Yeni Üyelik
48.
Bölüm

47.BÖLÜM GİDİYORUM DEDİ GİTTİ

@batingam

Gökçen'den...

Bugün benim günümdü. Rabbim kış soğuğunu çekmiş, güneşini nur misâli üzerimize yansıtıyordu. Annem yanımda, Korhan Baba, Orhan Baba, Gülsüm Annemiz, Tuğçemiz, dünyanın en güzel ablası Zümramız, daha dün tanıştığım kızlar bile beni yalnız bırakmamışlardı.

Korhan Baba'nın bahçesindeki büyük masamıza kurulmuş, onlar sabahtan bu yana olan yorgunluklarından yakınırken, ben Mert ile kurulacak yuvamızı hayal ediyordum.

Rahman abimi çocukluğumdan bu yana tanırım. Babam'ın her gittiğinde olmasada adaya sık sık gider gelirdim.

Kim derdiki 'Bu adam ailesiyle yeniden birleşecek, bende onun kardeşi ile evleneceğim.' değil mi ? Bir gemi misali, hayat öyle bir sürüklüyorki insanı, vurduğun limanı gördüğünde inanamıyor, kendikendine soruyorsun. 'Ben ne yaptım, ben ne iyilik yaptımki Rabbim bu güzellikleri bana nasip etti ?'

Bazende asi bir rüzgar peydah olup öyle savururki seni ' Ben ne kötülük yaptım, bu neyin cezası ? ' diye hayıflanırsın. İnananlar buna ' Sınavdır, Rabbim'den gelene Eyvallah ' der. İnanmayanlar ise kahreder kendini, derin bir boşluğa düşer. Hiç düşünmezler her yokuşun bir inişi olduğunu.

Babam'ın gidişi bana büyük bir yokuştu. Ama sonradan gelen geniş aile muhteşem bir inişe vesile olmuştu. Tabiki babanın yerini hiç bir varlık tutmaz ama Rabbim'in annem ile bana nasip ettiği bu aileyi, bu güzelliğide görmemezlikten gelmek nankörlük olurdu.

" Eee anlatsana kuzum neler geçiyor aklından ? Ne düşünüyorsun ? "

Dalgın gözlerimi gelen rahatlatıcı sese çevirdiğimde Zümra'nın huzur fışkıran yeşil gözleriyle karşılaştım. Üzerinde temizlik kıyafetleri, keçik yaptığı kırmızı tülbenti ve yorgunluktan al al olmuş yanakları ile o kadar şirin görünüyordu ki, yanaklarını ısırmamak için kendimi zor tutuyordum. Isırsam kimse beni yadırgamazdı ama istenmeye gelecek olan kız ben olduğum için hiç değilse bugün ağır olmalıydım.

" Ne düşüneyim kafam çok karışık , saf gibiyim birşey düşünemiyorum. Gelen bu hediye karşısında uyuştum resmen." derken dirseğimi masaya dayayıp, elimi yanağıma koydum.

" Mert bana çok güzel bir hediye oldu be abla. "

" Ayyyy, bitanem benim ! Ama çok güzel duygular içindesin değil mi ? Tadını çıkar bir daha gelmez insanın başına böyle bir heyecan. " deyip Zehra'ya döndü.

" Zehra senide hasta hasta yorduk. İyisin değil mi canım ağrın falan var mı ? "

Zehra başına yana devirerek cevap verdi.

" Yemin ederim hayatımda böyle güzel bir ortama hiç girmedim. Ömrüm rutin şeylerle geçti. Evden okula okuladan eve. Sonra dahada beteri olan akademi. Hafta sonu hariç dışarıya bile çıkamıyordum. "

Zümra şevkatli elini Zehra'nınkinin üzerine koyarak;

" Artık bizimlesin canım. Ailedensin, merak ettiklerini sor. Dahada bir tanımaya çalış bizi. Bu seni çok daha rahatlatacaktır. "

" Dedim ya ben rahatım gerçekten çok iyim sizi tanıdığım için. Bu benim için çok güzel bir sürpriz oldu. En ilginci ise bu sürprizi bana Tunceli'nin dağında korkunç suratlı, siyahlara bürünmüş bir canavar verdi. " deyip inci gibi dişlerini gösterdi.

Zümra;

" Evet kocam ve kardeşleri siyahlara girince insan bakmaya dahi çekiniyor."

Zehra kaşlarını çatıp masaya bakarak konuşmaya başladı.

" Ya eğer özel olmazsa birşey sormak istiyorum. Mesala gözleri keskin olduğu için Tim'in keskin nişancısı Bora abiye Kartal kod adı takmışlar, Sızmada görünmediği için Koray abiye Gölge, Bomba konusunda uzman olduğu için Ömer abiye C4 demişler. Peki Rahman abime neden Karabasan demişlerki ? Onun uzmanlığı nedir ? "

Zehra bunu yaparak onikiden vurmuştu. Bunu, bu zaman kadar kimse sormayı akıl edememişti. Zehra'nın sorusundan sonra Zümra söze girdi.

" Bende bir kere sormak istedim ama 'Önemsiz' deyip vazgeçtim. " gözlerime baktıktan sonra devam etti.

" Sahi Gökçen ! Bunu bilsen bilsen sen bilirsin. Neden benim kocama kötü niyetli bir varlığın ismini taktılar ? "

Bu soru karşısında masadaki Afganistan grubu kulakları kabartmış, Zümra, ve Zehra ' Ne anlatacağım ? ' diye dikkat kesilmişti. Arkamdaki bahçe kapısına bakıp Gülsüm anneyi kontrol ettiğimde ortalıkta görünmüyordu.

" Evet biliyorum. Ben oradayken ada'da kötü bir olay yaşandı. Ondan sonra Rahman Abi'nin ismi Karabasan diye anıldı. "

Tedirgin bir şekilde sesimi kıstığımı ve 'Kötü olay !' kelimesini duydukları anda sandalyelerini dahada bir yaklaştırıp, gözlerini kıstılar.

Zümra şu zamana kadar sormadığına pişman olmuş bir halde;

" Kızım anlatsana ! Ne oldu ada'da ? " dedi.

İşaret parmağımı kaldırarak cevap verdim.

" Bakın anlattıklarım bu masada kalacak, buradan kalktığımız anda herkes unutacak. Yemin ederim bir daha yüzünüze bakmam. "

Herkes birbirine bakıyor, Rahman Abi'ye verilen kod isminin altında nasıl bir sır barındığını deli gibi merak ediyorlardı.

