@batingam
|
ŞÛRA'DAN... Direksiyon koltuğundaki yiğide bakmaya doyamıyordum. Bir yanım 'Nazarın değer bakma.' diyor; diğer yanım 'Hiç birşey olmaz, göremediğin yılların acısını çıkar.' diye bağırıyordu. Onu en küçük hastalık, gam, keder bulmasın istiyordum ama bakmamak için kendime sahip çıkamıyordum. On yaşından bu yana gerek soğuk-sıcak arazi koşulları, gerek herkesin kaldıramayacağı psikolojik ve fiziki ağır eğitimler, gerekse çektiği anne- baba, eş-çocuk hasreti bu adamın, adam gibi adamın ne yakışıklılığından, ne yüzünün temizliğinden, ne de karizmasından en ufak bir şey götürmüyordu. Milli İstihbarat Teşkilatı'na sık sık girmemden dolayı çakı gibi asker, manken gibi ajanlarla karşılaştığım çok oluyordu ama kimse Kara Muhafızlar kadar olağanüstü değildi. En başta Babam tabi ki ! Otun dan çöpüne, ağacından meyvesine her canlı mükemmel, her insan olağanüstüdür benim için. Bunu görmek istersem on dakika tefekkür etmem yeterliydi. Lâkin Kara Muhafız'lar çok farklıydı. Rabbim günah yazmasın ama onlara farklı dokunmuş, onları farklı yaratmıştı sanki. Ya da can verdikleri, yollarında çile çektikleri garibanlar'ın duasıyla böyle mükemmelleşmişlerdi. Toplum içinde ne kadar kendilerini kamufle etmeye çalışsalarda; yürüyüşleri, duruşları, belirgin kasları, ses tonları, bakışları, hatta yolun karşısına geçmek için yeşil ışığı bekleyişleri bile farklıydı. Ya da tanıdığım için bana öyle geliyordu. Babam ve Amcalarım gerçekten çok farklıydı. 'Davul bile dengi dengine.' derler ya hani ! Allah'ın, Babam'a Annem gibi bir eş nasip etmeside tesadüf olamazdı. Bu hayatta hiç birşey tesadüf değil. Babamı bu derece mükemmel yapan kurtardığı garibanların, Allah dostları'nın duaları diyelim. Peki annemi böyle eşsiz yapan ne ? Onlar kadar sıkıntı çekmemiş, onlar kadar Ümmet duası almamış. Boyu ile, posu ile, huyu ile, fedakârlığı ile, en önemlisi gözleriyle annem'in ayrıcalığı ne; bir Muhafız'ın kızı olması mı ? Ya da onca dua'yı almış Muhafız'ın alnına yazıldığı için mi ? 'Bence ikincisi !' Annem, Babam'ın alın yazısı olduğu için bu kadar mükemmeldi. Rabbim, yolu için gençliğini aldığı babam'ın iyiliği için anneme de farklı dokunmuştu. Annem, babamın paha biçilemez ödülüydü. Sesini duymak istiyordum ama boş konuşmakta istemiyordum. Yüzüne bakıp; 'Ne desem acaba ?' diye düşünürken, dayanabildiğim yere kadar küçükte olsa bir ceza vermek istedim. "Baba !" "Efendim GökGözlüm ?" 'GökGözlüm mü ? E şimdi nasıl kıyayım bu adama ? Daha başlamadan bitti.' "Neden bana gelirken berbere uğramadında, Anneme ve ikizlere giderken uğradın ?" Gözlerini yoldan çekip yüzüme baktı. "Tövbe Bismillah ! O nerden çıktı Bitanem." "Ne bileyim ? Beni önemsemiyor musun ?" Deli damarını unutmuş olmalıyım ki; sağa çekip aniden durduğunda şaşırmıştım. Arabanın durmasıyla artan heyacanım, çekilen el freni sesi ile iki katına çıktı. "Kendini ne Annenle ne de İkizlerle kıyaslama. Senin yerin hepsinden de ayrı bir yerde. Ben ikizlerin geleceğini rüyalarımda görmedim, senin göz rengine kadar gördüm. Allah ikizlerden önce seni bana evlat yazdı." "Tamam Baba şakaydı. Sırf özlediğim sesini duymak için söyledim." "Sen Hilâl'i arabadan evine bırakana kadar ensemle, sakallarımı toplattım Tosba. Çok birşey yapmadım ki." "Baba tamam; vallahi şakaydı." El frenini indirip aynasını kontrol ettikten sonra tekrar yola giren babam; "Öyle şaka olmaz. Sen en Yüce'nin emanetisin bana. Murad ve Zehra gibi ikizi Allah her kuluna nasip eder ama sen gibi ağır emaneti herkese nasip etmez. Sen biricik kızımsın benim." deyip ensemden tutup, başımı taş gibi göğüsüne bastı. "Sen bir tanesin baba !" "Sen de birtanesin kızım." dediğinde koltuğumda doğrulup yüzüne baktım. "Zehra'yı görmeden öyle söyleme ama. O çok güzel baba görmelisin." Şuan gözlerime diktiği duygu dolu bakışlar, Kara Murad dağında, hiç unutamadığım o gecedeki ve okulda, beni ilk gördüğünde attığı bakışların aynısıydı. Aynı duyguyu yansıtıyor, aynı hisleri fışkırtıyordu. İhtiyacım olmadığı halde beni eşsiz derecede sevdiğinin ıspatıydı bu gözler. "Çok mu güzel ? Annesine mi benziyor ?" Bir Baban'ın bu soruyu sorarken ki çektiği acıyı, sadece evlatlarından aylarca, yıllarca uzak kalan bir baba anlardı. İçindeki özlemi ve acıyı dışarı vuran gözlerine baktığımda, babamı küçükte olsa üzdüğüm için kendimden iğrendim. "Ço... Çok çok güzel baba." deyip yaptığım şakanın mahcubiyeti ile; 'Biraz olsun gülümser.' deyip aklıma ilk gelen şeyi anlatmaya başladım. "Zehra ne yaptı biliyor musun baba ?" dediğimde yolu umursamayıp gözlerini gözlerime sabitlemesi görülmeye değerdi. "Abdullah Dedemi yatağından kaldırıp; "Babam'ın ayabaçı çicilecek. Telviçyonda ayabalaya ev yapıyoyay. Çende babamınkine yap.' dedi. Ve bunu derken ikibuçuk-üç yaşındaydı." Bana bakan kömür karası gözlerini gülerken izlemeyi; onunla beraber mutluyken, gülmeyi unutup, ifadesizce dalacak kadar özlemiştim. "Babaa !" "Efendim kızım." "Baba ben seni çok özlemişim." Hiç birşey söylemeden tek kolunu omuzlarıma atıp kendine çekerek saçlarımdan öptü. "Varsınlar dünya'nın yükünü sırtıma versinler, varsın yiyecek ekmeğim olmasın. Ben ne sevap işledim ki sizi bana nasip etti Rabbim." Başım omzunda, ucuz parfüm kokusu ile karışık, derin bir huzur çekerek cevap verdim. "Çok duâ aldın baba çok." Annemlerin polikliniğine yaklaştığımızı görünce başımı aniden kaldırıp Babam'a baktım. "Annem'in seni görünce ne tepki vereceğini çok merak ediyorum Baba." Babam'ın yaramaz çocuklar gibi suçlu gözlerle yan yan bakması dikkatimden kaçmamıştı. "Ne oldu Baba, neden öyle baktın ?" "Şûra kızma ama bana. Haklı sebeplerim vardı." "Ned... N'oldu, neye kızacağım ben ?" Aynasını kontrol edip, polikliniğe varmamız için son dönemeci döndükten sonra cevap verdi. "Kızım biz annenle iki gün önce çiftlikte görüştük." 