Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm ZAROK ERDAL

@batingam

 

11 yıl sonra...

 

Korhan Yarbay'dan...

Aadan kocaman onbir yıl geçmiş, o çocuklar koskocaman delikanlı olmuştu. Büyük Dedenin dediği gibi ilmek ilmek işlemiş, bütün bildiklerimi ve tecrübelerimi aktarmıştım.

Kendime itiraf etmek istemesemde benden üstün yetenekleri bile vardı bu kurtların.

Yani fazlaları vardı, eksikleri yoktu.

Hayalet gibi olmak zorundaydı herbiri. Şehre inmişlerdi artık. Topluma çıkıp hiç alışkın olmadıkları kalabalığa karışıyorlardı.

Sekiz kardeş ikişerli üçerli arkadaşlar halinde birbirlerine yakın ev tuttu. Çoğu zaman tek evde sekiz kişinin sabahladığını görmüştüm. Bu yaşlarına kadar beraber aynı koğuşta yattıkları için ayrı evlerde uyku tutmaz olmuştu.

Onların derdini onlardan başka anlayacak yoktu. Aynı havayı soluyup aynı odada, aynı sabaha gözlerini açmak zorundaydı herbiri. Gece sohbetleri, şakalaşmaları olmadan uyku arayamazdı bu kurtların gözleri.

Hiç bir kavgaya karışmayacak, kazara karışsa bile reflekslerine sahip çıkıp karşı çıkmayacaklardı. Yani göz göregöre kurt kendili çakala ezdirecekti. Tecrübeli bir emniyet mensubu kullandıkları tekniklerden, bakışlarından, olaya karşı soğukkanlı olmalarından boş bir insan olmadığını anlayacak, pek muhtemel olmasada deşifre olma tehlikesi doğacaktır.

Bir insan bir olaya gayet sakin, soğukkanlı, temkinli ve kendini savunur halde yaklaşıyorsa bu ya askerdir, yada iyi eğitimli ajan veya teröristtir.

E bizimkilerde askeri kimlik olmadığına göre tek ihtimal diğeriydi.

' Allah korusun.'

Bizler bilinmeyenleriz, bizler İslam-Türk devletinin aydınlık göremeyen karanlık yanıyız. Biz görünmez olmak zorundayız !

Annelerinin hala haberleri yoktu ama babalarına bilgi veriliyordu. En başlarda sık sık bilgilendiremesekte artık ayda bir bilgi gidiyordu.

Rahman üçkağıtçısının komşularının çatısına kamera koyup her dakika ailesini izlediğini duyduğumda ağızım açık kalmıştı.

Deli kurdun bir çatışma anında kurduğu o cümle her defasında kulağımda yankılanır durur.

Evet demişti;

"Ölsem ne olur komutanım bekleyenim mi var ? " demişti.

Ailelerinden ayrılmasına sebep olan komutana bu soruyu sorması çok ağır bir yüktü.

Biraz olsun hafiflerim umudu ile karşılık vermiştim.

"Evet Rahman biz varız ! "

Onun kurduğu cümle kadar ağır değildi bu cümle.

İlk başta söylemekten vazgeçsemde artık zamanının geldiğine inanıp bir cümle daha kurduğumu hatırlıyorum.

"Bi......birde ba......babalarınız var ! "

Hiç bir çatışmada kalbimin bu denli delicesine attığını hatırlamam.

İnanamamışlardı, inanmak istememişlerdi daha doğrusu. Kim kondurabilirki babasına bunu?

Tanıyordum evlatlarımı;

' Madem biliyorlar neden hiç arayıp sormadılar, hiç mi merak etmediler ? ' gibi sormakta haklı oldukları sorular geçiyordu akıllarından.

Daha sonra onlara düzenli olarak bilgi verildiğini söylediğimde ve İslam için, Vatan, Bayrak için onlarında fedakarlık yaptığını söylediğimde rahatlamışlardı.

Hatta deli yüreklerini taşıdıkları göğüsleri kabarmıştı.

O fedakar babalar, hâla onların hatırladıkları babalarıydı.

Her defasında söylerim; bir iç çekip isimlerini gururla zikrettiklerimdi onlar.