Zümra;

" Tamam lütfen anlat hadi. Kimseden sır çıkmaz. "

Derin nefes alıp söze nereden nasıl başlayacağımı bilmeyerek girdim.

" Onlar 15, ben ise 10 yaşlarındaydım. Geç saatlerde, uyumak için babamın odasına gittik. Yaşım ne kadar küçük olsada ortada bir huzursuzluğun döndüğünü hissediyordum. Ben babamın yatağında, babam ise yere serdiği askeri met'te yatıyordu. Aradan dakikalar geçmesine rağmen babamın uyuyamadığını biliyordum. Ne yataktan kalkıyordu ne de uyuyordu. Taki o huzursuz ada sessizliğini kapı tıklaması bozana kadar. Babam sessizce kalkıp kapıyı açtı. Sesinden anladığım kadarıyla kapıyı çalan Rahman abimdi.

" Komutanım anlamıyormusunuz Bora'nın ateşi çok fazla. Bütün dediklerinizi yaptık düşmüyor. Konuşamıyor bile. Lütfen hastaneye götürelim. "

" Rahman nöbetçi amir izin vermiyor. Ada reviri elinden geleni yaptı. Bora'yı hastaneye götürmek için izin çıkartıp helikopter kaldırmamız lazım. "

Rahman Abim'in dişlerini sıktığı ses tonundan belli oluyordu.

" Bizim bir köpek kadar değerimiz yok mu ? Bundan sonraki olacaklardan ben sorumlu değilim komutanım. Herşey sizin rızanızla olsun diye elimden geleni yaptım. "

Babam ne kadar arkasından Rahman diye bağırsada o umursamayıp arkasına bakmadan gitti. Babamda benim uykudan uyanıpta korkabileceğimi düşünüp takip etmekten vazgeçmiş olmalı ki, kapıyı kapatıp sessizce volta atmaya başladı.

Evet 15 yaşındalar, eğitimlerini tamamlamadılar ama babam istedikleri zaman o yaşlarında bile onların ölüm makinasına dönüşebileceklerini biliyordu.

Aradan dakikalar geçmişti. Uykumdan bir bağırışmayla sıçradım. Babam ne kadar gözümü kapasada ben yaşananları görüyordum. Rahman Abim nöbetçi amirin bir buçuk metre arkasından silahını ona uzatmış etrafındaki müdahale mangasına tehtidler yağdırıyordu.

" O helikopter kalkacak Komutan ! Allah şahidim olsun vururum. Seni seviyorum ama sen benim kardeşimden önemli değilsin." diyordu. Ona istediğiniz zararı verin çok efendidir ama sevdiklerine kaşınızı bile kaldırsanız inanın bunu sonucunu tahmin dahi edemezsiniz. Peki onu eğiten komutan'ı Rahman Abim nasıl rehin alabildi ? Sonuçta nice çatışmalara girmiş, üstün yetenekli bir komutan. Buynuz'un kulağı geçmesi bu kadar kolay mı ?

Rahman Abi'nin saçma filmlerdeki gibi silahı sırtına dayamayıpta birbuçuk metre uzağından tutmasının sebebi bu.

Evet; namluyu sırtına, başına veya herhangi bir yerine dayarsa, komutanın profesyonel bir müdahale ile silahı elinden alması kaçınılmaz. Ama birbuçuk metrelik mesafe onun yaptığının kuru bir tehtid olmadığını gösteriyordu.

Bu 'Ne yaparsan yap seni vurmama engel olamazsın. ' demekti. Yani, eğer dediği yapılmazsa Rahman Abim komutanı vuracaktı.

Gelelim Karabasan ismi nereden geliyor ?

Babam anneme anlatırken duymuştum.

Rahman Abim babamla konuştuktan sonra dışarı çıkıyor. Komutanın odasına kapı ses yapınca uyanmasın diye pencereden giriyor.Pozisyonunu alıp komutanın üzerine yavaşça uzanıyor ve âni bir hareketle komutanın bacaklarını bacakları ile kilitliyor. Tabi komutan bu kilitten Rahman abim istemediği sürece kurtulamayacağını çok iyi biliyor. Komutanla burun buruna gelen Rahman Abim elindeki bıçağı komutanın boğazına dayayarak;

" O helikopter kalkacak, Bora hastaneye gidecek ! "

" Rahman ! Oğlum biliyorsun bir çırpıda o bıçağı elinden alabilirim. Bora'nın durumunda büyütecek birşey yok. "

" Evet bıçağı elimden alabilirsin biliyorum komutanım. Ama sol altıncı kaburgana bakan namlu için yapacak hiç birşeyin yok. Hele ki mermi yatağına yerleşmiş ise. Ne söylemiştiniz siz ? 'Akciğerlere giren mermi bir dakika içinde canınızı almaya yeter.' Yetmese bile içine çekemediğin oksijen senin benden daha güçsüz kalmanı sağlar. Onun için söylediğimi yapmaya mecbursun. " demiş.

Ne kadar ürkütücü değil mi ?

İşte böyle ! O komutan Korhan babalara bu olayı anlatırken;

'Karabasan gibi üzerime çöktü eşşoğlueşşek.'diye anlatmış. O günden bu yana ismi Karabasan olarak kalmış."

Masadaki herbir kızın yüzündeki kızarıklıktan nabızlarının hızlandığını anlamıştım.

İlk söze giren Afganistan gülü Umay oldu.

" İyide ne olursa olsun bir komutana silah çekmek çok büyük bir sıkıntı sarar insanın başına. Sonra ne oldu ? Yani herhangi bir ceza verildi mi ? " dediğinde babam'ın ilk defa gözyaşlarına şahit olduğum o uçurum geldi aklıma.

" Evet tabi ki cezası oldu. Hemde çok ağır bir şekilde. " deyip kendimi toparladım ve devam ettim.

2003, Ada...

Karargahtan sinirle çıkan Rahman Abim hızla babamla yürüyüş yaptığımız ağaçlık alana doğru geliyordu. Halini gördüğümde, gözündeki morluk, kaşındaki ve dudağından akan kan benim canımı acıtmaya yetmişti. O hali babamda gördüğünde yaşadığı üzüntü ile benim gözümü kapatmak bu kez aklına dahi gelmemişti.

" Rahman bekle n'olur ! "

Arkadan bağıran arkadaşlarına eli ile gelmeyin işareti yapıp, ne deseler, ne söyleseler duymamazlıktan geliyordu. İki gündür elektrik verdiklerinide biliyordum, öldüresiye dövdüklerinide. Bu onun hem cezası, hemde eğitimiydi.

