Yeni Üyelik
45.
Bölüm

44.BÖLÜM YANSIMA

@batingam

Kürşad'dan...

Sonun'da ayaklarımız yere basmıştı. Akademi'nin ilk gününden bu yana helikoptere binmeyi hiçbir zaman hazetmemişimdir. Pervanelerin üzerimize mermi misali fırlattığı toz zerrecikleri yüzümüzü yalarken, helikopterin bize küfrettiği hissine kapılıyor, inadına uzaklaşmaya çalışıyordum.

Tozdan kurtulup, etrafımdaki yüksek dağları, keskin kayalıkları ve derin kanyonları gördüğümde şark görevimi geçirdiğim Hakkari-Yüksekova gelmişti aklıma. Bizim en iyi anılarımız dağda geçerdi. Oranın dostluğuda, sohbetide, yemeğide, suyuda farklı bir haz verirdi insana.

2000 rakımlı, Tunceli-Ovacık Özel Harekat üst bölgesine indiğimizde belki 6 yıldır yüzünü görmediğimiz, devremiz Salih karşılamıştı bizi. Daha Helikopter alçalmaya geçtiğinde tanımış, bir oraya bir buraya adımlamasından anlamıştım ne denli heyecanlı olduğunu.

Yavuz amir, ben, Ozan ve Mert geçici görev için gelmiştik. Bizim gelişimizdeki amaç Kara Muhafızlar'ı iyi tanımamızdı.

Karşımızdaki yirmi kişilik Aslanlara baktığımda gözlerinin hâla helikopterde olduğunu gördüm. Hareketlerindeki o heyecanada bakılırsa, Kara Muhafızları'da aynı helikopterde beklediklerini düşündüm.

Salih, Yavuz Amir'e ilereyip selam verdi.

" Komiser Salih Sarı..."

" Emniyet amiri, Yavuz Tatar. "

Yavuz Amir, Salih'in uzattığı elini sıkıca kavradı.

"Amirim hoşgeldiniz."

" Hoşgördük Aslan. "

Tek katlı, prefabrik tipi karakolun kapısını gösterip;

" Buyrun Amirim içeri geçelim. " dedikten sonra bize yöneldi.

İnsan yıllardır görmediği devresini bu dağ başında görünce, anasına babasına olan hasretini onun sıkı sıkıya saran kollarında dindirmeye çalışıyordu. Bazı insanlara " Devrem " sözcüğü basit gelsede, bu sıfat basite indirgenecek birşey değildi. Annen'in yerini baba, babanın yerini anne tutmaz şüphesiz. Anneni, babanı, kardeşini, eşini ve evladın; bütün bunları içinde barındıran tek kişi devrendir.

" Lan nerelerdesiniz oğlum bee ? " diyen Salih önden Mert'e sarıldı. Peşinden sağ kolunun altına Ozan'ı, sol kolunun altına beni alarak;

" Oğlum duygulandım lan. Vallahi helikopter sesini duyar duymaz kalbim pır pır etti. "

Salih'in iri bir yapısı vardı. 1.80 boy, kumral saçları, kalın kaşlarının altındaki gözlerini uzun kirpikler gölgeliyordu. Çıkık elmacık kemiklerinin soğuktan kavrulması Güneydoğu'nun bir cilvesiydi. Gözünü budaktan sakınmayan cesur yüreği bu adamda yer etmişti.

Yüzündeki soğuk kuruluğunu gördüğümde Hakkaride yüz derimizi soyduğumuz o zor günler geldi aklıma.

Hoş beş işine ara verip içeri geçtik. Yavuz Amir çantasını indirmiş, kolları havada gerilirken bizi gördü.

" Hiç girmeyelim içeri vaktimiz yok. Salih sen timini hazırla hemen çıkalım."

" Hazırlar zaten Amirim. Buyrun. " dediğinde Mert araya girdi.

" Amirim kızmazsanız birşey söyleyeceğim. "

" Neden kızayım oğlum söyle. "

Mert elini kirli sakalına atıp bir müddet düşündü.

" Amirim bugün bizi ustasız bıraksanız. Yani siz gelmeyin, operasyonu buradan takip edin. "

Yavuz baba, gelen bu teklifin şaşkınlığıyla kaşlarını çatıp;

" Kamp basmaya gidiyorsunuz oğlum olmaz öyle saçmalık. Siz hayatınızda kaç kere kamp bastınız. "

Mert şansını biraz daha zorlamakta niyetliydi.

" Yavuz Baba; bırak gidelim kendimize olan güvenimiz artar lütfen. "

Yavuz Amir bir müddet gözlerini çekmeden Mert'e sessizce baktı.

" Bi çıkalım, iki timede bakayım, hoşuma giderlerse bakarız. "

Türk polisini beğenmemek mümkün mü ? Bizim içimizdeki sevinç alevlenirken, buna Salih'de eşlik etti.

Dışarı çıktığımızda iki tim halinde, otuz kişi esas duruşda bekliyordu.

Yavuz Amir Salih'e bakıp;

" Diğer timin komiseri kim ? " dediğinde timin en başımdaki memur Yavuz Amir'e iki adım fırladı.

" Komiser Semih Çelik. "

Yavuz Amir yüzünü Semih'e çevirip;

" Tamam kardeşim. " deyip tekrar Salih'e döndü.

" Amirinizin cenazesi vardı değil mi ? Buranın emir komutası sende galiba Salih. Sizden hariç kaç tim daha var ? "

Salih;

" İki tim daha var Amirim. " dediğinde Yavuz Amir moralsizce yüzünü ekşitti.

" Oğlum benim burada kalmam kaçınılmaz zaten. Herkes kendi timine komiserlik etsin. Ben buradayım. " dediğinde olduğumuz yerde, çocuk gibi zıplamamak için kendimizi zor tuttuk.