Rahman, Koray, Bora, Oğuz, Ömer, Sinan, Samet, Kenan. Herbiri gözbebeğimdi benim.

Zaman geçti artık saha görevim olmadığından bende bir yuvaya kapı açmıştım. Olmaz derken olduran Rabbime şükürler olsun 8 yaşında da bir kızım vardı.

Harekat merkezinde timi beklerken geçmiş bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp gitmişti.

Daldığım düşüncelerden kapının tıklama sesi çekip almıştı beni, gelmişti aslanlar heybetleri sarmıştı kocaman odayı. O duruşları, bakışları normal bir insanı titretir tarzdaydı. Bu karizma dosta moral, düşmana işkenceydi.

Hoş çoğu zaman kefereyi sorgularken sövmelerine, dövmelerine işkence yapmalarına gerek dahi kalmıyordu. Bakışları Pir'leri olan H.z Ömer (r.a)'ı, heybetleri Hz. Hamza (r.a)'ı andırıyordu. O bakış, o heybet yetiyordu kuş gibi ötmelerine.

Bunlar benim eserimdi bu gururu nasip ettiği için ne kadar Hamdüsenalar etsem azdı Rabbime...

Yeteneklerine göre herbirinin bir kod adı vardı.

RAHMAN__ Karabasan ( ALFA )

KORAY_____ Gölge

BORA_______ Kartal

OĞUZ_______ Alıcı

ÖMER ______ C4S

SİNAN______ Kuyucu

SAMET_____Hayalet

KENAN_____ Çoban

Oturuşumu dikleştirip elimle oturmalarını işaret ettim.

Koray;

" Hayırdır komutanım bune sıcak bir gülümseme ? "

Gözlerine bakarken yüzümün güldüğünün farkında bile değildim.

Kendime çekidüzen verip;

" Gülmeyecek miyim oğlum ben, hep yüzüm asık mı dursun ? Geç otur yerine şaptur seni. "

Koray gizliden gizliye tebessüm edip yerine geçerken konuşmama devam ettim.

"Evet yavru kurtlar ! " derken projeksiyon kumandasını elime alıp kırmızı düğmesine dokundum.

"Yeni bir görev ! "

Büyük perdeye teni güneşten kavrulmuş, pos bıyıklı, 55 li yaşlarda, 100 lü kilolarda nursuz bir adamın görüntüsü yansıdı...

"Erdal Küçük. Kod adı: Zarok! Yani Zarok Erdal; Türkmen dağı, Musul, Kerkük hatta Azerbaycanın bile içinde bulunduğu bazı köy baskınlarından sorumlu Pkk Sözde üstdüzey yöneticisi, katıksız İslam-Türk düşmanı. " dedim ve play tuşuna bastım.

Arkasındaki sarı renkli duvarda Abdullah Öcalan'ın resminin bulunduğu apartman dairesi gibi yerde çekilmişti.

Konuşmaya başladığında üst dudağını kapatan saramış, pis bıyıkları titremeye başladı.

" İslam mış, Türk müş. Neyin derdindesiniz lan siz ? Başka devletlere laf atarsınız ' Sömürgeci ' diye sizin işkal ettiğiniz kürdistan topraklarını hiç gözünüz görmez. ' Türkler İslamın kılıcı' ymış. Bana bakın oğlum bana, şu gözlere iyi bakın. Eceleniz olacak gerillalarım. Eğer siz bizim topraklarımızdaysanız bu ben izin verdiğim içindir. Anladınız ula ? Çevre köylerinizle başladım sizleri kesmeye. Kanınızda boğacağım oglum sizi. Bu daha başlangıç zafer yakındır zafer gerillanındır eğ..."

Çocukların gerildiğini gördüğümde daha fazla uzatmadan videoyu kapattım.

Kumandayı masaya bırakırken gözümü alev topunu andıran gözlere diktim ve devam ettim.

" Evet evlatlar durum bundan ibaret. Yine kendini aslan zanneden bir çakal. " dedim ve derin bir iç çekip devam ettim.

" Videonun Irak-Felluce den çekildiği tahmini ile yola çıktık. Bağlantılarımızdan gerekli istihbari bilgiyi aldık ve keşif için Rahman oraya gitti. Bir haftadır da orada... "

"Haydaaa..." dedi Koray elindeki kalemi masaya bırakırken.