Haki rengindeki pantalonunun paçalarını dizlerine kadar katlamış, siyah sıfır kollu tişörtü göğüsünden aşağı kadar yırtılmıştı. Ayakları çıplak ama yürüyüşündeki asalet'de hiçbir eksilme yoktu.

Tam önümüzden geçerken babam seslendi.

"Ra.... Rahman bende geleyim mi koçum ? "

Rahman abim babamın yanında beni gördüğünde gülümsedi.

" Yok komutanım ben iyim. " dedikten sonra bana dönüp kanlı yüzünü gösterdi.

" Zeytin bak içerde domates savaşı yaptık komutanlarla. "

On yaşındaydım ama buna inanmayacak kadar zeki bir çocuk olduğumu gayet iyi biliyordu. Ama kendini değilde, karşısındakinin iyiliğini düşünmek onun karakterinde yer etmişti. Onu benim ve bütün Timi'nin gözündede eşsiz kılan bu huyuydu.

Elindeki volkmen ve kulaklık gözüme çarptı.

" Ağlama be fıstığım ! Bak iyim ben. Ama ne çaktık komutana değil mi ? Bak vazgeçmedim dediğimi yaptırdım. " Bunu derken yanağımı sıkması beni güldürmüştü.

Eli ile saçımı dağıtıp, babama bir göz artıktan sonra ağaçların arasında kayboldu.

" Baba Rahman abimin yüzü kanamış, gözü şişmiş. Neden hiç ağlamıyorda hâla gülüyor ? "

Babam gözünü Rahman abimin gittiği yoldan ayırmadan başımı okşadı.

" Büyüyünce sende ağlamayacaksın kızım. Bak abinler kocaman oldu. Buraya geldiklerinde senin yaşındaydılar. "

Babam ne kadarda karargaha doğru gitmeye çalışsada gözü hâla Rahman abimin adımladığı patikadaydı.

Aşağı çömelip iki elinide omuzlarıma attı.

" Bak seninle ne yapalım biliyor musun ?"

" Ne yapalım baba ? "

" Gizlice Rahman Abi'ni takip edelim ne dersin ? Bakalım nereye gidiyor ? "

Bu benide sevindirmişti.

" Tamam o zaman hadi takip edelim. "

Babamla ne kadar yürüsek Rahman Abimi bir türlü görememiştim. Ama babam nereye gittiğini gayet iyi biliyormuş gibi patikayı kendinden emin bir şekilde adımlıyordu.

" Şiiiiişşşşttt bak sesini çıkarma. " dedikten sonra çömeldiğimiz yerden önümü kapatan yaprakları çekti.

" Aaaaa orada ! " dedim fısıldayarak.

Dizlerinin üzerine oturmuş avucundaki küçük taşları tek tek önündeki uçurumdan denize atıyordu. Dudaklarının kıpırdamasından içinden birşey mırıldandığı anlaşılıyordu.

" Baba Abim ne yapıyor ? "

Babamda tıpkı benim gibi fısıldayarak cevap verdi.

" Topal Hoca'nın öğrettiği şeyi yapıyor kızım. Hani ben evde tesbihle yapıyorum ya ? İşte Rahman abinde elindeki sayılı taşlarla zikir çekiyor. "

Yanımızdaki hışırtıyla birden çığlık atacaktım ki babam ağızımı tuttu.

" Ne geziyorsunuz lan burada ? "

Çömelerek sessizce gelen Koray abimi arkasındaki Tim takip ediyordu.

Koray Abi babamın sorusuna aldırmadan;

" Ne yapıyor komutanım ? "

" Şimdilik birşey yapmıyor. Gökçen'i korkuttunuz zibidiler. " dediğinde Rahman Abim'in elindeki son taş uçurumu boylamıştı.

Kulaklığı taktı ve volkmeni bir süre geri veya ileri sararak bekledi. Aradığı şarkıyı bulduğunu volkmen'i dizinin üzerine koymasından anlamıştım.

Başını göğe kaldırıp gözlerini yumdu.

Ağlıyordu !

Evet gözyaşı çenesinden dizlerine damlıyordu, görüyordum. Dayanamayarak babamın yüzüne bakıp bende sessizce ağlamaya başladım.

" Ba.... Baba Rahman Abim'in canı çok acıyo. Hani büyükler ağlamazdı ? "

" Aaaa yok kızım o canı yandığı için ağlamıyor. Dinlediği şarkıdan duygulanmış olmalı. " deyip Koray Abilere döndü.

" Tamam çıkın ortaya. Rahman'ı alıp gidin. "

Koraya Abi baş selamı vererek;

" Emredersin komutanım ! " dedikten sonra onlar önde biz arkada Rahman Abime doğru ilerlerken, o kulaklığı çıkarıp bize baktı ve acele bir şekilde, kirli ellerinin tersi ile akan gözlerini silmeye çalıştı.

" Ne geziyonuz lan burda ? Gelmeyin demedim mi ? "

Babam öne çıkarak;

" Ben emir verdim ne olacak ? "

Rahman Abim'in babamı ve beni gördüğünde yüz ifadesi değişti.

" Sen söylediysen Eyvallah komutanım."

" Hadi gidiyoruz. Şu yaralarını saralım, mikrop kaparsın bak. "

Koray Abi Rahman Abi'ye bakıp kaşları ile uçurumu göstererek tebessüm etti. Onu gördüğünde bütün Tim'in ve Rahman Abim'in yüzünü gülücükler kapladı.

Rahman Abim patlayan dudağına elini atarak;

"Anaam ! Güldürmeyin oğlum her yerim acıyo."

Babam şaşkınca kaşlarını çattı;

" Neye gülüyosunuz lan siz ? "

Rahman abim elindeki volkmen'in kulaklığını toparlayıp babama uzattı.

" Burak abi bu sana emanet. Karahgahta görüşürüz." deyip babamın şaşkın bakışları arasında sakince uçuruma ilerlemeye başladı.

" Ra..... Rah... Rahman sakın bak.....sakın...... manyak olma. " demesine kalmadan Rahman Abim'in gülen kanlı yüzü ile uçurumdan kendini boşluğa bırakması bir oldu.

" Rahmaaaaaaannnn ! "

Babamın bu bağırmasından sonra bütün Tim metrelerce yükseklikteki uçurumdan tek tek kendini aşağıdaki denize bıraktı.

" Laaaaaaannnnn piskopat manyaklaaaarr ! "

Babam elindeki volkmeni yere çarpacaktı ki son anda kendini toparladı.

