Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40.BÖLÜM YILLANMIŞ SIR

@batingam

Bora'dan...

Bazen insan kaçmaya çalışır sorunlarından. Bazısı sıkıntısını yalnız oturup, sanki içerisinde derman arıyormuş gibi yıldızlara bakarak silmeye çalışır, bazısı ıssız karanlığa boğazını yırtarcasına bağırarak.

Ha birde psikiyatrist var değil mi ? Zümra yengemiz gibi değilde şu mesaisini doldurmaya, gününü geçirmeye çalışan doktorlar. Sadece bir saat konuşur, eline iki-üç tablet yazdığı ilaç reçeteni tutuşturup, belki on gün harcayacağın rızkını cebine indiren, mini etekli, kısık sesli, durmadan sahte gülücükler saçan psikiyatrisler.

İşe yaramıyor mu ? Tabi ki karşı değilim.

Ama olmuyor. Bize karşı, bizi boşverin herhangi bir askere karşı bilim, tıp bir işe yaramıyor. Bazısı kafayı sıyırır, bazısı pes edip, şakağına dayar namluyu basar tetiğe.

'Allah bu duruma düşmekten bütün kullarını korusun.'

Eee bunada inancımız izin vermiyor. Sonra bir nur doğar düşüncelerine. Herşeyin sınav olduğunu, Hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğini birkez daha hatırlatır sana. Bu kez haykırmak için değil, şükretmek için derin bir nefes alırsın karanlığa karşı.

' Senden gelene Eyvallah Rabbim ! '

Şuan Rahman'ın düştüğü durum işte tamda bu durum.

Gelsin psikiyatrist Rahmanla konuşsun. Ne diye bilir ? 'Beni on yaşında kaçırdılar anasız babasız büyüttüler.' dese, 'Vatanıma canımı koydum, insan bünyesinin dayanamayacağı işkenceler çektim, sayısını bilmediğim vatan evlatları yanımda, gözümün içine baka baka can verdi.' dese ne diye bilir, ne cevap verebilir ?

Görmesini bırakın, televizyona çıktığında kanal değiştiren, gazetede, romanlarda dâhi okuyamayan biri nasıl avutur bizi ? Evet beşyüz miligramlık antideprasan hapları çözer değil mi sorununu ? Hiç değilse geceleri uyur gündüzleri derdini çekmeye devam edersin. En fazla çözümü bu olur değil mi ?

Burada devreye Topal Hocamız'ın ada da bize aşıladığı, iliklerimize kadar işlediği Tasavvuf ilmi giriyor.

" Hak deyin oğul, Hak deyin. "

Ne olduğunu, ŞahMelik ile aralarında ne geçtiğini bilmiyorum ama Rahman çoban evinden ayrıldığımızdan bu yana konuşmamasını, sadece içinden birşeyler mırıldanmasını artık kabullenemiyorduk. Koray'da aynı durumdaydı. Onların bildiği ama bizim bilmediğimiz, kardeşlerimizi altüst eden birşey vardı.

Yine nur yüzlü, tatlı dilli Topal Hocan'ın bir nasihati geldi aklıma.

" Çarpışmaya giderken hep gülün birbirinize. Güzel sözler söyleyin. Kimin Hakka yürüyeceği belli olmaz. Yüzünüzü en son nasıl hatırlamak istiyorsanız öyle davranın birbirinize."

Kenan, Samet, Oğuz, Sinan önümüzde ki pikapta karanlık, toprak yolu yarıp giderken, Ben, Rahman, Koray ve Ömer arkadaki araçta, lastiklerinden fırlayan çakıl taşlarını seyrede seyrede onları takip ediyorduk.

Sol tarafımdaki Ömer'e göz attım. Ömer gözlerimden okumuş olacak ki sol eli direksiyonda, sağ eli ile dikiz aynasını düzelterek ateşi yakan kıvılcımı attı.

" Reis sıkıntı ne? İkinizin bilip, bizim bilmediğimiz birşey mi var? Bütün konuşulanı duyduk. O konuşmanın içinden sizin aldığınız şeyi biz neden alamadık. Ailemizi kurtardığımıza bile sevinemedik."

Başımı arkaya çevirip sorgular gibi ikisinde de göz gezdirdiğimde Koray, arka koltukta sağ tarafındaki gözü dışarda olan Rahman'a baktı.

Biliyorlardı benim çok meraklı olmadığımı, boş konuşmayı sevmediğimi.

Rahman vücudunu dikleştirip ağır ağır direksiyondaki Ömer'e baktı.

" Bugün birşey öğrendik kardeş ! " dedi ve boğazını temizleyip, biraz daha sesini yükselterek devam etti.

" Sadece ŞahMelik'in bildiği bir sır. "

Ömer aniden arkaya baktı.

" Biz neden öğrenemedik ? Bütün konuşmada yanınızdaydık. Sadece Koray ve sen mi çözdün o sırrı ? "

Dikiz aynasına bakıp üç parmağını uyarırcasına birleştirdi.

" Kardeeeş ! Adam'ın burnunun dibine girerek emir verdin lan. Sen ŞahMelik'e, görüp görebileceğimiz en psikopat komutana, Dede'ye posta koydun." deyip tepkisini ölçmek için arkadaki Rahman'ın gözlerine baktı.

" Oğlum sen ölüme kafa tuttun. Hatırlamıyor musun ŞahMelik Burak abinin şehadetinden sonra ada'ya denetleme için geldiğinde bütün komutanların esas duruşta durduğunu ? Korhan baba kardeş, Nam salan Mete komutan bile bu adamın karşısında esas duruşta duruyordu. Şimdi anlatın bakalım biz ne kaçırdık ? "

Rahman derin bir "of" çekip parmaklarıyla camda ritim tutmaya başladı.

