@batingam
|
Koray'dan... Korhan baba; "Koray anlat evlat !" dediğinde bakakaldığım elimdeki su bardağından başımı kaldırıp Korhan babaya döndüm. Tereddütlü, bir o kadarda üzgün bakışlarımla yavaş yavaş başımı salladım. Korktuğum başıma gelmiş, zaten aklımdan çıkmayan o kahrolası gece yaşananlar bütün canlılığıyla film şeridi gibi gözümün önünden geçmişti. Bir süre bekleyip boğazımdaki düğümü çözdükten sonra başımı yavaşça kaldırıp Gökçen'in meraklı, tıpkı babası gibi bakan zeytin karası gözlerine odaklandım. " Daha 18 yaşındaydık. Yavaş yavaş saha görevlerine alışmaya çalışıyorduk. Üçüncü görevimize heyecanla hazırlanıp dışarı çıktık. Görevimiz Burak abi, yani Asutay'ın Reisliğinde Güneydoğuda bir karakola baskın yapmak için intikâl halinde olan yaklaşık altmış kişilik bir örgüt mensubunu yok etmekti. Bu bizim için uygulamalı bir eğitimdi. " dediğimde üç komiser şaşkınlıkla birbirine baktı. Şaşırmışlardı onsekiz yaşında sekiz tane çocuğun altmış kişi ile çatıştığına ve bunu sadece eğitim olarak nitelendirdiklerine. Görmemezlikten gelerek devam ettim. " Burak abinin bir kaç kere gizlice çelik yeleğini giyinmediğini gördük. ' Abi neden giyinmiyorsun yeleğini ? ' dediğimizde parmağını tehdit eder tarzda kaldırıp. ' Babalara söylemeyin çocuklar. Bende bel fıtığı çıktı. Çelik yeleği giyindiğimde rahat edemiyorum mecburen dik durduğum için fıtığı sıkıştırınca ağrı sol bacağıma vuruyor. ' demişti. Ama biz kabul etmedik "Eğer giyinmezsen söyleriz komutanlara ! ' deyip tehdit eder, zorla giyindirirdik. Biliyordu; eğer fıtık meselesini komutanlar öğrenirse saha yüzü göremezdi. " 14 MAYIS 2007 AVEŞİN... Korhan baba eksiklerimizi bizzat sahada görmek için operasyonu tepe noktadan seyrediyordu. Bulunduğumuz yer 1200 rakımlı sık kayalıklarla çevrelenmiş Munzur Dağlarına bir tepeydi. Örgütün bulunduğu çukur dev bir huniyi andırıyor, mükemmel bir sığınak görevi görüyordu. " Asutay aldınız mı yerinizi ? " Rahmanla aynı kayaya yatmış olan Burak abi telsize dokundu. " Aldık komutanım emrinizi bekliyoruz. " " Kaç kişi olduklarını sayabildiniz mi ? " Burak abi başını biraz daha kaldırıp çukura baktı. " Otuzbeş, kırk civarı komutanım. " " Anlaşıldı. Hazır olduğunuzda sızmaya başlayabilirsiniz. " Aradan bir kaç saniye geçtikten sonra Rahman telsize girdi. " Bana mantıklı gelmiyor komutanım ! " " Ne oldu Karabasan ? Ne mantıklı gelmiyor ? " Rahman etrafındaki uçsuz karanlığa göz gezdirdikten sonra tekrar mandalladı. " Siz herzaman bize demezmisiniz komutanım ' Sen olsaydın ne yapardın ?' diye. Ben olsam kırk kişiyi bu çukurda dinlendirmem komutanım. Bu çok mantıksız. İstirahat ettiğim yerde etrafa gözlerimle hakim olmalıyım. Böyle tuzağın içindeki çekirgeye giden bir keklik gibi hissettim kendimi. " Korhan baba Rahman'ın düşüncesini küçümsemeden bir süre düşündükten sonra konuşmaya başladı. " Ben de öyle düşünürdüm ama istihbaratın sağlamlığından şüphemiz yok evlat. " Rahman yüzünü yere yaslayıp; "Anlaşıldı komutanım. Siz öyle diyorsanız ben hazırım sızma için. " " Tamam evlat çık. " Rahman Besmele çekip ayağa kalktı ve dolunayın yansıttığı gölgesini arkasında bırakarak sızmaya başladı. Mevzi aldığı taşın etrafını dolaşarak gözden kaybolmuştu ki rüzgarı yarıp gelen mermi çekirdeğinin o lanet olası sesi duyuldu. Göremediğimiz taşın dibindeki Rahman konuşmaya