@batingam
|
Kübra'dan... Şuan anlıyordum ! O ada'da eşim ve nice çocukların çektiği acıları, maruz kaldığı işkenceleri ve uykusuz geceleri Koray'ın karşısındaki, başını yere eğmiş öylece gelecek olan tepkiyi bekleyen Haydar Ali'de görebiliyordum. Dimdik duruyordu ama yorgundu. Acı dolu, ızdırap dolu kalbini, yaşına göre daha da gelişmiş kaslı vücudu saklamaya yetsede; ara ara başını kaldırdığında gördüğüm torbalanmış gözleri tüm yaşanmışlıkları gözümde canlandırmama yetiyordu. Karabasan ve Timi'nin Zümra'ları kurtardığı o gün, Koray'ın bahsettiği, o zamanlar daha çocuk yaşta olan Haydar Ali'nin kurtarıldıkdan sonra KaraBasan'ın verdiği çikolataya karşı sarfettiği o cevabı unutmak vicdansızlık olurdu. "Siz Resulullah'ın ordususunuz. Açlıktan ölüp Allah'ın huzuruna varsam, ben çocuğum ve Allah bana hesap sormaz, ama sizin kumanyanızı yersem siz bir karış geri kalsanız bunun vebalini ödeyemem!" Kaç yıl ilim alırsak alalım, ne kadar düşünürsek düşünelim bu cümleleri kurmaya bilgimiz yetmez. O Türk askeri'nin kumanyasını yemeyen on yaşındaki Türkmen çocuk şimdi Kara Muhafız adayıydı. Onu bu sıkıntılardan çekip almak geliyordu içimden ama mermer merdivende dikilip, ara ara pas tutmuş siyah demir korkuluğu sıkmaktan başka birşey gelmiyordu elimden. En tuhaf olanı ise o ada'ya tekrar dönmemek onun elindeydi. Ne öğretiyorlar, bu çocuklara ne aşılıyorlar ki o kadar sıkıntıya rağmen tilki misali tekrar dönüyorlar kürkçü dükkanına. Bu gibi zamanlarda kasfetli olması gereken hava, bu akşam ferah bir esinti ile doldurmuştu içimizi. Biliyordum kocamı ! Haydar Ali'ye sarılmak istiyordu; 'Ben de senin çektiklerini çektim.' deyip ağlamak istiyordu ama yapamazdı. Tıpkı onlara işkence yapıp, onlar görmesin diye arkasını dönüp ağlayan Korhan Albay gibi. Dünya'da eşleri benzerleri yoktu. Eşsiz olmak içinde o ateşte pişmek zorundaydı herbiri. Osmanlı kılıcı gibi; hamur misali yüzlerce kez katlanıp dövülmek zorundaydılar. Refize olmamışsın." Koray'ın konuşması ile başı eğik olan Haydar Ali tek yanağı ile kısa bir tebessüm etti. "Size söz verdim Komutanım." "Burada 'Komutanım' demeyi bırak bana ! 'Abi' de." "Emredersiniz Kom... Emredersiniz Abi." Nasıl olabiliyordu ? Biz Haydar Ali'nin bu gafına sırıtırken Koray nasıl taş gibi duruyordu. "Emredersiniz de yok." Haydar Ali; "Tamam komutanım." "Lan oğlum 'Komutanım' yok. Şimdi geç içeriye de, bu düştüğün durumdan nasıl kurtulacaksın anlat bana." "Ben geçmeyim Komutanım. Burada iyim." Yüzünü bize dönüp eve yönelen Koray Haydar Ali'ye bakmıyordu bile. "Rica etmedim. Emir verdim." Haydar Ali Emre itaatsizlik cezası'nın ne denli ağır olduğunu gayet iyi biliyordu. Koray ve Oğuz içeri girdiğinde Şûra daha fazla dayanamayıp Haydar Ali'nin önüne atıldı. "Çok değişmişsin ! Beni hatırladın mı ?" Bu denli güzel bir kızın aynı yaştaki bir erkeğin önüne atlaması ve onunla konuşmaya çalışması, o erkeğin başına gelebilecek en güzel şeydi belki. Haydar Ali bunu yapmamış, Şûra'nın yüzüne bile bakmamıştı. "Komutanım bekler ben içeri geçeyim." Şûra beklemediği bu cevap karşısında bir şey demeden önünden çekilirken Afgan Muhafızlarındaki bütün kızlar'ın kendilerini toparlayıp onu hayranlıkla izlemeleri dikkatimden kaçmamıştı. Asel; "Hoşgeldiniz Komutanım.' dediğinde biz kadar, yüzünü ona dönen Haydar Ali'de şaşırmıştı. "Hoşbuldum. Teşekkür ederim." Salona geçip, Topal Hoca'yı Koray ve Oğuz'un şakağından öperken gördüğümde Gökçenler'in çiftlikdeki hep beraber olduğumuz, Topal Hoca ile ilk tanıştığımız o güzel gün aklıma geldi. "Eeee kardeşler ! Özlediniz mi birbirinizi ?" Koray; "Çok özledik Hocam. Buraya çağırdık ama 'Kalabalık olur' diye gelmediler. Siz dün görüşmüşsünüz galiba ?" Koray'ın saçını eli ile yana tarayan Topal Hoca; "Görüştük oğul görüştük. Hepiniz çok iyisiniz hamdolsun. Peki Rahmanım'ı özledin mi Koray ?" Bu soruyu özellikle soran Hoca'nın yüzüne bakarken, huzurla gülümseyen Koray'ın aniden suratı asıldı. "O'nun adını anmayın bana Hocam." Koray'ın bu çıkışına huzursuz olması gereken güler yüzlü Topal Hoca, dahada mutlu olmuştu. "Ne oldu, yine mi kızdırdı seni ?" "Yedi aydır aramıyor Hocam. Düşünsenize yedi aydır Rahman ve Koray birbirinin sesini duymadı." Koray'ın sırtına elini atan Topal Hoca, bu ayrılmaz ikilinin ne kadar kızsalarda birbirinden ayrılmayacağını gayet iyi biliyordu. "Çocukları'nı bile aramamış. Sizin işler nasıl yürür bilirsin oğul. Rahman en riskli yerde. Nereden ararsa arasın artık herşeyi dinleyebiliyorlar." Koray kabul eder gibi başını sallasada Rahman'a olan kırgınlığı bir nebze olsa azalmamıştı. "Ali geç karşıma otur !" Koray'ın bu ani çıkışı karşısında, salon kapısının önünde sessizce dikilen Ali, sözü ikiletmeden Koray'ın karşısındaki üç kişilik kanepeye tek başına otururken, onu donuk bakışlarla izleyen Koray bizden tarafa döndü. "Kübra !" Kızlardan müsade isteyip öne çıktım. "Efendim !" "Mert, Tuğrul, Kürşad nerede ?" "Mert ile Tuğrul dışarda. Kürşad burnundan yaralanmış, Asel'de lavaboda ona yardım ediyor." Yüzünü, bacaklarını birleştirmiş, gözü