" Salih geç Timin'in başına. "

Salih hızla Timin'in başına geçip yüzünü Yavuz Babay'a döndü.

Yavuz Amir ellerini arkasına atıp, boğazını temizledikten sonra Timlere karşı konuşmaya başladı.

" Beni dikkatlice dinleyin kurtlar ! JÖH arkadaşların her zaman yaptığı iş bu. Ama sizin bir çoğunuz kamp baskınında yer almadınız. Alanlarda bir elin beş parmağını geçmez. Biz buraya sadece üç kişi neden geldik ? Allah nasip ederse öyle insanlarla tanışacaksınız ki ! Bütün aldığınız eğitimleri unutun, tanıdığınız bütün kahramanları şöyle bir kenara koyun, bildiğiniz stratejilerden onların yanında bahsetmeyi denemeyin. Onlar istemediği sürece görülmez, duyulmaz, iz bırakmaz. Onlardan ne kaparsanız sizin kârınıza. Gördüklerinizi kafanıza kazıyın; ama yaptıklarını yapmayın. Mert, Ozan ve Kürşad Komiserleriniz onlarla defalarca operasyonel faaliyetlere katıldı. Onlar hakkında tecrübeleri çok fazla. Çok mütevazi insanlardır. Sakın ha morallarini bozacak birşeylere kalkışmayın, artistlik yapmayın, yaptırmazlar, dediklerini yapmamazlık yapmayın, yaptırırlar. Unutmayın, onlar direk Cumhurbaşkanlığı'na bağlı. Altındaki feriştahı gelse onları yolundan çeviremez. Ha birde yeni komiser yardımcısı kız kardeşleriniz var. Mezun olduktan sonra ki ilk görev yerleri burası. Dağların acemisi olabilirler, onları küçük görmeye kalkarsanız kemiklerinizi kırarım. Ozan, Mert, Kürşad bilir ben boş tehtidler savurmam. Şimdi dediklerimi harfiyen yapın. Allah yar ve yardımcınız olsun. " dedikten sonra Salih'e döndü.

" Salih; alın Timlerinizi o kampı duman etmeden gelmeyin. Hadi koçum gazanız mübarek olsun. "

Biz arabaya doluşurken Salih Mert'e baktı.

" Kardeş nerede bu Künyesizler ? "

" Onlar çoktan inmiş bizi bekliyorlardır. Buluşacağımız yer kaç kilometre ? "

Ozan zırhlının kapısını kapatırken cevap verdi.

" Otuz kilometre sonra bizi bırakacaklar. Burası Gazetecilerin kaçırıldığı yer. Oradan intikal edeceğiz. "

Mert başını sallayıp, Salih'i onayladıktan sonra Salih tekrar konuşmaya başladı.

" Kardeş ! Yavuz amir yapmaz biliyorum ama... Sanki biraz abartmıyormu bu adamları ? "

Ozan, Mert ve ben birmize bakıp alaycı bir şekilde tebessüm ettik.

Söze giren Ozan oldu.

" Yavuz Amir onlar hakkında hiç birşey anlatmadı ki. Biz onların girdiği cengi gördüğümüzde, savaş hakkında hiç birşey bilmiyormuşuz dedik. "

Salih'in hâla inanmıyormuş gibi bir hali vardı.

" Ne bileyim kardeş ? Onlara tahsis edilen dev GMC Denali'ler. Üzerlerindeki belki bizim bir maaşımızla alamayacağımız botları ve kıyafetleri. Sadece biraz fazla fiyakalı görünüyorlar gibi. "

Salih'in dizine elimle yavaş yavaş vurup.

" Gidince görürsün kardeş. Neden şimdi kafanı yoruyorsun ki ? " deyip, oldukça gergin ve şaşkın gözlerle bizi dinleyen bayanlara baktım.

" Bacılar hayırlı olsun. Kusura bakmayın tanışmakta geç bile kaldık. İsimleriniz nedir ? "

İlk kumral olan söze girmişti.

" Benim ismin Hülya. " dedikten sonra yanındaki esmer, beyaz tenli olan söze girdi.

" Bende Zehra komserim. " dediğinde ben Mert'e bakarken, gözlerini Zehra'ya çevirdiğini gördüm.

Bizim şaşkın bakışlarımızı gören, zaten gergin olan Zehra, çekingen bir uslupla Mert'e bakıp konuşmaya başladı.

" Ko... Komserim ne oldu neden öyle baktınız ? "

Mert Zehra'yı daha fazla germeden cevapladı.

" Birşey yok ! Zehra benim gül yüzlü yeğenimin ismi. Daha on aylık ? "

Zehra'nın çaktırmadan derin bir nefes bıraktığını gördüm.

Korkuyordu, ölmekten değil gözden düşmekten, hata yapmaktan korkuyordu. Evet Kürşad'da bir zamanlar Komiser yardımcısıydı ve onun geçtiği yoldan oda geçmişti.

" Peki memleketler neresi ? " diye sordu Ozan.

"Ben Balıkesir merkezdenim komserim. " dedi kumral olan Hülya.

Esmer olanı;

" Ben de Tokat-Turhal'dan komserim. " Mert'in aniden kendi dizine vurması Zehra' nın sıçramasına sebep olmuştu.

" Yok canım daha neler ? "

" Komserim yine ne dedim ? "

Mert özürdiler gibi elini kaldırmıştı.

" Yok kardeş birşey. Biraz fazla tesadüfe rastladık. Bende Tokatlıyım, tabi doğal olarak yeğenim Zehra'da. "

Zehra'nın yüzündeki korku yerini şaşkınlığa bırakmıştı.

