Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.BÖLÜM ZAROK ERDAL'IN İNFAZI

@batingam

"Ma ji we yekê li malê kesek din heye ? ( Evde senden başka kimse var mı ? )" dememle, çocuğun gözleri yavaş yavaş kapanırken çenesi göğüsüne düştü.

Şaşırmıştım bayılmasına. Gerçi neden şaşırıyordumki ?

Camın kırılması gayet normal bir olaydır ama; normal olan cam kırıldığında içeriye taş veya futbol topunun düşmesidir. Cam bomba gibi patlıyor, trafonun patlaması ile karanlığa teslim olmuş oda da siyahlara bürünmüş, korkunç maskeli bir gölge beliriyor. Olaya bizim gibi eğitimli değilde, kendimi onun yerine koyup, normal bir insanın açısından baktığımda bu gerçekten akıl işi değildi.

' Bırak bayılmayı, aklını oynatmazsa iyi.'

Gencin sıska bedenini yavaşça kaldırıp, odaya daldığımda frenlememe sebep olan kanepeye yatırdım. Başınıda kırlentle destekleyip, gözünü kapayan saçlarını çektikten sonra " Hakkını helâl et dostum ! " deyip dairenin kapısına doğru ilerledim.

Korumaların Zarok'un dairesine çıkacağından emin bir şekilde kapı merceğine yaklaşmıştım ki, daha bakmadan kürtçe konuşarak, koşar adım merdivenleri tırmandıklarını duydum.

Aradan bir dakika geçmemişti; sakin adımlarla tekrar aşağı inmeye başladılar.

' Erdal çıktı " İyiyim " dedi ve korumaları tekrar aşağı yolladı. '

Bina zifiri karanlıktı, trafodaki düzenek fazlasıyla görevini yerine getirmişti.

Kapıyı yavaşca açıp, merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladım.

Zaroğun dairesine varıp, kapıya kulağımı dayadığımda tiz bir kadın kahkahası kulağımı tırmaladı.

Elimdeki krokiye göre ses büyük ihtimal yatak odasından geliyordu. Maymuncuğu çıkartıp on saniye içinde kapıyı açtıktan sonra, sessiz bir yılan misali içeriye aktım.

Sigara içiyordum ama sigara içilen kapalı ortama girdiğimde genzimi yakan o pis kokudan nefret ederdim. Birde buna açık tuvalet kapısından gelen iğrenç koku karıştığında, burada nefes almak gerçekten çekilmez oluyordu.

Buraya kadar yavaştım ama bundan sonrası olabildiğince seri olmalıydı.

Yatak odasının kapısını aniden açtığımdan karşımda atletle duran, zaten iri olan siyah gözleri patlayacak derecede açılmış, kırklı yaşlarda kadın ile gözgöze geldim. Çektiği derin nefesinden bağıracağını anlamıştım. Sol elimi kadının boğazına atarken, sağ elimde olan FN Five seven silahımı aynı şoku yaşayan Erdal'ın alnına doğrulttum.

Kendime doğru çektiğim kadının başını göğüsüme dayayıp, maskenin arkasındaki dudağımı kulağına dayadım.

"Bêdeng bimînin, êşiya nekin ( Sessiz ol canın acımasın)" deyip sol tarafından gözlerine baktım.

Avucumun arasından kaçmaya çalışan bir kuş gibi titreyen kadın, gözlerime bakmadan kafasını salladı.

Elimi yavaş yavaş gevşetip serbest bıraktığımda, yerdeki boydan elbisesini alıp giyinmeye başladı.

Kadının üzerinden gözlerimi çekip, silahımı nişanladığım Zarok'a baktığımda, korkunun etkisi ile sigaradan sararmış pis bıyığından beyaz atletine süzülen salyasını gördüm.

Hemen yanında olan komidinin üzerindeki silaha uzanmak için ne o cesareti, nede fırsatı bulmuştu.

" Vay çakal vay, vay it vay ! Lan oğlum silahına bile elin gidemezken sen Türkü tehtid ediyorsun. Masum köylü halka dokunmadan belli zaten. Şerefsiz köpek seni... Giyin lan şunları." deyip üzerine sütyen fırlattım. O aval aval, korku ile yüzüme bakarken, kadına yardım etmesi için elimle işaret ettim.