halı deseninde olan Ali'den ayırmayan Koray; "Tamam ! Mertle Tuğrul'u çağırır mısın ? Kürşad da işi bitince gelsin." Yönümü çelik kapıya döndüğümde bacaklarıma dolaşan Murad ile birlikte düşmekten son anda kurtuldum. "Teyzesi'nin kuzusuuu ! Düşüyordum az kalsın." Kucağıma alırken kalabalık olan salona bakan Murad'ın sorduğu soru kalbime ince bir kıvılcım etkisi yapmıştı. "Kübüş Teyze;nneden evimiz bu kadar kalabalık, Babam mı gelecek ?" Yüzüne baktığımda yeşilini annesinden, koyu siyah çerçevesini babasından alan muhteşem gözleri, vereceğim cevabı merakla bekliyordu. Dört yaşındaki bir çocuğa göre akıcı ve anlaşılır konuşması daha şimdiden ne denli önemli bir insan olacağını alenen ortaya koyuyordu. Ne diyeceğimi bilemeyip, mesleğimin verdiği cesaretle cevap vermeye çalıştım. "Baban değil ama Baba'nın en yakın arkadaşı Koray Amcan geldi." "Senin kocan mı ?" İpek gibi parlayan düz, simsiyah saçlarını gözünün önünden çekip beyaz teninin üzerine işelenmiş al yanaklara dudaklarımı gömdüm. "Evet benim kocam Teyzesi'nin meleği." deyip kapı koluna elimi attım. Kapı önünde dev arkadaşının asık suratına kahkaha atan Mert, kucağımdaki Murad'ı gördüğünde sigarasını sakladı. "Çağır bakalım Amcanı." Murad, aşağıda ki Amcasına döndüğünde, her genç kızın hayali olan uzun kıvrık kirpikleri bağırırken birbirine kenetlendi. 'Allahım sen nazarlardan sakla YaRabbim.' "Pişşştt delikanlı ! Hadi seni bekliyoruz." Tuğrul'un sırtına vurup yolu gösteren Mert'in, Murad'ı gördüğünde gözlerinin içi gülmüştü. "Tamam Delikanlı hemen geldik." deyip merdivenleri adımlarken yönümü tekrar salona döndüm. Murad; "Beni eşinle tanıştırır mısın ?" Bu çocuğu parçalamamak elde değildi. "Hemen tanıştırıyorum meleğim." deyip mutfağa baktığımda Zümra, Şûra ve Gökçen'in canla başla çalıştığını gördüm. Elindeki tepsi'yi fırına süren Zümra; "Kübra Zehra'yı da alır mısın ? Daha Haydar Ali'ye hoşgeldin bile diyemedim." dediğinde Gökçen ve Zümra'nın ortasından Murad'ın uzun saçlı versiyonu olan ikizi Zehra'nın, kurnazca kalın kaşlarını kaldırıp baktığını gördüğümde elimi uzattım. "Gel bak. Gel seni kimle tanıştıracağım." "N'oldu, kiminle tanıştıracaksın ?" deyip heyecanla elimi tuttu. Kalabalık olmasına rağmen sessiz kalan salonu benim sesim doldurmuştu. "Açılın bakalım. Bakın kimler geliyor ?" dediğimde Koray başını ellerinin arasından çıkartıp ona doğru tereddütle yürüyen Zehra'ya bakakaldı. Dili tutulmuş elini ayağını nereye koyacağını şaşırmıştı. Bana bakıp 'Gerçek mi ?' diye soran gözlerine başımı sallayarak cevap verirken kucağımdaki Murad'ı da indirdim. Zehra'nın karşısında ayağa kalkan Koray, arkasındaki Murad'ı gördüğünde ağızı açılmıştı. "Allahım Allahım !" deyip diz üstü çökerek Zehra'ya sarıldı. "Hoşgeldin Amca." Şaşkınca geri çekilen Koray, başını tebessümle onu izleyenlere çevirdi. "'Amca' mı dedi o ?" deyip, bir koluna Murad'ı, bir koluna Zehra'yı alarak dizine oturttu. "Bir daha 'Amca' deyin bana." İkiside aynı anda 'Amca' dediklerinde Koray; "Bir daha !" dedi. Koray kucağındaki iki meleğin 'Amca' demelerine doyamazken, bu durum ikizlerin oldukça hoşuna gitmişti. Koray'ın, Haydar Ali'yi titreten, salonu sessizliğe boğan disiplininden eser kalmamıştı. Kürşad yanımdan geçip, Hoca'nın elini öptükten sonra Haydar Ali'nin omzuna elini atarak yanındaki yerini aldı. "Nasılsınız Hocam ?" Elini göğüsüne koyan Topal Hoca; "Hamdolsun yavrum. Görüşmeyeli epey vakit oldu. Sizler nasılsınız ?" "İyiz Hocam hamdolsun. Nasıl bıraktıysanız öyleyiz." derken Mert ve başını kapıdan eğerek geçen Tuğrul geldi. Gözlerini ışıklarını gölgeleyen Tuğrul dan alamayan Zehra ve Murad, Koray'ın gözlerine 'Bu gerçek mi ?' der gibi şaşkınca baktılar. Kucağında çocuklar olmasına rağmen, Koray'ın karşısındaki Haydar Ali'ye attığı can alıcı bakışlar, genç Muhafız'ın daha da büzülmesine sebep oluyordu. Kürşad'ın burnunda herhangi birşey olmasada, gözlerindeki kızarıklık hâla geçmiş değildi. Koray ikizleri birkez daha öperek Haydar Ali'ye baktı. "Helâllik al abilerinden." Haydar Ali ayağa kalkıp elini uzattı. Bu hareketi yaparken belini eğmemesi ne kadar asil olduğunu gözler önüne sermişti. Ne Kürşad'ın, ne Mert'in, ne de Tuğrul'un Ali'ye olan bakışlarında küçücükte olsa bir kin yoktu. Ali her birinden tek tek helâllik alıp Koray'ın karşına geçip başını eğdi. "Otur !" Ali tekrar yerine otururken Koray gülücüğünü takınarak ikizlere baktı. "Şimdi bana müsade eder misiniz kuzular ? Ben Amcalar'la bişeyler konuşacağım." İkizler aynı anda Amcaları'nın dizinden aşağı indi. Murad bana doğru gelirken Zehra durup tekrar Koray'a döndü. " Amcalarla işin bittikten sonra bize babamı anlatır mısın ?" Bu soru karşında Murad tekrar o yöne dönerken, nutku tutulan Koray ise aldığı nefesi vermeyi unutmuşcasına bakakaldı. "Tabi anlatırım birtanem. Bugün sabaha kadar sizleyim. Sabaha kadar babanı anlatacağım." Aldığı cevap karşısında mutlu olan Zehra ve Murad zıplaya zıplaya annelerinin yanına koştular. Koray, yüzünü yerden kaldırmayan Ali'yi bir süre seyredip söze