Bu hareketinin sebebini bildiğim için küçük bir tebessümle sordum;

"Ne oldu Koray ? "

"Komutanım neden hep o ?"

Ses tonundaki isyan'ı sezmiştim.

"Büyük birşey değil oğlum. Tüm timi gönderip riske etmek istemedim operasyonu." dedim babacan bir tavırla.

" Ama baba sadece bu değilki Zişan, Sarko, Daran. Bunlardada Rahman vardı. Bize nasip olmayacak mı kefere biçmek ? Zoruma gidiyor artık."

Küçük Emrah misali kalın kaşları'nın iki kenarı düşmüş, yüzü üzgün bir hâl almıştı.

Ona doğru yaklaştım ve cevap verdim.

"Koray oğlum senin; veya sizin diyeyim ! Gittiğiniz görevleri neden saymıyorsun, neden gözüne batıyor bu kadar Rahman.i ?

Hem bak o Alfa; sen onun görevlerini ve benim emirlerimi sorgulayamazsın."

Çok sevdikleri babacan tavrımı hiç bozmuyordum.

Mahcup bir şekilde cevap verdi;

"Estağfurullah baba. Sende beni anla. Biliyosunuzki o benim canım, ciğerim, kardeşim merak ediyorum, uyku uyumuyorum o olmadığında. Hep yanımda sanıyorum. Biz yapışık ikiz gibiyiz. Geçen hafta ' Ben dışarı çıkayımda bi kuşbaşı alayım, sac kavurma yaparız yeriz iki kardeş.' dedi. O kadar sevindimki ' Yine yemek bedavaya geldi ! ' diye. Çıkış o çıkış; şimdi senden öğreniyorum komutanım Rahmanın Felluce de olduğunu. Neden ki ? Buradaki kasapların suyumu çıkmış ?" demesiyle ben dahil bütün tim kendini gülmekden alamadı.

"Tamam gençler bırakın maskaralığı ! " dediğimde Koray'la hepsi ciddiyete büründü.

"Bu köpeği infaz etmemiz emri geldi. Dediğim gibi Rahman bölgede videoyu çektiği hücre evini buldu, yüksek korunaklı bir yer ama bir haftadır uğramıyor oraya. Şuan elimizden beklemekten başka bişey gelmiyor. Bu zaman zarfında gerek Rahman, gerekse bağlantılı olduğumuz istihbarat birimleri telakkuz halindeler. Heran herşey çıkabilir, hazırlıklı olun ve yuvadan biryere ayrılmayın. Emrim budur ! Hadi şimdi istirahat edebilirsiniz." dediğimde

Hep bir ağızdan;

"Emredersiniz komutanım ! " deyip tek tek kapıdan dışarı süzüldüler.

Eğitim zamanları herzamanlarından daha kolaydı.

Şu iki yıldır yüküm ağırlaşırken, işlerim zor bir hâl almıştı. Bu çocuklar iki yıldır sahada ama; iki yılda on yıl yaşlanmama sebep olmuşlardı. Tutamıyordum; kıllarına zarar gelsin istemiyordum lakin küçük bir kıvılcımla alev alıyordu her biri.

Biz şehit olduğumuzda haber spikeri çıkıp;

"Çıkan çatışmada KARA MUHAFIZLAR dan şu şehit oldu, bu ağır yaralandı..." demez, taşlarımızın üzerinde şehit yazmaz, isim yazmaz, ruhuna Fatiha yazmaz. Hatta bizim mezar taşımız bile olmaz. Biz KÜNYESİZLERİZ, bizim ismimiz, cismimiz, herhangi bir kaydımız yok. Bu yol, fedakârların, bu yol öncülerin, bu yol Allah Azze ve Celle'nin yolu. Rehberimiz Kur'an-ı Kerim Peygamberimiz H.z Muhammed (s.a.v), Pirimiz H.z Ömer ( r.a) dır.

Bu yol vazgeçmeyenlerin kutlu yoludur.