Giyinmişti; bayağıda doldurmuştu içini şişman adamın sarkık göğüsleri. Üzerinde boxer ve sütyen vardi.

Halâ titreyen Zarok'u boydan süzüp;

" Bu kombin sana iyi gitti İblis "

Göğüsümdeki kamera aklıma geldiğinde, beni seyreden yuvadaki aslanların gülen yüzleri gözümün önüne gelmişti.

Köpek ellerini kaldırıp titreyen çenesi ile konuşmaya başladı.

"Bana birşey yapma! Seni dolara, altına boğayım. Hem kapıda korumalar var sağ çıkamazsın; vallah sağ çıkamazsın."

Sakin tavırlarla boynumdan çıkardığım kolyeyi gösterdim.

Gördüğünde irileşen gözleriyle

"İmkansız !" der gibi başını sağa-sola sallayıp kekelemeye başladı.

"Si....siz gerçek değilsiniz. Bu kolye bir efsane. Si....siz gerçekte hiç olmadınız. Efsaneden ibaretsiniz siz..." deyip ayaklarıma kapanmak için hamle yapmıştı ki suratına aldığı şiddetli bir diz darbesi ile kalktığı yatağa tekrar fırladı. Kırılmış burnundan akan kan sararmış bıyıklarını koyu renge bürümüştü.

Bıkkın bir şekilde kollarımı açıp, başımı iki yana salladım.

" Yeter artık karnım acıktı lan ! Yuvayı özledim. " dedikten sonra, kadının kolundan tutup, burnunu duvara değdirdim.

" Hûn heta ku ez nabêjim lê binihêrim. ( ben bak diyene kadar bakmıyorsun anlaşıldı mı ? ) " diye sorduğumda itaatkar bir şekilde kafasını salladı.

Zarok'a yaklaşıp dayı yadigarı kelebeği bir çırpıda açtığımda;

'Dayıların dayısı, ilk hocam ! Ben büyüdüm; kutlu dava için kelebeğin iş başında ! ' diye düşünmeden edemedim.

Erdal'a bakıp tehtidkâr bir şekilde başımı salladım.

" Sen bizi kendi kanımızda boğacaktın değil mi ? " deyip midesine olabildiğince kuvvetli bir yumruk attım.

Yatağa uzanıp, acıyla ağzını açtığında kelebeği ağızından boğazına kadar saplayıp, bir tur dönderdikten sonra çıkardım.

Akan yoğun kan ağzını doldurmaya başladığında, kanı tükürmek için başını kaldıracaktı ki; alnına dökülen saçlarından tutup yastığa bastırdım. Kanı bir şekilde boşaltmak için elinden geleni yapıyordu ama bütün çırpınışları nafileydi.

Zarok kendi kanında boğuluyordu !

Gözleri kapanıp, son nefesini vermeden, onu kimin öldüğünü görmesini isteyerek maskemi kaldırdım.

Gözlerime bakıp, gözleriyle adeta yalvarıyordu. Gücü zayıflamış, gözleri yavaş yavaş tavana bakmaya başlamıştı.

Başını serbest bıraktığımda hiç bir hareket göremedim. İki parmağım ile nabzını kontrol edip, öldüğünü teyit ettikten sonra yataktan indim.

Çantamda taşıdığım kalın urganı çıkartıp idam düğümünü attıktan sonra, yataktaki leşin boynuna geçirip, sürükleyerek terastaki balkona çıkarttım.

Urganı balkonun kalın demirine bağladıktan sonra, çantamda getirdiğim büyükçe bir kağıda İngilizce, Kürtçe ve Türkçe dillerinde yazı yazdım.

Kağıdı çevirip yazının güzelliğine baktıktan sonra, Erdal'ı balkondan aşağı sallandırdığımda balkon demirinin üç metre altında asılı kaldı. Kağıdı Zarokla aynı yöne bakacak şekilde balkon demirine yapıştırıp içeri yöneldim.

Yatak odasına gittiğimde kadın hala burnu duvarda benim komutumu bekliyordu.Yerdeki çantamı sırtıma takıp arkasına yaklaştım.

Kendime çevirmek için omzuna elimi attığımda olduğu yerde şıçrayıp inlemeye başladı.

