@batingam
|
6 Ay sonra... Rahman'dan... Bazen ' Hayat mı lan bu ? ' diyesim geliyor ama; 'Yapma Allahın gücüne gider !' deyip susuyorum. Altı aydır eşimden, kızımdan, can dostlarımdan ayrıyım. Tim'den ayrı kalışım hiç bir görevde bu kadar uzun sürmemişti. ' Ya Yosun Gözlüm ? ' o ne yapıyor, hakkımda ne düşünüyor hiç bir fikrim yoktu. 'Hâla beni seviyor mu ?' Gözlerinin önünde baba dediği adamı vurmuştum. Beni nasıl affeder ? Baktım olmadı Korhan Albay'ın yardımına başvururum. Eeee o değilmiydi çocukluğumuzdan bu yana; "Bana emir tekrarı yaptırmayın. Ben beni vurun dediğimde ikinci emrimi beklemeyin lan" diyen. Birden oturduğum yerde kendimi toparladım. Geçmişi düşüneyim derken Korhan Albay'ın söylediği sözleri onu taklit ederek söylemem komiğime gitmişti. ' Aha işte vurdum ammada meraklıydın vurulmaya ! ' Görev icabı Kara Muhafızlar'ın yaptığı görev ve icraatlar haricinde bana hiç bir bilgi gelmiyor. Sadece ailemin yaşadığı, iyi durumda olup olmadıkları söyleniyordu. Onlara ulaşmaya çalışmam altı aylık emeğimi ziyan edebilirdi. Olsun nefes aldıklarını bilmek dahi sonsuz bir huzurdu benim için. Akçakoca'nın o eşsiz planı işe yaramıştı. Lakin biraz daha bu uğursuz topraklarda kalırsam kafayı yeme seviyesine gelmen an meselesiydi. Burası İtalya'nın Roma şehri. Yemekten önce alkol gelen ve hemen hemen her yemeğinde domuz eti bulunan, dillerini ne kadar bilirseniz bilin hızlı konuşmalarından dolayı hiç birşey anlamadığınız sokakları ve caddeleri leş gibi kokan bir yer. Ha birde... Burada eğer tuvalete gitmeniz gerekiyorsa önce marketten su almalısınız. Evet abartmıyorum. Buranın tuvaletlerinin seramiği, klozeti ve selpakları çok kaliteli ama hiç birinde musluk namına birşey yok. Ama eğer onlara bakarsanız onlardan kültürlüsü, titizi, mütavazisi ve kibarıda yok. ' Başlarım öyle kibarlığa ! ' Burası bir müslümanın en son yaşayacağı yer. Benim görevim Akçakoca, Kocakurt ve Cumhurbaşkanı'nın görüştüğü o gün başlamıştı. Akçakocanın beni arabaya aldığı o dakika ! Ne mi oldu ? Altı ay önce Cumhurbaşkanımız ve Dedelerimizin görüştüğü bağ evinden çıkarken Akçakoca beni arabaya çağırdı. Araca geçip hareket ettiğimizde Akçakoca konuşmaya başladı. "Rahman sana çok önemli belkide gidip dönemeyeceğin bir görev nasip oldu oğul." deyip durdu ve tepkimi ölçercesine yüzüme baktı. Beni, kendimden emin, gözlerine baktığımı görünce devam etti. " Sizi izliyorlar evlat ! Seni, Korhan'ı, eşini, Şura'yı ve bütün Kara Muhafızları izliyorlar." Şaşırmış, kaşlarım istem dışı havaya kalkmıştı. " Nasıl Dede kim neden izliyor ? " " Darbe girişiminden sonra Türkiye'nin askeri gücünün zayıfladığını sanıyorlar. Siz Darbe girişiminde başrol oynadınız, onlara büyük kayıplar verip tökezlettiniz. Sizin kim olduğunuzu nerede kime hizmet ettiğinizi çözüp, infaz etmeye çalışacaklar." dedi sinirden bastonunu sıktığı elleri beyaz rengini alırken. " Peki bunu kim yapıyor, kimden geliyor bu emir ? " Kafasını aşağı yukarı sallayarak konuşmaya başladı. " Romadan ! Bir Diyakoz ve bir Kardinalden. Bunlar papanın en yakın danışmanları. " Arka koltukta, sol tarafımda oturan Akçakocaya bakarak. " Peki bana düşen görev ne dede ? Emriniz nedir ? " diye sordum. Gözlerime baktı, sağ elindeki bastonu sol eline aldıktan sonra sol dizime vurup sıktı. " Sana düşen görev onların gözü önünde beni öldürüp Korhan'ı, yani baba yerine koyduğunuz komutanınızı yaralı bırakmak. Sen bu olayı yaptıktan sonra bir kaç gün daha onları takip etmeyi sürdürecekler ; ' Acaba gerçek mi yoksa blöf mü yaptılar? ' diye