@batingam
|
Kürşad'dan... ' Ölüm ! ' Zıkkım olsun evi, zıkkım olsun arabası, zıkkım olsun parasıda puluda. Bütün kötüleri kötü yapan o değil mi zaten ? Dünya dönmesin dursun artık. Bütün kötülerin cayır cayır yandığını görmemiz için kopsun kıyamet. ' Rabbim sen bize sabır sükûnet ver. ' Yetimhanede büyümüştü. Yemin töreninde onun annesi yerine bizim annelerimiz sahip çıkıp basmıştı bağrına. Biz ne kadar yanında durmaya çalışsakta, ne kadar bizi öz kardeşi yerine koysada Ozan hep yalnızdı. Ne hısmı, ne akrabası, ne de bir kanbağı çalmıştı kapısını. Kardeşim yalnız gelmiş, bizi ve çocukluk aşkı Nilgün'ü mezarının başında boynu bükük, gözü yaşlı bırakıp yalnız gidiyordu. Hoca; " Şehidimizin yakınlarından iki kişi mezara inebilir mi ? " Hocanın bu çağrısı daha bir ağırlık yapmıştı vücudumuza. Mert gözyaşlarını silip, hiç düşünmeden boş mezara atladı. Peşinden bende inip başımı yukarı çevirdiğimde tabutun üzerindeki Türk bayrağı çıkartılmış, örtü misali başımızın üzerine gerdiriliyordu. 15 yaşında Polis Koleji'nde tanımıştık onu. Herşeye gülmeyen, hatta kahkahasına bile nadir tanık olduğumuz bir yapısı vardı. İnsanı huzursuz eden asık suratlılığı yoktu. Aksine, tebessüm dahi etse insanın kalbine huzur serpen bir yüzü vardı. Yetimhaneden olan alışkanlık mıdır bilinmez ama herzaman o önce giyinir, softadan ilk kalkan daima o olurdu. Operasyon alarmı çaldığında o beyaz tenine oldukça yakışan kamuflajı ile beş dakika sonra yanımızda bitiverirdi. " Hadi lan daha hazırlanmadınız mı ? " dediği geldi aklıma. Evet şimdi ise kamuflajlı o bedeni beyaz kefenle tabuttan çıkarılıyordu. Ozan'ın cansız bedenini bayrağın altından Mert ile bana uzattıklarında " İsyan etmeyin, sadece gözyaşı dökün." demesi tekrar yankılandı kulaklarımda. Sanki sözümüzde durup durmadığımızı görmek için bizi seyrediyordu başucumuzda. Baş tarafını Mert'e uzattıklarında, Mert soğukkanlılıkla dişlerini sıkıp Ozan'ın başını toprağa yerleştirdi. Hoca çömeldiği yerden Mert'e bakıp; " Ensesine toprak it aslanım. " diyerek telkinler veriyor; Mert, kardeşinin rahat uyuması için eksiksiz bir şekilde söylenenleri yapmaya çalışıyordu. " Tamam kardeşim şimdi biriniz çıkın. Diğeriniz de aşağıdan verdiğimiz beton plakaları dizin. " dediklerinde Mert yalvarırcasına gözlerime baktı. Ozan'ın bedenine sonkez ellerimi sürüp mezardan çıktım. Bana uzatılan beton levhaları Mert'e vermek için döndüğümde, Mert'i Ozan'ın kefenli başını iki elinin arasına almış alnından öperken gördüm. Dizlerimi hissetmez olmuştum artık olmuyordu, dik duramıyordum. 'Olmadı be kardeşim ! Tutamadım sözümü hakkını helâl et.' Gözyaşlarım dökülürken Mert'te Ozan'ın başını okşayarak kulağına belli belirsiz birşeyler fısıldıyordu. " Senin için zaman kavramı kalmadı yiğidim, aslanım, koçum. Zaman artık bize ızdıraptır, sana kavuşmak için ölümü beklemek bize çiledir Ozanım. Nilgün bize emanet kardeşim, selam götür Resûle. " derken Mert'in içten yakarışına Hocanında gözündeki yaşı sildiğini gördüm. Yanıma yaklaşan iki tane mezarlık görevlisinden biri benim elimdeki beton plakayı alırken, diğeride mezarın içine atlayıp, ona verilen bu zorlu görevin altında ezilen Mert'in çıkmasına yardım etti. Özenle dizilen beton plakaların üzerine çuvallarla getirilen topraklar tek tek dökülmeye başladı. Mezara kimse yaklaşmasın diye kol kola barikat kuran polisin önündeki bu dakikaya kadar metanetle sabredip ağlamayan Nilgün, sevdiğinin üzerine, onları ahirete kadar birbirinden koparacak olan topraklar düşmeye başladığında artık dayanamaz bir hal almış, başını " Bu imkânsız." dercesine sallayarak ağlamaya başlamıştı. Dermansız dizlerimi zorlayarak, Mert'in yanına gidip, başını göğüsüme bastırdım. Üçtük, iki kaldık ! " Allah bizede nasip etsin kardeşim. " Kanlanmış yaşlı gözlerini bana çeviren Mert, boynuma sarılıp suratını omzuma dayadıktan sonra sesli bir şekilde ağlamaya başladı. Her hıçkırığında dahada bir bastırıyordu başını. Ağlamaması için ateşlenen yüreğine söz geçiremiyor, Ozan duymasın diye her hıçkırığında ağızını dahada bir bastırıyordu bedenime. İşte buydu. Aradan yarım saat geçmişti ve mezarın başında Mert, ben, Nilgün, Nilgün'ün annesi, babası ve Ozan'ın kederli Timinden başka kimse kalmamıştı. Arkamızdaki binlerce kişi Şehidimize olan son görevini yerine getirsede filmin sonunda Ozan yine Rabbi ile başbaşa kalıyordu.Kimseye birşey olmuyor, ateş sadece düştüğü yeri yakıyordu. Biliyorduk ki; Ozan'ın yaktığı o ateş ömrümüzün sonuna kadar ensemizden ayrılmayacaktı. Her kamuflaj giyinişimizde, her silahı elimize alışımızda, her simit