girdi. "Sana dışarda 'Küçükte olsa herhangi bir olaya karışılmayacak !' denmedi mi Aliii ?..." Dizleri bitişik sessizce oturan Ali'nin, biz olmasak çok farklı bir müameleyle karşı karşıya kalacağı aşikârdı. "Hocam var, Abdullah Babam, Fatıma Annem var. Onların yanında saygısızlık yapmak istemiyorum. Sana fiziken, psikolojikmen kamufle olmayı öğretmediler mi Aliii ?..." Dili ile dudaklarını ıslatan Ali, Koray'ın sesindeki tehditi iliklerine kadar hissediyordu.Aldığı ağır eğitimlerle, çektiği işkencelerle dayak yemekten korkmayacağı açıktı. Ali'nin, benim bilmediğim farklı bir korkusu vardı. "Cevap ver Ali ! Tek sözümle refize olmak istemiyorsan bana cevap ver. Alfalığı'nı almamam için bana cevap ver Aliii !" Dizlerini zıplatmaya başlayan Ali, Koray'ın gözlerine bakmadan cevap vermeye çalıştı. "Kom... Komutanım ben abileri tanımıyorum. Rahman Komutanımız'ın ailesine, Hocama zarar verecekler diye korktum." Kendini geri çekip kaşlarını çatan Koray, Ali'nin yanındaki Mert ve arkadaşlarına baktı. "Siz kim olduğunuzu söylemediniz mi ?" Cevap, Koray'la gözgöze gelen Mert'den gelmişti. "Hayır abi. Bizde de hata var. Yaşı genç diye fevri davrandık." "Hiç bir zaman karşınızdakini küçük görmeyin." Bütün bunlar konuşulurken içeri giren Zümra ve Gökçen Ali'ye yaklaştı. Zümra ellerini önünde bağlayıp; "MaşAllah benim yiğidime." dediğinde Ali başını aniden kaldırıp ayağa sıçradı. Bu durum karşısında afallayan Zümra, ellerini açıp Ali'yi durdurmaya çalıştı. "Dur korkma ! Ben sadece 'Hoşgeldin' demek istedim." Ali'nin hareketlerinden ve yerden kaldırmadığı başından kendini sığıntı gibi hissettiği belli oluyordu. Koray'ın söyledikleri'nin aksine Ali gayet iyi kamufle olan bir Kara Muhafızdı. 'Kim der üç tane Polis Özel Harekat Komiser'ini bu çocuk geçti diye ?' Zümra'nın sorusu karşısında başını iki yana sallayan Ali daha da çekingenleşmişti. "Kork... Korkmadım. Siz o'nun eşisiniz diye bu saygım." Zümra; "İyide sen saygısız biri değilsin ki ! Ben o gece senin için ne kadar ağladım biliyor musun ?" diyen Zümra, Ali'nin yerini gösterdi. "Lütfen otur yerine. Bu ev seninde evin. Ben gidiyorum rahatsız olma." Zümra gözlerini Ali'den ayırmadan dışarı çıkarken, Ali tekrar yerine geçti. Koray; "Ali sağındaki adam kim oğlum ?" Ali başını kalldırarak sağ tarafındaki oturan Mert'e baktı. "Bilmiyorum Komutanım." "Biraz önce 'O'nun' dediğin adamın öz kardeşi." Zümra'nın gelmesinden sonra biraz olsun rahatlayan Ali, Koray'ın bu cevabı karşısında korkuyla Mert'e baktı. "Komutanım yemin ederim bilmiyordum. Lütfen yapmayın ben söz verdim. Kendime söz verdim, şehit olan babama, dedeme söz verdim." Son sözler Koray'daki kilidi açan ve Abdullah Amca'yı ayağa kaldıran anahtar olmuştu. "Dur bakalım Koray !" deyip Ali'ye bakan Abdullah Amca; "Senin baban, deden Şehit mi ?" Abdullah Amca'nın kim olduğu konusunda Koray'a bakan Ali, küçükte olsa bir işaret bekliyordu. Koray; "Karabasan'nın babası !" dediğinde Ali tekrar ayağa sıçrayıp Abdullah Amca'nın elini öpmek için hamle yaptı. Eli'ni zorla Ali'nin avuçlarından çeken Abdullah Amca; "Dur oğlum dur ! Sen dik bakalım şu başını. Senin baban, deden nerede şehit oldu ?" "Türkmen dağında efendim." "Kimse senin efendin değil. Esas efendi sensin. Burada eli öpülecek olan da sensin, başüstünde taşınacak olanda." diyen Abdullah Amca Ali'nin alnından öpüp Koray'a baktı. "Koray kapatalım oğlum artık bu konuyu. Burada hata Mert ve arkadaşlarında. Siz silah çekmeden önce kim olduğunuzu söyleseniz bu çocuk yapmazdı öyle birşey." Koray; "Haklısın Baba." dediğinde Ali tekrar Mert ve arkadaşlarına baktı. "Mert !" "Efendim abi." Koray'ın gülmemek için kendini zor tuttuğu belliydi. "Mert, Kürşad ! Ortam müsait olsa basacağım kahkahayı da. Siz nasıl bu duruma düştünüz, Neden kimlik göstermediniz ?" Mert ve Kürşad, Ali ile birlikte başını yere eğerken Koray bukez Tuğrul'a baktı. "Ya sen Tuğrul ? N'oldu birdenbire ?" Tuğrul Mert'in arkasına uzattığı kolunu çekip kendine çeki düzen verdikten sonra Koray'a baktı. "Abi bu ne rütbe işi, ne cüsse işi. Yeminle Bu çocuk bana ne yaptıysa kafam hâla bir milyon." Abdullah Amcam dahil herkes beklemedikleri cevap aldıkları için kahkaha atarken, Topal Hoca'nın hoplayarak sessizce gülmesi, Ali'nin az da olsa tebessüm etmesi beni dahada mutlu etmişti. Gülmekten kıpkırmızı olan Tuğrul nefesini toplayıp zoraki konuştu. "Yeminle burada konuşulan hiç birşeyi anlamadım." 'Allahım sen hep güldür bizi.' Gülüşmelere gelen Zümra; "N'oluyor ? Ben sizi böyle bırakmadım." deyip gülen gözleri ile kızları süzdü. "Hadi masanın üzerini kaldırın örtüyü falan serin yemeklerimizi yiyelim geç oldu. Haydiii !" Son söylediği 'Haydiii !' kelimesi, duyan herkesin bakışlarını Zümra'nın üzerinde toplamıştı. 