kendi aralarında analiz yapmaya başlayacaklar. Onların bu olayın gerçek olduğunu sanmaları için Zümra'nın, Korhan'ın ve bütün timin inandırıcı bir oyun oynamaları gerekiyor. Bunun en iyi yoluda onların bu plandan haberleri olmayışı. Yani olayı gerçekten yaşayacaklar. Beni öldürdüğünü, Korhan Komutanını ise öldürmeye teşebbüs ettiğini sanmaları lazım. " dedi ve yüzüme baktı. " Anladım dede ama seni öldürme tiyatrosu nasıl olacak. Anlattığına göre karşımızdaki adamlar profesyonel. Anlayacaklardır. " dediğimde çenesinin altındaki uzun sakallarını okşayıp anlatmaya başladı. " Ben göğüsüme kan torbalarını yerleştireceğim ve her birine küçük fünye yerleştirip bu fünyeleri batlatacak olan küçük kumandayı sana vereceğim. Biz Korhan'ın evinde yemeklerimizi yedikten sonra sen olaya daha sofra başındayken başlayacaksın. Bana itiraz edip tersleyeceksin. Dışarı beni yolcetmeye çıktığınızda bir ambulans yanaşıp Tim'dekilerden birine adres soracak. Onlar adresi sorarken sen sol elinde fünyenin kumandası sağ elinde silahla bana üç el ateş edeceksin, tabi aynı andada sol elindeki kumandanın düğmesine basacaksın. Şarjörüne toplam dört tane mermi koyacaksın üç tane çekirdeksiz kurusıkı mermisi, bir tanede gerçek mermi. Üçtane kurusıkı bana gerçek mermi Korhan'a gidecek. Korhan'ı neresinden vuracağına sen karar vereceksin. O arbedede daha kimse ne olduğunu anlamadan ambulansdaki adamlarımız beni apar topar hastaneye kaldıracak. Hastanedeki doktorlarımız benim öldüğümü söyleyecek ve hatta cenaze törenim dahi düzenlenecek. Bu oyunu ne kadar iyi oynarsak o kadar çabuk aralarına sızarsın oğul. " dediğinde olacak olanları kafamda tartıp yüzüne baktım. " Bu çok riskli olacak karşımda ki kurşun sıkacağım adam Korhan Albay. " Ensemden tutup kendine çekti ve başımı omzuna dayadı. " Öyle olacak ! Biz sizi imkansızlar ve riskler için yetiştirdik " " Sen nasıl emredersen dede. " dediğimde ara vermeden devam etti. " Zümra ve Şura bir süre yalnız kalacak. Sonra Zümra ve benim için oradan getirebileceğin en değerli hediyeyi beraberinde getireceksin. " Ne kadar düşünsemde anlamamıştım. " Nasıl yani ne getireceğim dede ? " Gözü uzaklara, çok uzaklara bir yere odaklanmıştı. " Göreceksin evlat göreceksin ! " Üzerinde durup fazla üstelemedim. " Eee hadi bakalım geldik yuvana " dediğinde şoför'ün nizamiyeye dönmek için sinyal verdiğini gördüm. Elini öptükten sonra araç kapısını açıp tekrar gözlerine baktım. Gözlerindeki ışık mı desem, huzur mu desem beni ona karşı gülümsemeye itmişti. " Hakkını helal et dede ! " Başımdan çekip alnımı öptü. " Helal olsun oğul ! Asıl sen hakkını helâl et. " Aşağı inip tam kapıyı kapatacakken. " Haaaa Rahman ! " dediğinde tekrar kendime doğru kapıyı çekip gözlerine baktım. "Sakın kurşunların yerini karıştırıp ihtiyar dedene kıymayasın oğul. İlk üç kuru sıkı mermisi bana, gerçek mermi Korhan'a dikkat et. " dedi gülümseyerek. Yaptığı şakaya gülümseyerek karşılık verdim. " Anlaşıldı dede ! " Kapıyı kapatıp, Mercedes jip'in kükreyişinden sonra bir süre arkalarından bakakaldım. İşte böyle geçmişti görevin ilk aşamaları. Korhan Albay'ın ertesi gün hastaneden çıktığını duyunca tam istediğim yerden vurduğumu anlamıştım. Kardinal Giovanni Cavill ve Diyakoz Michael Cage. Hedefler bunlardı. Akçakoca'yı ve Korhan Albay'ı vurduğumdan bir hafta sonra bizi izleyen İtalyanlar beni bulmuş, onlara hizmet etmem için çok yüksek meblağda para teklifinde bulunup Romaya getirmişlerdi. Bir kaçkere sadakatimi deneme teşebbüslerini hiç şüphe bırakmadan, başarılı bir