yiyişimizde Ozan yanımızda olacaktı. Bu saatten sonra Ankara bize dar gelecekti. " Cenaze namazında en ön sıranın arkasındaki yanyana duran sekiz kişi onlardı değil mi ? " Son yarım saattir ifadesizce mezara bakan Nilgün'e döndüğümde, bu soruyu sorarken yüzümüze bakmaması yıkmıştı beni. Ben istemezmiydim Ozan'ın önüne bedenimi siper etmeyi. " Mert, Kürşad size soruyorum onlarmıydı ? " Mert Nilgün'ün yanına iki adım daha yaklaşarak; " Kimlerden bahsediyorsun kardeş anlamadık ? " Nilgün bezmişcesine başını iki yana sallayarak sorusunu tekrarladı. " Ya çocukmuşum gibi kafa bulmayın Allah aşkına. Cenaze namazında ikinci safta yer alan sekiz kişi Künyesizler miydi diyorum ? " Mert; " Kardeş bilmiyoruz, tanımıyoruz onları." dediğinde. Nilgün Mert'e dudaklarını büzüp, küçümseyerek baktıktan sonra şansını birde bende denemek için yüzüme baktı. " Benimle dalga geçmeyin. Cizre'deki o görev haberlere çıkmıştı. Ben Ozan'a dün bugün değil, 10 yıldır aşığım. Yüzünde kar maskesi olsada..." deyip parmağı ile mezarı göstererek devam etti. " O.....O sıcacık gözleri ben heryerde tanırım." Nilgün ağlayıp sözünün yarıda kalmaması için kendini zor tutuyordu. " O yüzden beni salak yerine koymayında söyleyin. O güneş gözlüklü sekiz kişi onlarmıydı ? Yanlarında da 50'li yaşlarda iki kişi vardı." Mert bana, bende Mert'e çaresizce bakıyorduk. " İş......İşte or.......ordalar. Heeeeeeyyyy bana bakın." diyen Nilgün'ün gösterdiği yöne baktığımızda Rahman abi ve ekibinin yüz metre uzaklıkdaki mezarlığı ikiye bölen yolda, sivil bir şekilde, dimdik bizi izlediklerini gördük. Nilgün onlara doğru koşmaya başladığında yavaşça arkalarındaki arabalarına yönelip bindiler. Nilgün'ün onlara hızla yaklaştığını gören Muhafızlar araç motorlarını çalıştırarak hızla gözden kayboldu. Onlara yetişemeyen Nilgün'ün bacakları bedenini taşımayı bırakmıştı. Soluksoluğa dizüstü çöküp ağlayarak, kendi kendine konuşmaya başladı. " Gitmeyin nolur gitmeyin. Benim ilacım sizde gitmeyin." Yüzü yerde toprağı tokatlayan Nilgün'ün koluna giren babası ayağa kaldırmaya çalışırken, biraz olsun ilaç olur umuduyla konuşmaya başladım. " Kardeş söz veriyorum bak kanı yerde kalmayacak. " Nilgün ağlamayı aniden kesip ayağa kalktıktan sonra hızlı adımlarla bana doğru yaklaştı. " Kalacak Kürşaaad !!! Kalma ile kalmayacak, siz onu yakalayıp kodese tıktığınızda benim öğretmen maaşımdan kesilen vergilerle hapishanede arkadaşları ile birlikte o köpeği besleyeceğiz. Bana bu değil bana Rabbim'in Şeriat'ı lazım, bana kısas, bana bu karanlık adamların adaleti lazım. " Nilgün'ün söylediklerinin göğüsümüze peşpeşe atılan mermiden bir farkı yoktu. İşaret parmağını kaldırıp devam etti. " Eğer bana karşı, Ozanıma karşı kendinizi borçlu hissediyorsanız. Beni Künyesizler'e götürün. " Mert çaresizce Nilgün'e yaklaştı. " Tamam bacım, seni onlara götüreceğiz. Söz veriyorum. Hadi şimdi gidelim lütfen. Perişan ettin kendini." Nilgün'ün yüzündeki tebessüm görülmeye değerdi. " Bak söz verdin götüreceksin. Onlarla bizzat ben konuşacağım." " Tamam Nilgün. Bizzat karşıkarşıya konuşturacağız seni onlarla. " derken Mert'le ikimize aynı anda mesaj geldi. Telefonu elime aldığımda mesajın Yavuz Baba dan olduğunu gördüm. 'Muhafızlar'dan mesaj var. Yakaladığımız o beş kişiyi serbest bırakmamızı istiyorlar. Savcıyıda çoktan ayarlamışlar. Adamlar adli kontrol şarktıyla serbest bırakıldı.' Yavuz Amir'in bu mesajı dişlerimi sıkmama sebep olsada. Bunu söyleyenin Kara Muhafızlar olduğunu bildiğim için yüreğimdeki köz'e azda olsa serin bir rüzgar esti. Nilgün'ün yaşlı gözlerine baktım; ' Onlar çoktan başladı bile kardeşim. ' Saat: 00:35... Zehra'dan... İkiside komiserlerim oldukları ve daha bugün kardeşlerini toprağa verdikleri için, ön tarafta hiç konuşmadan oturan ateş küpü iki adama birşey soramıyordum. Bizi neden aldılar, nereye götürüyorlar ? Hiçbir fikrimiz yoktu. Onbeş dakikalık sessizliği direksiyondaki Mert komiserin omzuna şevkali elini atan Gökçen bozdu. " Mert nereye gidiyoruz ? " Mert komiser sol aynasına bakıp şerit değiştirirken konuşmaya başladı. " Nilgün'ü Abimlere götüreceğiz. İki erkek onu evden almamız yalnış olur. Onun için sizi aldık." Herşey anlaşılmıştı. ' Daha bugün nişanlısını şehit veren bir kızın gecenin bir vakti Rahman Abimlerle ne işi var ki ? ' diye düşünürken verilen sinyalin tıkırtısını duydum. Araç sağ tarafa girip üç kilometre kadar ilerlemiştiki dört katlı bir apartmanın önünde durdu. Mert komiser kolunu arkaya atıp yüzümüze baktı. " Yandaki B blok. En üst kat daire 8. Bizim gönderdiğimizi söyleyip Nilgün'ü getirin. " Gökçenle