'Rahman ! Bu Rahman'ın hitâbı.' Bozuntuya vermeyen Zümra, elini boğazına sarıp yutkunarak, özlem dolu bakışlardan kaçarcasına mutfağın yolunu tuttu. Masanın üzerini düzenlerken Zehra ve Murad'ın, Koray'a doğru koştuğunu gördüm. Murad; "Konuşmanız bitti mi Koray Amca ?" "Evet bitti çocuklar. Gelin bakalım." diyen Koray ikisini de dizine oturttu. "Eee sorun bakalım. Ne öğrenmek istiyorsunuz ? Ama her soru bir öpücük. Kim önce öperse o hak kazanır." Murad tek parmağını alt dudağına koyup aklındaki soru karmaşasından birini seçmeye çalışıyordu. Ama Zehra ondan hızlı çıkıp Koray'ın yanağına âni bir öpücük kondurdu. "Babam kahraman mı ? Şûra ablam öyle söyledi de." Koray'da bir öpücük kondurup cevap verdi. "Baban gerçek bir kahraman. Ama bundan dışarda kimseye bahsetmiyoruz değil mi ?" Zehra başını sağa sola sallarken Murad Koray Amcasından habersiz öptü. "Öncelikle biz kesinlikle kimseye bahsetmiyoruz. Soruma gelecek olursak; Babam göründüğü kadar kuvvetli mi ?" Koray, Abdullah Amca'ya bakıp; "'Gelecek olursak.' mış !... Şu dillere bak Baba. Rahman bunun yaşlarında su'ya 'Burrm' diyordu." deyip ışıldayan bakışlarını Murad'a çevirdi. "Baban tanıdığım en kuvvetli adam." Her cevapta derin nefes alıp veren ikizlerin memnuniyeti parlayan yeşil gözlerinden akıyordu. Aklına gelen şeyle dudağı büzülen Zehra, öpücüğünü kondurduktan sonra ellerini birbirine kenetleyip, konuşup konuşmamak arasında kaldı. "Şey dicem !" deyip yutkunan Zehra, gözlerini tıpkı büyük bir insanmış gibi Korayınkilere dikti. "Biz babamı neden hiç tanımadık ? Babam bizi hiç özlemedi mi ? Yüzünü neden hep telefonda gördük ?" dediğinde onlara yaklaşıp, sırtı bana dönük olan Zehra'nın yüzüne baktım. Ağlamıyordu ama kirpiğin de asılı kalan göz yaşı düşmemekte inat ediyordu. "Üzülmeyeceğim söz veriyorum." Üç yılı geçkin süre boyumca bu tür sorularla sık sık karşılaştığım için Koray'ın kalbinde patlayan volkanı gayet iyi biliyordum. Ağlamak istersin ama karşındaki minik yüz buna asla müsade etmez. Bu soru salondaki herkesi altüst etmişti. Zehra'yı uzanıp alacakken, gözlerini Zehra'nın gözlerinden ayırmayan Koray buna engel oldu. "Baban sizi çok özledi Zehra. Baban sizi o kadar çok seviyor ki; sizin değersiz gördüğünüz tırnağınız için canını hiç düşünmeden verir. Sizin tek damla gözyaşınız yere damlamasın diye ayağınızın altına toz olur. 'Babam gelmiyor.' diye ağladığınızı duyarsa çok üzülür. O kahraman'ın bütün gücü tükenir.Kurtarılmak için onu bekleyen çocuklara yardım edemez. O sizin rahat olduğunuzu bildiği için çok güçlü. Anladınız mı ?" Bu cevap Zehra'yı tatmin etmişe benziyordu. "Tamam Koray Amca daha sonra devam edelim mi ?" "Tabi ki devam ederiz." diyen Koray ikisininde kokusunu içine çekip dizinden indirdiğinde telefonu çalmaya başladı. Koray etrafında telefon ararken, Oğuz kanepe'nin arasından çıkardığı telefonu bana uzattı. "Gökçen'in bu. " deyip çocuklarla birlikte arkamı döndüğümde telefonunun sesine gelen Gökçen ile gözgöze geldik. "Annen arıyor canım." Telefonu ve çocukları alan Gökçen; "Kusura bakmayın abi." deyip salondan çıktı. Hoca'nın gözlerine bakakalan Koray; "Ne deseydim Hocam ? Bize herşeyi öğrettiniz ama baba olmayı öğretmediniz." Yüzünden eksik olmayan tebessümü ile Koray'ın sırtına elini süren Topal Hoca; "O duygu'yu bizzat Azze ve Celle aşılar. Baba olmak ayrı bir harbdir Korayım. Ne yatacağın mevzi bellidir, ne de vuracağın hedef. Düşma'nın nereye nişan aldığını kestirirsin ama çocuk kör nişancıdır. Nereye ateş ettiğini bilmez, lakin hedefi herzaman en hassas yerinden vurur. Bilmez sanırsın bilirler, yapmaz sanırsın yaparlar." Hoca'nın dikkatini elinde servis tabakları ile yemek masasına gelen Zümra çekti. Kulağı ile omzu arasına sıkıştırdığı telefon kaymak üzereyken, tabakları Ülkü'ye verip son anda tuttu. "Şimdi nasıl abla ?" diyen Zümra elimi tutup 'Yardım edin.' der gibi gözlerime bakıyordu. "N'olmuş Zümra ?" Zümra uzun bir süre dinledikten sonra; "Tamam Abla ! En kısa zamanda geliyorum. İy .......iyi akşamlar abla hakkını helâlet." diyen Zümra, korku dolu gözlerle Koray'a baktı. "Gökçen'in annesi Yasemin Abla aradı. Karabasan üç gündür hem yemiyor, yaylıma çıkmıyormuş. Ne yapmamız gerekiyor ? Çok zorda kalmış kadın." diyen Zümra masadaki sandalye'yi eli ile yoklayıp oturdu. Koray; "Bunun bir çok sebebi oluyor. Bizim atlarımız asil, safkan hayvanlardır. Yasemin Abla'nın çiftliğinde de konuştuğumuz gibi düşünen, duygusal hayvanlardır. Ama merak etme yarın Yuva'ya gidip görev dosyasını verdikten sonra Kübra, sen, ben gideriz." Başını sallayan Zümra; "Hayır ben yarına kadar bekleyemem. Nasıl durayım, ona bişey olursa Rahman'a ne deriz ? Ay da bir gidip kontrol ettim, sürdüm. Ne oldu birden bire anlamadım ?" Koray; "Kardeşim saçmalama akşam akşam ne işin var ?" Zümra; "Hayır durmam ? Gideceğim ben." deyip ayağa kalkan Zümra hâla elimi sıkıyordu. "İzin verir misin, Kübra ile gidelim mi ? Alıştım artık, şunun şurasında yüzelli kilometre yol." Zümra'nın inadına geçmişte de şahit olan Koray'ın pes etmesi uzun sürmemişti. "Peki Zümra tamam. Ama acıktım doyurun beni." dediğinde Zümra çocukça bir sevinçle mutfağa koştu. Yemekler yenmiş, sıra en sevdiğimiz sohbet faslına gelmişti. Başta Komiserler olmak üzere herkes Oğuz ve Koray'ı soru yağmuruna tutarken, uzun bir bekleyişten sonra, sıra sonunda