Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45.BÖLÜM SÖZ

@batingam

Zehra'dan...

Karabasan kampı önüne alıp;

" Başlıyoruz !!! " dediğinde nefesim kesilecek duruma gelmişti.

Arkasına hiç bakmadan;

" Kuyucu, Kızılİnci, C4, Hayalet çıkın ! "

Saydığı dört kişi hiç beklemeden, avına fırlayan simsiyah bir jaguar gibi atıldılar.

Karabasan bize dönüp;

" Özellikle yeni başlayanlara söylüyorum. Sakın ha, izlediğiniz dizileri, filmleri örnek almayın kendinize. Burada hedef gelip namlunuzun ucunda durmayacak, alenen ortaya çıkmayacak, o görmeden görecek, o sıkmadan sıkacaksınız. Sosyal medyada ve google'de okuduğunuz gibi salak değiller onlar. İçlerinde on yıl, yirmi yıl dağlarda gezen, sayısız çatışmalara girenler, hatta strateji dâhisi ODDÜ mezunları var. Nişangahı gözlerinizden indirmeyeceksiniz, namlunuzdan çıkan her mermi ete saplanacak, öldüğünden emin olmadan nişan hattı bozulmayacak. Yakın temaslarda bir mevziden sadece bir kere başınızı kaldırıp ateş edeceksiniz. İkinci kalkmanız farklı bir mevziden olacak. Aşağıda bizim olduğumuz unutulmayacak, görerek ateş edeceksiniz. Burası onların asıl kampı değil, sadece dinlenmek için kullandıkları bir yer. Sayıları tam belli olmamakla birlikte yüzün üzerinde olduklarını tahmin ediyoruz. Acımak yok acınacak duruma düşersiniz, merhamet yok, unutmayın ki onlar yüzünüze ağlar arkanızdan sıkar. Bunların içinde sakın delikanlı aramayın. Şunu söylemeliyim ki; sizin en büyük ayrıcalığınız damarlarınızda akan Deli Türk kanı, davanız İslam davasıdır. Kalırsak Bayrak, ölürsek cennet bizim. " deyip elini çenesine attıktan sonra iç çekti.

" Ulan amma çok konuştum ha..." dedikten sonra yüzünü tekrar kampa döndü.

" Allahım bize yardımını indir ! Muhakkak sen, onların bize galip gelmesini istemezsin. "

O bu güzel duayı ettikten sonra hep bir ağızdan;

" Amin " diye fısıldadık.

" Hicretin 8. Senesi 5 şevval Cumartesi. Bu duayı peygamber efendimiz Huneyn Muharebesi'nde etmiştir. " dediğinde dini bilgisi oldukça etkilemişti beni.

' Senin yanında savaşmak gurur verici yiğit adam. '

" Haydi Bismillah ! " deyip önündeki tepeciği aştı.

Arkasından hızlı adımlarla onu takip ediyordum. İkişer badilere ayırdığı herbir kişi, görevlendirildiği farklı yerlere gidiyordu.

Bir kaç dakika yürümüştük ki sol tarafımızdaki kamp bütün açıklığı ile görünmüştü.

Tıpkı eğitimlerdeki gösterilen, sıradan, oldukça korunaklı bir kamptı.

Neredeyse bin metrekareye yayılmış, etrafı kayalıklarla çevrili, yuvarlak bir yapıya sahipti. Arkasında ki dik ve keskin kayalıklar sebebiyle, inmesi oldukça riskli görünüyordu. Biraz daha ilerlediğimizde yuvarlağın bir kısmında açıklık farkettim. Kontrol için küçük dürbünümü elime alıp o açıklığa baktığımda, beş tane nöbetçinin pür dikkat etrafı izlediklerini gördüm.

Karabasan'da insanı rahatsız eden bir sakinlik vardı.

Yanına yaklaşmayı uygun bulup;

" Usta ! " dediğimde yüzünü bana çevirdi.

" Şey biz ilk çatışmaya girerken yanımızdaki komisere usta deriz. Bu emekli olana kadar da böyle devam eder. Ondan başka kimseyi Usta yerine koyup öyle hitap etmeyiz. "

" Ooo ! Şimdi emekli olana kadar bana usta mı diyeceksin ? "

Gurur ve sevinçle karışık kaşlarımı kaldırdım.

" Evet ! "

" Ya bu beni ilk ve son görüşünse ? Biliyorsun biz durmayız. En iyisi sen, seninle beraber görev alacak başka bir komisere usta dersin. Yani bundan sonraki çatışmada. "

Bunu demesi beni üzmüştü. Ben onda abimi gördüm. Ne yani oda mı kaybolacaktı.

' Neden korkuyorum ben ? '

" Olmaz... Bir daha yüzünü görüp diyemesem bile arkandan öyle anarım Reis. Benim geri kalan hayatımda ustam sensin. "

Boynunu ' Sen bilirsin ' anlamında yana bükünce, attığım taşın gediğine oturduğunu anlamıştım.

" 'Çocuklarımı özledim' dedin usta, kaç çocuğun var ? "

Bu kez gözünü kamptan ayırmadan cevap vermişti.

" Üç ! İki kızım bir oğlum var. "

" Hıımm Allah bağışlasın. Kaç yaşındasın ? " dediğimde aniden durup korkunç yüzünü vana çevirdi. Bu aniden atılan bakış diğerleri gibi sevecen değildi.

Ben fazla olduğumu anlayıp utancımdan bakamazken;

" Senin çenen açıldı Zehra hanım.Bi sussanda işimize odaklansak. "

Söyledikleri beni yerin dibine sokmuştu.

' İyi halt yedin Zehra. Şimdi seni geveze, şimarık bir kız olarak tanıyacak.'

" Otuz ! " dediğinde etrafıma bakıp yanına yaklaştım.

" Anlamadım Reis ne otuz ? "

" Yaşımı sordun ya. Otuz yaşındayım. "

Bu gerçekten inanılacak gibi değildi. Tamam vücudu mükemmel ama, ben tecrübesine, konuşmasına bakıp, en aşağı kırk yaşında olduğunu tahmin etmiştim. Ağabeyimden büyüktür derken altı yaş küçük çıktı.

Ayrıca sorumu cevapsız bırakmaması da sevindirmemiş değildi.

" Sen kaç yaşındasın ? ' Sakın bayanların yaşı sorulmaz.' deme, tekmeyi yersin. "

Bu çıkışı gülmeme neden olmuştu.

