@batingam
|
Oğuz'dan...
" Iı ıııhhh önce sen kapat. "
Rahman ani bir dönüş yapıp Koray'a bir süre baktığında, Koray duruşunu dikleştirip, karşısındaki çatık kaşlı adam konuşmadan hamle yaptı.
" Oğlum bu bakışı tanıyorum bak ben. Ne geçiyor aklından ? "
Rahman kıza doğru yürümeye başlayıp Koray'ın yüzüne bakmadan konuştu.
" Yuvaya gidince tam teçhizat on bin metre koşu Koray."
" La....la... Sakın oğlum şaka yaptım lan."
Koray'ın aldığı bu cezadan sebebsizce mutlu olmuştum. Ama söz ağızdan çıktı dönüşü yok. Bugün Koray'ı affeden Rahman, yarın bize bir ceza verip affetmediğinde araya ayrım girmesi adaletsizlik olurdu. Bu da Rahman'ın yapacağı en son şey bile değildi.
Koray'a dönüp şevkatle sırtını okşadım.
" Kardeş; Alfa cezayı kesti dönüş yok. Hakettin ama; sabahtan bu yana bir aşktır tutturdun gidiyosun."
Maskesinin altındaki yüzün nasıl bir hal aldığını net bir şekilde tahmin edebiliyordum.
Başını umutsuzca sağa sola sallayıp;
" Valla hakettim ! Beni Karabasan değil, Kübra yaktı. "
Kanlı beyaz bezi alnına bastıran Rahman bana doğru dönüp;
" Az mı oldu lan ? Zaten komando eğitimi almış normal er tam teçhizat beş bin metre koşuyor değil mi ? "
Bunu duyan Koray aniden başını kaldırıp baktığında Rahman gülümseyerek sözü değiştirdi.
" Siz motorları almıyor musunuz ? "
Koray;
" He valla unuttuk lan motorları. Sende gel Rahman kıyafetlerin burada şuna baksana kızın etrafı polis dolu. "
Rahman Koray'ın maskeli yanağından makas alıp;
" Hıh şöyle mantıklı şeyler konuş oğlum. Görevdeyiz bune disiplinsizlik ? "
Rahman tepe taklak yatan arabasının yanında kıyafetlerini giyinirken Koray'da diğer Muhafızlar'ın bulunduğu yere bakıp telsize el attı.
" Ömer polislere söyle kimseyi yaklaştırmasınlar. Fotoğraf falan almalarına izin verilmesin kardeş. "
Rahman hücum yeleğini giyinirken bana bakıp;
" Oğuz aracı ateşe ver kardeş ne olur ne olmaz. Torbido'da kolonya var daha kolay olur. " dediğinde ikiletmeden araca yaklaştım.
Yan koltuğun kırık olan camıdan kolumu uzatıp torpido kapağını açtığımda aşağı düşen kolonya'yı alıp ucunu bıçakla genişlettikten sonra aracın içerisine serpiştirmeye başladım.
" Rahman tamam kardeşim. Emin misin çakıyorum çakmağı ? "
" Çak kardeş çak ! "
Çakmağı ateşleyip yan koltuğa tuttuğumda mavi ateş hızla aracın içine dağılmaya başladı.
Rahman, motorunda hazır vaziyet onu bekleyen Koray'ın arkasına binip;
" Eline sağlık Oğuz. Hadi gidelim. "
Muhafızlar'ın yanına vardığımızda Ömer Rahman'a yaklaştı.
" Kardeş bu kız tam bir belâ. Allah aşkına konuş şununla."
Koray kendinden oldukça emin bir şekilde Ömer'in omzuna dokunup;
" Tamam hacı ben hallederim. " dediğinde Ömer Koray'a engel olacaktı ki onu durduran Rahman oldu.
" Arkadan izleyelim bakalım ne yapacak."
Koray kıza doğru yaklaşırken bizde yüzümüzde gülücükle onu takip ediyorduk ki gözüme Yavuz Amir takıldı.
" Rahman Yavuz Amir de burada. "
Rahman gösterdiğim yöne baktığında Yavuz Amir yüzünde mutlu bir ifadeyle adımlarını hızlandırdı.
" Aslansınız siz ! Maşallah kardeşlerime. Nasılsın Karabasan bişeyin yok değil mi ? Ambulans şurada gel baksınlar sana bi. "
Rahman;
" Yok abi iyim. Başımda küçük bi sıyrık var. "
Koray ile birlikte kıza yaklaştığımızda, kız polislere olmadık hakaretler yağdırıyordu.
Koray;
" Alshifa' aleajil , ma hi almushkilat , sayudti." (Geçmiş olsun hanımefendi sıkıntı nedir ? )
İsmini bilmediğimiz kız Koray'ı ürkütücü kıyafetleri ve maskesini gördüğünde özel olduğunu anlamıştı.
"Aaetaqid 'anak fi almartabat al'uwlaa minhum ? " ( Bunların en rütbelileri sensin galiba ? "
Koray;
"Lla hum 'iikhwani " (Onlar benim kardeşlerim ? )
Kız Koray'ın bu cevabı karşısında hiddetlenip;
" Hal taerif min akwn? 'iinaa abn 'akh 'amir qatar falyat aly. " ( Benim kim olduğumu biliyormusunuz ? Ben Katar emiri'nin yeğeniyim bana en rütbeliniz kimse o gelsin.)
Şaşılacak bir durum ama Koray gayet sakin bir şekilde konuşmasına devam etti.
" Ana abn sayiq alhafilat husayn. walidaya sayiq hafilat bayn almudn. lidha min fadlik saeid 'iikhwati fi alshurtat wakun shakraan li'anak ealaa qayd alhayati. mahma kunt aibnat 'ukht 'amir qatar abn alssayiq aldhy 'anqadhik. bimaenaa akhar , yumkin lilfayl 'an yahtaj 'iilaa namlat mataa sha' rabya. alan la tamasuk warukb tilk alsayarat." ( Bende otobüs şoförü Hüseyin'in oğluyum. Babam şehirler arası otobüs şoförlüğü yapar. O yüzden canınızın sağ olduğuna şükredip polis kardeşlerime yardımcı olun lütfen. Siz ne kadar Katar Emiri'nin yeğeni olsanızda, sizi kurtaran bir şoförün oğlu. Yani Rabbim dilediği zaman bir fili bir karıncaya muhtaç edebilir. Şimdi uzatmayın ve binin şu arabaya. "
Koray'ın bu sözleri kızın boynunu yere eğmişti. En sonunda pes edip polis aracına binen kızın gözleri hâla Koraydaydı.
Koray Rahman'a yaklaşıp.