başladı zorla. " Vuruldum !!! Keskin nişancı susturucu.....susturucusu var...... Tekrar ediyorum vuruldum. " Rahman ile Burak abinin arasında ayrı bir bağ vardı. Hepimize değer verirdi, emeğini esirgemezdi, adaleti hiç bir zaman şaşmazdı ama Rahman; Burak abi ona çok sıcaktı. Ona ney çalmayı öğretir, hemen hemen her boş vakitlerde beraber takılırlardı. Rahman'ın gördüğü işkence eğitiminde dayanamayıp gizlice ağladığına dâhi şahit olmuştuk. Rahman'ın telsizdeki sesini duyan Burak abi dişlerini sıkıp aniden ayağa fırladı. " Tuzak lan bu tuzaaaakkk geriye mevzi alın geriye mevzi aaaaallll... C4, Gölge; siz bizi koruyun Karabasan'a gidiyorum." dediğinde Korhan babadan ses yükseldi. " Kalkma lan kalkmaaaaaa... " demesiyle Burak Reisin göğüsüne mermi yemesi aynı anda oldu. Üç metre yükseklikteki taştan ayakları kesilen Burak abi çalılıklara takılarak Rahman'ın yanına düştü. Kendi vurulduğunda gıkı çıkmayan Rahman feryadı bastı. " Reis vurulduuuu... Göğüsünden vuruldu.....Lannnnnnnn....... Çel....... Çelik yelek yooookkk..... Burak abiiiii.... " Biz hem savunma ateşi açıyor hem onları görmek için daha yukarı çıkmaya çalışıyorduk. Evet en sonunda görmüştüm. Burak abi altta hareketsiz yatarken Rahman onun üzerine kapaklanmış gelecek olan diğer mermilere karşı vücudunu siper ediyordu. " Karabasan yapma çekil üzerinden. Mevzi al çabuk çaaabuuuukk... " " Olmaz olmaaaazz..... Burak abi nolur uyuma abi.... Çıkacağız abi.....abi çıkacağız uyumaaa. " diyen Rahman çaresizce Burak abinin yüzüne tokat atıyordu. " Bu kadar Karaoğlan bu abin gider. " Kalçasına gelen kurşun ile geriye doğru kasılan Rahman Burak abiye daha da kapaklanmaya başladı. " Lannnn çık ordan çıııkkkkkk. " diye haykırdı Korhan baba " Çıkmam onun eşi çocuğu var komutanım..... Onun bekleyeni vaaarrr. " Rahman yere dayadığı sağ dirseğinden mermi yediğinde istemedende olsa sağ omzunun üzerine yıkıldı. Çelik yeleğindeki plakaya saplanan mermileri saymıyordum bile. Rahman'ın yıkılmasıyla tekrar onlara yüklenmeye başladılar. Burak abinin midesine giren ikinci kurşun umudumuzu söküp atmıştı. Ne kadar kabullenemesekte Burak abinin şerbet içtiği belliydi. Şimdi tek gayemiz Rahman'ı oradan çıkarmaktı. Rahman son bir hamle yaparak Burak abiyi kendine çekmeye başladı. " Abiiii aççç lann.... Gözünü aç abi nolur lan nolur. " Rahman'ın açık olan telsizinden Burak abinin zorla çıkan fısıltısı duyuldu. " Karaoğlan beni bırak...... Ben cennete kaçar yiğidim...... Gökçen sana emanet. " dedi ve bize duyurmak için sesini elinden geldiğince yükselterek. " Duydunuz mu laaaaannn ? Kara Muhafızlar...... Yengenizle kızım size emanet. " Burak abi yavaş yavaş bilincini kaybederken kurşun Rahman'ın çelik yeleğinin alt kısmından vücuduna derin bir çizik atıp hemen önündeki kayadan toz kaldırdı. Azrail Burak abinin ruhunu bedeninden çekerken Rahman yediği mermilerin acısını dâhi hissetmiyordu. Korhan babanın sesi ağlamaklıydı. " Karaoğlan nolur mevzi al oğlum nolur. İkinizin acısı ağır olur lütfen bırak Asutayı ! " " Komutanım Gökçen ! Ben ne diyeceğim Gökçen'e ? " Rahman'ın sesi biraz daha soluk gelmeye başlamıştı. Karşımızda sadece çukurdakiler değil tepedekilerde vardı. İstihparatın verdiği sayı kırkken, karşımızda yüzden fazla adam bize ateş ediyordu. Üstelik çukurun içinden değil tepemizden yağdırıyorlardı