" Evet komserim, bayağı bir tesadüf. "

Salih telsizin kulaklığına bastırarak bize bakarak " Tamam ! " deyip;

" Beyler son bir kilometre. Hazırlanın neyle karşılaşacağımız belli olmaz. " dedikten sonra silahlarımızın askı kayışından kurtulup kar maskelerimizi indirdik.

Biz aracın durmasını bekliyorduk ki, Salih tekrar kulaklığına el attı ve;

" Ne oluyor lan ? " deyip panikle Ejderin küçük camından dışarı baktığında, yüzündeki panik hâl gözlerinin açılmasına neden olmuştu.

" Beyler birşeyler oluyor ama göremiyorum. Haydin biz inelim. "

Ejder'in kapı kolunu kaldırıp aşağı inerken telsizi mandalladı.

" Ben emir vermeden diğer araçtakiler inmesin. Beklemede kalın. "

Zırhlı aracın önüne doğru adımladığımızda yolun sağ tarafında kırmızı kasalı bir tır duruyordu. Bir-iki adım daha atmıştık ki. Aracımızın önüne diz çökmüş, ellibeş yaşlarda, çaresiz bir adamın hem ağlayıp, hem terden sırılsıklam olmuş kel başını beyaz mendili ile sildiğini gördük.

Salih Timine dönüp;

" Etrafı tarayın ! Uyuşuk davranmayın." deyip bize baktı.

" Devrelerim ! O spikerin kaçırıldığı yer bırası. "

Dümdüz, geliş-gidişli dar bir yoldu burası. Köknar ağaçlarının kalın dalları ve onu güneşe doyuran geniş yaprakları yola muhteşem bir gölgelik görevi yapıyor, önümüze baktığımızda doğal bir tüneli andırıyordu.

" Sizin yolunuza kurban olurum ben ! "

Adamın bu yakarışı ve korkudan sarı teninin kırmızıya bürünmesi, bizi daha operasyona başlamadan strese sokmuştu.

Mert tır şoförüne ilerleyip koluna girerek ayağa kalkmasına yardımcı oldu.

" Kalk abi ne olduğunu anlat. "

Adam ayağa kaltığında Mert'le aynı boyda olduğunu gördüm. Kareli gömleğinin altındaki göbeği Mert'ten daha iri görünmesine sebep oluyordu.

" Yardım aradım gurban. Benim burda önümü kestiler, lastiklerime sıktılar. Tek başımayım. Sizi görünce hızır gelmiş kadar sevindim. "

" Eeee neredeler şimdi ? "

Adam bir çocuk gibi Mert'e bakıp boynunu büktü.

" Onu sorma gurban oluyum miğdem galdırmıyo. "

Salih adama yaklaşıp omzundan silkeledi.

" Dayı artık geçti. Bak arkanda koca ordu var. Bu araçların hepsi Özel Harekat dolu. Şimdi sakin ol ve tek tek anlat."

Adam araçlara baktığında derin bir nefes alıp tekrar terini sildikten sonra çözülmeye başladı.

" Ben normal yolumu alıyodum. Birden önüme çıktı soysuzlar. Ehliyet ve ruhsat deyip beni aşşaa indirdiler. Kimlikte soyadımın Türkoğlu olduğunu görünce lastiklerime teeekk tek sıktılar gavur tohumları. Sonra birden 'Paatt' diye tek bir silah sesi geldi. Ben ahaa oraya, tırın dorsesinin altına yatıp, başımı gollarımın arasına aldım. İki saniye bile sürmedi sekiz tane p*ç'in yere yığılması. Bir dakka kadar, beş-altı el büyük silah sesi geldi. O kesildikten sonra ben saklanmış bekliyorken biri aşağıya eğilip " Emmi çıh dışarı hadi geçti. " dediğinde bana elini uzatanın yüzüne bahdım. Oy anam bahmaz olaydım. Ben ömrümde öyle gorhunç beşey gormedim. Vallah gündüz vahdi altıma sı*ıyodum, kanım iliğim çekildi. "

'Tek atış ile sekiz adamın yıkılması.' Bu mümkün mü ?

Evet mümkün !

Gördüler, adamları aralarında paylaştılar ve tek işaret ile, mükemmel bir atış disiplini ile, sekiz silahın aynı anda patlayıp tek ses çıkartması.

' Bu gerçekten olağanüstü.'

Bir dakikada beş-altı el atan ise; yol kesenlerin nöbetini tutmak için gizlenen şerefsizleri yok eden, uzaklardaki, Kara Muhafızlar'ın Sessiz prensi Kartaldı. Şuan o leşlerin gizlendikleri yerde cansız yattığından kıl kadar şüphem yoktu.

Adam sanki uyuşmuş gibi ellerini sallıyordu. Biz anlamıştık ama, o gelenlerin kim olduğunu Salih'te anlamaya çalışıyordu.

Salih;

" Dayı devam etsene ! " deyip biraz daha sert çıkıştı.

Adam arkasındaki tırı göstererek.

"Ben yeşil mısır götürüyom, birde market malzemeleri. Siyah giyinen, başlarının üstünde siyah puşilerle dokuz-on dene adam geldi. Maskeleri vardı. Onları tarif et deme gurban oluyum. Vallaha bacağam titriyo hâla. Sonra biri dorseyi açıp bir çırpıda içine daldı. İçerden böyük, iki dene çuval alıp mısır doldurmaya başladı. Sonra arka tarafa market malzemelerine gidip on dene ip alarah aşşaa atladıhdan sonra içlerinden biri yanıma yanaşdı. 'Emmi şimdi soracam fiyatını bilmeyecan bunların.' deyüp cebinde yüzelli kâğıt çıkartıp bana verdi. 'Yoh istemem !' dediydüm yüzüme bahmasıyla elim paraya gitti. Neydeyim almayımda kendimimi öldürttüreyim. "

Salih;

" Dayı eyvallah geldiler, bu p*çleri vurdular. Bunları yanlarında mı götürdüler ? Nerede leşler, hani ? " deyip etrafını gösterdi.