ikimiz aynı anda araçtan inip B bloğun yolunu tuttuk. Asansörü beklerken apartmanın yankılanan holünde Gökçen'in sesi duyuldu. " Çok zor Allah yardımcısı olsun. Bu yola sen abini, ben babamı verdim. Yareni'ni vermek kim bilir ne kadar zor ? Başımıza gelmeden bilemeyiz. " dedikten sonra, içine gelen ürperti ve soğuk havanında etkisiyle kollarını göğüsünde bağlayıp kendi kendine devam etti. " Allah kimsenin başına vermesin. " Tıslayan asansörden adımımı atıp; " Amin ! " dediğimde oda söylediğimi tekrarladı. Sekiz numaralı daire kapısına vardığımızda bu saatte zili çalmak yalnış olur düşüncesi ile Besmele çekip çelik kapıyı tıkladım. Kapı gecikmeden açıldığında kısa boylu, tombul, gözlüklü bir teyze karşıladı. Morarmış göz torbalarına bakıldığında uykusuz kaldıkları oldukça açıktı. " Hoşgeldiniz kızım. Buyrun. " Gökçen'den önce ben söze girdim. " Bu saatte rahatsız ettiğimiz için kusura bakmayın teyzeciğim. Başınız sağolsun. Nilgün müsait mi acaba ? " " Tabi kızım iyiki geldiniz buyrun." deyip yol gösterdiğinde bukez konuşan Gökçen oldu. " Yok teyzeciğim biz içeri geçmeyelim. Nilgün'ü çağırsanız olmaz mı ?" Tombul teyze tedirgin gözlerle bakıp. " Tamam yavrum. Bekleyin çağırayım." dedikten sonra salon olduğunu tahmin ettiğim odaya girdi. Birkaç saniye geçmiştiki ayağımla kapı paspasını düzeltirken teyzenin girdiği kapıdan uzun boylu, esmer, belirgin kaşı ve gözü olan oldukça güzel bir bayan irileşmiş şaşkın bakışlarıyla bize baktı. " Bu...buyrun ! " " Mert ve Kürşad komiserim aşağıda sizi bekliyor. " Ağlamaktan kızarmış ve şişmiş gözlerini hüzünlü bir tebessüm kapladı. " Hemen geliyorum. Bir saniye bekler misiniz ? " deyip beline kadar olan, at kuyruğu saçını savurarak, koşar adım en dipteki odaya girdi. Kapıdan çıkarken acele ile elindeki fotoğrafa benzer eşyaları çantasına tıkıştırarak dışarıyı gösterdi. " Buyrun gidelim." Nilgün asansörün düğmesine basarken ne kadar zorda olsa başsağlığı diledim. " Acınız çok büyük. Başınız sağolsun. " Nilgün nereye gittiğimizi biliyormuş gibi kendinden emin bir şekilde asansörün kapısının açılmasını bekliyordu. " Allah razı olsun. Ne kadar acı olduğunu tahmin dahi edemezsiniz." Gökçen, Nilgün'ün yüzüne bakmadan; " Zehra şehit kardeşi, ben şehit kızıyım. Emin ol fazlasıyla anlıyoruz seni. " Nilgün'ün mahcup bakışlarını arkasında bırakarak ilk asansörden çıkan Gökçen oldu. Arabaya yaklaşmıştık ki Nilgün Gökçen'in omzundan yakaladı. " Nolur kusura bakmayın, ukalalık yaptım." Gökçen Nilgün'e bir müddet baktıktan sonra sıkısıkıya sarıldı. " Acın bundan sonra bizimde acımızdır. Biz, Allah hiç kimsenin başına vermesin deriz..." dedikten sonra eli ile arabadaki komiserleri gösterip devam etti. " O yiğitler; 'Rabbim bizede nasip et.' der. Ozan şuan olabileceği en iyi yerde kardeşim. Hadi geçelim arabaya. " Nilgün isteyerek Gökçenle ikimizin ortasına geçmek istedi. İkimizinde elini tutarak kucağına yerleştirirken; " Tanıştırsanıza bizi ! " Mert komiser sıçrayıp aynaya baktı. " Kusura bakma kardeşim. Solundaki Gökçen benim nişanlım olur. Sağındakide Zehra, Özel Harekat Polisi. " Nilgün tekrar mahcup bir hal almıştı. " Çok memnun oldum. Biraz önceki şey için ikinizdende tekrar özürdilerim. " dediğinde Mert komiser aynaya bakıp konuşacaktı ki Gökçen kömür karası iri gözlerini daha da irileştirerek engel oldu. Yirmi dakikalık sessiz bir yolculuktan sonra Kürşad komiser ön koltuktan yan yan bakarak boğuk sesi ile konuşmaya başladı. " Nilgün kardeş. Onlara ne diyeceğini az çok tahmin edebiliyoruz. Lütfen ne konuştuğuna, onlardan ne istediğine dikkat et. Muhtemelen kendi yüzlerini göremeyeceksin. Onlarla tanışmak için piskolojin ne kadar kuvvetli bilmiyorum ama göreceğin şeyler ömürboyu tökezlemene sebep olabilir. Şimdi sorum şu; onlarla tanışacağına eminmisin ? Göreceğin şeyleri kaldırabileceğine emin misin ? " Kürşad komiserin hepimiz gibi ne ile karşılaşacağını bilmediğine emindim. Ama Kara Muhafızlar'ı ne derece tanıdığınıda biliyordum. Nilgün bir süre korku dolu gözlerle Kürşad komisere baktı ve ani bir çıkışla cevap verdi. " Eminim Kürşad. Kesinlikle eminim ve hazırım." Kürşad komiser ' Benden günah gitti. ' dercesine boynunu büküp. " Peki bacım sen bilirsin." dedikten sonra yola bakmaya devam etti. Nilgün ilk önce arka, daha sonra yandaki camlara bakıp heyecanla konuşmaya başladı. " Bu.....burası mezarlık yolu ! " Mert komiser hüzünlü bir şekilde başını sallayarak; " Evet ! Onlarla Ozan'ın yanında buluşacağız. " dedi. Nilgün bu cevap karşısında konuşmadan, başını yere eğip yutkunmakla yetindi. Mezarlık yolundaki