Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.BÖLÜM YUVA & BÜYÜK SÜRPRİZ

@batingam

Korhan Yarbay'dan

" Dinliyorum."

Karşıdan rüzgar sesi ile karışık belli belirsiz mırıltılar geliyordu.

" Dayı ! "

Kalbim olanca kanını beynime pompalıyordu.

"Komutanım ! "'

Allahım yine o ses ! '

Boğazım gerilmiş, nefes alıp almama konusunda tereddüt yaşıyordu.

" Çekmiyor mu lan bu ? Dayı cevap versene."

Dizlerim bedenimi taşıyamıyordu artık. Gözlerim dolmuş, bacaklarım nereye götüreceğini şaşmıştı. En sonunda soluğu sigara odasında almıştım.

Oturduğum koltukta koca dağı yutan alevler, kulakları sağır eden patlamalar gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu.

' Bu imkansız ! Oradan sağ çıkmalarının imkanı yok. '

Telefonu kulağıma yaklaştırdım ama içimdeki tedirginlik hâla dinmemişti.

Sanki içinden ateş çıkacakmış gibi korkuyordum gelecek sesten.

O isim ilk defa boğazımı yırtarak çıkmıştı.

"Ra... Rahmaaan ! "

" Şiiiiişştt dayı napıyon Allah aşkına acemi askerler gibi; İsmimi neden veriyosun ? "

' Vallahi o, billahi o ? '

Bu Tim deki en çatlağı, en delisi, en psikopatı olan Alfa'nın sesiysi.

Yaptığım büyük hatadan onun uyarısı ile sıyrılmaya çalışırken, bir ayağa kalkıyor bir oturuyordum.

" Ta... Tamam Karabasan."

Şakağıma bastırıp derin derin nefes alarak girdiğim şoktan bir an önce kurtulmaya çalışıyordum.

" Oğlum siz...... Siz yaşıyorsunuz ! "

" He valla yaşıyoruz dayı ! Çok şükür öldürmeyen Allah öldürmüyor. Şimdi fazla vaktim yok; bir Üsteğmen'in telefonundan arıyorum. Bizi buldular ama merak etme sıkıntı çıkaracak insanlar değil. "

"Tamam evlat o konuda sıkıntı olmaz. Neredesiniz siz nasıl kurtuldunuz ? "

"Komutanım nasıl kurtulduğumuzu gelince anlatırım. Biz sakallının evin ikiyüz metre yukarısındayız. Jandarmayı oraya götürüp evi görmelerini istemedim."

'Sakallı' demekle Beyruz amcayı kastediyor, güvenliği açısından isminin telefonda geçmesini istemiyordu.

" Tamam evlat ilk uçakla geliyorum benden istediğin bişey var mı ? "

Bitkin bir şekilde yığıldığım koltuktan, zıpkın gibi kalktığımda bedenimin şoku atlattığını anladım.

" Dayı bize Şura için kimlik, pasaport..."

" Nee ! Kız yaşıyor mu ? "

"Evet kızda yaşıyor, Alıcı da yanımda. "

" Tamam evlat hemen geliyorum."

"Du.. du.. dur kapatma isteğimi soruyorsun dinlemiyorsun be dayı.

' Eşşoğlu eşek ben ne yaptığımı biliyormuyum ki ? ' diye içimden geçirip itiraz ettim.

"Tamam oğlum işte Şura'ya kimlik bir de pasaport uyduracağım geleceğim. "

" Birde Cevizli sucuk ! "

" Cevizli sucuk mu ? "

" Evet hani şu cevizlisinden, hani Koray la ben köme diyorum siz sucuk diyosunuz ya; işte ondan."

" Tamam tamam anladım. Kapat hadi. "

"Tamam dayı Allaha emanet, haaa bide time söylemeyin komutanım sürpriz olsun." deyip afacan bir gülüş atarak kapattı.

Ne gibi karmaşık duygular içerisinde olduğumu ben dahi bilmiyordum. Bu çocuklar o yavrucağı nasıl aldı, o alevlerden nasıl çıktı en ufakta olsa mantık yürütemiyordum. Bunlar gerçekten görev adamı olmuştu.

" Maaşallah yetiştiren iyi yetiştirmiş. "

Kendi kendime kurmuş olduğum cümleye yine kendi kendime güldüm.

Üç gündür ilk defa gülen gözlerimle ayağa kalkıp timin yanına geçtim.

İçeri girdiğimde hızla ayaklanan tim el işaretimle tekrar oturdu.

" Çocuklar benim iki günlük bir işim çıktı. Yuva size emanet. "

Koray ağızını açmış birşey söyleyecekti ki parmağımı dudağıma götürüp susturdum.

Montumu omzuma attıktan sonra arkamı dönüp çıkış kapısına doğru ilerlerken konuştum.

" Soru yok gençler. Burayı bıraktığım gibi bulmak istiyorum ona göre. "

Üç saat sonraya uçak bulmuştum. Bu süre hazırlıklar için yeterliydi.

Gerekli yerlerle iletişime geçip kimlik ve pasaport için talimat verdikten sonra geriye beyefendinin istediği en önemli şey kaldı.

" Cevizli sucuk ! "

Kendi kendime gülerken aracın dikiz aynasın daki yüzüme göz attım.

Üç gündür üzüntüden kapkara olan yüzümü bir nur, uykusuzluktan kanlanmış gözümü ise canlılık ve parlaklık kaplamıştı.

Çocukların yanımda olmamasından faydalanıp seyir halindeyken avazım çıktığı kadar bağıra bağıra kahkaha attım.

" Ömrümü yediniz lan ömrümü. Yaramaz zırtolar. "

6 saat sonra...

Behruz amcanın o geniş bahçesinin kapısından içeri girip, Rahmanı yirmibeş metre ötede elinde baltasıyla odun kırarken gördüğümde farkına varmadan seyre daldım evladımı.

Gözümü üzerinden çekmeden mesafeyi yavaş yavaş onbeş metreye kadar indirdim.

' Sıkılır bu sıpa boş duramaz ki. '

' Behruz amcanın gücü yetmez.' düşüncesi ile odunların içinden büyükleri ayırıp kesiyordu.

' Öldü, şehit oldu. ' dediğim adam uzun boyu, geniş omuzları, kapkara kaş ile gözleri, kalın hilal kaşlarına kadar gelen simsiyah saçları ve tüm yakışıklılığıyla sapa sağlam karşımda duruyordu.

" Dayıııı !!! Yeter gözün değecek. Cehennemden sağ çıktık, nazara gelip baltayla öldüreğim kendimi."

Bunu yüzünü dönüp bana bakmadan söylemişti.