Adam'ın gözlerini tekrar bürüyen korku ciddileşmesine sebep olmuştu.

" Gel ! " deyip Salih'in koluna girerek çekiştirmeye başladı.

Salih tırın önüne gidip sağ tarafına, adamın gösterdiği yöne baktığında donup kalmıştı. Adam gözlerini o yönden kaçırıp tekrar tırın yanına geldi ve çömelerek sırtını tıra dayadı. Salih ise ne adama bakıyor, nede bize dönüyordu.

Meraklanıp bütün tim ile birlikte Salih'e yaklaştık.

Baktığı yöne gözlerimizi çevidiğimizde normal bir insana göre kâbus, Salihlere göre sıradışı, bize göre ise gayet normal bir manzara ile karşılaşmıştık. Çünkü o an, buradan kimlerin geçtiğini biliyor, bu imzayı bırakan sanatçıları çok iyi tanıyorduk.

Bu sekiz tane köpeği daha üç saniye dolmadan öldür ve ibreti âlem için çıkar köknar ağacına as.

Sekiz tane leş, boyunları bükük şekilde neredeyse beş metre yüksekte asılı duruyorlardı. Hepsi başından büyük bir ustalıkla vurulmuş, çeneleri olmasa asacakları başları dahi kalmamıştı. Topuklarından yere damlayan kan, vurulduklarının üzerinden fazla bir zaman geçmediğini gösteriyordu.

Salih irileşmiş gözleriyle bize dönüp;

" Oğlum noluyo lan burada ? "

Salih'e alaycı bir şekilde baktım.

" Bizim ağabeyler ! Evet kardeş bizim KaraKurt'lar buradan geçmiş."

Salih bizim arkamıza doğru kaşlarını çatıp baktığında, bizde o yöne döndük.

Zehra'nın ve Hülya'nın gizlice bir kenara çökmüş sessizce ağladıklarını görmüştü.

"Hanımlar..... Hanımlaaaarrr !!! Bune rezillik ? Siz şu adamlara komiserlik yapacaksınız. Gelmeseydiniz, ananızın dizinin dibinde otursaydınız ya." derken iki yeni komiser yardımcısı hızlı bir şekilde ayağa kalkarak kendilerini toparlamaya çalıştı.

Mert, Salih'in koluna girip diğerlerinin duymayacağı şekilde konuşmaya başladı.

" Dur oğlum, ne yapıyorsun lan ? Onlar daha yeni mezun. Şimdiye kadar hedef tahtalarına ateş ettiler. Anlayışlı ol biraz. Görmüyor musun kafaları yok şerefsizlerin ? "

Salih Zehra ve Hülya'ya bakıp dişini sıkarak sinirle kafasını büktü.

Hâla sırtı tırın patlak lastiğine dayalı, oturan tır şöförüne bakıp;

" Dayı Allah aşkına bunları nasıl astılar buraya ? "

Adam yüzüne çarpan güneşten dolayı tek gözünü yumarak Salih'e baktı.

" Çamaşır iplerini alan adam aha o astıkları dala çıktı. He valla hemde senin benim yolda yürüdüğümüz gibi şipir şipir çıktı. Biride alttan kalın bir iple, aha o gahbeleri bağlayıp ipi yukardakine attı. Yukardaki dalın öbür tarafına ipi atınca alttan iki kişi yukarıya kadar asansör gibi çekti. Yukardaki onları çamaşır ipiyle dala bağlayıp, kendi iplerini aşağı attı. Sekizinide böyle astılar vallah billah."

Salih artık söyleyecek bir söz bulamıyor, şahit olduğu manzara karşısında sesi titriyordu.

" Devreler, biliyorsunuz zaten burada inip, yaya olarak intikal edecektik. Altı kilometre ilerde Kırıkkanyon diye bir yerde Künyesizler bizi bekliyor. "

Mert başını sallayıp onayladıktan sonra Salih telsize seslendi.

" Semih, tamamdır kardeş buradan devam ediyoruz. " deyip kalem kağıt çıkarttı.

" Kusura bakmayın kardeş. Baştan yapacağım şeyi şimdi yapıyorum. Bu telsiz frekansları. "

Salih telefonu çıkartıp biraz gezindikten sonra kulağına götürdü.

Semih ve Tim'i yanımıza gelip, sallanan çakalları gördüğünde, bazısı geri çekilip bakamazken, bazısı hayretle gözlerini alamıyordu.

Salih telefonu kapattıktan sonra, önce Semih'in timindeki bayan polislere yönelip parmağını salladı.

" Ağlamayın vallahi tokatlarım. "

Kızlar " Hayır " anlamında belli belirsiz başını sallarken, Salih tır şoförüne yaklaştı.

" Dayı yardım on dakikaya burada olur. Sen bekle. Korkmana gerek yok." dedikten sonra tır şoförünün onayı ile yola koyulduk.

1 saat sonra...

Güneydoğu dedin mi malesef herzaman terör gelir akla. O yüzden gezmek için en son akla gelen bir bölge dahi değildir. Tunceli'nin kayası bir tarafdan ürkütür, ama diğer tarafında'da keşfedilmeyen gizli cennetleri vardır. Tıpkı bu yeşillerle örtülü geniş mi geniş dere gibi. Kim bilir bu topraklar nice yiğitlerimizin kanını emdi, nice gençlerimizi bağrına bastığı mayınla kolsuz bacaksız bıraktı.

" Oğlum nerede lan bunlar ? Burada olmaları gerekiyor. " dedi Salih alnındaki teri elinin tersi savurarak.

" Komserim bi duman kokusu mu var ? "

Bu ses tavşan gibi dikelen Hülya'dan gelmişti.