şekilde atlatmıştım. Şimdi Kardinal Giovanni Cavill'in 25 yaşındaki şimarık kızı Tina Cavill'in şoförlük ve yakın korumalığını yapıyordum. Roma Sapianza Üniversitesinin kapısındaki bankta Kolamı içtikten sonra çöpü atmak için ayağa kalkmıştım ki arkamdaki başbelası zilli'nin sesini duydum. " Bütün üniversite beşimde koşarken sen benimle evlenmek istemediğine emin misin ? " ' Haydaaa ! ' Arkamı döndüğümde tek omzuna taktığı çantasıyla, sağ elinde göğüsüne yasladığı iki kitap ile arabanın diğer yanında güneşin etkisiyle tek gözünü kapatan Tina'yı gördüm. Genişçe attığım üç adımdan sonra önündeki kapıyı açtım. " Dalga geçme. Bin lütfen şu arabaya. " Aracın içine geçtikten sonra kapıyı kapatmama ayağıyla engel oldu. Gözlerimin içine bakıp. " Dalga geçmiyorum ben ciddiyim Romeo !" ayağını kapıdan çekti. Tina 175 boylarında, siyah, iri çekik gözlerine oldukça siyah ve belirgin kaşları eşlik eden, beline kadar saçı olan, kesinlikle kimsenin hayır diyemeyeceği güzellikte bir kızdı. Ne kadarda şimarık olsa; içerisinde olgun bir Tina'yı barındırdığı belli oluyordu. " Üç gün önce dövdüğün çocuk bugün geldi okula. " Olayı hatırlamama rağmen konuşmayınca devam etti. " Bir daha bir müslümanla asla kavgaya girmeyeceğini söyledi. " Aynadaki gözlerime bakıp hâla, bir umut cevap vermemi bekliyordu. " Off Murat ! Teklifimi kabul etmiyorsun hiç olmazsa sohbet et benimle. " Sahte kimliğim benim isteğimle daha bebekken vefat eden kardeşimin ismi ile oluşturulmuştu. Bizi takip eden adamların gerçek ismimi bilmeyişi şaşırtmıştı beni. " Tina ben seninle sohbet etmek için para almıyorum, korumalığını ve şoförlüğünü yapmak için para alıyorum. " " Tamam harçlığımın büyük bir bölümünü sana versem benimle okula gelip giderken sohbet eder misin ? " dediğinde dikiz aynasındaki yaramaz kıza bakıp cevap verdim. " Hayır olmaz ! Sohbet etmemiz için söylediğin şeyler beni ilgilendirmeli, ilgi alanım olmalı. Bunun için para almam senden." Elini dizlerindeki kitaba oflayarak serbestçe bırakıp başını geriye yasladıktan sonra dışarıyı seyretmeye başladı. " Aaaaa bugün dinler tarihini işledik. İslamiyet çok ilgimi çekti. Bilir misin bilmiyorum ama babamın hrisyan kimliğinin aksine ben bir ateistim. " dediğinde şaşırmıştım. Sol aynama bakıp şerit değiştirdikten sonra cevap verdim. " Herkes din konusunda serbest. Avrupada yaşıyoruz. " Başını iki koltuğun arasından bana doğru haklaştırıp; " Babamın bir müslümanı korumam yapmasına çok şaşırmıştım. Ama yaşadığın bazı olaylarda sadakatini ıspatladığını duydum. Seni çok övüyorlar. " deyip ne diyeceğimi bekledi. Benden bir ses çıkmayınca devam etti. " Hz Muhammed neden çok evlilik yaptı. Çok aşık olma gibi bir özelliği mi varmış ? " dediğinde şaşırarak aynadaki kıza baktım. Sağ tarafa sinyal verdikten sonra konuşmaya başladım. " Bunlar hiç birşey atlamadan anlatılacak olan konular Tina. Şimdi buna vaktimiz yok. " deyip arkamdaki gevezenin susmasını bekledim. " Benim vaktim çok ! İstersen şuradaki kafede sana birşey ısmarlayabilirim. Söz İslamiyet harici hiç birşey konuşmayacağım. Hem Lucas ben nereye istersem oraya götürmeni söyledi değil mi ? Yani senin ne kadar vaktin olduğuna ben karar veririm. " Lucas'ın yüzünü hiç görmesemde , Kardinal Giovanni'nin sağ kolu olduğunu biliyordum. Giovanni'yi işe alındığım gün sadece beş dakika görmüştüm. ' Acaba reddetsem günaha girer miyim ? ' diye düşünürken içimden bir ses ' Evet ' diye karşılık verdi. Çaresizce aynadaki iri gözlere bakıp; " Peki söz verdin bak. " Koltukta zıplayıp, sevinçten