"Gördün mü lan üçkağıtçı ?"

Baltayı önündeki kütüğe sapladıktan sonra parmağı ile beni gösterip.

" Sadece gözle değil; tüm beynimizle, vucudumuzla, hislerimizle görmeyi öğrettiler bize. "

Gururla sarıldım, santim santim elimde büyüyen evladımı sıkı sıkıya kavradım.

" Nasılsınız evlat ? Var mı bir sıkıntınız, yaralandınız mı ? Oğuz'un Şura'nın..."

Gözlerimin içine bakıp, ellerini açarak durdurdu.

"Komutanım bi dur Allah aşkına ! Birşeyimiz yok çok şükür. Şura'nın gözünde ve bir kaç yerinde çürükler var, o da zamanla iyileşecek. Burada olmaz ama her ihtimale karşı Türkiye'de hastaneye götürmeliyiz. Biran önce gitsek iyi olur. " deyip evi gösterdi.

" Buyrun komutanım içeri geçelim ne olur ne olmaz. "

" Tamam bunu yengene söylerim halleder. Hem bu çocuğun psikolojik destekte alması gerekiyor; bunuda Zümra halleder."

İçeri geçmiştik. Şura'yı kucağıma alıp yüzüne baktığım da kanım çekilmiş, gözgöze olduğumuz için bir tepki verememiştim.

" Zümra mezun oldu mu dayı ? "

"Evet ilk yılında TUS'u kazandı, psikiyatri asistanlığı yapıyor Ankara da."

" Sen büyük adamsın komutanım. O çocuğu daha el kadarken aldın, getirdin doktor olmasına vesile oldun. Bir şehit çocuğuna bu imkanı vermen çok büyük bir vefa. "

' Hiç bilmiyor ki onları ailesinden koparmayla kalbimde açılan yarayı Zümra ile kapattığımı. '

Zümra'nın babası Yüzbaşı rütbesindeyken güneydoğuda deşifre olmuş ve acımasızca şehit edilmişti. Ona sahip çıkacak sadece annesi kalmışken, babasının şehadetinden bir yıl sonra annesi de lösemiden hayatını kaybetmiş, minik Zümra bir kez daha en sevdiği ve tek varlığı ile sınav edilmişti.

Zümra nın yetimhaneye düşmesine tabi ki razı olmadım. Hiç düşünmeden üst mercilerdeki bazı tanıdıklarım vasıtasıyla hem öksüz hem yetim kızımızı himayem altına almıştım.

Bir ev ve yatılı bir bakıcı tutup, elimden geldiğince rahat hayat sürmesine gayret gösterdim.

Tabi Zümra dan hariç, ihmal edemeyeceğim sekiz evladım daha vardı. O zamanlar ada'daydım. İki haftada bir ziyaretine gider ihtiyaçlarını karşılardım.

Ve bana ilk " Baba " deyişi.

Evet ! Zümra rahmetli kardeşim Orhan'ın, yani en değerlisi'nin yerine koyup

" Baba " demişti bana. O andan sonra da ne o benden, ne de ben ondan kopamamıştık.

Eşim Gülsüm ile evlendikten sonra yanımıza aldık. Gülsüm'ü kendine örnek görüp doktor olmak için gece gündüz elinden geleni yapmıştı.

" Baba ben annemi iyileştiremeyen doktorların yerine doktor olacağım."

Henüz 13 yaşındaki bir kız için ne ağır, ne büyük sorumluluk isteyen bir söz değil mi ?

Ne kadar güzel, ne kadar sevecen bir yüzü olsa da her sözü ayrı bir acıtıyordu.

Tıp Fakültesinde okurken söylediği bir söz;

" Baba hastaların soluk yüzleri annemi hatırlatıyor. Ben Psikiyatrist olacağım. "

Zümra 16 yaşındayken Rahman ve ekibi 19 yaşlarındaydı. Zümra ile de ilk karşılaşmaları o yıllarda olmuştu.

Evet benim Milli İstihbarat Teşkilatı'nda çalıştığımı zanneden Zümra, ada'nın acımasız yüzünü ilk o yaşlarda görmüştü.

Rahman yurtdışında ilk görevlerinden birinde olduğu için tanışmak nasip olmamıştı.

Çok sevdiği Orhan komutanın kızını merak etse de görememiş, Zümra'nın ve Zümra ile benim anımı sonradan, ilk defa arkadaşların dan dinlemişti.

Dinlediğinde ilk yaptığı şey odamı basmak olmuştu.

Kapıyı aniden açıp, parıldayan gözleri ile bana bakması şimdi bile gözümün önündeydi.

Ne dayaklar, ne işkenceler görse de her zaman kendi bildiğine giden, kendi konuşmak istediğini konuşan Rahman; bu kez bana kızmıyor, kurduğu o cümleden övgüler akıtıyordu.

" Anlattılar dayı....Büyük adamsın ! Çok büyük adamsın vesselam."

Bu sıpaların her anısı noktasına virgülüne kadar aklımdaydı.

Tebessüm ettiren düşünlerim den silkelenip oda da göz gezdirdikten sonra Rahman'a döndüm.

" Eeee Alıcı ile Behruz amca nerede ? "

"'Menemen yapacağım.' dedim, Behruz Amcayla seradan bahçe domatesi ile biber toplamaya gitti."

Yüzünden geldiğimden bu yana tebessüm eksik olmamıştı.

"Tamam yemeğinizi yiyin akşama uçak var. Teçhizatlarınızıda buradaki ekip gönderir. Şimdi Şura burada Uçakta anlatırsınız o cehennemden nasıl yırttığınızı. "

Kollarını iki yana açıp;

" 'Kün fe yekün' komutanım ' Ol der ve o hemen oluverir' anlatacak bişey yok. Hem bizim operasyon öncesi ve sonrası Fetih suresini okuyun tembihleriyle yetiştiren komutanlarımız var. Bu sırt yere gelir mi ? "

Şura'yı kolumun altına alıp, diğeri ile Rahmana tekrar sarıldım.

"Sağol oğul ! Allah sizi başımdan eksik etmesin, acınızı göstermesin. "

"Amin komutanım... Amin."

16 saat sonra Yuva...

Oğuz'dan...

Saat sabahın altısıydı.

Soğuk taş mağarada üç günümüzden sonra Yuva daki koğuşun sıcaklığı kendimize getirmişti.

Bilgi işlemcimiz Sevil'in yaptırdığı banyodan sonra yatağa gömülen Şura'nın hâla aynı pozisyon da hızurlu bir şekilde uyuduğunu gördüm.