mermiyi. Rahman'ın bir süre sonra başı düştüğünde hiç düşünmeden yerimden fırlayıp koşmaya başladım. Rahman'ı tutup mevziye çekerken halsiz ve kanlı elleri Burak abiye uzanıyordu. Uzaklaşmak istemiyordu, Azrail'in elinden çekip almaya çalışıyordu Reisini. Ne kadar ağlasakta o kutlu yazı yazılmıştı Asutay'ın alnına. Burak abi bildiği hiç bir sünneti atlamadığı gibi bunuda atlamamıştı. Şehadet parmağını kaldırıp Kelime-i Şehadet getirerek gözleri Rahman'ın gözlerinde açık kalarak eli göğüsüne düştü. Hemen sonrasında anlamadığımız durumlar olmaya başladı. Karşıda silah sesleri gitgide seyrelmeye, çukurdaki köpeklere roketler yağmaya başlamıştı. Gözlerimi kısıp baktığımda karşı kayalarda inanılmaz seri hareket eden siyah bir Gölge çarptı gözüme. Bizim timden orada kimsenin olmadığına emindim. " Bu kim lan ? " Bu hareketler bize özgüydü. Yalnızca bir Muhafız bu kadar seri hareket edebilirdi. Bu karanlık gölge her neyse hareketleri bizden daha seriydi. Karşıdan gelen seslerin neredeyse hepsi kesilmişti. O Gölge artık görünmüyordu. Ben Rahman'ın yaralarına bası uygularken Korhan baba koşarak bize yaklaştı. Kısa bir süre baktıktan sonra Burak abinin yanına çıkıp diz üstü çöktü. " Oğlum neden lan ? Neden giyinmedin çelik yeleğini ? Nuryüzlüm ! " Ağlıyordu, o dahil herkes ağlıyordu. Rahman'ın yaralarını sardığımda sol omuz eklemindeki hariç diğerleri ciddi görünmüyordu. " Koray Rahman'ın durumu nasıl ? " Korhan babaya doğru döndüğümde ayağa kalktığını gördüm. " Sol bacağında, kalçasında, omzunda ve gövdesinin sol alt kısmını sıyıran yaraları var komutanım. Omzundaki sızıntı durmuyor. " Ben bunları anlatırken Rahman'ın yanına gelip diz çökmüştü Korhan baba. Elini Rahman'ın alnına sürerek; " Dayan Deli oğlan. Helikopter çağırdım biraz daha dayan. " Rahman'ın omzundaki yaraya bastırırken yukarda çakıl sesi duyduğumuzda aniden o tarafa nişan aldık. Biraz bekledikten sonra çalılıkların arasından çıkmıştı. Bu oydu, bu yukardaki gölgeydi. Baştan aşağı siyahlara bürünmüş, gözleri kapalı olan maskesinde dahi renk yoktu. Bunlar bizim kıyafetlerimizdi. Sağ tarafında Teşkilat-ı Mahsusa arması, hücum yeleği ve üzerine dizili olan fırlatma bıçakları. Karşımızdaki 185 lık heybetin üzerinde dehşet verici görünüyordu. Kendisine doğrultulan silahlara aldırmadan Burak abinin naaşına doğru ilerledi. Dizlerini yere koyduktan sonra elini Burak abinin alnına düşmüş saçlarını elinin tersi ile çekip sessizce dua ederek yüzüne sürdü. Onun Muhafız olduğunu anladığımızda silahları indirdik. ' Kim bu ? ' Bize doğru baktığında Korhan babanın ayağa kalkıp kendini toparladığını ve maskesini çıkardığını gördüm. Gelen Muhafıza oldukça saygı duyduğu ortadaydı. Adam şaşkın bakışlara aldırmadan Rahman'ın yanına gelip diz çöktü. O daha sorusunu sormadan Korhan baba konuşmaya başladı. "Çok ciddi bişeyi yok. Helikopteri çağırdım." Adam Rahman'ın yüzünde elini gezdirip konuşmadan öylece bakarken bütün Muhafızlar karşımdaki esrarengiz karizmadan şaşkın bakan gözlerimizi çekemiyordum. Yavaşça ayağa kalkıp Korhan babaya döndü. Korhan baba başını kaldırıpda yüzüne bakamıyordu. Adam bir süre onu seyrettikten sonra o iç titreten kalın sesi ile konuştu. " İstihbaratı kimden aldınız ? " Korhan baba başını kaldırdığında onu ilk defa bu kadar tedirgin görüyordum. " Kara Kuvvetleri, Orgeneral