Rahman'dan ! Irak / Felluce

"Teaayek bıde mın... ( çay ver bana) "

Puşi ile ensemdeki teri silerken belki on dakikadır beklediğim 15 yaşlardaki, esmer garsona sonunda kendimi duyurmuştum.

Bir yandan sıcağı, biryandan tozu, diğer yandan gece gündüz eksik olmayan motosiklet ve tezgahtar sesi. Kısacası burası gerçekten yaşanacak memleket değildi.

Garson elindeki çay tepsisi ve gülen gözleri ile yaklaşırken, o gülücüğün burada ağızından küfür eksik olmayan, kaba-saba insanlara oldukça fazla olduğunu anladım. Gözlerine baktığında gülücüğüne karşılık vermemek elde değildi.

"Xwedê te pîroz Bike ( Allah razı olsun) " dediğimde baş selamı verip birşey söylemeden uzaklaştı.

Telefonu çıkarıp Zarok'un daire kapısına zarzor yerleştirdiğim sensörün GPRS programına baktım.

Kurşun kalemin arkası küçüklüğünde bir sensör yerleştirmiştim. Kapı açılıp herhangi bir hareket algılandığında telefona bildirim düşecekti ama henüz bir hareket olmadığını gördüm.

Dairenin krokisini çıkarıp, kapıda duran korumaların durumuna baktığımda tecrübesiz hareketlerinde resmen " Ben buradayım ! " dediklerini gördüm. Laubali ve yersiz hareketleri vardı.

Onları hiç dert etmiyordum tek derdim eğer bu çakal buraya gelmezse işim baya zorlaşacak, hiç yapmadığım şeyi yapıp buradan eli boş dönmek zorunda kalacaktım.

Çayımdan son yudumu çekerken telefonumun çalması ile bardağı yerine koyup, telefonun açma tuşunu sağa doğru sürükledim.

Hep sevmişimdir bu ismi !

Arayan Künyesizlerin Suriye kolundan, buraya kadar gerekli istihbarı bilgi sağlayan Kürşad'tı.

Telefonu açtığımda önce karşı tarafın konuşmasını bekledim.

Konuşmadan önce hızlı hızlı aldığı nefes sesini duymuştum.

"Zarok geldi Karabasan ! Dün akşam diğer arkadaşların aracına yerleştirdiği takip cihazı bir saat önce sinyal verdi. Sana gelip gelmediğini teid etmek için aramadım. Şuan araç o bölgeye yakın bir yerde seyir halinde; oradan başka bir hücre evi yok büyük ihtimal. Bir saat sonra orada, aracın içinde kaç kişi olduğunu bilmiyoruz." deyip söyleyeceklerini bitirdikten sonra derin bir nefes aldı.

Bu adamın nasıl bu kadar seri ve şip konuştuğunu anlaya bilmiş değilim. Eğer anlayabilirsen, saniyeler içinde birçok bilgiyi takılmadan anlatabiliyordu.

"Tamam kardeşim beklemedeyim. Malzemeler içinde ayrıca teşekkür ederim. Çok işimi görecek."

Kürşad;

"Anlaşıldı kardeşim aksi bir durumda haber verirsin, beklemedeyiz."

Telefonu kapattıktan sonra parayı ödeyip kaldığım pansiyona doğru yola çıktım.

Pansiyon hücre evinin üç sokak gerisindeydi. Kasadaki pala dayıya selam verip odama çıktım.

Küçük, tek odalı, küf kokulu bir yerdi. Tek pencereliydi, o pencereninde önüne çam tahtadan bir masa yerleştirmişlerdi.

Masaya Kürşad'ın temin ettiği malzemeleri çıkarıp, yarım saat içerisinde ses çıkarmayacak yakıcı özelliğe sahip bir bomba yaptım. Pilleri zaman rolesine bağlayıp, kabloyu ateşleyici kapsülün içerisine soktum. Geriye sadece tek tuşla zaman rolesini aktif etmek kalmıştı. Bombadan ses çıkmamalıydı. Tabi bu gramına, gücüne bağlıydı ama bomba patlaması ile trafo patlaması aynı desibele sahip değildi. Tecrübeli olmadıklarına inanıyorum lakin buna benim inanmam yetmiyordu. Eğer yanılırsam tecrübeli bir insan bomba sesi ile trafo patlama sesini ayırt eder; buda avcumun içinde olan Zarok'un kaçmasına sebep olurdu.

