Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32.BÖLÜM İKİZLERİN İÇİN

@batingam

HANNAH AZOR'dan...

"Gerzek gerzek konuşma Ethan. Ben hiç bir görevde böyle insanlarla karşılaşmadım diyorum sana. Bir haftadır uyku uyuyamıyorum. Her söylediği söz kafamda yankılanıyor kabuslarla uyanıyorum ve işin aksi tarafı o bütün bunların olacağını biliyordu. Bana ' Uykuların kaçacak Hannah' demesi hâla aklımdan çıkmıyor."

Ethan Zalman'ın en yetenekli saha ajanlarından biriydi. 40 yaşında 180 boyu ve diğer ajanlara göre oldukça iri cüssesi ile tipik bir yahudinin aksine sarı saçlı mavi gözlü biriydi. İçi tamamen Türk ve Müslüman kini doldurulan Ethan bir haftadır Türkiye de yaşadığım talihsizlikten dolayı durmadan beni küçümsüyor, bir kadına bu iş verilmezmiş, kadınlar duygularıyla hareket edermiş, Türkleri çok büyütüyormuşum gibi küçümseyen sözler sarfediyordu.

Çıkmak için odasında Zalman'ı beklerken elini viski bardağına uzatarak söylediklerime karşılık vermek için derin bir nefes aldı.

" Dediğim gibi Hannah; çok büyütüyorsun. Belliki çocukluğundan bu yana okuduğun o yalan Türk tarihinden etkilenmiş bilinç altında yer yapmışsın. Bence sendeki bu kabuslar ve korku ondan kaynaklanıyor."

Sinirle dişlerimi sıktıktan sonra titreyen parmaklarım ile koltuğun koluna tıklayıp ritim tutmaya başlamıştım.

" Hiç birşey bildiğin yok geri zekalı adam. 300 metreden arkadaşının elindeki 8 milimetrelik bir sigarayı vurdu. Sen hiç böyle şeylere şahit oldun mu ? "

Ethan devam eden küçümseyen tavrı ile başını olumsuz anlamda sallayıp gözlerime baktı.

" Hayır bu yaptıkları sadece şov. Ne ? Bilemezsin belki on metre önündeki çalılıktan başka bir arkadaşı atış yaptı."

Sesli bir şekilde 'off' çekip pes ettim.

" Artık seninle bunu tartışmak istemiyorum. Umarım onlarla karşılaşmazsın Ethan. Zalman onlarla karşılaşıpta sağ kalan nadir insanlardan biri olduğumu söyledi. Tamam ben tecrübesizim, ben yapamadım korktum ama Zalman bu işe yıllarını vermiş onadamı inanmıyorsun ? "

Ethan kaşlarını kaldırıp dirseklerini bacaklarına koyduktan sonra yere bakarak konuşmaya başladı.

" Beni üzende ne yazık ki bu Hannah. Bunda inan bu kadar büyütecek birşey yok. "

Hayır olmuyordu bu adama anlatamıyordum yaşadıklarımı ve onların kim olduğunu.

" Ben artık sana birşey söylemek istemiyorum Ethan. Dediğim gibi umarım onların gözüne gözükmezsin. Sen ben kadar şanslı olmaya bilirsin."

Ethan da bu konuşmadan bıkmış gibi gözüküyordu. Odanın kapısına bakıp derin bir 'Off... ' çekti.

" Offf... Hadi be ihtiyar nerede kaldın çıkalım artık. "

Tam isyanı bitmişti ki Zalman duymuş gibi aniden içeri daldı.

Ethan kaşlarını çatıp Zalman'ın gözlerine bakarak.

" Ef.....efendim ne oluyor ? Biri kovalıyormuş gibi bir haliniz var. "

Zalman elindeki kağıtları önümüzdeki sehpaya atıp Ethan'a yan yan baktı.

" Buldular hepsini buldular. " dedikten sonra masasındaki peçete kutusundan bir tane çekip panikle alnındaki teri sildi ve devam etti.

" Türkiye, Azerbaycan ve Iraktaki bütün ajanlarımızı bulup infaz ettiler. Gitti onlarca yıl; Ortadoğu Projesi için verilen bütün emekler gitti. "

Konuşurken aklına birşey gelmiş olmalı ki dört saniye önce oturduğu koltuktan tekrar ayağa fırladı.

" Kalkın ! Türkiyedeki ajanlarımızı bir müddet geri çekmemiz gerekiyor. Bunu bugün yapmazsak yarın çok geç olabilir."

Ethan şaşkınca dikleşip söze girdi.

" Siz ne saçmalıyorsunuz efendim ? Onları oraya yerleştirmemiz yıllarımızı aldı."