Rahman'ın yatağına baktığım da herzaman ki karşılaştığım boş yatak ile gözgöze geldim. On yaşından bu yana bozulmayan erken kalkma âdeti hâla devam ediyordu.

Namaza kalktığını düşünüp abdesthanenin yolunu tuttum.

' Çok şükür yarabbim. Bu Yuva'yı tekrar gözümüze gösterdiğin için sana hamdü senâlar olsun.'

İnsanoğlu yaşadığı küçük veya büyük olayların nedeninden önce hep sebebini araştırır. Aslında nedeninide sorar kendine ama bu sorduğu en kolay sorunun hiçbir zaman cevabını alamaz.

" İman ettim, namaz kılıyorum, Rabbim'in benden her istediğini yapıyorum ama neden ben ? Bu bela neden benim başıma geldi ? "

Biri de çıkıp " Firavun'un üçyüz yıl ömrü boyunca neden hiç başı dahi ağrımamış, neden bolluk ve zenginlik içindeymiş, neden bir gün bile gözünde çapak dahi çıkmamış ? " demiyor. Eğer bunu sorsa cevabı zaten alacaktır değil mi ?

Rabbim dilediğini affeder, dilediğine ise affedecek bir sebep dahi vermez.

Dünya denen mekân zaten sınav için kurulmamış mı ?

Varsın Rabbimiz cehennem de değil de, bu cihanda döksün tozumuzu.

Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa ( s.a.v )'in Hazreti Ömer ( r.a )'ın sorusuna verdiği o muhteşem cevap gibi;

" İstemez misin ey Ömer dünya onların, ahiret bizim olsun ? "

Mescidden çıkarken elinde poşetlerle hol de yürüyen Rahman'ı gördüm.

"Bu ne kardeş hayırdır ? "

" Ekibe kahvaltı hazırlayalım hem Şura'da öyle boğaça falan yemesin bu yaşta."

Şura'nın ismini her anışın da gözlerinde oluşan mutluluk dikkatimden kaçmamıştı.

" Bana bak Rahman; sen bu kızı iyi sahiplendin sonradan üzülürsün demedi deme."

" Nasıl sahiplenmeyeyim be kardeşim ? Koray anlatmış size bu rüya olayını. Oğuz baksana benim gördüğüm rüyayı görmüş çocuk dün akşam bana ne dedi biliyor musun ? "

" ' Babam beni kurtaramadan öldü. Allah babamı aldı seni verdi bana. Hem rüyamdada gösterdi seni; böyle beyazlar içinde bana elini uzatıyorsun. Sen benim ikinci babamsın. ' dedi Oğuz bu nedir kardeşim ? "

Anlattıkları karşısında midem kasılmıştı.

Peyniri dilimlerken yüzüne bakmadan konuşmaya başladım.

" Tamam kardeşim ama ilerde şüphesiz Şura'yı yetimhaneye falan alacaklar veya Azerbaycan'a gönderecekler o çoçuk oranın vatandaşı. "

" Öyle deme lan belki Korhan Yarbayla aynıdır kaderimiz. Şüphesiz Rabbim kalbimden geçeni biliyor. İnşallah nasip ederde Şura benim evladım olur. Bak o şehit kızını aldı. Belki Dedeler bana Bi torpil geçer kolları uzundur onların. "

Söyleyecek bir söz bulamamıştım. Saat yedi olmuştu. Sabah namazını kılan Yuvaya damlar düşüncesi ile kapıya kulak kabartmaya başladım.

Aradan on dakika geçmemişti ki kapı bibledi. Mutfağın aralık olan kapısından Kenan'ın geçtiğini gördüm.

" Hadi al şunları."

Rahman peynirle domatesi elime uzatırken, kendide bir kaç birşey alıp önüme düştü.

' Kenan hortladık geliyoruz oğlum. '

Harekat merkezine vardığımızda Kenan'ı arka dev ekrandaki haritayı seyrederken gördük.

" Selamun aleyküm ! "

Bendeki heyecanın Rahmanda da olduğu mimiklerinden belli oluyordu.

Kenan döner koltukla beraber bize dönerken selamı aldı.

" Aleyküm Selam kardeşim. "

Ve işte gözgözeyiz.

Kenan'nın bizi gördüğündeki hali projektör ışığığına denk gelen talihsiz bir tavşanı andırıyordu.

Oldukça çevik bir şekilde ayağa kalktığında altındaki koltuk arkaya fırladı. Koltuğu yere devrilmeden tutan Kenan siper misali önene çekip, var gücü ile bağırdı.

"Laaaannn ! "

Bu korku mudur, yoksa heyecan mıdır bilinmez ama; göğüsü seri bir şekilde kabarıp iniyordu.

"Bismillahirrahmanirrahim, Bismillahirrahmanirrahim."

Biraz önce devrilmesin diye tuttuğu koltuğu kenara fırlatıp.

Kollarını açarak bize doğru koştu.

Daha koşarken gözündeki yaşın parlaklığını farketmiştim.

Kenan bir Rahman'a bir bana sarılıyor, alnımızdan, yanaklarımızdan, bazen de yüzümüzde nereyi öptüğüne aldırmadan peşpeşe öpücükler konduruyordu.

Rahman daha fazla dayanamayıp iki elini Kenan'ın yanağına atarak durdurdu.

" La tamam oğlum yeter, her yerimiz salya sümük oldu."

" Lan nasıl çıktınız o cehennemden kaç gündür ne haldeyiz biliyo musunuz ? Tim bitik durumda."

Rahman sesini daha da kısarak;

"Kalkacağız kardeşim ayağa kalkacağız Allahın izniyle. "

Saat gitgide ilerlerken Korhan baba'nın arkası sıra gelen Kenan, Samed, Bora, Sinan hepsi benzer tepkileri verdiler.

Hâla gerçek olduğuna. inanmıyor, iri gözlerle ara ara bize bakıyorlardı.

Kapı bibledi ve kaybolmamızdan kendilerini sorumlu tutan Ömer ve Koray içeri girdi.

Önden gelen Ömer bizi gördüğünde olduğu yere çakılı kalarak, yanından geçen, yüzü yerde önüne bakmadan yürüyen Koray'ın durması için koluna vurdu.

Koray başını kaldırıp Ömer'e bakacaktı ki bizimle gözgöze geldi.

Şoktan çıkamayan, hiçbir tepki dâhi vermeyen Ömer, Koray'ın arkasında bırakın gözünü çekmeyi ' Kaybolurlar' düşüncesi ile kırpmıyordu bile.

Koray ise gözünü masadan bir anlığına kaçırıp masaya doğru tekrar ilerlemeye başladı.

