Yeni Üyelik
7.
Bölüm

6. BÖLÜM BASKIN

@batingam

Korhan Yarbay'dan...

Gece 03:00 de Havaalanına iniş yapmış, herbirimiz Gence'nin dört bir yanına dağılıp, saat 13:00 de verilen adreste toplanmak üzere sözleşmiştik.

Bir aksilik olmazsa silahlarımız ve teçhizatlarımız güneş batmadan anlaştığımız adreste olacaktı.

Gence de Aksakallılar'ın belirlediği eve gelmiştim.

İki katlı, müstakil, genişçe bahçesi olan, şehre yaklaşık 10 km uzaklıkta bir çiftlik eviydi. Saatime baktığımda 12:35'i gösteriyordu. Kapıdaki tokmağa elimi atıp iki defa vurdum. Bir kaç saniye sonra içerden bir kapının gıcırdayan sesini duydum.

Önümdeki kapının açılan sürgü sesini duyduktan hemen sonra kapı açılmış, 165 boyunda, 70 yaşlarda, nur yüzlü bir Hacı amca gülen gözlerini üzerimde sabitlemişti.

"Selamun Aleykum amcam ! "

Beni gördüğünde yüzünde oluşan tebessüm nuruna nur katmıştı. İki adım geri atıp, kollarını açarak bir süre aşağıdan yukarı süzdü.

"Aleyküm Selam oğul ! Gel şöyle bi gucahlayam. " deyip yılların özlemini çıkarırcasına, sımsıkı sarıldı.

" Gel hele gel ! Hava soyuktur giresan içeri."

İçeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken tütün kolonyasının o iç ferahlatan kokusu olmuştu.

Pencerenin önünde, duvarı boydan boya kaplayan, üzeri minderler ve yaslanmak için içerisi ekin sapları ile doldurulmuş yastıklarla döşenmiş tahtadan bir köşem olan, oldukça büyük salona geçtim.

Arkamdan gururla beni seyre dalan amcaya yavaşca dönüp konuşmaya başladım.

"Nasılsın amcam iyi misin ? "

Hiç cevap vermiyor, gülen gözleri ile öylece yüzüme bakıyordu.

Günler sonra kapısını ilk defa birisinin çalmasından mıdır ? Yoksa yıllar sonra Aksallılara, İslam-Türk milletine tekrar vereceği hizmetin özlemi midir bilinmez ama bu yaşlı gözlerde eşsiz bir özlem olduğu belli oluyordu

İki elinide şakaklarıma atıp, kendine doğru çekti ve alnımdan öptü.

" Men yahşiyam oğol sen necesen ? "

" İyim amcam hamdolsun ! "

Arkamdaki köşemi gösterip konuşacaktı ki; kapı tıkladı.

4 saat sonra...

Ben geldikten yarım saat sonrasına kadar Kurtlar eksiksiz bir şekilde Behruz amcanın evinde toplanmıştı.

Bütün itirazlarımıza rağmen, Behruz amca bir türlü oturmayıp, unutamayacağımız bir ziyafet çekmişti.

Bu gerçekten bir Türk'ün yiyebileceği en güzel, en lezzetli yemekti. Büyükçe bir tepsinin üzerinde bulgur pilavı ve onun üzerine çarşaf gibi serilmiş kuşbaşı kavurma.

Şehirliler gibi tabak tabak yemeği bölmede neymiş ? Yuvarlak, tahtadan yer sofrası ve her biri aynı tepsiye dalıp çıkan dokuz adet kaşık.

Biz bakır semaverden çayımızı yudumlayıp, üç saati geride bırakırken, karanlık bütün haşmeti ile dağları hükmü altına almıştı.

Silahlarımız ve teçhizatlarımız barut dumanına doymak için sabırsızlıkla bizi bekliyordu.

Ezanı duymasakta namaz vaktinin girdiğini biliyorduk.

Eksik gidemezdik !

Biz Allah yolunda cenge giden bir yolcuyduk. Bu yola ne alnımız secdeye değmeden gidebilirdik, ne de abdestsiz bedenle o yolu adımlardık.

Behruz amca'nın imamlığı ile yatsı namazınımızı kıldıktan sonra son hazırlıklarımızı yapmaya başladık.

Dışarıda iki kamyonet bizi bekliyordu. Zorda olsa Behruz amca ile vedalaştık ve ait olduğumuz kutlu yola koyulduk.

İki saatin sonunda iki tepeciğin arasında araçları durdurup, etraftaki çalılıklarla kamufle ettikten sonra kamp yolunu arşınlamaya başladık.

Daha yaya gideceğimiz yaklaşık on kilometre yol vardı. Hava sıcaklığı tahmin ettiğimiz gibi -10'u bulmuştu.

Gerek evde, gerekse yolda dikkatimi tek çeken Rahman'dı.

Hiç gülmeden, hiç konuşmadan, durmadan düşünüyordu.

Dalgın olması hiç hoşuma gitmemişti. Bizim işimiz dalgınlığı götürmez, sonu ağır olan sonuçlar doğururdu.

Alfa'nın bu hali timi de geriyordu. Harekât merkezinde kızın resmine o tepkiyi gösterip, koşar adım dışarı çıktığında, Koray gördüğü kabusları tek tek anlatmıştı.