Elimdeki düzeneyi kuşak yardımı ile beline sabitledikten sonra yüzüme bakmamak için elinden geleni yapan kadına konuşmaya başladım.

"Ger hûn tiştekî ji ya jêrîn re bêjin, ez ê wê teqînim. Qut bikin û bi bêdengî biçin ( Eğer aşağıdakilere birşey söylersen bunu patlatırım. Sessizce çık ve git.)" dedikten sonra çıkış kapısını gösterdim.

Yaklaşık on dakika beklemiştim.Korumalardan ses seda gelmeyince kadının sıkıntısız bir şekilde çıktığımdan emin olup üçüncü kattaki camını kırdığım daireye inmeye başladım.

Çocuğu bıraktığım odaya vardığımda, bıraktığım pozisyonda, huzurlu bir şekilde uykusuna devam ettiğini gördüm. Hâla baygındı ve hiç bir hareket yoktu.

Uyanmaması için büyük bir titizlikle omzuma aldıktan sonra derin bir nefes alıp merdivenleri büyük bir panikle inmeye başladım.

En alt kata inip, bina çıkış kapısına yaklaştığımda korumalar dan biri bana doğru döndü.

Ağıtla karışık ağlayarak;

" Tiştê bang kirin ku dîsa taksî hebe ( Taksi çağırın yine nöbet geçiriyor ! )" dedikten sonra; omzumdaki ağırlığın etkisinden olduğunu zannetsinler diye sırtımla beraber başımı yere eğerek, karanlığında büyük yardımıyla yüzümü görmelerini engelledim.

Sokağa çıkıp korumaların işaret ettikleri taksi durağına doğru koşar adım yola çıktım.

Durağa vardığımda çocuğu arabaya bindirip, şoföre çocuğun nöbet geçirdiğini, hastaneye götürülmesi gerektiğini, babasının orda beklediğini söylediğimde taksi süratle yol almaya başladı.

"Anaa...... kadını unuttum lan !"

' Herneyse; düzenek dediğim şeyin basit bir poşet rulosu olduğunu görmesi uzun sürmez. '

Uydu telefonunu çıkartıp deli gibi özlediğim yuvayı aradım...

Zaten beni beklemekte olan Korhan Yarbay ikinci çalışında açtı.

Korhan Yarbayın sesinden önce, arkaplanda yükselen curcunaya ses verdim. Bağırışmalar, gülüşmeler, arkadan Oğuz'un telefona yaklaşıp. " Sen çok fenasın be Reis !" demesi tebessüm etmeme sebep olmuştu.

" Zarok; yani Erdal Küçük etkisiz hale getirildi komutanım ! "

Korhan Yarbay oldukça neşeli bir ses tonu ile;

" Aslanım benim ! Sağol Yavrukurt yuvaya döne bilirsin."

"Siz sağolun komutanım. Anlaşıldı ilk fırsatta dönüyorum." telefonu indirip kapatacağım anda;

Korhan Yarbay meraklı bir ses tonu ile;

"Rahmaan" dediğinde ne diyeceğini merak ederek telefonu kulağıma yanaştırdım.

"Emredin komutanım ! "

"Evlat biz şu kağıda ne yazdığını göremedik. Ne yazdın o kağıda ? "

Komutanları meraklandırmak herzaman çok hoşuma gitmiştir.

"Olmaz dayı Sürpriz ! Yarın kamuoyu ile beraber manşetlerde görürsünüz zaten."

Onu gıcık etmek için attığım mermi hedefe gitmişti. Tehtitkâr bir gülüş atıp cevap verdi.

" Tamam anlaşıldı hadi Allaha emanet ol."

" Sağolun komutanım Allaha emanet."

Telefonu kapatıp küf kokulu pansiyonumun yolunu tuttum.

Onbeş dakika sonra bana ait odamın kapısındaydım. Duş alıp yatsı namazını, Rabbimin affına sığınarak akşam Namazı'nın kazasını ve şükür namazını eda edip huzurdan ayrıldım.

Saate baktığımda 23:30'u gösteriyordu. Bıçağımı yastığın altına koyup, üç gündür uyku görmeyen gözlerimi karanlığa teslim ettim.

Burasıda neresi böyle ?