" Yok hayır demem. 24 yaşındayım ben. "

" Maşallah, Rabbim hayırlı ömürler nasip etsin. "

Sol tarafıma baktığımda yavaş yavaş kampı sardığımızı gördüm. Ne yapacağımız konusunda hiç birşey söylememişlerdi ama Gölge, Hülya, Alıcı ve Salih komserin kampın sol tarafından basacaklarını anlamıştım.

Karabasandaki ağabey figürü konuştukça dahada netleşiyordu.

' Ustam... İnanılır gibi değil ! Yanında olmanın hayalini dahi kuramadığım, bütün eminiyet teşkilatı ve silahlı kuvvetlerinin, hatta ve hatta bütün Türkler'in hayran olduğu Kara Muhafızlar'dan biri benim Ustam oldu. Hemde onların Alfası. '

" Ba.... Bana yüzünü gösterir misin Reis ? Yani...... Seni ağabeyimin yerine koydum. Yani ölüme omuz omuza gittiğim birinin yüzünü görmek hakkım ama değil mi ? "

Aramızda iki metre vardı. Ne zaman, nasıl bana bu kadar yaklaştığını anlamadım bile. Gözümü kırpıp, tekrar açtığımda burun buruna gelmiş, o gri gözlerini gördüğümde ruhumun çekildiğini hissetmiştim.

" Onca yıldır göz önünde, gözdağı için çalışıyoruz. Polis Özel Harekat'la bir çok operasyonlara katıldık, sırt sırta çatıştık, ama sadece içlerinden dördü bizim yüzümü gördü. Sen neden istiyorsun bunu ? Yani nereden geliyor bu samimiyet ? "

Başımı yere eğmiş ne diyeceğimi şaşırmıştım.

Haklıydı; onlar benim masama oturacak kadar, benimle muhabbet edecek kadar, benim ağabeyim olacak kadar küçük insanlar mıydı ? Kimdim ben ? Üzerimdeki üniformayı ve omzumdaki tek yıldız rütbeyi arkama alıp onlarla dost mu olacaktım ?

" Biz kimiz kızım ? Ben kimim de sen beni ağabeyinin yerine koyuyorsun. " dedikten sonra başını havaya kaldırıp göğe bakarak kendikendine sessizce devam etti.

" Rabbim ona şehadet mertebesini layık görmüş. Bizim haddimize mi şehit'in kanına, canına abilik yapmak ? "

Onun bu konuşması karşısında kendikendime söylediklerim için utandım. Bian 'Düşüncelerimide mi okuyor acaba?' diye düşünmeden edemedim.

Karabasan ile gönülsüzde olsa aramızda geçen sohbetten sonra heyecanım neredeyse yok denecek kadar aza inmişti.

Taki telsizden C4'ün sesi gelene kadar !

" Nöbetçiler tamam Reis ! "

" Tamam C4, gömül ve tüzeneği aşağı atmak için işaretimi bekle. "

" Anlaşıldı Reis ! "

Karabasan kısa bir anlığına bana baktıktan sonra tekrar telsize konuştu.

" Emniyetin gözbebekleri size sesleniyorum. Kampı çevreleyin. Özellikle çemberin açık olan yerinden kaçmaya çalışacaklardır oraya dikkat edin. Bir kişi dahi kaçmayacak oradan. Unutmayın attığınız mermi bedene saplanacak, ıska yok. İşaretimi bekleyin !" dedikten sonra bana döndü.

" Hadi bakalım Zehra hanım hazır mısın ?"

Başımı belli belirsiz sallayıp;

" Ha....Hazırım efendim. "

Karabasan bir süre yüzüme baktı.

" Efendim yok ! Reis diyeceksin. "

Bir süre duraksadıktan sonra devam etti.

" Yada layık görürsen ' Abi ' de diyebilirsin. "

Bu sözüyle, heyecan korku yok olup gitmişti. Arkası bana dönükken baktığımda boyuyla posuyla bian ağabeyi mi anımsatmıştı.

Boğazımdaki kırampı bastırmaya çalışıyor, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

' Hadi Zehra burası değil, burada olmaz. '

Karabasan çömeldiği yerden başını bana çevirdiğinde artık başlamak üzere olduğumuzu anlamıştım.

" Yine soruyorum. Hazır mısın Zehra bacı ? "

Ciğerlerime çekebildiğim kadar oksijeni çekip, sert bir şekilde geri bıraktım.

" Hazırım abi ! "

'Abi' dediğimde tekrar başını çevirdi ve elini enseme atıp, tıpkı bir güreşçi gibi silkeleyip gururunu gösterdi.

Çemberdeki yarık ve önündeki beş nöbetçi kırk metre karşımızdaydı.

"Silahını arkana as , tabancanı çıkar ve susturucunu tak. İlk önce sessiz ilerleyeceğiz. " deyip ben dediklerini yaparken o devam etti.

" Girişin sağındaki iki nöbetçi senin, diğer üçü benim. Ben sol taraftan arkalarına atlayacağım. Benim ayağım yere değer değmez sen ikisini alacak, nöbetçiler düştüğünde hızla yanıma geleceksin. Anlaşıldı mı ? "

" Anlaşıldı Reis ! "

" Hadi bakalım telsizi mandallayıp başlat şu cengi. "

Nefesim hâla hızlıydı. Yenememiştim, yenemiyordum bir türlü gitmek bilmeyen heyecanımı.

"Bütün ekibin dikkatine, sızma başlıyor."

Herkesten " Anlaşıldı ! " yanıtı geldikten sonra Karabasan adamların arkasındaki yüksek yere ilerlerken bende tam karşılarına kadar sürünüp hedefim olan iki kişiye 25 metreden kilitlendim.

" Gölge, Alıcı; benimle beraber inin. Hülya, Salih ; siz Gölge ve Alıcı'nın işaretiyle, Zehra ile birlikte yarıktan içeri gireceksiniz."

" Anlaşıldı Reis ! "

Karabasan'ın telsize kısık konuşmasından irkildiğimi hissetmiştim.

Adamları karşıma aldığımda arkalarındaki, oda oda dizilmiş mağaralar gözüme çarptı. Kamp, kurumuş bir şelale kazanını andırıyordu. Şuan benim nişan aldığım nöbetçilerin dikildiği yarıkta nehrin devam ettiğini gösteriyordu. Suyun çekilip kurumasıyla, Yaradanın sonsuz ilmi ile yarattığı, oda oda olan mağaralar gün yüzüne çıkmıştı.

Ben bunları düşünürken Karabasan'ın olduğu yükseltide bir hareketlilik gözüme çarpmıştı.