'Ne demek oluyor bu şimdi ?' "Baba sen iki gündür buradasın ve bizi görmeye gelmedin. Öyle mi ?" "Evet ama; dediğim gibi haklı sebebim var." Sinirlenmiştim ve görmesemde gözlerimin etrafının kızardığını hissedebiliyordum. "Baba bu durumda seni haklı çıkaracak ne gibi bir sebep olabilir ?" Ellerini saçıma atıp gözlerime baktı. "Dört yaşında Şehit olan bir çocuğun intikamı. O kanı yerden kaldırmadan sizin yüzünüze bakamazdım." Kuruyan dudaklarımı ıslatıp, sırasıyla yanından geçtiğimiz dükkanları bir süre izledim. 'Sen nasıl bir meleksin be adam ?' Annem, Kübra Teyzem ve Betül Abla'nın ortaklaşa açtıkları Özel Kliniğin Otoparkına durup aşağı indik. "Kızdın mı ?" Araba'nın etrafını koşar adım dolaşıp sıkısıkıya sarıldım. "Sen eşsiz birisin baba. Sizin eşiniz benzeriniz yok." "Aferim benim kızıma ! Hadi Annecine bakalım." Babam'ın koluna girip, peşpeşe açılan sensörlü kapılardan geçerek oldukça geniş olan 'Danışma' salonuna çıktık. Babam, ilk defa geldiği, bizzat eşi'nin olan Polikliniği seyretmeye doyamıyordu. Kubbe'nin merkezinden aşağı sallanan devasa avize burası'nın ne denli elit bir yer olduğunu yüzümüze vuruyordu. Beyaz ton'un ağırlıkta olduğu duvarlar ayrı bir huzur verirken, Danışma'da görevli Enise ve Dilek hemşire'nin başka bir huzura gözlerinin daldığını gördüm. "Kızlar nereye bakıyorsunuz siz ?" Dilan; "Şûra ! Kız bu kim ?" Babam'ı kontrol ettiğimde duvardaki afişi okuduğunu görüp kızlara dönerek fısıldamaya başladım "Şiiiitt ! Bir tanıdık. Ağır bipolar bozukluğu var. Bir bakmışsınız böyle melek gibi; bir bakmışsınız Alfa kurtlar gibi çiğ et yiyor." Babamdan gözlerini çekemeyen Dilan Abla, acıyan gözlerle Enise Abla'ya baktı. "Kız çokta yakışıklıymış yaa! İnşAllah kurtulur. İlk defa geliyorsa uzun bir süreç onu bekliyor." Enise Abla; "Maşallah ! Bu hastalığıyla bu vücudu nerede yapmış böyle ?" İçimden, hallerine katıla katıla gülmek geliyordu ama Babam'ı daha fazla bekletmek istemedim. "Annem'i arayacak mısınız ?" Dilan Abla; "Aa aa ! Tamam Aşkım hemen arıyorum." Dahili numarayı giren Dilan Abla biraz bekledikten sonra konuşmaya başladı. "Zümra Hocam, Şûra ve yanında bir tane beyefendi geldi ......................Evetçookkk....... Allah şifa versin........ Şey Hocam......bipo......bozukluk..... Özürdilerim Hocam." Acı ile dudağını ısıran Dilan Abla karşıdan nasıl bir tepki aldı bilmiyorum ama aniden yüzüme baktığında, iri göz aklarındaki kılcal damarları bile görebilmiştim. ..... Peki Hocam kusura bakmayın. Hemen yönlendiriyorum." deyip karşıdakinin kapatmasını bekledikten sonra ahize'yi bırakıp, dişlerini sıkarak yüzüme baktı. "Çok yaramazsın Şûra ! Yemin ederim birgün işimden edeceksin beni." Dilan Abla'nın tepkisine bakıp ağızı açık kalan Enise Abla; "Kız n'oldu yine ?" dediğinde alakası olmadığı halde benim kadar o da nasibini almıştı. "Bakıp durma kızım ! Beyefendi Zümra Hoca'nın eşiymiş." "Neeeee !" diyen Enise Abla bana bakıp gözlerini kısarak devam etti. "Her geldiğinde 'Allah seni bildiğin gibi yapsın !' diyorum ama sen gitgide güzelleşiyorsun. Alacağın olsun Şûra." Hâla bana bakan Dilan Abla'ya dönen Enise Abla; "Ne dedi, çok kızdı mı ?" diye sordu. "'Yanındaki beyefendi çok mu yakışıklı ?' dedi, bende; 'Evet çooook !' dedim. 'Bakmayın gözlerinizi oyarım, o benim kocam.' dedi." Dilan Abla'nın tatlı tatlı anlatmasına gülerken Babam yaklaştı. "Meşkul mü hanımefendi ?" Benden önce Dilan Abla cevap vermişti. "Hayır Efendim. Bizzat kendi karşılayıp götürecek sizi odanıza." deyip sözü bitmişti ki asansörün kapısı açıldı. Beyaz önlüğü ile soluk soluğa asansörden çıkan Annem etrafına bakınıp boş olduğunu gördüğünde babama koştu. Babam'ın nasırlı ellerini tutan pamuk elleri titriyor, kömür karası gözlere bakan yosun yeşili gözleri buğulanıyordu. Sarılmak istiyor sarılamıyor, öpmek istiyor öpemiyordu. "Hadi odama çıkalım !" diyen annem sıcak tebessümleri ile çifti izleyen Dilan Abla ve Enise Abla'ya baktı. Bu bakış azarlayışdan çok gönül almaydı. Annem Dilan Abla'ya kızmamış, tıpkı kızı Şûra gibi dalga geçmişti. Annemle Babam asansöre giderken Dilan ve Enise Abla'ya bakıp son darbemi indirdim. "'Efendim' değil; 'Enişte' !" Dilan Abla'nın eline gelen ilk şey, klavye tuşlarının arasındaki kalem olmuştu. Üzerime fırlatılan kalemden kurtulup kendimi asansöre attım. "Ne yaptın yine kızlara ?" "Ya ama çok tatlılar anne ya... Değil mi Baba ?" Oltaya düşmeyen babam yan yan Anneme bakıp cevap verdi. "Onlar yetmedi, birde beni mi takacaksın annene ? Yemezler GökGözlüm." Onları yan yana görmek üzerimdeki bütün olumsuz düşünceleri silip atmış, bedenimi kuş kadar hafifletmişti. Deli gibi arkamdaki çiftin birbirlerine bakışmalarını izlemek istiyordum; kendimi ne kadar sıksamda arkama dönüp bakacakken, katımıza çıktığımızı haber veren zil sesi duyulmuştu. "Yosunum !" "Efendim Kömürüm !" Annem'in gözlerine bakıp gelen tepkiye gülümseyen babam, etrafına bakınarak devam etti. "Çok para dökmüşsünüz buraya. Maşallah; Allah nazarlardan saklasın." "Babam'ın