Zalman'ın kasılan yüz kaslarından dişlerini sıktığı anlaşılıyordu. Gözlüklerinin üzerinden Ethan'a göz atıp;

" Bu birimin başkanı senmisin yoksa benmiyim Ethan ? Çeneni kapa ve dediğimi yapıp beni takip et." deyip konuşmayı sonlandırdıktan sonra hızlı adımlarla kapıya ilerleyerek koluna elini attı.

Zalman'ın bu kararı beni oldukça rahatlatmıştı. Türkiyede herşey sarpa sarmış, darbe girişiminin ardından bizim ajanlarımız ve bütün ülke ajanlarını elleriyle koymuş gibi bulmuşlar ve bulmaya devam ediyorlardı.

" Kurt gözünü açtı Hannah bunu siz istediniz. "

Yine o yankı !

Arabaya binerken kulaklarımda yankılanmıştı yine o ürkütücü ses.

Dört tane koruma öndeki siyah Land Rover'e, bizde aynı renkte olan üç metre arkasındaki Land Rover'e binmiştik.

Ethan önde şoförün yanına, Zalmanla ben ise arkadaki deri koltuğumuza kurulduk.

Ethan sağ eli ile içerdeki kapı tutamağını tutarak geri doğru dönüp Zalmana baktı.

" Şartmıydı zırhlı arabalar, korumalar falan ? " dediğinde Zalmanla ikimiz aynı anda cevap verdik.

" Evet şart ! " deyip birbirimize baktık.

Aynı anda verdiğimiz bu tepki Ethan'ın gülmesine neden olmuştu.

Zalman Ethana küçümseyen bakışlarla bakarak.

" İnan kiminle karşı karşıya olduğundan hiç haberin yok Ethan. Onbeş dakika sonra hava tamamen kararacak. Onların en büyük yardımcıları karanlık ve puslu havalardır. Eğer senin düşmanın Kara Muhafızlarsa olduğun yer ne kadar karanlık ise ölüm sana o kadar yakın olur. Burası ne kadarda senin toprağın olsa onlar için farketmez ve inan onları ne zırh durdurur ne koruma. Eğer seni istedilerse iğne deliğinden çeker alırlar. Filistinli araplardan bahsetmiyoruz. Türkler görebileceklerinin en delisidir. Yeterki onların mabedine girmeye kalkış." deyip yüzünü cama çevirdikten sonra kısık sesle devam etti.

" Ve biz bunu darbe girişimiyle yaptık. "

İrkilmeme sebep olan ses tonumu bilmem ama son cümlesi bacaklarımı titretecek kadar gerilmeme sebep olmuştu.

Koray'dan...

Rahman banyodan çıkıp deri motorcu montunu giyinirken teçhizatların son kontrolünü yapan Oğuz'a baktı.

" Motorlar geldi mi Oğuz ? "

Şarjörüne mermisini dizmekte olan Oğuz başını Reise çevirip cevap verdi.

" Hazır Reis otelin karşısındaki kapalı otoparka bıraktılar."

Rahman;

" Planın üstünden tekrar geçmeye gerek var mı ? Herşey tamıtamına anlaşıldı değil mi ? " dedi sorgular gözlerle bakarken işaret parmağını üzerimizde gezdiriyordu.

İkimizde " Anlaşıldı ! " dedikten sonra Rahman siyah motorsiklet kaskını yatağın üzerinden alıp çıkışa doğru adımlamaya başladı.

" Hadi o zaman, adamlar Tel Avivden çıkalı yarım saat oldu. Bayağı yaklaşmışlardır bizde çıkalım. " deyip tebessümle gözlerimize baktıktan sonra;

" Çıkalımda biraz yahudi kanı dökelim. " deyip incilerini gösterdi.

Kudüse geleli 8 saat olmuştu. İlk iki saatimizi araçların geçeceği güzergah üzerinde keşif yapmakla harcamıştık.

Bu görev için Korhan Baba Rahman'ı, Oğuz'u ve beni görevlendirmişti.

Otelin kapısından çıkan Rahman yönünü bana döndü.

" Koray hakkını helal et kardeşim. Fazla uzun sürmez sen belirttiğimiz noktada bizi bekle. "

" Helal olsun kardeşim. Tamam Allah dan birşey olmazsa otuz dakika sonra oradayım. "

Benden istediği cevabı alan Rahman Oğuz'a döndü.

" Oğuz, Ömer'in verdiği mekanizmayı kurdun değil mi ? "

Oğuz;

" Evet kardeş kurdum. Herşey hazır. "

Rahman yolun karşısındaki otoparka yürürken;

" Tamam o zaman. Açın göğüs kameralarınızıda yuvada film başlasın. Koray görüşürüz biz buradan ayrılıyoruz. "

" Görüşürüz kanki. Haaa sağ gelin lan. Kendinizi yahudiye vurdurtupta güldürmeyin beni." dedikten sonra gülüşerek ayrıldılar.