' Hadi canım oradan aşağımı atlayacak ? ' diye düşünmeme kalmadan Karabasan iki katlı bir binanın çatısından atlar gibi kendini boşluğa bıraktı. Üç metre aşağısındaki kayaya ayağını vurup hızını kestikten sonra aşağı süzülmeye devam etti. Gözlerimin önüne bian, Jackie Chan'in filmlerinde gördüğüm sahneler gelmişti.

Ayakları yere bastıktan sonra hızını yaymak için başını yere koyup bir takla açarak baskıyı yaydı.

' Şimdi Zehra ! ' dediğini buradan duyabilmiştim.

Tetiğe bastığımda kapsülüne iğne darbesini alan mermi çekirdeği, namluyu terketti. Birincisinin düştüğünü görmeden ikincisine nişan aldım. Nefesimi kontrol altına alıp tekrar dokundum tetiğe.

Evet olmuştu !

Başımı kaldırdığımda ikiside çakal leşi gibi yere serilmişti.

Karabasana baktığımda üç adamı çoktan yıkmış bana bakıyordu.

Hemen sıçrayıp, söylediği gibi tüm gücümle ona koşmaya başladım.

Yanına gittiğimde ikimizde yan yana, sol tarafımızda ki kayayı önümüze siper ederek, sırtımızı arkamızdaki kayaya yasladık.

" Sizin ailenin kızı buysa kim bilir ağabeyin nasıldı ? Aferin memur çok iyiydin. "

Karabasan'ın bu sözleriyle yüzüm kasılmış bian ağabeyimin beni gururla seyrettiğini düşünmüştüm.

" Yinede ben ikisini indirene kadar, sen çoktan üçünü indirmiştin Reis. "

Yüzüme bakıp;

" Yavaş ol bacım ! Ben on yaşından bu yana pusu atıyorum. Senin daha kaç sene oldu. Memleket nereydi senin. "

" Tokat abi "

'Bu neydi şimdi ? '

Karabasan yönünü tamamen bana dönmüş, görürler diye düşünmeden öylece yüzüme bakıyordu.

" Reis ne yapıyorsun görecekler ? " diyordum ama aldırmıyor hâla bana bakıyordu.

Bir kaç saniye daha baktıktan sonra hiç birşey söylemeden tekrar arkasındaki kayaya yaslanarak gizlendi.

" Neden öyle baktın ki usta ? "

" Boşver. Hadi asıl şimdi göstereksin meziyetlerini. " dedikten sonra telsize bastı.

" Kurtlar hazır olun ! C4 gönder aşağı göz gözü görmesin aslanım. "

Bu Muhafıza 'C4' kod adını takmalarının sebebi bomba uzmanı olmasıydı galiba.

" Tut Reis geliyor."

Kampın ortasında dolaşan sekiz kişiden başka kimse görünmüyordu.

" Patlamaya hazır olun ! " demesinden üç-dört saniye sonra kampın ortasına karpuz büyüklüğünde, beş tane el yapımı bomba düştü. Adamlar sesin geldiği yöne baktığında, şimdiye kadar şahit olmadığım, deprem yaratan bir şiddetle bombalar patladı.

Adamlar dört bir yana savrulurken, kampı büyük bir hızla sis bulutu kapladı.

" Haydi aslanlar ! Elinizden geleni ardınıza koymayın. Kontrollü bir şekilde bütün haşere deliklerini temizleyin. " diyen Karabasan yeleğinde ki bıçağının birini çıkartarak bana döndü.

" Hadi bakalım Asena devam ediyoruz. " dedikten sonra sırtındaki kısa namlulu silahını yüzüne yaslayıp kısa ve hızlı adımlarla önümde ilerlemeye başladı.

Bir kaç adım atmıştık ki solumuzdaki büyük delikten biri çıktı. Karabasan kendini hiç bozmadan adamın boğazına iki defa bıçak darbesi indirdiğinde adam tuhaf bir sesle yerde kasılmaya başladı.

İlk adamdan sonra Karabasan'ın bıçağını, yakınından çıkacak olan tehlikelere karşı kullanmak için çıkardığını anlamıştım.

Önünden çıkana silahını kullanabiliyordun ancak sağından veya solundan çıkana, namlusunu ona çevirecek kadar ne zamanın oluyordu, nede arada namluyu kurtaracak kadar mesafe kalıyordu. Tabi bunu yapabilmek için üstün bir bıçak kullanma yeteneğine sahip olmak gerekiyordu. Adamın boğazına gözle takip edilemeyecek süratte indirdiği iki darbe, Karbasan'ın fazlasıyla profesyonel olduğunu gösteriyordu.

" Hadi kız ne yapıyorsun ? Namlun soğuk kalmasın çalış biraz. "

Ustam'ın bu sözünün ardında sislerin arasındaki birini indirdim.

" Hıhh şöyle aslanım benim. Acıma gözün açık olsun. "

" Acımıyorumda Reis ! Allah'ın eşsiz sanatı ile yarattığı bu bedeni hareketsiz bırakmak canımı acıtıyor. "

Karabasan alaycı bir şekilde bıçağı tuttuğu sol elini salladı.

" Yaradan 'Ol' der o olur. Bunlardaki bedenin çöplükten bir farkı yok. " deyip solundaki mağaraya göz attıktan sonra;

" Koru beni ! " deyip içeri daldı.

İki el atış gelipte namlunun ucundan çıkan alev mağarayı aydınlattığında çıkan sesin, sıradan terörist silahı olan AK47'den gelmediği için şükrettim. Mağaradan çıkıp ilerlediğimizde sislerin arasından biri kürtçe olarak bağırmaya başlayınca Karabasan o sese karşılık verdi.

" Ne be, teslîm nebe, berdewam bike, em tenê germ bûne " dedikten sonra sisin içinde görünen adama tek el ateş ettim.

Adam ayakta kasılıp yere düştüğünde Karabasan'a baktım.

" Ne dedi abi ? "

" ' Teslim oluyorum ' dedi. "

" Peki sen ne dedin ? "

Karabasan birini daha indirdikten sonra devam etti.

" Olma olma devam et, daha yeni ısınıyoruz dedim. "

' Bu adamı gerçekten çok sevdim ben yaa ! '

Ben söylediklerini düşünüp yavaş yavaş ilerlerken, yoğun sis rüzgarında etkisiyle yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı.

" Çoban sis tamamen çekilince destek verin kardeş. "

Çoban;

" Ulan C4 ! S*çayım senin yaptığın bombaya. Ne zaman çekilecek oğlum bu sis ! Yaralıyım diye diktiniz beni buraya, içim içime sığmıyo. "

C4;

" Sövme oğlum telsizde bayanlarda var. Ne bileyim ben rüzgar olur düşüncesiyle biraz yoğun yaptım. Yaprak kımıldamıyor dağ başında. "

İki Muhafız'ın bu gibi durumda bile kendi aralarında çekişmesi gülmeme sebep olmuştu.