" Nasıldım kardeş ? İyi konuştum değil mi ? "
Rahman iki elinide Koray'ın ensesine atıp kendine çekerek başını başına dayadı.
" Bir Muhafız'a nasıl yakışıyorsa öyle konuştun kardeşim. Helâl olsun."
Alnı hâla Rahman'ın alnında olan Koray gayet sakin bir şekilde;
" Bizim şu cezada biraz indirim yaparsın artık."
Polis topluluğunun içinde ağırlığımızı bozup kahkaha atmamak için kendimizi zor tutuyorduk.
Rahman bize dönüp;
" Bu yine cıvıdı beyler. Hadi atlayın motorlara. "
Koray kendisinden uzaklaşan Rahman'a elini uzayarak.
" Bari sekizbin metre olsun. Onbin nedir ya ? "
Polislerin gururlu, bir o kadarda hevesli bakışlarının arasında giderken Yunus polisleri önümüze durdu.
İçlerinden biri Rahman'a yaklaşıp.
" Ko..... Komutanım bi fotoğraf çekinelim be."
Rahman;
" Maalesef kardeşim yasak. Lütfen anlayışla karşışayın. Gizliden çeken arkadaşınız varsa silsin. "
" Peki abi nasıl istersen."
Biz uzaklaşırken Yunuslarla sohbete giren Koray oldu
" Bekar mısın ? "
" Bekarım komutanım."
Koray bizi gösterip;
" Farkında değilsin ama biz sana iyilik yapıyoruz. "
Yakışıklı Yunus;
" Nasıl yani komutanım ? "
" Oğlum sen olsan kız kardeşini Muhafızlarla operasyona giden bir polise verir misin ? "
Çocuk şaşkınca arkadaşlarına bakıp başını kaşıdı.
" O yüzden diyorum kardeşim. Ne kadar yakışıklı olsanda kız bulamazsın. "
Koray bize doğru yaklaşırken tekrar arkasını döndü ve parmağı ile karşısındaki yunusları göstererek
" Bu arada küçükken hep Yunus Polisi olmayı istemişimdir. "
Yunus Koray'a hayranlıkla bakmaya devam ediyordu.
" Rabbim sana en iyisini nasip etmiş Komutanım."
2 saat sonra Yuva...
Askere bir ceza veriliyorsa o askerin zararına değil bilakis faydasınadır. Egosuna teslim olmayan hiçbir komutan askerine zararı olan bir ceza vermez. O ceza, o askeri ya bedenen, yada psikolojikmen geliştiren bir cezadır.
Kapının önünde çam fıstıklarımızın kabuk sesi eşliği ile Koray'ın çektiği cezayı izlerken Ömer açık alanda tam teçhizat koşan Gölge'ye seslendi.
" Ulan sabahtan bu yana ergenler gibi ağızında aşkı geveledin durdun. Al sana aşk... Bak ne hallere düşürüyormuş insanı. "
Koray kan ter içinde, hızını kesmeden, yan yan Ömer'e baktı;
" Ömer kapa çeneni canımı sıkma benim."
Koray'ın bu halini izlerken gözümün önünde beliren, bizzat yaşadığım anımı kardeşlerime hatırlatma gereği duydum.
Bora, Ömer, Samed, Kenan ve Sinan'ın tek tek gözlerine bakıp sohbete daldım.
" Hatırlıyomusunuz lan daha 13 yaşında gürgen ağacına taş attım diye Orhan Albay'ın bana verdiği cezayı ? "
Muhafızlar kara binanın gölgesinde bir süre gözlerime bakıp kahkaha atmaya başladı.
Bora nefesini toplayıp;
" Ulan oğlum nerden geldi aklına ? Unuturmuyuz hiç ? "
Bu kez söze giren Sinan oldu;
" Saat onbir miydi Oğuz sen gürgen ağacına tekmil vermeye başladığında. "
" Evet kardeşim. Onbiri on geçiyordu. Canım sıkıldı istirahatte yemek saatini beklerken gürgen ağacına taş attım. Bunu gören Orhan Albay ' Baban mı dikti lan o ağacı oraya ? ' deyip ikinci bir emre kadar o ağaca tekmil vermemi emretti. Ulan saat onüçbuçuk oldu, siz yemekten çıktınız ben hâla ağaca tekmil veriyordum. " Oğuz Alaca Bilecik emret komutanım ! "
Anım gözlerinde canlanmış olacak ki gülmekten kıpkırmızı olmuşlardı.
" Gülmeyin lan ! O günden bu yana nerede gürgen ağacı görsem tiskiniyorum, sıcaktan kavrulsam bile gölgesinde serinlemiyorum."
Benim bu çıkışımdan sonra artık gülmekten nefesi kesilen Ömer;
" Lan tamam oğlum bee... "
" Gülün kardeş gülün. İyisi ile, kötüsü ile geçmişte kaldı herşey. Bu yolu bize nasip eden Rabbim'e sonsuz şükürler olsun. "
Tim gözyaşlarını silip ciddileşerek hep bir ağızdan;
" Amin ! " dedi.
Sinan;
" Koray fıstık bitti lan. Kaç metre oldu."
Koray;
" Dokuzbin "
Sinan;
" Koray buranın çevresi dörtyüz metre kardeşim. Sen yirmi tur attın buda sekizbin yapıyor."
Koray kaşlarını çatıp;
" Hele şunun ağızına bak ağızına ? Yememiş içmemiş benim kaç tur attığımı saymış. O kadar geçmişimiz var bin metreyi mi çok görüyon bana ? "
Biz gülerken Koray'ın gözleri sol tarafımızdaki araç seslerinin geldiği yöne bir süre odaklanarak esas duruşa geçip avazı çıktığı kadar bağırdı.
" Dikkaaattt ! "
Kimi elindeki sigarayı uygun bir yere atmaya çalışıyor, kimi fıstıkları saklamaya...
Bu gelen Akçakoca dedemizdi.
Herkes esas duruşa geçerken Akçakoca'nın koruma araçları ve siyah Mercedes jip'i tam önümüze durdu.
Kapıyı açıp bastonunu dışarı uzatan koca çınar gözlerini tek tek evlatlarının gözlerinde gezdiriyordu.
Öne bir adım atan Bora bastonu alarak kapısını sonuna kadar açtı.
" Buyur dede. "
Akçakoca aşağı inip Bora'nın ensesinden kendine çekerek, alnından öpüp yanağını şevkatle tokatladı.
" Aslanlarım benim, koçlarım. " deyip arkasında dimdik duran Koray'a gelmesi için işaret etti.
Ok gibi fırlayan Koray sırtındaki çanta ile Dede'nin karşısına dikilip elini öptü.
" Hoşgeldin dedem."
