@batingam
|
Zümra'dan... " Ben sizi yerim, sizi yaradana kurban olurum. Siz annenizi mi tekmeliyorsunuz ? Siz babanız gibi kavgacı mı olacaksınız . " Bebelerimle kendi kendime konuşurken başımı karnımdan önüme kaldırdığımda Kübra elinde çay tepsisi ile dikilmiş şaşkınlıkla beni izliyordu. " Hıııııhhh hıh bu da oldu ! Daha doğmayan çocuklarla konuşuyorsun. İyice tırlattın. " deyip tepsiyi sehpaya bıraktıktan sonra iki elini manşet açar gibi birbirinden ayırarak anonsunu verdi. " Şok şok şok ! Bir Kara Muhafız'ın ikizlerini taşıyan Psikiyatrist Delirdi. " dediğinde ikimizde birlikte gülmeye başladık. Gülme esnasında karnımın az da olsa kasılması dikkatimi çekmişti ama Kübra'ya söyleme gereği duymadım. " Evet bende öyle düşünüyorum ama karnımdakilerin akıllı bir adamın kanını taşıdığı söylenemez. Onlardan geçti bana." Boynumu yan tarafa yatırıp nazlı, şimarık bir kız çocuğu edasıyla söylemiştim bütün bunları. Evet Rahman gitti ! Bukez rahmime tutunmaları bütün bunlara sabrettiğim, Rahmanıma; onun yolundaki savaşçısına sadık kaldığım için Rabbim'in bana armanıydı. Sanki Yaradan derdime ortak olsun diye 'Kalın' demişti karnımdaki sabilere. O kadar rahat bir hayat sürerken zayıf kalan rahmin bu kadar stresin ve üzüntünün arasında sağlam kalmıştı. Buna kim inanırdı ki ? Bu mucize değildi de neydi ? Benim yaşadığımı yaşayan, rahmi gayet sağlıklı bir anne adayı sağlam kalabilir miydi ? Bu hep düşündürdü beni. ' Allah bilir ! ' Evet ' Onlar 'diyorum çünkü karnımda bir değil iki tane melek var. Melek ! Benim meleklerim. Rahman dan altı aydır haber alınamıyordu. Hiç aramamış, en basiti gizliden mektup bile yazmamıştı. Bazen şeytan'ın vesveselerine gelsemde, hiç bir zaman onun beni bırakıp gittiğine inanmadım. O beni seviyordu ! O bana bağlı bir adam. Benim bir tırnağım için hiç düşünmeden canını verecek bir adam. Şüphesiz o yaşıyor. Birgün bu kapıdan girdiğini, o en sevdiğim, bakmaya doyamadığım kara gözlerinin gülerken yuvalarında kaybolduğunu göreceğim. Bana kapının pervazından tutunup yine Tokatımızın şivesi ile ' Nöğürdün haatun ! ' dediğini duyacağım. O gelecek ! Görevini bitirip o muhteşem tilaveti ve yüreğimizi sızlatan sesi ile Fetih Suresini okuduktan sonra çocuklarının ismini kendi koyacak. Bir yandan çay içip bir yandan bunları düşünürken kapı çaldı. Annem gelmişti. Rahmanımın canı, kanı kapıyı açmamı bekliyordu. Kapıyı açtığımda tahmin ettiğim gibi annem ve Rahman'ın en küçük kardeşi Kağan ile karşılaşmıştım. Kağan'ı gördüğümde ağzım açık baka kaldım. Sadece iki yılda Rahman'ın boyunu geçmiş, kaşı gözü tamamiyle ona benzemişti. Kağan ODTÜ'de mimarlığı kazanmış kayıt yaptırmak için buradaydı. Annem henüz bir ay önce gitmesine rağmen duramayıp, Kağan'ı bahane ederek tekrar gelmişti. Annem'in boynuna atıldığımda sıkı sıkıya kucaklamama içindeki boncuklar belli bir mesafeden sonra izin vermiyordu. " Yavruumm ! Bitanecik güzel gözlü kızım benim. " deyip iki elini yanaklarıma koyarak kendine doğru çekip öptü. Çok seviyordum Fatıma annemin şevkat dolu bakışlarını. Bana; Rahman'a, Mert'e, Kağan'a baktığı gibi bakması çok hoşuma gidiyordu. 