde acı ile bağıran haini göstererek. " Alıcı sustur şunu bunlar birşeyler söylüyor galiba ben duyamıyorum." Yanımdaki Oğuz hiç kendini bozmadan iki saniye içinde adama nişan alarak başından vurdu. Beyni karşısındaki duvara yayılan haini gören paşalar dan biri konuşmaya başladı. " Yeteeer. Yeter !!! " Korkuyla çektiği derin nefesin titrediğini farkedebiliyordum. " Merkez burası bizden başka kimse yok. Semih Paşa Özel kuvvetlere gidiyor. Sadece o eksik içimizde. " diye cevap verdi. Uzaklaşıp Korhan Albayı aradım. Semih Terzi ismini verip nereye gittiğini söyledikten sonra içerdeki kardeşlerime dönüp; " Bu itleri alalım kurtlar. Sizi zorlayan olursa sıkın kafasına benim yaptığımı söyleyin. Paşamız görmez zaten." deyip Genel Kurmay Başkanına baktım. Beni onaylayan bir bakış attı. Toparlandıktan sonra brifing salonundan çıkıp temkinli bir şekilde çıkışa doğru devam ettik. Silah sesleri durmuştu. Yavuz başkomiserin timi arama taramayı bitirdikten sonra yanlarında tutukladıkları 6 askerle birlikte geliyorlardı. Hep birlikte barut kokusunu arkamızda bırakıp garaj kapısından açık havaya çıktık. Dışarı çıktığımızda kalabalık nizamiye kapısındaydı. Yavuz başkomiser; " Gerisini diğer arkadaşlar halleder. Zaten sadece nizamiye kaldı. " deyip diğerlerinin duymaması için beni kenara çağırıp. " Kardeşim Mert'in durumu ciddi değil omzundan vuruldu iyileşecektir. " dediğinde yangın yerine dönen içime su serpildi. " Hadi şehir içine gidip zırhlı birliklere karşı halkı örgütleyin. " dedim ve paşaları zırhlı araçlara paketleyip sıradaki görev için Korhan Albayı aradım. Koray'dan... " Kartalllll adam köprü direğinin üzerinde vur şu kahpeyi. " dedim. Bora'ya bağırıp köprü direğindeki halka ateş eden keskin nişancıyı gösteriyordum. Polis Özel Harekatla birlikte Boğaz Köprüsündeydik. Biz Polislere, Polislerde halka zırhlı araçların nasıl durdurulacağı konusunda bilgi vermeye çalışıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde telefonum çalmaya başladı. Arayan Korhan babaydı. Telefonu açıp kulağıma götürdüm. " Koray acil Atatürk havaalanına gidin. Orayı temizlemeniz lazım Emniyet Müdürüne sizinle ilgili gereken bilgiler verildi. " " Emredersiniz komutanım ! " deyip motorlara atladık. Eminiyet şeridinden Havaalanına gelmemiz çok uzun sürmemişti. Havaalanındaki Cuntacı askerler etkisiz hale getirilmişti. Nizamiye kapısında bizi karşıladılar. Motordan indiğimizde Emniyet müdürü konuşmaya başladı. " Cumhurbaşkanı'nın uçağı havada. Buralar tamam ama kule bu şerefsizlerin kontrolünde. Bizim oraya varmamız uzun sürer bian önce kuleyi almamız, pist ışıklarını yakmamız lazım. " diye konuyu özet halinde geçti. Arkasındaki kükremeye hazır PÖH timlerine bakıp konuşmaya başladım. " Bize bir tim tahsis edin gidip alalım şu şerefsizleri müdürüm. " dediğimde. Arkasına dönüp; " Kemal komiser timinle arkadaşları takip edin " dedi . Zaman kaybetmeden kuleye koşmaya başladık. Kule girişinde yaklaşık onbeş dakikalık ağır bir çatışma oldu. Girdikten sonra merdivenlerden kuleye tırmanmaya başladık. Hemen hemen her katta çatışmaya giriliyor, merdivenler dar olduğu için yeterince sayı ile karşılık veremiyorduk. En sonunda geniş bir koridora çıktık. Orayı temizledikten sonra hiç beklemeden sağ tarafımızdaki beyaz kapıyı açacaktımki elinde silahı acele ile kapıyı açan askerle göz göze