Rahman daha önce gelmişti ama benim ve Oğuz'un Kudüse ilk gelişimizdi. Hava karanlık olduğu halde cehennem sıcağını hissede biliyorduk.

Bian gözlerim otoparkın en üst katında yıldızlarla perdelenmiş gökyüzüne daldı. Bir Müslüman'ın burada duygulanmaması elde değildi.

Sırtımı araca dayadıktan sonra derin bir iç çekip o mübarek gece yaşananları gözümde canlandırmaya başladım.

' Şimdi sen Burağa atlayıp o mübarek ayaklarını buraya mı bastın ? Sen buraya ayağının tozunu, sen buraya ter damlanı, sen buraya nefesini mi bıraktın, sen buradan mı arşa çıktın ya Resulullah. Taşlanırken "Ümmetim" diyen Resulullah, secdedeki başına işkembe konulurken "Ümmetim" diyen Resulullah, Mübarek avuçlarını Yaradan'a açıp "Ümmetim" diyen Resulullah, Azrail canını alırken dahi o can acısıyla "Ümmetim" diyen Resullulah. Ya biz, biz sana laik ümmet olabiliyor muyuz ? Şehadet nasip olursa içirir misin mübarek avcunla kevser havuzundaki suyu, Cihad kapısında karşılar mısın o merhamet akan bakışlarınla bizi ? Rabbim Sen Resulune layık bir ümmet eyle bizi. Senin yolundan, Kur'an-ı Kerimin rehberliğinden, Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)' in izinden ayırma bizi Yarabbi... '

" AMİN "

OĞUZ'DAN...

" Karabasan, istihbaratın verdiği konuma göre bayağı yaklaştık adamlara Reis ! "

Şehir ışıklarının deri montunu parlattığı Rahman motorun üzerinde dikleşip ileriye doğru bakarak konuşmaya başladı.

" Peşpeşe giden iki tane siyah Land Rover arıyoruz Alıcı. Dikkatli ol benim gözümden kaçarsa sen yakala. "

" Anlaşıldı kardeş ! "

Şehrin içinden çift şeritli yol gidiyordu. Yol gayet sakin akıcı bir şekilde ilerlerken yer yer trafik lambalarında durmak zorunda kalıyorduk.

Şehir içinde zırhlı araca RPG 7 sallamak gibi bir şansımız olmadığı için bir şekilde o araçların içine girebileceğimiz muazzam bir plan çıkarmıştı Rahman.

O Land'ların içindeki evrakları sağ salim yuvaya teslim etmekti gayemiz. Bizi tanıyan çok kişi olmasada az miktarda tanıyanlar bilir.

Ya o dosyalar gidecek yada cenazelerimiz !

"Alıcı hedef saat iki yönünde ! En sağ şeritte peşpeşe iki adet Land Rover. Başlayalım !"

Saat iki yönüne baktığımda iki tane siyah jip'in aralarında neredeyse beş metre mesafe ile süratli bir şekilde peşpeşe gittiğini gördüm.

Rahman binlik Hondası'nın vitesini düşürerek önümden sağ şeride yöneldi.

" Alıcı sağa sinyal verdiler. "

" Anlaşıldı seni takipteyim."

Jipler çevre yolundan çıkıp virajlı yolda akıp giderken telsize konuşmaya başladım.

" Karabasan önüne geçiyorum. "

" Anlaşıldı kardeş. Bu yoldanda çıktıktan sonra diğer duracakları ışıkların yolları dar, en fazla iki araç yanyana gelebilir. Arada bir metre kadar boşluk kalıyor. Burda ne yapman gerektiğini zaten biliyorsun. Esas hedef arkadaki araç, öndeki araç koruma aracı. Hadi seni göreyim Kurdum. "

'Kurdum' dediğinden midir yoksa araçlara yaklaştığımdan mıdır bilemem ama içim kıpır kıpır olmuş acayip gaza gelmiştim.

" Anlaşıldı Alfam. Elimden geleni yapacağım. "

Hedefe olan mesafem otuzbeş metreydi. Rahman'a bakıp on metre arkamdan beni takip ettiğini gördüğümde hemen önümdeki jip'ler hızlarını düşürüp sol sinyallerini yaktılar.

Araçlar ancak iki arabanın sığabileceği tekyönlü yolda bir şehiriçi yolcu otobüsü ile birlikte yanyana ilerliyorlardı.

Işıklar !

' Hadi...... Hadi....... Yan kırmızı..... Hadiiii... '

" Bingoo! " dediğimde Rahman anında karşılık verdi.