'Allahım onlar kalsın, onlar hiç gitmesin !' diye aklımdan geçirip Kağan'a döndüm. "Kağan hoşgeldin kardeşlerin en akıllısı." E öyle demek zorundayım değil mi ? Mert'i desek PÖH, Rahman'ı zaten hiç söylemiyorum. "Yenge hayırlı bir evlat olurlar inşallah. İsimleri ne olacak yeğenlerimin ? " dediğinde annemle birbirimize bakıp gülümsedik. Biliyordu bu soruya ne cevap vereceğimi. Yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan Kağan'a döndüm. " Ben o kadar taşıdım. Bırak onuda abin düşünsün değil mi ? " " Hala haber yok ama onların kulaklarına Ezan ve Kameti o güzel sesi ile Rahmanımız okuyacak, isimlerini o koyacak." Umutsuzluğa kapılmak istemiyordum. Sadece iki haftaları kalmıştı ve Rahman hâla ortalarda yoktu. Asel'den... " Iııığğğğğğğğ......... O***** çocuğuuu... " deyip Türkçe küfür ettikten sonra vücudunda bağlı olan elektrik kablolarına aldırmadan konuşmasına italyanca devam etti. " Elektriği sevmiyorum dedim ama vücut alışınca yaptığı kafayı bayağı beğendim. Voltajı artır devam et adamım. Hadi bakalım, ben hazırım dediğimde. " dedikten sonra karşısındaki adam şaşkınlıkla gülümsedi. "Kimsin ? Türk olduğunu, darbe girişimin de büyük payın olduğunu biliyorum. Ajan mısın ? Senden başka kimse var mı ? Kim gönderdi aşağılık herif konuşsana ? " deyip Karabasan'ın cevap vermesini bir müddet bekledikten sonra tekrar güç kaynağının başına geçti. Onun oraya gittiğini gören Karabasan gözlerini bir kaç saniye yumdu ve başını sanki etrafındaki sineği kovuyormuş gibi hızlıca sağa sola sallayıp ciğerlerinde tuttuğu nefesi sesli bir şekilde verdi. " Çok soru sordun konuşmam için şarj et beni. Hadi bakalım bir, iki...." Karabasan daha üç demeden adam düğmeyi çevirip elektiriği verdi. "Hayyyytttt .......ııııığğğğğğğğğğğğ " deyip voltaj kesildikten sonra başını acıyla önüne düşürdü. Bir kaç saniye öyle bekleyip başını kaldırdığında o uslanmayan yüzünün hâla güldüğünü görmek benim bile korkmama sebep oluyordu. ' Senin sinirlerini aldılar mı be adam ? Hiç mi canın yanmıyor ? ' " Huuhh huuuuu sevdim lan bunu. Ama 'Üç demeden bastın şerefsizlik yapma.'" İşkenceci hayretle başını sallıyordu. " Sen nasıl bir varlıksın be ? " Enterasan gelecek ama bu konuda bu âdi adama katılıyordum. Komutanım dediğim adam'ın vücudundan yarım saattir elektrik geçiyor, o ise hoşuna gittiğini söyleyip gülüyordu. Bu adam tam bir mazoşist ! Adam tekrar güç kaynağının başına geçtiğinde demir kapı, menteşesinden gelen gıcırtı sesi ile açıldı ve odada bulunan dört kişi aynı anda o yöne baktı. 165 boylarında, siyah takım elbiseli, 60'lı yaşlarda, top sakallı, yüzü güneşten kavrulmuş, çatık kaşlı bir adam girdi. Hafızamı biraz zorladıktan sonra adamı hatırladım. Bu adam Giovanni ile sık sık toplantı düzenleyen Rahipti. Gözlerini Karabasan dan ayırmadan güç kaynağının başındaki adama doğru ilerledi. " Konuşmadı mı hâla ? Söylemedi mi kimin gönderdiğini ? " Bunu söylerken çatık kaşlarının altındaki gözlerini Karabasan dan ayırmamıştı. " Hayır, bu adam resmen acıdan hoşlanıyor. " diye karşılık verdi işkenceci köpek. Artık onu böyle görmek çok canımı yakıyordu. Pusat komutanım beni bıraksa, Karabasanla birlikte buradan çıkmamız on dakika sürmezdi ama Karabasan ona söylediğim bilgiyi adamlara vermesi lazım, adamın bu bilgiye inanması için ise yeteri kadar acı çekmesi gerekiyordu. Bunuda Pusat komutanın buraya gelmesine yakın zamanda