" Hoşbuldum yavrum. Hayırdır sen yine mi ceza aldın ? Şuna bak yanakların al al olmuş. "
Alnındaki teri kolu ile silen Koray;
" Evet Dede "
" Hangisi verdi Orhan mı, Korhan mı ? "
Koray;
" Rahman verdi dede. "
Akçakoca şaşkınlıkla kaşlarını çatarak;
" Kimbilir ne yaptında Rahman sana bu cezayı verdi. O az sizin yerinize cezayı kendi çekmedi." deyip sağa sola bakındıktan sonra devam etti.
" Sahi nerede o Deli Kurt ?"
Ömer;
" Aşağıdaydı dede."
" Çağırın bakalım gelsin hele."
İçeri koşup sözde danışma bölümü olupta hiç kimsenin oturduğunu görmediğimiz koltuğu kapıp dışarı çıktım.
" Sağol oğlum o kadar ihtiyarlamadık."
" Olsun dede ne zaman yorulursan."
Yetmişi geçkin yaşına rağmen hâla dimdik vücudu, hâla kepkeskin gözleri vardı.
Kapıdan hızla çıkan Rahman Akçakoca'yı gördüğünde yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi.
" Dede ! "
Elini uzatan Akçakoca aynı sıcaklıkla karşılık verdi.
" Oğul ! "
" Hoşgeldin dedem "
" Hoşbuldum yavrum. " deyip gazlı bezle kapatılmış yarasını göstererek.
" Yine çatlamış Deli başın. Var mı ağrın sızın ? "
Rahman;
" Daha kötülerini gördüm dedem."
Akçakoca ortaya çıkardığı savaş sanatçılarını tek tek, duygu dolu gözlerle seyrediyordu.
" Kurban olurum ben sizi yaradan Rabbime." deyip Rahman'a baktı.
" Oğul senin araba mahvolmuş. Emir sana şükranlarını iletmek için zararını karşılamak istedi. " dediğinde yanındaki koruması telsize seslendi.
" Gel ! "
Bu duruma biz anlam veremezken Akçakoca söze girdi.
" Bak bakalım sevecek misin ? " deyip geldikleri yolu işaret ettiğinde gördüğümüz manzara karşısında Rahman hariç herbirimizin dili tutuldu.
" Bu.... Bu nasıl bir şükran'dır kardeşim ?" diyen Koray, Akçakoca'nın varlığını hatırlayıp mahcupca yüzüne baktı.
" Afedersin dede. "
Akçakoca;
" Bende ilk gördüğümde tamda böyle düşündüm Koray. "
Gelen bir arabaydı. Rahman'ın arabasının markasıydı ama onunla uzaktan yakından alakası yoktu.
BMW M4!
Çatık kaşlı bir gözü andıran farları, simsiyah rengi ile daha koltuğundaki naylonları sökülmemiş sıfır kilometre bir BMW M4' tü bu.
Rahman umursamaz bir şekilde Akçakoca'ya bakıp.
" Dede benim arabam bunun onda bir fiyatı etmez. Ben bunu kabul edemem."
Akçakoca başını sallayıp Rahman'ın gözlerine baktı.
" Ben görüşmedim Rahmanım. Ama adama kabul etmeyeceğini söylediler. Bunu geri göndersen bile sana tekrar gönderecekmiş, bir yere bağışlarsan yine gönderecekmiş. Katar Emiri'nden bahsediyoruz Deli Kurt. "
Rahman araca bakıp tekrar Akçakoca'ya döndü.
" Olsun dede ben yinede bağışlayacağım. Benim aracı kasko öder. "
" Oğul inat etme bu senindir. Kaskodan gelen aracını bağışlarsın. Hem yakılan arabayı kasko öder mi ? "
Rahman tam tekrar itiraz edecekti ki hızlı bir şekilde kapının yolunu tutan Akçakoca kalın kaşlarını çatıp yüzüne baktı.
" Hayırdır ? " dediğinde Rahman çaresizce boynunu büktü.
" Emrin olur dede. "
" Hahh şöyle. Hadi bakalım gelin benimle. "
Cezası tamamlanmayan Koray dahil herkes Akçakoca'yı arkasından takip etti.
İçeri girdiğimizde kızların bir kısmı deri koltukta televizyon izlerken, bir kısmı oval toplantı masasında kendilerince sohbet ediyorlardı.
İçlerinde sadece Akçakoca'yı görüp tanıyan Asel, kızlara kaş göz hareketleri yapıp kendilerini toparlamalarını sağladı.
" Hay Maşallah hay Maşallah benim Asenalarıma. "
Kızlar hiç bir tepki vermeden Akçakoca'yı incelerken Rahman söze girdi.
" Dede bizim papucumuz dama atılmaz değil mi ?"
Bunu duyan Akçakoca Rahman'ın başını tutup göğüsüne bastırırken şaşkınca bakan kızların gözleri panikle açılırken esas duruşa geçtiler.
' İlk defa Dede görüyorlar ! '
" Kız çocuğu Rahmettir Rahmanım. Rabbim erkek çocuğu için sorgu sual eder ama Rahmet için ödüllendirirmiş. "
Akçakoca ne kadar neşeli görünmeye çalışsada mimiklerinden onu rahatsız eden birşey olduğu anlaşılıyordu.
Dede kızlarla tanışıyorken Orhan ve Korhan Babalar'ın kapısı açıldı.
Korhan Baba başı yerde, elleri önünde bağlı, mahcup bir şekilde Akçakoca'ya ilerleyerek;
" Kusura bakma dede haberimiz olmadı." deyip geldiğini bilipte onlara haber vermeyen Rahman'a ters ters baktı.
Akçakoca gözlerini kızlarından ayırmadan;
" Önemli değil oğul. Herkes işini gücünü bırakıp faydasız ihtiyarla mı uğraşacak ?" deyip son kıza sordu.
" Sende kaldık deyiver bakalım ismini."
Gökçe diğerleri gibi heyecanlı bir şekilde;
" İsmim Gökçe kod adım Kağba dede. "
Akçakoca toplantı masasının başına hareketlenip.
" Hadi bakalım Aksakallılar'ın Bozkurtları. Geçin masayada işimize bakalım."
' Kesin büyük bir operasyon var.'
Korhan ve Orhan Albay Akçakoca'nın sağına ve soluna yerleşirken Kara Muhafızlar masanın sağına, Afgan Muhafızlar'ı ise soluna geçti.
Akçakoca birçok defa geldi yuvaya; ama bugün yüzünde farklı bir kasvet vardı. Kara Muhafızlar'ında hareketlerinden bu kasveti sezdikleri anlaşılıyordu.