parkelerin sebep olduğu sese bizim Allah rızası için okuduğumuz Fatiha eşlik ediyordu. Araç sağ taraftaki mezarlara oldukça yaklaştıktan sonra frenden gelen cızırtı sesi ile durdu. Araçtan aşağı indiğimde bedenimi titreten Ankara soğumudur, yoksa mezarlığın kasvetli havasımıdır bilemedim. Zifiri karalığa bürünmüş parke taşlı, dar mezarlık yoluna baktığımda, elektrik direkleri gözüme battı ama ortalığı aydınlatan herhangi bir ışık vermiyorlardı bize. ' Bu onların işi ! ' Ne kadar Polis Özel Harekat'da olsam ben bir bayandım. Mezarların arasındaki yürüdüğüm patika yollar ve beyaz mermer taşları içimi ürpertmeye yetmişti. Kırmızı beyaz çiçeklerle kaplı yeni bir mezarın başına geldiğimizde durduk. O ağırbaşlı, çok az konuşan, çatışmada gözünü budaktan sakınmayan Ozan komiser artık Allah Azze ve Celle'nin yanındaydı. Nilgün dizlerinin üzerine çöküp mezara elini öyle bir sürüyordu ki, bu uyuyan bir sevgiliye kanı kaynayıpta uyanmaması için hafifçe dokunan bir yaren'in dokunuşuydu. Ozan Abi'nin silah tutan nasırlı eline dokunur gibi dokunuyor, çiçeklerin üzerinde şehidinin nadir gülen gözlerine bakar gibi bakıyordu. Başını kaldırmadan sessizce konuşmaya başladı. Uyandırmak istemiyordu, rahatsız etmek istemiyordu huzurla yatan helâlini. " Bana işkence etmek için mi getirdiniz buraya ? Hani neredeler ? " Mert komiser etrafına bakmadan kendinden emin bir şekilde aynı sessizlikte cevap verdiler. " Onlar bekletmez gelirler. Söz konusu sensen hiç bekletmezler. Birazdan çıkarlar bacım. " Mezarı sevmeye doyamayan kadın kim bilir hayattayken nasıl seviyor, nasıl bakıyordu ona ? Ne saçma değil mi ? Elin sözü ile kavga etmek, ne saçma diş macununu altından değilde ortadan sıktın gibi bahanelerle kalp kırmak. İnsanoğlu neden kalp kırar, neden sevdiği toprağa girdiği zaman kıymetini bilir. Bunun tek bir cevabı vardı. ' Şeytan ! ' Evet şeytandı onlara bu vesveseyi veren. Ve ondan daha akıllı olduğunu sandığımız akılsız beynimiz. Rahman Abim'in bahçede sigara içerken, bilmeden kulak misafiri olduğum, Şûra'ya verdiği nasihat geldi aklıma. " Sakın kızım ! Sakın şeytanla aşık atmaya kalkma, sakın kendini ondan akıllı zannetme. Şu saatten sonra namazına başla ve kovulmış şeytana fırsat verme. Ne demiş şair; ' İnsanlar ikiye ayrılır; Vaktini beşe ayıranlar, vaktini boşa ayıranlar. ' Ben sana zorla namaz kıl diyemem. Ama bian önce namazına başla tamam mı GökGözlü Aybalam. " Zümra, Şûra hakkında herşeyi anlatmıştı. Küçük yaşta anne ve babasının gözlerinin önünde katledilen bir kız çocuğu ve onu bütün benliği ile kalbine sığdıran yüce gönüllü genç bir baba. ' GökGözlü Aybalam ! ' Şûra'nın büyüleyici gözlerine yakışan ne güzel bir sıfat. Mezar'daki çiçeklere dalıp bunları düşünürken; kalın, kısık bir ses Mert ve Kürşad komiseri etkilemezken, biz bayanların sıçramasına sebep oldu. Hemen oradaydı. Mezar'ın başına geçici olarak dikilen kalın tahtanın yanında. Simsiyah tertemiz üniforması, çekik gri gözlü maskesi ve bütün heybeti ile dağ gibi dimdik dikiliyordu Karabasan. " Kusura bakma yengem. Yasin-i Şerif'i yarıda bırakmak istemedim. Sizin geldiğinizi farkettiğimde biraz uzaklaştım." Nilgün tutulmuş dizlerine bütün gücü ile hükmetmeye çalışarak, korkudan irileşen gözleri ile ayağa kalktı. " Si....siz." diyerek kekelerken Karabasan tamamladı. " Evet benim. Ozan'ın kardeşi, Muhafızlar'ın Alfas'ı Karabasan. Başımız sağolsun." ' Bu üniformanın içindeki gerçekten ay gibi yüzü, gece karası gözleri olan Rahman Abim miydi ? ' Herbiri birbirinden yakışıklıydı ama onun yeri bambaşkaydı. Bilmiyorum, belkide abim olarak benimsediğimden öyle geliyordur. Nilgün ne gözlerini alabiliyor, nede konuşabiliyordu. " Allah razı olsun, sa....sağolun. " diyen Nilgün'ün gözleri tekrar mezara döndü. Karabasan dik duruşunu bozmadan konuşmaya başladı. " Peygamber efendimiz şehitliği şöyle anlatıyor.'Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez, yeryüzünde olan her şey orada vardır. Ancak şehit müstesna. O, şehit olduğu andan itibaren mazhar olduğu üstünlükler, kerametler ve ikramlar sebebiyle dünyaya dönüp on kere şehit olmayı temenni eder.' " diye anlattıktan sonra devam etti. " Zannetmeki Ozan öldü. Ozan şuan dördüncü tabaka-i hayatta. Yer, içer, gezerler. Gözlerin görmediği, akılların ermediği güzellikteki nimetlerle şereflendirilirler. Sana şehadeti küçücük bir delikten gösterseler; ne annenin ağlamasına aldırırsın ne babanın. Sakın Ozan kardeşim için ağlama. Allah sana, ailene ve sonra inşAllah bize Ozan'ın şefaatini nasip etsin. " Nilgün'ün yüzünü bir tebessüm kapladı. "Biliyomusunuz bana şehit olduğu o gece mesaj attı. ' Var gülüm, yok diyordum ama var. Senin saçlarından daha güzel kokan bir yer var.' " deyip ezberindeki mesajı söyledikten sonra eğilip mezarın üzerinden bir çiçek aldı. " Bende salak gibi kıskandım biliyomusunuz ? 