yapmalıydı. Komutan bana geldiğine dair mesaj attığında Karabasan'a söylemesi için işaret verecektim. Pusat komutan, onun ve benimle alakalı delilleri temizleyecek. En son iş olarak Karabasan'ı buradan çıkarıp vatanımıza dönecektik. Tabi karışmış düşman kafalarını ardımızda bırakarak. Kapı açıldığında üç tekerlekli bir itme arabasının üzerinde etrafı hortumlarla kaplı, biri sarı diğeri kırmızı iki adet büyük tüp getirdiler. İşkenceci köpek sevimli bir çocuğu okşar gibi tüplere elini sürüp seviyordu. " İşte istediğim geldi ! " İlk başlarda ne olduğunu anlamamıştım ama aklıma gelen şeyle dehşete düştüm. Bunlar asetilen ve oksijen tüpleriydi. Isıttıkları demir ile Karabasan'ı dağlayacaklardı. Karabasan'a baktığımda gözgöze geldik. Bana ' Bitti artık ' der gibi başını iki tarafa sallayarak yere eğdi. ' Eğme başını, eğme yiğit komutan. Sen Hak yolundasın. Kim eğe bilir o başı ? ' düşünürken sanki düşüncelerimi okuyormuşcasına başını aniden kaldırdı ve o eşsiz asaletini sergilemeye başladı. ' Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım. ' Tek bildiğim şey vardı; Bu kez canı çok yanacak ! Adam hortumlarla tüplere bağlı tabanca gibi birşeyin ucunu yakarak yaklaşık bir metre boyunda ve bir santimetre kalınlığındaki demir parçasını ısıtmaya başladı. Demirin ucu nar gibi kıpkırmızı olduğunda Karabasan'a doğru ilerledi. Karabasan'a bakıp garezine dişlerini gösteriyordu. Karabasan aynı şekilde gülerek karşılık verirken gözlerinde bir dirhem korkunun olmaması beni ağlamaya itiyordu. " Ne kadar psikopat olursan ol seni konuşturacağım yaratık. " deyip elindeki demiri Karabasan'ın göğüsünden göbeğine kadar yavaşça gezdirdi. Bunu peş peşe iki defa yaptı. Karabasan demirin ucundan çıkan dumanla birlikte bağırıyordu. " Kah**nin evladıııııı.. Ğğğaaaaaaa ! " 'Hayır, hayır ! Allahım lütfen lütfen sen ona sabır sükunet ver . Hadi, hadi artık komutanım hadiiii... ' Dişlerimi sıkıp sinirimden yerimde zıplamak geliyordu içimden. Onlara koz vermemek için ağlamamalıydım, tutmalıydım kendimi. Kaşları çatık Rahip çıldırırcasına konuşmaya başladı. " Türk bu ! Türk ırkından bahsediyoruz. Bu adam konuşmaz. Hangi geri zekâlı tutup bizim içimize soktu bunu anlamıyorum ? 20 yıllık çalışmalarımız hebâ oldu..... " Konuşmasını cebindeki telefonun tiz sesi kesti. Ekrana bakıp aceleyle açtı ve hiç konuşmadan önce karşıdakinin konuşmasını bekledi. Karabasan'a baktığımda gözlerini sıkıca kapatmış acıdan dişlerini sıkıyordu. Rahip; " Bu nasıl olur nereden biliyorlar orayı ? Bütün gizli dosyalar oradaydı. Ne boka yarar oradaki korumalar. Geri zekâlı adamlar çabuk söndürün orayı. " diye bağırmaya başlarken telefonu kapatma gereği duymadan yere atıp parçaladı. Sinirden titreyen elini çenesine götürüp düşünmeye başladı. Şakaklarındaki damarlar şişmiş, dışarı fırlayacak gibi duruyordu. Aniden Karabasan'a yönelip seri bir şekilde yürüdü. Tam önüne geldiğinde; " Seni kahrolası köpek. Yakmışlar ! Herşey yok oldu herşeyyy. " deyip yumruğunu büyük bir hızla Karabasan'ın suratına savurdu. Tam suratı dağılacak diyecektim ki ! Karabasan suratına gelen yumruğa başının tepe noktası ile hızlı ve sıkı bir kafa attı. " Aaaaaaaaaaahhhh....... Tanrının cezası köpeeekkkk " diyen rahib'in çıkan kemik sesinden en az iki parmağının kırıldığına emindim. Karabasan; suratına tıpkı gülen, yaramaz bir çocuğun mimiğini takınıp Türkçe olarak; " Vay mal vay ! " dedikten sonra italyanca devam etti. " Senin ne işin olur burada salak herif ? Sen git müridlerine cennetin yolunu göster. " deyip kahkaha attı. Rahip bileğinden tutup, elini aşağı sarkıtarak acıdan başını yana yatırıp, kıpkırmızı olmuş suratı ile işkenceciye baktı. " Birisi daha var ! Ne yap ne et onu konuştur. 