Can yoldaşım C4 Ömer gelmişti aklıma. Bomba işinde gerçekten bir dahiydi.

Kardeşim, kardeşlerim benim.

Gözüm tahta masanın kabaran verniğine daldığında timim geldi aklıma. Kim bilir arkamdan neler konuşuyorlardı ?

Başta Koray olmak üzere;eğer benim burada olduğumu Korhan Albaydan duyduysa, muhtemelen şu saatlerde milleti gaza getirmekle meşkuldür. Ne yalan söyleyeyim, onu bile özledim.

Çantamı alıp hücre evinin elli metre yukarısındaki trafoya doğru yaya olarak yola çıktım. Hücre evi bulunduğum yerden net şekilde görünüyordu.

Dur bir dakika!!!

Fazladan iki araba daha gelmişti. Dar sokakta, yürüyüşümdeki doğallığı koruyup, dikkat çekmeden yaklaştım.

Evet üç arabada doluydu. Birinde iki, diğer ikisinde dörder kişi vardı. Fazladan altı kişi sorun değildi ama bina girişinden girmem hayal oldu.

Zarok'un olduğu bina beş katlıydı. Daire çatı dübleksindeydi ve etrafında çatısından Zarok'un çatısına atlayacağım yüksek bir evde yoktu...

Eeee kapıdakilere ' Ben tüpçüyüm abee !' de diyemezdim. Ama bir çaresi olmalıydı, bulmalıydım.

Korhan dayı :

"Sizin giremeyeceğiniz delik yok" demişti. O adam boş konuşmaz hacı, o adam boş konuşmaz.

Düşünürken kafamda bir ampul şaklayıp yandı.

Kendikendime, sesli bir şekilde "Oğlum Rahman beee ! Sen nasıl bir dahisin." diye mırıldandım.

Binanın korumalar tarafındaki cephe değilde, tam zıttı olan arka taraftaki cepheye hızlı adımlarla yürümeye başladım.Binanın arkası altı metrelik jiletli tellerle çevrili perde duvardı. Oraya koruma koymaya gereksinim duymayacakları açıktı.

Duvar çok yüksekti ! Altı metre duvarın üzerinde iki metreye yakında jiletli tel vardı. Aşarım aşmasına ama küçük bir hatamda ya ölümcül bir kesik alırdım, yada tele takılır kaçmaya fırsat kalmadan yakalanırdım. Beni yıkan Zarok'a bu kadar yaklaşmışken elimden kaçırmak olurdu.

Bu görevde başarısız olma gibi bir lüksüm yoktu !

Perde duvarın diğer tarafındaki komşu konut dört katlı bir binaydı. Sade bir aile apartmanına benziyordu. İki bina arası yaklaşık yedi metre falandı. Bunun içine çatı saçağı ve karşı binanın balkon saçağınıda katarsak bu mesafe beş metreye iniyordu.

Burayı çok rahat atlayabilirim ! İnşallah...

Kısaca dört katlı binanın çatısından, karşı binanın üçüncü katındaki İtalyan tipi geniş ve uzun penceresinden içeri dalacaktım. Oradaki aileyi bir şekilde etkisiz hale getirip Zarok'un dairesine çıkacaktım.

Hemen Zarok'un katına çıkmamalıydım. Korumalar trafo patlayıp, elektriğin gittiği anda Zarok'u kontrole geleceklerdir.

Benim o camdan dalmamla trafonun patlaması aynı anda, hatta aynı saniyede olmalıydı. Aksi halde cam sesinden dolayı işim oldukça zorlaşırdı.

Dediğim gibi; benim zorlanacağım durum on kişilik koruma değil, Zarok'un kaçmasıydı.

" Bayağı eğlenceli olacak gibi ! " demeden edemedim.

Saatime baktığımda altıya geliyordu. Telefonu çıkarıp Kürşad'ın numarasını tuşladığımda daha birinci çalmayı tamamlamadan açtı.

Dudağımdaki kürdanı alıp konuşmaya başladım.