bana da gelebilmişti. "Sende mi Kübra ? Sor bakalım hadi." "Benim sorum Haydar Ali ile alakalı. Asel ondan daha kıdemli olduğu halde, neden Haydar Ali'ye 'Komutanım.' dedi. Birde 'Refize' ne demek. Sen Ali'yi onunla tehdit ettin. " Başını hiç dokunmadığı çayından kaldıran Ali yüzüme bakıp, cevabı Koray'a bıraktı. Koray; "Bizde Rütbe'nin en üst kısmı Kara Muhafızlardır. Yani Muhafızlar'ın Subaylarıdır. Nasıl elli yaşındaki bir Astsubay Yirmi yaşındaki Teğmen'e 'Komutanım' diyorsa Asel'de Henüz tam olarak Kara Muhafız olmasada Ali'ye 'Komutanım' diyor. Refize demek; Kara Muhafızlar yüksek IQ'lu erkek çocuklarından seçiliyor. Eğitimlerden geçemez, zorlanır, bünyesi kaldırmazsa Muhafızlığa düşürülüyor. Yani Refize oluyor. " dediğinde gözünü benden ayırmadan bir soru daha sordum. "Peki Kara Muhafızlar'ın üstü kimdir ? En üst kademe bu mu ?" Koray bardağından bir yudum içip, derin bir iç çekti. "Onlarında yükseği var ama bilmem kaç yüz yılı geçkindir hiç çıkmadı. Bizim gibidirler. Oğuz Kağan zamanından bu yana isimleri hep aynı kalmıştır. Onlar'ın rütbesi de, brovesi de, madalyası da, göğüslerine soluk sarı renkte işlenmiş, birbirine kenetli üç hilâl armalarıdır." "Onlara ne diye hitap edilirdi, Korhan ve Orhan baba gibiler mi ?" "ALAGAN ! Onlara ALAGANLAR denir." dediğinde, eli yanağında Koray'ı dinleyen Zümra şaşkınlıkla ağızını açıp, başını kaldırarak araya girdi. "Bu benim soyadıma çok benziyor, yani Rahman'ın. Alganoğlu ! Aradan sadece 'A' harfi çıkartılmış." derken Koray başı ile onaylayıp devam etti. "Ada'da hocalarımızdan ilk duyduğumuzda bizde aynen sen gibi Rahman'ın gözlerine baktık. Algan, Alagan'dan türemiş, bu zamana kadar bozulmadan gelen bir kelime. İkisininde anlamı FATİH demek, yani Fetheden. Alagan olmak için Alfa ve Timi'nin bir kenti veya manevi yönden yüksek hassasiyete sahip bir yeri fethetmesi lazım. Şimdi nasıl iki meydan savaşından galip gelen komutana Mareşal deniyorsa, bizde fetheden'e Fatih, yani Alagan denir." deyip soluklanan Koray araya kimse girmeden devam etti. "Korhan Baba ve Orhan Baba'ya gelince ! Onlar Kara Muhafızlardır. Yerlerine başka bir Kara Muhafız yetiştirir, kendileride onlara ömürlerinin sonuna kadar hocalık yapmaya devam ederler. Alaganlar direk Aksakallılarla iletişime geçer. Tıpkı Asel ve Ali arasında olduğu gibi; Bir Kara Muhafız ne kadar kıdemli olursa olsun, Alagan onun Komutanıdır. Muhafız Alagan'ı gördüğünde şimdiki dizilerde olduğu gibi yere diz vurmasalarda göğüsüne yumruklarını vurup bağır basarlar. Onlar gün yüzüne çıkarsa herkes susar." Anlatılanlar karşısında kendini tutamayan Kürşad masaya elini vurduğunda Alaganlar'dan etkilenen herkes sıçradı. "Abi bu nedir, bu nasıl bir yapılanmadır be ?" Koray; "Yaa ! İşte böyle." Bu açıklamadan sonra hiç kimsenin aklında bir soru kalmamıştı. Herkes gözünde Alaganlar'ı canlandırırken, o etkiden ilk kurtulan el kaldıran Tuğrul olmuştu. "Abi, Ali beni nasıl o hâle getirdi ?" dediğinde sessizliği bozan gülüşmeler tekrar havada uçuştu. "Ya durun bir dakika ! Gerçekten merak ediyorum." Herkes susarken Koray başını hemen yanında oturan Ali'ye çevirdi. "Sen ne yaptın Ali Tuğrul Abine ?" Ali başını kaldırıp Koray'a bakarak, kısık sesle cevap verdi. "Kolunu omzuma koyduğunda, kilit yapıp, Kurt Dişi attım Komutanım." Bunu Koray ve Oğuz ile birlikte bayan Muhafızlar'ın da anladığı başlarını sallamasından belli oluyordu. Oğuz tebessüm edip alt dudağını ısırırken, Koray başını Tuğrul'a çevirip cevap verdi. "Senin kolunu dirseği ile kilitleyip, bir eli ile boğazındaki toplar damarı tutarken..." deyip sağ elinin beş parmağını birleştirerek, baş parmağının ilk eklem yerini sivri bir şekilde dışarı çıkartıp devam etti. "Atar damarına bu şekilde Kurt dişi atmış. Biraz abartıyorum ama; Normalde atı bile bayıltacak bir hamledir. Senin maşallah'ın var Tuğrul." Tuğrul; "Peki Zümra Yengem'in bahsettiği Karabasan neyin nesidir Abi ?" Koray; "Sen o sürpriz de yoktun ama buradakiler bilir. Ada'da her Muhafız'ın dert ortağı olan soylu, cins atlarımız vardı. Rahman'ın doğum gününde Zümra Kardeşim ayrım yapmayıp hepimiz'in atını, Gökçen'in Annesi Yasemin Ablam'ın Babadan kalma çiftliğine getirtdi. Herkes'in Kod Adı neyse atı'nın ismide o'dur. KaraBasan; yani Rahman'ın atı hastaymış..." dediğinde bahçe kapısı açılıp, Abdullah Amca ve bastonu'nu halı kirlenmesin diye eline alan Topal Hoca göründü. Hoca; "Sizin muhabbetinize doyum olmuyor. Artık izin verirseniz Haydarım'ı da alıp gideyim.' Haydar Ali ayaklanırken omzundan tutup bastıran Zümra, Hoca'nın önüne dikilerek Abdullah Amca'yı gösterdi. "Hocam, ben gitsemde Babamlar burada, burada kalın lütfen. Hem hiç konuşmadınız sizin nasihatlerinizi özledik lütfen kalın. Biz bu akşam gider, yarın akşama kalmaz geliriz." Zümra'nın gözlerine şevkatle bakan Topal Hoca; "Kızım ! Çekinecek halim yok burası benim evladım'ın evi. Ben bizim oraya gideyimde orada kalayım." dediğinde durduramayacağını anlayan Zümra boynu'nu omzuna devirip Abdullah Amca'ya baktı. "Baba sen birşey söyle." "Kızım