harcayamadığı parası ve Abdullah Babam'ın ücretsiz emeği birleşince böyle mükemmel bir iş çıktı." "Hay kimin babası ! Eline emeğine sağlık. Şu yaldızlı duvar işlemelerine bak." "Zümraaaa ! Rahmaaann !" Kübra Teyzem'in arkadan gelen sesi üçümüzünde aynı anda dönmesine sebep olmuştu. "Ayy ne güzel sizi yanyana görmeeek !" Olduğu yerde kalıp, iki elinide ağızına attığında, gözlerindeki parıltı sevincinin ne kadar samimi olduğunu anlamamıza yetiyordu. Babam; "Teşekkür ederim kardeşim. Yeriniz hayırlı olsun." "Çok sağol. Hepimiz için hayırlı olsun inşAllah." Annem; "Gelsene oda'ya geçelim." Cebinden flash bellek çıkartan Kübra Teyzem; "Yok ben şu hasta'nın dosyasını vereyim sizi yalnız bırakayım." deyip flash belleği uzattığında babam karşı çıktı. "Ne yalnız kalması yabancı mısın gelsene." "Teşekkür ederim ama işlerimi toparlayayım." Çaresizce boynunu büken babam; "Tamam kardeş sen bilirsin." deyip birşey unutmuş olmalı ki tekrar Kübra Teyzem'e döndü. "Haaa Kübra ! Koray sakın geldiğimi bilmesin. Rahat bıraksın beni çocuklarımla ilgileneceğim." Babam'ın ve Koray Amcam'ın dalaşmalarına alışkın olan Teyzem kızacağı yerde gülümsemişti. "Tamam olur. Mertler halısaha maçı ayarlamış. Sizinkilerle Özel Harekat maç yapacaklar bu akşam. Hem Kocam sana çok fena küsmüş. Adını bile andırmıyor." Kendisinden beklenmedik şekilde iki elini birbirine vuran babam; "Tüühh ! Ne yapacağız şimdi; nasıl alacağız bu çocuğun gönlünü ? Neyse hadi görüşürüz kardeşim." diyen babam arkasını dönüp oda'ya ilerlerken kendikendine mırıldandı. "İnşAllah ömür boyu küserde kafam rahat eder." Annem hem gülüp hem karşı çıkmıştı. "Rahmaann ! Neden öyle diyosun adama ?" "Napayım ? Otuzüç yıldır yakamdan düşmedi deli." diyen babam oda'nın kapı tabelasını gördüğünde elini üzerinde gezdirmeye başladı. Doç. Dr Zümra ALGANOĞLU "Vay bee ! Benim doktor eşim var." Çoktan kapıyı açan annem babamın yanağına elini sürüp, parmakları arasında sıkıştırarak içeri çekti. "Zümra ne zaman çıkacağız ?" Bebelerimi özledim." "Şu dosya'yı bilgisayara yükleyeyim hemen çıkıyoruz hayatım. Hem onlar bebe değil artık. Dörtbuçuk yaşında delikanlı oldular." Derin bir iç çeken Babam ziyaretçi koltuğuna oturacakken annem'in aniden çıkışması ikimizinde sıçramasına neden oldu. "Hayır oraya oturma !!!" Koltuğun kollarına tutunup askıda kalan babam düşmekten son anda kurtulmuştu. "N'oldu ki ıslak mı ?" "Hayır !" "Neden oturmuyorum, altında bombamı var ?" "Hayır Bitanem. Ben seni hep şu koltukta otururken hayal ettim." diyen annem sol tarafındaki koltuğu gösterdiğinde Babam'la göz göze geldik. "Sen olsan ne dersin GökGözlüm ?" "'Seni Seviyorum' derim baba." Bana bakan Annem, şirin bir şekilde burnunu kırıştırırken, Annem'in gösterdiği koltuğa oturan babam gözlerine baktı. "Seni Seviyorum Doktor." "Bende seni Alfam." 'Allahım bana da nasip et n'oooluuurr !' Mause ile hızlı hızlı tıklamalar yapan annemin Babam'a bakıp; "Kusura bakma hayatım. Sekiz aydır bu hasta ile uğraşıyoruz." demesi Babam'ın kaşlarının çatılmasına neden oldu. "Neden, neyi var ?" "Yirmidört yaşında genç bir kız ! Şizofreni hastası ve yaşına göre oldukça zeki. Ne kadar inmeye çalışsakta; bir yerde oyuna geliyoruz. Resmen dalga geçiyor bizimle. Sonra aniden uykuya dalıp, on dakika sonra uyandığında konuştuklarımızı hatırlamıyor." Dudaklarını kıvıran babam; "Allah şifa versin. İnşAllah kurtulur." deyip dalgın bir şekilde düşünmeye başladı. "Zümra, Topal Hocam'ın neden geldiğini biliyor musun ?" "Neden sordun ? O her fırsatta gelip gidiyor zaten." "Öyle de Haydar Ali ile birlikte gelmesi huylandırdı beni. O çocuk eğitimleri'nin en ağır, en önemli döneminde. Kolay kolay çıkamazdı ada'dan. Hayırdır inşAllah." Ekrandan gözünü çeken annem kasadan çıkarttığı flash bellek'i çekmecesine atarak, önlüğünü hızlı bir şekilde çıkartıp, siyah pardesüsünü giyindi. "Şimdi onun sırası değil. Hadi Kömürüm geç kalınca Murad fenâ kızıyor." Koltuktan aniden fırlayan Babam, Annemi geçip kapıyı açarak kendini dışarı attı. "Çok şükür ! Haydi gidelim." Babamın arkasından çıktığımızda, odası Annemin odası'nın bitişiğinde olan Betül Abla'yı ağızına susamlı kıraker atacakken donup kaldığını gördük. Aniden önüne çıkan ızbanduttan gözünü zar zor çeken Betül Abla'nın Anneme bakıp; "Zümra ! Güvenliği çağırayım mı ?" demesi Annemin kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Neden ?" "Ne bileyim beyefendi kaçıyor sandım." Babamla anlamsızca birbirimize bakarken, Annemin gülerek araya girmesiyle Betül Ablanın esas anlatmak istediğini anladık. "Yok o benim hastam değil, ben onun Doktoruyum." diyen Annem, aşk dolu gözlerini bir kez daha Babama çevirdi. Betül Abla; "Nasıl yani ?" Daha fazla meseleyi uzatmayan Annem, Babamın koluna girip, gururla gülümsedi. "Eşim Rahman !" dediğinde Annemdeki mutluluk, kraker paketini aceleyle önlüğün cebine atan Betül Abla'nın kahverengi gözlerinede yansımıştı. "Aaaa ! Çok çok memnun oldum. Sizi görmesemde Zümra sayesinde çok iyi tanıyorum." deyip elini uzattı. "Ben Betül Tok ! Uzman psikiyatrist." "Bende çok memnun oldum Betül Hanım." Annemle kısa bir vedalaşmanın ardından, herzamanki gibi çenemden tutup yanağımı ısıran Betül Abla, Anneme imalı bir şekilde dudak bükerek uzaklaştı. Babamın koluna tekrar giren Annem gözlerine bakıp; "Seni hastam zannetti." dediğinde babam beklemeden, hayranlık akan gözlerle Anneme bakıp cevap verdi. "Doğru söylüyor. Hastanım !" 