" Allah sizin cezanızı vermesin. Ömrümü yediniz ömrümü. "

Benim elimden sadece;

" Baba sakin ol lütfen. " demek geliyordu.

Babam hiç bir şey söylemeden derin derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Daha sonra volkmen'in kulaklığını açtı ve kulağına götürerek kaseti geri sarıp dinlemeye başladı.

Bir süre sonra bana arkasını dönüp gizlice gözyaşlarını silmeye başladı.

" Baba sende mi ağlıyorsun ? "

" Hayır kızım ne ağlaması komutanlar ağlar mı ? " deyip kulaklığı çıkardı ve çömeldi.

" Gel bakalım buraya !" deyip yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu.

" Söyle bakalım Reislerin ağladığı nerede görülmüş ? " diyerek koltuk altlarımı gıdıkladı.

" Peki bende dinleyebilir miyim ? "

" Tabiki dinleye bilirsin. "

Babam kulaklığı kulağıma yerleştirip play tuşuna bastı.

Günümüz...

" O zamanlar o şarkının Rahman Abi'ye ne anlattığını anlamıyordum ama şimdi gayet iyi biliyorum kızlar. "

Zümra tülbenti ile dolan gözlerini silerek minik burnunu çekip söze girdi.

"O şarkı neydi Gökçen ? Neyi anlatıyordu ?"

Yeşillerin dolmasına dayanamıyordum ama bir annenin evladının gözündeki değerinide ona göstermek istiyordum. O küçük yaşta annesiz kalmıştı. Annesi hayatında olmadığından onun için annesinin boşluğu yüreğinde büyük yer kaplıyordu. O zamanlar Rahman abim içinde aynı şeyler geçerliydi. Tek bir fark var, hemde büyük bir fark.

O annesini yaşadığı halde göremiyor, kavuşamıyordu. Yarasını saracak şefkatli bir el, gözlerinin içine bakıp ağrısını dindiren bir çift göz yoktu. Ne kadar o boşluğu doldurmak mümkün olmasada Zümra'nın yarasını saracak, onu öz kızından ayırt etmeyen Gülsüm annesi vardı.

Dışardaki serinliği içime çekerek Zümra'nın gözlerine baktım.

" O şarkı Fatıma teyzeye bir yakarıştı. " deyip şarkının sözlerini mırıldanmaya başladım.

" Yanana yanana

Buz gerek yanana

Biri yaktı gitti

Sen bana yan ana

Sorana sorana

Deli de sorana

Bu yaşta bu saçlar

Neden ak sor ana

Kanana kanana

Gönülden kanana

Gözümden dökülen

Yaş değil kan ana "

Şiir bittiğinde Ülkü kaşlarını çatıp sanki yanıyormuşta soğutmaya çalışıyormuş gibi iki elini birden sallamaya başladı.

" Uffff bu çok kötü ya; tüğlerim diken diken oldu. "

Kendini zor tutan Zümra biraz olsun toparlanıp söze girdi.

" 'Biri yaktı gitti, sen bana yan ana.' yani rahmetli kardeşine yanan annesinin kendisinede yandığını söylüyor. ' 'Gözümden dökülen yaş değil, kan ana.' derkende o anki durumunu annesine şikayet ediyor. Bu şarkı onların hayatına inanılmaz bir şekilde oturmuş. Neler çekmişler neler. Onun için seçilmiş bu çocuklar. Bu işkencelere eğitimlere sıradan bir bünye dayanamaz." deyip bir süre bekledi ve kızaran gözlerini herkesin üzerinde gezdirdikten sonra bende takılı kaldı.

" Ohooo sanki iki saat sonra beni istemeye gelecekler. Kalksana kızım hadi hazırlanalım. "

Zehra;

" Durun durun bir dakika. " dediğinde ayaklanan grup tekrar sandalyelere kuruldu.

" Bu şarkıyı kim söylüyor Gökçen ? Çok merak ettim. "

" Mustafa Yıldızdoğan. Rahman Abim'in en sevdiği sanatçı. Ne zaman bir albümü çıksa babam; ' Şu kaseti alalımda, yine küstürmeyelim Karaoğlan'ı. ' derdi."

Afgan gülleri ve Zehra, Zümra'ların evine geçeceklerdi. Beni Korhan Babadan isteyecekleri için, bende onların evine geçmek üzere ayaklanmıştık ki Zümra'nın telefonu çaldı.

" Geldin mi canım ?.......... Tamam orası bizim ev ama sen bir sonraki bahçe kapısından gir. Hemen karşına çıkacağız....... Tamaam; hadi bekliyoruz. " deyip telefonu kapattıktan sonra bize döndü.

" Kızlar size söylemeyi unuttum. Bugün çöpçatanlık yapacağım. Hani Kenan ve Doktor Gülçin'in aralarında yaşananları sabah size anlatmıştım ya. Gülçin'i çağırdım, şuan kapıda. Kenan da bizim evde Rahman ve Abdullah babamla oturuyor." deyip boynunu içine çekerek heyecanlı bir şekilde alt dudağını ısırdı.

Misafirimiz için bahçe kapısına ilerliyorduk ki kapıyı küt saçlı, güneş gözlüklü oldukça hoş fiziği olan biri açtı.

Zümra;

" Kuuzuuumm hoşgeldin. " dedikten sonra birbirlerine sarıldılar.

Zümra Gülçin'in omuzlarından tutup.

" Teşek.... " deyip sözünü yarıda keserek Gülçin'in dudağına parmağını dokundurdu.

" Bir dakika ! Senin dudağına ne oldu ? "

Gülçin Zümra'nın elini tutup öptükten sonra içindeki duyguyu yutarak cevap verdi.

" Birşeyim yok canım iyim ben. "

Zümra güneş gözlüklerine el atıp çıkartacaktı ki Gülçin başını çekti.

" Çıkar çabuk o gözlükleri kırarım elini."

Gülçin yavaş yavaş gözlüğünü çıkardığında fondöten'in kapatamadığı morluklarla karşılaştık.

" Allah senin cezanı vermesin kahrolası adam. Hâla mı Gülçin? Hâla mı bu adam seni dövüyor ? "

" Zümra gerçekten iyim ben. Kabataslak bir makyaj yaptım. Burada kapatırım ben onları. Huzurunuz bozulmasın bu yüzden. "

" Bozuldu bile ! "

Arkamızdan gelen kalın, tok bir ses sıçramamıza sebep oldu.

Başımızı çevirdiğimizde Rahman Abim'in çatık kaşları ile karşılaştık.

Zümra;

" Rahman sen ne geziyorsun burada ? "

Rahman abim gözlerini Gülçin'den ayırmadan konuşmaya başladı.