Kaya Reis " ' Reis mi ? ' Adam hiç birşey söylemeden uzaklaşarak karanlıkta kayboldu. ' Nereye gidiyor bu ? ' Adam gözden kaybolduğunda Korhan baba ciğerlerine sıkıştırdığı nefesi bıraktı. ' Kim di ?.. Korhan babayı dahi bu denli geren bu esrarengiz Muhafız kimdi. ' " Hadi gençler helikopterin alması için uygun bir yere taşıyalım Burakla Rahman'ı. " Rahman'ı tek başıma omzuma alırken Korhan babaya döndüm. " Baba kim di o ? " Korhan baba elindeki maskesi ile yüzündeki teri silerken ' Söylesem mi söylemesem mi ? ' diye düşündüğü belli oluyordu. Çok sürmeden Kenan tekrarladı soruyu. " Komutanım o adam kimdi ? " Korhan baba; "ŞahMelik ! " dediğinde herkes birbirine baktı. " Kim bu ŞahMelik baba ? " " ŞahMelik bir ilk evlat. 12 yaşında kendi isteği ile Teşkilata katılan ilk Muhafız. ŞahMelik Akçakoca'nın sağ kolu ve Heyette söz sahibi olan en genç Dede. Çoğu hayalet olarak bilir. Tek başına çalışır. Önemli infazlarda görev alır. Benim bulunduğum timin Reisiydi. Akçakoca yanına çekince Reislik bana verildi. Onun nerden ne zaman çıkacağı belli olmaz. Bir eşi daha yok. " İki gün sonrada Orgeneral Kaya'nın suikaste uğradığını ve olay yerinde can verdiğini duyduk. Yuvada çoktan hain yaftası vurulmuştu Kaya'ya karşı. Korhan babanın suikasti duyduğu an dudakların dökülen ilk isim; " ŞAHMELİK ! " olmuştu. 2018 günümüz... Yavaşça başımı kaldırıp Gökçen'e baktığımda ağlamaktan ziyade büyük bir gururla bakıyordu. Yasemin yengeyle göz göze geldiğimde sanki o geceyi gözlerimde görmüş gibi elini ağızına götürerek sessiz bir şekilde ağlamaya başladı. " İşte bu Gökçen hanım. Bir kahramanımı ben böyle yitirdim. " dedi Korhan baba. Masadaki Muhafızlar kendilerini toparlamaya çalışırken gözüm Rahman'a takıldı. Başı yerde hareketsiz bir şekilde duruyor, uzun olan saçları yandan bakıldığında gözünü kapattığı için nasıl bir ızdırap çektiğini anlayamıyordum. Gökçen oturduğu sandalyesinden öne doğru eğilerek sağ tarafında oturan Rahman'a baktı. Sandalyesini geri ittirdikten sonra masadan kalkıp Rahman'a doğru ilerlerken bütün başlar ona çevrildi. Rahman'ın arkasında durup oldukça ciddi bir şekilde konuşmaya başladı. " Söylesene, hangi kardeş abisinin üzerine kapaklanıpta göz göre göre kurşun yer ? Sen bana ne kadar değer verdin ki canından önce bana vereceğin cevabı düşünüyorsun ? " Rahman Gökçen'e bakmadan başını yukarı kaldırdığında gözlerinin dolduğunu gördüm. Bakamıyordu; dönüpte Gökçen'in gözlerine bakamıyor. Onu görüyordu, herbirimiz Asutay'ın gözlerini görüyordu onda. Gökçen kollarını göğüsünde bağlayarak Rahman'ın arkasından konuşmaya devam etti. " Sana birşey diyeyim mi ? Babam şehadet parmağını kaldırarak ve Kelime-i Şehadet getirerek tertemiz Yaren'e gitti. Emin ol benden ve annemden önce sana şefaatçi olacak. Bakma bazen şeytan koltuğumuza giriyorda isyan edercesine ağlıyoruz. Evet abi gülünecek halimize ağlıyoruz." diyerek yaşından büyük bir laf etmişti. Gökçen bir kaç saniye bekleyip bir adım daha yaklaştı. Yüzüne duygu yüklü bir tebessüm takınıp devam etti. "Babam bende adadayken göğüs göğüse muharebe eğitiminde sana birşey söylemişti. 