30 DAKİKA SONRA... Babamın, sıkışan trafikteki bu heyecanı ve sarfettiği sözlerden çok annemin gülmemek için kendisini sıkması daha çok komik gelmişti bana. "Dağ gibisi yok ! Önüne kimse çıkmaz, çıktığı zamanda vurur geçersin. La bune ? La ben Angara'yı böyle mi bıraktım ?" dedikten sonra eli ile önündeki trafiği gösterip Anneme baktığında, Annem daha fazla kendini tutamayıp kahkaha atmaya başladı. Annemin bu haline şaşıran Babam;'Acaba bende mi bir anormallik var ?' düşüncesi ile yüzünü bana döndü. Annem kahkahalarına devam ederken, Babamın gözlerine bakıp ağızımdaki olmayan fermuarı çektim. Annem tam sakinleştim derken, nefesini toplayıp babamın yüzüne baktığında tekrar gülmeye başladı. "Baba annemi durdur." Aynadan yüzüme bakan babam; "Nasıl duruyor ki ?" diye sordu. "Bilmem ama krize girdi sanırım." Yol açılmış Babam nihayet derin bir nefes almıştı. "Zümra neye gülüyorsan söyle beraber gülelim." "Yok... Yok bişey hayatım. Tavırların." "Ne varmış tavırlarımda." "Aslında birşey yok. Ankara da trafik falan çoğalmadı. Sen çocuklarını özlediğin için böyle agresifsin." Babam hâla boş gözlerle Anneme bakıyordu. "Eeeee ?" "Eee'si Seni çok seviyorum ve bende neye güldüğümü bilmiyorum." "O'da iyiymiş..." "Rahman sağ tarafı kaçırmadan dön." Zaman kaybetmeden sağa dönen babam; "Yaklaştık mı kreşe ?" dediğinde, Annem vitesin üzerindeki damarlı elin üzerine elini koydu. "Az kaldı Canım az kaldı. Biraz daha sabır." Murad ve Zehra'yı genelde Abdullah Dedem veya Fatıma Babaannem aldığı için, kreşin eve daha yakın olması uygun görülmüştü. "Haahh bak geldik işte. Sağa parket soldaki resimli bina." Babam aniden sağdaki boşluğa girip aracı stop etmeden kreşin perde duvarlarındaki Pepe, Kukuli ve rengarenk çizilmiş resimlere bakıyordu. "Eee çıkmalarını mı bekleyeceğiz ?" Annem; "Hayır canım ! Öğretmeninden müsade isteyip alabilirsin." dediğinde babam aniden yüzüne baktı. "Ben mi alacağım ?" "Tabi ki sen alacaksın özlemedin mi ?" Kreşe yüzünü dönüp bir süre seyreden babam; "Zümra beraber gidelim. Lütfen." Ağızı açık, inanamayan gözlerle Babama bakan Annem; "Nee ! Sen çocuklarından mı utanıyorsun yoksa Öğretmenden mi ?" Babam Anneme bakmıyor, cevap bile vermiyordu. "Kurban olurum ben seni yaradan Rabbimee !" diyen annem, babamın yanağını sıkıp, elinden tuttu. "Hadi beraber gide..." Daha Annemin sözü bitmeden kapıyı açıp aşağı inen babam; "Hadi gidelim." deyip kreşe doğru yürürken, aniden geri döndü. "Aracı stop etmedim." Özlem o kadar ağır bir güç ki; Karabasan'ı bile çocuğa çevirebiliyordu. "Ah sevdalı koca ah !" diyen annem, babamın elini tutup yürümeye başladığında; "Araba falan çıkar elimi bırakma." demesi sessizce gülmeme neden olmuştu. Sadece bedeni bizimle olan Babam; "Ne arabası ?" dediğinde annemin gerilen yüzü ve merhamet yüklü bakışlarıyla karşılaştı. "Ah Kara Gözlüm ! Ömrünü adadığın bu insanlar senin hakkını nasıl ödeyebilir ?" Kreşin kapısından girdiğimizde, eşinin heyecanını arkasından seyreden annemin modu değişmiş gözleri dolmuştu. "Anne yapma ! Minikler görmesin. Babam bir daha gidecek sanırlar." Arkasını, gösterdiğimiz sınıf kapısında çıkmalarını bekleyen babama dönen annem çantasından selpak çıkartıp gözlerini silmeye başladı. "Zümra burasıydı değil mi ?" Babam, Annemin ne yaptığını anlamıştı ama biran önce sınıfa dalmak istiyordu. "Evet hayatım orası. Hemen geliyorum." diyen Annem hızlı adımlarla yaklaşıp kapıyı çalacakken babam durdurdu. "Zümra saçım falan nasıl ? Sakallarım kısa ama acıtır mı çocukların yüzünü." Biraz olsun deli heyecanını dindirmek için babamın yüzüne elini süren Annem; "Çok yakışıklısın birtanem. Senden yakışıklı bir baba görmedim ben hayatımda." deyip elini indirdikten sonra, sonkez onay almak için son sorusunu sordu. "Hazır mısın, giriyormuyuz ?" Gözünü kapı kolundan ayırmayan Babam, derin bir nefes alıp başını salladı. "Haz... Hazırım !" Annem kapıyı çalıp başını sınıf kapısından içeri uzattıkdan sonra Babama döndü. "Gel hadi !" Annemi saf saf seyreden Babam bana dönüp; "Şûra ! Hadi kızım sen önden gir." dediğinde beklemeden babamın koluna girip sınıfa soktum. "Yeter ettin ama Baba." Beni hiç duymayan Babamın gözleri, benim sınıfımın neredeyse üç katı olan sınıfta; renkli renkli küçük kaydırakların, trambolinlerin, topların ve karşı karşıya dizilmiş masaların arasında Murad ve Zehra'yı arıyordu. Flistin, Musul, Kerkük, Yemen, Azerbaycan, Doğu Türkistan, Çin ve nice şehirlerde, nice dağlarda, nice zalimin karşısında heyecan olmadan, korku hissetmeden dimdik duran, yeri geldiğinde kendi psikopat ekibini bile tir tir titreten Karabasan, oyuncaklarla dolu kreş sınıfında heyecandan konuşamıyordu. Güler yüzlü iki tane bayan hocaya yaklaşan Annem; "Selamun Aleyküm. Kolay gelsin." deyip gözleriyle bıcırıkların arasında ikizlerini aramaya başladı. "Aleyküm Selam Hocam. Hoşgeldiniz." Annem, başta Murad'ı görüp, kaşlarını kaldırarak iç ısıtan bir gülücük attı. Hoca; "Gördü Hocam geliyor." Arkadaşlarına çarpa çarpa gelen Murad, Zehra'nın arkasından omzuna dokunarak annemi gösterdi. İkisi yan yana minicik adımları ile koşarak gelirken, Zehra babamı görüp olduğu yerde kalakaldı. Murad anneme koşup babama bakarken, iri yeşil gözlerinin önüne dökülen saçlarını çekip, inanamayan gözlerini kıstıktan sonra daha dikkatli baktı. Bacaklarından derman kesilen Babam, çocuklarının seviyesine inme bahanesi ile, tek