kendini alkışlamaya başladı. Kafeye vardığımızda dış mekanda, müzik sesinden uzak bir masaya geçtik. Arkamızda bizi takip eden garson daha sormadan kahvemi istedikten sonra bakışlarını Tina'ya çevirdi. Tina çantasını arkasındaki koltuğa astıktan sonra garsona bakıp " Ameretto lütfen ! " dediğinde şiparişleri getirmek için arakasını dönen garsonun kolundan tutup çatık kaşlarımı Tina'ya çevirdim. " İslamiyetten konuşacağız. Bu konuşmayı alkollü bir masada yapmam." " Ahh özürdilerim ! Tamam bende kahve alayım lütfen. Teşekkürler." dedikten sonra hemen konuya girdim. "Tamam hadi başlayalım. Neyi merak ediyorsun, İslamiyetle ilgili ne ilgini çekti ? " " Tamam en baştan başlayalım. Dediğim gibi ben ateistim ve bir yaratıcının olduğuna inanmıyorum. Öncelikle bunu anlatıp beni ikna et." dediğinde düşünüp konuşmaya başladım. "Büyük bir arsada tuğlalar var. Bu tuğlalar kendi aralarında sohbet ederlerken. İçlerinden birisi çıkıp, ' Ya beyler boş durmayalım hadi şurada bir ev yapalım' deseler sence yapabilirler mi ? " Tuğla ve ev örneğim dikkatini çekmiş, kısılan gözlerinden hiç bir ayrıntıyı kaçırmaya niyeti olmadığı anlaşılıyordu. Aslında Tina ateist değil, Yaratıcı olduğunun ve bu yaratıcının kim olduğunun arayışı içindeydi. " Tabiki olmaz ! " " Evet onları üst üste dizip. Harcıyla çimentosuyla bu binayı yapacak bir usta gerekiyor değil mi ? Her bir insan bu binadan daha intizamlı olağanüstü bir yapıya sahip değil mi ? " İki eli de yanaklarında pürdikkat beni dinliyordu. " Evet, tabi ki ! " " Aklen ve mantıken insan yaklaşık olarak yüz tirilyon hücreden oluşuyor. Her bir hücrenin içerisinde sekizyüztane baraj var; yani mitekondri. Birde onbin tane fabrika var; yani ribozomlar. Herbir hücre inanılmaz bir yapı içerisinde sistematik olarak ilerliyor. Ünlü bir profesör ' Her bir hücre Newyork gibi bir şehir hükmündedir ! ' diyor. Bizim vücudumuzda kaç hücre var, yüz tirilyon tane Newyork var. Şimdi ben buna baktığımda bir insanın nasıl yaratıldığını düşünmek zorundayım. Ve vücudumuz bir kere yapılıp bozulan bir yapı değil. Heran yenileniyor. Saniyede on bin alyuvar yaratılıyor, saniyede elli milyon tane hücrem an ve an yenileniyor. Şimdi bunlara dayanarak sana bir soru soruyorum. Sence kalp, beyin, mide, karaciğer, ve o sayısız hücreler kendi aralarında konuşup hadi bir insan yapalım demiş olabilirler mi ? " dediğimde elini yanağından çekip geriye yaslandı ve hayretle kaşlarını kaldırdı. " Bu olağan üstü birşey. İnan şuan ne diyeceğimi bilemiyorum. " Bir süre beni seyrettikten sonra devam etti. " Peki neden islamiyet ? " " Kur'an-ı Kerimden önce inen üç büyük kitapta Hz Muhammed ( s.a.v ) in geleceği bildirilmiştir. Peygamberimiz doğduğunda yanındaki yahudi bilginleri bunu kabul etmiş ona tabi olmuştur. Çünkü kitaplarında yazan, gelecek olan Peygamberdeki bütün özellikleri Hz Muhammed (s.a.v ) taşıyordu. Bugün 1000 yıl önceki Kur'an-ı Kerime bak bir de bugünkine aynıdır. Çünkü Allah onu bizzat koruma altına almıştır. Bunu daha geniş geçmemiz gerekiyor ama zamanımız kısıtlı. " Tekrar konuşmaya başladı. Birşey kaçırırım diye kahvesinden bir yudum dahi çekmemiş bütün dikkatiyle bana odaklanmıştı. " Peki, hoca Muhammed'in çoklu evlilik yaptığını söyledi. Neden çok evlendi. Şehvetine düşkün birisimiymiş ? " dediğinde. " Tövbe tövbee ! " deyip konuşmaya başladım; " Haşaa... Şimdi Peygamber efendimizin ilk evlendiği yaşını düşün. O 25 yaşında ilk evliliğini yapıyor ve ona Muhammed'ül Emin diyorlar yani güvenilir Muhammed. Peki peygamber efendimiz kaç yaşındaki