Ara ara bakıyordu ama gözlerinde korku ve mahcubiyet vardı.

Hâla dikilen Ömer'e bakıp gözyaşlarını farkettiğinde Koray'ın şoku o zaman başlamıştı.

" Ha sssss....r lan ! "

Deyip ayağa fırlayan Koray titreyen çenesi ile devam etti.

" Laaan ! "

Haykırıyordu !

Koray'ın üç günlük perişanlığı moraran göz torbalarından belli oluyordu.

" Bu gerçek mi ? Ba... Baba.... Bab...baba yanındaki Rahman mı ? "

Korhan yarbay'ın Korayı seyrederken ki mutluluğundan ne kadar eğlendiği belli oluyordu.

" Yok Cilalı İbo. Rahman işte oğlum görmüyor musun ? "

Koray Rahman'a bakıp, kabadayı misali kollarını kabartarak;

" Kalk la ayağa ! "

Tıpkı ben gibi bu kadar olacağını tahmin etmeyen Rahman dolan gözlerini Koray dan çekemiyordu.

Rahman ayağa kalktığında Koray bir müddet boydan süzdü.

"Kardeşim valla ben demiştim. Yemin ederim demiştim. ' O adam..... o adam gibi adam bir yolunu bulur ' demiştim. Aha babaya sor valla bak."

Belki Koray farkında değildi ama ağladığı yüzünden ne kadar belli olmasa da, dinmeyecekmiş gibi akan yaşları bunun aksini söylüyordu.

Hâla Rahman'ı kucaklarken Ömer de bana koştu.

Biraz önce kırışa kırışa gülen Korhan baba şimdi ağlıyordu.

Kimi ağlatmaz ki bu manzara ?

Koray Rahman'ı sol kolunun altına alarak sessizce bir Rahman'a bir bana bakıyordu.

Beklenmedik bir şekilde önce kendine daha sonra Rahman'ın ve benim göğüsümüze sıkı bir çimdik.

Bu gerçekten canımızı yakmıştı.

Bunu beklemeyen Rahman acı ile göğüsünü tutup olduğu yerde sıçradı.

" Lann elini ayağını dedirttirme bak bana ! Şurda komutan var."

Kaşlarını çatmış hâla göğüsünü tutuyordu.

Koray masada ki ekibe bakıp.

" Hacı rüya değil lan ! Valla billa gerçekler. "

Duygusal atmosfer yerini gülücüklere bırakmıştı.

Kapı açıldığında hep birlikte Serpil ile elini tutan Şura'ya baktık.

" İşteeee GökGözlüm de geldi ! "

Şura bir taraftan meraklı gözlerle etrafı seyrediyor, bir yandan Serpil ablası ile bize doğru adımlıyordu.

Rahman her birimizi amcası olarak tanıştırdığı Şura'ya doğru ilerleyip kucağına aldı.

" Bak Aybalam ! Burada kimler var ? "

Şura ve Serpil'inde katıldığı muhteşem bir kahvaltıdan sonra hasret kaldığımız çayımızı yudumlamaya başladık.

Korhan baba boğazını temizleyip konuşmaya başladı.

"Evet kurtlar biraz hüzünlüde olsa bu görevide yüzümüz akıyla bitirdik. Şimdi Rahman Şura'yı bizim eve götürüyoruz. Gülsüm yengen elinden geldiğinde muayane edecek. Yok ' Burada olmaz ' derse hastaneye götürüp Tuğçe'nin üzerinden giriş yaparak sıkı bir kontrolden geçireceğiz. Ama psikolojik desteği hastanede bu yolla yaptıramayacağımız için Zümra dan yardım istedim. Ankara dan geliyor 3 saate kadar evde olur. Asistanlıkta birinci senesi olsa da bize yardımı dokunacaktır. "

Rahman'ın gözleri parlamış yanında oturan Şura'ya bakıyordu.

" Çok iyi düşünmüşsün komutanım Allah razı olsun. "

Korhan baba devam etti.

" Şimdi bu öncelikli olan birinci meseleyi hallettik. İkinci mesele; Aksakallılar dan bir elçi geldi. Ankara'daki Yuvamız tamamlandı oraya geçeceğiz ve..." deyip bir müddet bize baktıktan sonra;

" MİT ile koordineli çalışacağız. Yani yarı resmi bir şekilde."

Buna masadaki ben dahil herkes çok şaşırmıştı.

" Sınırlı sayıdaki MİT elemanı sizi tanıyacak. Kesinlikle Aksakallıları onlara canınız pahasına da olsa deşifre etmeyeceksiniz. Onları sadece siz ve MİT müsteşarı bilecek."

" Neden böyle bir karar alındı komutanım bir bilginiz var mı ? "

Bu isabetli soruyu soran Rahmandı.

" Bir bilgim yok evlat ama Türkiye üzerinde geçmişte olduğu gibi büyük oyunlar dönüyor. Dikkat ederseniz namuslu şerefli bütün rütbeli asker ve polisleri Ergenekon bahanesi ile içeri aldılar. Yani bir nevi aslanları kafeslediler. Bu birinci darbe; ikinci darbe gelebileceğini düşünüyorlar ve bunun sonucuda çok ağır olacak gibi. Bu benim kişisel fikrim. Yani demem o ki siz MİT in kılıcı olacaksınız, emirler yine aksakallılardan gelecek. Onlardan başka kimseden emir almayacaksınız buraya kadar anlaşıldı mı ? "

"Anlaşıldı komutanım ! "

" Şimdi Rahman, Oğuz ve Şura kızımız'ın kurtulmasının niyetine yengeniz akşam yemek veriyor. Hepiniz davetlisiniz. Masraf benden, mangalı her zaman ki gibi Rahman yapacak. Burası da anlaşıldı mı ? "

Herkesin hoşnutluğu yüzlerinden belli oluyordu.

" Anlaşıldı komutanım ! "

Korhan Yarbay Rahmana dönerek;

" Rahman; sen, ben ve Şura şu muayene işlemleri için hemen şimdi çıkalım. Kurtlar sizde fazla geç kalmayın. "

Hep bir ağızdan;

"Emredersiniz komutanım ! "

Korhan baba derin bir nefes çekti.

Yüzüne baktığımızda, sırada ki söyleyeceği şeyin, üzecek mi yoksa mutlu edecek şey mi olduğunu çözemiyorduk.

Buruk bir şekilde, gülen gözlerle bakarak.

" Sakın gelmemezlik yapmayın. Bu yaşınıza kadar almadığınız kadar büyük bir sürpriz var yemekte."

4 saat sonra...

Zümra'dan...