dizini yere koyup, kollarını açtı. "Ge... Gel oğlum." Murad, alttan yukarı gözlerini çevirip, kendini ağlamamak için sıkabildiği kadar sıkan anneme bakarak onay bekledi. Dudakları çizgi haline gelen annem başını sallayıp; "Ba... Baban geldi Murad !" dediğinde Babama tekrar başını çeviren Murad yavaş yavaş adımlamaya başlayıp dudaklarını birleştirdi. "Bah... Babaaa !" Bu mükemmel son sözün ardından koşmaya başlayan Murad babamın güçlü kollarına kendini bıraktı. Zehra gözleri Babamda, kaldığı yerde aynı şekilde dikilirken Murad'ın 'Babaaa...' dediğini duyduğunda dudakları büzülmüş ağlamaya başlamıştı. Daha fazla dayanamayan annem Zehra'nın yanına hızlı adımlarla giderek elinden tuttu. Gün boyu çocuk cıvıltısıyla şenlenen sınıfı, bizim gelmemizle ayrı bir hüzün kaplamıştı. Bir saniye olsun Murad'ın omuzlarından kendisine bakan babamdan güzel gözlerini ayırmayan Zehra, annemin dokunuşundan cesaret alıp babama doğru koşmaya başladı. Ne arkasında bıraktığı annesi önemliydi Zehra için, ne de ayağına takılan, onu düşürmek için yarışan oyuncaklar. Onun için tek önemli olan, kesintisiz her gece sarılarak uyuduğu pembe çerçeveli resimdeki adamın kokusunu içine çekmekti. "Ba... Babaa !" "Kızımmm !" diyen, eli silah, taş, bıçaktan başka birşey tutmayan Karabasan, kızının ensesine bastırmadan, narin boynunu incitip, balık sırtı örülmüş parlak saçlarını bozmaktan sakınarak uzattığı eli ile kendine çekti. İkizler ağlamayı kesmiş, Babaları'nın yüzünde öpülmedik yer bırakmamışlardı. Babamın dolan gözlerindeki ıslaklık inadına akmayıp göz kapalarında asılı kalırken, Zehra'nın yerini devralan annem hiçbir yere kıpırdayamamıştı. Oyunlarını bırakmış, Murad ve Zehra'yı meraklı gözlerle izleyen çocuklara kendini göstermeden ağızını eli ile kapatan annem, gözyaşlarını sessizce içine akıtıyordu. "Aaaa Zehra bak babamın kolu Mert Amcamınkinden bile kalın !" Murad, deri montu patlatmaya çalışan pazulara elini sürerken, Zehra onu duymayıp hiç kırpmadığı gözlerini babamın karalarından ayırmıyordu. "Seni sadece görüntülü konuşmada ve resimde gördük baba. Ama yakından çok daha yakışıklısın." Babam, ne konuşacağını ne diyeceğini bilmiyordu. "Teşekkür ederim meleğim. Sizde çok güzelsiniz." Babamın uzun saçlarına elini süren Murad; "Çok güzel kokuyorsun." deyip elinden tutarak arkadaşlarına doğru çekiştirmeye başladı. "Gel baba !" Bizimle beraber Murad'ın bu hareketine şaşıran babam hiç birşey soramıyor, diğer eliyle de Zeyra'yı tutup oğlunu takip ediyordu. Arkadaşlarının tam önünde duran Murad; "Esila ! Bak bu benim Babam." deyip grubun sağbaşına gitti. "Sıla, Beril, Gökalp ! Babamı gördünüz mü ? Ne kadar kuvvetli değil mi ?" Murad'ın her 'Babam' deyişinde, Babamın yüzü geriliyor; elinden, oğlunun bu durumuna acımaktan başka birşey gelmiyordu. Gururunu herkese tek tek gösteren Murad arkasını dönüp Babamın bacaklarına sarıldı. Babam tekrar yere çöküp Murad'ı sağ, Zehra'yı sol koluna alarak annemin yanına giderken, bunu gören annem kendine çeki düzen verip yiğitlerini ve melek kızını karşılayıp tek tek sarıldı. "Hadi bakalım evde devam edersiniz. Sizin çantalarınız nerede ?" Zehra; "Ben bugün çanta getirmedim Anne." Babasının omzundan çocuklara bakan Murad; "Benim orada kaldı. Unutmuşum." deyip Babama baktı. "Babacım beni aşağı indirir misin ? Çantamı alıp geleyim." Murad'ı aşağı indiren Babam arkasından bir süre koşuşunu izleyip, gülümseyen yüzü ile anneme döndü. "Zümra bu kime çekmiş böyle ?" Babama bakıp gözlerini deviren annem; "Arabayı stop etmeyi unutan Babasına !" Annemin bu esprisine gözleri dolan öğretmenler dahil hepimiz gülerken Murad yetişip tek tek herkesin yüzüne baktı. "N'oldu neden güldünüz ?" Murad'ın omzundan tutup kapıya yönelten annem; "Baban; 'Bu çocuk kime çekmiş böyle ?' diye sordu bende; 'Babasına' dedim oğlum. Sen tıpkı babana çekmişsin." Sırtındaki çanta kopçasının minik omzundan sıyrılmasına aldırmayan Murad tepesindeki Babasına bakıp gülümsedi. "Ben sana çekmişim baba." Bütün bunlar olurken benim kafamı kurcalayan tek şey, babamın Asel Ablam ve Timine vereceği cezaydı. Şuan Murad ve Zehra'yı yanına alıp arka koltuğa oturan Babamın vicdanına güveniyordum ama içinde bulunan Alfa Karabasan'ın disiplinine güvenmiyordum. Onun verdiği disiplini en iyi Asel Abla biliyordu. 'Reisimize bir kere itaatsizlik yaptım, aynadaki kanla kaplanmış yüzümü ben bile tanıyamadım.' Babam Asel Abla'nın itaatsizliğine, eğitim adı altında ömrünün sonuna kadar unutamayacağı bir ders vermişti. O derse bir daha maruz kalmasını, o acının benim yüzümden yaşamasını hiç istemezdim. O yüzden Babamın Asel Abla ve Timini ilk gördüğü gün bende yanında olmalıydım. Ya Oğuz Amcamın cezasına ne demeli ? Gece cezasını çekip, ertesi günün yatsı namazına yakın uyandığındaki ilk sorduğu soru çektiği cezanın ne denli şiddetli olduğunu gösteriyordu. Yatsı namazı yaklaştığı halde Oğuz Amcam sabah namazını imâ ederek; "Namaz geçti mi ? Güneşin doğmasına kaç dakika var ?" diye soruyor. Eşsiz işkencelerden geçen bir Muhafız'ın Yatsı Namazına kadar uyumasına sebep olan dayağın ne kadar ağır olduğunu aklıma dahi getirmek istemiyordum. Bu durum ilk anlatıldığında ne kadar gülümsetsede, kendimi olayın içinde hayal ettiğimde, Dünyada eşi benzeri bulunmayan babam, gözümde cehennem zebanisini andırıyordu. Annemin; "Hadi bakalım geldiiiikkk !" demesi ile düşüncelerimden sıyrılıp kapının açma kolunu kendime çektim. Arabadan aşağı inen babamın gözüne batan ilk şey, dedemin, Zehra'nın ısrarı ile yaptığı kapalı garaj olmuştu. "Zümra burası ne böyle ?" "Babam yaptı canım. İçinde senin binemediğin araban var." deyip bahçe kapısından koşarak içeri geçen Zehra ve Murad'a baktı. "Murad, Zehra sakın kapıyı çalmayın." Oldukları yerde kalan ikizlerden Murad, başını savurup gözlerinin önüne serpilen saçını birkez daha yana savurup kalın kaşlarını çattı. "Ama Babaanneme sürpriz yapacağız Anne." Murad'ın çenesini tutup sallayan Annem çantasının fermuarını açtı. "Hep birlikte yapalım. Bu bizimde hakkımız ama değil mi ?" Murad'a bakan Zehra; "Annem haklı Murad." deyip konuyu kapattı. Babam bıraktığı bahçeye bakarken, annem hem anahtarını çıkarmaya çalışıyor hemde komik kısa adımlarla koşuyordu. 