Mert bir yere odaklanıp, gözlerini hiç çekmeden Salih'e yaklaşarak koluna dürttü.

Baktığı yeri parmağı ile gösterip;

" Bak bak orada. "

O yöne baktığımızda ilk başta hiç birşey görmedik ama, biraz daha gözümüzü kıstığımızda iki kişinin, ortalarındaki ateşte mısır közlediklerini gördük.

Salih bir aşağıdakilere, birde Mert'e baktı.

"Lan bunlar manyak mıda burada ateş yakıp mısır közlüyorlar ? "

" E biz sana ne anlatmaya çalışıyoruz oğlum geldiğimizden bu yana ? "

Salih tehtid babında başını salladı.

" Dur sen ! Ben onlara bir ders vereyim. Bak o zaman bir daha böyle yerde ateş yakıyorlar mı ? "

Silahını sırtına çapraz asan Salih'in kolundan tuttum.

" Onlar birşey yapıyorsa boşuna yapmaz. Sakın şakasınada olsa birşey yapma. Adamlar direkt Cumhurbaşkanlığın'a bağlı. Nişanı korlarsa kendini yurtdışında konsolosu korurken bulursun. "

" Aman oğlum, ammada büyüttünüz be. Birşey yapmıcam sadece yanına kadar sızıp başına silah dayıyacağım. "

Bu kez araya giren Mert oldu.

" Oğlum yapma sana birşey olacak diye korkuyorum. Böyle yerde şaka mı olur ? Birde onlarla hiç şaka olmaz gözünü seveyim. "

Salih kaşları ile Mert'in elini gösterip;

" Sen bırak şu kolumu. Bak oluyor mu olmuyor mu ? " deyip sonkez mısır közleyenlere baktı.

Tüm itirazlarımıza rağmen Salih'i tutamamıştık. Yavaş yavaş, sinsi sinsi, onlara doğru yaklaşmaya başladı.

" Bu dangalak akademidede böyle dengesizdi. Bırakın gitsin, timine rezil olacak zırtapoz. "

Bulunduğumuz yüksek kesimden Salih'te, iki Muhafız'da net bir şekilde görünüyordu.

Ozan dürbünü indirip;

" Beyler arkası bize dönük olan Kızılinci. Cezası bitmiş galiba. Diğerinide Karabasan diye tahmin ediyorum ama tam belli olmuyor başında puşi var. "

Arkadaki Tim'ler Karabasan dediğini duyduklarında oldukları yerde dikleşip daha net görmeye çalışıyorlardı.

Ozan'a yattığım yerden elimi uzattım.

" Dürbünü bana versene bakayım. "

Dürbünü gözüme götürdüğümde ilk önce Asel'i gördüm. Maskesine sığmayıp, ensesinden dışarı fırlayan saçlarını gördüğümde miğdem karıncalanmaya başlamıştı. Yine görmüştüm, ceza aldığı o günden sonra, Rahman'ın dövdüğü o günden sonra ilk defa görüyordum. Bu kıyafetlerin içinde dahi bu kadar narin durması nefesimi kesmişti. Bu ilk defa başıma geliyordu, ilk defa o aşk denen illetin pençesine düşmüştüm. Hem kavuşması, hem kurtulması, hem de vazgeçmesi imkânsız olan bir pençeye.

Kimseye belli etmeden iç çekip dürbünü diğer Muhafıza' yönelttim.

Evet ! Başından aşağı doğru tıpkı bir kapüşon gibi örttüğü, siyah ve füme karışımı bir puşi vardı. Birden aklıma, siyah pelerinli, elinde tırpan olan Azrail meleğinin tasfir edildiği o görsel geldi aklıma.

Yüzünü hafif bize doğru döndüğünde, dikkatlice bir daha baktım.

" Karabasan bu ! " dediğimde herkeste bir hareketlenme oldu.

Evet bu oydu. Gece programlarına konu olan, sosyal medyada binlerce beğeni toplayan, Cumhurbaşkanı'nın infaz timi olarak bilinen Kara Muhafızlar'ın Reisi, Karabasan'dı bu. Arkamızdaki polislere baktığımda, Kara Muhafızlar'ı ilk gördüğümdeki o heyecan geldi aklıma.

" Oğlum Eyvallah Karabasan'la Kızılİnci orada da, diğer yedisi nerede ? "

" Tabi ki pusuda ! Karabasan ve Kızılİnci yem, diğerleri pusuda ve şuan bizi görüyorlar. "

Mert'in bu sözlerinden sonra Semih telsizi mandalladığında Mert elini kaldırdı.

" Sakın Semih ! Söyleme bırak ne oluyorsa olsun. "

Salih, akademiden hatırdığım kadarıyla sızma konusunda çok yetenekliydi. Şu ana kadar da hiç fena gitmiyordu. Temkinli, kontrollü ve durmadan gözlem yaparak ilerliyordu.

Muhafızlarla bu kadar kısa zamanda, bu kardeşlerimizin bilmediği kadar içlerine girmiş, samimi olmuş, beraber gülmüş, beraber üzülmüştük. Ne kadarda samimi olsak bu insan üstü varlıklar, bu üniformaların içine girdiklerinde çok farklılaşıyorlardı. Onlarda ki bu görev disiplini bana çok şey katıyor, ciddilikleri, karşısındakileri karakter bakımında oldukça etkiliyordu.

Biranda Salih'in gözden kaybolduğunu gördüm.

" Oğlum nereye gitti bu ? Gören oldu mu ? "

Mert başını biraz daha yukarı kaldırıp.

" Harbi görünmüyor ha ! "

Asel'in arkasına baktığını gördüğümle, Salih'in Karabasan'ın yanına götürüldüğünü görmem bir oldu.

" Beyler Salih yakalandı ! " dediğimde. Herkes derin bir oh çekti.