Akçakoca masadaki eserlerini tek tek süzdükten sonra, kalın ve buğulu sesi ile konuşmaya başladı.
" Atamız Oğuz Kağan henüz 17 yaşlarındayken, bir gece otağından dışarı çıktığında büyük bir ateşin başında dört kişinin içtikleri kımızında verdiği sarhoşluk ile babası Kara Kağan hakkında ileri geri konuştuğunu duyar. Çinli hatunun Kara Kağan'ı kandırmaya çalıştığını, yeni doğan bebesini tahta geçirmek için Kağan'ı fitlediğini söylerler. Oğuz Kağan yinede kötü düşünmez, bu dedikoduları uyduran kişiye arkadan kuvvetli bir tekme atarak ateşin tam ortasına yatırır. Adam ufak tefek yanıklarla düştüğü ateşden çıkartılır. Tekmenin geldiği yöne kafasını çevirdiğinde zıpkın gibi bir delikanlı görür. Görüpte dilinin tutulmasına sebep olan yiğit dört askeri obadan sürer. Oğuz Kağan yüzünün güzelliği ile meşhurdu. Gören GökTanrı tarafından onun özel yaratıldığını düşünür; uzunca boyu, deniz mavisi gözlerini gören hayran kalır, gözlerini çekemezlerdi. Bir kaç gün sonra babasını kağan otağında Çinli hatunu ile konuşurken duyar. Dedikoduların gerçekten ibaret olduğunu bu konuşma ile anlayan Oğuz yıkılır. Kut anlayışına göre; Türklerin başına gelecek olan Kağan'ın, anasınında babasınında Türk ırkından gelmesi şarttır. Oğuz babasının karşısına dikilir. Onu dinlemeyen babası Oğuz'un ne denli delilikler yapacağını bildiği için başka bir Türk obasına esir verir. Töre gereği esirliği kabul etmeyen Oğuz'un bütün çabaları boşa çıkar. Tam iki yıl zincirlerle bağlanıp çadıra hapis edilir. Bir gece özel insanlar tarafından kurtarılıp, dahada özel insanların yanına getirilir. Bunlar bugün ki Aksakallılar olan Börü Budun'dur. Oğuza Yafes'in kılıcını verirler. Tek başına bir devlet kurması için gerekli eğitimleri, sırları ve nasihatlerini vererek serbest bırakırlar. Oğuz'un elindeki, yüzyıllardır aranan kutlu kılıcı gören Türk obaları onun yanında saf tutarlar. Bir kişi hariç; o zamanın en büyük Türk obasının Kağan'ı, babası onun emrine girmeyi reddeder. Oğuz babasına savaş açar. Babasının üçbin kişilik ordusu ile beşyüz kişilik Oğuz'un ordusu belirledikleri büyük bir meydanda savaşa girişirler. Bizzat Oğuz'un icadı olan ıslıklı çavuş oklarınında büyük katkısı ile Oğuz savaşı kazanır. Cesetlerin içinde saatlerce babasını arar bulur. Oğuz'un içini parçalayan bu görüntü olmuştur. "
Heyecanla dinleyen Ülkü;
" O görüntü ne dede, ne görmüş orada ? Zaten babasının ölmesini istiyordu. "
Akçakoca hüzne gömülen gözlerini elindeki bastona çevirerek yere bir defa vurdu.
" Babası savaşa sadece ordusunu getirmemiş. ' Ben savaşa gittiğimde Oğuz obayı basar.' düşüncesi ile Çinli hatununu ve 3 yaşındaki oğlunu' Benim yanımda güvende olurlar.' düşüncesi ile yanına alır. Oğuz ne kadar da düşmanı olsa babasının, Çinli hatununun ve kardeşinin çavuş oklarından nasibini almış cansız bedenlerini gördüğünde göz yaşları ile mezarlarını bizzat kendi kazıp, üçünüde aynı mezara gömer. " deyip derin bir iç çekerek devam etti.
" Demem o ki Kurtlar; söz konusu Türk, Türk'ün özgürlüğü ve Töre ise aile boştur. Biz sizleri bunun için eşsiz askerler yaptık. Irkımız Türk, davamız Kur'an-ı Kerim'dir. " deyip bastonu tekrar yere vurarak hızlı bir şekilde ayağa kalktığında bizde onunla birlikte yerimizden sıçradık.
" Türkistan, Musul, Kerkük, Türkmen dağı ve nice şerefli Türk ırkı sizi bekler. Bu kadar dinlenmeniz yeter. Herbiriniz yeteneklerinizde tavan yaptınız. Artık birbirinizden ayrılma vakti geldi. Herkes görevlendirildikleri yere dağılacak, burada sadece Bora kalıp görünmez olacak. Burası Kızılİnci ve timine emanet." deyip tek tek gözlerimize baktı.
O gür sesini yükselterek;
" Kara Kurtlaaar !... iki gününüz var. Gidip ailelerinizle vedalaşın, gerekli şeyleri tembih edin ve ait olduğunuz yere..... Karanlığa gömülün." deyip tek tek alınlarımızı öptükten sonra hızlı adımlarla oda'yı terketti.
Korhan ve Orhan Baba onu yolcetmek için arkasından takip ederken bizde yediğimiz tipi'nin etkisi ile masada yığılıp kaldık.
Bir sürelik sessizlikten sonra Koray söze girdi.
" Bu neydi abi şimdi ? Nereye gidiyoruz biz ? "
Rahman Koray'a bakıp gözlerindeki tebessümle;
" Muhafızlığa gidiyoruz Koray. Türk beklenendir. Yolumuzu gözleyenlere, bekleyenlere gidiyoruz. " dedi
İki gün sonra... El bab / Suriye 23:40...
BORA'dan...
Özlem ?
Kimi askerdeki oğlu'nun, kimisi üniversite okuyan ağabeyi'nin, kimisi yareni'nin yolunu gözler. Toprağın altını özleyen dahi vardır. Bunlardan bazısı, mezarın herşeyi temizleyeceğine inanan, hâşa kaderine küsüp, yazgıya karşı çıkan cahiller. Dolar urganı boynuna alır verilen canı. Diğerleri ise Azze ve Celleye olan aşkı ile yanıp tutuşan dervişler.
Ya benim anam'ın özlemine ne isim koymalı ? On yaşındayken evladını aldılar elinden, oniki yıl sonra tekrar koydular önüne.
Tabi ki bu Heyet'e olan bir öfke değil. Şu aklımla bile, bir daha çağırsalar, düşünmeden bir daha anamı arkamda bırakıp gelirim. Ama bunu ana'ya anlatamazsınız. Şüphesiz 'Vatan gidiyor elden.' deseler kendi eli ile iter kapı dışarı. Ama nerede olduğumuzu, ne zaman geleceğimizi bilmemesi yıkar ihtiyarları.