birisi ile evleniyor. Kırk yaşındaki dul birisi ile; Hatice annemizle evleniyor. Şehvetine düşkün birisi olsa sence kırk yaşındaki birisi ile evlenir mi ? Peygamber efendimizin yakışıklılığı, ahlakı, güvenirliliği o zamanlar dillere destandı. Sence şehvetine düşkün birisi olsa 25 yaşına kadar bekar kalır mı . Ve efendimiz Hz Muhammed 49 yaşına kadar hz Hatice annemizle hayatına devam ediyor. Elli yaşından sonra çok eşliliğe geçiyor bunun da haklı sebepleri var buna zamanımız yok. Sence şehvetine düşkün birisi olsa sahabeleri onu davası için ve onun için kendini ölüme atar mı ? Tabikide atmaz. " dediğimde saatime baktım. " Bana onun yaşadığı ibretlik bir olayı anlatır mısın ? " Kahvemden bir yudum alıp. Topal Hoca'nın anlattığı, bizi ağlatan o kıssas'ı anlatmaya başladım. " Efendimiz, Mekke'de daralınca İslam davetini etrafa yaymak için Taif'e gitti. Orada birkaç gün kaldı. Gayesi Taiflileri İslam'la tanıştırmaktı. Lâkin Taif'in zalim putperestleri ve aşiret liderleri çocukların ve safihlerin ellerine taş tutturarak Hz.Peygamber'i taşlattılar. Gönlü yaralandı. Kalbi kırıldı. Hak etmediğiyle karşılaştı. Gül sunana, siz taş sunuyorsunuz. Kurtuluş vaat edene siz kahır sunuyorsunuz ! Cennet hayatını fısıldayana siz ateş, kin ve öfke sunuyorsunuz. Ne kadar garip değil mi? Yüzü yaralı, nefes nefese bir bahçenin duvarının dibine oturdu. Yüzündeki kan izlerini ve yorgunluğun işaretlerini temizlerken Cebrail yanına indi ve şöyle dedi; Allah beni sana gönderdi. Arzu ediyorsan şimdi Taif'in dağlarını bir araya getiririm. Taif'i yok ederim. O, sessiz ve sakin. Sert değil. Acımasız asla. Kalbinde nefrete yer yok. Başını kaldırdı ve Cebrail'e şöyle dedi; O halimi görüyor. O bunu istediyse kabulümdür. Bu çile kabulümdür. Ama Taiflilerin helâkını kabul etmem. Ya içelerinden birisi Müslüman olursa dedi Allah'ım Taiflilere iman nasip et deyip Sonra ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti; "Allahım, Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ve şikâyet ederim. Ey merhametlilerin merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği, biçarelerin Rabbi Sensin. Sensin Rabbim benim. Beni kime bıraktın! Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hâkim olacak düşmana mı? "Allahım! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Allahım, gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salâha kavuşturan ilâhi nuruna sığınırım. Rızanı dilerim. Sana iltica ederim. Bütün kuvvet, her kudret ancak Sendendir, Ya Rabbi!" " deyip Tina'nın yüzüne baktığımda gözleri dolmuştu. " Murat...... O....... O olağanüstü mükemmel bir insanmış ! " " Hadi bayağı zaman geçti. Gitmemiz lazım. " dediğimde ayaklandı. Yaklaşık yarım saat sonra villanın bahçesine girip büyük kapısının önünde frene bastım. İnanıllacak gibi değil ama bu süre zarfında Tina hiç konuşmamış, bütün yarım saatlik yolculuğumuzda dışarı bakıp derin düşüncelere dalmıştı. İnip kapıyı açtım. Tina gözlerime bakıp; " Kimseye söylemedim ama. Bu villadanda, paradanda, hatta o babam olacak aşağılık adamdan nefret ediyorum. " deyip evin kapısına yöneldi. Söyledikleri beni çok şaşırtmıştı. Babasına olan kötü düşüncelerine babasının bir tecavüz davasında yargılanması sebep olmuş olmalıydı. Düşüncemi işime yönlendirdim. Bugün burada son günüm, Tina'yı son görüşümdü. Bugün infaz günüydü ! Saat 21:00 de büyük bir toplantı vardı. Ev sahipliğini sözde emrinde çalıştığım Kardinal Giovanni yapacak. Bu toplantıya çeşitli yerlerden papazlar ve diyakozlar eşlik edecek. Ama benim hedefim Giovanni ve diyakoz Michael'di. Diğer koruma ordusu dışarda gelenleri karşılarken ben öylece dikilip sessizce Fetih Suresini okuyordum. Karşılanan arabanın arkasına bir Chrysler durdu. Şoför kapıyı açtığında aşağı Michael şerefsizi'nin indiğini gördüm. 