" Ömer bunu ancak ŞahMelik söyler kardeş. Gittiğimizde o anlatacak. Şimdi Allah'ın izni ile şu yavrucağı kurtarıp sağ salim dönmeye bakalım. Bende merak ediyorum ne anlatacak ? " deyip bir süre bekledi.

" Hani denetlemede bile yüzünü saklayan ŞahMelik Dedemiz var ya ? Artık çok merak ettiğiniz o yüzü göreceksiniz." dedikten sonra bakışlarını cama çevirdi.

" Ada da fuşi ve güneş gözlüğü ile yüzünü saklar, yanımızda hiç konuşmaz, vedalaşırken tek tek yanaklarımıza sevecen iki tokat atıp giderdi. İsminin ŞahMelik olduğunu, tek başına destan yazdığını o uğursuz gecede gördük. O geceye kadar ismi falan yoktu. Biz onu diğer dedeler gibi sanıyorduk. Adam'ın gitmediği ülke kalmamış. Biçerdöver gibi adam." diyen Ömer dönüp Rahman'a baktı.

" Reis o gece sen baygındın. ŞahMelik'in neler yapabileceğini bilmiyorsun."

Rahman sanki kendikendine konuşuyormuş gibi mırıldanıyordu.

" Biliyorum kardeş biliyorum. " deyip tuttuğu nefesi sessizce bıraktığını camın buğulanmasından anlamıştım.

Birbirine vurduğum eldivenli ellerimden çıkan tok ses bana bakmalarını sağladı.

" Şimdi gülüyoruz beyler. Madem ŞahMelik anlatacak, huzurlu bir şekilde Haydar Ali'yi alıp Vatanımız'ın yolunu tutuyoruz. Az kaldı Reis. Topla moralleri bu senin görevin. " dediğimde Rahman gülerek uzandı ve sol omzuma şevkatle vurarak minnetini gösterdi.

" İyiyiz biz ! İyiyiz değil mi lan ? " deyip Koray'ı parmağı ile dürttü.

" İyiz Reis ! Çok iyiz hamdolsun. " dedikten sonra Rahman'ı koltuğunun altına alıp sarıldı.

Artık gelmiştik. MİT'ci çobandan aldığımız istihbarata göre; Ammar ikiyüz metre önümüzdeki yayla evlerinden birindeydi. Hangisinde olduğunu kapısına diktikleri nöbetçiden anlayacaktık.

Araçları uygun bir yere çekip yüz metre yürümüştük ki diğer araçtan inen kardeşlerimin gözlerinin hâla Rahman da ve Koray da olduğunu gördüm. Haklı olarak onlarda huzursuzdu ikilinin durumundan.

Rahman anlamış olacak ki yüzüne kapattığı maskesini tekrar kaldırdı.

" Muhafızlar, kardeşlerim, size döndüğümüzde herşeyi açıklayacağız. Morallerimiz çok iyi, sadece Koray ve beni ilgilendiren bir durumdan ötürü şok yaşadık. " deyip bana döndü.

" Bora şimdi bütün evleri göreceğin bir yere çık ve şu köpek nerede bul. Biz yavaş yavaş sızıyoruz köye."

" Olmuş bil Reis ! " deyip oldukça seri bir şekilde önümdeki tepeyi tırmanmaya başladım.

Köy dediğimiz yer küçük bir derenin içinde, yaklaşık elli haneden oluşan küçük bir ev topluluğuydu. O elli hanenin sadece on hanesinin dolu olduğundan adım gibi emindim.

Benim işime en çok yarayanı ise etrafta kaçıpta saklanacakları ne bir kayalık vardı, ne de orman. Araziye ve çevredeki ahırların çoğunluğuna bakılırsa, bu çevredeki yaşayanların geçimlerini hayvancılıktan sağladığı belliydi.

Uygun bir taş arkasını bulup yere yattım.

' Bismillahirrahmanirrahim '

Dürbün kapaklarımı açtıktan sonra köyü taramaya koyuldum.

Sadece üç evin ışığı yanıyordu ama ne bir nöbetcisi vardı, ne de dikkat çeken herhangi bir hareket. Saatime baktığımda sabahın dördüne yaklaşıyordu.

' Dur bir dakika ! '

Köyün doğu tarafındaki, iki katlı bir evin ön beton avlusunda bir çiftin panik halinde, alelacele dışarda birşey konuşup tekrar içeri girdiklerini gördüm.

' Namaz vaktinede daha var. Neden bu saatte ayaktalar bunlar ? '

Evin her penceresini tarıyordum, ışıkta yoktu harekette.

'Ulan Ammar ! Eğer burada değilsen yazıklar olsun benim Kartal gözlülüğüme.'

Herhangi bir yakın hedef ihtimaline karşı tabancamı tetikteki sağ elimin yanına alıp, gözümü hedeften ayırmadan telsize konuştum.

" Reis doğu tarafındaki iki katlı ev. Nöbetçi yok, yanan herhangi bir ışık yok, hareket yok ama ikinci kattaki avluya bir çift çıkıp hararetli bir şekilde konuşarak geri girdi. "

" Evin etrafını, çevre evleri falan tara kardeş senin komutunla çıkmaya hazırız."

" Anlaşıldı ! "

Arkasındaki kerpiç ev temiz, solundaki açık traktör garajı temiz, sağındaki beton ev temiz.