' Allahım sen nelere kadirsin ! '

Sabah 06:00 gibi Kampı yüksekten gören kayalıklara konuşlanmıştık. Tam onsekiz göz pürdikkat kampı izliyorduk. Bu zamana kadar hiç araba gelmemesi dikkatimizi çekmişti.

Hilalin açık ağzındaki uçurum yaklaşık atmış metrenin sonunda altından hınçla akan coşkun nehirde son buluyordu. Nehir bir kanyondan çıkıyor, görüntüsü dahi insanın içini ürpertmeye yetiyordu.

Kampı kucaklayan yüksek kayalıklardaki nöbet kulubelerinden, kampa gelen tek yolun yaklaşık dört kilometre ilerisi gözüküyor olmalıydı.

Ömer ve Kenana iki saat önce olası bir çatışma anında gelecek olan takviye ekibi durdurması amacıyla yolu imha etmesi için bomba tuzaklamalarını emrettim.

' En geç bir saat içinde burada olurlar.' diye hesabımı yaparken Samed söz almak için elini kaldırdı.

" Komutanım ! "

Başımı ona çevirdiğimde beklemeden konuşmaya başladı.

" Kampın ortasındaki yeşil çadırda bir asker içeri girdi. Bir dakika sonra kafasını sinirli bir şekilde sallayarak geri çıktı. Bu kızın olduğu çadır olabilir mi ?" deyip parmağı ile kampı göstererek devam etti.

" Şu beyaz su tankerinin yanındaki çadır."

Dürbünümü gözüme götürüp tam baktığım anda elinde yarım ekmek ile giden şerefsizi gördüm. Samed'in tarif ettiği çadıra girip, yirmi saniye geçmeden geri çıkmıştı.

" Evet evlat; yüzde elli orada çocuk !"

İşte !

Saatlerdir özlemini çektiğim o ses, arkamdaki yüksek kayadan kulağıma akmıştı.

" Yüzde elli değil komutanım, yüzde doksan dokuz Şura o çadırda. "

Rahmandı bu !

Alfam geri dönmüştü.

" Nerden vardın bu sonuca Rahman ? "

Kampı bir kaç saniye daha izleyip anlatmaya başladı.

" Komutanım; şu kampın ortasındaki, en büyük hangarın yanında büyük yeşil bir çadır var. Dikkatli bakarsanız çadırın üzerindeki branda uçmasın diye gerdirdikleri halat kalın kumaşın içine gömülmüş. Birde çadırın tabanındaki aliminyum şeride dikkatle bakın. O çadırda ısı yalıtım var. Bezin altına aliminyum folyo, onunda altına yalıtım malzemesi çekmişler yani..." derken daha fazla sabredemeyip sözü ben aldım.

" Yani... o ısı yalıtımlı çadır komutanının çadırı. " deyip tek gözümü kısarak tepemdeki Rahmana göz attım.

" Aferin sana Alfa ! "

Gülen gözlerine bakılırsa kampı görmesi moralini yükseltmişti. Kendi gözü ile görmesede kanaat getirmişti kızın yaşadığına.

Sahi bu çocuğun kaşı gözü gün geçtikçe daha mı bir kararıyordu, yoksa ara ara olan kardan dolayı bana mı öyle görünüyordu ?

Hepsi birbirinden yakışıklıydı bu sıpaların. Aralarında bir yaşlı bendim. Henüz 40 yaşındayım ama onların yanında göze battığım alenen ortadaydı.

Sağolsunlar onlara yaptığım haksızlığa rağmen hepsi bana baba derlerdi.

Rahman hariç !

Onun dili varmıyordu. Ne ben onları öz evladımdan ayırt ederdim, ne de onlar beni babalarından. Eminim oda öz babası kadar seviyordu beni ama söyleyemiyor, bir türlü o sıfatı bana konduramıyordu.

"Elma yiyon mu bıro ? " dediğinde başımı Koraya çevirdim.

Yattığı yerden yukarısındaki Rahmana güneşin etkisiyle tek gözü yumuk bakarak, elindeki yeleği ile özenle parlattığı kırmızı elmayı gösteriyordu.

Eğer bu iki deli biri diğerine hitap ediyorsa, istemsizce gülmem geliyordu.

Rahman kamptaki gözünü Koraya çevirip kaşlarını çattı.

" Bıro ne lan değişik ? "

Koray ısrarla elmayı göstererek;

" Birader anlamında, yani kardeş anlamında. Yiyosan yiyorum dersin, 20 yaşından sonra bana konuşmayı mı öğretiyosun ? "

Rahman yüzüme baktıktan sonra, başını kayaya koyarak isyan etti.

" Bununla daha çok işimiz var komutanım. Allah yardımcımız olsun. On yıl aralıksız bunun kahrını çekmişim; ne demeye getirdiniz peşimden, sadece beni alsaydınız ya..." dediğinde timi kıkırdama sesleri aldı.

Belki hepsi elindeki dürbünle can verecekleri toprağa bakıyorlardı ama yinede gülmekten vazgeçmiyordu. Başka hiç bir orduda yoktur Türk askeri gibi ölüme gülen.