'Bu ne demek istedi. Ne anlatmaya çalışıyor ? ' diye. Be....ben ne bileyim o kokunun cennet kokusu olduğunu. " Nilgün tam kendini kaybedip ağlamaya başlayacaktı ki; duruşunu dikleştirip gözyaşlarını silerek Rahman abime baktı ve evde çantasına tıkıştırdığı fotoğrafları çıkartarak içlerinden birini ona uzattı. " Bakın; burada ben lisedeyim oda Polis kolejinde." deyip bir fotoğraf daha uzattı. " Burada benim Fen edebiyat fakutesindeki diploma törenim. " deyip bir fotoğraf daha uzattı. " Buda Ozan'ın yemin töreni. " Rahman abi elindeki fotoğrafa bakarken Nilgün devam etti. " Ben üniversiteyi bitirdikten bir hafta sonra Ozan'ın şark görevi Hakkari-Çukurca'ya düştü. Öncesinde evlenme teklif etmişti. 'Evlenelim gelirim bende seninle.' dedim kabul etmedi. Geçen yıl okulum bitti. İki ay sonra bir liseye öğretmen olarak atandım.Yavuz Amirle birlikte üç defa istemeye geldiler. En sonunda ailemin gönlünü ettik. Düğün salonunu beş ay sonraya ayarladık. Ama nasip olmadı." Nilgün derin bir nefes alıp kollarını göğüsünde bağladı. " Şimdi Ozan'ın hakkı için sizden bir ricam var. " Rahman abi fotoğrafları sahibine uzatarak. " Başım üstüne ! " " Kürşad ve Mert yakalarsa bu adamlar kodese girip haketmedikleri hayatı sürmeye başlayacaklar. Ama ben bunu istemiyorum. " Rahman Abi şeklini hiç bozmamıştı. " Ne istiyorsun kardeşim ? " Nilgün herbirimizin yüzünü süzdükten sonra Rahman abiye bir adım daha yaklaştı. " Kısas ! " deyip sinirle dişlerini sıkıp kafasını sallayarak devam etti. " Evet kısas istiyorum. O el bombasını atıp, iki dağ gibi aslana kıyan adamın kalbini ellerimde hissetmek istiyorum. " dediği anda Rahman Abi sağ tarafındaki ağaçların arasına baktı. " Dediğim gibi; başım üstüne. " Ağaçların arasından hışıltılar geldiğinde hepberaber o yöne baktık. Önden Gölge ve Kartal tüm karizmaları ile görünmüştü. Onlar'ın Türk olduğunu düşündüğümde şükrediyordum Rabbime Türk olarak dünyaya geldiğim için. Bu yiğitleri bilenler bu dağların görünmeyen yüzünüde merak eder elbet. Allah razı olsun onları yetiştirip bu hâle getiren hocalardan ve bu imanı onların en derinine aşılayan ilim adamlarından. Allah bin kere razı olsun. Gölge ve Kartal yaklaştığında, arkadaki diğer Muhafızlar'ın enselerinden tuttukları kim olduğunu bilmediğimiz adamları boyunları bükük bir şekilde getirdiklerini gördük. " Selamun aleyküm. " Hep bir ağızdan verilen selamı alırken Muhafızlar tuttukları adamları Rahmetli'nin mezarının kenarına saf düzeni dizdiler. Gölge; " Başınızı eğin. Çıtınızı çıkarmayın." Adamlardan uzun saçlı olanı bezmişçe başını sağa sola sallayıp konuşmaya başladı. " Aynasızlar bizi serbest bıraktılar oğlum siz neyin kafasındasınız lan ? Siz mi yargılayacaksınız bizi ? Şuna bak... Artistler." Karabasan kolları göğüsünde bağlı konuşan adamı seyrederken, Gölge adama doğru yaklaşıp karşısında durdu ve Nilgün'e bakıp; " Kardeşim bi dakika gelebilir misin buraya ? " Gölge'nin ricasına anında karşılık veren Nilgün, ona doğru yavaş yavaş yaklaştı. Gölge Karabasan'a bakıp; " Reis bu şerefsizler DHKP-C'nin üstlendiği bir çok terör saldırılarında bulunmuş. Gezi Parkı olaylarında provokatif roller üstlenmişler. Gasp, taciz, esrar, eroin, hırsızlık; yani bir çok suçtan yargılanmış, ufak tefek yatıp çıkmışlar. Bombayı atan Deniz Tok isminde biri... " deyip eli ile adamları göstererek devam etti. "Bu adi heriflerin patronu gibi birşey." Karabasan adamların korkulu bekleyişlerine aldırmadan arkalarında bir iki tur atıp, tam karşılarına, Gölge'nin yanına geçti. " Gölge çocukken bizim evin bitişiğindeki babayiğit, tombul nur yüzlü Abdullah amca vardı hatırlar mısın ? Hani babamın anlattığı olaylardada ismi geçmişti." Gölge belli belirsiz başını sallayıp; " Hatırlamam mı kardeş. Abdullah amca bizden ekmek almamızı istemişti hani. Bizde top oynamaya dalıp unutmuştuk. Babanda duyduğunda ikimizinde poposuna sağlam bir tokat atmıştı." Karabasan başını sallayıp; " Babam, Abdullah amcanın dediğini yapmadığımız için dövmüştü bizi. Neden çünkü o Şehit babasıydı. O Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun babasıydı."deyip sertçe başını çevirdi, geveze adama yaklaştı ve korkunç silüeti ile bir süre adamı seyrettikten sonra devam etti. " Daha küçük yaşta 1970 yılını mıhla kazıdım beynime. O yılın bir gecesiydi. Üniversite binasının dördüncü katında Önkuzu'nun ellerini ayaklarını bağlayıp sandalyeye oturttular ve saatlerce öldüresiye dövdüler. Dahada yetmedi ciğerlerine bisiklet pompası ile hava basıp, kampüsün dördüncü katından aşağı attılar. Peki babam ne söylemişti biliyor musunuz ? 