" Gülsüm anne aradı, bir koli verecekmiş. Siz şimdi onu boşverinde. Bunu kim yaptı sana Gülçin kardeş ? Erkek arkadaşın falan mı ? "

Rahman Abimle birlikte Gülçin'den gözünü alamayan Zümra;

" Yok ! Abisi var. Üniversite yıllarından bu yana böyle. Okurken bursunu alıyordu insafsız herif. Şimdi ise... "

Gülçin daha fazla kendini tutamayarak Zümra'nın omzuna başını koyup ağlamaya başladı.

" Ya bir kardeş, kardeşinin ölmesini ister mi ? Ben istiyorum işte. Böyle adi bir adam görmedim ben. "

Rahman abim;

" Abin ne iş yapıyor Gülçin ? "

" Kızılay'da spor salonu var. O milli kick bokscu. "

Rahman abim başını sağa sola sallayarak;

" Hiç bir milli sporcu bu pisliği yapmaz. Bu adam akıl hastası. Şimdi senin izninle bu işle biz ilgilenebilir miyiz ? "

Gülçin;

" Hayır lütfen siz karışmayın. Çevresi pisliğin teki. "

Gülçin'e ne kadar üzülsemde, son söylediğinden sonra gülesim gelmişti.

" Sen orasını boşver kardeşim. Sen bize izin veriyor musun, vermiyor musun ? "

Gülçin bir süre ayaklarının altındaki çimlere bakıp başını kaldırdı.

" Tamam elinizden geleni ardınıza koymayın."

" Yok o biraz fazla olur. "

Meraklı gözlerle Rahman Abime bakan Zümra;

" Kenan'ı mı göndereceksin hayatım ? "

" Yok canım o kadarda değil. Gülçin'in istediği olsun istemem. " deyip Asel'e döndü.

'Yani Kenan abi giderse onu öldürür.'

" Asel iki kişi al yanına, kız istenmeden burada olun. "

Asel Afgan güllerinden iki kişiyi yanına çekerek;

" Tamam Reis ! " deyip beklemeye başladı.

Gülçin'in gözlerindeki yaş, yerini şaşkınlıkla oluşan iriliğe bırakmıştı.

" Ya..... Ya adam milli kickbokscu diyorum. "

Zümra koluna girip;

" Sen boşver o kızlarda bildiğin kızlardan değil zaten. "

Adresi alan Asel, kızlarla birlikte uzaklaşıyordu ki Rahman Abim'in seslenmesi ile aniden arkasını döndü.

" Aseeeell ! Fazla değil şimdilik gıdıklayın yeter. "

" Bak ya ! Birde gıdıklayın diyo ! Kızım kızlara bişey yaparlar. Ben bunun vicdan azabını çekemem. "

Zümra kolundan tutmuş eve doğru çekiştirerek;

" Hadiiii ! Gerisi onlarda biz gidelim. "

3 saat sonra...

Zümra'dan...

Abdullah babam;

" 1975 yılında Önkuzu ağabeyimizi alçakça bir işkenceyle şehit ettiler. 1980 yılındada ben Mamak cezaevine girdim. Filistin askısına gerdirilip, türlü türlü işkencelere maruz kaldım. 1987 de evlendim 88'de bizi şereflendiren Rahman oldu." dediği anda Rahman kapıdan içeri girdi.

Ortada dikilip bir müddet sağa sola bakındıktan sonra sandalyede oturan muhteşem güzelliğin, Gökçen'in yanındaki sandalyeye geçti.

Fatıma annem şaşkınlıkla Rahman'a bakıp.

" Oğlum orası kız tarafı Mert'in yanına otursana."

Rahman biricik anneciğine bakıp gülümsedi.

" İyi ya anne doğru tarafa oturmuşum işte. "

Rahman'ın bu sözü odadakileri sesli bir şekilde güldürürken Gökçen'in gözlerini doldurmuştu.

' Bu adam kaşı ile, gözü ile, boyu, posu, üzerindeki siyah takım elbisesi, karakteri ile eşsiz bir adam. Bu adam iyiki benim kocam.'

Gökçen mavi boydan elbisesi, sade makyajı, bukle bukle uzun siyah saçları ile mükemmel görünüyordu. Kim der bu deli kızın böyle masum masum başını yere eğip oturacağını.

Kahve için işaret yaptığımda izin isteyerek kalktı.

Mutfağa geçtiğinde anlamadığım sebepten dolayı başını omzuma koyuverdi.

" Ya senin bu kocan ne biçim bir insan Zümra abla ? "

"Kızım bak ağlayım falan deme güzelim yüzünü mahvetme. Benim kocam. Olacak tabi o kadar. "

Bu kez bayrağı eline alan Kübra, ocaktaki büyük kahve cezvesini göstererek;

" Tuz atacaksın değil mi ? " dedi.

Böyle yaramazca şerli şeyleri seven Gökçen hiç düşünmeden cevap verdi.

" Tabi ki atacağım. "

Gökçen'in cevabı değilde, Kübra'nın cevabı duyduktan sonraki heyecanla tuzu getirişi beni daha çok şaşırtmıştı.

"Koy koy çok koy." derken kaşıktaki tuzu gördüğümde kaşlarım havalandı.

" Kızım yazık çocuğa, çok o. "

Gökçen Mert'in kahvesini hazırlayıp. İkinci cezveye geçtiğinde Rahman mutfak kapısından girdi.

Yine, şirin bir hâle bürüyen bakışını takınmıştı. Kaşlarını kaldırıp, gözler açık bir halde cezvelere baktı.

" Tuz attınız mı tuz ? "

Gökçen korkuyla dudağını ısırarak;

" Ya...yalan söylemeyeceğim abi; attık."

Rahman başını sallayıp.

" Aferin sana. Çok at çok, kıyamamazlık yapma. "

" Aaa aaah şuna bak. Kardeşin o senin hayatım." dediğimde bana döndü.

" Ne olmuş kardeşim olmayla ? Avm de yakalayamadım. Hâla sinirliyim o zibidiye." deyip çıkacaktı ki geri döndü.

" Koray imam nikâhı için Asım Hoca'yı almaya gitti. İçeri yanımıza alırsınız." deyip çıktı.

Gökçen tepsiyi alıp gittiğinde arkasından heyecanla takip ettik.

O kahveleri dağıtırken, Mert kaçamak bakışları ile gözgöze gelmeye çalışıyordu.

Yanımdaki Kübra'ya dirsek atıp Mert'i gösterdim.