" E ne olacaktı ya ? B*k yoluna gitmediğine şükretsin. Hadi beyler inelim. " diyen Mert önümüze düştü.

Salih'in on beş dakika da gittiği yolu biz iki dakikada inmiştik.

Karabasan'a yaklaşıp teker teker selam verdikten sonra yanlarında yerimizi aldık. Karabasan başını kaldırıp yüzümüze dahi bakmamıştı.

İlk söze giren Mert oldu.

" Nerede farkettiniz Reis Salih'i ? "

Karabasan közlerin üzerindeki mısırları tek tek dönderirken Mert'e bakmadan konuşmaya başladı.

" Sizle beraber otuz yedi kişi var. Bunların dördü acemi bayan memur. " dediğinde zoruna gitmiş olacak ki Zehra konuşma gereği duydu.

" Nereden biliyorsunuz acemi olduğumuzu ? "

Karabasan elindeki dal parçasıyla közü karıştırıp;

" Diğerlerine göre düzensiz intikal edişiniz, panik halinde olduğunuzu gösteren mimikleriniz, renkli saç tokası, metalik saat. " deyip aniden gözlerini Zehra'ya çevirdi.

"Daha sayayım mı ? "

Karabasan'la gözgöze gelen Zeyra'nın gözlerinin büyüdüğünü ve yutkunduğunu gördüm.

" Özürdilerim efendim. "

" Efendim yok bacım. Reis veya Karabasan demen yeterli. İsmin ne senin ? "

İşte bu cevap, aklının Ankara' daki yuvasına gitmesine sebep olacaktı.

" Zeh... Zehra Reis. "

Mısırların üzerindeki közlerden kalan tozu silen Rahman biranlığına dondu kaldı.

Zehra'ya yaklaşıp elindeki mısırı uzattı.

" Al, afiyet olsun Zehra. " dedikten sonra Salih'e döndü.

" Sen beni deneyeceğine ekibinin giyimine, kuşamına, intikal halindeyken birbirlerine olan mesafelerine bak Salih Komserim. "

Salih o kadar mahcup duruyordu ki;

' Keşke tokatlasaydımda göndermeseydim.' diye düşündüm. Timine fazlasıyla hacil olmuştu.

Karabasan eline bir mısır daha alıp temizledikten sonra Salih'e uzattı.

" Ama mükemmel bir sızma yeteneğin var. Değil mi Gölge ? " dediğinde polis topluluğunun arkasından gelen hışırtı sıçrayıp silahları kavramalarına sebep olmuştu.

Gölge, yerdeki otuz santimetrelik bir çukura yatmış, üzerinede yapraklı dallardan bir perde yapmıştı.

Ayağa kalkan Gölge;

" Evet bayağı iyi, ama daha daha iyi olabilir. "

Bunu söylemelerinin sebebi Salih'in timine karşı olan mahcubiyetini biraz olsun gidermekti.

Gölge;

" Misafir olan biziz, siz bize ikram edeceğinize biz size mısır közlüyoruz. Şu karşılama biçiminizi söylemiyorum bile."

Salih;

" Ne kadar iyi olduğunuzu kardeşlerim anlattı, ben inanamadım ve gerçekten çok etkilendim. Ben, beni yakalamanızı değilde, bizimle alakalı bu kadar detayı nereden biliyorsunuz onu merak ediyorum."

Gölge;

" Kartallar yüzlerce metreden küçücük bir fareyi nasıl farkediyor sanıyorsun ? Tabi ki Rabbimin sonsuz ilmi ile donatılmış gözleri sayesinde. "

Gölge, Salih'i koltuğunun altına alıp;

" Şu karşı sivri tepeyi görüyor musun ? Bak sarı kayalıklar var. "

" Evet gördüm. "

" Hıhh işte bizim Kartalımızda orada. " dediğinde, Muhafızlar'ın keskin nişancısı Bora'ya karşı olan hayranlığım biraz daha artmıştı.

' Kardeşim sen oraya nasıl çıktın Allah aşkına ? '

Salih;

" Oraya çıkmak için neden o kadar kendini yordu ki. Şuna bak bildiğin düz duvar orası. "

Karabasan başını salladı.

" Düşmanda sen gibi düşünür diye. "

Salih kendi kendine sesli bir şekilde cevap verdi.

" 'Nasıl olsa oraya kimse çıkmaz.' deyip, dikkat etmezler. "

Gölge ateşin üzerinden kendine bir mısır alıp başını Salih'e çevirdi.

" Aynen öyle bıro. "

Karabasan saatine bakıp;

" Fazla geçikmeyelim, herkes kendine bir mısır aldıysa çıkalım hemen. Güneşin kaybolmasına üç saat var." dedikten sonra Salih'i tutup getiren Alıcı'ya baktı.

" Alıcı Kartala da iki mısır al da gidelim. "

3 saat sonra...

Zehra'dan...

Yaklaşık dört saattir kesintisiz yürüyorduk lakin, özel olduklarından mıdır, korkunç görünmelerinden midir, yada tecrübeli olduklarından mıdır bilinmez ama insan kendini güvende hissediyordu onların yanında.

Akademiden mezun olduğumdan bu yana üç kez uyuşturucu baskınlarına katılmıştım. Bu benim ilk arazi görevimdi. Hatta araziden de öte, az miktarda Özel Harekat Polisine nasip olan kamp baskınıydı bu.

Önümde yürüyen Çoban kod adlı Muhafız'a bakakalıyordum arada. Ayağındaki ne postala benziyordu, ne spor ayakkabıya. Kendileri gibi elipmanlarıda çok özeldi.

En önden dört Muhafız gidiyordu. Bayan memurların otuziki kişilik sıranın orta kısmına geçmelerini söylemişlerdi. Bayan gurubunun en önünde gitmekse bana nasip olmuştu. Benim önümde iki Muhafız giderken, en arkada ki bayan arkadaşımızı da iki Muhafız takip ediyordu.