" Ne oldu lan ? "

" Yok bişey kardeş kırmızı yandığında sevincimi içimde tutamadım. "

" Allah canını almasın dangalak. "

Jipler arka arkaya durmuşlardı. Yanlarında otobüs, önlerini kapatan ise steyşın bir araçtı.

Yolun iki tarafıda yaklaşık on katlı binalarla kapalı durumdayken, aydınlanmasını sağlayan tek şey ise trafik lambalarıydı.

Yolun sonu ışıklardan sonra şehrin en büyük çevre yoluna bağlanıyordu.

Rahman;

" Alıcı başlıyoruz ! " dediği anda motorumu vitese takıp otobüs ve jipler arasında ilerlemeye başladım.

Öndeki koruma jipinin şoför kapısının yanında durduğum anda Rahman hiddetli bir şekilde kornaya basarak bana ingilizce küfürler yağdırmaya başladı.

Arkama baktıktan sonra motorun ayakcağını açtım, saniyeler içinde ayakçakta yapışık olan düzeneği koruma jipinin altına itip küfürler ederek motordan indim.

İnip arkama baktığımda Rahman çoktan hızlı adımlarla üzerime doğru yürümeye başlamıştı.

Tam arkadaki jip'in yan aynası hizasına geldiğimizde Rahman'ın kaskı altındaki boynunu tutup jipin yan aynasına yasladım.

Ayna kapanmıştı. Rahman eldivenli elini kaldırıp sıkarak kaskıma şiddetli bir yumruk attı. Bende ona karşılık verdikten sonra jip'in arkasına doğru boğuşarak ilerledik.

" İşte bu....... tamam Alıcı "

Arkama dönüp jipe baktığımda şoförü camı açmış aynasını düzeltirken gördüm.

Rahman seri bir şekilde şoför kapısı ile arasındaki üç adım mesafeyi kapatarak şoförün boğazını bıçağı ile buluşturmayı başardı. Hiç beklemeden kolunu içeri uzatarak kapıyı açıp yan koltuktaki adama narkozlu iğneyi batırdı.

Şoförü dışarı atıp boş kalan koltuğa yerleşmeyi başarmıştı.

" Heyt yavrum beee ! Aslanım benim. "

Saniyeler içerisinde bunlar gerçekleşirken gözüm koruma aracındaki dışarı çıkmaya çalışan ama tam jip'in kapısıyla otobüs arasına bıraktığım motorun engeli ile karşılaşan şoföre takıldı.

Kapıyı açıyor, motor otobüs ile kapı arasına sıkışıyor ne kadarda çırpınsa şoförün inmesine izin vermiyordu.

Rahmanla aynı anda arka kapıyı açıp arkadaki kadınla adama Smith Wessonumu doğrulttum.

Kadın arka koltukta bana yer verirken elimdeki kumanda ile koruma aracının altındaki düzeneği harekete geçirdim.

Gönül, Mossad için çalışan korumalarında canını almak ister ama otobüsdeki masum insanlar buna engel oluyordu.

Operasyonu gerçeklerştireceğimiz yerin başka araçlarla dolu olacağını önceden bildiğimiz için düzeneği sadece aracı kullanılamaz hale getirecek kuvvette hazırlamıştık.

Ömerimiz yeteneğini buradada sergilemişti. Küçük bir patlama sesi ile aracın sadece alt takımı dağılmış, yanındaki korumaların dahi kılına zarar gelmemişti. Tabi Reis'in hışmına uğrayan şoför o kadar şanslı değildi.

Rahman vitesi geriye takıp ani bir manevra ile haykıran kornalar arasında dört tane korumayı arkamızda bırakarak geldiğimiz yola tekrar çıktı.

Yaklaşık beş dakika sonra tenha bir yerde firene bastı.

Rahman;

" Hadi Alıcı. " dediğinde yanımdaki Hannah sanki dakikalarca nefessiz kalmış gibi alabildiği kadar derin bir nefes alıp işaret parmağını kaldırdı.

" Se....Sensin...... gelirim dedin geldin ! "

Ben kadını dinlerken Rahman kadına cevap vermeden bana seslendi.

" Alıcı acele et ! " dediğinde sıçrayıp arabadan indim.

Sırt çantamdaki sahte plakaları çıkararak araçtaki resmi plakaları yenisi ile değiştirdim.

Arka koltuğa tekrar bindiğimde Hannah hayret dolu gözlerini Rahman'a sabitlemişti.

Oturup ona temas ettiğimde hızla yerinden zıplayıp korku dolu gözlerle bana baktı.

Sağ tarafındaki Zalman'a bakıp fısıldamaya gerek duymadan,

" Bunlar onlar. " deyi verdi.