'Kalk Kara Oğlan, kalk ki meydan adam görsün.' hatırladın mı abi ?" Rahman yavaşça ayağa kalkarak yüzünü Gökçen'e döndü ve başını salladı. " Herzaman öyle derdi Zeytinim. Beni herzaman KaraOğlan diye çağırırdı. " Gökçen hayranlıkla Rahman'ın dudaklarından dökülen sözcükleri dinliyordu. " Tıpkı babamın dediği gibi ! " deyip kollarını iki yana açtı. "Sarıl KaraOğlan, sarıl ki şu kollar adam görsün." demesi ile Rahman kollarını açıp Gökçen'e sıkısıkıya sarıldı. Ayrıldıktan sonra herkes yerine geçip otururken Rahman Yasemin yengeye bakıp konuşmaya başladı. "Eee yenge Gökçen okulu bitti. Ne düşünüyorsunuz ?" Yasemin yenge beklenmedik soru karşısında yerinde kıpırdanıp cevap verdi. " Biliyorsunuz ben buralıyım. Babamdan kalma büyük bir çiftlik var. Erkek kardeşim doktor oldu. Çiftlik işlerinide hiç sevmezdi zaten. Ben o çiftliğe geçeyim diyorum. Bu deli kızda burada bir büro açıp hayata atılsın." Rahman; " Evet yenge güzel düşünmüşsün." deyip Gökçen'e döndü. " Sana birşey diyeyim mi Zeytin ? Sana burada güzel bir büro açalım. Bizim Kağan ODTÜ Mimarlığa başladı. İlerde sana ortak olur. Ne dersin ?" Gökçen şaşkınlıkla elini ağızına götürerek. " İnanmıyorum ODTÜ Mimarlık ne demek abi ? Anlaşılan aileden bir akıllı o çıkmış. " derken yan gözle, şaşkınlıkla başını kaldıran Mert'e bakıyordu. Rahman önünde duran biberi Gökçen'e fırlattı ve herzamanki gibi ıskalamayarak başından vurdu. Gökçen başını tutup " Ahh ! " derken Mert kendi kendine konuştu. " Hay elini seveyim. " Gökçen eli başında gülerek Mert'e baktı. ' Haydaaaa yine mi aşk lan ? Mert sakın haaa. Abinin hışmına uğramak istemiyorsan sakın ha kardeşim.' Biz gülüp eğlenirken Şûra camdan başını uzatıp heyecanla konuşmaya başladı. "Dedeleeeer, amcalaaaar, babaaaa televizyonda sizden bahsediyorlar." Herkes şaşkınlıkla birbirine bakarken Zümra heyecanla konuştu. " Hadi salonumuz büyük çaya salonda devam edersiniz. " demesi ile sandalye sesleri birbirine karıştı. Salona kurulan herkes tek tek ekrana kilitleniyordu. Ekranda ellili yaşlarda uzun, ara ara beyazlamış saçları olan bir adam ve sarışın zayıf bir spiker vardı. Bu program devlet ve siyasi meselelerin konuşulduğu oldukça popüler bir programdı. Ortalarında camdan oval bir masa arkalarındaki dev ekranda Rahman'ın Türk bayrağı elinde olan Turan'ı omzuna aldığı o görüntün arkadan çekilmiş belden yukarı bir fotoğrafı vardı. "Bu Karabasan değil mi ? Vay be abime bak amma karizma çıkmış. " dedi Gökçen. Herkes ekrana kilitlenirken spiker konuşmaya başladı. " Evet değerli seyirciler programımızın bügünki konuğu Özel Kuvvetlerden emekli Binbaşı şimdi ise Güvenlik danışmanı ve Yazar Melih Yüksel var. " deyip yanındaki adama dönerek konuşmasına devam etti. " Evet sayın Melih Yüksel; öncelikle programımıza hoşgeldiniz. Bunu bütün halk merak ediyor. 15 Temmuz darbe gecesi ortaya çıktığı söylenen ve dün Cizre operasyonlarında faaliyet gösteren siyah özel kıyafetleri ve oldukça ürkütücü maskeleri bulunan bu askerler kim ? " Adam masadaki içinde ne olduğunu bilmediğimiz bardaktan bir yudum alıp konuşmaya başladı. " Öncelikle davetiniz için teşekkür ederim. Bunu programınızı kötülemek için söylemiyorum ama o askerler bu masada söz edilecek bir asker değil. Ama halkımızın bazı kesimleri onlarla gurur duyarken bazıları ise bir tereddüt içindeler. Kim bunlar. Şunu söylemeliyim ki onlar darbe gecesi ortaya çıkmadılar, onlar zaten hep varlardı. Onlara bazısı Künyesizler, Bazıları ise Kürşad ve çerileri der. Hatta şu zamanda Amerikan filmlerinden benzetme