En kötüsü de; yaşasan bile, ne zaman döneceğini bilmediğin bir yola çıkmak.
Şuan Kara Muhafızlar o durumda. Rahman; yareni'ni, bir yaşındaki ikizlerini ve canını adadığı Şûra'sını arkasında bıraktı. Koray; eşini, daha palazlanmamış sabilerini bırakıp bu yola çıktı.
Ya Kenan'a ne demeli ?
Daha o 'Deli kız' dediği beyin cerrahına zaten zor açmıştı duygularını. Evlenme teklif edip takmıştı yüzüğü parmağına. Sonuç ne oldu ? Orada kalan Afgan Muhafızlarına emanet edip bir şey söylemeden gidiverdi emredildiği yola.
Bilseydi kapatırmıydı kızın önünü ? 'Ulan yıllarca bekler mi elin kızı benim yolumu ? ' demez miydi ? Diyemedi.
Özlem Doktor Gülçin'inde alnına yazılmıştı. Ya kaderini bekleyecekti, yada Kenan'ın yüreğine parmağındaki nişanı atıp, Kenan'ın yüreğine kapanmaz bir yara bırakacaktı.
Anamın özlemine alışkınım, gönlüme Yaren koymayan Rabbime sonsuz şükürler olsun.
Benim görevim Türkiye'nin herhangi bir yerinde kimselere gözükmeden bir hayat sürmek olacak. Bu ya bir köy olur, yada herhangi dağın başı. Yaklaşık yirmi yıldır ailemden daha üstün olan kardeşlerimden ayrı kalacaktım.
Yıllarımı verdiğim, çıraklığımı Burak komutanda yaptığım, belli bir süreden sonra kalfalığımı Alfamız Rahman'dan aldığım keskin nişancılığa ve Türkiye sınırları içerisinde veya yakınında verilen görevlere devam.
Evet Kalfalığım Rahman'ın yanında oldu. Rahman Burak komutanla yarışan tek keskin nişancıydı. Yani abartmadan, açıkca söylemek gerekirse ben Rahman'ın çırağı bile olamayacak nitelikteydim.
Burak Abi bizi bırakıp gittikten sonra bir operasyonumuzda, benim gözüme kestiremediğim tek atışlık hedefe nişan aldığında elinin titrediğini görmüştüm.
" Neden atmadın Rahman ? " dediğimde ise gözleri dolu dolu yanıbaşında Hüda'ya canını teslim eden komutanımızı kastederek;
'Olmadı Bora. Dürbüne baktığımda Burak Abi'nin yansımasını gördüm kardeş, elim titredi.' demişti.
Sonuç; Rahman ustası olduğu, omzumda taşıdığım Koca kıza tövbe etmişti.
" Beyler Rus uçakları gelmek üzere ! " diyen Rahman'ın sesi ile olduğum yerde düşüncelerimden sıçradım.
Plan; YPG'liler tarafından boşaltılıp teslim alınan dört katlı, harabe halinde olan iş merkezinde ki unsurları yoketmek.
" Bora kendine sağlam bir yer seç kardeşim. Bombardıman olduktan sonra kaybol."
' Kaybol ! ' dediğinde duraksaması ve sesindeki o titreme kulağımdan kaçmamıştı.
Bazen sessiz kalmak işkenceden beterdir karşındaki insana.
" Rahman ! "
Rahman ne diyeceğimi biliyormuşcasına bakmak istemiyordu yüzüme.
" Rahman yüzüme bak lan. Bir daha nerede göreceksiniz ? " deyip bütün Tim'e seslendim.
" Hepiniz bakın bana ! Bakın ki beynime kazıyayım, bakın ki kardeşlerimin hep yanımda varolacağına inanayım. Aranızda tek kurban benim. Bırakıp gideceksiniz beni. Ben sizin yanınızda gözümü açtım. Sizinle ağladım, sizinle güldüm... "
Rahma'nın yüzüme bakmadan çıkışı ile sözüm yarım kaldı.
" Bora sus ! " derken hâla yüzüme bakamıyordu. Bu sözleri söyleyerek kalbindeki ateşi körüklemiştim.
" Kardeşim beee ! Tanıdığımdan bu yana benim konuşmamamdan, sesimin çıkmamasından şikayetçi olan Reisime bak. Bana ilk defa 'Sus' dedi. Oğlum ben hiç konuşmadım ki lan, ben hep suskundum. Ama bırakında bugün zincirimi kırıp konuşayım..."
Bu kez silahını sırtına atan Koray kesti sözümü.
Ağladığını o başını yerden kaldırdığında, göz yaşlarını görünce farketmiştim. Bende ağlıyordum.
Koray kolunun tersi ile yaşı silip, yakamı toplayarak, yüksek değil ama tehtidkar bir ses tonu ile;
" Oğlum sus dedi lan ! Durdun durdun konuşacak bugünü mü buldun ? "
Tek yapabildiğim boynumu sağ yanıma devirip, göz pınarlarımı serbest bırakarak konuşmak oldu.
" Oğlum çok özleyeceğim lan. 'Bakın' dediğim zaman bakın işte bana. Gidip dönmemek var. Sizden bir iz kalsın beynimde. "
Rahman; görevi, bulunduğumuz yeri, herşeyi boşverip yüzüme baktığında var gücü ile alt dudağını ısırdığını gördüm.
Kollarını açıp göğüsünü göğüsüme yapıştırarak sıkısıkıya sarıldı.
Ben onun, o da benim omzuma yüzümüzü gömerek sessizce ağladık. Rahman'ı takip eden Tim olmuştu. Hepsi herbir yandan ortaya alıp sarılmışlardı bana. Biz daha ayrılmadan özlemiştik birbirimizi.
Rahman açılıp yüzümü iki elinin arasına alarak.
" Ne sonu oğlum ? Biz hep beraberiz. Namusumuzu, canımızı, cananımızı Türkiye'de sana emanet edip gidiyoruz. "
Başımı umutsuzca yere eğdiğimde, gözlerine bakmam için silkeledi.
" Bana bak bana ! Belki iki, belki beş, belki on yıl sonra görüşeceğiz. Oğlum ben anamdan, karımdan, çocuklarımdan ayrılırken ağlamadım lan."
Omzuna hafif bir tokat atıp, başımı sallayarak söylediklerini onayladım.
" Söz değil mi ? Geleceksiniz."
Tim hep bir ağızdan fısıldadı;
" Söz ! "
Rahman;
" Söz kardeşim. Geçtiğimiz günlere geri döneceğiz. Yine sekiz bilek, tek yürek olacağız. " deyip sırtıma vurdu.