" Kübra dikkat etsene yaa ! İlk önce aynana bakacaksın müsaitse sinyal verip şerit değiştireceksin. "

" Aman kızım be ! Ne yapalım yavaş yavaş öğreneceğiz. Bu arada Korhan baban ne iş yapıyor demiştin."

Bu kız arkamızdan gelen fren ve korna sesine aldırmadan nasıl bu kadar sakin kalabiliyor anlamıyorum.

" Özel bir firmada muhasebe müdürü."

Rahmetli babamdan dolayı biliyordum ama gerçekte ne iş yaptığını söyleyemezdim. Bu yaşıma kadar bırakın katıldığı operasyonları " İşlerin nasıl Korhan baba ? " dahi diyememişimdir.

Sadece bir kız çocuğunu getirdiklerini ve psikolojik yardıma ihtiyacı olduğunu biliyordum.

Bu kadar bilmem kâfiydi bana.

Ne kadar merak etsemde " Nasıl oldu, nereden geldi ? " gibi sorular sormam söz konusu bile olamazdı.

" Sağa yaklaş sapaktan içeri döneceksin. Kübra şehir içine giriyoruz dikkatli ol. Verdiğime pişman etme lütfen."

Kübra kaşlarını çatıp;

"Hıhh...çok bilmiş."

" Hıh " derken dudağının aldığı şekle gülmüştüm. Kübra benim en iyi arkadaşımdı. Mütevazi ve dinine düşkün bir ailede yetişmişti. O da ben gibi tesettürlü ama bana göre biraz deliydi.

Gülsüm annemin arkadaşlarımı beğenmesi her kız çocuğu gibi benimde hep hoşuma gitmiştir. Kübra onların başında geliyordu.

Üç saatlik yol gözlerime ağırlık çökmesine sebep olmuş, biraz olsun hafiflerim umudu ile Kübra'yı kızdırmak için hamle yaptım.

" Aferin benim kızımaaa ! Buraya kadar fena değildi. Ev hemen şurada. Sağdaki camiye yaklaş öğle namazlarımızı kılalım. "

Daha ' Aferin ' dediğimdeki Kübra'nın yüz ifadesi dudaklarımı birleştirip için için gülmeme sebep olmuştu.

" Şuna bak ya ? Valla çarparım ağızına haa ! İyi ki benden önce öğrenmişsin araba sürmeyi. Egoist kertenkele. "

Gözlerini daha fazla yoldan çekmemesi için sıradaki hamleyi bir süreliğine erteledim.

" Valla iyi akıl ettin. Oraya gidince Gülsüm hocayla lafa dalar akıl edemezdik namazı."

Bayanlar mescidine girdiğimizde boğazımızın düğümlenmesine, olduğumuz yerde ağaç misali dikili kalmamıza sebep olacak bir ses kulağımızı okşamaya başladı.

Bayanlar bölümü ile erkekler bölümünü birbirinden ayıran beyaz bir örtüydü.

Erkekler bölümünde genç olduğunu tahmin ettiğimiz biri Kuran okuyordu. Mükemmel bir sesi, mükemmel bir tilaveti vardı. İlk defa Kur'an-ı Kerim'i bu kadar kusursuz ve muhteşem okuyan genç bir sese şahit oluyordum.

"Allahım bu ne ? "

Kübra hayretler içerisinde fısıltı ile içini dökmüştü. Caminin muhteşem akustiği ile birleşen ses insanın içine işliyordu.

Namazı unutmuştuk. Ani bir hareketle sanki ses kaybolacakmış düşüncesi ile yavaş yavaş olduğumuz yere dizüstü oturduk.

Gözlerim dolmuş, kalbim hiç atmadığı kadar sakin ve huzur dolu atıyordu. Okuduğu Fetih suresiydi. İnsanı maneviyata boğuyor, kelimelerle anlatamayacak kadar huzur veriyordu.

On dakika hiç bir eklemimizi hareket ettirememiştik.

" Seni yetiştiren anneye babaya helâl olsun kuzum benim. Maşallah, Maşallah yavruma. "

Bu peşpeşe gelen iltifatlar iki-üç sıra yanımızda oturan altmışlı yaşlarda, yanyana olan iki teyzeden birine aitti.

Yaklaşık on dakika sonra;

" Sadakallahülazim" dediğinde içinde kaybolduğumuz maneviyattan silkelenip Fatihamızı okuduk.

Çok merak etmiştim bu sesin sahibini. Tam niyetlenip namaza başlayacaktım ki dışarı çıkan birinin ayakkabılarını yere bıraktığını duydum. Bir süre ' Baksam mı bakmasam mı ? " diye düşündükten sonra merakıma yenik düşüp perdeyi araladım.

"İnanamıyorum ne kadar genç" ses

Kübradan gelmişti.

' Hangi ara geldin yanıma be kızım ? '

Evet gerçektende çok gençti. 180 ilâ 185 boylarında, fazlasıyla atletik yapılı, çatık kaşlıydı ama bakmakla bıkılmayacak nur topu gibi yüzü vardı.

Kübra;

" Gerçekten maşallahı var. Allah sahibine bağışlasın." dediğinde hâla bağış kutusuna para atan gençten gözümü çekememiştim.

Kübranın koluna çimdik atıp;

" Bakma harama kız. Camidesin. "

" Aman ne yapıyosun be ! Baktıkta hemen nikahımıza mı aldık ? "

"Hadi namazımızı kılalım."

Hiç bu kadar huşu ile namazımı kılmamıştım. Bunda okunan Kuran'ın çok etkisi olmuştu.

Camiden çıktığımızda o gencin adımladığı avluya göz gezdirdim.

'Acaba bu musluktan su içti mi ? Acaba bu kapıdan mı, yoksa şu kapıdan mı çıktı ?' diye düşünürken ne kadar yalnış düşüncelere kapıldığımı farkedip önümde yürüyen Kübraya yetişmek için adımlarımı hızlandırdım.

' İyice delirdin Zümra ! '

Cami çarşının içerisindeydi. Kübra motoru çalıştırıp, kendinden emin bir şekilde birinci vitese ittikten sonra yavaş yavaş yola koyuldu.

Çarşıda ilerlerken aklıma Korhan babamın pişmaniyeyi sevdiği geldi.

" Hay Allahım nasıl unuttum . "

Kübra şaşkınca yüzüme baktığında sesli düşündüğümü farketmiştim.

" Neyi unuttun kız ! Ne oldu ? "

"Park yeri bulda babama pişmaniye alacağım. "

Tam beni dinlerken yüzüme bakmıştı ki...