" Selamün aleyküm üstad ! "

"A... Aleykümselam kardeşim. " üstad dememe şaşırmıştı

"Estağfurullah üstad olan sensin kardeşim. "

Günah olduğunu biliyordum ama bu sözü nefsimi okşamıştı.

"Olurmu aramızda nerden baksan on yaş var. Hem istihbarat bizim bel kemiğimizdir." dediğimde nefes alış-verişinden onunda şimardığını hissettim.

Sevmiştim Kürşadı !

İşim gereği zor güvenen biriydim ama onu ilk görmemde kanım ısınmıştı. Tertemiz, güler yüzlü, yakışıklı biriydi

'Ee bizede bu yakışır ! '

"Ee hedefi soracaktım kardeşim durum ne ? "

Cevap vermesini beklerken kürdanı tekrar dişlerimin arasına sıkıştırdım.

"Bende seni arayacaktım kardeş ! Seninle konuşup telefonu kapattıktan beş dakika sonra araç durdu ve hala kalkmadı. Durduğu yer bir restaurant. Kalktığı anda seni haberdar ederim. Zaten bulunduğu yerden senin oraya gelmesi en az iki saat sürer." bunu derken sanki beni bekleten Zarok değilde kendisiymiş gibi oflamıştı.

"Tamam kardeşim ben beklemedeyim çıktığında bilgilendirirsin sen beni."

Ben kapatacağımızı umarken konuşmaya devam etti.

"Kardeşim..." kapadığımı zannediyormuş gibi seslendi

"Efendim"

" İstersen restaurantın yakınından izleyelim eğer bir aksilik olursa net görmüş oluruz . Belki o binmez başkası devam eder araçla işimizi garantiye alalım ne dersin."

"Olur üstadım ama çıktıktan sonra kesinlikle takip etmeyin. Biraz arayı açsın."

" Anlaşıldı kardeşim görüşmek üzere. " deyip telefonu kapattı.

Bu bir yöndende iyi olmuştu. O kadar koşuşturmanın arasında yemek yemeyi dahi akıl edememiş, midem açlıktan neredeyse sırtıma yapışmak üzereydi.

Hemen yüz metre yukarıda bi lokantaya girdim.

Irak'ın yemek kültürü çok hoşuma gitmişti. Hemen hemen her yemeğinde et vardı. Kendime kavurma tarzında bi yemek ısmarlayıp, çayımıda içtikten sonra bugün hiç sigara içmediğimi fakettim ve açık alanıda fırsat görerek paketi çıkarttım. Daha üçüncü nefeste başımın döndüğünü hissetmiştim. Vücudum bacaklarıma doğru uyuşmaya başlamıştı. Bu duygu gerçekten beni benden alıyordu. Birden ikindi namazını kılmadığım aklıma geldi. Saatime baktığımda kerahat vaktinin henüz girmediğini görüp, sigaramdan son nefesi çektikten sonra kül tablasına basarak caminin yolunu tuttum.

Farzıda kıldıktan sonra ellerimi açtım kaitanın sahibi Allah Azze ve Celleye...

" Rabbim; sen bizleri senin yolundan, nur cemalli Peygamber efendimiz

H.z Muhammed (s.a.v)'in izinden, Kur'an-ı Kerim'in rehberliğinde gitmemizi nasip eyle.Senin rızan uğruna çıktığım bu gazada beni ve milletimi muvaffak eyle, İslamın kılıcı olan Türk milletini koru Yarabbi amiin." Fatihamıda okuyup ayrıldım huzurdan...

Çantamdan sessizde olan telefonumu alıp açtığımda bir cevapsız arama olduğunu gördüm. Kürşad'ın ismini gördüğümde hemen geri döndüm.

Bir kere çaldıktan sonra gelen rüzgar sesinden açıldığını anladım.

" Selamün Aleyküm kardeşim"

"Aleyküm Selam üstad; ne oldu hareket mi var ? "

" Yanında bir tane kadın ve iki korumayla çıktı sana doğru geliyor"

Çantamı sırtıma atıp hızlı adımlarla yürümeye başladım.