170 boylarında 50'li yaşlarda nursuz bir adamdı. Ne kadar düşünsemde buradan kaçmam oldukça zor olacaktı. Aradan bir saat geçmişti. Kelime-i Şahadet getirip harekete geçtim. Korumaların arasından yukarıya yönelip toplantının yapıldığı yere, villanın ikinci katına çıktım. Oda'nın bulunduğu koridorda 4 koruma vardı. Bana bakan korumaya bakıp sağ tarafta boş olduğunu bildiğim odanın kapı koluna elimi attım ve korumaya bakıp parmağımı dudağıma götürüp sus işareti yaptım. O'da bir sıkıntı olduğunu anlamış diğerlerinede gelin işareti yaptıktan sonra odayı kontrol etmek için silahını çekerek benim yanıma yaklaştı. Korumaya bakarak; " Ben Giovanni'nin yakın korumasıyım. Bu oda müştemilat olarak kullanılıyor. Dışardayken oda daki biri'nin perdenin arkasından bizi izlediğini gördüm. Dikkatli olun ! " deyip önden onların gitmesini sağladım. Onlar tek tek sessizce odaya girerken. Dördüncü son koruma girdi ve arkadan ağzını tutup boğazını kestim. Daha akan kanın elimi ıslatmasına izin vermeden bir sonrakinin ensesine bıçağı sapladım. Saplanan bıçağı açılan delikten çıkarmadan kendime çekerek boğazını kestiğimi bırakıp önündekini tuttum. Bıraktığım adam yere düştüğünde çıkarttığı sese en öndeki koruma döndüğünde delikten çıkarttığım bıçağı gücüm yettiğince ona doğru fırlattığımda bıçağın soğuk yüzü bütün hızıyla kalbinde son buldu. İkinci adam tam bana dönecekken çenesini ve başının üzerini tutarak aksi yönlere kuvvetlice çevirdim gelen kemik sesiyle boynunun kırıldığına emin olduktan sonra yavaşça yere bıraktım. Diğer adamın kalbindeki bıçağı çıkartıp, pahalı ceketi ile temizledikten sonra odadan çıkmak için kapıya yöneldim. Toplantının yapıldığı kapıya yönelip tam açacakken arkamdan ismimin söylendiğini duydum. " Murat ! " ' Ulan Tina ! ' Yüzünde mükemmel bir heyecan vardı. "Murat biliyor musun senden ayrıldığımdan bu yana Hz Muhammed'in hayatını okuyorum ? O çok mükemmel ve adalet timsali bir insan. Yarın sana büyük iş düşecek. Çok büyük bir sürprizim var. Sevineceğine eminim. Neyse ben buralarda fazla gezmeyeyim." deyip gülerek uzaklaştı. ' Ulan ne kız be ! ' Bir insan, bu pislik dili ancak bu kadar hızlı ve şaşırmadan konuşabilir. Bir çırpıda herşeyi anlatıp gitti. Ben kaldığım yerden devam ettim. Belimdeki fırlatma bıçaklarını sabitleyip korumadan aldığım silahıda belimin arkasında yedekledikten sonra kapıyı açıp sakince içeri girdim. Herkesin gözü benim üzerimdeyken Michael'i gördüm. Masa başındaki Giovanniy'e bakarak. " Girebilirmiyim efendim acil durum ? " dediğimde kaşlarını çatıp olumlu anlamda başını salladı. Giovanniye yaklaşıp bıçağı Michael'e rahat fırlata bilmek için pozisyonumu aldıktan sonra. Oldukça pahalı İtalyan takımımın kolundaki bıçağı aşağı doğru sıyırarak herkesin bakışları arasında Giovanni'nin kulağına eğildim. Fısıldayarak; " Allah tektir ordusu Türktür ! " deyip daha ne dediğimi anlamadan boğazının solundaki atardamardan sağındaki atardamara kadar seri, bir o kadar da derin bir kesik attım. O kadar derindi ki; bıçak boğazının ortasından geçerken küçük bir boşluğa düştüğünde nefes borusunuda parçaladığını anlamıştım. Diğerlerinin gözleri irileşirken doğrulup Michael'e bıçağı fırlattım. Geri çekilipte kalbine saplanacak olan bıçak karın boşluğuna geldiğinde acıdan öne