Zalman köpeği Hannah'a inanamayan gözlerlerle bakıyordu.

" Anlamıştım. Bu kadar kusursuz ve dahiyâne çalışmalarından anlamıştım. "

Hannah dikiz aynasındaki Rahmanla göz teması kurmaya çalışıyordu.

" Bizi nereye götürüyorsunuz ? "

Soğukkanlı olmaya çalışıyordu ama yutkunduğunda yukarı çıkıp aşağı inen gırtlağı onu ele veriyordu.

Cevap alamayınca dili ile dudağını ıslatıp devam etti.

" Yinemi yüzünüzü göstermeyeceksiniz ?" dediğinde başımızdaki kaskları kastettiğini anlamıştım.

Ne Rahman dan nede benden hâla ses yoktu.

Rahman eline telefonu alıp listedeki isme dokunduktan sonra telefonu kulağına götürdü.

" Son on dakika ! " deyip gelecek olan cevabı beklemeden aramayı sonlandırdı.

Aradığı Koraydı.

HANNAH AZOR'dan...

Kabus gerçek olmuş sonunda tüm insanoğlunun beklediği ama bir türlü kabullenemediği ölüm banada son hız yaklaşmıştı.

Çocuklarımı görebilecekmiydim ?

Yine yemek yiyebilecekmiydim ?

Hayır yemek istemiyorum. Otuz dakika önce batan güneşi yine görebilecekmiydim ?

Canım çok acıyacak mı ruhum bedenimi terlederken ?

Ya ondan sonra ???

Karabasan ve yanımdaki Alıcı dediği adam kaskları dahil siyahlara bürünmüş bir ölüm meleğini andırıyordu. İkiside hiç bir soruma cevap vermiyor, bütün dikkatleriyle görevlerine odaklanmışlardı.

Ben böyle düşünürken solumdaki Alıcının sesi ile birden irkildim.

" Silahlarınızı alayım ! "

Ben elimi belime götürürken

" Sakın hataya düşme nasıl öldüğünü anlamazsın bile. "

' Karşısında hata yapmaya cesaret edeceğim en son insanlar bile değilsiniz.' diye düşünerek silahımı ona verirken gözlerini Zalman'a diktiğini gördüm.

"Sende ihtiyar davetiyemi bekliyorsun ? "

Zalman silahını verdiğinde kendi kendine sesli düşünen Alıcı olmuştu.

" Hoş davetiye göndersekte gelmiyorsunuz. " dediğinde Zalman'ın gerginliğinin bir kat daha artığını gördüm.

Rahman uzanıp baygın halde yatan Ethan'ın belinden tabancasını alıp camı açarak aracın altından akan asfalta bıraktı.

'Bir insan hiç mi gerilmez ?'

Küçücükte olsa ne Karabasan da, nede Alıcı da bu emareyi hiç göremiyordum.

Beni korkutup tüğlerimi diken diken eden asıl şey tam da buydu.

Karabasan tünele girerken sağa yaklaşıp iki defa sellektör yaptı. Öne doğrulup baktığımda yaklaşık yüz metre önümüzde, emniyet şeridinde siyah bir minibüsün park halinde olduğunu gördüm.

Karabasan minibüsün arkasına neredeyse tampon tampona değecek kadar yakın durup Karabasan ve Alıcı aynı anda araçtan aşağı indi.

Alıcı bana bakıp dışarıyı işaret ederek.

" Hadi bakalım iniyoruz. "

İkimizde dediğini ikiletmeden aşağı indik. Biliyorduk ki bu ikiletme ikimizede faydadan çok zarar sağlayacaktı.

Hâla kasklarını çıkarmayan ikili hiç konuşmadan minibüsü gösterdi. Alıcı arkamızdan bizi takip ederken kapıyı açıp Ethan'ı omzuna alan Karabasana takıldı gözüm. 120 kiloluk Ethan'ı hiç zorlanmadan omzuna alışı değil ama minibüse doğru yürürken ki karizması ve 120 kilonun altında olmasına rağmen o ağırlığın altında esnemeyen kas yığını vücudu oldukça dikkatimi çekmişti. Alıcı'nında ondan arta kalır yanı yoktu. Bu adamların yürüyüşü dahi karşısındakinin titremesi için yetiyordu.

Minibüs VİP tasarım bir minibüstü. Kahverengi döşemesi ile karşılıklı iki kişilik koltuklar ve bu koltuklar arasında beyaz mini buzdolabı göze batıyordu.

Kapıdan giren Alıcı'yı gördüğümde nefesim boğazımda tıkanıp kalmış, ciğerlerime inmemek için inat ediyordu.

Kaskını çıkarıp atmıştı. Maskesinin çok özel bir kumaştan çok özel bir tasarım olduğu gayet ortadaydı.