' Ulan, bune rahatlıktır be ? O eve topu topu yedi, bilemedin sekiz kişi sığar. '

" Karabasan serbest çıkabilirsiniz. "

" Anlaşıldı kardeş ! Seyret kardeşlerini. "

' Zevkle ! '

Aramızda yüz metre vardı. Herhangi bir durumda, oradaki bir adamın parmağı kadar küçük hedefi dahi vuramamam için bir sebep yoktu.

Muhafızlar eve hızlı bir şekilde yaklaşırken, gözümün önüne avına sinsice akıp giden yedi kişilik karakurt sürüsü geldi.

Kenan, Samet, Sinan, Oğuz evin boş olduğunu tahmin ettiğim alt katta evin çevresini kolladığını gördüm. İkinci katın avlusunada Ömer, Koray ve Rahman sızıyordu. Rahman telsize fısıldadı.

" Kartal, uçabildiğin kadar hızlı uç buraya. Üç tane pencere var, biri boş kalıyor. Bir kişi bile çıkmayacak buradan. "

" Anlaşıldı Reis ! " deyip oldukça hızlı bir şekilde dürbün kapaklarımı kapatıp silahımı sırtıma çapraz astım, tabancamıda bacak kılıfıma koyduktan sonra tepeyi süratli bir şekilde inmeye başladım.

Eve yaklaştığımda kısa namlulu TAR-21 silahımı alarak üst kata çıktım.

" Kartal tamam ! "

Karabasan son komutları vermeye başladı.

" Kartal, C4, Gölge ben kapıdan girerken sizde aynı anda pencerelerden gireceksiniz. Dikkat edin evde Haydar Ali'nin dışında çift ve çocukları olabilir. "

Üçümüz ayrı ayrı pencere altlarına süzülürken Rahman giriş kapısının on metre karşısına geçti.

" Beyler işaretimle hızla dalıyoruz ! "

Rahman herbirimizde göz gezdirip hazır olduğumuzdan emin olduktan sonra olduğu yerde vücudunu olabildiğince gerip işaretini verdi ve gergide bekleyen mızrak gibi kendini bıraktı.

Rahman fırladığı anda dirseğimle üç kanatlı pencerenin ortasındaki camına aynı anda iki darbe indirdim. Camın tamamına yakını aşağı inerken balkon korkuluğuna ayağımı dayayıp kendimi içeri fırlattım.

Herkes ekranlarda meskun mahal operasyonlarına şahit olmuştur. Evin içine giren, asker veya polis arkadaşlar var gücü ile peşpeşe ' Yat Yat Yat! ' derler. Bu ani çıkışınız eğer karşınızdaki insan amatör, eğitimsiz biri ise şok olmasına sebep olur ve beyni yatması için ona hükmeder.

Tabi bizim gibi camdan veya kapıdan büyük bir gürültü ile giriliyorsa ve olanca gücünüzle 'Allah' diye bağırıyorsanız, bunun üzerinede gece karanlığında yüzünüzdeki özel yapım korkutucu maskenizi görmesi eklenirse, adam şok değil, önünüzde adeta felç kesiliyor.

Yatmaları hususuna gelince.

Bizi görünce felç anında beyni onları hükmü altına almadan biz çoktan kalemlerini kırmış oluruz. Bizim işimizin bir kolay yönüde budur. Bizde ' Adam size silah çekmeden siz çekmeyeceksiz ! ' gibi bir kanun yoktur 'Gör ve yok et !' vardır.

Bende o emre harfi harfine uyuyordum.

Pencereden daldığımda yer yatağında yatan adamın üzerine düştüm. Dizimi onun bazısına bastırırken attığı çığlığa aldırmadan, önce girdiğim pencerenin altındaki kanepede yatan, gözleri şok ile açılmış şerefsizin alnına doğrultup ateş ettim. Daha sonra arkamı dönmeden, koltuğumun altına kıstırdığım namluyu karşı kanepedeki şerefsizin göğüsüne iki el ateşledim. O adamın akçiğerleri 7.62 merminin kuvvetiyle arkasındaki beyaz duvara sıvanırken, dizimin altındaki şerefsizin ilk önce açık olan ağızına, daha sonra başına seri şekilde sıktım. Dantelli yastığa yapışan kanı ve beyin parçacıklarını gördüğümde annemlerin bir hafta önce açtığı, kız kardeşimin çeyiz sandığı geldi aklıma.

' Sana değil, o el emeği dantellere acıyorum onun bunun çocuğu.'

Kapalı kapının arkasında ki çığlıkları duymazdan gelerek kapıyı açtım.

Giriş holünde iki ceset ve başını kollarının arasına almış, cenin pozisyonundaki kadını gördüm.

Rahman'ın kırdığı kapının arkasında ki adamı gördüğümde şok geçirdim. Bu kadınla hararetli konuşan ev sahibiydi.

' Hayır ! Rahman böyle bir hata yapmaz' diye içimden geçirerek adamın şah damarını yokladım. Nabızın düzenli olduğunu hissettiğimde vücudunda herhangi bir yara olup olmadığını kontrol etmeye başladım. Herhangi bir en ufak yaraya dahi denk gelmedim. Burnunda ki kan dışında.

Rahman ve Koray'ın arkamda ki odadan ellerinin altındaki bir şerefsizle çıktığını gördüm.

Daha sonra karşılarındaki odanın kapısı açıldı.

' Haydar Ali '

Evet ! Üzerindeki perişanlığa bakılırsa Ömer'in kucağında için için ağlayan çocuk Haydar Aliydi.

Rahman elindeki adamı bana teslim ederek yerde yatan bayana yönelip dizlerini yere koydu.

" Tamam abla kalk geçti. "

Kadın başını ellerinin arasından çıkartıp. Rahman'ın yüzüne baktığında bağırmaya başladı. Rahman parmağını kendi dudağına götürüp sus işareti yaptıktan sonra bukez arapça konuşmaya başladı.