yaparak Cehennem Melekleri diyenler dâhi var. Bunun tarihçesine giderseniz onlar Metehan zamanında bile varlardı ve günümüze kadarda var oldular. Onlar Devlet'in bekası için Türkiye genelinde daha on yaşında en zeki çocuklar toplanarak Aksakallılar tarafından üstün yeteneklerle donaltılıp yetiştirilen insanüstü diyebileceğimiz askerlerdir. " Spiker hayretle kaşlarını kaldırıp; " Oonn yaş mı ? Ne yani izinsiz bir şekilde ailelerinden kaçırılıyorlar mı ? " diye sordu. Adam kendinden emin bir şekilde başını sallayarak; " Evet yanlış duymadınız on yaş. On yaşında alınıp ölüm makinası haline dönüştürülürler. " Adam konuşurken Korhan baba işaret parmağı çenesinde bize döndü. "Hatırladınız mı bu adamı ? Yıl 2007 Bestler-dereler mevkiindeki azılı domuzun birini teslim ettiğimiz binbaşı ?" demesi ile hepimiz hayretle ekrandaki adama bakakaldık. Adam konuşmaya devam ediyordu. " Onların bir sevgilisi yoktur. Severler, evlenirler çocukları olur. Ama kimse ölüm makinası olduklarını bilmez. Dışarda ensesine vur ekmeğini al kıvamındadırlar. Açık vermezler. Bazısı tuhafiyecilik, bazısı restorancılık yapar. Hatta fabrikalarda işçi olarak çalışanı ve sokaklarda karton toplayanı dâhi vardır. Hiç bir şekilde açık vermezler. Onlarla arkadaş olup, bir sinemaya gittiğinizde siz karanlıkta koltuk numaranızı ararken onlar bir sıkıntı anında nerden çıkarım, nereye mevzi alırım, nereden sağlıklı atış yaparım diye düşünürler ve yanındaki bunun farkına dâhi varmaz. Onlar bizim katlanamayacağımız, tahmin dahi edemeyeceğimiz ölümcül eğitimlerden geçerilir, bu eğitimleri tamamen refleks haline getirirler. Onlar imanla kavrulmuş hatta yarı Hafızdırlar. O ağır eğitimlerin üzerine birde Tasavvufu kattın mı ne denli tehlikeli olduklarını tahmin edebilirsiniz. Hatta düzeltiyorum tahmin bile edemezsiniz." Kadın şaşkınlığını attıktan sonra titreyen ellerini açıp konuşmaya başladı. " İnanın şuan sizi hayranlıkla dinliyorum. Peki neden şimdi çıktılar ? " Önündeki kağıda birşeyler karalayan adam sunucuya döndü. " Dediğim gibi; onlar hep varlardı. Geçmiş tarihten bu yana hep böyle yaparlar. Arada bir kendilerini gösterirler. 'Akıllı olun Devletin üzerinde bir devlet daha var.' mesajı verirler. Bugün Ankara da pazarda yaşanan bir olay var Astsubayımızı kurtaran adamın kimliğini açıklamadılar ve üzerini kapattılar. Emin olun bunu tek başına yapan adam onlardandı. Hatta onlarla on yıl önce geçen bir anımı paylaşmak isterim." Adam son sözünü söylediğinde sunucu yerinde aniden dikleşip gözlerini açabildiği kadar açtı. " Si....sizin onlarla anınız mı geçti ? Yani onları yakından gördünüz mü, göreve mi gittiniz ? " dedikten sonra peşpeşe yönlendirdiği sorulardan heyecanına yenik düştüğünü anlayan sunucu kendini düzeltmeye çalıştı. " Şey özürdilerim gerçekten çok heyecanlandım kusura bakmayın. Buyrun merakla bekliyoruz anlatacaklarınızı." Adam iki elini cam masanın üzerinde bağlayarak geçmişi mi, yoksa gençliğini mi hatırladığı bilinmez ama derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini ellerinde sabitleyip konuşmaya başladı. " Onbir yıl önceydi. Subay ve astsubaylardan oluşan onaltı kişilik uzman timim ile gece 02:00 surlarında Bestler-Dereler mevkiinde intikal halindeydik. Yaklaşık on gündür arazide olduğumuz için beden olarakta, psikolojik olarakta oldukça