Dağlık bir alandaydım. Etrafım yeşilliklerle çevrili, üzerimde beyaz bol keten pantolon, hakim yaka uzun kollu beyaz keten gömlek vardı. Bir yerden çığlık sesi geliyordu. Nereye gittiğimi bilmeden var gücüm ile koşmaya başladım. Çalılıklar heryerime derin çizikler atıyor, yüzümden kanla karışık ter damlalarının aktığını hissediyordum.

Bulamıyorum !

Çığlık çok yakınımda ama bulamıyorum. Bir çocuktan geliyordu bu ses; kollarımı açıp içten içe Rabbime yalvarıyor, delicesine kendi etrafımda dönüyordum.

Nefesim kesilmiş, dizlerimden derman gitmişti. Çöktüm; nabzım hızlanmış, acıdan gözlerimden yaş geliyordu.

Gelen çığlık kulağımı tırmalıyor, çığlık ne kadar yükselirse acı bir o kadar artıyordu.

Ben bu acıyı ne işkence eğitimlerinde, nede vurulduğum anlarda hissetmiştim. Bütün sinirlerim bana savaş açmıştı. Daha fazla dayanamayıp, başımı göğe çevirdim ve bütün acıyı vücudumdan atarcasına, olan gücümle haykırmaya başladım.

Ani bir sesle gözlerimi açtığımda ilk karşılaştığım, odanın rutubetten yeşillenmiş tavanı oldu.

Ezan sesiydi bu !

' Hayırdır İnşallah ! '

Bu aynı acı rüyayı ikinci görüşümdü. İnce pikeyi üzerimden atıp lavaboya ilerledim. Abdestimi alıp, sabah namazını eda etmek için odaya geçtim.

Namazı kıldıktan sonra odamdaki tek koltuğa geçip, elime defalarca okumaktan sıkılmadığım Siyeri aldım.

Bir saat kadar okuduktan sonra eşyalarımı toparlayıp odadan çıktım.

Resepsiyonda yine o pala dayı vardı.

Hesabı kapatıp baş selamı verdikten sonra bir daha dönmemek üzere ayrıldım.

Uçağım saat 15:00 te idi.

Zarok'un evinin yakınında, gözlem için herzamanki gittiğim çay ocağına oturdum.

Sipariş vermek için etrafıma bakındığımda yine o güler yüzlü garsonla gözgöze geldik.

Demli bir çay istedikten sonra yoldan aldığım poğaçaları açıp beklemeye koyuldum.

Evin önü polis ve polis kordonu ile çevriliydi. Burada savcıya ne derler bilmiyorum ama benim eserim olan leş hâla balkonda, demirdeki yazı ile birlikte asılı şekilde savcıyı bekliyordu.

Sıcak çayla beraber poğaçamı yerken düşünüyordum.

Neden yaparlar !

Neden herhangi bir devlet güvenliği altında, çocuklarıyla huzurlu bir hayat sürmezlerde, dağda taşta perişanlıkla olmayacak bir hayalin peşinde koşarlar ?

Nasıl bir mantık ki ellerinde neredeyse ilkel denecek silahlarla kocaman bir devlete kafa tutarlar ?

Hele ki Türkiye gibi tarihi destanlarla dolu bir devlete.

Komediden başka birşey değil !

Yazdığım kağıtla da dağdakilere ve ağababalarına güzel bir mesaj göndermiştim.

Kuştina kesê ku bi tirkî hatî şermezar kirin dê tirsnak be.

Tirk çarenûsa Kurdan e

================================

The death of the person shrouded in Turkish would be terrible. Turkish is Kurdish fate

================================

Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur

Türk Kürt kardeştir.

================================

7 saat sonra Bağdat Uluslararası Havaalanı...

İki saat erken gelmiştim havalanına. Felluce güzel bir şehirdi ama kasfeti boğmaya başlamıştı artık.

Oturduğum yerde, camın diğer tarafındaki uçakları seyrederken aklıma gelen şey ile yüzüm istemsizce gülümsedi. Elimi kargo pantalonumdaki telefona atarken kalbim'in hızlandığını hissedebiliyordum.

Telefondaki programa tıklayıp, dönen küçük çemberin görüntüye dönüşmesini beklemeye koyuldum.