'Ankara'dan buraya geldiğinde kefeninde bir santim bile beyaz yoktu, heryeri kandı.' Abdullah amca öz evladı olan Şehidini bir damla gözyaşı dökmeden gömmüş. Evet mezarına bir damla göz yaşı dökmeden toprağa vermiş öz evladını. Babam her anlattığında 'Kininizi diri tutun oğlum bunlar bitmedi, bitmeyecekte der. Ona bütün bu kötülükleri yapan kimdi biliyor musunuz ? " deyip önündeki adamları sıra sıra parmağı ile gösterdi. " Bu adi köpeklerin babaları ve dedeleri." dedikten sonra, hiddetle geveze adamı omzundan tutup Gölge'ye savurdu. Adam Karabasan ve Gölge'nin arasında, iki kaplanın ortasında kalan çelimsiz bir çakalı andırıyordu. Gölge savrulan adamı havada yakaladı desem yeridir. Savrulmasıyla ayakları yerden kesilen adam Gölge'nin omzuna çarpıp yere düşüyorduki ensesinden kavrayan pençe buna izin vermedi. Karabasan; " Gölge babalarımız bir şiir ezberletmişti hani." Gölge adamın başını tutup Nilgün'e çevirdiğinde Nilgün'le aşağılık herif gözgöze geldi. Köpeğin arkasından kocaman eli ile boğazını kavrayıp sıkmaya başladı. Adamın ciğerleri oksijene aç kalırken, çırpınışlarının eşliğinde Gölge şiire girdi. " Önkuzu hey! ... Önkuzu! ... Önde gider Önkuzu... Anası 'Dursun' demiş... Durmaz... gider Önkuzu. Kuzu yürür... kuzu yürür... Önde Önkuzu yürür... Kuzular meledikçe Gönlüme sızı yürür! ... Önkuzu hey! ... Önkuzu! ... Önde gider Önkuzu... Bu bayrak düşmez yere Ölmedikçe son kuzu! ... " Adamın artık alacak bir nefesi kalmamıştı. Üçüncü kıtadan sonra yüzü morarmış, gözlerini bir daha açmamak üzere yummuştu. Nilgün elini ağızına kapatıp, Muhafızlar birşey der diye korkusundan mı bilinmez ama irileşen gözleri ile taş kesilmişti. Kolunda asılı kalan adamın çırpınışlarından sesi dahi titremeyen Gölge şiire devam ediyordu. " Dursun adı... Dursun adı... O gitti, dursun adı. Dillerde türkü olsun, Yürekte vursun adı! ... Kuzular koç olacak, Toy, düğün, göç... olacak Bu yıl ki kuzuların Adları 'öç' olacak! " deyip şiiri bitirdikten sonra, elinde askıda kalan cesedi Nilgün'ün ayaklarının önüne bıraktı. Bir adım geri atan Nilgün, tek eli ile kapattığı ağızına sesini çıkartmadan diğerinide götürdü. Bu şahit olunanlar, bırakın hayatında hiç ceset görmeyen Nilgün'ü, benim dahi kanımı dondurmuş, Muhafızlara bakış açımı değiştirmişti. 'Bu adamların düşmanına karşı merhametleri alınmış resmen.' Karşısındaki titreyen adamlara bakan Karabasan sakin ve tok sesi ile konuşmaya başladı. " 'Kuzular koç olacak, Toy, düğün, göç... olacak. Bu yıl ki kuzuların Adları 'öç' olacak! ' diyor. Bu öç'ü bize nasip eden Rabbime sonsuz şükürler olsun. Şimdi söyleyin Deniz denen it nereye kaçtı ? " Karabasan bu soruyu sorarken ekibin sessiz Cellat'ı Kartal adamların tam arkasına geçti. " Bil..... bilmiyoruz." Kartal ani bir hareketle bir elini adamın çenesine attıktan sonra, diğerinide başının arkasına atıp on metre mesafeden bizim dahi kemiklerimizi sızlatan ses ile birlikte adamın boynunu kırdı. ' Bu bir sorgu değil. Bu.....bu resmen infaz. ' Gördüklerimden şikayetçi olmak şehitlerimize ihanettir. Sadece fıtratımız gereği bizim yapımız bu hainlere karşı fazla merhametliydi. Kara Muhafızlar'ın fıtratı ve adaleti ise biz Polis Özel Harekatlar gibi Kanun ile sınırlandırılmayıp şeriat ile şekillenmiş. Şeriat vatan haininin infazını emrediyor, Muhafızlar da bunu eksiksiz yerine getiriyordu. " Anladınız değil mi beyler ? Bilmiyoruz bir cevap değil. " Alıcı, C4 ve Hayalet diğer üç kişinin arkasına geçerken, bunu hisseden adamlar titreye titreye arkalarındaki dehşete bakmaya çalışıyorlardı. Ortadaki kıvırcık saçlı, zayıf olanı kendinden emin bir şekilde başını kaldırıp ötmeye başladı. " Ben biliyorum ! Başka bir olayda bizi orada saklamıştı. Kendi evine oldukça yakın. " Kürşad adamlara doğru yaklaşıp kalemi uzattı. Mert'e dönüp; " Kağıt var mı ? " derken Gölge hücum yeleğinden çıkardığı sigara paketini Kürşad'a uzattı. " Yırt bir parça yazsın." Kürşad paket kapağından bir parça yırtıp adama uzattıktan sonra elindeki sigara paketini tekrar Gölge'ye uzattı. Adam titreyen eli ile zar zor adresi yazarken Muhafızlar kıpırdamadan bekliyorlardı. Gölge adresi yazan adama; " Yanlış adres yazmadın değil mi ? " " Yo.... Yok abi yazar mıyım ? " Adam elini önünde bağlamış soğuğun ve korkunun etkisi ile titrerken Karabasan Nilgün'e yaklaştı. " Biz