Sis tamamen çekildiğinde kampın ortasındaki, sağındaki ve solumdaki bilanço görülmeye başlamıştı. Çok sayıda unsur domuz leşi gibi yere serilmişti.

" Gölge sağdaki delikler tamam mı ? "

" Tamam Reis burası. Sadece yukarısı kaldı. "

Kampın en ucundaki yer yaklaşık onbeş metre yüksekteydi. İşin enterasan tarafı ise oradan hiç ateş gelmemesiydi.

" Kuyucu, C4, Hayalet; buradan takviyesiz yukarı çıkmamız emniyetsiz olur. Aşağıdan mağaraların girişi görünmüyor. Seri şekilde aşağı sallanıp mağaranın üzerinde askıda kalın. Çıkan olursa biçersiniz. Haydi ! "

Karabasan'ın sözü biter bitmez, yukardaki nöbetçileri etkisiz hale getiren grupta bir hareketlenme oldu. İplerini aşağı atarak hızlı bir şekilde aşağı inmeye başladılar.

İşte bu baskının benim için unutulmaz olan olayı buydu.

Bu fizik kurallarına aykırı birşeydi. Ustam'ın talimat verdiği üç kişi, yüzüstü bir şekilde öyle bir hızla iniyorlardı ki bütün özel harekat baskını unutmuş onlara bakakalmıştı. Bizim ara ara zıplayarak yaptığımız, dik yamaç halat inişini, onlar iplerini bellerine kilitlemiş düz kayadan koşarak yapıyordu.

Tam mağaranın tepesine geldiklerinde, dik duruşlarını bozmadan, girişe nişan alıp öylece durdular.

Sırf o kayada öyle ayakta durur gibi ipe asılı olarak, dik bir şekilde durmaları için bacak, sırt, karın ve göğüs kaslarının çelik gibi olması gerekiyordu.

E her birinin vücutlarına bakarsak, bu saydıklarımın onlarda fazlasıyla var olduğu görünüyordu.

" Biz hazırız Reis ! "

Karabasan telsizi mandallayıp.

" Gölge beraber çıkıyoruz. Çık ! " deyip bana döndü.

" Mevzi al bekle Zehra. "

Ben başımla onaylarken o çoktan kayayı tırmanmaya başlamıştı.

Hem Gölge'ye, hem Karabasan'a baktığımızda, tıpkı aşağı inenler gibi onlarda yukarı aynı hızla çıkıyorlardı.

Dünyadaki hiç bir Polis teşkilatı karşımızda duramıyordu.

Lakin; Künyesizleri gördüğümüzde bizim onlar gibi olmamız için bırakın kırk tekne ekmek yemeyi. O tekneleri on'a çarpıp, tekneleriyle beraber yutsak yinede onların bir bacağı olamayacağımızı gördüklerimiz fazlasıyla ispatlıyordu.

Kendimi böyle küçültmekten utanıyordum ama, maalesef istisnaların da kaideyi bozmadığı gibi acı bir gerçek vardı.

Karabasan ve Gölge gözden kaybolduğunda bir silah sesi ile irkildim.

Silah'ın sesini duyduğumda tuhaf bir şekilde, sanki kuvvetli bir tekme yemiş gibi arkamdaki kayaya çarpıldım.

Neler olduğunu ikinci patlamada anlamıştım !

İstemiyordum ! Anlamak istemiyordum, kendime yediremiyor, mevzi almak için küçükte olsa bir kaya arıyordum önümde.

Sol çaprazıma baktığımda aradığım şeyi görmüştüm.

Salih komserler tarafında gördüğüm son görüntü Alıcı'nın, Gölge'nin peşinden gitmesiydi. Ardından dinmek bilmeyen silah sesleri...

Kaya'yı önüme mevzi yaptığımda Salihlerin üzerindeki uzun yarığa nişan almak için silahımı kaldırdım.

Olmuyordu sol kolumu kaldırıpta, silahın kundağını tutamıyordum.

Sol omzumun üzerine baktığımda kamuflajımın delik olduğu gördüm. Olayın bende ki heyecanı dindiğinde ise sırtımdan aşağı sıcak birşeyin indiğini hissettim. Aynı sıcaklığı sol kaburgamın altında da hissetmiştim.

Telsizden Salih komserin o acı feryadını duyduğumda afalladığım bu durum tokat gibi yüzüme indi.

" Zehra.... Zehra vuruldu ! Re..... Reis Zehra vuruldu. "

Benim yavaş yavaş ayaklarım yerden kesilirken Karabasan telsize girdi.

" Koş..... Kooooşşş ! Yanına kooşş ! "

' Şimdi ben vuruldum mu ? E neden birşey hissetmiyorum ? Neden acımıyor ? '

Salih komiser yanıma gelip elimi tuttuğunda, kar maskesinin açık yerindeki acı ile bakan gözleri, aldığım yaradan daha çok acıtmıştı canımı.

" Nerede, yaran nerede ? Zehra yaran nerede ? " derken, gözleri kendini sol omzumda kilitlediğinde gördüğünü anlamıştım.

Başımı zorla oraya çevirdiğimde, biraz önceki delikten kan süzüldüğünü gördüm.

Beni en çok sevindiren kaya'nın üzerindeki, siyah pus gibi görünen o silüet olmuştu.

Bu oydu; Karabasan !

Teslim olanları çığlıklarına aldırmadan tek tek onbeş metreden aşağı atıyordu.

Gözü bana takıldığında, düşünmeden aşağı inmeye başladı.

' Ben neden en çok bu adamın yanımda olmasını istiyordum ? '

Dizlerim üşümeye başlamış, sol parmaklarım kımıldamaz olmuştu. Ama hâla bir acı hissetmiyordum.

Gelmişti. Gözlerini göremiyordum ama onun benden daha çok korktuğunu hissede biliyordum.

Beni kucağına alıp kampın ortasına götürdü. Kucağındayken sarışın spikeri ve şişman kameramanı görmüştüm.

Görev tamamdı. Önemli olanda buydu zaten.

Karabasan beni yavaşça yere bırakıp.

" Işık tutun şuraya ! " dedikten sonra yaramı gizleyen kamuflajımı yırttı.

Bacak cebinden beyaz bir bez çıkartıp yarama bastıktan sonra omzumu kaldırıp sırt tarafıma baktı.