'Hadi lan, hadi lan ! '

İşte gelmişti !

Ada'daki eğitimimizi tamamlayıp Türkiye'ye geçtiğimde ilk işim, yüksek çözünürlüklü, su'dan etkilenmeyen kamera almak olmuştu.

Kamerayı Tokat'daki baba evinin bina giriş cephesine bakan, karşı komşumuz'un çatısına monte etmiştim.

Çocukluğumdan tanırdım karşı komşumuzu. Almanya'da yaşıyor, yılda bir defa ya geliyor, ya gelmiyorlardı.

Üç katlı müstakil bir evdi bizimkisi; önünde küçük gül bahçesi, arkasında ise kamelyamızında bulunduğu geniş bir bahçesi vardı.

Kamera sayesinde kapıdan çıkanı ve gireni rahtlıkla görebiliyor, program sayesinde istediğim yöne çevirip, istediğim yere zoom yapabiliyordum.

Ön bahçedeyken yemenisi yarıya kadar inerdi arada.

Annem !

Saçlarına düşmüş nurlu aklar haricinde hiç değişmemişti. Evet fotoğrafları adadayken arada bir gelirdi ama yetmiyordu.

Kokusunu çekmek konulan katı kurallara aykırıydı ama sesini duymak, yüzünü canlı canlı görmek yasak değil ya !

Hiç unutamadığım, özmemimin en ağır bir şekilde depreştiği gün, kamerayı yerleştirdiğim o gündü. Görmüştüm, parfümünün kokusunu alacak kadar, nefesini duyacak kadar yaklaşmıştım ona.

Gece 01:30 gibi kamerayı yerleştirdikten sonra, kimseye görünmeden çıktım Almancı'nın evinden.

Sağıma soluma baktıktan sonra ellerimi montumun cebine atmıştımki; geniş sokağın sonundaki ana caddenin köşesinden biri döndü.

Uzun boylu, heybetli, 20 yaşlarda biriydi. Aramızdaki 25-30 metre gitgide azalırken, sokak lambasının altındaki silüet kendini göstermeye başlıyordu.

Beş metre kala gözlerim yüzüne takılı kaldı. Kalın simsiyah kaşlarının altındaki uzun kirpikleri, çekik kara gözlerini dahada koyulaştırmıştı.

Bian oda bana bakakalmıştı ama benimki kadar uzun sürmemişti.

Nutkum tutulmuş, kalbim dışarıdan duyulacak kadar hızlı atmaya başlamıştı.

Bu o'ydu; canım, kanım kardeşim Mert'ti bu !

Gözlerime bakıp başını aşağı doğru salladı.

" Selamun Aleyküm abi ! "

Kilitlenmiştim; yürüyordum ama bacaklarım bana meydan okuyordu. Beynim " Git, uzaklaş " komutu veriyor, onlar gitmemekte direniyordu.

' Selam verdi... bana verdi, bana dedi... La bana lan bana....... Bana abi dedi ! '

Ne kadar uğraşsamda kontrolüm den çıkmıştı ses tellerim.

Hükmedemiyordum !

En sonunda zorla çıkan kısık sesle;

" Aleyküm selam" diye bilmiştim.

Tek fark, ben ona, onun bana abi dediği gibi kardeşim diyememiştim. Düştüğüm hâle o'da şaşırmış olacakki yavaşlayıp arkamdan baktı. O tarafa dönmesemde baktığını hissede biliyordum. Yirmibeş metrelik köşe bana kilometrelerce uzamıştı.

' Bit lan artık bit !' desemde hiç bir faydası olmuyordu.

En sonunda dönüvermiştim köşeyi.

Kendimi duvara yaslayıp dizlerime meydan okumayı bırakmıştım. Tuttuğum nefesi var gücümle dışarı saldım.

Elimi boğazıma götürüp;

' Ne bu lan boğazımdaki neee !!!.. Neden nefes alamıyorum ? '

Nefes alamıyordum. Daha fazla dayanamayıp gözlerimdeki yaşları serbest bıraktım.

Ada'da aldığım zorlu ihtisas eğitimleri burda bir işe yaramamıştı. Burada ne heyecanımı yenmeye gücüm yetmişti, nede korkumu.

Bu ne heyecana benziyordu ne korkuya bu neydi böyle ?