" Hadi al kızınıda uçuver yuvana Kartalım."
Tek tek Timi kucaklayıp helâlleştikten sonra, bacaklarım beynimin verdiği komuta ne kadar dirensede, gözyaşımı içime akıtıp bulunduğum harabeden ilk önce yavaş adımlarla, daha sonra ileriki günlerde özlemlerinin içimi kavuracağı kardeşlerimden koşar adım kaçtım.
Kara Kurtların operasyona gideceği yedi-sekiz tane YPG'linin bulunduğu dört katlı bina tamamen bir senaryodan ibaretti.
Son dört yıldır PKK'nın içinde bulunan MİT mensubu bir kardeşimiz, bu binayı onlara altı ay önce karargah olarak ayarlamıştı. Bu dört ay süre zarfında, zaten şehrin dış sınırında olan binadan dahada uzağa kaçabilmek için gizli tüneller ve geçitler açıldı. Sözde PKK üst düzey komutanı bu binayı onaylarsa, artık YPG'nin komuta yeri olarak kullanılacaktı.
Operasyona başlama alarmı şuan o altı kişinin komutanı olan Mikail'in Kara Muhafızlar'a verdiği işaretle olacaktı.
Gelelim Rahman'ın dile getirdiği bombardımana !
İki yıldır bu bölgede YPG'nin üzerinde üstünlük sağlamaya çalışan Rus'lar, ' YPG'nin bu binada toplanacağı. ' istihbaratını alıyor. Bu binayı imha kararı alan Rus'lar bombardıman için uçaklarını yola çıkarıyor. Peki bu ıstihbaratı onların kulağına kim çıtlatıyor ?
' Aksakallılar ! '
Yani yaklaşık 23 dakika sonra Rus uçakları buraları nufus edici bombaları ile alev topuna döndürecek.
Bir sıkıntıya karşı dışarda emniyet almak için yattığım kayalıkta, görüş alanımın dışından gelecek olan herhangi bir unsura karşı kullanacağım tabancamı elime en yakın olan yere, göğüsümün altına koydum. Bu koca kızla seri bir şekilde dönemeyeceğim için bu iş için tabanca bulunmaz bir nimetti.
Bulunduğum yere kuraklıktan sarı renge bürünmüş toprak hakimdi. Siyah elbiselerle göze batmam kolay olacağı için ortamla aynı renkte olan gizleme ağını üzerime serdim. Silah'ın altını da çantam ile besledikten sonra binayı seyre koyuldum.
Dediğim gibi bina şehrin kuzey sınırında bir yerdi. Dört katlı binanın ara ara dökülen sıvalarına bakılırsa, yaşının yaklaşık otuz olduğu tahmin edilebilirdi.
Bir tane bile ışığın yanmadığı binada kıl kadar da olsa bir kıpırdanma yoktu. Yanında bulunan diğer binalar sebebi iç savaş mıdır bilinmez ama hepsi boştu. Issız olan sokakta iki tane köpekten başka hiç bir canlı görünmüyordu.
" Tamam Abiler gelin. "
Telsizden gelen Mikail'in sesi ile kalbim hızlanmaya başladı. Nefesimi kontrol altına alıp Kara Muhafızlar'ın yıllara yüz tutmuş harabeden çıkışlarını seyrettim.
Aralarında on metre aralık bırakan herbir Muhafız dürbünden gözümü çekip baktığımda kapkara gölgeleri andırıyordu.
Hepsi binaya girip gözden kaybolurken en sondan koşan Koray köpeklere gitmeleri için sessizce kolunu savurmaya başladı..
Rahman;
" Gölge ne yapıyorsun gir içeri. "
Köpeklerin korkup uzaklaştığını gören Koray içeri daldı.
' Ulan Koray..... Ulan Koray ! '
Sağ gözüm dürbüne yaslıyken sol yanağım ile Koray'ın köpekleri bombardımandan korumak için yaptığı enterasan hareketlerine istemsizce güldüm.
Muhafızlar yerlerini alırken beklediğim komut geldi.
" Biz aldık yerimizi seni bekliyoruz."
Saatime baktığımda bombardımana yaklaşık altı dakika kalmıştı.
Dürbünde gözüme çarpan karartıya odaklandım.
' Eh be canlar ! Gidin şuradan duman olacaksınız. '
Koray'ın kovduğu köpekler inatlarına yenik düşüp, bile bile yapıyormuş gibi ölümün bağrına tekrar yaklaştılar.
Mikail;
" Geldim Reis bir kat üzerinizdeyim. "
" Anlaşıldı ! "
Mikail yanına verilen çakalları bir şekilde kandırıp, bizzat kendi elleriyle kazdığı tünellerde Muhafızlar'a rehberlik etmek ve yıllardır özlemini çektiği toprağına dönmek için Kurtlar'ın yanına varmıştı.
'Uçakların bu zamana kadar gelmesi lazımdı.'
İki köpek bile bile ölümü bekliyormuş gibi binanın önüne yattılar.
'Lan oğlum defolup gidin şuradan !'
Ben uçakların sesini beklerken telsizden gelen ses irkilmeme sebep oldu.
" Kartal " sessizlik...
Bu Koray'ın sesiydi.
" Kartal..... Gözümüzsün, nefesimizsin Kartal. Canımız, ciğerimizsin."
' Yapma oğlum işte yapma lan. '
Ne kadar tünele sağ salim ulaştıklarını bilsemde, devasa bombaların ortaya çıkaracağı etkinin tünellere ulaşmayacak diye bir garantisi yoktu.
Koray'ın konuşmasından sonra, tekrar ağlamamak için dudağımın iç kısmına dişimi geçirip, kanın metalik tadını almıştım.
" Köpekler tekrar gelmedi değil mi ? "
Gözüm hâla yatmakta olan köpeklerdeyken Koray'a yalan söyledim.
" Git.... Gittiler kardeş." deyip derin bir nefes aldım.
Dürbündeki köpeklerin görüntüsü bulanıklaştığında gözlerimin yaşla dolduğunu anlamıştım. Gözümü tozlu elim ile silerek yaşdan arındırdıktan sonra netleşen hedefe tekrar odaklandım.
" Tamam ..... Hakkını helâl et kardo."
Koray'ın son sözünden sonra uzaktan içime kadar işleyen o ses duyulmuştu.
1350 metreden köpeklerin tam ortasına nişan alıp, uçak seslerine karışacak olan susturuculu kızın tetiğini ezdim.
Tam yanlarına değen iki adet elli kalibre merminin kaldırdığı beton parçası ve o ölüm sessizliğinde çıkardığı şiddetli ses köpeklerin arkalarına dahi bakmadan kaçmasına sebep olmuştu.