" Eminim böyle zorlu bir operasyona hiç girmemiştir. "

Kübra başını sallarken fincan alma sırası Mert'e gelmişti.

Gökçen kahveleri dağıtıp Rahman'ın yanındaki yerine kuruldu. Odadaki bütün kızların gözü Mert'teydi. Evet beklenen olmuş Mert, Rahman'ın tebessümle gülerek bakan gözleri ile birlikte ilk yudumunu aldı.

'Ay kuzum benim yaaa...'

Gözleri direkt Gökçen'e döndüğünde, bakışlarında ki hayranlık yerini yalvaran gözlere bırakmıştı.

Rahman'ın çatılan kaşlarını gördüğünde tüm kahveyi tepesine dikip bitirdi.

" Evet Korhan beyim; Allah'ın emri, Peygamber efendimizin kavliyle güzel kızımız Gökçen'i oğlumuz Mert'e istiyoruz. "

Korhan baba, babama bakıp.

" Senin kızını ben verdim kardeşim. Buyur söz sende. "

Babam; bir bana, bir Gökçen'e baktı.

" Benim kızımı vermek bana nasip olmadı. Burak bizim canımız, kanımız parçamızdı. Gökçen bizim ellerimizde ağabeyleri ile büyüdü." deyip Rahman'a baktı.

" Onun şerbet içtiği o gecede emanetini kime verdiyse söz ondadır. "

Sohbeti gözleri yerde dinleyen Rahman, şaşkınlıkla başını kaldırıp babama baktı.

" Buyur oğlum söz sende ! "

Rahman gözlerini Mert'e çevirerek bir müddet bekledi.

" Bir şartla ! " demesi ile Gökçeninki'ler dahil bütün gözler sorgularcasına Rahman'a çevrildi.

Rahman yüzünü annesine çevirip;

" Anne hatırlarmısın küçüklüğümüzde biz babamla bayram namazından geldiğimizde Mert'e ' Ağabeyinin elini öp.' demiştiniz Mert'te gururuna yediremeyip ağlayarak kaçmıştı. Şartım bu; Mert elimi öperse Gökçen'i veririm. "

Ben kocamı tanırım. Rahman'ın bunu, Burak Abi'nin ismi geçince hüzünlenen Gökçen ve Yasemin Abla'nın yüzünü güldürmek için yaptığını biliyordum.

Rahman'ın sözü biter bitmez Mert ayağa fırlayıp ağabeyi'nin elini öptükten sonra sıkı sıkıya sarıldılar.

Rahman;

" Verdik gitti ! "

Yasemin Abla'nın gözünden mutluluk gözyaşları süzülürken, ona ilk sarılan annem olmuştu.

Kahveler içilmiş, sohbetler edilmiş, imam nikâhı kıyılmış, Alganoğlu ailesi alacağını almış müsadesini isterken Gülçin'in telefonu çaldı.

Rahman annemlerle eve geçerken, ben Gökçen'le birlikte heyecanını paylaşmak için kalmıştım.

Gülçin montunu eline alıp aceleyle bize doğru yaklaştı.

" Dur kızım noluyo ? "

" Zümra bizimkini hastaneye kaldırmışlar ben gideyim. "

Bu Asel ve kızların görevini yaptığı anlamına geliyordu.

Gülçin tekrar gözlerime bakıp;

"Hiç üzülmüyorum biliyor musun ? Yıllardır neler çektiğimi sen biliyorsun. " deyip göğüsüne parmağını bastırdı.

" Ama yinede şuramda bir şey yanıyor. Eşin kim ? O kızlar neyin nesi ? Bunu daha sonra konuşacağız seninle cadı kız. Şimdi gidiyorum hoşçakalın. " deyip bizi öptükten sonra araç kumandasındaki açma düğmesine bastı.

' Ya beyefendi 'Hak yerde kalmaz.' mış diye düşünürken giden arabanın ardından bir atasözüde Gökçen patlattı.

" Yaaaa ! ne demiş Yunus emre? " Zulum ile abad olanın akıbeti berbad olur. "

Kürşad'tan..

Erkenden yanan ışık ile kolumdaki saate baktığımda, gece 03:37'yi gösteriyordu. Kulaklarıma ilk gelen ses ise hızla açılıp kapanan çekmecelerin sesi olmuştu.

Sese doğru baktığımda henüz pijamaları üzerinde olan Ozan gözüme çarptı.

" Lan oğlum saat daha 04:00 olmadı. Ne yapıyorsun sen ? "

Yüzüme bakmadan dolaptan boxer'ını alarak cevap verdi.

" Sorma kardeşim sorma. Duşa girmem lazım, çıkınca anlatırım. Hem gece Mert gelmiş lan ben Rahman abilerde kalır diye tahmin etmiştim. "

Gözüm hâla ışığa alışamamıştı. Tek gözümü yumup dirseklerimin üzerine doğruldum.

" Gideceğimiz şafak operasyonu sabah 05:00'te. Belki yetişemem diye gelmiştir. "

" Tamam kardeş sen yarım saat daha kestir. Ben kaldırırım seni. " deyip kapıdan çıktı.

Kendikendime; ' Uykumu koyarsınız siz adamda ? ' diye mırıldanıp yorganı üzerimden attım.

Üç yıldır Mert, Ozan ve ben bekar evinde kalıyorduk. İlk taşındığımızda oda yetersiz olduğu için yaptığımız taş-kağıt-makas oyununda Mert kazanıp tek başına bir odaya geçince bizde mecburen oda'yı Ozan'la paylaşmak zorunda kalmıştık.

Başımı kaldırdığımda Mert'in gözlerini kısmış, göbeğini kaşıyarak bana baktığını gördüm.

" Ooooo ! Kardeşim hayırlı olsun. "

" Sağol gardaş Allah razı olsun. Rabbim sanada helâl süt emmiş birini nasip etsin. Hayırdır daha bir saat var çıkmamıza neden bu kadar erkencisiniz."

Çoraplarımı ayağıma giyinirken cevap verdim.

" Ozan erkenden heyecan içinde kalktı benide uyandırdı. Yarım saattir banyoda."

" Hayırdır inşallah ne heyecanı ? "

" Valla bilmiyorumki, çıkınca anlatırım dedi. "

Banyodan kapı sesi geldiğinde Mert o yöne baktı.

" Hayırdır lan ne bu erkenden ?"

Ozan yüz havlusu ile saçlarını kurulayarak içeri girdi.

" Gel kardeş anlatacağım. "

Ozan elindeki havluyu bir kenara atıp kendi yatağının üzerine yavaşça otururken, Mert'te yanıma, benim yatağıma kuruldu.