Ne güzel bir söz " Türk savaşa düğüne gider gibi gider ! "

Benimkiler gibi delisi mi ?

Şu zamana kadar yeryüzünde rastlanmadı.

Ben bu düşüncelerdeyken Ömer ve Kenan geldi.

Ömer yere yatıp mevzi alırken;

"Tamamdır komutanım ! Emrettiğiniz gibi yolu tuzakladık. "

" Teşekkürler çocuklar elinize sağlık. Operasyon boyunca gözümüz o yolda olacak. Herhangi bir araç farı gözümüze çarptığında imha edeceğiz o yolu. Kesinlikle orayı patlatmak en son çare. Olurda kızı ve naaşları aldığımızda, buradan araba aşırıp kaçmaya kalkarsak o tuzağı geçtikten sonra arkamızdakileri engellemek için imha edeceğiz. "

" Arkamızdan gelen birini bırakacak mıyız komutanım ? " dedi Rahman çatık kaşlarla.

" Çatma lan kaşlarını ! Öncelikli görevimiz kızı kurtarmak. Onu güvenli ellere teslim ettikten sonra birde burayı pislikten ayıklamak için geliriz. " dedim tebessümle.

" Kurtlar kamp tahmini 280 kişi. Bu az bir rakam değil. Akçakoca ' Gömün onları oraya ! ' dedi ama bu bir anlık sinirle söylenmiş bir söz. Kolay mı oğlum 9 kişi ile 280 kişilik kampı basmak ve hepsini gömmek ? "

" Kolay baba ! "

Başımı sese çevirdiğimde Koray gayet sakin bir şekilde elindeki bıçak ile elmasını soyuyordu.

Benden önce konuşan Rahman olmuştu.

" Nasıl kolay ! Film mi çeviriyoruz burada ? "

Koray çok bilmiş edası ile tek gözünü yumup Rahmana baktı.

Elindeki bıçağı parmağının ucu ile sallayarak.

" Kolay bıro ! Çünkü bügün ayın otuzu. Çünkü bugün onların bayramı, çünkü bugün noel, çünkü bugün onların kafa büyük ihtimalle gece birde bir milyon olacak, hepsi Leyla gibi dolaşacak." deyip bıçağı şakağına çevirip salladı.

" Anladın mı dalgayı Karabasan ? "

Tim de sevinç gülüşmeleri koptu. Herkes Korayı hamur gibi yoğurarak seviyordu. Sırtına yumruk atanda vardı, yanaklarını sıkanda, alnından öpende vardı, başını göğsüne dayayanda. Koray'ın tek çabası ise o boğuşmada elmasından bir ısırık almaktı.

Daha fazla dayanamayıp.

" Lan yeter oğlum bee ! " etrafındakileri kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

"Ben, bide bu zehir kafam olmasa ne yapacaksınız bilmiyorum." deyip tekrar mevzisine yattı.

"Yeter çocuklar. Koray sende bırak kendini övmeyi. Bunun için yetiştirildiniz siz. Birinin boşluğunu diğeri kapatacak. " deyip gülümsedim.

Koray benden iltifat beklerken, nasihat alması yüzünün düşmesine sebep olmuştu.

" Aferin Koray, gerçekten bunu nasıl tahmin edemedik, kimsenin aklına bile gelmedi aferin benim Yavrukurdum. " dediğimde yüzünü tekrar tebessüm kapladı.

Koray kendinden emin bir şekilde tekrar karşılık verdi.

" Ben size bu tür destekler için buradayım komutanım." dediğinde timi tekrar gülücükler aldı.

' Hiç işte ! Nereye gitti nasihatler ? ' diye düşündüm.

Koraya doğru uzanıp ensesine şevkatle tokat atarak başını salladım

Ömer'den..

Saatlerimiz 24:00'ı gösterdiğinde, bulunduğumuz yerin sağ tarafından kampa yaklaşmaya başladık.

Koray ve benim sırtımızda kendi çantamıza artı olarak otuz kilo patlayıcı dolu çanta vardı. Herbiri güçlendirilmiş C4 tü. Buraya kadar ortaklaşa taşıdığımız, el emeği göz nuru kızlarımı bundan sonrada kimseye emanet etmeye niyetim yoktu.

Rahman, Koray, ben ve Oğuz kampa sızacaktık. Gerçekten çok riskli bir görevdi ama kardeşlerimle savaşmak sırtını kocaman bir dağa yaslamak gibi birşeydi. Herbiri birbirinden üstün savaş makinalarıydı.

Rahman ?

O çok farklıydı. Şundan eminim ki; Rabbim sırf savaşsın diye yaratmıştı Alfamızı. Sezgileri, refleksleri, bize olan bağlılığı ve merhameti takdire şayandı.

Kampın arkasına geçtiğimizde yüksek kayalar ve onların üzerindeki nöbet kulubeleri görünmüştü.

Nöbet mangası beş dakika önce gitmişti. Nöbetçiler iki saatte bir değiştiğine göre bu bize iki saat kazandırıyordu.

' İki saate kim öle, kim kala ! '

Saatlerdir keşif yaptığımız kayadan bombaları koyacağım yerleri aklıma tek tek kazımıştım.