On beş dakika duvarın önünde oturduktan sonra zorla ayağa kalkıp geldiğim yere; İstanbul'a dönmek üzere yoluma kaldığım yerden devam ettim.

Korhan Yarbay babalarımızın bütün olanları bildiğini ve onlara her ay bilgi verildiğini söylemişti. Ya babamı görseydim, ya sarılsaydı bana, tanırdı o; her fırsatta resimlerim gidiyor ona, bilgi veriliyordu.

Bilinmez ama belki de annemin eline geçer korkusuyla yakıyordu bütün fotoğrafları.

Zorda olsa düşüncelerden sıyrılıp elimdeki telefonu seyretmeye devam ettim.

Bahçe kapısının üzerindeki sallanan asma yapraklarından başka birşey görünmüyordu.

"Dear passengers going from the Baghdad International Airport to the Istanbul Ataturk Airport, your plane has approached the terminal, please proceed to the exit gate and have a good journey"."

"Bağdat Uluslararası Havaalanı dan İstanbul Atatürk Havaalanına gitmekte olan sayın yolcularımız uçağınız terminale yanaşmıştır lütfen çıkış kapısına ilerleyin iyi yolculuklar."

"Çok şükür" deyip ayağa kalktım ve uçağa doğru ilerledim.

3 saat sonra sonra Atatürk Havaalanı...

Son yirmibeş dakikadır yolcu çıkış kapısının solundaki camekan çıkıntısında oturmuş, kardeş dediğim adamları beklerken ikinci sigaramı yaktım.

Daha iki nefes çekmiştim ki; solumdan gelen üç dangalak'a bakakaldım.

Onlar yaklaşana kadar ne görüntü verdim, ne de ses çıkarmıştım. Aramızda iki metre vardı ve yanlarında Bağdat dilencisi gibi oturan Rahman'ı hâla görememişlerdi.

Kendikendime;

' Şunlara güvende arkana alıp dağa çık. Pö......höööööö !' deyip başımı umutsuz bir şekilde salladım.

" Lan neredesiniz oğlum siz ? " diye bağırdığımda onlarla birlikte yanımdaki kalabalıkta aniden dönüp yüzüme baktı.

İki parmağımı saatime vurup;

" Bir saat önce indi lan uçak ! Yalan-yalnış önüme peçete açsam yevmiyeyi doğrultmuştum. "

Timin Kartalı Bora ellerini iki yana açtı ve konuşmaya başladı.

"Valla kusura bakma Reis trafik vardı. "

" Allah aşkına Bora ! Kaç gündür gözüme uyku girmiyor. Trafiği akıl edip biraz daha erken çıkamadınız mı ? "

Bora'nın sol tarafında ki, eli kemerinde güneşten kısılmış gözleriyle bakan Koray yüzünü buruşturup cevap verdi.

" Hele şuna bah şuna ! Kızması gereken benim oğlum sen değil. Beklediysen nolmuş ? Ömrümüz beklemeynen geçmedi mi ? "

'Neden kızdı bu şimdi ?'

Koray benimle konuşurken eğer Tokatımızın şivesine dalıyorsa, ya bana çok kızmıştır, ya da herzaman ki gibi makara peşindedir.

Kardeşlerimin hepsi ile tek tek sarıldım. Üç saat önce Mertle yaşadıklarım bayağı hüzünlendirmişti beni. Onun üzerine bu sarılmalardaki sıcaklık iyi gelmişti.

Kapalı otoparktaki aracımıza giderken, Koray'ın ara ara çatık kaşlarla yüzüme bakması daha da meraklandırmıştı beni.

Koray bambaşkaydı. Belki ilk yürümeye başladığımızdan bu yana hep yanyanaydık. Herbiri gözbebeğimdi ama o çok farklıydı bana.

Arka koltuğa Bora ile ben geçmiştim. Koray arabayı sürerken, Oğuz da onun yanında sessizce akan yolu seyrediyordu.

Havaalanı yolundandan otobana inmiştik. Kalın kaşların aşağıya inik kalmasına daha fazla dayanamayıp, omzuna dürttükten sonra konuşmaya başladım.