Siyah bir maskenin çekik göz kısmı bordo rengi özel birşeyle perdelenmiş, gözlerini saklamıştı. Çenesinden başına kadar bordo renginde toprak çatlağını andıran çatlak motiflenmiş, özel kumaşının gergin olması yüzündeki hatları belirgin hale getirmişti.

Karabasan omzundaki Ethan'ı iki koltuğun arasına, ayaklarımızın önüne bıraktıktan sonra başını kaldırıp Alıcıya baktığında Alıcı eli ile anlamını bilmediğim bir işaret yaptı. Karabasan arabaya binip kızaklı kapıyı kapattıktan sonra arkadaşının yanına oturup yüzünü bize çevirdi.

O yüzü gördüğümde onlarca kez ölümcül operasyonlara katıldığım halde hiç tatmadığım korkuyu tattım. Bu ölüm korkusuydu. Kanım çekilmiş yüzüm olabildiğince gerilmişti.

Göz çukurundaki çekik gri gözleri, sol elmacık kemiğinden ve sağ gözünün üzerinden inen yine gri pençe izleri ile dikkatli bakıldığında yüzü Türkler'in kendilerine simge edindikleri kurdu andırıyordu.

'Bu yüz beni bu hale soktu ise normal insanda nasıl bir etki yaratır hayal dahi edemiyorum.'

Araç on dakikadır hareket halindeydi, ne onlardan ne bizden çıt bile çıkmıyordu.

Onların konuşmasını bırakın hareket dahi etmemişlerdi.

'Tanrım bunlar nasıl insanlar ? '

Aracın, Karabasanların arkasındaki şoför tarafı tamamen kapatılmış, iletişime geçmek için küçük kızaklı bir cam konulmuştu.

Şoför cama iki defa tıklatmasına karşılık Karabasan da iki defa tıklatarak cevap verdi.

' Geleceğimiz yere yaklaştık. '

Daha sonra aracın sağ tarafa yönelip stabilize bir yola girdiğini hissettim.

Bu iki cellat'ın önünde katetmek zorunda kaldığım kırkbeş dakikalık yol bittiği için 'Nihayet ' mi demeliyim; yoksa ölüm koltuğumuzun altına girdiği için korkmalı mıyım şaşırmıştım.

Karabasan kapıyı açıp aşağı indikten sonra bize dışarı çıkmamızı işaret etti.

Dışarı çıkıp öylece beklerken Alıcı da Ethan'ı Karabasan daki aynı çeviklik ile omuzladıktan sonra doğrulurken kendi kendine mırıldandı.

" Yemiş yemiş sı*mamış pezevenk. "

Karabasan arkamızı gösterip.

" İlerleyin n " dedi ve gösterdiği yere bakmak için döndüğümde dilimin boğazıma kaçtığını hissettim.

Nereden nasıl arkamıza geldiğini bilmediğim kopkoyu bir gölgeyi andıran adamla burun buruna geldik.

Zalman elindeki çantasını sımsıkı tutarak;

" Se... Sende kimsin. Sizden daha kaç tane var Tanrı aşkına ? "

Adam önümüzden çekilip Zalman'ın kolundan tutarak ileriye ittirdi.

Geldiğimiz yer kayalıkların arasında, iki katlı, oldukça eski, yaklaşık yüzotuz metrekare bir dağ eviydi. İçeriye girdiğimizde ahşap kokusu bütün bedenimi sarmış içinde bulunduğum duruma rağmen küçükte olsa huzur vermişti.

Ortada üç tane yanyana ahşap sandalye duruyordu.

"Oturun ! " dedi elleri arkasında bağlı olan Karabasan.

Dediğini yaparak sandalyeye önce Zalman daha sonra ben oturdum.

Oturduğumda gerilen beyaz gömleğimin göğüs kısmındaki kopan düğmesi büyük bir dekoltenin ortaya çıkmasına neden olmuştu.

' Bir türlü sevemedim şu takım elbiseleri.'

Karabasan yanındaki karalara bürünmüş adama bakarak.

" Gölge bağla şunları " dediğinde bir kod adın bir insana ancak bu kadar yakışacağını Gölge de görmüştüm.

Gölge ilk önce Alıcı'nın yardımı ile baygın halde oturan Ethan'ı sıkı bir şekilde bağlayarak Zalman'a yöneldi. Onda da işini bitirdikten sonra bana geldiğinde aniden doğruldu ve arka tarafıma geçip beni oradan bağlamaya başladı.

' Tanrım, sırf göğüslerimi görmemek için arka tarafıma geçti.'