" Tamam kurşun çıkmış. Zehra başka biryerinde var mı yara ? Hissedebiliyor musun ? "

Sağ elimi sol kaburgama götürüp;

" Burası yanıyor biraz. "

Karabasan'ın oradaki deliğe parmağını soktuğunu anlamıştım. Kuvvetli bir şekilde çekip yırtarken tenime rüzgar değdiğinde kendimi çıplakmış gibi hissedip, istemeden yırttığı yeri kapamaya çalıştım.

Karabasan Salih komisere bakıp;

" Bakmayın öyle bön bön ! Çevreyi A.T ( arama-tarama ) yapın."

Salih komiser gözü bende uzaklaşırken, teslim olanların başına nöbetçileri diktiğini gördüm.

Gövdemdeki yara ile uğraşan Karabasan başını arkasında bekleyen Muhafız'a çevirdi.

" Alıcıı buraya gel ! "

Henüz yukardan yeni inen Alıcı Karabasan'ın ne demek istediğini anlamış olacak ki kolundaki küçük cebe elini atarak birşey çıkardı.

" Yap kardeşim. "

Alıcı bedenimi sağ tarfımın üzerine dönderdikten sonra kalçamda ani bir acı hissettiğimde cebinden çıkardığı şeyin şırınga olduğunu anlamıştım.

" Tamam Reis. "

" Alıcı; Yavuz amirle irtibata geç acil helikopter göndersin. "

" Anlaşıldı kardeş ! "

Karabasan kar maskemi çıkartıp;

" Nasıl gidiyo Zehra ? Vurulmak nasıl bir duygu ? "

Yutkunup cevap verdim;

" Abi şehit mi olacağım ? "

Karabasan;

" Yok canım ! O kadar kolaydı değil mi şehit olmak ? "

" Peki neden hiç acımıyor ? "

" Şimdilik acımaz. Bir saat sonra dayanılmaz bir acı hissedeceksin. Ama sen o zamana kadar hastaneye yetişmiş olursun. Şimdi bunu takma kafana. Alıcı'nın yaptığı ilaç onbeş dakikaya kalmaz, kuvvetini toplamana yardımcı olur "

" Ustam sana birşey sorsam bana doğru cevap verir misin ? "

Karabasan ;

" Bizde yalan olmaz. Sor bakalım."

" Abim şehit olurken acı çekmiş midir ? "

Karabasan alnımdaki saçlarımı eli ile çekip;

" Şehit olma anında öyle bir haz alırlarmış ki bu haz sonsuza kadar sürermiş. "

" Sahiden mi ? "

" Peygamber Efendimiz (asm) bu yüksek hazzı şöyle anlatıyor: 'Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehit müstesna. O, şehit olduğu andan itibaren mazhar olduğu üstünlükler, kerametler ve ikramlar sebebiyle dünyaya dönüp on kere şehit olmayı temenni eder. ' demiştir."

Bunu söylediğinde abim gözümün önüne gelmişti. Kalbimde ki huzurun eşi benzeri yoktu.

" İlaç tesirini gösterene kadar sakın uyuma. Konuş benimle. " dediğinde hiç bir ifade göstermeyen, çatık bir şekilde bana bakan gri gözlerine baktım.

" Çocuklarının ismi ne ? "

Omzumu kontrol ettikten sonra;

" Büyük kızımın ismi Şûra, birde on aylık ikizlerim var. Erkek olanın ki Murad, kız olanın ki ... " deyip durarak yüzünü kaçırdı.

" Eeee kız olanın ki ne ? "

Bir süre gözlerime bakıp;

" Zeh... Zehra ! "

Omzumdan süzülen kana aldırmadan gülümsedim.

' Ağabeyim'in şehit olduğunu duymadan önce beni yanına almış 'Beraberiz' demişti. Demek ondandı bana böyle ilgi gösterip sahiplenmesi.'

" İnanmıyorum gerçekten mi ? "

" Evet gerçekten kızım'ın ismi Zehra. "

Aklıma memleketini sormak geldi. Acaba bu yiğit hangi memleketin bağrından kopmuştu ?

" Peki nerelisin ? "

" Ohoooo sende abarttın ama ! "

" Bak abi; belki de şehit olacağım sonradan pişman olma ! "

Maskesinin altından çıkan o boğuk sesle güldüğünü anlamıştım.

" Kanaman durdu abartma. Zile... Zileliyim ben ! "

" Neeeeee Tokat-Zile mi ? "

Başını sallayarak onayladı.

" Yemin ediyorum inanılır gibi değil. Mert komserimde Tokat'lı biliyorsun değil mi ? Aaaaa hatta yeğeninin ismi Zehra. Yooo.... Yoksa siz kardeş misiniz ?"

Karabasan bu söylediklerimden sonra bian tutukluk yaşadı.

" Yok canım sende ne kardeşi. O Tokat merkezden, bense ilçesinden. Evet biliyorum yeğeninin ismi Zehra."

Nasılsa kızamaz düşüncesi ile helikopter gelmeden sonkez şansımı denedim.

" Abi bana yüzünü açsana. "

" İşte o olmaz küçük hanım. "

Bana karşı içinde hâla bir güvensizlik olduğunu hissediyordum.

Gökyüzünü seyrederken aniden çok tatlı bir uyku bastırmaya başladı.

" Aa... Abi... Be ... Benim çok uykum geliyor." derken gözlerim yumuktu ama dışardan gelen sesleri algılaya biliyordum.

" Zehra..... Zehra bak ..... Sakın... Sakın bırakma kendini. La Alıcı nerede kaldı bu helikopter ? "

Yanıma koşarak gelen adım seslerini duyabilmiştim.

" Çok az kaldı Reis. Gelmek üzere. "

" Tamam sesini duyduğunuz anda meşale yakıp ineceği yeri gösterin." demesiyle onlarla beraber bende uzaktan yankılanan ' Pat pat ' seslerini duyabilmiştim.

" Geliyooo meşale at.. "

Yaklaşmıştı. Rüzgarını hissedebiliyordum ama ağzımı dahi açmaya dermanım yoktu. Annem geldi aklıma. Abimin cenazesine ağladığı o gün geldi. Nasılda perişan olmuştu. Bir yandan şehit olmak istiyordum ama annem ağlar deyip vazgeçiyordum.

Acaba gökten o kapı açıldığındada annemi umursarmıydım.

Kaldırıp bir yere koyduklarında sedyenin yanağıma değen soğuk naylonumsu hissi ile irkilmiştim.

Yüzüme aldığım şiddetli tokat gözlerimi açmama sebep olmuş, Karabasan'ında helikoptere binip başucumda durduğunu görmüştüm.