" Kübra dikka..." et demeye kalmadan olan olmuştu.

Ben ellerimle gözümü kapatırken; Kübranın kulakları sağır edecek çığlığını duydum. Geçte olsa Kübra nın yaptığı ani frenden sonra arabada hafif silkelenme olmuştu.

" Yu... Yuh beee ! "

Kübra'nın yuhlaması itiraz dan çok hayret gibi gelmişti kulağıma.

'Allahım almalıydım arabayı. Alsam çarpmazdı. Benim hatam. ' diye düşünürken kaderimle yüzleşmek için ellerimi gözlerimden çektim.

İlk gördüğüm görüntü karşısında ben Kübra gibi yuhlamasam da araç kaputu'nun üzerinde ayakta duran adamın yüzüne alttan yukarı baktığımda hayretimi içime atamadım.

" Allahım sen yardım et. Bu adam buraya kaşla göz arası nasıl çıktı ? "

Kübra da, ben de ellerimiz ağızımızda kalakalmıştık.

Adam kabutu daha fazla ezmemeye dikkat ederek aşağı atladı.

Karşımıza dikilip, bize baktığında bir şokta o anda yaşadım.

" Bu.......bu camide Fetih suresini okuyan adam."

Aşağı inmemizi bekliyormuşcasına gözlerimize bakıyordu.

Arabanın içerisinden gözlerine baka kalmıştım. Çok güzel, çok derin bakıyordu. Güneşten çatılmış kalın, kapkara oymalı kaşları önünü kapatmasına rağmen, gözlerinin yeryüzünde gördüğüm, siyahın en koyu tonu olduğuna yemin edebilirdim. Bu siyahlar güçlü bir manyetiğin demiri çektiği gibi insanı içerisine çekiyordu.

Birden silkelenip kendime geldim.

' Haram Zümra haram ! '

Kübra'nın koluna dürtüp;

" Kızım insene arabadan ne bakıyorsun ?" dedikten sonra açma kolunu kendime doğru çektim.

Yüzü ne kadar tebessüm etse de gözleri karşısındakini korkudan titretecek kadar etkileyiciydi.

Karşımdaki iri adama mahcup gözlerle bakıp;

" Lü......lütfen kusura bakmayın arkadaşım acemi. "

Ne dik duruşunu bozmuştu, ne de otoriter bakışlarını üzerimizden çekmişti.

"Hanımlar dikkatli olmalısınız. Acemiysek şehir içinde sürmemeliyiz. Ben değil, karşınıza küçük bir çocuk çıkabilirdi." deyip bir Kübra'ya, bir bana baktıktan sonra yere saçılan poşetlerini toplamaya başladı.

" Çok haklısınız afedersiniz tekrar özürdileriz."

Hem konuşu, hem arkasından poşetleri toplanmasına yardım etmek için uzanmıştık ki.

Elini dur anlamında uzatıp;

" Zahmet etmeyin ben toplarım."

' Ne zahmetinden bahsediyorsun be adam ? '

Sanki düşüncemi okuyormuş gibi yerde ki dökülen elmaları toplarken parlayan gözlerini bana çevirdi.

" Sizin birşeyiniz yok değil mi? "

"Yok hayır teşekkürler biz iyiyiz. Değil mi Kübra ?"

Kübra dan cevap gelmeyince yüzümü ona çevirdim.

Deli adama dalmış öylece bakarken koluna dürtmemle sıçradı.

" Hı hı bizim.......bizim bişeyimiz yok."

Etrafımızdaki kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.

" Dediğim gibi acemiysek arabayı tam hakimiyetiniz altına almadan şehir içine çıkmamanızı öneririm. Haydi Allaha emanet" deyip sanki bütün olanlar hayatının rutin bir parçasıymış gibi kendini bozmadan uzaklaştı.

Şöför tarafına geçerek arabaya bindim.

" Yaaaa ! Ne kadar centilmen, mütavazi bir adam ve fazlasıyla yakışıklı gördün mü Zümra ? "

Arabanın torpidosuna dalıp gitmiştim. Kübra'yı duyuyordum ama kilitlenen çenemi açıp cevap veremiyordum.

" Zümraaa ! Dünyadan Zümra'ya."

Daha fazla uzatmayıp konuşmaya başladım.

" Hı evet evet öyle. Hem sanane adamın yakışıklılığından ? "

"Ya nasıl denk getirdik camide sesine hayran olduğumuz adamı. Özellikle takip etsek bu kadar olmaz. Büyük tesadüf."

' Bizde tesadüf yoktur bizde tevafuk vardır. Allahım çok şükür yarabbim.'

Kübra'nın hâla elleri titriyordu.

"Hem...... Hem o adam kaputun üstüne nasıl çıktı biz daha kafamızı çevirmeden ? "

"Evet gerçekten şaşılacak bişey; mükemmel bir refleks."

Kübra;

"Çevredekilerin bile nutku tutulmuş bize bakıyorlardı. Aha buraya yazıyorum bu adam asker. "

' Şeytan ! '

Ne kadar onun vesveselerine uymamaya çalışsamda olmuyordu.

Dökülen poşetlerini toplamak için yere çömeldiğinde bile karizmasından hiç birşey kaybetmeyen dev gibi duruyordu.

Ya güneşin içine vuruşuyla alttan bana bakan kömür karası gözleri ?

Güneşin dahi siyahlığını açamayan gözleri bir türlü zihnimden gitmiyordu. Yanaklarım yanıyor, ellerimdeki ter direksiyonu ıslatıyordu.

Bu sokağa nasıl girdim, buraya kadar kaza yapmadan nasıl geldim hiçbir fikrim yoktu.

Evin önüne park edip el frenini çektiğimde Kübra'nın gözlerime bakıp hınzırca gülümsediğini gördüm.

Aklından neler geçtiğini biliyordum ama ailemin özlemi daha ağır bastığı için tartışmayı ertelemeyi tercih ettim.

Evimiz çok büyük bir bahçenin üzerine kurulmuş üç katlı müstakil bir binaydı. Önünde yazları kahvaltımızı yaptığımız, üniversiteye hazırlanırken tercih ettiğim, defterlerim ve kitaplarımla bütün olduğum şirin bir kamelyası vardı.

Dış bahçe kapısını açarken terleyen elimin siyah boyalı demir de bıraktığı ıslaklık gözümden kaçmamıştı.

' Allahım sil aklımdan. '

Korhan babam ve Gülsüm annem bizi kapıda karşılamıştı.

Korhan babam bütün babalar gibi pek belli edemez sevgisini ama Gülsüm annem tıpkı kızı Tuğçe'ye bakar gibi buğulu bakıyordu gözlerime.