Bendede işi bittikten sonra hucum yeleğinden çok küçük anahtarlık halkası çıkartıp elindeki eldivenleride çıkarttıktan sonra bakmadan gömleğimin düğme kısmını deldi ve iki yakayı birleştirerek halkayı deliklerden geçirip yeni düğmemi göğüsüme sabitledi.

'Bu nasıl bir düşünce ? Başkası olsa........ aklıma dahi getirmek istemiyorum. '

Ahşap evde sandalyelerden ve ortadaki tahta masadan başka hiç bir eşya yoktu.

Alıcı mumları yakarken, Karabasan Zalman'ın çantasını masanın üzerine koyup incelemeye koyuldu.

Beş dakika çanta ile oyalandıktan sonra ayağa kalkıp Zalman'a yaklaşarak;

"Bir hafta önce oniki adamını aldım ve sana bir uyarı gönderdim. Neden çekmedin Türkiyedeki ajanlarını ? "

Gayet sakin konuşması üzerimizdeki baskıyı artırıyordu.

Zalman yere bakarak titreye titreye konuşmaya başladı.

" Be.... Ben onun için gidiyordum ama aldınız."

" Geç Kaldın, Hannah'ı sana gönderdiğim gün yapacaktın bunu. Bizi önemsemeliydin." dedikten sonra sağ elini dizine vurup ayağa kalkarak Zalman'a yaklaştı.

" Şimdi bu kağıtlardaki isimler hariç bana Türkiyede olan, tanıdığın bütün ajanların isimlerini vereceksin. Buna diğer ülkelerin ajanlarıda dahil."

Zalman Karabasan'ın yüzüne bakıp bizi gösterdi.

"Beni ve onları öldüreceksiniz değil mi ?" dediğinde Karabasan hiç düşünmeden ve terettüd etmeden

" Evet " dediğinde çocuklarım gözümün önünden film şeridi gibi geçti.

Zalman titrek sesi ile zarzor karşılık verdi.

" Öyleyse sana neden vereyim isimleri ? "

Karabasan seri bir şekilde bıçağı çıkartıp Zalman'ın dizine sapladı.

Zalman olanca gücü ile haykırırken Karabasan hiç değişmeyen ses tonu ile devam etti.

" Daha az acı çekerek ölmen için. "

Zalman ağlarken ağızından isimler ve adresler tek tek dökülmeye başladı. O arada Ethan kendine gelmiş karşımızdaki ölüm meleklerine hakaretler yağdırıyordu.

" Çözsenize beni aşağılık herifler gücünüz bir kadınla yaşlı bir adama mı yetiyor ? "

Karabasan Alıcıya çözmesi için işaret etti.

Alıcı Ethanı çözdüğünde, Ethan hiç zaman kaybetmeden Karabasan'a doğru atıldı. Karabasan çevik bir hareketle kenara çekilerek Ethan'ın masa ile yuvarlanmasına neden olmuştu.

Ethan tekrar ayağa kalkıp yumruk ile hamle yaptığında Karabasan yumruğunu havada yakalayıp kolunu arkaya büktü ve sol eli ile Ethanın arkasından sol kulağına kuvettli bir tokat attı.

Yere düşen Ethan'a bakarak;

" Kulağındaki kristal oynadı Ethan. Bundan sonraki hamlelerin dengesiz olacak. Beni oyalama ve otur şuraya. " dedi Ethan'ın sandalyesini göslererek.

Zalman çaresiz bir şekilde Ethan'a bakıyordu.

" Ethan söylediğini yap. "

Ethan ayağa kalktığında Alıcı önüne bıçak fırlattı.

'Resmen dalga geçiyorlar Ethanla ! '

Ethan önündeki bıçağı alıp Karabasan'a sarhoş gibi ilerledi ve kuvvetli bir şekilde salladı.

Karabasan hiç kendini bozmadan Ethan'ın bileğinin dış tarafını sol eli ile tutarak sağ eli ilede dirsek eklem yerine kuvvetlice vurdu. Ethan'ın kolu büküldü ve Karabasan'ında baskısı ile bıçak kalbinin üzerine yarıya kadar saplandı.

Ethan ağzını açmış donmuş bir şekilde öylece ayakta kalırken Karabasan bir adım arayı açtı ve kendi etrafında bir tur döndükten sonra bıçağın kabzesine sıkı bir tekme attı. Bıçak Ethan'ın kalbine neredeyse kabzesine kadar gömülmüştü.

Ethan tekmeninde etkisiyle yere serilip bir kaç çırpınış ve kıkırtıdan sonra can verdi.

Alıcı Ethan'ı ortadan çekerken Karabasan Zalman'a yaklaşmıştı. Soğuğun etkisi ile Ethan'ın arkasında bıraktığı kanın üzerindeki buhar gözümden kaçmamıştı.