20 yılımız hiç oldu. Ben Türk falan dinlemem. Onu kuş gibi öttüreceksin." deyip kıvranarak demir kapıdan çıktı. Adam Karabasana bakıp; " Sana sürprizim var. Bak burada ne var ? " deyip duvara dayamış olduğu ucu yaklaşık on santimetre çapında yuvarlak olan tokmak şeklindeki demirin iri tarafını Karabasana gösterip konuşmaya başladı. " Türklerin kendilerine simge edindikleri şeyin kurt olduğunu biliyorum. Bunu gördüğünde sevineceğini düşündüm. Nasıl ama ? " Karabasan kaşlarını sevinçle kaldırdı. " Çok iyi düşünmüşsün. Çok yakışacak Teşekkür ederim. " Başını yana yatırıp minnetini göstermeyide ihmâl etmedi. Adam başını 'Sen görürsün' der gibi sallıyordu. Yaklaşıp demirin ucuna baktım. Bunun atlara ısıtıp damga vurdukları demir olduğunu anlamak zor olmamıştı. Ucuna dişlerini göstermiş bir kurdun oyması işlenmişti. Hatlara baktığımda, gerçekten işinin erbabı olan bir ustadan çıktığı anlaşılıyordu. Adam tokmağı ısıtmaya başladığında acıyan gözlerle Karabasan'a göz attım. Bakışlarıma karşılık verip, gözlerini kapatıp açtı ve olumlu anlamda başını salladı. ' İyim, dayanırım. ' demeye çalışıyordu ama öyle olmadığını ikimizde biliyorduk. Adam tokmağın ucunu kıpkırmızı yaptıktan sonra Karabasan'ın arkasına yöneldi. " Hadi şimdide konuşma bakalım pislik. " deyip iki kürek kemiğinin arasına nişan aldı. Karabasan kendikendine; " Küfretme Rahman, Allah de... Yaradanına sığın Rahman, Yaradanına sığın. " Adam bastığı anda Karabasan vucunu gere bildiği kadar gerip yukarı bakarak avazı çıktığı kadar haykırdı. "Allaaaaaaaaaaaaaahhhhhhhhhhhhhhııııımmmmm... " O on santim çapındaki kurt mührü diğer ince çubuğa nazaran on katı kadar acı çektirmiş olmalıydı. ' Olmuyor Allahım dayanamıyorum. Gözlerim'in önünde komutanım'ın canını yavaş yavaş, acı çektire çektire alıyorlar.' diye düşünüp çıkmak için demir kapıya yönelmiştim ki telefonum titredi. Telefonumu alıp baktığımda pusat komutandan bir mesaj olduğu gördüm. 'Ben dışardayım giriyorum ! ' Mesajı okuduğumda kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başlamıştı. Karabasan'ın isminin Rahman olduğunu kendi ağzından acı bir şekilde öğrenmiştim. Ona annesi ve babası Rabbim'in merhamet Esmasını takmışlardı ama o merhamet'in M'sini dahi görmüyordum karşısındaki şerefsizde. Karabasan zorla başını bana kaldırdığında adamlara söyleyeceği şeyi söylemesi için işaret ettim. Adam tekrar ince demir çubuğu ateş ile kızartıp Rahman'a yöneldi. " Sana iki göz fazla aşağılık herif ! " Sağ gözüne çubuğu yaklaştırdığında Karabasan; "Dur ! Yeter tamam konuşacağım yapma !" Adam şaşırmış bir şekilde geri çekildi. " Ben demiştim seni konuşturacağım diye. Hadi konuş bakalım " dedikten sonra elindeki kızgın demiri yere baston misali dayayıp dinlemeye başladı. " Muhterem........ beni Pelsinvanyadaki muhterem yolladı. Giovanni ona ihanet etmiş bende intikamını aldım. " Adam donuk halde telefonunu çıkarıp Rahip sandığım kişiye Karabasan'ın anlattıklarını nokta dahi atlamadan aktardı. Telefonu kapattıktan sonra Karabasan'ın gözüne yaklaştı. " Seninle işim bitti adi adam. " deyip soğumuş demiri gözüne nişanladı. Tam silahımı çekecektimki; aniden açılan kapıdan Pusat komutan'ın daldığını gördüm. Adam panikle Pusat komutana bakarken; " Lucas senin ne iş....... " sözünü bitirmeye fırsat kalmadan fırlatma bıçağını göğüsüne yedi. Birtane fırlatma bıçağıda kalbine, birtane daha, bir tane daha. Önümden geçen bıçakların rüzgarla sürtünmesinden dolayı çıkan metalik sesini duyabiliyordum. Adam yere yığılıp bir müddet çırpındıktan sonra pislik ruhu bedenini terketti. Karabasan önüne eğilmiş gözüyle, adamın önüne düştüğünü gördüğünde başını yukarı kaldırıp bize doğru baktı. Pusat komutanıma uzunca bir süre baktıktan sonra gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. " Ko......Komutanım ! " deyip gözlerini sıkıca kapadı. " O değil, o değil...... Şuan sana bakan o değil. İşkenceden oluyor bunlar. " O kendi kendine konuşurken, bende ne yapmaya çalıştığını anlamak için sakince bekliyordum. Pusat komutanıma baktığımda, kollarını halsizce aşağı salmış, gözleri dolu dolu Rahman'ı izliyordu. " Maşallah, maşallah benim evladıma. Aslanııımmmm, aslan parçasııııı Maşallah. " deyip hızlı adımlarla yaklaşarak ellerini çözmeye başladı. Karabasan gözlerini açıp burnunun dibinde onu çözmeye çalışan Pusat komutanı gördüğünde tekrar gözlerini yumdu. " Değil lan değil vallahi gerçek değil ! " Deli gibi sürekli aynı şeyi tekrarlıyordu. Pusat komutan Rahman'ın yüzünde ellerini gezdirerek; " Gerçeğim evlat gerçeğim. Gerçekten ben yanındayım. " deyip ikna etmeye çalışıyordu. Rahman gözlerini Pusat komutanın gözlerinden ayıramıyordu. " E haydi çöz be komutanım. Amma yaşlanmışsın elin ayağın tutmaz olmuş. " Elleri serbest kalan Rahman vücudundaki onca yaranın acısına aldırmadan Pusat komutanın boynuna atıldı. " Vallaha yaşıyon komutanım. Sen bizimlesin." deyip boğarcasına sıkmaya çalışıyordu. Pusat komutanında ondan geri kalır yanı yoktu. Ancak öz babası yıllardır görmediği oğlunu koklaya koklaya öperdi. Pusat komutanın eli Karabasan'ın sırtındaki yaraya değdiğinde Karabasan istemsizce kendini ileri doğru attı. Pusat komutan birşey anlamayarak sırtına baktığında gözünde sanki çektiği acıyı hissediyormuş gibi bir ifadeyle yüzünü acı kapladı. " Vayy Or**** çocukları. " Rahman kapıya doğru adımlayıp; " Birşeyim yok komutanım iyim ben. Hadi çıkalım artık. Ailemi özledim gitmemiz lazım. " Dışarı çıktığımızda Pusat komutan hem yürüyüp hem Karabasana sarılıyordu. " Rahman tanıdığım bir doktor var. Yaralarını göstermemiz lazım. Altı saat yol gideceğiz enfeksiyon kaparsın." Rahman arac'ın yan kapısını açıp binerken; " Yok komutanım iyim ben. Bian önce gidelim artık şu ecnebi topraklardan." dedi. Ben aracın arkasına, Pusat komutanda şoför koltuğuna oturup aracın marşına bastıktan sonra Rahman'a yan yan bakıp konuşmaya başladı. " Çocukluğundaki gibi inatçısın eşşoğlusu. " Pusat komutan vitesi öne ittirip araç yürümeye başladığında Rahman bir kaç saniye komutana baktıktan sonra durgun bir ses tonuyla