doğru eğilirken diğer bıçağı çıkarıp aynı hedefe tekrar yolladım. İkinci bıçak kafatasını delip beynine denk geldiğinde sesi kesilip cansız bir şekilde yere yığıldı. Toplantı odasındaki, villanın arka tarafına bakan cama doğru yönelip kendimi ikinci kattan çimlere bıraktım. Ayağım yere değdiğinde hızımı ve yükümü yaymak için yumuşak çimde tek takla attım. Doğrulup kılık değiştirmek için neredeyse dudağıma kadar uzattığım saçlarımı gözlerimin önünden çektiğimde karşılaştığım manzara karşısında sadece. " Ha s***ir ! " deyip tekrar düşen saçımı bu kez üfleyerek gözümün önünden çektim. Koruma ordusu ellerinde elektro şok tabancası ile etrafımı sarmıştı. " Durun bak elektriği sev...." dememe kalmadan iliklerime kadar inen kırkbin volta kendimi teslim ettim ve o eşsiz acıyla birlikte gözlerimdeki ışık karanlığa büründü. Asel'den... Villada ortalık karışırken Pusat komutanla birlikte toplantı odasına doğru ilerledik. Oda dan içeri girdiğimizde ilk karşılaştığımız manzara patronumuz Giovanni ve Diyakoz Michael'in cesedi olmuştu. Pusat Komutan 15 yıldır Giovanni'nin sağ koluydu. Beni ise iki yıl önce Giovanni'nin eşinin yanına koruma olarak işe almıştı. Pusat komutan Michael'in göğüsündeki yaraya bakıp kendini aniden geri attı ve bacaklarından bütün enerjisi boşalırcasına sırtını duvara yaslayıp yere yığıldı. Kendindeydi ama zarzor nefes alıyordu. Koşar adım yanına yaklaşıp başını tuttum. " Komutanım ne oldu neyiniz var ? " " Oymuş Asel ! Şoförmüş. O geldi; onlar burada Asel ! " Gözleri dolu dolu, delirmiş gibi eli ile bıçağı gösteriyordu. Bıçağa baktığımda tıpkı komutanım gibi nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Kalbimin büyüdüğünü hissettiğimde elim istemsizce göğüsüme gitti. Bu o bıçaktı ! Bu Pusat komutandaki heyetin hediyesi olan gözü gibi baktığı hilal motifli fırlatma bıçaklarındandı. Ama üzerinde Pusat komutanımdaki bıçaklar gibi PS değil KB yazıyordu. " KB yazıyor komutanım. Bunlar sizinkiler değil. " O ise sırtı duvarda, bacaklarını uzatmış, kıravatı gömleği dağınık şekilde bana yaramaz bir çocukmuş gibi bakıyordu. " Evet onlar benim değil. Onlar Karabasanımın ! " dediğinde benimde bacaklarımdaki kan çekilmiş, çömelir pozisyondayken yere yığılmama sebep olmuştu. Nasıl olurdu; nasıl tanıyamadık onu ? Bize neden haber vermediler ? Bize sadece gurbetiniz son bulacak demişlerdi. ' Buna inanamoyorum ! ' Aksakallıların işine akıl sır ermiyordu. Komutanımın omuzlarından tuttuğumda bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Dişlerimi sıkıp, çığlığımı içime atmak zorunda kaldım. " Kom..... Komutanım kurtulduk komutanım. Bitti; artık bitti !" Pusat komutan bacağını karnına doğru çekip kendini toparlamaya çalışıyordu. " Hadi Asel polisler gelir. Karabasan'ı polise vermeyeceklerdir. Sen nereye götürüyorlar takip et. " dediğinde dışarı fırladım. Beş dakika sonra önümde giden üç aracı yakalayabilmiştim. Üç araçta bir saat sonra şehrin oldukça dışında, terkedilmiş bir fabrikada durdular. Karabasan'ı kucaklarında araçtan indirdikten sonra demir kapıyı açıp içeri girdiler. Öyle korkmuşlardı ki; binlerce volt elektrikle bayılttıkları adamın dahi ellerini ve ayaklarını bağlamışlardı. Korumalara yaklaşırken birisi beni farketti. " Sinyora Alessandra siz ne ararıyorsunuz burada efendim ? " Elimin tersi ile kenara itip yolumu açtım. " Ne demek ne arıyorsunuz ? Aşağılık herif babam yerine koyduğum adamı öldürdü. Nerede bana hemen onu göster." dediğimde " Tabi efendim buradan " deyip önümde yürümeye başladı. Basamakları tırmandıktan