Ozan takımdığı huzurlu tebessümü ile konuşmaya başladı.

" Yetimhanede büyüdüm. Sevgilerini boşverin, ne annemin yüzünü gördüm ne de babamın. Tek sevgiyi sizin kardeş sevgisi hariç, nişanlım Nilgün'de gördüm. Kardeş rüyamda şehit olacağım haber verildi. Uyanır uyanmaz gusul abdesti almamı söylediler. "

Nefesim kesilmiş, tüğlerim diken diken olmuştu. Mert'e baktığımda onunda benden aşağı kalır yanı yoktu.

" La.... La oğlum saçmalama rüyada görmeyle şehit mi olunurmuş ? "

Ozan yüzünde kendinden emin bir gülücükle;

"Kardeş bu hiç birine benzemiyordu. Tıpkı gerçek gibiydi. Ben şehit olacağım !"

Boğazım düğümlenmiş ne diyeceğimi şaşırmıştım. Sabah kalktığımda Ozan'ı ilk defa bu kadar heyecanlı görmüştüm.

Mert elini sallayıp ayağa kalkarak;

" Hadi hadi kalkın giyininde gidelim. Yavuz baba çoşmasın. "

Mert'in çok üzüldüğü ses tonundanda, hareketlerinden de belliydi. Aklına dahi getirmek istemiyordu. Bu hareketindeki tek amaç, bu üzen sohbetin arasına laf katmaktı. Daha operasyona bir saat vardı ve şube on dakikalık uzaklıktaydı.

45 dakika sonra...

Yavuz amir;

" Evet beyler herkes tamam mı ? Ozan, Mert, Kürşad ?"

Tim komiserleri olarak üçümüzde hep bir ağızdan;

" Hazırız amirim ! " dedik.

" Tamam; Haydi gazanız mübarek olsun aslan parçaları. Araç bin ! "

Üç araç yola koyulduk. Her araçta onbir kişilik tim vardı. Aynı saniyelerde, aynı sokakta üç eve birden baskın verecektik. Bu tür narkotik operasyonlarına sık sık katıldığımız için fazlasıyla tecrübeliydik.

Ozan'ın sabahki anlattıkları aklıma geldiğinde kafamı dağıtmak için yanımdaki şoförlüğümüzü yapan 24 yaşındaki memur, Burak'a çevirip, vitesteki eline yumruk attım.

" Ne zaman lo düğün ? Nişanı fazla uzatmak iyi değildir haa ! "

Burak dalmış olacakki sıçrayıp kendini geri çekti.

" Valla komserim bende onu düşünüyordum korktum birden. "

Alaycı bir şekilde yüzüne bakarak.

" Hey yavrum hey ! Şunları arkana alda çatışmaya git."

" Oooo... Orası başka komserim. Ne zaman gözümü kırptığımı gördünüz ? "

Doğru söylüyordu. Bu aslanlar çarpışmada tamamen başka birine bürünüyorlardı.

" Biliyorum kardeş biliyorum şaka yapıyorum. Sevdalı kalmak zor bişey insanın aklı bir karış havada oluyor. Helede silah altındaysan vay haline."

Burak tek kaşını kaldırıp yan yan baktı.

"Sevdalı gibi konuşuyorsunuz komserim."

" Yok lan nerde. Ozan'ın Nilgün'ü var, Mert'te nişanlandı. Biz hâla birini bulamadık. "

Söyleyemiyordu insan. Dökemiyordu içini. Burak'ı bırakın, ne Mert'e dökebilmiştim, ne Ozan'a.

Benimki imkânsız birşeydi. 'O güzellikteki dilber bana bakar mı hiç ? ' demekten alıkoyamıyordum kendimi.

O çocukluğunu harb eğitimine vermiş bir Muhafız ben ise Özel Harekat'ın iki yıldızlı komiseri Kürşad.

Bir aklım ' Açıl lan, dök içini' derken; Bir yanım 'Dur oğlum halt yeme, otur oturduğun yerde ' deyip vazgeçiriyordu.

İstermisiniz ' Seni seviyorum Asel ' dediğimde bana meydan dayağı atsın ?

" Haaahh haaayy. Anaamm ne komik olur la ! "

Gülmenin bulaşıcı olan etkisiyle Burak'ta gülmeye başladı.

Yüzüne bakıp kaşlarımı çattım.

" Sen neye gülüyosun la ? "

" Bi.... Bilmiyorumki komserim siz neye gülüyosunuz ? Ne komik olur anlamadım ? "

" Boşver geldik zaten. Hadi çekin Besmelenizi. "

Aşağı inip dar sokaktaki eski apartmanları seyrederken telsiz mandallandı.

Mert;

" Ozan, Kürşad hangi bina ve hangi daire olduğunu biliyorsunuz. Herkes yerini aldığında aynı anda herekete geçeceğiz."

Ozan;

" Tamamdır. Hadi kardeş, kolay gelsin. "

" Sağol kardeşim. "

Apartmanın ana kapısından geçip sessizce dördüncü kata doğru yol aldık. Daire kapısını görmüştüm ki Ozan'dan ses geldi.

" Biz hazırız kardeş beklemedeyiz."

Ozan anons geçerken bana ait olan daire kapısını görmüştüm.

Timime dönüp;

" Merdivenler dar ve dik, dikkat edin gözünüz açık olsun, uyuşuk davranmayın."

Herkes başını sallarken bende telsizi mandalladım.

" Yerimizi aldık hazırız. "

Hemen ardından Mert telsize girdi.

" Anlaşıldı say Kürşad. Sıra sende kalmıştı. "

Derin bir nefes alıp, koç başını tutan aslana baktım. Başı ile hazırım işareti yaptıktan sonra.

" Peki beyler........3.........2........1........0 ! "

Kapıya sert bir şekilde vurup;

" Aç aaaaçççç aaaaaaaçççç ! "

İçerden koşuşturma sesleri geldiğinde koç başına işaret verdim.

" Kır aslan kır kır ! "

190 boyunda, yüz küsür kilo olan Serhat, koç başını çelik kapıya her savurduğunda ayağımızın altındaki merdivenler sallanıyordu.

Sonunda kilit patlamış Serhat kenara çekilmişti.

" Yaaatt yaaaattt yaaattt !!! "

Holdeki esmer zayıf keş anında yere serildi. Bu zehir tacirlerine karşı içimde en küçük bir merhamet dahi kalmamıştı.