" Koray zaten yorgunum; şimdi ikiletmeden söyle bana. Ne oldu oğlum ne bu sıfat ? "

Dikiz aynasındaki hâla düzelmemiş çatık kaşlarla, sinirli bir şekilde cevap verdi

" Hani lan et ? Et aldın mı et ? "

Gerçekten hiç birşey anlamamıştım.

" Ne eti oğlum ? "

Hâla onun kontrolündeki aracın arka koltuğuna kolunu atıp konuşacaktı ki Oğuz aniden omzuna vurup araya girdi.

" Lan piskopat önüne bak. Aynaya bakarak konuşamıyor musun ? "

Biz Oğuz'un ani çıkışına gülümserken, Koray dikiz aynasından bana bakıp devam etti.

" Sen benim yanımdan, evden yani ikimizin evinden, hani şu üçüncü kattaki... "

Gerçekten bunalmıştım artık. O saçma sapan konuşmasına devam ederken sesimi yükseltip, konuşmasını yarıda kestim.

"Eeee çatlatma lan adamı ! Söylesene işte ne lafı dolaştırıp duruyorsun ? "

Sözünü kesmem gerçekten sinirlendirmişti.

Dikiz aynasından kızgın bir ifade ile bir-iki saniye gözlerime baktıktan sonra, ani bir hareketle orta şeritten emniyet şeridine geçip, büyük bir sarsıntıyla durdu.

İlk tepki gösteren lastik sesi ile birlikte torpidoya yapışan Oğuz olmuştu.

" Senin süreceğin arabanın las..."

Koray Oğuz'u dinlemeden kolunu tekrar koltuğun arkasına atıp gözlerime odaklandı.

" Lan oğlum sen evden sac kavurma yapacağım, et almaya gidiyorum diye çıkmadın mı ? "

Sözü bittiğinde arabanın içinde tek yankılanan Oğuz, Bora ve benim kahkahalarımız olmuştu. Biz gülerken Koray'ın ciddiyetle bakması daha bir komik geliyordu. Oğuz karnını tutmuş iki büklüm olurken, Bora ile ben akan göz yaşlarımızı siliyorduk.

Koray tek tek gözlerimize bakıp;

" La gülmeyin oğlum gülmeyin ! O gün ben akşama kadar et bekledim. "Bakalım neye daldı da gelmedi ? " diye sordum durdum kendikendime. Erindim dışarı çıkıp yemekte yemedim. Yok hayır biliyorsun benim üşengeç olduğumu nasıl kıyıyorsun lan bana ? Hiç mi düşünmedin 'Kardeşim aç kaldı ! ' diye."

Oğuz dizine dürtüp;

" Hadi oğlum biri arkadan toslamadan devam et yoluna."

Koray vitese elini atıp hareket ettiğinde gönlünü almak için konuşmaya başladım.

" Tamam kardeşim Korhan Yarbaya raporumu vereyim bütün tim bizim eve sac kavurma yemeye gidiyoruz. Söz; hemde kuzu etinden kendi ellerimle yapacağım." dikiz aynasındaki Koray'a baktığımda gülen gözlerinden tatmin olduğunu anladım.

" Yanlız Koray bağırdığın adam KARA MUHAFIZLAR'ın Alfası ! Yani bizim, yani senin. Adam Reisimiz bağırmasan diyorum kardeşim." konuşan önde oturan Oğuzdu.

Koray Oğuza yan yan bakıp;

" Onun Reisliği sahada kardeşim. Bana dışarıda sökmez onun Alfalığıda Reisliğide " dedi ve gazı kökledi.

Çok şükür. Benim huzurlu olduğum tek yer, dağda da, şehirde de olsa kardeşlerimin yanıydı...

Bir operasyonu daha başarıyla atlattık.

Alnımın akıyla Korhan Yarbaya raporumu vermek kaldı sırada.

1 Saat sonra yuva...

Yuvaya vardığımızda gözlerimizi okutup içeri girdik.

Çok güvenlikli bir yerdi. Devlet varlığımızı bilmiyordu. Bu kadar mali desteği nerden alıyorduk insan düşünmeden edemiyordu. En iyi ağır ve hafif silahlar, son model zırhlı arabalar, kurulan siber merkezi ve yine Aksakallılar tarafından yetiştirilen üstün yetenekli hackerlar. Bunlar gerçekten çok büyük bir maliyetti.