'Kesin birilerine sürpriz yapacak.' Çelik kapının ses yapmaması için anahtarı yavaşça çeviren Annem yüzünü bana çevirip fısıldamaya başladı. "Babanı al gel !" Başımı sallayıp heyecanla dudağımı ısırarak babama yaklaştım. "Baba, Annem yine yaramazlık peşinde. Babaanneme sürpriz yapacak galiba." Koluna girdiğimi gören Babam elimi tutup ayakkabılarını sessizce çıkarmaya çalışan anneme baktı. "Hiç değişmemiş. 'Bu insanlar yaşlı, birşey olur.' diye düşünmüyor. Hep haylazlık peşinde." Beraber kapıya ilerlerken, içeri geçip kapıda eşini bekleyen anneme baktım. "O senin yanında öyle baba." dediğimde ayakkabılarımızı çıkartırken elini uzatıp heyecanla gülümseyen annemin yüzüne sürdü. "Zümra birşey olmasın; Annem mi var ?" deyip içini rahatlatmak için birde annemden onay almak istedi. "Geç bitanem. Annemle Gökçen var. Korkma bişey olmaz." dediği anda elinde çay tepsisi, salondan mutfağa geçen Gökçen Ablamla gözgöze geldik. Donuk bir şekilde, gözünü Babamdan ayırmayan Gökçen Ablam, Abisinin parmağını dudağına götürmesine rağmen holü inleten çığlığı bastı. "ABİİİİİ !!!" diye bağırıp, elindeki tepsiyi nereye koyacağını şaşırırken, çareyi yere bırakmakta buldu. Babam; "Bağırma Zeytin be ! Annem korka..." Babamın sözünü kesen, sertçe boynuna atılan Gökçen Ablam olmuştu. "Gökçen !" Elini göğüsüne bastırarak koşuşturan Babaannem, Gökçen Ablamın saçlarının arasındaki kendine benzeyen yüzü gördüğünde ağzını açıp diğer elinide ağızına kapattı. "Oğ... Oğul !" Benbeyaz tenine, en koyu kalemle çizilmişçesine küçülen gözleri dolmuş, ağızını kapatığı parmakları titreyerek açılmaya başlamıştı. Gökçen Ablamdan ayrılan Babam, hiç birşey söyleyemiyor, gözlerini kırpmadan kendininkilere benzeyen kömürlere bakıyordu. Babannem düşmemek için omzunu kapının kasasına dayarken Babam hızla koşup omuzlarından tuttu. "Bi... Bişey yok oğlum bişey yok korkma." Babannemin gözlerine bakmaya devam eden Babam başını yana yatırıp; "Özürdilerim Anne !" diyerek sımsıkı sarıldı. "Hakkını helâl et. Özürdilerim." Göğüsüne dayanmış dev cüsseyi sarmalamaya çalışan Babaannem, dudağı nereye denk gelirse orayı öpüyordu. "Sen oğlum sen. Sen hakkını helâl et bize. O nasıl söz ?" Şaşkınca yüzünü Anneme çeviren Murad Babamın, Babaannemden ayıracak bombayı patlattı. "Anne ! Babaannem Babamı nasıl doğurdu ?" Hepimiz kahkahaları ardı ardına patlatırken nefesini toparlayan annem ciddi ciddi cevap bekleyen Murad'ın başını okşadı. "Neden gülüyosunuz ? Baksanıza babaannem kayboldu." Murad'ı ve Zehra'yı bir çırpıda kucağına alan Babam, ikisinide sulu sulu öpmeye başladı. "Benden siz gibi bebektim Yosun Gözlülerim." dediğinde Zehra utangaç tavrı ile başını Anneme çevirdi. "Anne, Babam bize 'Yosun Gözlülerim' dedi." Bu cümleyi babaannemin yanında cevapsız bırakan annem, gülümseyen Yosunları ile padesüsünü çıkartırken Gökçen Ablamın çimdiklemesi ile olduğu yerde sıçradı. "Bana neden söylemiyorsun Abimin geldiğini ?" "'Kimseye söyleme.' dedi kızım." Babaannem ve babamın arkasından salona yürüyen Gökçen Ablam; "Ben kimse miyim ?" deyip yerdeki çay tepsisini gösterdi. "Al şunları çabuk şuradan !" Kolunu omzuma atan Annem; "Git kız içeriye artist elti ! Alırım ben." deyip tepsiye eğildi. 'Kim der; Türkiye'nin en iyi üniversitesinde biri Tıp Biri Mimarlık okudu diye ?' Salona geçtiğimde Babamı Zehra ve Murad'ı kucağına almış kanepede otururken, babaannemi ise başını Babamın omzuna koymuş torunlarını izlerken gördüm. Onları öyle izlerken gözlerim Babama geldiğinde kıstığı gözleri ile bana bakmış içtenlikle tebessüm ettiğini gördüm. Betül Abla ile tanışırken ve aracın aynasından gizlice beni izlerken ki bakışlardı bu bakışlar. Bu bakışlarda sevgiden çok mahcubiyet, özlemden çok özür vardı. Eğer kendini özletip, bizi üzdüğü için böyle bakıyorsa; neden Murad ve Zehra'ya bakmıyor ? Neden Anneme değilde bana ? Bugün okulda yaşadıklarımızla bir alakası var mıydı ? Gözlerimiz çakıştığında, Babamın gözlerini kaçırmasına Gökçen Ablamın telefonunu eline alması mükemmel bir bahane olmuştu. "Ben Mert'i arayayım !" Gökçen Ablama bakıp kaşlarını kaldıran babam; "Arama Gökçen ! Bırak onlarada sürpriz olsun. Hem maçları varmış onların." dediğinde, itiraz etmeden telefonu kanepenin üzerine koyan Gökçen Ablam boynunu kenara yatırıp dalgınca Babama baktı. "Ayyyy ! Hoşgeldin Abi yaaa !" "Hoşbuldum çok şükür emanet. Ee hani yeğenlerim ?" Gökçen Ablam; "Onların uyku saatiydi hemen uyandırıyorum abi." deyip ayağa kalkmıştı ki, babam arkasından seslendi. "Hayır hayır ! Bırak çocukları uyusunlar." "Peki Abi sen bilirsin." Şirin bir tebessümle Gökçen Ablamı