' Ethan Ethan Ethan... Sana söylemiştim. '

" Bu kadar mı Zalman ? " dediğinde Gölge yerde çömelik duran Karabasan'ın arkasına geçti.

Zalman;

" Evet yemin ederim bu kadar. " dediğinde Karabasan Zalman'ın yüzüne Kurt gözlerini oldukça yaklaştırıp aynı sakinlikle konuşmaya başladı.

" Filistinli Muhammed El Durraya Selam olsun. " dedi ve Gölge silahını çekerek Karabasan'ın üzerinden Zalman'a ateş etti.

Zalman'ın kafası arkaya doğru gitti ve patlayan kafasından çıkan beyni taban tahtalarına yayıldıktan sonra başını tekrar öne düşürdüğünde ağızındanda koyu kanın aktığını gördüm.

Bana gelmişti sıra. Keşke gelmeseydim, keşke Zalman dediğinde istifa etseydim, keşke şuan çocuklarımı emziriyor olsaydım.

Gözlerimi iki saniyeliğine kapatıp pişmanlıklarıma yakınırken tekrar açtığımda Kurt gözleri ile karşı karşıya geldim.

Sadece iki saniyede nasıl ses çıkarmadan burnumun dibine kadar yaklaştı anlamak mümkün değildi. Korkunun son seviyesi bu olmalıydı.

" Ben alacağımı aldım Hannah. Seninle işim kalmadı. Var mı sonkez diyeceğin birşey ? " dediğinde çocuklarım için büründüğüm soğukkanlılığa ben bile inanamamıştım.

" Süt... Sütüm akıyor. Benimle gelin sonkez ikizlerimi emzireyim ve beni öldürün." dediğimde Karabasan aniden ayağa kalkıp geri geri iki adım atarak uzaklaştı. Korkmuş gibiydi.

Hayır bu korkma değil, korkunun onlarda barınmasıda mümkün değil. Son isteğim sanki bir tokat gibi yüzüne inmişti. Böyle birşey beklemediği alenen ortadaydı. Şaşırmıştım bu davranışına. Gölge ve alıcıya baktığımda ondaki tepkinin aynısı ile komutanlarını seyrediyorlardı.

Karabasan bir müddet sonra tekrar bana yaklaşarak.

" Resimler...... Resimlerini göster."

"Cebim de, cep telefonum cebimde." dediğimde Gölge telefonumu alarak kilidini açmam için elimi çözdü.

Karabasan telefonumu alarak galerimdeki resimlerde uzun bir müddet gezindi.

"Kaç yaşındalar iki mi ? " dedi başını telefondan kaldırmadan.

" Hayır henüz onsekiz aylıklar. "

Resmin birine parmaklarını açıp zoom yaparken;

" Kız mı bunlar ? "

' Ne şimdi bu ? '

" Ev... Evet ikiside kız "

Telefonu bana uzattı ve o korkunç gri gözlerini yaklaştırarak kan donduran sesi ile konuşmaya başladı.

" Ben onun ayağının tozu olamam ama, Resulullah'ın Taif'de dediğini diyorum sana ' Ya içlerinden biri müslüman olursa ! ' " deyip derin bir nefes aldı.

" Bir yahudi köpeğinin yaptığını yapmayacağım, onlara benzemeyeceğim. Seni evlatlarına bağışlıyorum Hannah. " dediğinde iliklerime kadar yaşadığım mutluluk tarif edilemezdi.

Ağlıyordum, sevinçten delice ağlıyordum. Kavuşacaktım, emzirecektim bebeklerimi, onlarla beraber yeniden görecektim güneşin doğuşunu.

" Yalnız bir şartım var ! " dediğinde gözlerine odaklandım.

" En geç yarın istifa edeceksin ve ileriki yaşamımda senin adını duymayacağım. Allah'a yemin olsun ciğerlerini sökerim senin. " deyip Zalman'ın çantasını toparlamaya başladı.

" Teş... Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim. "

" Alıcı alın şunu gidelim artık." dediğinde Alıcı kolumdan tutup ayağa kaldırdı.

Kırk dakika sonra...

Arabada ağlayışlarım hiç durmamıştı.

Alıcı kapıyı açıp " İn " dediğinde inanamayan gözlerle bakıp arabadan indim ve tekrar kapı kapanırken

" Bir dakika ! " diyerek onu engelleyip içerde yüzüme bakmadan oturan Karabasan'a bakarak.

" Utanıyorum, içinde yaşadığım toplumdan ve bu toplumun faydasına yaptığım meslekten utanıyorum artık. "

Karabasan yüzüme bakıp;

" Bunu değerlendir Hannah. " deyip biraz bekledikten sonra

" İkizlerin için. " dediğinde siyah kızaklı kapı yüzüme kapandı.

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%