Korhan Yarbay'ın telsiz deki sesi duyulduğunda harekât'ın başladığını anlamıştım.

" Sızma başladı ! Rahman aşağıda emir komuta sende yiğidim. Biz nöbetçileri aldıktan sonra halatınızı külübelere bağlayıp kontrollü bir şekilde, seri olarak aşağı inin. Bu kadar üşüdüğümüz yeter hadi bıraz ateş yakalım. Allah yar ve yardımcımız, onun uğruna çıktığımız bu gaza mübarek olsun. Ya Hak..." deyip nöbetçilere ilerlemeye başladılar.

Nöbetçilerin hareketlerinden tecrübesiz oldukları alenen ortadaydı. Bora,Sinan, Samed, Kenan ve Korhan Yarbay kendi aralarında nöbet kulübelerini paylaştılar.

Sürünerek dakikalar içinde nöbet kulübelerine varmış, nöbetçilere bir nefes kadar yaklaşmışlardı.

Korhan Yarbayın telsiz den;

"Şimdi ! " diye fısıldaması bizim nabzımızın hızlanmasına, kulübeler için görevlendirilen beş kurt'un ise şahlanıp avlarına dalmasına sebep oldu.

O şahlanışta herbiri aynı anda komando pıçaklarını çekmiş, aynı anda kana bulamışlardı. Ağızları kapanıp boğazları biçilen Ermeni askerleri yere yığıldıktan sonra Muhafızlar nöbet kulübelerinde yerlerini aldı.

Yattığımız yerde heyacanla bekdiğimiz o emir, ikinci bir fısıltı ile gelmişti.

" Temiz Muhafızlar, çıkın ! "

En solda ben, benim yanımda Koray, onun yanında Rahman ve en sağda ise Oğuz vardı. Kulubelere doğru seri şekilde gidişimiz, zincirini koparıp esarete son veren kurtları andırıyordu.

Halatları kulübelere bağlamamız otuz saniyenizi almıştı. Makarayı elimize alıp ineceğimiz zemini kontrol ettiğimizde Rahmanın aşağı hizasında bir askerin olduğunu gördük. Rahman üç saniye içerisinde makarayı çıkartıp ters bağladığında, soysuzu etkisiz hâle getirmek için yüzüstü ineceğini anlamıştık.

Fısıldama sırası Alfadaydı;

" Sıfır dediğimde. Üç.... İki.... Bir.... Sıfır ! " dediğinde halatlar dan çıkan o hafif ıslık sesi duyuldu.

Altı saniye içerisinde aşağıdaydık. Ayağımız yere basmadan önce saf düzeninde aynı hizada durup, Rahmanın askeri biçmesini bekledik.

Herşeyden habersiz olan askerin tepesinden ağzını tuttu ve komando bıçağını yavaş yavaş derin kesikler atarak boğazına çaldı. Askerin ayakları yerden kesilmişti. Rahman'ın kollarında çırpınması sona erdikten sonra kendimizi aşağı bıraktık.

Rahman leşi sürükleyip kaya arkasına saklarken yukardaki ekip halatları kesip aşağı attı. Bu halatlar görünüp dikkat çekmesin diye yapılan birşeydi.

Rahman;

" Muhafızlar halatlar düştü. Gemileri yaktık. Anlayacağınız dönüş yok; ya bu kamp bizi alacak ya biz bu kampı. Gölge, C4 siz hilalin sol kolundan, biz Alıcı ile Sağ kolundan ilerleyeceğiz. Uyanık olun, arkanızda pislik bırakmayın."

Üçümüzde aynı anda " Anlaşıldı ! " dedikten sonra biz Koray ile sol tarafa doğru atıldık.

Koray daha bir dakika olmadan üç kişiyi almıştı. Yirmi metre solumuzda nizamiye nöbetçileri görünmüştü. Oradakilere görünmeden karşı tarafa, hilalin uçurum kısmına varmıştık.

Koray yakalarından tutup, yerde sürüklediği iki leşi göstererek.

" Oğlum ne kadar hafif lan bunlar ! "

Elimdeki cansız köpeği uçurumdan azgın nehre bıraktıktan sonra, arkasından bakarak cevap verdim.

" Soyu sopu ne ki, canı ne olsun şerefsizlerin. "

Bir yandan bulunduğumuz yerden, ilk indiğimiz yere doğru paralel şekilde C4'leri özenle döşerken, bir yandan da tek tük yolumu kapatan Ermenileri kesiyordum.

Büyük hangara yaklaştığımızda eğlencenin başladığını duymuştuk.

Birbirine çarpan şişe sesleri ve alkolün verdiği sarhoşlukla atılan naralar birbirini izliyordu.

Koray hem beni koruyor, hemde sağa sola atılıp leş alıyordu.

Nasıl oluyor da bu adam düşmanın ensesine kadar giriyor da, hiç haberleri olmadan canlarını alıyor anlamak elde değil.

'Hoş ! Eğitimlerde az pususunu yemedik.'

Gölge !

Bu manyak ismini fazlasıyla hakediyordu.

İndiğimiz yere vardıktan sonra telsizi mandallayıp fısıldadım.