izleyen babam; "Vay be zeytin ! Sen büyüdünde Anne oldun öyle mi ?" deyip Murad'ın şakağından öptükten sonra devam etti. "Burak !" Gökçen Ablamın başını kaldırdığındaki kırık tebessümü ve babama bakıp yüzünü yere çevirmesi, Rahmetli babasına karşı, içinde ne derece özlem biriktirdiğinin resmiydi. "Burak benziyor mu Komutanıma ?" Gökçen Ablam başını kaldırıp babama baktığında yüzündeki acı tebessüm yerini gurura bırakmıştı. "Kaşlarının kalınlığı benziyor abi. Gözleri babamınkilerden biraz daha küçük." Emanetinin gözlerinden gözlerini ayırmayan babam başını sallayıp bir süre daha Gökçen Ablamı izledi. "İnşAllah İman'ı, cesareti, merhametide ona benzer. Önemli olan bu. Ozan iki yaşına girdi değil mi ?" "Evet Abi. O sen gibi." "Nasıl ben gibi, bana mı benziyor ?" Ozan'ın yaramazlıklarına durmadan; 'Amcasına çekmiş Deli Bıdık' diyen Gökçen Ablamın ağızından söz bir kere çıkmıştı. "Şey yani Abi ! O'da sen gibi biraz deli ?" Babamın yüzüne bakan Murad; "Baba sana neden 'Deli' diyor Gökçen halam." Bir Gökçen Ablama , bir Murad'a bakan babam mutlulukla gülümsedi. "'Halam mı ? Sana 'Hala' mı diyorlar ?" "Evet Abi, Zümra Ablam öyle istedi." Babamın tatlı gülümsemesi bu durumdan memnun olduğunun bir kanıtıydı. Murad'ın sorusuna, arkasından başını öpen Babannem cevap verdi. "At'ın iyisine Doru, yiğidin iyisine Deli derlerlermiş yavrum. Sen duymadın mı bunu çok bilmiş yavrum." "Hıımm ! Şimdi anladım." diyen Murad, başını tekrar kaldırıp bitmez tükenmez bilmeyen sorularından bir tanesini daha yöneltti. "İyide Ozan yiğit değilki; o daha iki yaşında." "O da büyüyünce ismi gibi yiğit olacak oğlum. Babasıda böyleydi ama büyüdü Polisler'in komseri oldu değil mi ?" "Haklısın Baba !" diyen Murad Babamın göğüsüne başını dayayıp minik kollarının imkan verebildiği kadar sarıldı. "Ama hiç biri senin gibi değil baba." Murad'ın başını öpüp bana bakan babam tek gözünü kırpıp; "Sen neden ayakta duruyorsun kızım ? Gel otur yanıma." deyip eli ile kanepeye tıkladı. Onları, geniş ailemi uzaktan seyretmek eşsiz bir mutluluk veriyordu. 'Ayakta iyim baba.' diyecektim ki; yanında olduğum her saniyeyi değerlendirmediğim için çektiğim pişmanlık aklıma geldiğinde oturmaya karar verdim. Yine o bakış ! Yanına giderken yine yakalamıştım mahcup bakışlarını. Bunun tek sebebi vardı. Bugün okulda beni o halde görmesi ! Ben Karabasan'ı tanıyorsam; beni emanet ettiği Afgan Muhafızlarından bunun hesabını çok acı bir şekilde soracaktı. 'Allahım sen Asel Ablamlara yardım et.' "Abi sende gitsene halı saha maçına büyük sürpriz olur." Gökçen Ablamın bu teklifi Annemi ve beni mutlu etmişti. Babam Gökçen Ablama bakıp, yüzünün tek tarafı ile hınzırca gülümsedi. "Gitmeyeceğimi kim söyledi ?" KÜRŞAD'DAN... Uzun zamandır maça çıkmadıkları, üzerlerindeki kıyafetlerin canlı renklerinden belli oluyordu. Bir mağazada halısaha maçına hazırlanmaları için eşya düzen yedi tane adamı görmek ister istemez tebessüm etmeme sebep olmuştu. En son ne zaman futbol oynadılar ? Şimdiye kadar denk gelmediğim harika stratejileri olan, mükemmel reflekslere sahip, sırf asker olmak için yaratılan bu insan üstü varlıklar en son ne zaman, nerede top oynadı ? Ada'daki kumsalda mı, yoksa bacakları kesen çakıltaşlı toprakta mı ? Askeri postallarla mı oynadılar yoksa yalın ayak mı ? Ada'da şimdiki olduğu gibi en az bin liralık kramponları giyinme imkanları var mıydı ? Kara Muhafızlar futbol oynamayı biliyor mu ? Sahanın bize ait ortasaha yayında beklerken yüzümü birkez daha Bora Abi'nin de gelmesiyle yedi kişi olan rakibimize döndüm. Futboldan anlamadıklarına emin olsamda; dev cüsseleri, kaslı vücutları ve kanat kaslarının kapatmalarına imkan vermediği yana açık kolları gördüğümde biran onlarla futbol oynamanın ne kadar mantıklı olduğunu düşündüm. "Komserim bunlar kim ne iş yapıyor ?" Yanıma gelen Fırat'a baktığımda, karşımızdaki canavarlardan en az benim kadar onunda etkilendiği anlaşılıyordu. "Hepsi muhasebeci Fırat. Yenemezsek yazık bize." Fırat yüzünü bir kez daha onlara çevirip, dev sarı-beyaz çadır ile kapatılmış halısahanın, koyu yeşil tellerinde gözlerini gezdirdi. "Bunlar nasıl muhasebeci komserim ? Halı saha maçında mıyız, kafes dövüşünde mi ?" Fırat'ın bu sorusunu gülerek karşılarken, ayağında top ile ortasaha noktasına gelen Mert'e baktım. "Koray Abi saha sekiz kişilik, yedi kişi oynayabileceğinize emin misiniz ?" Kara Muhafızlar'ın can damarı Karabasan'ın yokluğu halısaha da bile göze batıyordu. Onlar kadar, sahada Rahman Abimi istiyordu. Saha'nın dışında maçı seyretmek için gelen Afgan Muhafızlarına bakan Koray Abi elini kaldırdı. "ÜLKÜÜÜ !" Koray Abi'nin sesini duyan Ülkü başını kaldırıp gelecek olan emri bekledi. Eli ile Ülkü'yü çağıran Koray Abi, küçümser bir tavırla bize baktı. "Sekizinciye gerek yok ama âdeti bozmayalım." "Buyur Abi !" Ülkü'yü boydan süzen Koray Abi; "Spor ayakkabılarında var oldu bu iş. Geç kaleye. Eldivenleri takmayı unutma." deyip, eli ile telde askılı olan eldivenleri gösterdi. "Abi bir yerine birşey olmasın ?" dediğimde yine o alaycı bakışlarla karşılaştım. "Ona değil kardeş. Sen kendine dikkat et." Bu cümleyi söylediğinde, Asel hamile kalmadan önce yaptığımız göğüs göğüse muharebeler aklıma geldi. Haklıydı ! Dikkat etmesi gereken Ülkü değil bizdik. Ülkü kaleye geçip eldivenlerini eline geçirirken Mert ile Fırat maça başlamak için yerlerini alırken Koray Abi'nin sağ kanatdaki