" Bana bak gözlerime bak. Sana söz veriyorum yüzümü göreceksin. " dedikten sonra bileğindeki çok amaçlı bilekliği çıkartıp, benim bileğime takarken konuşmaya devam etti.

"Al ! Sende beni ziyarete geleceksin. Ankara Milli İstihbarat Teşkilatı. Nizamiyeye ismini vereceğim sorunsuz alırlar. Emanetime sahip çık. Onu kızım ördü, geri istiyorum ona göre. Önce ben yüzümü göstereceğim, daha sonra sen bana bunu iade edeceksin. Hadi aslanım seni göreyim, sapa sağlam çık karşıma. " deyip helikopterden indi.

İlkinde ağabeyim şehit olup yukarı çıkarken ben aşağıda kalmıştım.

Şimdi ikinci ağabeyim aşağıda kalmış, ben ise yukarı çıkıyordum.

Salih Komiser'den...

Helikopter gözden kayboluncaya kadar havaya bakakalan Alfa, arkası bize dönük, sanki aklını yitirmiş gibi, Zehra'nın kanı ile bulanan ellerine bakıyordu.

Ellerini yanına salıp başını yere eğen Karabasan, iki dakika kadar yüzünü dönmeden, hareketsiz bir şekilde öylece bekledi. Tam konuşması gerektiğini söylemek için yanımdaki Gölge'ye hareketlenmiştim ki; yüzünü dönüp yavaş yavaş yaklaşmaya başladı.

Ellerini arkadan plastik kelepçe ile bağlayıp diz çöktürdüğümüz p*çlerin önünden geçip, Timdeki Serkan'ın belindeki su matarasını aldıktan sonra, spiker ve kameramana doğru ilerledi.

Üzerlerine doğru yaklaşan karanlığı gören kısa boylu, şişman kameraman, neredeyse patlayacak olan gözlerini Karabasan'dan ayıramıyor, yüzü gerilmiş bir şekilde adım adım geri çekiliyordu.

Yeteri kadar yaklaştıktan sonra elindeki matarayı spiker'e uzatıp kanlı ellerini uzattı.

Spiker'in, suyu kanlı ellere dökerken ellerinin titrediğini gördüm.

" Teş.... Teşekkür ederim. "

Karabasan tırnaklarının arasını kandan arındırken, başını kaldırmadan cevap verdi.

" Ne için ? "

" Beni kurtardınız ya onun için. "

Karabasan Gölge'ye bakıp;

" Gölge bi sor bakalım yedek pantalonu olan var mı ? "

" Tamam Reis. "

Yüzünü tekrar spikere dönen Karabasan;

" Eteğinizi değiştirin, iyiki topuklu ayakkabı ile gelmediniz. Bu bizim görevimiz teşekkür etmenize gerek yok. Biz bir spikeri kurtarmadık, Türk'ü, Türk aşığı birini kurtardık. " deyip bana dönerek dizüstü oturtulmuş yere bakan köpekleri gösterdi.

" Kaç kişiler ? "

" 23 kişi Reis. " dediğimde hiç bir cevap vermeden yan cebindeki eldivenleri çıkartıp eline geçirdi.

Spiker'e en yakın olan, sıranın en solundaki teröriste yaklaşıp, tabancasını çıkardıktan sonra, düşünüp duraksamadan başına ateş etti.

Spiker büyük bir çığlıkla geri çekilirken, ayağı yerde baygın olan kameramana takıldığında düşmekten ani bir hamle ile son anda kurtuldu.

İlk önce başı hızla geriye savrulan köpek daha sonra Karabasan'ın ayaklarının önüne devrildi.

" Ne yapıyorsunuz siz aklınızı mı kaçırdınız ? Teslim oldu onlar. Türk'lükte aman diyene silah sıkıldığı nerede görülmüş. "

Semih kendini tutamayıp sakince araya girdi.

" Sen bu adamlara Türklüğü mü öğretiyorsun ? "

Spiker Semih'e bakıp hiç birşey söylemeden, yüzünü tekrar Karabasan'a döndü.

Karabasan sıranın oratasına geldiğinde, Muhafızlar dahil, herkesin gözü ondaydı. Ortalardan birtane şerefsizin arkasına geçerek yüzünü bize döndü.

Tabancasının namlusunu, hafif hafif önündeki diz çökmüş adamın başına vurarak konuşmaya başladı.

" Yıl 2008; Daha yirmi yaşındayız. Kuzey Irak'daki bir operasyonda Şehit'in kaybolduğu istihbaratı geldi. İlk çatışmanın yaşandığı yerden izleri takip ederek Şehidimize yetişmeye çalışıyorduk. Televizyonda annesinin ağladığını görmüştük. Yemedik içmedik koştuk, uyumadık koştuk, dinlenmedik koştuk. En sonunda mağaranın birinin önündeki karartı gözümüze çarptı. Yaklaştığımızda üzerindekinin bir Türk üniforması olduğunu gördük. "

Ensesini kaşıyıp başını salladı.

" Bi.... Biraz daha yaklaştık. " sesi titremeye başlayan Karabasan biraz daha duraksadı.

" Ne gördük biliyor musunuz ? Hucum yeleğindeki telsizliğin içinde Kur'an-ı Kerim ! Evet kanlı bir Kur'an bulduk. Ama o çocuğun, o Kur'an'ı okuduğu gözleri yoktu, tuttuğu elleri yoktu. Türlü türlü işkencelerden geçirmişler. "

Gitgide sesi dahada gürleşen Karabasan önündeki adamın kafasına sıkıp, hızlı adımlarla spikere doğru gitti.

" O yüzden bana aman dileyenlerden bahsetme. Bana Türk'ün töresini öğretmeye kalkma. Türk'ün o töresini Oğuz Kağan, düşmanın merti, delikanlısı için yazmış. Bu tarla fareleri için değil. O çocuk daha yirmi yaşındaydı, o çocuğun annesine kavuşması için sadece 28 günü kalmıştı. " deyip kendi göğüsüne vurduktan sonra, sesini dahada yükselderek devam etti.

" Ben olmalıydım ! Onun yerine ben işkence görmeli, ben ölmeliydim. Çünkü askerlik benim işim, ölmek benim işim. Ben bundan para kazanıyorum. Yavuz sadece 14 lira alıyordu. Evet sadece 14 lira, iki paket sigara parası. On yaşımdan bu yana silah altında, annemden ayrıyım. Ben ölürsem 20 yabancı adam ağlayacak, ama Yavuz'un iki yaşında kızı vardı lan."