" Döşeme tamam. İndiğimiz yerde bekliyoruz Karabasan."

Telsiz de yanlışlıkla da olsa kendi ismimizi kullanmak söz konusu dahi olamazdı. Bu Korhan babanın kesin ve affı olmayan en katı kuralıydı.

" Naaşları aldık geliyoruz. Saklanın ve bekleme de kalın."

" Anlaşıldı ! "

Koray telsizi kapatıp konuşmaya başladı.

"Ben bu kadar tahmin etmemiştim, daha çok olmalıydı."

" Ne çok olmalıydı Koray; anlamadım ? "

Koray elleri belinde iç çekip kampın ortalarına baktı.

" Daha oniki kefere kestim oğlum daha çok olmalıydı. "

Dişlerimi sıkıp fısıldadım;

"Allah aşkına Koray ! Sen profesyonelin de profesyoneli bir askersin buna mı üzülüyorsun ? "

Tam sözüm bitti omuzlarında kefenlenmiş naaşlarla Oğuz ve Rahman göründü.

Yaklaşmışlardı ki şaşkın bakışlarımız arasında ortamıza eli pantalonunun fermuarında sarhoş bir asker girdi.

O asker en son göz göze geleceği kişi ile; Rahman ile göz göze geldi.

Asker Rahman'ın deri maskesindeki gri kurt şeklinde olan gözleri ile karşı karşıya geldiği anda şoka girdi.

Neredeyse burun burunaydılar. Askerin dışarı düşecek kadar açtığı gözlerinden hayatında ilk defa bu şoku yaşadığı anlaşılıyordu.

Biz müdahale etmeye kalmadan Rahman tek omuzunda naaşı incitmemeye çalışarak, dik bir şekilde bir adım geri çekildi. Ani bir hamle ile Ermeni'nin çenesinin altındaki yumuşak kısımdan komando bıçağını kurşun hızında soktu.

Bıçağı içeride bir tur dönderdikten sonra çıkarmadan kendine doğru çekti.

Alfa, 1.65'lik çelimsiz askerin karşısında kara, kapkara bir devi andırıyordu. Bu Oğuz'un, bu Kürşad'ın;

Bu bir Türk'ün heybetiydi.

Bir kaç saniye gözlerine baktı. Canı çıkıp bütün ağırlığını Rahman'a verdiğinde, Rahman'ın o yük karşısında kuvvetli olan kolları esnemesede bıçağı et parçasından çıkarmak zorunda kaldı.

Yerdeki değersiz leşe baktığımda ilk gözüme batan ıslanan pantolonu olmuştu.

Rahman leşin üzerinden atlayıp, omzundaki naaşı bana verirken, Oğuzda Koray'a uzattı.

Rahman;

" Siz naaşları alın nizamiye ye yakın bir yere saklayın. "

O anda nizamiye'nin yakınında bomba koymak için açtığım mühimmat sandıkları aklıma geldi. Naaşları saklamak için oradan daha uygun yer bulamazdık.

" Kızın esir tutulduğu çadırın önü kalabalık olduğu için alamadık. Siz götürün naaşları yakınlarında bir yere saklanın. Hilalin sol tarafı temiz mi ?" diye sordu.

" Nizamiye haricinde temiz. Üç asker nizamiye nöbettinde."

Rahman telsizle seslendi;

" Muhafız 1 ! "

"Muhafız 1 dinlemede ! " konuşan Korhan Yarbaydı.

"Nöbet kulübelerini bırakın. Nizamiye nöbetçileri artık dikkat çekmez. Süpürülmesinde sakınca yok. Açın yolumuzu komutanım."

Korhan baba;

"Anlaşıldı etraftan dolaşıp geliyoruz."

Rahman bize dönüp devam etti.

" Koray, Ömer; siz nizamiye nöbetçileri etkisiz hale geldiğinde nizamiyenin önünde park halinde olan pikaplardan iki tanesini çalışır halde hazır tutun. Kızı alır almaz hemen çıkıp uzaklaşacağız. " dedi ve biraz düşündükten sonra devam etti.

" Ömer C4 kaldı mı ? "

"Evet altı tane daha var. "

Elini uzatıp;

"Tamam sen bana iki tane ver."

Oğuz verdiğim C4'leri Rahman'ın çantasına koyarken Rahman da tek bir alkış yaparak.

"Haydi Muhafızlar ! İş başına çok oyalandık." dedikten sonra arkalarını dönüp, arayı beş metre açmışlardı ki Koray;

" La Rahman, Oğuz ! "

Rahman ve Oğuz merakla döndüklerinde Koray boynunu büküp devam etti;

"Ölmeden gelin haa ! "

Sesi bir rica, hatta bir yalvarış gibi çıkmıştı.

Rahman ve Oğuz aynı anda beş metre mesafeyi üç adımda aşarak yanımıza geldi.

Rahman;

" Geleceğiz ama siz yinede hakkınızı helal edin."

Rahman'ın omuzlarını sıkarak konuştum;

" Helal olsun kardeşim... Helal olsun. "

Helalleşme bitip Rahman ve Oğuz gitmek için tekrar arkalarını döndüğünde Koray bir kez daha seslendi;

" Rahman ! "

Rahman'ın dönüşü bu kez sinirli bir şekilde olmuştu.