Bir kaç dakikalık ayaküstü sohbetten sonra Gülsüm annem eli ile kapıyı gösterdi.

" Hadi kızlar içeri geçin misafirimiz içerde. "

En önden harekete geçip açık olan kapının önüne vardığımda çocukluğumdan bu yana aşina olduğum o muhteşem koku bütün benliğimi kucakladı.

' Evimin kokusu ! '

Ayakkabımı çıkarmak için topuğuma basmıştım ki dış kapının kilit sesini duydum.

Başımı o yöne çevirip herkesin baktığı yöne baktığımda gözümün önünü Kübra'nın bordo renkteki eşarbı kapatmıştı.

Kimin geldiğini görmeye çalışarak parmak uçlarıma kalkmak için hamle yaptığımda Kübra'nın irileşmiş gözleri ve sonuna kadar açılmış ağızı ile karşılaştım.

Başımı kenara yatırıp gelen kişiyi gördüğümde iliklerime kadar buz tuttuğumu hissetmiştim.

' Bu ayakkabılar, bu pantalon, bu deri mont, bu....bu poşetler ? '

Belki hepsini unuturum ama o siyah inci tanesi gözleri bu kadarcık sürede istesemde unutamazdım.

İlk Camide gördüğümüz muhteşem sesli adam, ikincide çarşı da neredeyse canını alacağımız adam, şimdide bahçe kapısından; benim babamın evinin kapısından beraber topladığımız yere saçılan poşetlerle giriyordu.

" Hoşgeldin evlat ! "

' Ya ne evladı Allah aşkına ? Neler dönüyor burada ? '

Gerçekten kafayı yeme seviyesine gelmiştim ve bu esrarengiz adamı kim olduğunu deli gibi merak ediyordum.

O da bizi gördüğüne şaşırmıştı ama onun şaşkınlığı ne bizim ki kadar derinden olmuştu, ne de bu kadar uzun sürmüştü.

Babam omzunda tutup kendine çekerek;

"Kızlar tanıştırayım bu..." derken Kömür Adam yüzümüze bakmadan sözünü kesti.

" Biz tanıştık dayı ! "

' Aha bir şok daha ! Ne dayısı ? Babamın kız kardeşi yok ki. '

" Allah Allah ! Nerede tanıştınız oğlum ? Ben Zümra'yı işyerine getirdiğimde sen yoktun ki bunu çok iyi hatırlıyorum. "

Kübra yanıma atılarak söze girdi.

" Biz cam...."

Bu kez Kübra'nın sözünü koluna attığım çimdik kesmişti.

Bu sözün nereye gittiğini çok iyi anlamıştım.

Karşımızdaki adam bizi camide görmemişti. Onu gizlice seyrettiğimizi anlamasın diye Kübraya yaptığım tam yerinde bir hamleydi.

" Cam yani arabanın camı..."

' Ya ne saçmalıyorsun Zümra ? '

" Camın önü yani arabanın kaputun da tanıştık. "

Keşke Kübra'nın ' Cami de karşılaştık. ' demesine izin verseydim. Belki bu kadar rezil olmazdım.

" Kaput mu ne kaputu kızım ? "

Korhan babam kaşlarını çatmış merakla cevap bekliyordu.

Tam o arada gözüm istemeden de olsa Kömür Adam'a kaydı.

Tebessüm ediyordu !

Kısa da olsa ilk defa gözlerimin içine bakmıştı ve rezilliğime gülüyordu.

" Biz ufak bir kaza yaşadık dayı ama önemli bişey yok. Dalgınlığıma geldi yola atlamışım. Arkadaşlar az kalsın bana çarpıyordu. Son an da frene bastılar. "

' " Dalgınlığıma geldi." de ne demek. Kaldırımın kenarında bizim geçmemizi beklerken Kübra üzerine sürmüştü arabayı. Bu adam neden suçu üzerine alıyor ? '

Huzur veren sakinlikteki sesi ile suçu üstlenmesi centilmence bir hareketti.

Babam imalı bir şekilde başını sallayıp;

" Hı hı eminim öyledir. Tanıştıysanız tamam o zaman içeri geçelim."

"Ama isim... İsimlerimizi bilmiyoruz."

' Aferin Kübra ! '

Kırk yılda bir böyle faydalı çıkışları oluyordu.

Babam Kömür Adam'ı kolunun altına alıp;

" Tamam o zaman. Bu Rahman; bizim iş yerinden."

O ismi duyduğumda olduğum yerde kala kalıp, biraz olsun yükümü hafifletir umudu ile önümdeki Kübra'nın omzuna elimi attım.

' Ben ölüyom, vallahi ölüyom. '

Nefesim hızlanmış ellerim titremeye başlamıştı.

Bu o'ydu ! Kömür adam o psikopat tim'in en psikopat Alfası'ydı.

' Karabasan ! '

Olduğum yerde irkilmiş, dostu olduğum halde ismini andığımda ben bile titremiştim.

"Rahman bu kızlar da Zümra ve onun en iyi arkadaşı Kübra."

Rahman bir anlığına gözlerime baktıktan sonra, Kübra ile ikimize baş selâmı verdi.

Salona geçtiğimizde Tuğçe kollarını açıp bana doğru koşmaya başladı.

"Hoşgeldin Zümra ablaaa ! "

Dizlerimin üzerine çöküp gelen pamuğu kollarımı açarak karşıladım.

"Hoşbuldum canım, bir tanecik kuzucum benim. Ne haber ? "

" İyim teşekkür ederim. " dedikten sonra hiç zaman kaybetmeden oyuncaklarına dalmış küçük prensesi gösterdi.

" Bak bu Şura ! Yeni arkadaşım. "

Halıda dizüstü çökmüş olan prenses arkamızdan içeri giren Rahman'ı gördüğünde yüzüme bile bakmadan ona doğru sıçradı.

Rahman diz çökmüş halde Şura'ya kanatlarını açtı.

Şura'nın gözünün önündeki saçlarını kulaklarının arkasına alırken öyle naif, öyle kibar davranıyordu ki korkuyordu sanki. Sanki iki tel saçına bile dokunurken ' Ya incinirse ! ' düşüncesi Şura'ya dokunmasına engel oluyordu. Kısılmış kömürlerindeki gülüşünden merhamet, kısık konuşmasından zerafet akıyordu.

Şura yüzünü bana döndüğünde bütün vücudum gerilmişti. Şura'ya bir şey hissettirmemek için mimiklerimde en ufak bir oynama olmamalıydı.

Ben zorla da olsa bunu başarsam da Kübra daha fazla dayanamamış, salonu anında terketmişti.