konuşmaya başladı. " Komutanım bıraktığınız gibi değiliz artık. Önceden sevdiğimiz yoktu şimdi sevdiğimiz var. Önceden bizi seven bir ailemiz yoktu şimdi deli gibi seven ve bekleyen bir ailemiz var. Bekleyenin olması apayrı bişey Pusat Reis. " Pusat komutan omzundaki ele yan yan bakıp kaşlarını çattı. " Lan bak eline ayağına dikkat et hâla senin komutanınım. " Rahman; " Tamam komutanım kusura bakmayın. " dedikten sonra acıdan yüzünü buruşturup moralsiz bir şekilde dışarda akan yolu izlemeye başladı. Pusat komutan direksiyonun üzerine eğilip Rahman'ın yüzünü görmeye çalışıyordu. " Asel bu var ya; çocukken eğitimlerinde hep bana musallat olur sinirlendirmeye çalışırdı. Ne kadar canını yaksamda bu huyundan vazgeçmezdi. " dediğinde Rahman Pusat komutana bakıp tebessüm etti. Pusat komutan'ın Rahman'a moral vermeye çalıştığı anlaşılıyordu. " Ee artık kaldığımız yerden devam ederiz komutanım. " deyip biraz bekledikten sonra devam etti. "Adamlara o şerefsiz elebaşının ismini vermekle iyi yaptık komutanım. Onun ihanet ettiğini düşünecekler.Yesinler birbirini şerefsizler. " dediğinde Pusat komutan beklemeden cevap verdi. " Öyle olacak evlat. Şimdi benide; yani Lucası da, seni de, Aseli de onun ajanı olduğunu zannedip bağlarını koparacak. Hatta ona giden maddi desteğide keseceklerdir. " dedi ve derin bir iç çektikten sonra devam etti. " Ömrümü batı ülkelerinden Aksakallılara istihbarat aktarmakla geçirdim. Eşim'in canını, çocuğum'un geleceğini bu yola serdim. " Başını sallayıp bir kaç saniye bekledikten sonra; " Çok şükür Rabbime. Buda bizim sınavımız işte. ' Hak yolunda çekilen çile kutsaldır. ' deyip çıkmadık mı bu yola ? " dediğinde Rahman hayranlıkla Komutanı'nın fedakarlığını anlatmasını dinliyordu. " Geçti komutanım, çok şükür geçti. Bu şüphesiz Allah katında karşılıksız kalmayacaktır." Rahman eli ile yolu gösterip tekrar Pusat komutana baktı. " Eeee komutanım biletleri aldınız mı ? " Bu soruya Pusat komutan dalga geçer gibi tebessüm etti. " Yok aslan ! Ne bileti özel uçakla gideceğiz. Mesaj geldi, bekliyor pilotlar. Sahte pasaport çıkarttım. İş adamı olarak ayrılacağız bu pislik yerden. " Rahman dudaklarını çizgi haline getirmişti. " Vay be ! Nereden nereye. " Aralarındaki muhabbet, birbirlerine konuşma tarzları çok hoşuma gitmişti. Ekibini görmedim ama Rahman ve Pusat komutan şüphesiz Türkiye için çok değerli insanlardı. Hızlı bir şekilde havaalanına doğru yol alırken cama yağmur tanelerinin düşüp aşağı doğru iz bırakarak aktığını gördüm. Silecekler devreye girdikten sonra Rahman konuşmaya başladı. " Biraz daha geç kalsaydınız, birde Asel olmasaydı sağ gözüm gitmişti komutanım. " Pusat komutan Rahman'a bakıp şevkatle gülümseyerek devam etti. " Annesinin durumu Allahın takdiri. Ben ondan bir kere en değerlisini, babasını aldım. Ama ikinci defa olmaz. İkinci defa onu ağlatmam. Bekletmem Rahman. " derken elinin tersiyle ağladığını gizleyerek gözyaşını silmesi gözümden kaçmamıştı. Pusat komutan'ın gözyaşlarını seyreden Rahman'ın gözleri işkence görürken bile bu kadar acıyla bakmamıştı. " Senin o kara gözlerine zarar gelmesine izin veremem. İkinci defa fani dünyada biricik kızımın, Zümram'ın en değerlisi olan şeye zarar gelmesine izin veremem Rahman ! " SON...
|
0% |