Buna dayanamamıştık. Spiker'e baktığımda kendini sıkarak, dudağını ısırarak ağlıyordu.

"Tıp eğitimi aldık biz. Kimin hangi noktadan öldüğünü çok iyi biliriz. Eğer Hz. Muhammed ( s.a.v ) yasaklamasaydı bunları öldürmeden herbir uzvunu bedeninden ayırıp, yavaş yavaş ölmesini zevkle izlerdim. "

Spiker kulaklarını elleri ile kapatıp, dizlerini büktü.

" Yeter tamam..... Allah aşkına yeter..."

" Kapatma ! Bunlar bizim gerçeklerimiz spiker hanım aç kulaklarını. Ben Rabbime olan sonsuz aşkımla onun emrettiği şeriatı yerine getiriyorum. "

deyip gözlerini spikerden ayırmadan olanca kuvveti ile bağırdı.

" Atış serbesssttttt !!! "

Muhafızlar'ın Tavor'larından çıkan ses, ortasında bulunduğumuz kayalarla kaplı kampta yankı yaparak göğü inletmişti.

Sanki yıldızlar daha bir sıklaşmış, daha bir parlaklaşmıştı. Sanki bizi izleyen şehitler bize minnetlerini haykırıyordu.

Sanki yarımay'da gördüğüm o yüz hiç tanımadığım Aziz Şehidimiz Yavuz'un yüzüydü.

4 saat sonra...

Mert telefonu kapatarak arkamızdan sessizce bizi takip eden Karabasan'a yaklaştı.

" Reis müjdemi isterim Yavuz amir aradı."

" Ne olmuş ? "

" Zehra'nın durumu çok iyiymiş. Narkoz'dan yeni uyanmış. "

Karabasan derin bir iç çekerek Mert'in başını sol koltuğunun altına aldıktan sonra kendi başı ile tokuşturdu.

" Çok şükür Şifa verenleri en yücesi Ya Şafi, çok şükür. Çok korkmuştum. Kurşun ana damara çok yakındı. "

Gelen bu haber başta kızlar olmak üzere, herkesi çok sevindirmişti.

En başta yürüyen Gölge kenara çekilerek yürüyenleri seyrediyordu. Spiker ve kameraman yanından geçerken konuşmaya başladı.

" Sevil hanım şimdi siz bu yaşadıklarınızdan dolayı pirim bile alırsınız değil mi ? Eee ne kadar talep edeceksiniz kilometreye kaç lira yakıyorsunuz ? Yada kaç dolar mı diyeyim ? "

Gölge'nin bu hesapta olmayan espirisi Spiker başta olmak üzere herkesi güldürmüştü.

Zehra'nın iyi olması hepimizin yeniden doğmasına sebep olmuş, espiriler yapılıp, yüzlerin gülmesine vesile olmuştu.

Karabasan'dan ilk defa, küçükde olsa gülme sesinin geldiğini duymuştum. Bunda, gelen sevindirici haberin etkisi çok fazlaydı.

Hoş çatık kaşlı, ürkütücü maskelerin altından o sesin gelmesi biraz tuhaf geliyordu insana ama yinede mutlu olmaya yetiyordu.

" Gölge geç yerine ! "

Gölge ikiletmeden sıranın başına fırladı.

Araçlarla buluşacağımız yola yaklaşık yarım saat kalmıştı. Dün gece yaşadıklarımız bize en az iki yıllık bir tecrübe kazanmamıza sebep olmuştu. Görmediklerimizi gördük, duymadıklarımızı duyduk ve hiç akla gelmeyecek stratejilere şahit olmuştuk.

Önümdekiler aniden durduğunda başımı kaldırıp sıranın başındaki Gölge'ye baktım.

Ne bir ses, ne bir hareket vardı. Karabasan yanımızdan geçip hızlı adımlarla Gölge'ye yaklaştı.

Bişeyler konuştuktan sonra, Gölge'nin yanındaki Alıcı en sonunda konuşmaya başladı.

" Herkes olduğu yerde geri dönüp en az yirmibeş metre uzaklaşsın."

Burnuma kötü kokular gelmişti. Herkes emire uyup geri giderken Mert, Ozan ve Kürşad'ın, onların yanına ilerlediğini gördüm. Bende peşlerine takılıp Tim komiseri sıfatı ile yaklaşmaya başladım.

Mert;

" Ne oldu Reis ? "

Karabasan;

" Gölge mayına bastı ! Mert hadi sizde çıkın geri. Ben, C4 ve Gölge'den başka kimse kalmasın." dediğinde Mert omzumdan çekiştirene kadar ağzım açık kalakalmıştım.

Geldiğimiz patikadan geri çekilerek Tim'in yanına geldik.

Semih yanıma yaklaşıp;

" Ne oldu Salih ? "

" Göl...Gölge mayına basmış. "

Tim büyük bir şok yaşarken, gözlerini kırpmadan üç tane Künyesiz'i seyrediyordu.

Karabasan, Gölge'nin sağ ayağının altındaki toprağı bıçağı ile kazarken, C4'ün küçük çantasından şarjlı bir matkap çıkardığı gördüm. Dizüstü çöküp matkabı çalıştırdı. Benim dikkatimi tek çeken şey yanımdaki adamların nefes almadan onları izlemesiydi.

" Ee Karabasan neden duruyor orada ? O işin uzmanı C4 ise o buraya gelsin. " dedim Alıcı'ya.

Bakışlarını bana çevirip;

" Ona öğretilen bu ! Bir Tim'in Alfası olmak kolay değil. Geride adam bırakılmaz. Bizide ondan gelen emir'den başka hiç birşey Gölge'nin yanından çekemez. Sende Alfasın öğren bunları." deyip ensemi sıktığında, rahatlığından etkilenip bir soru daha yönelttim.

" Gölge o durumdayken siz nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsunuz ? "

" Bu ne bizim, nede Gölge'nin ilk mayına basışı. Yaşadığımız standart şeyler yani. "

Bütün Tim ağızı açık Alıcı'yı dinlerken C4 ayağa kalktı.

Gölge'nin, bir süre havaya baktıktan sonra sağ ayağını hızlı bir şekilde kaldırmasıyla, herkes hep bir ağızdan derin bir "Oh" çekti.

Üçüde dönüp buraya gelirken C4'ün kalın misina rulosunu serbest bıraktığını gördüm. Biraz aşağımıza geldikten sonra C4 telsize konuştu.

" Kontrollü patlama ! Bir....iki....üç " deyip misinayı çekerek mayının ateşleme kapsülünü serbest bıraktı.