" Ne lan ne....ne... Ne var ? "

Bağırmamak için kendini zor tuttuğu fısıldayan ses tonundan belli oluyordu.

Koray;

" Bıro sen bana doğru koşarken Hülya Koçyiğit ile Kadir İnanır'ın kavuşması aklıma geldi lan. "

Rahman yere eğilip taş ararken Koray göğüsüme elinin tersi ile vurup;

" Koş oğlum koş.... Kaç lan ! "

Koşarken ne kadar konuşmaya çalışsamda gülmem buna engel oluyor, nefesimi toparlayamıyordum.

" Koray ! "

Koray yüzüme, yaptığı gayet normalmiş gibi bakıp;

" Hıı lan ... noldu ? " dedi

" Kardeş sen harbi fırlamanın tekisin. "

Oğuz'dan...

Kızın çadırının önene geldiğimizde Koray'ın son kullandığı cümle ve Rahman'ın yerde taş araması hâla gözümün önüne geliyor, gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

Çadırın önünde altı kişilik bir asker topluluğu vardı. Rahman ile gerekli istişareyi yaptıktan sonra parmağı ile sağ taraf yukar daki beyaz, büyük bir tankeri gösterdi.

Bu neredeyse yirmibeş tonluk yakıt ikmal tankeriydi. Araçlara yakıt ikmali yaparken basınç fazla olsun diye neredeyse on metre yukarıya koymuşlardı. Bu buraya nerden çıkmış diye göz gezdirirken; nizamiye den girip, kampın içinden geçerek, hilal şeklindeki dağın en uç kısmındaki çamurlu yoldan bulunduğu yere çıkıyordu. Tankerin arkasının şuan içerisinde eğlendikleri büyük hangara baktığını gördüm.

Aklıma gelen şey ile dehşete düştüm.

Bu adam burada kıyamet ateşini yakmak için kararlıydı.

Çadırın önündeki adamları aramızda paylaştıktan sonra yaklaşmaya başladık. On beş metre arkalarında tek dizimi yere koyup Rahman'ın işaretini beklemeye koyuldum. Rahman sağa, sola adamların önüne ve arkalarına göz gezdirip nişanı aldıktan sonra nefes kontrolünü yaptı ve o meşhur işaretini fısıldadı.

"Piissstttt ! "

Susturucu takılmış silahlarımız aynı anda üçer defa ateşlendiğinde, merminin başlarına isabet ettiği adamlar, seslerini dahi çıkaramadan, büyük bir odun kütüğü gibi kaskatı yere yığıldılar.

Zaman kaybetmeden hızla çadıra koştuk.

İlk gördüğümüz şey; alnı dizlerinin üzerindeki kollarında olan bir kız çocuğu oldu.

Rahman korkmaması için maskesini çıkartıp kıza doğru ilerlerken, arkasını dönüp sebebini anlamadığım tedirgin bir bakış attı.

Ben bütün leşleri çadırın içine almıştım ama Rahman kız ile arasında olan dört metreyi bir türlü aşamamıştı.

Rahman elini yavaşca kızın başına attığında, herşeyden habersiz olan kız büyük bir korku içinde başını kaldırıp, uzanan ele sarıldı.

" Acıyır etmey..." derken Rahman ile gözgöze gelmesi cümlesinin yarıda kalmasına sebep oldu.

Rahman yavaş hareketlerle kızın çamur içinde kalmış, bukle bukle saçlarını yüzünden çektiğinde hayatımın şokunu yaşadım.

Kızın alt dudağı patlamış, sol gözü aldığı bir darbeden dolayı simsiyah olmuş tamamen kapanmıştı. Günlerdir tarak yüzü görmeyen kıvırcık saçları birbirine karışmıştı.

' Dedeleri ne ise, torunları da o. Şerefsiz köpekler. Nasıl kıydınız lan küçücük sabiye. '

Nefesini tutmuş soğuktan tir tir titreyen ellerini Rahman'ın yüzüne sürüyordu.

"Geldin ! Vallahi geldin. Söz verdin, sen sözünü tuttun. Biliyordum, biliyordum geleceğini."

Vücudum işlevini kaybetmiş şok bir şekilde nefesimi tutarak karşımda ki ikiliye bakıyordum.

Rahman'ın çömeldiği yerde, ağızı açık bir şekilde yüzüme bakması ikinci bir şok yaşatmıştı bana.

Çocukluğumuzdan bu yana gözlerinde yaş görmediğim Rahman; bütün pınarlarını açmış yaş döküyordu.

Karşımdaki Kara Muhafızlar'ın Alfası 'Bu ne vicdansızlık ? ' der gibi boynunu büküp, yalvarırcasına yüzüme bakıyordu.

Kırk yıllık dost gibi birlerine sarılmış kopamıyorlardı.

Çadırdan dışarı baktığımda kimse yoktu.

' Kızım mahvettin bizi be ! '

Gözlerimdeki yaşları elimin tersi ile silip;

"Çık... Çıkmamız lazım Reis ! "

Şura'nın kahverengi saçlarını kulaklarının arkasına alırken cevap verdi.