yanımızdaki arkadaşımızı şehit verdiğimizde inanamayız. Bakışlarımız onun üzerinde donar kalır. Ağlamak istersin ama ağlayamazsın. Rabbim ona şehitlik gibi bir mertebeyi nasip etmiş. Orada Rabbine yakarırsın ' Neden ben değil ? ' ama hiç kendine sormazsınki 'Şehit olmak için ne iyilik yaptın ? '. Bakalım Ozan ne iyilik yaptı ? Belki bir garibanı doyurdu, belkide susuz kalmış bir hayvana su verdi, belki bu zaman kadar yaşadığı sıkıntıların bir mükâfatıdır bu. Bunu biz bilemeyiz Nilgün hanım." dedikten sonra ilk infaz edilen adamın paçasından tutup sürükleyerek Nilgün'ün yanına tekrar geldi. " Siz Ozan'ın size şefaatçi olacağı o günü bekleyin. Ne mutlu Ozan ve size. " deyip arkasını dönüp giderken kalan üç kişinin arkalarındaki Muhafızlar tarafından boyunlarının kırıldığını duyduk. Onlarda tıpkı Rahman abi gibi yerdekilerin paçasından tutup sürüklemeye başladı. Karabasan'ın sözlerinden sonra Nilgün Ozan komiserin çiçeklerle kaplı mezarına bir süre bakıp, gözyaşları içerisinde Kara Muhafızlar'ın arkasından bakakaldı. Sürükledikleri adamlar onların ne bellerinin bükülmesine sebep oluyordu, ne de nefeslerinin daralmasına. Muhafızlar siyah gölgeler halinde bir bir gözlen kaybolurken Gökçen, şok içindeki gözlerini kaybolan Muhafızlar'ın arkasından hâla çekmeyen Nilgün'ün koluna girdi. Nilgün birden sıçrayıp korku dolu gözlerini Gökçen'e çevirdi. "Bu...... Bu yaşadıklarımız gerçek miydi ?" Gökçen 'Evet' anlamında gözlerini yumarak cevap verdi. " Gerçekti Nilgün. Hepsi gerçekti. " "Pe... Peki siz nasıl bu kadar rahatsınız ?" dedikten sonra beni gösterdi. " Hadi Zeyra'yı anladık. Ya sen; sen nasıl bu kadar rahatsın ? Gözlerimizin önünde beş tane adamın boynunu bardak kırar gibi kırdılar. " Gökçen Nilgün'ün kolundan hafif çekiştirerek cevap verdi. " Hadi hem yürüyüp hem konuşalım. " Nilgün mezara doğru yaklaştıktan sonra, dizlerini kırıp çiçeklerin arasından toprağı öptü ve tekrar ayağa kalktı. Arabaya doğru yola koyulurken, Nilgün'ün kolundaki Gökçen boğazını temizleyip konuşmaya başladı. " Birincisi boyunlarını bardak kırar gibi kırdıkları itler adam değil. İkincisi ben korkmadım; çünkü ben onların içinde büyüdüm." Nilgün yerinde çakılı kalıp, gözlerini şaşkınca Gökçen'e çevirdi. Onun konuşmasına fırsat vermeyen Gökçen tekrar söze girdi. " Evet benim babamda bir Muhafızdı." 1 saat sonra... " Gelin yavrum, gelin ana kuzuları. Yabancımısınız siz ? Siz Ozanımın yadigarısınız bana girin içeri." Mert komiser saygı ile elini önünde bağlayıp Nilgün'ün tonton annesine cevap verdi. " Yok anneciğim sağolasın. Biz bayanları bırakalım dedik. Gitsek iyi olur. Çok geç oldu. " Gökçen bu gece Nilgün ile kalmamızın uygun olacağını söylemiş, Nilgün sanki malûm olmuş gibi Gökçen'den önce bu teklifi yapmıştı. " Gelin biraz oturur gidersiniz. Bu evde bugün bayram var. " Tonton teyzenin son cümlesinden sonra Mert ve Kürşad komiser birbirlerine baktı. Bu kadar değerli bir sözden sonra ellerinden birşey gelmeyeceğini anlamış, ayakkabılarını çıkarmaya başlamışlardı bile. Salona geçtiğimizde ben ve Gökçen Mert komiserlerin oturmasını beklerken Nilgün de fotoğrafları eline alıp odasının gıcırdayan kapısından içeri girdi. Alelacele fotoğrafları ait olduğu yere koyduktan sonra Gökçen'in yanında yerini aldı. Tonton teyze Gökçen ve benim ortamıza oturup kısa bir tanışma faslından sonra söze girdi. " Gelmem neymiş oğlum tabi geleceksiniz. Ozan sizi bana emanet etti." Elimi tonton ellerin üzerine koyup. " Ne kadar güzel bir kayınvalidesiniz siz. Çok mu seviyordunuz damadınızı ? " Nilgün yüzündeki tatlı bir tebessümle; " 'Benden çok severdi ' desem abartmış olmam. " diye karşılık verdi. " Sevmem mi ? Ozanım sevilmeyecek birimiydi ? " Nilgün Ozan komiserin şehit olduğunu kabul edemiyordu. Acısını bastırmaya çalışarak zorla gülüp annesine alaylı bir şekilde çıkıştı. " Hıı hıı ! Yavuz Amirle iki kere istemeye geldi vermediniz beni ama... " deyip gözlerimize bakarak devam etti. " Üçüncüye kendi çağırıp verdi. " Tonton teyze, etten kaybolmuş gözünü yere eğerek; " Kolay mı kızım etinde parça koparıp ele vermek ? Çocuğunuz olduğunda anlarsınız. Evet üçüncüye kendimiz çağırdık. Birşeyler duydum bana acı geldi. Yavuz Amiriniz ' Bir daha gidelim oğlum. Kız evi naz evidir. ' dediğinde. Ozan ' Yok Amirim vermezler. Annem yok babam yok. Özel harekatçı her kapıyı kırıp girer, her sarp kayayı aşar geçer ama kız annesinin inadını kıramaz. Kim kuzusunu uçuruma atmak ister ki ? Bütün arkadaşlarımız aynı sorunu yaşamıyor mu ? " diyerek içini dökmüş. Bunu bana Yavuz Amirin eşi geldi anlattı." diye