"Tamam kardeşim operasyon bittiğinde olumlu veya olumsuz seni bilgilendiririm herşey için teşekkür ederim. Hakkını helal et ! "

" Helal olsun kardeşim sende hakkını helal et gazan mübarek olsun. "

" Amin" deyip kapattım

Hücre evine yaklaşmamam en iyisiydi. Çay ocağına gidip bir çay daha söyledim.

2 saat sonra...

Telefonumun bildirim sesiyle yerimden sıçramam bir oldu. Baktığımda sesin yerleştirdiğim GPRS sensörün'den geldiğini gördüm. Çakalın inine girdiğini haber veriyordu.

Hemen hücre evinin bulunduğu sokağa girdim. İki tane fazladan koruma vardı. Fazladan iki korumaya bakılırsa çok yüksek ihtimal eve giren Zaroktu. Büyük ihtimal sensörün gösterdiği ikinci kişide restaurantdan beraber ayrıldığı o kadındı.

Güneş ışığını üzerimizden artık tamamen çekmişti.

' Biraz bekle Rahman Zarok bir yerleşsin, korumalara bıkkınlık ve uyku bassın.' diye düşündüm.

Ne kadar sağlıklı olursa olsun, uyku bir insanın en büyük zaafıydı.

İki saat sonra harekete geçmeye karar verip trafoya doğru yürümeye başladım..

Trafonun kapağını açıp düzeneği iki santimetre kalınlığında kabloların arasına sabitledim. Zaman rolesini ve saatimi 30 dakikaya ayarladım ve kapağı kapatıp komşu binaya doğru yola çıktım. 25 dakika içinde o binanın çatısında olmalıydım.

Binanın ana kapısından içeri girdim. Dördüncü kata çıktığımda üzerinde asma kilidi ile demir bir kapı karşıladı.

Muhtemelen tavan arasını kiler olarak kullanıyorlardı. Cebimdeki maymuncuğu çıkarıp kilidi açıp karanlık tavan altına süzülerek her çatıda olan çatı kapağını buldum. Açılıp açılmadığını kontrol ettiğimde açılıyordu. Hesap ettiğimden daha erken çıkmıştım çatıya. Daha rolenin tetiklenmesine sekiz dakika vardı. Yuvayı arayıp operasyona başladığım bilgisini verdim.

' Bismillahirrahmanirrahim... Allahım sen yüzümü kara çıkarma.

Saatime baktım. Son bir dakika kaldığını gördüğümde göğüsümdeki kameranın play tuşuna bastım.

Çatı balık sırtı şeklinde yapılmıştı.

" Seni yapan ustanın ellerinden öpeyim."

Çatının böyle olması gerçekten işime gelmişti. Rahatlıkla hızımı alıp, üçüncü kattaki camdan içeri girebilirdim. Deri eldiveni ve bana özel tasarlanmış deri maskemi taktım. Maskenin göz kısmı gri bir tülle gizlenmiş, şekli oldukça hoşuma gitmişti. Heryerim siyahtı. Gecenin karanlığında kaybolmuştum.

Evet ben "KARABASAN" dım.

10, 9, 8, 7, 6, çatıdan ayağımı kestiğimde 3 saniyenin sonunda camdan içeri girmiş olurdum.

Evet olmuştu. Ayaklarım kesilmiş, artık havadaydım ve cama yaklaşıyordum. Herşey gözümde ağırçekim ile ilerliyordu.

Cama çarptım, camın ve trafonun şiddetli patması aynı anda olmuştu.

Arkamda bıraktığım kırık cam ve perdeleri geçtiğimde beni frenleyen karşı duvarın önündeki üçlü kanepe olmuştu.

İnişin bu kadar yumuşak olması şaşırtmıştı beni.

Asıl şaşkınlığı sağ tarafıma baktığımda yaşamış tım.

Sağ tarafımda, diğer kanepeye yerleşmiş, elinde televizyon kumandası ile 15 yaşında bir erkek çocuğu vardı. Gözleri o kadar irileşmiştiki bu camın patlaması ve maskenin görünümüyle alakalı birşeydi.

Şokta!

Evet olmuştu. Başarmıştım...

" Sen çağırdın bende geldim Zarok ! "

 

SON

Oylarınızla destek, yorumlarınızla yol göstermeniz dileği ile...

HOŞÇAKALIN...

 

 

Loading...
0%