sonra ikinci katta, yaklaşık on metrekare, rutubet kokan bir odaya getirdiler. Karabasan'ı tahta bir sandalyeye oturtmuş, başına siyah bez bir torba geçirmişlerdi. Torbayı çıkartıp yüzüne baktım. ' Aman Allahım bu gerçekten o ! ' Bu daha bizim Afganistan da eğitimimiz devam ederken henüz 18 yaşında büyükelçiyi infaz eden bıçakçı yakışıklı çocuktu. Daha sonra Afkanistan da bir süre saklanıp Türkiye'ye dönmüştü. Hocalarımız onun cesaretini, onun infazlarını, onun operasyon sırasındaki uyguladığı stratejileri örnek göstererek yetiştirmişti bizi. Sadece Muhafızlar'ın Dünya genelinde yetiştirilen kız savaşçıları değil, hocaları dahi ona hayrandı. ' Bu ona Allah tarafından verilen bir yetenek. ' derlerdi hep. Torbayı başından çıkartıp suratına istemedende olsa çok kuvvetli yumruklar atmaya başladım. Korumalardan biri bir kova su getirip yüzüne döktü. Karabasan yavaşça gözlerini açıp dikkatlice gözlerime bakmaya başlamıştı. Bir süre sonra Türkçe olarak. " Lan...... Lan arkadaş bu memlekette hiç çirkin kadın yok mu be ? " Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Tekrar yumruklamaya başladım. Nefes nefese kalmıştım ki korumalardan birisi belimden kavrayıp Karabasan dan uzaklaştırdı. " Sinyora Alessandra kesin talimat aldık ölmemesi lazım. " Arkamdaki korumaya bakıp dışarı çıkmalarını işaret ettim. " İkinizde çıkın dışarı ! " Biraz karşı çıksalarda bizi yanlız bırakmak zorunda kaldılar. Oturduğu yerden bana bakıp, saçlarını gözlerinden çekmek için başını sağa sola salladığında yüzü ortaya çıktı. Gözleri yumuk olduğunda farkedilmemişti ama açık olduğunda gözlerine kilitlenmemek bir kadın için elinde olan şey değildi. Bu adam gerek yetenekleri, gerekse fiziği ile özene bezene yaratılmış bir varlıktı. Belli ki sekiz adet şok tabancasından aynı anda ateşlenen elektrik vücudunu fazlasıyla hırpalamıştı. Çatık kaşlarının altındaki zeytin karası gözleri baygın baygın gözlerime bakıyordu. " Bak domates kafa ! Elektirik ver, döv ,kamçıla ama beni sakın öpme. Beni nefsimle deneme anlaştık mı ? " demesi gülmeme sebep olmuştu. Bu yaptığı bir stratejiden başka bir şey değildi. Bir şekilde benimle iletişim kurmak için kapı aralamaya çalışıyordu. O tam bir profesyoneldi ve tanığım hiç birine benzemiyordu. En yakınına kadar yaklaşıp; " Kürşad'ın baskın sırasında kör olan onbaşısının adı ne ? " dediğimde gözleri yerlerinden fırlarcasına açıldı. Baygın bakan gözlerinden eser kalmamıştı. " Kardeşim sen .....sen .." dediğinde sözünü kestim. " Bana cevap ver ! " Başını tekrar kaldırıp o can alıcı gözleriyle baktıktan sonra. "Ar..... Arıkbuka " dediğinde kendimi daha fazla tutamayıp boynuna sarıldım. " Hoşgeldin, hoşgeldin Komutanım ! " Çok sıkmış olmalıyım ki; " Tamam kız dur zaten nefes almada zorlanıyorum. Daha kalbim normal ritmine girmedi. Nasıl çıkacağız buradan ? " " Biraz daha bekleyeceksin Komutanım. Onlara yanlış bilgi vermek zorundasın ama acı; bayağı bir acı çektikten sonra. Yoksa inanmazlar. Tekrar döneceğim." deyip kapıya yöneldim. " Bir dakika isminin Alessandra olmadığı kesin. Gerçek ismin ne ? " dediğinde yüzümü ona dönüp; " Asel ! " İsmimi söylediğinde zaten zor kaldırdığı başı bıkkınca aşağı düştü. " Kız sıpa; gerçek isminin verilmeyeceğini öğretmediler mi sana ? " dediğinde düştüğüm gaf'ın farkına varıp dudağımı ısırdım. Utancımdan yerin dibine girmek üzereydim. Esas duruşa geçip; " Özür dilerim komutanım ! " diye bildim. " Bırak şu komutanımı ! Kod adını söyle bana " " Kod adım Kızıl........ KIZIL İNCİ komutanım. " SON...
|
0% |