Yere yatanın üzerine basıp nişanımı bozmadan salon sandığım odaya girdim. Üç kişide burada çoktan yere yatmıştı.

Yerdekine tekme vuracaktım ki dışardan büyük bir patlama geldi.

" Aaameeeeetttt, aaahhhmet Alp komserim."

" Laaaannn lan.....Ozan komseri çekin... "

'Ozan !!!'

Telsizde her komut birbirine karışıyordu.

Time yerdekileri gösterip.

" Pak....paketleyin şunları." deyip kapıya yöneldiğimde, dağ taş gezen dizlerim basit bir kapıdan çıkmama izin vermiyordu.

Dilim kendikendine sadece iki ismi mırıldanıyordu.

" Ahmet Alp...... Ozan..... Ahmet Alp...... Ozan... "

Sonunda sokağa kendimi atabilmiştim. Sağ tarafıma baktığımda Mert'in, Ozan'ın Timi'nin bulunduğu binaya olanca kuvveti ile koştuğunu gördüm. Bende peşine takıldığımda;

"Ozaaann, Ozaaann ! " diye haykıran Mert vücuduna ağırlık yapan çelik yeleğini çıkarıp atmıştı.

En sonunda varmıştık.

Bina girişindeki halka oluşturmuş tehtidler savuran Ozan'ın Timi'ni yarıp o cehennemi andıran görüntü ile karşılaşmıştık.

" Hay....hayır..hayır.... Rabbim hayır.... Biz....bizi böyle sınama hayır ! "

Mert yere atılıp Ozan'ın başını kucağına koydu.

" Ozan sakın Ozan.... Ağızına sı*çarım hayır lan." dediğinde bende çaresizce dizüstü çöktüm.

Ciğerlerimde ki koru dışarı atmaya çalışıyordum ama olmuyordu.

Ozan ağızından akan kan ile birşeyler söylemeye çalışırken Mert,Ozan'ın Timine bağırmaya başladı.

" Açın arayı açıııın ambulans geldi. "

Her operasyona giderken tedbir olarak yanımızda gelen ambulans yetişmişti.

Ozan sanki neler olacakları tahmin ediyormuşcasına sağlıkçıları engellemeye çalışıyordu.

Mert Ozan'ı yan çevirdiğinde Ozan zorla birşeyler fısıldamaya başladı.

" İs....syan etmeyin......sad...sadece göz yaşla...rınız aksın. Ben size de....dim. Haber ver....ildi dedim... Alp....le biz....yâre gidiyoruz ! "

Doktor Ahmet'in şehadet haberini verdiğinde Ozan'ın Tim'i artık yıkılmıştı.

Ambulans sirenlerinin arasında Mert haykırmaya başladı.

"Binin lan araca Ahmet'i burada ambulans gelene kadar yatıramam. Atın araca. " dedikten sonra gözyaşları içinde Soner'e döndü.

" Soner, emir komuta sende götür şu p*çleri."

Ahmet'i zırhlıya atıp, üzerine Türk bayrağını serdik.

Mert, Ozan'ın Timindeki komiser yardımcısı Yakup'a bakıp.

" Nasıl oldu Yakup ?"

Yakup kolu ile göz yaşlarını silerek;

" Komserim kadın kapıyı açtığında kocasını sorduk ' Evde ' dedi. Kadını geçtiğimizde şerefsiz görmediğimiz biryerden el bombası attı. Yerimiz çok dardı, geri çekilmek için manevra yapamadık. O anda Ahmet Alp Ozan komiserimi arkasına çekip bombanın üzerine kapaklandı. Biz geri çekilirken Ozan komiser Ahmet'i kaldırmaya çalıştı. O Anda bir toz kapladı etrafı. "

Yakup biran duraksayıp tekrar ağlamaya başladı.

Mert;

" Tamam Yakup, dik durmamız lazım ! "

Yakup dinlemeyip devam etti.

" Ahmet hareketsiz yüzüstü yatıyordu. Dışarı taşan şarapnel Ozan komserin boğazına saplandı. " biraz duraksadıktan sonra ağlamayı bırakıp Mert'e dikti gözlerini.

" Sonra ikinci katın camından atlarken biranlık bir reflekle ateş ettim. Omzundan sıyırdı. Peşine düşmeden Ozan komiserimi ve Ahmet Alp'i dışarı çektik.

Mert bayrağın üzerinden Ahmet'in yüzüne elini sürdü.

" Ne güzelsin sen be kardeşim. Rabbim bizede nasip etsin."

Gözlerim yanıyordu. Bütün kalbimle amin diyecektim ama çenem kilitlenmişti.

Evet Ozan hâla Rabbinin emanetini teslim etmemişti ama gözlerinden şehadet şerbetini içeceğinden emin olduğu anlaşıyordu.

Annesinden babasından hayır görmeyen Ozan, Rabbinin çağrısına gülerek gidiyordu.

Hastaneye vardığımızda Ozan ambulanstan indirilmiş müdahale odasına götürülürken, sağ tarafımızda, taş duvarın önündeki gazetecileri umursamadan içeri geçtik.

Bizi karşılayan, Yavuz Amir'in, Ozan'ı taşıyan sedyenin arkasından bakan donuk bakışları oldu.

Yavuz Amir'in o hali ve hastane ışığının etkisi ile Mert'in elindeki Ozan'ın kanı gözüme çarptığında patladım.

Ağlamak istiyordum, boğazım patlarcasına haykırmak istiyordum.

Yavuz Amir hızlı bir şekilde bana doğru adımlayarak kucakladı.

" Sa....sakın sakın Kürşadım sakın. Bizim düşmanımız heryerde. Fırsat vermeyin sakın."

Sensörlü kapının buğulu camları birbirinden ayrıldığında gözlerimiz oraya çevrildi.

Kırk yaşlarda, gözlüklü bayan bir doktor bizi karşısında gördüğünde kendini tutamayıp ağladı.

' Yapma ! '

" Yapmaaaa !!! Lan Ozan yapma lan yapma.... Gitme lan... "

Dayanamamıştım ! Yavuz Amir'in emrini yerine getirememiştim. Ozan'ın ' Sadece gözyaşı dökün. ' demesine aldırmadan gücüm yettiğince, boğazımdaki katranı dışarı kusarcasına haykırmıştım.

Mert doktorun önünde, ilk önce sol omzunu duvara yaslayarak, yavaş yavaş tutmayan dizlerine meydan okumayı bıraktı.

Dilinden can alıcı kelimeler sessizce dökülmeye başladı.

" Daha bir saat olmamıştı. ' Gidiyorum ' dedi gitti.

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%