Oğuz Abi ile göz göze geldiğini gördüm. Oğuz Abi hareketlenirken Mert ve Fırat maçı başlattı. Mert ayağındaki topla kendi sahamıza dönüp, Neco'ya pas verecekti ki Koray Abi araya girip topu kaptı. Hiç beklemeden ters kanatdaki Oğuz Abi'ye attığında, onbeş metre mesafeden gelişine şut çeken Oğuz Abi ilk golü attı. "Yuuhhh !" Fırat'ın bu tepkisine diğer arkadaşlarında katıldığı Oğuz Abi'ye baka kalmalarından anlaşılıyordu. Kaleciye bakıp gülümseyen Mert; "Tuğrul topu ne seyrediyosun oğlum ? Atta başlayalım." "'Toptan duman çıkıyor mu ?' diye baktım devrem." Oğuz Abi'nin attığı bu şutdan sonra Muhafızların herşey gibi futboluda mükemmel oynadığına emin oldum. Ayağına topu alan Mert yüzüme bakıp fısıldadı. "Kürşad aradan kaç. Ayağına topu alır almaz beklemeden bas kaleye." "Tamam !" deyip yerimi alarak maçın tekrar başlamasını bekledim. Fırat'ın ayağından top çıkar çıkmaz ileri fırlayıp, gözümü Mert den ayırmadan koşmaya başladım. Aradan kaçtığımı gören Mert'in, yaptığı asist takdire şayandı. Topu alıp yüzümü kaleye dönmüştüm ki; Yandan omzu ile dokunan Bora Abi bir çırpıda topu alarak, hemen yanındaki Ömer Abi'ye attıktan sonra kendisi beklemeden ileri koştu. Ayağına topu alan her Muhafız oyalanmadan pas veriyor, bencillikten uzak, tam bir takım oyunu sergiliyordu. Topu alan Muhafız'ın karşısına dikilen memurlar sağdan soldan kaçanlara bakmaktan topu takip edemezken, bir golde Ömer Abi den geldi. Eğer Mert'in devresi olmasaydım bu yiğit adamlarla birlikte top oynamak hayalden öteye gitmezdi. Onlarla aynı sahayı paylaşmak ve beni kardeşleri gibi görmeleri benim için eşsiz bir ayrıcalıktı. Muhafızlarla futbol oynamak kadar, yenilmekte hoşuma gitmişti. Yüzüm Asel'in, biricik Kızılım'ın bende olan gülen gözlerine dönerken maçın durması ile elinde patlak topla dışardaki arkadaşlara seslenen Tuğrul'a yaklaştım. "Abi top tele geldi galiba. Patladı baksana. İçerden top isteyin." Mert; "Gözünüz açık olsun. Açık tel varsa bi tarafınızı yırtmasın gençler." Yedek top geldiğinde yarım saatini geride bıraktığımız maçın sonucuna bakmak için elimi dizlerime koyup derin derin nefes alarak, skorborda baktım. '8-2' 'Top oynamayı bilmiyor.' dediğimiz Muhafızlar, Emniyetin en iyi futbol oynayan memurlarına sekiz gol atmıştı. Kavrulan ciğerlerimiz ile elimizden geleni yapsakta Muhafızların attığı isabetli pasları takip edemez olmuştuk. Bütün memurlar soluk soluğa kalırken, durmadan koşan rakipte tık bile yoktu. Koray Abi'nin dokuzuncu golü attığında daha fazla sabredemeyen Oğuz Abi kaşlarını çatarak bizim yapmamız gereken şeyi yaptı. "Beyler hadi ama pes etmeyin. Biraz hareketlenin." İçimizde en çok koşan Fırat, Oğuz Abi'nin dediğine aldırmıyor, topu gönülsüzce orta saha noktasına koyuyordu. Zaman onlara su gibi akıp gitsede bize bitmek bilmiyordu. Onikinci golden sonra bizim defans dökülürken, Muhafızlar sırf maça dönelim diye bilerek dışarı atıyorlardı. Her yerde gösterdikleri mütevazilik, onların peşini halısaha maçında da bırakmamıştı. Ayağına top gelen Koray Abi'yi boş gören Tuğrul, kaleden çıkıp ona doğru koşmaya başladı. Koray Abi şık bir haketle Tuğrul'u geçerken, bunu kendine yediremeyen Emniyetin Dev Komiseri arkadan hamle yaparak faal yapsada Koray Abi'nin dengesini bile bozamamıştı ama topun dışarı gitmesine sebep olmuştu. "Abi faalini kullan !" diyen Tuğrul'a yüzünü dönen Koray Abi; "Boşver Tuğrulum ! Birşey kalmadı zaten devam edelim." deyip skorbordu gösterdi. "Olmaz Abi ! Sen yinede faalini kullan." "İyi peki... Topu atta kullanayım." Topu yerleştiren Koray Abi barajın kurulmasını bekledikten sonra geriye doğru açılıp takımına baktı. "Kaleye çekiyorum beyler." Muhafızlardan onayı alan Gölge üç adım kadar açılıp, kaleye göz attıktan sonra topa doğru koşmaya başladı. Tam şut çekecekken kimsenin görmeden inanamayacağı esrarengiz birşey oldu !!! Olduğu yerde duran top, herhangi bir temas, rüzgar olmadan hızla taç çizgisine fırlayıp tele çarparak durdu. Biz hayretle ona yaklaşırken, Koray Abi sakin adımlarla topa doğru yürüyüp eline aldı. Daha yirmi saniye önce oynadığımız top, hiç bir yere çarpmadığı halde patlamış, içe doğru büzülmüştü. Eline topu alan Koray Abi neden açıldığını bilmediğimiz deliğe parmağını soktuğunda, yüzünü heyecanlı bir gülümseme kapladı. Bizim takım saf saf Koray Abi'nin yüzüne bakıp topun neden durduk yere fırladını, nasıl patladığını merak ederken, Muhafızların yüzünde gülümsemeler peydah olmuştu. Hızlı adımlarla ortasaha noktasına gelen Koray Abi dışardaki seyircileri tek tek süzerek kendi etrafında dönüp halısahanın çevresini gözleri ile taramaya başladı. Sahip olduğu kondisyon sebebi ile maç boyunca oksijene hiç daralmayan Koray Abi'nin göğüsünü sebebini bilmediğimiz bir heyecandan dolayı hızlı hızlı kabarırken gördüm. Anlaşılmayacak bir şekilde birşeyler fısıldıyor, hem etrafını seyretmeye devam ediyor, hemde yavaş adımlarla bizi seyreden Afgan Muhafızlarına doğru yürüyordu. Mert'in; "N'oluyor lan ?" deyip Koray Abiye doğru koştuğunu gördüğümde arkasından takip ettim'. Diğer Muhafızlarda onunla birlikte etraflarına bakınırken, Koray Abi'nin yanına gittiğimizde ne fısıldadığını anlayabilmiştim. "O burda... O burda... O burda !" diye deli gibi aynı şeyi tekrarlayan Koray Abi'nin etraftakilere aldırmadan kırtlağı yırtılırcasına bağırdığında aradığı kişinin kim olduğunu ancak çözmüştük. "RAHMAAAAAANNNNNNN !!!" SON...
|
0% |