anlatıp dizine vurdu. " Bir pişman oldum, bir pişman oldum gece boyu bu ciğerim yandı, sabah edemedim. Kurban olurum oğul ben sizi yaratan Rabbime. Siz, biz topraksız kalmayalım diye toprağa giriyorsunuz. Yavrum söylediği herşeyde haklıydı. Ozan bizi kapıldığımız nefsimizden çekti çıkardı. Çok sevdim yavrumu ama Allah bizden daha çok sevmiş. Çok şükür Rabbime sonsuz şükürler olsun Ozanımı bu mertebeye eriştirdi. " O kadar içten şükrediyorduki. Çukurunda belli olmayan çekik gözleri hem yaş, hem mutluluk doluydu. " Dur kız böyle olmayacak ! su Kaynamıştır bir çay yapayım. " Kürşad komiser elini uzatıp tam itiraz edecekti ki tonton teyze tatlı bir şekilde eline tokat atıp; " Sus sen ! Otur diyosam otur. Ben Şehit anasıyım Allah sorar valla. " diye homurdanarak mutfağın yolunu tuttu. Gökçen; " Çok tatlı ya... Çok aşırı tatlı bir annen var Nilgün." " Evet öyledir. Çok yandı Ozan'a. Kapıda ambulansı ve yetkilileri gördüğünde. Ağızından çıkan tek söz 'Oğlum' oldu. Dediği gibide çıktı." Kapının tıklamasıyla Nilgün başını kaldırıp, dolmuş gözlerini bize çevirdi. " Kapı mı tıkladı, bana mı öyle geldi ? " Kürşad komiser ayağa kalkarak; " Evet kapı tıkladı. Sen otur ben açarım." Kürşad komiser kapıya doğru ilerlerken Nilgün de ayağa kalkıp, oda'nın kapısına dikildi ve gecenin bu saatinde kimin olduğunu beklemeye başladı. Çelik kapının açılırken ki metalik ses gelmişti ama ne kapıdakinden, ne de Kürşad komiserden bir ses geliyordu. " Kürşad ne o ? " Nilgün'ün bu sözünden sonra kapı kapanmıştı ama Kürşad komiser'in herhangi bir cevabını duyamadık. Elinde küçük bir koli ile içeri giren Kürşad komisere yol veren Nilgün tekrar kalktığı yere, yanımıza yerleşti. Kürşad komiser Nilgün'ün yüzüne bakıp. " Eğer özel birşey beklemiyorsanız ben açabilir miyim ? " Nilgün merakla başını sağa sola sallayarak; " Yok hayır beklemiyoruz. Tabi açabilirsin. " Kürşad komiser yavaş yavaş, dikkatle kolinin geniş, şeffaf bandını açarken Nilgün'deki merak bizede bulaşmıştı. Açılan kolinin içine bakan Kürşad komiser panikle önce Nilgün'e, sonrada yanındaki Mert komiser'e döndü. Gözleri ile kendisini sorgulayan Mert komiser'e, ağızı açık, şaşkınlıkla kalkan kaşları ile kolinin içini işaret etti. Nilgün daha fazla dayanamayıp hızla ayağa kalktı. " Ne o söylesenize ya ??? " Bu çıkışı Mert komiser tam kolinin içine bakarken yapmıştı. Mert komiser eli ile Nilgün'ü durdurarak. " Nilgün dur ! Senlik bişey yok bize gelmiş bu..." " Saçmalama Allah aşkına. Size gelen şeyin benim evimde ne işi var. Verin şunu bana." deyip seri ve pratik bir şekilde eğilerek Mert komiserin kolunun altından koliyi kendine çekti. Kürşad komiser engel olmak için ileri atıldı ama iş işten geçmişti. Nilgün içine baktığında biran gözlerinin koliye düşeceğini zannettim. Panikle koliye ayağı ile tepip; " Allah kahretsin !" dedikten sonra elini ağızına attı ve son sürat salonun kapısından dışarı çıktı. Kendisine doğru sürüklenerek gelen koliyi Kürşad komiser son anda yakalayıp devrilmesine engel olmuştu. Gökçen; " Me.....Mert ne var o kolide ? Ne oldu bu kıza ? " " Ne istediyse o var Gökçen. Nilgün ne istediyse o var. " Gökçen koliye doğru ilerleyip bakmak istediğinde Kürşad komiser tıpkı oyuncağını saklamaya çalışan bir çocuk edası ile koliyi koltuğunun altına alıp Mert komisere baktı. Mert komiser gözleri ile göstermesini işaret ederek; " O daha kötülerinede şahit olmuştur kardeş sorun yok. " Kürşad komiser koliyi açıp Gökçen'e uzattığında Gökçen'in gördüğü manzara karşısında suratı ekşidi ve gözlerini koliden çekerek salon kapısına doğru ilerledi. " Ben Nilgüne bakayım. " Normalde meraklı bir yapıya sahip değildim ama kolinin içinde ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. " Komiserim ne var kolide bende görebilir miyim ? " Mert komiser bıkkın bir şekilde kaşlarını çatarken, Kürşad komiser ağlamaklı bir ifade ile; " Uuffff sen bari yapma Zehra. ?" Çaresizce başımı eğip komiserimin dediğini yaptım. " Başüstüne komserim." Bir süre sonra Gökçen önden, Nilgün de onun arkasında kağıt havlu ile sararmış yüzünü silerek odaya girdi. Elleri hâla belirgin bir şekilde titriyordu. " Kü...... Kürşad, Mert; Allah aşkına gerçek mi bu ? " Mert komiser; " Sen iyi misin bacım ? " " İyim iyim. " derken hâla sorgulayan gözlerle Kürşad komisere bakıyordu. Kürşad komiser koliden söktüğü bantlarla tekrar açtığı yeri kapatıp bantladıktan sonra kendinden emin bakışlarını ayakta onu bekleyen Nilgün'e çevirdi. " Eeee Nilgün kardeş ben sana söylemiştim. 'Ne konuştuğuna, onlardan ne istediğine dikkat et.' demiştim. " SON...
|
0% |