' Yalandı kardeşim ! Yalandı ama doğruya çevirdim.'
" Hel...... Helal olsun lan....... Helal olsun laaaan..."
Savaşın sesi duyulmuştu.
Rüzgarı delip geçen o devasa mühimmatların sesi kesildiğinde dört katlı binada devasa bir alev topu peydah oldu. Yaklaşık üç-dört saniye sonra gelen o ses kulağımın çınlamasına sebep olurken, 1350 metreye kadar beraberinde getirdiği basınç üzerimdeki ağda bulunan suni yaprakların dalgalanmasına sebep olmuştu.
Peşpeşe gördüğüm dört devasa ışık topu ve getirdiği basınç dalgalarından sonra herşeyin bittiğine kanaat getirip telsize seslendim.
" Mu....Muhafızlar cevap verin. "
Bekliyordum !
Bu bekleme ömrümde başıma gelen en zor beklemeydi.
" Muhafızlaaar !
Bir daha cevap vermezler diye 'Muhafızlar' demeye korkuyordum.
Yine gelmişti; yıllardır nasıl bir his olduğunu unuttuğum o ağlama hissi yine gelmişti.
Bulunduğum yerden telsizi kulağıma dahada bastırıp, gizliliğime aldırmadan avazım çıktığı kadar bağırdım.
" Lan..... Lan oğlum cevap verin Allah'ın cezalarıııı... "
Hayır gelmiyordu.
Hırsımdan olan gücüm ile yeri yumruklarken, telsizden umut saçan o tıkırtı geldi.
Başımı kaldırıp tekrar kulaklığa bastırdığımda bu kez sevinçten başımı peşpeşe silaha vurmama sebep olan o ses duyulmuştı.
" Lan bağırma oğlum tozdan nefes alamıyoruz ki cevap verelim dangalak." .
Şûra'dan...
Babam'ın gitmesinden bana kalan sadece hüzün ve akıttığım gözyaşlarıydı.
Biliyordum onun için eşinden ve çocuklarından daha önemli olan İslam davası, birde Ayyıldızlı bayraktı. Peki Zümra annem ile benim suçum neydi ?
O aldığı psikolojik eğitimlerle bunun üstesinden gelebiliyordu. Peki biz ne yapalım ? Evet annem psikiyatrist ama terzi misali kendi söküğünü kendisi dikebilecek miydi ?
Kulaklığı kulağımdan indirip Zümra annemlerin odasında mışıl mışıl uyuyan Zehra ve Murad'ı kontrol ettikten sonra merdivene yönelmiştim ki Zümra annemin titrek sesi ile Gökçen ablaya seslendiğini duydum.
" Gökçen......Gökçen gel haberlerdeler. "
' ...ler derken ? '
Aklıma ilk gelen babam olmuştu. Hızla merdivenlerden inip salondan içeri girmiştim ki Zümra annem.
" Şûra sen oda... "
İki elimide ' dur ' anlamında kaldırıp suratımı ekşiterek sözünü kestim.
" Anne lütfen artık çocuk değilim neredeyse 15 oldum. Bende dinlemek istiyorum."
" Peki kızım gel hadi. "
Zümra annemin elini tutup, omzuna başımı koydum.
Televizyonda babamların kurtardığı sarışın haber sunucusu ve daha öncede ekranlarda Kara Muhafızlar'dan bahseden güvenlik uzmanı vardı.
" Ev.... Evet değerli izleyiciler. Gece programlarımızı iptal edip acil toplanmış bulunmaktayız."
Spikerin solgun yüzü ve beyaz saçlı adamın başı yere eğik onu dinlemesi dikkatimden kaçmamıştı.
" Bugün Türkiye'nin en acı günlerinden biri ! "
Elinin tersini ağızına tutup, gözlerini kameradan çekerek kendini toparlamaya çalışıyordu.
Yutkunduktan sonra devam etti.
" Yüzlerini görmesemde, kardeşliklerine, Türk bayrağını ne denli benimsemelerine, vatan ve millet aşığı olduklarına şahit olduğum 8 kişilik Kara Muhafız'lar Timi'nin 7 askeri Rusyan'ın bombardımanında şehit düştü."
Spiker kameralara arkasını dönüp yüzünü gizledi. Ne kadar gizlesede açık unutulan mikrofondan, burnunu çektiği, için için ağladığı duyuluyordu.
Omzuna başımı koyduğum Zümra anneme baktığımda eli ile başımı çevirip saçlarımı öptü. Ağladığı için yüzüne bakmama izin vermiyordu.
Şehit olmadığını bile bile ekranlardan şehit diye anıldığını duymak bu kadar acı veriyorsa, kim bilir evlatlarını gerçekten şehit veren aileler ne denli acı çekiyordu.
Spiker tekrar kameraya dönüp;
" Çok çok özür dilerim sizlerden. Ağlıyorum çünkü tanıdım onları, Karabasan'ın kanlı ellerine su dökecek kadar yakınlaştım onlara. Ağlıyorum çünkü birbirlerini ve bu vatanın evlatlarını nasıl sahiplendiklerini gördüm." derken ağlamaya devam eden spiker yalvarır tarzda elini kameraya uzattı.
" İnanabiliyor musunuz ? İçlerinden biri mayına bastı. Evet yanlış duymadınız mayına bastı ! Ama adımını kaldırmadığı için infilak etmedi. O mayını hissetmesini göz önünden bulundurarak ne denli üstün bir asker olduklarını siz tahmin edin. Ya o mayına bastığında, Alfaları Karabasan başta olmak üzere patlayıcı uzmanı diğer arkadaşının yanından ayrılmamasını nasıl yorumlarsınız ?
Evet bir tarafta bir karış tarla için kardeşini acımasızca vuran öz kardeş, diğer tarafta arkadaşları ile ölmeyi bekleyen iki özel asker. Sıradan bir haber spikeri için canını ortaya koyan Muhafızlar ve çok değerli Polis Özel Harekat Timleri. " deyip beyaz saçlı adama döndü.
" Melih bey sizinde yakından tanıma şansı bulduğunuz sekiz askerden yedisi şehit oldu. Daha süt içme çağlarında ailelerinden koparılan o çocuklar şimdi yok. "
Güvenlik uzmanı elindeki kalemi cam masaya tıklatırken, anılarını hatırlamış olmalı ki yüzünün tek tarafındaki acı tebessümü ile konuşmaya başladı.
" Onlar sadece Türkiye'nin değil, bütün Türk ve İslam coğrafyasının Muhafızlarıydı, hatta bütün mazlumların.