" Ta... Tamam ! " dedikten sonra kıza döndü.

" Tabi geleceğim GökGözlü Aybalam ! Söz verdim gelmem mi hiç ? Ölürümde sözümden dönmem."

Daha yeni sildiğim gözyaşlarımı zor tutuyordum.

'Allahım bu nasıl bir duygu Yarabbim.'

Şurayı kucağına alıp ayağa kalktı.

Çadırdan çıkmamızla silah sesleri gelmeye başladı.

Bizim kullandığımız M16 sesleri ile AK-47 sesleri birbirine karışmıştı.

Gelen kuvvetli bir ses ile gözlerim panikle açıldı.

El bombası evet bir el bombası batladı !

Korhan Yarbay telsizden deli gibi emirler yağdırıyordu.

Rahman hiç düşünmeden Şura yı bana uzatarak

" Takip et beni ! " dedi ve ikmal tankerinin olduğu yere doğru koşmaya başladı.

Tankerin yanına vardığımızda Rahman tankerin iki yanına da C4 leri yerleştiriyordu.

Bombaları yerleştirip aktif ettikten sonra tankerin önündeki çekiciye yöneldi. Kapısını açıp düz kontak yapmak için kablo kapağını açtı. Kabloları birbirine sürterek çekici'yi saniyeler içinde çalıştırdı.

Bende Şura kucağımda, cuma namazında cami önünü bekleyen dilenciler gibi umutlu bir bekleyiş içinde Rahmanı seyrediyordum.

Tırdan inip ikmal tankerinin okunu yerinden çıkardı. Tekrar çekiciye binip, kırk yıllık şoför edasıyla vitese taktıkdan sonra biraz ileri aldı.

Bunu yapmasıyla tankerin ok dedikleri yeri çekici den ayrıldıktan sonra, tekrar aşağı inip ikmal tankerinin okunu, yanındaki ayar kolunu çevirerek biraz daha aşağı indirdi ve bana yaklaşmaya başladı.

" Sen Şura'yıda al uçurumun kenarına git ! "

" Olmaz Rahman ! Sen ne yapacaksın ? "

"Kardeşim sen git ben geliyorum." demesiyle kampın ortasında bir el bombası daha patladı.

Peşinden iki saniye sonra kampı ortadan ayırmak istercesine, sağdan sola doğru büyük patlama silsilesi ilerledi.

' Bunlar Ömer'in yerleştirdiği bombalar.'

Her bir C4 bir el bombasının yirmi katı kadar şiddetli patlıyordu. Bu hiç yaşamadığımız, hiç görmediğimiz bir kıyametti. Bu büyük patlama bizi timden tamamen koparmıştı. Uçurumla cehennem arasında sıkışıp kalmıştık.

Allah görmemizi nasip etmesin ama kampın ortası cehennemi andırıyordu.

Ortada yanarak sağa sola kaçışan askerler mi dersin, tutuşan çadırlar mı ? Kamp mahşer yerine dönmüştü. Eğlencenin yapıldığı hangarda ki askerler kafalarını dahi çıkaramıyordu.

Rahman soğukkanlı olmaya çalışarak bana döndü.

"Hemen dediğimi yap Oğuz ! " itiraz etmemin bir faydası olmayacağını düşünerek, Şura kucağımda uçurumun sıfır noktasına geldim. Üç tarafımıda çevreleyen kaya daki yarığın içine girip beklemeye koyuldum.

Önümdeki açık olan yerden hala Rahmanı seyrediyordum. Tankere yerleştirdiği C4 lerin zaman ayarını yaptıktan sonra seri bir şekilde çekiciye bindi. Tamponu tankerin okuna dayayıp iteklemeye başladığında tanker bağımsızlığını ilan ederek, yaklaşık onbeş metrelik yükseklikten büyük hangara doğru yol aldı.

Hangara bir kaç metre kalmıştı ki neredeyse kulakları delen ıslık sesiyle ve büyük bir gürültüyle yan yattı.

Arkasında derin iz bırakan tanker hangarın kapısından sığmayıp, içerisindeki askerlerle birlikte yarıya kadar ezdi.

Rahman tankerin altında ezilmediğine sevinen askerlere bakıp, kollarını iki yana açarak haykırmaya başladı.

"Mübariz'in Selamını getirdim laaannn. Bir Mübariz ölür, bin Mübariz doğarız ! "

Tankerin üzerindeki C4 ler infilak etmeden bize yetişmek için var gücü ile depara kalkan Rahman, onbeş metre kalmıştı ki; tankerdeki C4 ler büyük bir gürültü ve basınçla infilak etti.

Havaya yükselen devasa alev topu arkadaki elli metrelik kayaları bile metrelerce aşağısında bırakmıştı.

Yaşadığım şoku kısa sürede atlatıp gözlerimi Rahmana çevirdim.

Tankerin patlamasıyla yayılan güçlü basınç, koşan Rahmanın ayaklarını yerden kesip büyük bir hızla sağ tarafındaki kayaya vurdu.

Rahman, sırt üstü yattığı yerde kalçasını havaya kaldırarak, kesilen nefesini toparlamaya çalışırken Şura'yı önümden çekip, yanına gidecektim ki; ayağa kalktı ve topallayarak bize doğru tekrar koşmaya devam etti.