ben dışarda gönlünü etmeye çalıştım ama olmadı." deyip eli ile kapıyı gösterdi. "Hocam buyrun ben bırakayım sizi. İtiraz etmeyin. Biliyorum kızlarla Yuva'ya gittiğinizi ama bizzat ben eşlik etmek istiyorum." deyip Zümra'ya baktı. "Kızım sizde bir yere çıkmayın. Gelince beraber çıkarız." Zümra; "Hayır baba sen zahmet etme. Çocuklara annem bakar biz Kübra ile gideriz." dediğinde Gökçen araya girdi. "Bende giderim. Zaten otobandan gidiyoruz. Tenha bir yol yok." Hoca'yı arkasından takip eden Abdullah Amca Gökçen'e bakıp kaşlarını çattığında biran Rahman'ı görmüş gibi oldum. "Küçük bebeler'in var kızım, sen otur. Yüklüsün birde." deyip, onlar dışarı çıkarken Gökçen yönünü arkasındaki Mert'e dönüp göğüsünü çimdikledi. "Hep senin yüzünden." "Anaaamm !" deyip can havliyle Kürşad'a dönen Mert; "Ben ne yaptım la şimdi ?" Kürşad dudağını bükerken, Gökçen bu kez diğer göğüsünü çimdikleyip Hoca'yı ve kızları yolcetmek için dışarı çıktı. Mert'e yaklaşıp sesini alçaltan Kürşad; "Üç yılda üç çocuk nedir lan ?" derken arkasında ona bakan Zümra'dan habersizdi. Kürşad'ın kulağından tutan Zümra; "Terbiyesiz seni !" deyip gülerken, bende boş durmayıp önümde merdivenleri inen Kürşad'la aynı seviye'ye geldiğimde ensesine patlattım. Bu denli organize çalışacağımızı tahmin edemeyen Kürşad sessizce uzaklaşırken, Asel'in yapacağı hamleden habersizdi. Yanından sinsice geçen Kürşad'a omuz atan Asel, kocası'nın dengesini bozsa da toparlanması zor olmamıştı. "Ne söyledin de kızdırdın insanları ?" Dişlerini gösteren Kürşad aldığı darbelerden oldukça memnun gibi gözüküyordu. "Yok birşey kızılım ! Kıskaca geldim." SAAT SONRA; ASUTAY ÇİFTLİĞİ Yasemin Abla ne kadar Zümra'ya engel olmaya çalışsada, başaramayacağını anlaması uzun sürmedi. "Zümra ! Gün ışısın bakarız kızım veterinerimiz yanında zaten. Gelin birşeyler için lütfen. Yol yorgunusunuz." Elini kolunun üzerindeki Yasemin Abla'nın eline atan Zümra kibarca ittiriyordu. "Abla olur mu öyle şey, nasıl durayım sabaha kadar ? Hem geldiğimiz yüzelli kilometre yol. Yorgun değilim." dediğinde vazifenin bana düştüğünü anlamıştım. Yasemin Abla'nın koluna girip; "Abla bırak. Onun inadını yenemezsin. Görsünde içi rahatlasın." Pes eden Yasemin Abla, Zümra'yı arkadan takip etmeye başladı. "Ya ne oldu ki birden bire, daha bir ay olmadı görmeyeli. Son gelmem de sürdüm, konuştum. Gayet iyiydi." Zümra'nın hızına yetişmekte zorluk çeken Yasemin Abla soluk soluğa kalmıştı. "Bilmiyoruz ! Doğru düzgün birşey yemiyor. Dün gece serum verdik." Çiftlik göz alamayacak kadar büyük bir alana sahipti. Yürüdüğümüz kum yolu her onbeş metrede bir ışık aydınlatırken, korna seslerinden, lastik çığlıklarından uzak bir yerde yürümek tükenmez bir enerji veriyordu. Büyük ahırları geçerken Muhafızlar'ın sekiz atı için özel yapılan ahır görüş alanımıza girmişti. Krem renginde, lacivert demir kapılı ahır'ın diğerlerine göre yeni ve temiz olması özel hayvanlar barındırdığını ortaya seriyordu. Zümra dış kapıyı beklemeden açıp içeri girdi. 'GÖREVLİ HARİCİ GİREMEZ !' Her at'ın kendine ait, olduğu yerde dönebileceği genişlikte mavi demir kapılı hücreleri vardı. Sırasıyla Samet'in, Ömer'in, Sinan'ın, Bora'nın ve Koray'ın Gölgesi'nin bölmesini geçtiğimizde, bizi arkası bize dönük olan Karabasan ve tabure'de oturmuş nöbetini tutan veteriner karşıladı. Daha yirmili yaşlarındaki veteriner, uzun kıvırcık saçlı, güleç yüzlü bir bayandı. Üzerindeki açık mavi önlüğü ile tertemiz parlayan bir yüzü vardı. "Hoşgeldiniz." Zümra; "Hoşbulduk. Nasıl o ?" "Biraz önce serumu'nu çıkardım." deyip Yasemin Abla'ya baktı. "Üzülerek söylüyorum ki; dünden bir farkı yok. Bugün tahlil için kan alıp gönderdim. Yarına sonuç çıkar ona göre yol izleriz." Gözleri'nin altındaki morluktan günlerdir uykusuz kaldığı belli oluyordu. Karabasan'ın sırtını okşayan Zümra; "Peki neyi olabilir, hiç böyle birşeyle karşılaşmadınız mı ?" "At'lar düşünen, hisseden, duygusal hayvanlardır. Bir hastalığı olduğunu zannetmiyorum. Birşeye kırılmış ya da üzülmüş olabilir." At'ın burnunu okşayan Zümra bian başını kadırıp gülümsedi. "Gördünüz mü ? Beni gördüğünde gülümsedi." dedikten sonra kendi dudağının üst kısmını kaldırması güldürmüştü. "Dudağını böyle yaptı. Gülümsedi bana." Veteriner anlamıştı Zümra'nın ne anlattığını ama dudaklarını çizgi haline getirip şevkatle gülümsemesi Zümra gibi düşünmediğini gösteriyordu. "At'lar üst dudaklarını kıvırıp dişlerini gösterdiği zaman kokunun özel koku bezlerine iletilmesini sağlar. Böylelikle almak istedikleri koku hakkında bilgi sahibi olurlar. Muhtemelen kokunuzu seviyor." Veteriner'in bu dürüst konuşması Zümra'nın üzülmesine sebep olsada, Veterinerler'in ve Doktorlar'ın açık konuşması gerektiği çoğu kişi tarafından bilinir. Hatta sorumluluğu üzerlerinden atmak için abartı konuştukları da karşılaşılacak davranışlardır. Zümra; "Peki dışarı çıkarıp gezdirsek faydası olmaz mı ?" "Çıkmıyor ! Çıksa bile ilaç verdiğim için altı saat beklemeniz gerekiyor." "Tamam olur. Yeterki iyileşsin." diyen Zümra Karabasan'ın geniş boynu'nu