En arkadan ise o geliyordu...

Karabasan !

İsmi bile insanın gerilmesine, tutulmasına yetiyordu. Hucum yeleğindeki 'KB' işlemeli fırlatma bıçakları, onu daha bir özel kılıyordu. İntikâle çıktığımızdan bu yana hiç konuşmamış, sadece öndeki Muhafızlar'ın aktardığı bilgileri dinlemişti.

Ozan komser, Karabasan'ın, Alıcı ile ateş çemberinin içinde ikiyüz ermeniyi öldürdüklerini söylemesi, Hülya'nın tükrüğünün boğazına kaçmasına, öksürük krizine girmesine sebep olmuştu. Bunu duyan Çoban'ın önündeki Alıcı'nın en az yüzseksenini Karabasan'ın aldığını söylemesi ile Salih komiserin onlara, özellikle Karabasan'a karşı olan önyargısı arkasında iz bırakmadan silinip gitmişti.

Hülya bana dürtüp, bayanların en arkasına, Kızılİnci'nin önüne geçmem için işaret etti.

Kızınİnci'ye yaklaşıp çekingen bir şekilde konuşmaya başladı.

" Pardon; Birşey sorabilir miyim ? "

Mat siyah maskesinin üzerine gözlerini gizlemek için mühürlenmiş, maskenin altından taşan saçları gibi kızıl örtünün altından Hülya'ya baktı.

" Tabi ki sorabilirsin hiç çekinme ? "

Kızılİnci'nin gösterdiği bu mütevazi tavrının benim kadar Hülya'nında hoşuna gittiği, bana bakıp tebessüm eden gözlerinden belli oluyordu.

" Iımm şey; bu şekilde dizilmemizin özel bir nedeni var mı ? İlk defa böyle oluyorda. Yani biz hep karışık intikal ederdik.

Kızılİnci'nin aldığı normal tempodaki nefesten hiç yorulmadığı görülüyordu.

" Buna 'Alfa takip taktiği' diyoruz. Diğer bir ismiyle Kurt zinciri. Yani sistem şu !

Öne tecrübeli savaşçı kurtlar geçer, herhangi bir pusuda onlar harekete geçip hedef tarifi yapar. Ortaya da en zayıfları ve dişileri geçer, onların arkasına ve önünede en iyi savaşçı kurtlar geçer." dedikten sonra başı ile Karabasan'ı gösterdi.

"En arkadan ise Lider Alfa olan sürüyü takip eder. Alfa belli bir mesafeden gelir ve daima gözlem yapar. Herhangi bir pusuda ise kendini ön plana atıp savunmaya geçer. "

" Yani biz çok zayıfız ve siz bizi koruyorsunuz ? "

Kızılİnci başını iki yana salladı.

" Sakın böyle düşünme. Siz zayıf falan değilsiniz. "

Bu kez ben girdim araya.

"Evet öyle düşündükleri için bizi zayıf kısmı olan intikâlin ortasına koydular. "

Herkesin, özellikle Salih komiserin kaşları çatık bir halde dönüp dönüp bize baktığını görünce son anda kafam şakladı.

' Telsiz ! '

Evet, telsizi kapatmayı unutmuştuk.

Karabasan başına şal gibi örttüğü puşisi ile birlikte bize doğru adımlarını hızlandırdığında bacaklarım uyuşmaya başlamıştı.

Tam yanımızda yavaşlayıp dört saatlik sessizliğini kızgın bir ses tonu ile bozdu.

" Telsizi meşkul etmeyin. Kızılİnci bu son uyarım. " dedikten sonra puşisinin altındaki gri çekik gözlerini bana çevirdi.

" Madem güçlüsün kampa girerken benim arkamı sen kollayacaksın." dediğinde ne diyeceğimi bilemedim.

' İlk defa dağ görevine katılan biri ile kampa mı dalacaktı ? '

Karabasan tekrar arkaya ilerlediğinde telsizi kapatıp Kızılİnci'ye döndüm.

" 'Son defa uyarıyorum. ' dedi. Bizi daha önce hiç uyarmadı ki. "

Kızılİnci yüzüme bakıp;

" Bizim yaptığımız hatalarda ilk olmaz. Bir hata yaptıysan, o hata yapacağın son hatadır. "

" Ya bir daha yaparsan ? "

Kızılİnci bu kez umutsuz bir şekilde başını salladı.

" Bunu söylemem bile güç. "

" Peki Karabasan üzerindeki o bıçakları hiç kullanır mı ? Yani biraz ilkel değil mi ? "

Kızılİnci sorularımızdan sıkışmış gibiydi;

" İnanın o bıçaklardan herhangi biri Karabasan'ın elinden çıktı ise, onun önüne kazara geçmenizi hiç tavsiye etmem ? " deyip nefesini topladıktan sonra tekrar devam etti.

" Ama merak etmeyin. Iskaladığını hiç görmedim.

..........

Bir saat hiç konuşmadan, soru sormadan yürümeyi başarmıştık.

Telsizden gelen 'klikk' sesinden sonra en öndeki Gölgen'in anonsu duyuldu.

" Kampa üçyüz metre. "

' Neee ! Geldik mi ? '

Bulunduğumuz yer çukurda kalıyordu.

" Çök ! Hilâl şeklinde dizil. "

Karabasan'ın dediğini yaparken kalbim oldukça hızlanmaya başlamıştı. Bu böyle olmamalıydı, soğukkanlı bir şekilde gidip nişan almam, hedefi imha etmem gerekiyordu. Tamam, her türlü eğitimi aldık ama, ya bu heyecanı ne yapacaktık. Titreyen ellerim, hedefi vurmamı yüzde seksen oranında olumsuz etkileyecekti.