' Allahım sen nazarlar sakın.

Etrafı mor olsa da, gözleri o kadar göz alıcı bir güzellikteydi ki; ne çevremde, ne televizyonda, ne de herhangi bir mecra da böyle bir güzelliğe denk gelmedim.

Göz bebekleri maviydi. Ama asıl harikalık o mavileri çevreleyen ince, siyah çemberdi. Neredeyse kaşlarına değecek kıvrık kirpikleri o kadar sıktı ki üzerine su değse arasından gözlerine sızmasının herhangi bir imkanı yoktu. Şura, Rabbimin yaratma sanatına birkez daha hayran bırakmıştı beni.

Ben de Tuğçe'ye yaptığım gibi birkez daha dizlerimin üzerine çöküp, ellerimi Şura'ya uzattım.

" Şura seni sevmem için bana izin verir misin ? "

Şura kalın kaşlarını yukarıya kaldırıp, Rahma'nın gözlerine baktı. O başını olumlu anlamda sallayınca bana doğru geldi. Kahverengi bukle bukle saçlarıyla fındık gibi burnu ve kıpkırmızı dudaklarıyla bu çocuk çok güzel bir çocuktu.

"Şura nasılsın güzellik iyimisin"

" Evet iyim teşekkür ederim"

'Allahım sese bak. Kurban olurum ben sana.'

Gülsüm annemin baktığından emin olduğum için muayene edip zaman kaybetmek istemedim. Kesinlikle hastaneye gidip uzman bir doktora göstermemiz lazımdı.

Korhan babam dahil herkes Şura ile beni izliyordu.

" İsterseniz hiç oturmadan hastaneye gidelim. Şura'nın zaman kaybetmeden bir uzmana görünmesi şart. "

Doktor dediğimde Şura tekrar Rahman'ın bacağına sarıldı.

Rahman güven veren bakışlarını Şura'ya çevirip uzun uzun baktıktan sonra;

"Tamam hemen gidelim."

Korhan baba;

" Zümra, Kübra; kızım siz Şura'yı götürün hastaneye. Rahman ne olur ne olmaz evlat sende git. Birşey yoktur Allah'ın izniyle. Acele edin yemeğe geç kalmayın."

' Ne yemeği ? ' demeden Rahman başı ile onayladıktan sonra kapıya doğru ilerledi.

Rahman Şura ile arka koltuğa geçerken ben şoför koltuğuna, Kübra ise yanıma oturdu.

Giderken kimsede ses yoktu. Şura bir oyuncakcının karşısından geçerken geri dönüp baktı.

Bu Rahman'ın gözünden kaçmamıştı.

" Şura ben oyuncakları çok severim biliyor musun ? Biliyorum büyüdüm ama ne bileyim hiç kopamadım. Şura ile hastaneden dönüşte bir kaç tane oyuncak alalım eğer Zümra ablanında vakti varsa. "

'Olmaz mı yüreği güzel adam olmaz mı ?'

Sırf kendini kötü hissetmesin diye çocuğa oyuncakları sevdiğini söylüyor. Halbuki biliyorum onların şimdiki gibi çocukluğunda da tek oyuncaklarının silahlar ve bıçaklar olduğunu.

"Tabi ki olur ! Ama bir şartla. Bende bir tane isterim."

Rahman dikiz aynasındaki gözlerime tebessüm ederken bakışlarında ki minneti gördüğümde boğazımdan aşağı ılık bir his indi.

' Kendine gel zümra ! O adam sana haram.'

3 saat sonra... Korhan Yarbay'ın evi...

Zümra'dan...

Bahçe kapısından içeri girdiğimde gördüğüm kalabalık karşısında şaşkına döndüm. Korhan babamın davetlileri olan tim gelmişti. Kübra akşam yemeği için İstanbul'da olan teyzesine söz verdiği için istemeyerek de olsa Gülsüm annem ile vedalaşarak ayrıldı.

Yaklaşık iki saat sonra yemekler yenilmiş, çaylı sohbete geçilmişti. Herkes Rahman'ın elinden yenilen yemeklere övgüler yağdırıyordu. Gerçekten muhteşem bir el lezzeti vardı.

' Sesi gibi ! '

Hâla o okuduğu Fetih suresinin etkisindeydim.

Tim ile Rahman arasında eşsiz bir sevgi, inanılmaz bir bağ vardı. Rahman hariç diğerlerini dört yıl önce ada'da ziyarette bulunmuştum. Yüzlerinde hiç bir değişiklik yoktu ama vucutlarında ki her bir kas kütlesi daha da irileşmişti.

Korhan babamın heyecanı gözlerinden apaçık belli oluyordu.

" Evet kurtlar ! Büyük sürpriz yemekte demiştim. Bu yaşınıza kadar alacağınız en büyük sürpriz. "

Gülsüm annemin içerden getirdiği zarfları elinde sallıyordu. Masanın etrafında geziniyor, herbirinin arkasından geçerken önlerine elindeki zarflardan birer tane bırakıyordu.

Başladığı yere, masanın başına geldiğinde derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

" Hazır olduğunuzda açın. "

Herkes büyük bir merakla zarflara elini attığında masayı kağıt sesleri almıştı.

İlk zarfı açan Koray sevinçten masaya vurup Babama doğru koştu.

Korhan babamla Koray birbirine sarılırken masadakilerin bazıları gülüyor, bazıları birbirine sarılıyor, bazıları hâla içerisinde bulunduğu şoktan çıkmaya çalışıyordu.

Heyacanına yenik düşüp gözünden yaş gelen bile vardı. İçlerinden sadece bir kişi tepkisiz bir şekilde hâla kağıda bakıyordu.

' Rahman ! '

Peki o kağıtta ne yazıyordu ?

Bu kadar ağırbaşlı insanları sevinçten havaya uçuracak şey, hatta ağlatacak şey ne olmalıydı.

' Gülsüm annem biliyordur. ' düşüncesi ile ona doğru yaklaştım.

Aşk dolu gözlerini, hâla büyük bir mutlulukla evlatlarını izleyen babamda kenetlemişti.

Korhan babam Rahman'ın hâlini gördüğünde biranda kaşları çatıldı.

Gülsüm annemin koluna girip çok merak ettiğim o soruyu sordum.

" Anne o kağıtta ne yazıyor ? "

Gülsüm annem masaya doğru ilerledi, yerde ki birinin farketmeden düşürdüğü kağıdı eline alıp iki adım karşımda durduktan sonra kağıdı bana çevirdi.

ARTIK AİLELERİNİZİ GÖREBİLİRSİNİZ!!!

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%