kapatan, siyah'ın en koyusu uzun yelesini parmakları ile taramaya başladı. "Bizde o arada boş durmayalım." dediğinde Yasemin Abla araya girdi. "Kızım ne demek 'Boş durmayalım.' ? Sofra hazırladım ortada duruyor. Hadi gidip yemeğimizi yiyelim, sabah erkenden de kalkar KaraBasan'ı çıkartırız." Tabure'yi ayağının altına alan Zümra, KaraBasan'ın baş kısmından başlayıp, ince ince örmeye başlarken Yasemin Abla'nın yüzüne bile bakmamıştı. "Siz gidin Abla ben buradayım." Yasemin Abla elini gösterip; "Bak tokatlarım çocuk seni." dediğinde başını tehtidin geldiği yöne çeviren Zümra can alıcı güzellikdeki gülücüğü ile en az kızı Gökçen kadar güzel olan Yasemin Abla'ya baktı. Zümra'nın en etkili silah'ı olan bu gülücüğün büyüsü'ne kapılan Yasemin Abla'nın sinirli halinden eser kalmamıştı. "Yerim ben senin tokatını." diyen Zümra tabureden inip Yasemin Abla'nın koluna girerek devam etti. "Sen ve Kübra gidiyosunuz yemekleri yiyip güzel bir uyku çekiyorsunuz." "Ben gitmiyorum senin yanından bir yere ! Sen git Yasemin Abla. Bir sürü işin gücün arasında birde bizimle uğraşma. Yasemin Abla pes edip kapıya doğru yürürken, hem ayağına takılan saman parçalarını sağa sola savuruyor, hemde yüzümüze bakmadan konuşuyordu. "Allah kocalarınıza sabır versin sizin. Sabah altıda buradayım." deyip kapıyı kapattı. Ben kapıyı izlerken Zümra çoktan tabure'ye çıkmış, örgüye kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Veteriner; "Çok samimisiniz Yasemin hanımla." "Evet aile dostuyuz." deyip koridordan bir tabure'de kendime çekip oturdum. "Sahi biz neden tanışmadık ? Benim ismim Kübra, tabure'nin üzerine tüneyen delide Zümra." dediğimde Deli olduğunu kabullenen Zümra, bana hiçbir tepki vermeden veterinere bakıp ismini söylemesini bekledi. "Benim ismim'de Nefise." Zümra; "Çok memnun oldum Nefise ama neden bu kadar gergin duruyorsun ?" Nefise'nin bizim burada olmamızdan dolayı gergin olması, benim kadar Zümra'nın da dikkatini çekmişti. "Şey ben ! Bu at'lar çok pahalı eğer birşey olursa kendimi affetmem." deyip elini 'Durun' anlamında açıp devam etti. "Çok kötü birşey söyledim. Tabi ki pahalı oldukları için değil. Böyle asil bir hayvan'ı görme, tedavi etme fırsatım oldu. Yapamazsam kendimi affetmem." Baş kısmının örgüsünü bitiren Zümra tabureden inip boyun kısmına geçti. "Verende o, alan da o ! Sen istediğin kadar çırpın. Her olmasını istediğin şey senin için hayırlı olmaya bilir. Hem ölümler senin işinin bir parçası. Daha gençsin ama ne kadar zor olsa da bu gerçeğe kendini alıştırmalısın. Atlar'ın asilliğine ve pahalı olmalarına bakarak karşımızda gerilme. Biz sandığın kadar zengin değiliz. Hiçbir zengin'in karşısında gerilme. Korkma rızkı veren Allah. Zengin iyide olsa, kötü de olsa sadece aracı." Nefise bu cevaptan oldukça etkilenmişe benziyordu. "Daha yirmidört yaşımdayım, yavaş yavaş öğreneceğim. İnşAllah, ömrüm boyunca hep siz gibi insanlarla karşılaştırır Allah." Zümra; "O zaman asker gibi esas duruş da beklemeyi bırakta saçlarını düzenle. Güzelliğini perdeliyor." dediğinde, Nefise KaraBasan'ın olduğunu düşündüğümüz dosyayı bacaklarının arasına kıstırıp kıvırcık saçlarını tepede toplamaya başladı. "Nereden mezun oldun Nefise ?" "ODTÜ'den Abla." Sonunda olması gereken samimiyeti 'Abla' demesiyle yakalamıştık. "Ooo MaşAllah ! Peki burada ne işin var ? Daha iyi yerlerde de olabilirdin." "Yasemin Abla'nın yüklü bursu ile okudum. Ona vefa borcum var." Zümra başını yele'den kaldırıp Nefise'ye baktı. "Ailen Ankara da mı ?" Bu soru karşısında kırık bir tebessüm takınan Nefise başını yere eğdi. "Babam trafik kazasında vefat etti. Annem burada, çiftlikte benimle beraber kalıyor." Zümra'nın hızlı hızlı yele ören elleri durmuş, gözleri Nefise'ye dalıp gitmişti. "Kusura bakma canım." "Yo yo ! Alıştım ben." Hareket ettiğinde ışığın yüzüne vurmasıyla parlayan kehribar rengindeki gözleri, yıllar sonra gün yüzüne çıkan bir hazineyi andırıyordu. "Zümraaaa ! Kız şu gözlerin güzelliğine bak." dediğimde Nefise utancından gözünün önüne düşen kahkülünü kulağının arkasına aldı. "MaşAllah... Allah iyi insanlarla karşılaştırsın." Zümra KaraBasan'ın son örgüsünü yapıp bir adım geri atarak döktüğü emeğe baktı. "Çok güzel oldu değil mi ?" Normalden daha çok parlayan tüğleriyle siyah bir inciyi andıran KaraBasan da bu ilgiden hoşlanmışa benziyordu. "Çok ! Çok güzel oldu canım." saat sonra... Kalçamdan omurgama yayılan acı ile uyandığımda gözüm KaraBasan'ın boynuna sarılıp sessizce ağlayan Zümra'ya takıldı. Kucağından düşen dosyanın farkına bile varmayan Nefise de benimle aynı duruma düşmüş, hücrenin köşesine başını koyup günlerdir hasret kaldığı uykuya kendini teslim etmişti. "Bende en az senin kadar özledim o'nu." Biraz ayıp oluyordu ama gözlerimi kapatıp aynı ruha gönül veren iki canlının dertleşmesini dinlemeye başladım. Zümra'nın tek kolu KaraBasan'ın boynunda sarılıyken, diğer kolu uzun burnunu okşuyordu. "Çok şükür yaşıyor. Bunu bilmemiz bize yeterli değil mi ? Ne zaman gelir bilmiyorum ama; sakın ha o'nu hasta karşılama olur