yıpranmıştık. İntikâl halinde eğer bulunduğunuz yer sizin hakimiyetiniz altındaysa arkadaşlar ile muhabbet etmek eşsiz birşeydir. O geceki muhabbetin konusu cinlerdi. Evet bildiğiniz Allah'ın diğer kulları cinler. Onlar hakkında konuşurken harekât merkezindeki operasyon komutanından çağrı aldık. Telsizi mandallayıp emrini sordum. Bir istihbarat aldıklarını, PKK nın üst düzey komutanlarından birinin, bir gurup tarafından bize teslim edileceğini ama grubun hangi devlete bağlı olduklarının kim olduklarının bilinmediğini, temkinli yaklaşmamız gerektiğini söylediler. Yalan istihbarat olup bizi tuzağa çekmelerinin muhtemel olacağını, bütün bölgeye hakim bir tepe bulup pusuda beklememizi, adamları bulunduğumuz bölgeye onların getireceğini söylediler. Emri alıp hakim bir tepeye çıktık. Hava bulutlu, bütün araziye zifiri karanlık hakimdi. " Adam bir müddet ellerinin arasındaki beyaz kupa bardağı seyredip sessizce tebessüm etti. " Tabi orada bizim yaramazların cin muhabbeti fısıltıyla devam etti. " Oğlum kesin artık şu muhabbeti hiç bir insanoğlundan korkum yok ama onların ismi geçti mi ben tırsarım." " Ne tırsacaksın oğlum senin en büyük silahın Nas-Felak sureleri korkma neden korkuyorsun. " Bu muhabbet böyle yarım saat gitti. Tabi gözümüzü kesinlikle çevreden ayırmıyorduk. Silahların emniyeti açık beklerken yanımdaki astsubay Aykut; " Komutanım saat iki yönünden bir gölge geçti. " İki yönüne baktığımızda hiç bir görüntü alamadık. Tabi tim Aykut'a alaycı bir şekilde bakıyordu. Onların aklınca Aykut cin muhabbetinden etkilenmiş ve korkmuştu. Sonra birden Selçuk teğmen; " Komutanım saat 9 yönü. Çok hızlı bir şekilde siyah birşey geçti." dedi. Bu kez hep birlikte dokuz yönüne baktık. Işık yakmamız çok tehlikeli olurdu. En sonunda sinirlendim. " Oğlum bak bir daha cin muhabbetlerine girerseniz keserim sizi. " dediğimde Aykut ve Selçuk'un olduğu yerden yabancı bir ses geldi. " Tövbe estağfurullah... Anmayın şu şerlilerin adını. " Bu kimdi bilmiyoruz. Yabancı, hiç duymadığımız genç bir sesti. Daha sonra aynı saniyeler içinde Selçuk titreyen sesi ile aniden Nas suresini okumaya başladı. " Dur abi dur ! Sizdenim ben cin falan değilim. Bende Ademoğluyum. " Adamın yüzü o kadar ürkütücüydü ki, öyle bir heybeti vardı ki, insan mı, insanüstü bir varlık mı ayırt etmek imkansızdı. Namluları ona çevirdiğimizde yattığı yerden ellerini yana açtı. " Sen nasıl geldin buraya ? " dediğimizde. " Yürüyerek. " dedi " Hemen aç yüzünü dediğimde. " Aha o olmaz işte dayı ! " diye bir ses geldi arkamdan. Allahım kafayı yiyeceğim. Kim bunlar ? Arkamı döndüğümde sırtımızı sağlama almak için arkamıza aldığımız kayadan aşağı siyah bir gölge halat ile kendini sabitlemiş, maskesini yarıya kadar kaldırmış elma yiyordu. " Bizde Türküz dayı indirin silahlarıda diğer arkadaşlarımızda gelsin." Çocuğun şivesi iç anadoluyu andırıyordu. Bozuk bir türkçe değildi. Çocuk diyorum ! Çünkü karşımızdakilerin yüzünü görmeye gerek yok çocuk olduklarını anlamak için. Sesleri yetiyordu. İsmin ne dedim ? Tabi kendileri ortaya çıktığı için kod adlarını açıklamamda bir sakınca yoktur diye düşünüyorum. Onlarda bunu istiyorlardır muhtemelen. " İsmimi söyleyemem, bana Gölge de dayı. Ama aramızda kalsın." deyip kayanın yüzündekini, soğukkanlı bir şekilde elma yiyeni gösterdi. " Oda Reisimiz Karabasan. " O