" Bağırma biz dostuz. Biliyorum korkuyorsun ama çıkartamam maskemi." dedikten sonra kadın aniden toparlanıp oturduğu yerde sırtını duvara yasladı.

Başını yerde yatan kocasına çevirdiğinde sessizce ağlamaya ve kocasına doğru hızlı bir şekilde emeklemeye başladı.

Karabasan;

" Yok birşey bayıldı sadece" deyip bize döndü.

"Çıkartın şu köpeği dışarı."

Ensesinden tuttuğum şerefsizi kırık kapıdan avlu olarakta kullanılan terasa çıkardım ve ensesine baskı yaparak diz çökmesini sağladım.

Ömer kucağındaki Haydar Ali ile çıkarken, Koray da baygın ev sahibini koltuklarının altından tutup dışarı sürüklüyordu.

Elimi uzatıp Haydar Ali'nin başını okşadığımda tebessüm etmesi bütün sitresimin uçmasına sebep oldu. Ne kadar tebessüm etsede gözlerindeki açlığı, yorgunluğu, korkuyu görebiliyordum.

Rahman, elinde kılıfın içindeki kılıçla çıkıp Haydar Aliye doğru ilerledi.

Ömer'in ayaklarının üzerine bıraktığı Haydar Ali, onun yanına çömelen Rahman'ı seyrediyordu. Rahman sol kolunu omzuna attığı Haydar Aliye bakıp.

"Haydar Ali yaran var mı koçum ? Bir yerin acıyor mu ? "

Haydar Ali başını iki yana sallayarak cevap verdi.

" Yok acımıyor. " deyip sanki birşey söyleyecekmiş gibi Rahman'a bakmaya devam etti.

" Abi siz Turkıye Turku musunuz ? "

Rahman Haydarı'n başına başını dayayarak;

" Evet biz Turkıye Turkuyuz " deyip bize baktı.

" Ne güzel konuşuyor la bu. " deyip güldü.

Haydar'ın gözleri sevinçten ışıl ışıl olmuştu.

" Dedam söylediydi 'Onlar gelür' diya. " dediğinde Karabasan dahil bütün Muhafız'lar Haydar'ın yüzüne bakıp dikkat kesildi.

" Ne söylemişti deden Haydar Ali ? "

" ' Beklenen gelecah ! ' dediydi. "

" Kimmiş beklenen Türkiye mi ? "

Haydar Ali'nin Karabasan'a doğru dönüp bakışı büyük bir insanın hüzün dolu bakışından farksızdı.

" Yoh Turkıye değıl. " deyip yutkunduktan sonra;

" Peygamber'in ordusu, Muhammed'in ordusu gelecah dediydi " deyip Karabasan'ın omzuna başını koydu ve hüngür hüngür ağlayarak içini dökmeye başladı.

' Allah bize yaşattığı bu gururu tüm kullarına nasip etsin. '

Karabasan ne kadarda zor olsa Haydar Ali' nin yüzüne bakmak için başını omzundan ayırdı.

Taktik pantolonun yan cebinden çikolata çıkartıp sakinleşmesi için Haydar'a uzattı.

" Acıktın mı? Bak, al hadi ! "

Haydar çamurlu eli ile gözlerini silerken konuştu.

" Yoh ac davilim. "

Karabasan çikolatayı eline doğru yaklaştırdı.

" Neden sevmez misin verdiğimi ? Abilerinde başka şeylerde vardır istersen onlardan verelim."

'Al işte be çocuk. Bakalım ne zamandır yemiyorsun bu çocukların en sevdiği şeyi ?'

Haydar aldığı çikolatayı Rahman'a tekrar uzatırken konuşmaya başladı.

" Yok severim. "

Karabasan;

" Peki neden almıyorsun yavrucuğum verdiklerimizi ? " demesiyle o can alan sözcükler Haydar Ali'nin dudaklarından dökülmeye başladı.

"Siz Resulullah'ın ordususunuz. Aclıhdan ölüp Allah'ın huzuruna varsam, ben çocuğum ve Allah bana hesab zormaz, lakün sizün kumanyanuzı yersem siz bir garış geri galsanız bunun vebalünü ödüyemem!"

İşte buydu !

Rahman'ın karşısında donup kalmasını sağlayan, elimizin altındaki köpek hariç, orada bulunanları duygu fırtınasına sürükleyen bu kelimelerdi.

Karabasan ayağa kalkıp bizlere arkasını döndü ve maskesini çıkardı. Biliyordum ağlamak istemiyordu bu köpek karşısında.

Tutmalıydık! Hepimiz bu kelimeler karşısında mecburen tutmalıydık kendimizi.

Rahman maskesini indirip çikolatayı Haydar'a verdi.

" Ye çocuk ye ki sende o orduya nefer ol. "

Haydar Ali başını yukarı kaldırıp Rahman'a baktı.

" Tamam o zaman helâl et abi. "

Rahman;

" Helal olsun " deyip kan bürümüş gözlerini adama çevirdi ve kılıcı kınından çıkardı.

" Haydar Ali bu kim biliyor musun ? "

" Evet abi. O'nun ismi Ammar. " dediğinde adam korku dolu gözlerle sessizce başını kaldırıp Rahman'a baktı.

Rahman adamdan gözlerini ayırmadan;

" Haydar Ali gönül ister ki bu adamı kollarını keserek, bacaklarını biçerek yavaş yavaş öldürmek, ama Peygamber efendimiz Hendek savaşında bunu yasaklamıştır. " deyip tekrar Haydar Ali'nin yanına çömeldi ve kılıcı ona uzattı.

