Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.BÖLÜM KARA TEPE & KAPIŞMA

@batingam

Yıl 2003 ADA

KORAY'DAN...

Baharın gelmesiyle iri yapraklarını dışarı salan gürgen ağaçları geniş gölgesini halı misali ayaklarımıza sermişti. Önümüzdeki dik yamacı aşan tatlı rüzgar, baş gösteren otları yalayıp terli göğüsümüze vururken tarifi olmayan ferahlığı içimize kadar işliyordu.

Rahman cezadan çıkalı üç hafta olmuştu. Yüzündeki ve vücudundaki işkence izleri kabuk bağlamış, topallayan bacağı eski haline dönmüştü.

"O Oğuz zibidisiyle Ömer de değilmiydi la et çalma sırası ?"

Sesini sağlam, moralini eskisi gibi düzgün görmek mutlu etmişti bizi. Dediğini yapmış, bedelinin ne kadar ağır olacağını bilsede ada'ya helikopter indirtip Boramızın hastaneye yetişmesine vesile olmuştu.

"Sana diyom la leylek duymuyon mu ?"

"Ne dedin oğlum anlamadım ?"

Arkasını dönüp yüzüme baktığında, gözüm uzun sık saçlarına asılı kalan gazel parçasına takıltı.

"'Et çalma sırası' diyorum Oğuz zibidisi ile Ömer de değilmiydi ?"

"Haaa ! Yok ula onlar geçen hafta çaldı."

Şüpheli bakışlarını yüzüme çevirip bir süre düşündü.

"He lan doğru ya ! Burak Abi'ye yakalanmaktan son anda yırttılar."

"Elektriği fazla kaçırmışlar, beynin kurumuş."

Enseme vurup, yüzünü ekşiden Rahman, beklemeden yürümesine devam etti.

"Dalga geçme lan zırto ! Kilerin anahtarı cebinde, unutmadın değil mi ?"

"'Korhan Binbaşı'ya denk geldiğimizde aniden arama yapıyor' diye yangın kovasının altına saklıyoruz ya lan. Sen iyice saflaşmışsın haaa. Üç hafta oldu oğlum topla kendini artık."

Başı ile karargahı gösteren Rahman;

"Oğlum bu seferki çok ağır oldu lan. Daha hâla öksürdükçe burnuma duman kokusu geliyormuş gibi hissediyorum. Vicdansız Mete !" deyip aştığımız son tepeden sonra gözlerini kısıp yemekhaneyi izlemeye başladı.

"Korhan Baba duymasın Kod Adı ile hitap ettiğini."

Yemekahaneden gözlerini çekmeyen Rahman;

"Duysun ! İşkence yaparken durmadan 'Mete' dedim. Benden çok o acı çekti." deyip gülümsedi.

"Rahman !"

"N'oldu ?"

"Sen harbi manyaksın la !"

"Akıllı adamın burda ne işi var oğlum ?" diyen Rahman omzuma vurup yangın söndürme ünitesinin yolunu tuttu.

"Yemekhane de Dudu Anadan başka kimse yok. Haydi acıktım."

Burak Abi'nin, Korhan Baba'dan gizli, yedeğini yaptırıp bize verdiği anahtar, sağdan üçüncü kum kovasının altındaydı.

Kum kovasını sessizce yana yatıran Rahman anahtarı alıp bana uzattı.

"Ben oyalayayım sen kilere in."

"Tamam hadi gir içeri."

Rahman ön kapıdan yemekhaneye geçerken, ben doğrudan mutfağa açılan çöp kapısından geçtim. Kepçelerin ve büyük kazanların dizili olduğu demir rafa çarpmamaya dikkat ederek kilere inen merdivenlere doğru yavaş yavaş ilerlerken, Rahman'ın artan ekmekleri masalardan toplayan Dudu Ana'ya seslendiğini duydum.

"Annelerin bir tanesi, en tombulu Dudu Anne ! Napıyon kız ?"

Ekmek sepetinden aldığı kırıntıları ağızına atan Dudu Anne, Rahman'a bakmadan cevap verdi.

"Ananız kurban olsun size ! Bugün cumartesi; istirahat gününüz değil mi sizin ? Hem ne geziveriyon sen burda ? Yaraların iyileşti mi ?"

Soğuk hava deposunun kapısını sessizce açarken konuşmalar net bir şekilde duyuluyordu.

"İyileştim Anam ! Canım sıkıldı 'Sana bakayım' dedim. Paspas attın mı ? Atmadıysan ben atayım."

"Sizin yorgunluğunuz size yeter. Ben atarım bırak sen."

Rahman;

"Yok Anne ben atarım önemli değil." dediğinde plastik kova tekerlerinin sesini duymaya başladım.

Kapıyı açtığımla kancada asılı olan ineğin arka butu ile karşılaşmam dudaklarımı ısırmama sebep olmuştu.

'Allahım neler yaratıyon ya Rabbim sen ?"

Kancadan sessizce çıkartıp omzuma aldığım butla birlikte merdivene doğru yürüdüm. Üçüncü basamakdaki kalkan aliminyum köşe çıtasını bacağım havadayken gördüğümde iş işten geçmişti. Ayağım takılıp omzumdaki butun da ağırlığı ile merdivene çakıldım.