Şiddetli bir patlamayla imha olan mayın, önümüzde oldukça büyük bir toz bulutu oluşturmuştu.

Yanımıza yaklaştıklarında Gölge direkt kameramanın üzerine yürüdü ve boğazından tuttu.

" Hemen o çektiğin görüntüyü sil tombul. Eğer televizyonda veya başka bir yerde görürsem yemin olsun keserim seni. Emin ol dediğimi yaparım. "

Kameraman konuşamıyor zıngır zıngır titriyordu.

Spiker Gölgenin kalın pazusuna sarılarak;

" Tamam lütfen sakin olun. " dedikten sonra kamerayı eline alıp görüntüleri sildi.

' Ulan çakala bak ! Biz nasıl farkına varamadık ?'

Spiker;

"İşte bak sildim. Lütfen bırak. İnan bende farkına varmadım." deyip kameramana sinirli bir bakış attı.

Yüzünü kameradan çekip, tekrar şişmana bakan Gölge;

" Bir daha görürsem böyle birşey o kamerayı dik koyar seni üze... " derken Karabasa'nın bağırmasıyla cümlesi yarıda kaldı.

" Gölgeee ! Oğlum amma bozuldu senin ağızın, bayanlar var bak burada. "

Gölge Karabasan'a işaret parmağını kaldırıp kameramana tekrar döndü.

" Kamerayı dik koyar, seni üzerinden hoplatır, dereye yuvarlarım. " deyip Karabasan'a baktıktan sonra.

" Sizin içiniz fesatlaşmış. Ben yine aynı Gölgeyim. " diyerek Tim'in önündeki yerine doğru yürüdü.

Alıcı;

" Yuh lan geri vitesinde bu kadarı... "

Aralarındaki bu seviyeli şakalaşmalar beni bir kez daha bu psikopat time hayran bırakmıştı.

Bir gün sonra, saat: 09: 40...

Zehra'dan...

" Hoş geldiniiizz ! Buyrun geçin lütfen Komserim. "

Ne kadar da gülümsemeye çalışsam, buruk bir gülümsemeydi bu. Söz veren, asıl gelmesini istediğim kişi gelmemişti.

Salih komiserle birlikte, Kürşad, Mert, Ozan komiserler ve tabi ki benim devrem olan, dört tane melek.

Son kişinin girip kapının kapanma sesi geldiğinde, ister istemez boğazım düğümlenmişti. Omzumdaki yara olmasa gece yaşadıklarıma ve Karabasan'ın söylediklerine rüya diyecektim ama değildi. Çektiğim ağrı bunun en belirgin kanıtıydı.

' Durur ! Eğer ben birini ağabeyim yerine koymuşsam, o adam sözünde durur. ' diye düşünürken bir ses işittim.

" Zehraa ! "

"Ef.... Efendim komserim ? "

Şaşkınca gözlerime bakan Salih komiser devam etti.

" Kızım neye daldın böyle sana soruyoruz ya. "

" Bilmiyorum komiserim hâla narkozun etkisindeyim galiba. " deyip masum bir yalan söyledim.

Bu kez söze giren ayaktaki Hülya oldu.

" Nasılsın ağrın var mı ? "

" Ara sıra oluyor ama şimdi iyiyim. Rahatsız etmiyor. "

" Eee nasıl bir his vurulmak ? " dediğinde, cevap vermek için ağızımı açmıştım ki kapı tıkladı.

" Gel ! "

İçeri, elinden büyük, canlı bir çiçek demetiyle, 1.85 boylarında uzun siyah saçlı, siyah tişörtünün üzerine geçirdiği kahverengi deri montlada gayet şık ve oldukça yakışıklı görünen tanımadığım bir yüz girdi.

' Yoksa ! ' diye düşünüp parlayan gözlerle o kişiye bakarken konuşmaya başladı.

" Zehra Aylar ? "

İsmimi duyup, gelenin kurye olduğunu anladığımda, sağlam olan elim ile adamın gırtlağına sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.

" Evet benim buyrun. "

Elindeki çiçeği uzatıp;

" Bu sizin için efendim. " dedikten sonra birbirine zımbalanmış kağıtların üzerindeki bana ait olan yeri gösterip oldukça kibar bir şekilde devam etti.

" Burayı imzalamanız gerekiyor. "

Kağıdı imzalarken;

" Kimden bunlar ? İsim falan da yok. "

" Bilmiyorum efendim internetten sipariş verilmiş. Arkadaşlar hazırlamış not koyulup koyulmadığındanda haberim yok. Bi bakın isterseniz. Geçmiş olsun iyi günler dilerim. " diyerek, hevesimide, umudumuda alıp, kapıdan çıkmadan önce son bir gülücük atmayıda ihmal etmeden çıkıp gitti.

Kızların imâlı bakışlarına aldırmayıp gelen büyük demet'e bakarken küçük bir zarf sıkıştırılmış olduğunu gördüm. Zarfı elime alıp üzerindeki ismi okuduğumda, kalbim baskına başladığımız dakikalardaki gibi hızlı bir şekilde atmaya başladı.

'Karabasan'

Bu sahibi kadar dev buket Karabasan'a aitti.

Onlarla işgelenememiştim. Geçmiş olsun dileklerini tekrar sunup, arkalarında refakatçi olarak Hülya'yı bırakarak gittiler.

Kızgınlığım ona değildi. Belki riskli olurdu onun yüzünü görmem ama;

'Neden söz verdi ki ? Onu en hassas yanım olan ağabeyimin yerine koymuştum. ' Abi ' sıfatını abim Şehit olduğundan bu yana ondan başka kimseye yakıştırmamıştım. Neden

' Yüzümü göstereceğim. ' deyip göstermedi ? Bu iki kelime yaralı birine moral olması için sarfedilen kuru laf'dan ibaretmiydi yani ?

Hülya kantine indiğinde; Geçmiş olsun dileklerini sundukları, basit, sıradan kelimelerle bezenen zarfı açma gereği duydum.

Okuduğum kelimeler bana en iyi ağrı kesici olmuştu. Bırakın ağrıyı, vucudumdaki uzuvlarımı dahi hissetmiyordum. Bu nasıl olabilir, bu böyle birşey yapmak kimin aklına gelir.

İnanamayarak kağıdı tekrar okudum.

" вєn sσ̈zümü tuttum. Sırα sєndє ! "

" Kurye Karabasan'dı ! Yemin ederim oydu. Anlamıştım, gülen sıcacık gözlerinden, yusuf yüzünden anlamıştım. "

Kağıdı göğüsüme basıp tavana baktım.

" Abi ! "

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%