" Sen öldürmek istermisin dedeni öldüren bu köpeği ? Tek yapman gereken benim gösterdiğim noktaya derin bir kesik atmak. "

Haydar Ali iştahla ısırdığı ağzındaki lokmayı zorla yuttuktan sonra Ammar'a baktı.

" Yok abi ben onun gibi yapmam. Allah versin cezasını. "

Ammar biraz olsun umut kokan Haydar'ın bu sözleri karşında tekrar Rahman'a baktı.

Rahman;

" Olmaz Haydar Ali kısasa karşı kısas vardır. " deyip ellerimin altındaki Ammar'a yaklaştı. Ömere bakarak;

" C4, Haydar Aliy'i aşağı indir kardeş."

Ömer Haydar'ın başına elini koyup.

" Hadi bakalım aslan. " dedikten sonra merdivenleri inmeye başladılar.

Rahman gözlerime bakıp.

" Kartal, af yok, aman yok kardeş. " dediğinde adamın ensesini bırakıp kürek kemiklerinin arasına kuvvetli bir tekme attım.

Ammar yere kapaklanırken Rahman kılıcı olabildiğince şahlandırıp adam kalkmaya çalıştığı anda ensesine indirdi.

' Tam isabet. Tim'in bıçakcısına yakışan bir infazdı bu. '

Adamın başı yere 'Tokk' sesi ile düşerken atar damarından attıran pis kan çoktan yolunu bulmuş, süzülmeye başlamıştı.

Rahman kılıcı cesedin üzerine koyup yeni yeni ayılmaya çalışan ev sahibi adama doğru yürüdü.

Kocasını kollarında tutan eşi yerdeki dehşetin şokunu yaşıyorken, ona doğru gelen Rahman'a başını kaldırıp bakmadı bile.

Henüz cesedin farkına varmayan adam üzerine gelen karanlığı gördüğünde aniden oturduğu yerde toparlanarak eşini arkasına alıp vücudunu siper yaptı.

Rahman iki avcunu açıp vücut dili ile dur demeye çalışarak arapça konuşmaya başladı.

" Dur kardeşim ! Çekinme bizden. " deyip elini omzuna attı. Adam irileşmiş gözlerle karşısındaki insan üstü ölüm makinesine bakarken, Rahman devam etti.

" Bizim işimizde bazen böyle kazalar oluyor. Bu duruma düşmene sebep olduğum için kusura bakma. Artık korkulacak birşey kalmadı. "

Rahman adamın önünü açarak yerde yatan leşi görmesini sağladı.

Adam ceseti gördüğünde zorla ayağa kalktı ve süratli bir şekilde cesede yürüyüp tekmeler savurmaya başladı.

Adamı kucaklayıp sakinleşmesi için bir süre tuttum. Seri bir şekilde nefes alan adam Rahman'a başını çevirdiğinde nefesini tuttu.

Adamı bıraktığımda koşarak Rahman'ın elini ellerinin arasına aldı. Rahman ne kadar elini indiriyorsa adamda o kadar kaldırmaya çalışıyordu öpmek için. Bu cebelleşmenin sonunda kazanan Rahman olmuştu.

Adam bir süre yüzüne bakıp konuşmaya başladı.

" Allah sizden razı olsun. Bir haftadır bana etmediklerini bırakmadılar. Siz kimsiniz yiğitler ? " deyip Koray'a, Ömer'e, bana ve Rahman'a tek tek baktı.

Rahman adamın omzuna elini atıp;

" Bizim kim olduğumuzu boşver. " dedi ve bize döndü.

"Hadi beyler bian önce çıkalım güneş doğmadan sınıra gitmemiz lazım. " deyip merdivenlere yöneldi.

Merdivenlerin başında birşey unutmuş gibi adama tekrar döndü.

Yerdeki leşi göstererek;

" Bu şerefsizin sahipleri buraya gelecektir. 'Kim yaptı bunu ?' derseler.

'Sekiz kişilik Gök yeleli Bozkurt.' dersiniz. Onlar bizi tanır size ilişmezler. Allah'a emanet olun " dedi ve merdivenleri adımlamaya başladı.

Aşağı indiğimizde geneli altmış yaş üzeri, ellerini önlerinde bağlamış, kadınlı erkekli onbeş kişilik köy halkı bizi bekliyordu.

Rahman Haydar Aliy'i omzundan tutup yanına aldı. Haydar'a baş selamı verdikten sonra köylülere bakıp bir Selamda onlara verdi.

" Selamun Aleyküm. "

Herkes aynı anda ellerini göğüslerine götürüp verilen selamı aldıktan sonra ortalarını bize yol vermek için açtılar.

Onları geçtiğimde arkama baktım. Her birinin gözleri ' Biz sizlere muhtacız ' dercesine haykırıyordu sanki.

Biz karanlıkta kaybolurken Koray koşar adım Rahman'ın yanına yaklaştı ve omuz attı.

" La bıro ! Ben neyi merah ediyom biliyon mu ? "

" Hıh gene başladıh. Yoh neyü merah ediyon ? "

İnanılmaz zevk alıyordum Rahman ve Koray'ın yanyana gelip kendilerine özgü şiveleri ile konuşmalarından. Birde aralarında tartışılacak birşey varsa tadından yenmez. Al çekirdeğini seyret bu ikiliyi.

Koray maskesini kaldırıp derince bir nefes aldı.

" Ev sabına niye vurdun la sen ? "

Rahman hatasını hatırlamış olacak ki pişmanca başını sallayıp Koray'a baktı.