" Şimdi " diye söze giren Karabasan bütün gözlerin ona yöneldiğini görünce devam etti.

" Kuyucu, Kızılİnci, C4, Hayalet siz sessizce sızıp, kampın yüksek kısmında ki nöbetçileri alacaksınız." dedikten sonra, yabancı bir dille sanki bir yeri örnek göstermişti. Örnek verdiği her neyse, gizli kalması gereken bir görev olmalıydı.

" Kartal sen arkamızı kolla. Gölge, Alıcı ve ben kampa sızacağız. Çoban sen kurtlarla kal. " dedikten sonra bana döndü.

" Ze... Zehra sen benimlesin ! Hülya Gölge'yi takip et. Salih komser, sende Alıcı ile birliktesin. " demesiyle bütün özel harekat gözlerini açıp bize baktı.

Salih komiser bana baktıktan sonra itiraz edecekti ki son anda vazgeçti.

Şuan damarlarımdaki kan basıncını tarif etmemin bir misali, herhangi bir örneği yoktu.

" C4 orayı öyle biz gaza boğki göz gözü görmesin. "

" Tamamdır Reis ! O yönden şüphen olmasın. "

" Hiç bir şüphem yok kardeşim. " dedikten sonra derin bir iç çekip devam etti.

" Kurtlar ! C4'ün sisi çekildiğinde mermilerinizle onlara öyle bir kan kusacaksınız ki; nasıl bir gazaba rastladıklarını dünyanın öbür ucundaki ağababaları duyacak. "

" Size dört saat mühlet. Kafanızda hiç bir soru kalmasın. Dört saatin sonunda, vücutlarına yorgunluk çöktüğünde harekete geçiyoruz. Kameramanı ve spikeri bulan veya gören anında telsize anons geçecek."

Bir saat kimseden çıt çıkmazken, Salih komserin çekingen bir tavırla diğer üç komiser arkadaşlarına bakarak, küçük el defterinde birşeyler karalayan Karabasan'a gittiğini gördüm.

"Reis Zehra... "

Ağızından ismimin çıktığını duyunca ayağa kalkıp yanlarına yaklaştım.

" Hayırdır komserim ne olmuş Zehra'ya ?"

Bir kaç saniye gözlerime bakan Salih komiser Karabasan'a dönüp devam etti.

" Abi Zehra gelmesin baskına. Başka birini seç. "

Karabasan küçük el defterini kapatıp Salih komsere dikkat kesildi.

" Neden ne oldu ? Herhangi bir sağlık sorunu mu var ? "

Salih komser olduğu yerde kıvranıyordu sanki.

" O..... O şehit kardeşi Reis ! Bir evin bir kızı. "

Bunu duyduğumda başımdan aşağı kaynar suyun döküldüğünü hissettim.

Aklımdan hiç çıkmayan rahmetli ağabeyim'in gül yüzü tam karşımda duruyordu. Yine o acı gün geldi aklıma.

Ortaokul son sınıftayken, idari kısımda nöbetçi olan gözlüklü kız öğrenci kapıyı çalıp hiç birşeyden habersiz beni çağırmıştı.

" Hocam Zehra Aylar'ı Müdür bey çağırıyor. "

Müdür'ün beni görüp başını yere eğdiğinde, benim dilimden dökülen tek kelime 'ABİM !' olmuştu.

Yüzüme indirdiğim kar maskesi göz yaşlarımı emerken Karabasan'ın ayağa kalkıp bana yaklaştığını gördüm.

Ben ' Sen gelmeyeceksin ! " demesini beklerken, gözlerime bakan karşımdaki karanlığın ağızından gurur verici sözcükler döküldü.

" Ne mutlu sana Zehra ! Ne mutlu o anaya, o babaya. "

"Be..... Ben gelmek istiyorum Reis. "

Karabasan bir müddet tepkisiz bir şekilde baktıktan sonra;

" Geliyorsun tabi ki ! Bu benim için ayrı bir gurur olur. "

Bunun duyan Salih komserin gözleri irileşti. Bana yapacağı bu iyiliğin başarısızlığıyla, birşey söylemeden kalktığı yere tekrar oturdu.

3 saat sonra...

Bu kapkara adamların dışı ne kadar ürkünç olsada, yürekleri ve samimiyetleri çok genişti. Özellikle o;

Karabasan !

Beni ona çeken farklı birşey vardı. O arkamdayken sırtımı bir dağa yasladığımı hissediyordum. Oturuşu, kalkışı, bir soru sorulduğunda mütevazi bir şekilde cevaplayışı, herşeyi ile olağanüstü bir kişiliğe sahipti. Kürşad komser'in dediği geldi aklıma;

" Bu adamlarla beraber çatışmaya giriyorsanız, çelik gibi bir psikolojiye sahip olmanız gerekeriyor. Eğer kendinize güvenmiyorsanız onlar şahlanınca, siz gözünüzü kapatmalı, yaptıkları hiç birşeyi görmemelisiniz."

'Onlar nasıldı ki, ne yapıyordu, düşmalarını yiyorlar mıydı ?'

Bu saçma düşüncelerden sıyrılırken, ağaca asılı, başlarının yarısı olmayan o köpekler geldi aklıma, gözyaşlarımı tutamadığım o an.

Bu özel askerler , Rabbim'in kâfirlere nasip ettiği bir gazap'tı.

Şimdi anlıyordum ki Karabasan abimin âhıydı, Karabasan ağabeyim'in yerdeki yansımasıydı.

Karabasan benim gözümde Yusuf yüzlü ağabeyim, Şehit Piyade Üsteğmen Çetin Aylar'dı.

Karabasan;

" Haydin ! Yeter artık çocuklarımı özledim !" deyip kampa baktı.

" Başlıyoruz ! "

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%