Ben kıyamet mi demiştim ?

Bu resmen kızılca kıyametti. Bırakın kampı, KaraMurad dağı kıpkızıl bir ışığa bürünmüştü.

Yuttuğu Ermeniler ile yetinmeyen alevler on metre yanımıza kadar gelmişti.

Rahman bacağındaki acıyı bir kenara bırakıp, yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirerek Şurayı kucağına aldı.

" Isındın mı Gök Gözlüm ? " dedikten sonra alnına büyükçe bir öpücük kondurdu.

Şura önce Rahman'a, daha sonrada bana öyle içten sarıldı ki; bu sıcacık sarılış bu ateşte yanmaya değerdi.

Gitgide bize yaklaşan ateşe baktığımda hayal mayel hatırladığım ailem ve beraber yetiştiğim kardeşlerim gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyordu.

Nereye baksam orada ölümü görüyordum.

Elimden tek gelen Rabbime yönelip samimiyetle, sonkez duâ etmekti.

'Sen bu ateşi H.z İbrahim'e kıldığın gibi bize de serin kıl Yarabbi. Sen bu kullarına şehadeti nasip et.'

"Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü..."

Korhan Yarbay'dan...

"Allah kahretsin, Allah kahretsiiinn ! " var gücüyle, gırtlağını yırtarcasına bağırıyordu Koray.

Ne bağırması, ne ağlaması ! Benim yüreğimi asıl parçalayan, sanki elimden birşey geliyormuş gibi yalvaran gözlerle yüzüme bakmasıydı.

" Baba gitti baba... Kardeşlerim gitti, minik Şura gitti babaaaa..."

Sadece seyrediyordum; hiç birşey yapamıyor, yanımda kalan altı evladımı seyrediyordum.

Bakışlarımı Ömer'e çevirdiğimde, dizlerinin üzerine çökmüş umutsuz gözlerle her santimetresi alevlere teslim olmuş kampa bakıyordu.

" Benim yüzümden, benim yüzümden kendi ellerimle en acı şekilde şahadete yolladım kardeşlerimi. "

Herşekilde düzelte bilirim ama suçluluk duygusu kalplerine düşerse bunu asla silemezdim.

Yanına koşup diz çökerek başını göğüsüme dayadım.

"Sa....sakın, sakın ! Saçmalama Ömer sen bunun için mi döşedin onları ? "

İşte yine o yalvaran bakıştı !

Göğüsümdeki başını yüzüme çevirip;

" Bab.... Baba ben onları olurda farkediliriz peşimizden gelirler diye önlerini kesmek için döşedim. Şerefsizlerin çoğunluğu Rahmanla Oğuzların tarafındaydı. " deyip büyük bir kuvvetle başını yumrukluyordu.

Ellerini tutup sarmaladım.

" Biliyorum...biliyorum evlat çokta iyi düşündün. Aferin sana !"

Yanıyordu ! Benimde yüreğim yanıyordu ne ağlayabiliyordum ne de müdahale edebiliyordum.

Ellerimde büyüyen iki aslanımı, kızım yaşındaki sabi'yi cehennemi andıran ateşe şehit vermiştim.

Ağlayamıyordum!

Bacaklarımdan kuvvet kesilmiş, neredeyse yıkılacaktım ama ağlamamak zorundaydım.

Koraya baktığımda cenin pozisyonunda yatmış hüngür hüngür ağlıyordu.

Bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturmuştu bir yolunu bulmak için ama artık bitik düşmüştü.

Ömer'i bırakıp Koray'a koştum.

Kısık sesle konuşuyordu.

" Baba ben ne dicem baba ? Fatıma anneme ben ne dicem ? 'Oğlun yanarak şehit oldu ' mu dicem baba ? Olurda birgün elini öpmek nasip olursa, ' Oğlun cayır cayır yandı' mı dicem baba ? Abdullah babaya ne dicem yıkılır koca Pehlivan harab olur...Benim hayallerim vardı. İki bacım iki yerden çaylar, kurabiyeler, türlü türlü pastalar yapacaktı baba bize ... "

Birden ağlamayı kesip tepkisiz bir şekilde gözlerime baktı;

" Ya annem... Okula yolcederken 'Birbirinize sahip çıkın ! ' diyerek yolcediyorlardı. ' Sen kardeşine sahip çıkmadın mı ? 'derse ben ne dicem babaa...."

Bitik düşmüştü.

Sabredemedim; Koray'ın bu sözlerini sınırlarımı fazlasıyla zorlamıştı.

Burnumu çamurlu saçlarına gömüp, ne kadar mümkün olmasada içimdeki acıyı boşaltırcasına hüngür hüngür ağladım.

Bir süre böyle kaldıktan sonra Koray'ın koluna girip ayağa kalkmaya çalıştım.

Toparlamalıydım !

Çok zor bir teslimiyet olsa da.

Yanımda kalan altı evladıma bakıp başımı göğe çevirdim.

" Sen beterinden sakla Yarabbim buna şükür çok şükür...."

İnandım !

" Hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine " iman ettim.

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%