" Ben vurmadım oğlum kaza işte. "

" Birde bana dersin ' Lafı dolaştırıyon ' diye. Ne gazası oğlum söylesene ? "

Rahman gözlerini Koray dan kaçırarak;

" La.... İşte.... " deyip olduğu yerde durdu. Bizde peşinden durup cevabı merakla beklerken konuştu.

" La ne bileyim ben süpermen miyimde kapının arkasını göreyim. Adam karısıyla kapının arkasındaymış. Bir den vurup içeri daldığımda adam kapı ile duvar arasında kaldı bayıldı. Kadında sağolsun aniden yere yatıp hayat üçgenini kurdu. Baya işime yaradı arkadaki ikiliyi indirmek için."

Koray iki elini vurup tekini dudaklarına dayadı ve sessizce kahkaha atmaya başladı. Onunla beraber Haydar Ali dahil herkes gülmeye başlamıştı.

Koray;

" İyide baba sende insan gibi dalmamışsın ki. Kapının üst menteşesi kopmuştu oğlum. "

Rahman maskesini çıkartıp ciddi bir şekilde Koray'a baktı.

"Gölge görev daha bitmedi. Geç arkaya !" deyip kolunun altındaki, onun yüzüne bakmakta olan Haydar'a göz kırpmayıda ihmal etmedi.

Koray sahte bir ciddilik takınarak arkaya ilerlerken Rahman kendi kendine konuşmaya başladı.

" İnsan gibi girmemişim. Yok zili çalıp

' Overlokçu geldi ' diyeydim anasını satayım. " deyip durdu ve kendi kendine o nadir gördüğümüz kahkahasını attığında, bizde kendimizi sıkarak hapsettiğimiz kahkahalarımızı daha fazla dayanamayıp serbest bıraktık.

Saat: 19:00 Ankara

Yuva'ya indiğimiz de Korhan Albay ile konuşmasını bitiren Rahman, Korhan Baba'nın bütün timi evine davet ettiğini, söylemişti. Biz değil ama Rahman gayet iyi biliyordu bu plansız davetin sebebini.

" Rahman gelmedi mi gençler ? " dedi bahçesindeki masanın en başında oturan Korhan baba.

Söze giren Koray olmuştu.

" Haydar Ali garajdaki motosikletleri görünce heves yaptı baba. Rahman da bir-iki tur attırıp getireceğini söyledi. "

Korhan Albay tek kaşını kaldırıp Koray'ın söylediklerini başını sallayarak sessizce onayladı.

Gülsüm Anne " Hoşgeldiniz " dedikten sonra, kendisine seslenen Korhan Albay'a ilerledi.

Korhan Albay;

" Önemli bir misafirimiz gelecek. Ben seni telefonla arayıp müsade etmeden bırak buraya kimsenin gelmesini perdeler dahi kıpırdamayacak. Tamam mı ? " Gülsüm anne bir süre meraklı gözlerini bizde gezdirdikten sonra Korhan Babay'a gözlerini kırptı.

" Tamam "

O giderken Korhan Albay'ın telefonu çaldı.

Ekrandaki ismi gördüğünde yaslandığı yerden toparlandıktan sonra telefonun açma tuşuna basıp ayağa kalktı.

" Herşey istediğin gibi gelebilirsin. "

Bu evde hiç bu gibi durumlarla karşılaşmadığımız için, içinde bulunduğumuz ortam bütün timi germeye başlamıştı.

Beş dakika sonra bahçe kapısından 1.85 boylarında atletik, bir o kadarda yapılı vücudunu kaplayan siyah tişörtün üzerine geçirdiği düğmeleri açık hâki renkteki gömleği ve koyu krem kargo pantolonu ile 45 yaşlarda asker olduğu kolaylıkla anlaşılan, yaşına göre son derece karizmatik görünen bir adam girdi.

Korhan ve Orhan Albay kendilerini toparlayıp el sıkıştıktan sonra Korhan baba kendi yeri olan masanın başını gösterdi.

Adam kendisi ayakta dimdik dururken, komutanlar ve Tim'e iki eli ile oturmalarını işaret etti.

Masanın başında sanki bir insan değilde, otoritenin, korkunun, disiplinin, çevikliğin tek bir tuvalde toplandığı resim duruyordu.

Bu Korhan ve Orhan Baba'nın bile karşısında el bağladıkları askerin, kalın kahverengi kaşları, yeşil gözleri, parlak beyaz bir teni vardı. Sık kahverengi saçlarının arasına ara ara düşen beyazlar hem geçmişte yaşadığı acıların, sıkıntıların, sayısız görevlerin, hemde bu yaşadıklarından ne kadar tecrübe kaptığının açık bir kanıtıydı. Adım gibi emindim bu o'ydu.

' ŞahMelik !!! '

Bizi denetleyen, çocukluğumuzdan bu yana ne sesini duyduğumuz, ne de yüzünü gördüğümüz ŞahMelik. O'nun Harb kitaplarına dökülecek eşsiz stratejileri, savaş hileleri ile geçmişti çocukluğumuz ve derslerimiz.

"Tam değiliz Korhan." dedi sorgulayan, keskin bakışlarını bizden ayırmadan.

Korhan Albay gözlerine bakıp.

" Türkmen çocuk Haydar Ali, motosiklete heveslenmiş. Birazdan gelir Reis. " demesi ile bu adamın Dedemiz ŞahMelik olduğu kesinleşmişti.

Dikkatimi çeken şey ŞahMelik'in sık sık Koray'a bakışıydı. Koray ise onun aksine başını hiç ona çevirmiyor, ifadesiz bir şekilde parmağındaki yüzük ile oynuyordu.