tarafa baktığımda Karabasan elmasını bitirmiş, maskesini tamamen yüzüne indirip, aşağı inmiş bize doğru yaklaşıyordu. Yanımıza gelip sol yan cebinden bir elma çıkartıp yeleği ile sildikten sonra bana uzattı. Almak için biraz terettüt ettiğimde yüzüme bakıp. "Al dayı dağ elması helâl.... Ya valla bak. " Elmayı alıp; " Siz kimsiniz kardeşim ? Bu kıyafetler ne ? Hangi birliktensiniz ?" dediğimde Karabasan hücum yeleğinin sol tarafını kenara çekip göğüsünü açtığında siyah kıyafetinin sol göğüsünde gri renkte ip ile işlenmiş Arapça yazı yazıyordu. Karanlıktan okuyamadığım için ne yazdığını sordum. Ezbere arapça olarak okudu ve Türkçe Mealini söyledi. "Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Allah, bunu mü'minleri iyi bir sınava tabi tutmak için yaptı. Kuşkusuz Allah, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir. " dedikten sonra bir adım daha yaklaştı. " Enfal suresi onyedinci ayet " dedikten sonra sağ göğüsün üzerini açıp armasını gösterdiğinde bütün benliğimi yitirmiş esas şoku o saniye yaşamıştım. Bunun olabilmesi imkânsız ! Time baktığımda bu armanın anlamını bilenlerin nutku tutulmuştu. Bu birbirine kenetlenmiş üç hilaldi. Bu Teşkilat-ı Mahsusanın armasıydı. Karşımdaki canavarı bir müddet seyrettikten sonra dayanamayıp boynuna sarıldım. " Hoşgeldiniz yiğidim. Aslanım hoşgeldiniz. " Ben onları capcanlı karşısında gören sayılı rütbelilerden biriydim. " Hoşbulduk abi." " Kaç yaşındasınız siz ? Sesiniz yaşınızın küçük olduğunu gösteriyor. " dediğimde Karabasan arkamdaki Gölgey'e bakıp; " Ondokuza girdik mi la biz ? " diye sordu. Aralarında o kadar şirin konuşuyorlardı ki. " Yok daha girmedik. Üç ay falan var. " diye cevap verdi Gölge. İnanabiliyor musunuz ? Dünya özel kuvvetler yarışmasında yıllardır birinciliği elinde tutan ve o yarışmayı başka kimse birinci olamadığı için iptal ettiren onaltı rütbeliye henüz 19 yaşındaki iki genç sızma yaptı. Hemde burnumuzun dibine kadar. Bize bu denli sızmayı yapan gençler hiç şüpheniz olmasın dünyanın şah damarını keser. " Tamam mı abi ? İnandınız mı ? Çağırayım mı komutanı ? " dediğinde gülümseyerek başımı salladım. Yerden küçük bir taş alıp aşağı attığında yedi kişi birden çıktı. Karanlıkta gelişlerini, kıyafetlerini, o nizamlarını, dağı adım adım tırmanışlarını gördüğünüzde duygulanmamak elde değil. Herşey bitti getirdikleri çakalı aldık, vedalaştık ve yola koyulurken arkamızdan Karabasan seslendi. " Abi Tokatlı var mı aranızda be ? " Hepimiz yüzümüzü ona döndüğümüzde timimdeki Soner konuştu. " Tokatlı değilim ama Tokattan evliyim kardeş. Sen Tokatlı mısın ? " " Evet abi Tokatlıyım. Eğer yolun düşerse anneme selam götür. 'Annenin adresini ver. ' deme beni öldü biliyor. Ama sen bastığı toprağa fısılda, aldığı havaya bırak Allah'ın Selamını, belki o toprağa basar ya da o havayı solur." İşte burada artık daha fazla kendimi tutamadım ağladım. Koşup o çocuğa öyle bir sarıldım ki. O sıcaklık beni hüngür hüngür ağlattı. Onlar bu devletin; çilesini, cefasını daha on yaşında çekmeye başlamış öz evlatları Sevil hanım." Adam konuşmasını bitirdiğinde sunucu kameraya dönüp titreyen ses tonu ile konuşmaya başladı. " Şi... Şimdi reklamlara giriyoruz. Reklamlardan sonra görüşmek üzere." Gökçen Rahman'a dönüp gözlerini sildi. " İnsafsız Karabasan sende ne laf etmişsin bee... " SON...
|
0% |