Köşeden dönen hafiften uzun ve beyazlamış saçlarıyla bana doğru tebessümle gelen Korhan Yarbayı gördüğümde, sanki babamı görmüş gibi içime bir heyecan geldi. Yaşlanmıştı Kocakurt; bizim çocuklar ona herzaman baba derlerdi ama ben bunu yapamıyordum, ben pehlivan'ın yerine hiç kimseyi koyup baba diyemiyordum. Dayı demekle yetiniyorum ancak.

Gülen yeşil gözleri ile yüzüme bakıp elini omuzlarıma koydu. Bir müddet şevkatle baktıktan sonra;

"Bir daha bana yaşlanmışım gibi bakarsan kırarım kemiklerini ! " dedikten sonra sarılıp alnımdan öptü.

'Ulan nerden anladı be ? '

"Dayı bizede bu eğitim verilecek mi ? " dedim önümüzde hızlı adımlarla giden Korhan Yarbay'a.

Arkasına bakmadan cevap verdi.

"Ne eğitimi ? "

"Zihin okuma" dediğimde zaten geldiğimiz masanın başında aniden durup, çatık kaşlarla arkasına döndü

" Ha dedin yani ! Benim yaşlandığımı mı düşündün sen ? Hatırlatırım bir ay önce ki göğüs göğüse muharebede yediğin dayağı." dedikten sonra gözleriyle bacaklarımı gösterip devam etti

"Çıkan kemik seslerini söylemiyorum bile." deyip elindeki dosyaları masaya bıraktı.

O gece ki sabah edemediğim ağrılı gün aklıma geldiğinde iki parmağımla dudaklarımdaki fermuarı çektim.

' Tamam pes.'

Korhan yarbaya operasyon raporunu uzattıktan sonra tim ile birlikte masadaki yerimizi aldık.

Ellerini raporun üzerinde bağlayarak konuşmaya başladı.

" Herhangi bir sorun çıkmadı değil mi evlat ? "

"Hayır komutanım bi sorun yok."

Gözlerini kısıp şüpheci bir bakış takınarak;

" Rahman o camdan girdiğinde kendini kontrol ettin mi ? Herhangi bir yerinde küçükte olsa kesik yoktu değil mi ? " diye sordu ama ne cevap vereceğimden zaten emindi.

" Hayır komutanım hiçbir şekilde kimliğimi bırakmadım."

Gururlu bakışlarını takınıp, başıyla onaylandıktan sonra;

"Tebrik ederim evlat temiz bir işti aferin."

"Sağolun komutanım !"

Yanımdaki Koray el kaldırarak konuşmaya başladı.

" Komutanım Rahman arkadaşımıza bir soruda ben sora bilirmiyim ?"

Korhan Yarbay gözlerini kısarak

" Tabi; sor Koray."

Koray bana dönüp sorgulayan gözlerle baktı.

" Bir: Beline bomba diye poşet rulosu bağladığın kadın ne oldu ?

İki: Taksiciye hasta olmayan ve hasta diyerek hastaneye gönderdiğin çocuk ne oldu ? Ben onları çok merak ettim." soruları bittiğinde masayı güleşme sesleri aldı.

Koray boynuma sarılıp gözlerime hüzünle baktı;

" Hoşgeldin kardeşim; iyiki geldin !"

Korhan Yarbay konuşmaya başladı;

" İki gün izinlisiniz gençler. Gidin istirahat edin." dediğinde hepbir ağızdan

"Sağolun komutanım" deyip ayağa kalktık.

Koray komutana dönüp konuşmaya başladı.

" Komutanım biz tim olarak bizim eve geçiyoruz. Karabasan kuzu etinden sac kavurma yapacak. Buyrun sizide bekleriz. "

Korhan Yarbay hem gülüyor, hemde masadaki dosyaları istifliyordu.

" Yok evlat, siz takılın afiyet olsun."

Geldiğinizde büyük operasyon var. Sizi en sevdiğiniz yere götüreceğim."

Bunu duyduğumda, üzerimdeki üç günlük ağır yorgunluk uçup gitmişti.

" Nereye gidiyoruz komutanım ? "

Korhan Yarbay hınzırca bakıp;

"AZERBAYCAN ! "

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%