Geride bıraktığımız onbeş dakikanın sonunda Rahman'ın 1000'lik canavarının kükremesi duyulmuştu. Evin önüne yaklaşan ses, bir süre rölanti de çalıştıktan sonra durdu.

Rahman bahçe kapısını açıp Haydar Ali ile birlikte evin giriş kapısını çaldı.

Kapı açıldığında ölüm sessizliğinde olan ev Haydar Ali ile birlikte düğün evine dönmüştü. Buradan görünmüyordu ama Zümra'nın, Şûra'nın ve Fatıma Anne'nin sevinç naraları birbirine karışmıştı.

Rahman kapıdan Haydar Ali'yi bıraktıktan sonra masaya doğru ilerledi. Komutanlara bakıp Selam vererek gayet sakin bir şekilde masada ayrılan yerine geçti.

ŞahMelik Masanın başında, Korhan Albay sağında, Orhan Albay solunda, Rahman ise masanın diğer başındaydı.

ŞahMelik tıpkı Koray gibi ona gözünü çevirmeyen Rahman'a bir müddet baktıktan sonra konuşmaya başladı.

" KaraKurtlar ! Siz beni tanımazsınız ama ben sizi iyi tanıyorum. " deyip yaslandığı sandalyeden öne doğru çıkarak ellerini masada bağladı.

" Biz üç kardeştik. Ben daha 9 yaşındayken babam iş kazası sonucu felç kaldı. Bağlanan maaş az olduğu için ablam, annemle birlikte tarlalarda çalışıyor, ben ise okulu bırakmış, yeri geliyor ayakkabı boyacılığı yapıyordum, yeri geliyor inşaatlarda tuğla taşıyor aileme destek oluyordum.

Babamın bana o küçük yaşımda aşıladığı en önemli iki şey Allah ve Bayrak sevgisiydi. O küçücük halimde daha fazla para kazanmak için ailemden habersiz Antalya'ya kaçtım. Orada sıcak havalardanda faydalanıp banklarda yatıyor, otellerin tuvaletlerini, zenginlerin yatlarını temizliyor, memlekettekinden daha çok olduğunu gördüğüm paralar kazanıyordum.

Daha sonra şirin yüzlü bir manav amca ile karşılaştım. Bir gece güzel bir yemek ısmarlayıp konuşturdu beni. Bu konuşmamdan benim nasıl bir zihniyete sahip olduğumu anlamış olacak ki bana bir teklifte bulundu. Bende teklif ettiği şeyin Peygamber davası olduğunu anladım ve koşulsuz şartsız kabul ettim. Ada'ya gittikten sonra aileme benim adıma aylık yüzü güldüren miktarda para gönderildi. İki yıl sonra, 11-12 yaşlarında ailemin yanına gidip on gün kaldıktan sonra geri döndüm. Yani ben siz gibi şanssız değildim. İki yılda bir on günlüğüne gidebiliyordum.

Korhan ve Orhan komutanlarınızında içinde bulunduğu Timimiz kuruldu. Sekiz yıl sonra ufak görevlere gitmeye başladık. On yıl sonra tamamen eğitimimizi bitirip KaraMuhafızlar'a katıldık. 'Manav kimdi ?' diye düşünürsünüz. Manav baş Dedemiz Akçakocaydı. Akçakoca beni Timimden ayırıp yanına çekti. Özel görevlere, ses getiren suikastlere gönderdi.

Memleketimde galeri dükkanı açtım. Görev geldiğinde şehir dışında araç almaya gidiyorum bahanesi ile ülke ülke görevlere gidiyordum. "

Uzun bir konuşmadan sonra bir yudum su içip ciğerlerini oksijenle doldurdu ve devam etti.

" Yıl 1988; bir parçamız, canımız, kanımız dünyaya geldi. Bu yavru kurt üç yaşına geldiğinde yaşına göre çok çok yüksek olan zekâsı gözümden kaçmamıştı. O zamandan eğitmeye başladım. Dört yaşında Kuran-ı Kerimi okumaya başlayıp, beş yaşında hatim etti. Yavaş yavaş canını yakmaya başlamıştım herkesden gizli. O kadar mükemmel bir çocuktu ki; daha o yaşta sırrımızı saklaya biliyordu. Ailesine verdiğim eğitimlerden bahsetmiyor, bu eğitimde daha da, daha da ileri gitmek istiyordu. O mükemmelinde mükemmeli olacaktı.

Düşünün; Çok sert yakın dövüş eğitimleri alıyor ve bundan ailesine hiç bahsetmiyor. Ufak tefek yaralanmalarını sorduklarında ise, arkadaşları ile kavga ettiğini söylüyordu. Sonunda onun piştiğine karar verdim. " deyip başını kaldırdı Rahman'a baktı.

"Daha toprağa verdiği oğlunu unutamayan ablama aldırmadan onun kaçırılmasına sebep oldum. Ablamdan çok İslam'ın, Bayrağın ihtiyacı vardı ona ve onun gibilerine. Bizim Çete'ye ihtiyacımız vardı."

Eli ile Rahman'ı gösterip devam etti.

" Rahman Alganoğlu benim, ŞahMelik'in öz yeğeni. " dediğinde bütün Tim nutkumuz tutuk halde Rahman'a baktık.

Söylenecek söz bulamıyorduk. Bir dayı öz yeğenini nasıl bu cehenneme atar ? Evet cehennemdi, on yaşındaki bir çocuk için o ada tam bir cehennemdi. Eğitim diye yaptıkları işkenceler, daha o yaşta aldığımız insan üstü eğitimler. Evet bu müfredatın hepsinden ŞahMelik'in haberi vardı. Bunu herkes biliryordu ki hepimizden çok Rahman'a yükleniliyordu.