mu ?" deyip KaraBasan'ın önüne geçerek gözlerine bakıp devam etti. "Seninle derleştiğini söylüyordu. Ne konuşuyordunuz, ne derdi vardı o'nun. Daha öncesinde benden başka sevdiği oldu mu ?" Sesi ne kadar kısık olsa da, beni bile hipnoz etmeye yetiyordu. Tekrar KaraBasan'ın yanına geçen Zümra boynuna kolunu atıp kendi sorusuna kendi cevap verdi. "O ada'da memleket hasretinden başka ne derdi olur ki bir insan'ın değil mi ? Bendeki de soru işte." deyip Karabasan'dan temasını kestiğinde görmeden inanmayacağım birşey oldu. Zümra'nın uzaklaştığını gören KaraBasan çenesini Zümra'nın beline atarak kendine kendine çekti. "Aaa aaaa ! inanmıyorum." Beni duyduğunda sıçrayan Zümra göz yaşını silerek gülümsedi. "Gördün mü ne yaptı ?" "Gerçekten inanmıyorum." Zümra; "Bizi mi dinliyordun sen kız ?" "Evet ne olmuş." dediğimle uyuduğunu sandığımız Nefise araya girdi. "Bilim hâla insalara uzun süredir dost olan at psikoljisi'nin altından kalkmış değil." "Sende mi kız ?... Ayıp değil mi ?" Nefise ayağa kalkıp KaraBasan'ın eyeri'ni askıdan aldı. "Kusura bakmayın bölmek istemedim. İster istemez kulak misafiri oldum. Ama sizi çok seviyor." Eyer'i at'ın sırtına yerleştiren Nefise alttan bağlayıp Zümra'ya baktı. "Artık gezebilirsiniz." Olduğu yerde çocuk gibi zıplayan Zümra, el çırpıp KaraBasan'ın dizginin den tuttu. "Dur kız bende Gölge'yi alayım." deyip hücreden çıkarken, Zümra da Nefise'ye bakıp konuştu. "Sen de birini kap. Hadi gezelim biraz." Yan hücreden onları seyrederken Nefise'nin kehribarları parlattığını gördüm. "Ama ben ! Bunlar çok pahal..." derken Zümra sözünü kesti. "Uzatma fazla ! Alıcı'yı al gel kuzum." Heyecanla dosya'yı samanların üzerine koyan Nefise, acele ile önlüğünü çıkartıp, Alıcı'nın hücre kapısını açtı. Malzemelerini taktıktan sonra, Gölge'nin kahverengi tüğlerine elimi sürüp Zümra'nın arkasından dışarı çıktım. "Tamam mı herkes ?" diyen Zümra tuniğini önden bağlayıp krem pantalonu'nun rengine aldırmadan üzengiye ayağını atarak KaraBasan'ın sırtına bindi. Bende onun izlerken Nefise ve Alıcı'nın heyecanla kapıdan çıktığını gördüm. "Bende hazırımm !" dediğinde KaraBasan'ın örgülü yelesi'ni okşayan Zümra başını yeni doğan güne kaldırıp; "Ne diyordu efendimiz. Haydiii KaraBasaaannn ! Haaaaa !" dediğinde, KaraBasan Zümra daha komutunu bitirmeden yaylım alanına doğru depar'a kalktı. Önümdeki Zümra'yı izlerken yüzüme vuran rüzgar uykusuzluğumu da, olumsuz düşüncelerimide silip süpürüyordu. Zümra'ya yaylım alanının büyük çit kapısını açan Kâhya amcayı beklerken anca yetişmiştim. "Günaydın Kâhya Amca." Dudağını kapatan beyaz pala bıyıklarından anlaşılmasada, Kahya Amca'nın gülümsediği kaybolan gözlerinden belli oluyordu. "Günaydın Abla'lar. Hoşgelmişsiniz." "Hoşbulduk." Zümra yaylım alanına girip KaraBasan'dan inecekti ki; çok uzaktan tempolu bir ıslık sesi geldiğinde durup ıslığın geldiği yöne baktı. Zümra oraya bakarken, boynunu eğip yeni çıkmış taze otları iştahla işkembeye indiren KaraBasan'da başını kaldırdı. Biz ıslığın nereden geldiğine bakarken, bu kez daha kuvvetli bir ıslık daha geldiğinde, KaraBasan başını bir aşağı bir yukarı sallamaya başladı. "Kübra n'oluyor ?" derken, esas şoku üçüncü ıslıktan sonra yaşayacak olduğundan habersiz olan Zümra üçüncü ıslık geldiğinde elindeki dizgini sıkı sıkıya kavradı. KaraBasan ıslığın geldiği yöne dönüp arkasından çamur ata ata koşmaya başlamıştı. "Aaaa Kübra !!!" Üzengiyi vurup Gölge'yi hiç sürmediğim kadar hızlı sürmeye başlasamda KaraBasan'a yaklaşmamın imkânı yoktu. "Zümra sıkı tutun Zümraaaaaa !" diye bağırdığımda Alıcı'nın sırtındaki Nefise yanıma yaklaşıp, rüzgarın vurduğu gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Korkma bişey olmayacak." 'Ateş !' Korkuyla KaraBasan'ın sırtına yatan Zümra bizim gördüğümüz ateşi gördüğünde başını kaldırdı. "Zümra sıkı tutuuunn !" derken ateş'in başındaki siyah silüetler dikkatimi çekti. Git gide yaklaşırken adamlar daha da büyüyordu. "Kim o ?" Nefise'nin sorusuna aldırmamış, gözümü adamlardan ayırmamıştım. Yüzü bize dönük olanı'nı tanımıyordum. Arkası bize dönük, siyah kapuşonlu olan ise henüz dönme zahmetinde bulunmamıştı. KaraBasan adamlar'ın onbeş metre yanında durup beklemeye başladı. Dizgin'i kendime doğru çektiğimde sağ tarafımızda hızla akıp giden çam ağaçları yavaşlamaya başlarken, Zümra'nın yanına gelip gözlerine baktım. "Kuzum iyi misin ?" Zümra cevap vermiyor parmağı ile karşısındaki adamları gösteriyordu. Yüzü bize dönük olan, karşısındaki adamdan gözünü bir saniye bile ayırmıyordu. "Siz kimsiniz ? Burası özel mülk." dediğimde arkası dönük olan adam kapuşonu'nu indirip, başındaki füme şapkayı çıkartarak uzun saçlarını serbest bıraktı. Zümra'ya baktığımda, yediği rüzgar'ın etkisiyle şal'ı açılmış, gözlerinden çenesinin altına akan yaş, KaraBasan'ın boynuna damlıyordu. Karşımızdaki adam'ın yüzünü dönmesini en az bizim kadar isteyen KaraBasan, peş peşe güçlü hırıltılar çıkartırken tekrar adamlara baktığımdan nefesim kesildi. Sırtı dönük olan adam Rahman'dan başkası değildi. SON...
|
0% |