Evet dil, din, ırk gözetmeksizin bütün mazlumları ümmet olarak benimsemişlerdir. Amaaa... " dedikten sonra spikere imalı bir şekilde bakıp tebessümüne devam etti.
Spiker;
" Evet ' Amaa ' dediniz. Devam edin lütfen."
Adam konuşup konuşmamakta kararsızdı.
" Ben onların öldüğüne inanmıyorum Sevil hanım. Evet şehit olduklarına inanmıyorum."
Spikerin hayretle bakan gözlerindeki umut ışığı görülmeye değerdi.
" Nas.... Nasıl yani ?"
" Evet onlar karanlıktan çıktı vazifelerini yaptı ve tekrar ait oldukları yere, karanlığa girdiler. "
Spiker sevinçten yerinde kıpır kıpır ediyordu.
" Bu olağanüstü bir iddaa. Operasyonu gerçekleştirdikleri bina dört katlı ve yerle bir olduğu kesinleşti. Hatta bin metreye kadar bombanın etkisinin fazlasıyla hissedildiği söyleniyor. "
Adam kendinden gayet emin bir şekilde;
" Siz sadece onların bir çatışmasına denk geldiniz Sevil hanım. Gerçekte daha neler yapabileceklerini bilmiyorsunuz. Daha farklı düşünürsek. "
Güvenlik uzmanının yüzündeki tebessüm, kurnazca bir gülücüğe dönüştü.
" İçlerinden biri hâla yaşıyor. "
1 gün önce 12:35...
Zümra annem kucağında Zehrası ile gözyaşı döküp, dudaklarını içine çekmiş acı ile ısırırken, babam Muradını derin derin koklayıp öpüyordu.
Bora amcaya döndüm. O da dalgınlıkla Reisine bakarken benim baktığımı farkettiğinde arkasını dönüp yüzünü gizleme gereği duydu.
' Ağlıyor !'
" Şûram ! "
İsmimi o güzel insandan işittiğimde yerimde sıçrayıp gözlerine baktım.
" Babamm ! "
İşaret parmağını gösterip;
" Bayan Muhafızlarımızla eğitimlerine devam edeceksin, kondüsyonun hâla düşük, bol bol kardiyo yapacaksın. Artık 14 yaşında kocaman kızsın. Derslerini sakın aksatma. Anneni üzme demeyeceğim zaten üzmezsin. "
İki omzumdan da tutup saçlarımı öptü.
" Hadi sende hakkını helâl et. "
Omuzlarımı silkip;
" Be..... benim ne hakkım var ki baba as....asıl sen hakkını helâl et. "
" Aa...aaaa ne hakkım var olur mu hiç ? "
Zümra anneme bakıp;
" İlk büyük sevgiyi sen tattırsın bana. Annenle daha çabuk kavuşmamıza vesile oldun. "
Böyle bir şeye vesile olmuş olmam hep sevindirmişti beni. Tatlı bir şekilde gülümseyip.
" Helâl olsun baba. " deyip elini öptüm.
Sarılmış bırakamıyordum. En sonunda hissettiğim o sıcak el patlamama sebep olmuştu.
" N'olur gitme baba n'olur. Bana ' Şu gün geleceğim ' demiyorsun. Saymam için günüm bile yok. N'olur gitme. "
Benim seviyeme kadar eğilip başımı göğüsüne dayadı.
" Off off ooffff ... Yapma be kızım ! Bak annen yanında. Hem bizi başka Şûra'larda bekliyor. N'olur beni ağlayarak uğurlama. "
İstemedende olsa kollarımı gevşettim.
Biliyorum kızı'nın GökGözlerinden akan yaş bile durdurmayacaktı onu.
Bahçe kapısını açıp sonkez elini kaldırdı.
Ama o da kilitlenmiş. ' Hoşçakalın ' diyemiyor, eli ile kapı demirini sıkmakla yetiniyordu.
Bora amcanın bize dönük olan sırtına vurup;
" Hadi kardeş " dediğinde Bora amca kaskını takıp direksiyona geçti.
Marşa basıldığında motosiklet'in gürültülü sesi dışarıya yayılırken, babam gözlerini bizden ayırmadan siyah kaskını taktı.
Bora amcanın arkasında yerini alıp bir süre daha bize baktıktan sonra kaskın camını indirip gözlerini perdeledi ve;
O pislik ses duyuldu !
Ayrılık sesiydi bu. Karabasan bir daha ne zaman döneceği meçhul olan yola koyulmuştu.
Babasından dolayı ne kadarda alışkın olsa, motor uzaklaştığında Zümra annemin dizleri artık vücudunu taşıyamaz hâl almış, mermer merdivenlere kendini bırakmıştı.
Bir süre sonra dış kapıyı açıp belki birşey unutmuştur umudu ile dışarı baktım ama yoktu. Ne kendisi, ne de içini delen o motor sesi gelmiyordu.
" Hoşçakal Karabasan. Ömrünü, eşini, çocuklarını adadığın o mübarek kutlu yolun açık olsun."
FİNAL
İyi veya kötü sabit okuyan 150 kişi ile neredeyse bir yılım geçti. İlk bölümlerde kelime yanlışlarım, noktalama hatalarım olmuş olabilir, bunları yapacağım düzenleme ile aşacağımı düşünüyorum.
Her bölümün altına beğenmenizi ve yorum atmanızı istedim ama inanın ne yorum, nede beğeni meraklısıyım. Özelden bir çok arkadaşımızla uzun uzun sohbetlerimiz oldu.
Affınıza sığınarak, özürdileyerek söylüyorum ki. Saçma sapan +18 erotik kitaplar milyonl ar okunurken bu kitabın burada kalması gerçekten üzdü beni.
Ama bir kişinin namaza başlamasına veya asker olmasına vesile olduysam Hak katında bunu ecri yeter bana.
Buradan rengimi az çok çözen olmuştur. A parti veya B parti hangisini tercih ederseniz edin ama asla karşılıksız sizi kullanmalarına izin vermeyin.
Hedefiniz herzaman zirve olsun. Genç yaşta ciğeri beş para etmez insanlardan emir almaya alışırsanız ömür boyu başınızda çoban olmadan nefes alamazsınız.
Türk olduğumuz, Türk kaldığımız sürece bizde ne kahraman biter, nede o kahramanların anıları.
İyi veya kötü yorumlarınızı hiç değilse final bölümüne yani bu bölüme yazarsanız çok mutlu olurum.
Tek soru;
Devamı gelsin mi ?
Hakkınızı helâl edin.
Rabbim onun yolunda, Kur'an-ı Kerim'in rehberliğinde, Peygamber efendimizin izinden gitmenizi nasip etsin. |
0% |