Bunun için henüz 3 yaşında temelleri atılan Rahman hepimizden daha iyiydi

Rahman kanlanmış gözleri ile Korhan ve Orhan Albay'a baktı.

" Sizin bundan haberiniz varmıydı komutanım ? "

Korhan Albay Rahmana bakıp;

" Dayın anne tarafının evraklarında oynama yapıp kendini silmişti evlat. Sadece küçük dayın Mahir görünüyordu annenin kardeşi olarak. " dediğinde Rahman sakince başını indirip ahşap masanın verniğini tırnağı ile yolmaya başladı.

Yüzlerine bakmadan devam etti.

" Ne zaman haberiniz oldu peki komutanım ? "

"Sen başladıktan dört yıl sonra. Sana söylemememiz için emir aldık. "

Masayı bir müddet sessizlik kapladı. Rahman yüzüne bakmadan parmağı ile dayısı ŞahMeliki gösterdi.

" Bana sadece Hüdayi dayım ' Çete ' diye hitap ederdi. Yaramaz kavgacı olduğum için. "

ŞahMelik'in ilk defa tebessüm ettiğini görmüştük. Şüphesiz bu, Rahman'ın ona hâla 'Dayı' demesinden kaynaklanıyordu.

'ŞahMelik'in ismi Hüdayi.'

Rahman başını kaldırıp, kaşları çatık dayısına baktı.

" Hayatım boyunca seni örnek aldım, en çok senin olmanı istemiştim düğünümde. Gelmedin. Aradığımda Gaziantepte kaza yaptığını söylemiş, bir hafta sonra gelmiştin. Kaza değildi görevdi." dediğinde ŞahMelik başını sallayarak onayladı.

Masada on dakika kimse konuşmadı. Rahman kendi mahkemesinde kendini yargılıyorken, bizde artık ŞahMelik'ten çok onun neler söyleyeceğini merak ediyorduk.

ŞahMelik daha fazla beklemeyip ayağa kalktığında Rahman hariç masadakilerde ayaklandı.

" Tanıştığıma sevindim gençler. Allah'a emanet olun. " deyip bahçe kapısına yöneldi.

Biz onu seyrederken arkamızdan bize yabancı olmayan metal sesi geldi.

Başımızı Rahman'a çevirdiğimizde kelebek bıçağı çoktan açılmış tanıdığımız en iyi ustanın elinden ŞahMeliğe doğru savrulmuştu.

Nabzımın hızı nefesimin kesilmesine sebep olmuştu ki bıçak ŞahMelik'in otuz santimetre yanındaki Sundurmanın kalın, ahşap direğine saplandı.

ŞahMelik yavaş yavaş bıçağa bakarken onu yolcetmek için ayaklanan komutanlar aniden Rahman'a döndü.

Rahman;

" Cezanı çekmeden nereye gidiyorsun dayı ? İçerde yemekler hazır. Şu emanetini al babamın o çok sevdiği kaşık salatandan yap."

ŞahMelik gözlerini bıçaktan ayırarak başını yere eğip yavaşça salladı ve dolan gözlerini göstermemeye çalışarak elinin tersi ile sildi.

Bıçağa yavaş yavaş elini atıp saplandığı yerden çıkararak Korhan Baba'ya döndü.

" Söyle malzemeyi getirsinler Korhan. "

Korhan baba kolundan tutup;

" Olur mu öyle şey Reis ? Sen otur biz hallederiz." deyip Rahman'a bakarak gözlerini irileştirip kaşlarını çattı.

ŞahMelik kolunu Korhan Albay'ın pençelerinden kurtarıp;

" Söyle malzemeleri versinler Korhan. " dedikten sonra bize baktı.

"Yeğenlerimin canı benim salatamdan çekmiş. "

Korhan Albay başı ile onaylayıp kapıya yöneldi.

Rahman başını sallayarak;

" Sen anneme ne hesap vereceksin onu düşün."

ŞahMelik şakadanda olsa yutkundu.

" Annen cezamı çoktan verdi Çete. Senden önce o'na anlattım."

Rahman hayretle kaşlarını kaldırdı.

" Nasıl yani ? E hâla yaşıyorsun. "

ŞahMelik Tim de gözlerini gezdirdikten sonra Rahman'a baktı.

" Yaptıkları benimle ablam arasında. Boşver Kurtlar'ın yanında beni küçük düşürme."

Rahman gülüp, hızlı adımlarla giderek ellerini öptü ve yıllardır dokunamadığımız Dedemizle sıkı sıkıya kucaklaştılar.

Dayısının saç ve göz rengini saymazsak o anda Rahman'ın tıpa tıp dayısının kopyası olduğunu gördüm.

Rahman kendini geri çekip ŞahMelik'in gözlerine baktı.

" Kızdım dayı çok kızdım. Ne işimden vazgeçebildim ne senden. Beni öyle bir çukura ittin ki kapıdan kovulsan bacadan girmek istiyorsun. " dedi ve kenara çekilip hemen arkasındaki Koray'ı gösterdi.

" Ben neyse de. Bu çocuğun suçu neydi ? Bunu neden başıma belâ ettin ? "

Koray elini öpmek için ŞahMeliğe ilerliyorken, Rahman'ın bu çıkışı ile aniden çatık kaşlarla ona bakıp dişlerinin arasından konuştu.

" Çocuk derken müdür ? "

Koray elini öptükten sonra, ŞahMelik iki can dostun arasındaki muhabbete tebessüm ederek Koray'ın omuzlarından tuttu ve sıkıca sarstı.

" Ne Gölgesiz Karabasan olur, nede Karabasansız Gölge. "

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%