geldik. Zaten hazır olan silahımı anında doğrultup tetiğe dokundum Başından vurulan 40 yaşlardaki cuntacı ayaklarımın dibine yığıldı. Yakasından tutup boşluğa alacaktım ki yukardan mermi yağmaya başladı. Kendimi yanımdaki leşe baka kalan bir polise siper ederek arkaya itip kendimizi tekrar kapının diğer tarafına attık. Gövdemi kurtarmıştım ama sol bacağımda bir sıcaklık hissettim. Baktığım da derin bir sıyrık olduğunu gördüm. Bunu gören Kemal başkomiser; " Siz aşağı inin biz gerisini hallederiz. " Onu duymamazlıktan gelip kemerimi çıkartarak yaranın üzerine olan gücümle sıktım. Ömere dönüp; " C4 kemerini versene. " Ömer hızlı bir şekilde kemerini çıkartıp uzattı. Onun kemerinide üstten sıktıktan sonra elinden tutup ayağa kalktım. Başkomisere dönerek; " Daha kötüsünü yaşadım başkomiserim. Devam edelim. " deyip planı anlattım. " Önden biz gidiyoruz. " Hücum yeleğimden iki adet flash bombasını çıkartıp birinin pimini çekerek kapıyı açmak için elimi kapı koluna götürdüm. Bombaları aralanan kapıdan yukarı attım. Kapıyı kapatıp iki bombada üst üste patlayınca kapıyı tekrar açıp bacağımın acısına aldırmadan dört muhafız önden yukarı fırladık. Yukarı düzlüğe yaklaştığımızda duyu yetilerini kaybeden iki asker bilinçsizce ateş etmeye başladı . Namlumu onlara yöneltip başımı merdiven boşluğundan çıkarmadan ateş etmeye başladım. Sesleri kesildikten sonra başımı kaldırıp onlara baktığımda biri ölmüştü ama biri ağır yaralı çırpınıyordu. Yukarı çıkıp üzerindeki ay-yıldız armasına aldırmadan çırpınanın kafasına ateş ettim. ' Ulan şu omzunuzdaki armanın hatrına sizi affederdimde o köprüde bayrak sallayan halka kurşun yağdırdınız ya affedersem bu milletin hakkını ödeyemem. ' Geriye kuleyi yöneten şuan korkuyla bize bakan üç kişi kalmıştı. Kemal başkomiser telsizi mandallayıp; " Kule temiz ! Kulecilerin çıkmasında bir sakınca yok. " Daha sonra " Bunları ne yapacağız ? " deyip üç tane kuleciyi gösterdi. " Camı açıp atın aşağıya. " dediğimde Kemal başkomiser dalga geçtiğimi zannedip ters ters baktı. " Ha s**tir lan nerde yaşıyoruz ? " Kulecilerden biri sesli düşünmüştü, yanındakilerde yüzlerindeki gülücükle ona eşlik ediyordu. Gözlerine bakıp cama yöneldim. Camı açıp. Üç kuleciye doğru yaklaşarak, birini ensesinden tutup cama yaklaştırdığımda korkutmaya çalıştığımı zannetti. Ne kadar ciddi olduğumu havada süzülürken anlamış olmalıydı. Diğer gülenleride onun peşinden Bora ve Sinan camdan aşağı yolcetti. Onların ne yaptığına bakmadan başkomisere döndüm. " Bizi ister psikopat sanın, ister deli. Biz dalga geçmeyiz, biz boş konuşmayız, hele hele kendimize kesinlikle güldürmeyiz başkomiser. " dediğimde bize şaşkınlıkla bakan komisere ve arkasındaki time baktım. Kuleciler gelip Cumhurbaşkanı havaalanına indikten sonra Boğaz Köprüsüne gitmek için yola koyulduk. Boğaz Köprüsüne geldiğimizde zırhlı birlikler derdest edilmiş, büyük kalabalık tekbirler getirip çoşku çığlıkları atıyordu. Hayretimi ve şaşkınlığımı gizleyemedim. Şahit olduğumuz manzara karşısında duygulanmamak elde değildi. " Bu ne kardeşim, noluyo ? İçim bir tuhaf oldu ağlıcam lan. " Olanlara inanamayan Bora bulunduğumuz yerde kimsenin olmadığından faydalanıp maskesini indirdikten sonra gözlerime baktı. " Ne olacak Koray ? En iyi yaptığımız ve bize en yakışan şeyi yapıyoruz kardeş. Destan yazıyoruz ! " BÖLÜM SONU....
|
0% |