Çıkan sese birinin gelip gelmediğini dinlerken, Rahman'ın sesi bastırmak için asıldığı uzun havayı duyduğumda hem gülümseyip hem rahatladım.

"Ah amaaaann !!! Zalımdır zaman !!! Tenha gecelerde etsin beni teselliiiii !!!"

Rahman uzun havayı çekerken, içinden benim hakkım da yaptığı hakareti tahmin edebiliyordum.

'Vay mal vay !'

"O ne leenn ? O nasıl türküymüş ülee ?"

Rahman;

"Niye kız beğenmedin mi ?"

"Yok yok abdestin varsa bana bir Yasin okuyuver o güzel sesinle hadi ana kurban."

"Var tabi; öğle namazından yeni çıktık."

"Dur bakem başlamadan sana bişey sorayım."

Rahman;

"Ne Ana ? Sor bakem."

"Oğlum sen neden Korhan Binbaşı'nın onca dayağına rağmen Ezan okumuyon ? Ben duyuverdim. Emrini yerine getirmediğin için seni kaç kere tokatlamış. Sen neden herşeyi yapeyonda ezan okumuyon ?"

Dudu Ana'nın bu sorusu herbirimizin merak ettiği bir soruydu. Rahman'ın ezan okumadığı için yediği dayağın haddi hesabı yoktu.

Rahman bu soruya cevap vermekte biraz gecikmişti.

"Boşver ana onu ! Ben sana Yasin okuyayım."

Rahman Euzu Besmele çekip, Yasin'e başlayacakken geldiğim kapıdan tekrar çıkıp hızla çam ormanına daldım. Genzimi yakan çam kokusu ciğerlerimi açarken enejimi yükseltiyordu. Sıcak havada göğüsüme vuran rüzgarla, soğuk hava deposundan yeni çıkan etin dondurucu serinliği birleşince enerjim iki kat daha artmıştı.

Ateşi yakıp bizi bekleyen diğer kardeşlerimin içerisinde bulunduğu heyecanı az çok tahmin edebiliyordum. Et hırsızlığımızı bildiği halde Korhan Baba ve Orhan Baba'nın herhangi bir tedbir almaması dikkatimizden kaçmıyorda değildi. Günlük yedibin kalori almak bizim yaşımızdaki normal bir liseliye göre imkânsız olsada bize yetmiyordu. Yedibin kalori, eğitimlerde günlük onbin yakan Kara Muhafızlar'a yetmiyordu.

"Hem güçlenmemizi istiyorlar, hem de yedirmiyorlar. Yedibin kalori günlük bir kilo demek. Onbin kalori yaktırıyorsunuz sonrada kilo almamızı bekliyorsunuz. Bizi siz mecbur ediyosunuz buna komutanım."

Kendikendime sesli bir şekilde konuşurken yüzüme vuran yosun kokusu ile mekanımıza geldiğimi anlayıp başımı kaldırdım.

Denize sıfır olan, ada'nın en nezih yeri karşımda duruyordu. Çaldığım et ve yürüğüm onca yol beni yormazken. Toplandığımız mağaraya giden sadece elli metrelik rampa gözüme Erciyes kadar büyümüştü.

"Ulan inin aşağıda Allah için yardım edin be !"

Omzumdaki butu taşa koyup bir süre nefeslendikten sonra tekrar omuzlayıp rampayı tırmanmaya başladım. Kendi kendime içerdekilerin çıkmamasına yakınırken, gözümün önüne kızarmış et ve kulağıma nar gibi közün üzerine düşen yağ damlalarının cızırtısı geldiğinde moralim yerine geliyordu.

Mağaraya çıkıp, toplu halde duran altı zübbeyi gördüğümde isyanıma başladım.

"Lan oğlum biz size böyle mi yapıyoruz ? Onca yol geldim aşağıda karşılasanıza."

Hepsi yüzünü bana döndüğünde suratlarından akan bin parçaydı.

"N'oldu lan, ne bu surat ? Et getirdim oğlum size."

Ayakta dikilen dört kişi aralarını açıp, yerde oturan iki kişiyi gördüğümde omzumdaki et yere düştü.

"Lan ne oldu oğlum bune haliniz ?"

Kimse cevap vermiyor, yerde oturup toprağa bakan Samed ve Ömer hariç hepsi boş boş yüzüme bakıyordu.

Hızlı adımlarla Ömer ve Samed'e yaklaşıp önlerinde diz çöktükten sonra çenelerinden tutup havaya kaldırdım.

Tepemden aşağı dökülen sıcak su etin verdiği serinliği silip atmıştı. Samed patlayan dudağını sıkıp kanı durdurmaya çalışırken, Ömer başını geri yatırıp burnundaki kanamayı engellemeye çalışıyordu.

"Bugün eğitim falan yok. Hangi o***** çocuğu yaptı bunu size ?"

Burnu kanla tıkalı olan Ömer zoraki cevap verdi.

"Düştük Koray !"

"Yalan söyleme lan ! Kolunuzda bacağınızda kıl kadar iz yok ne düşmesi ? Adam gibi söyleyin. Kim yaptı ?"

Samed;

"Ya boşver kardeşim günümüz zehir olmasın. Rahman nerede ?"

"Dudu Ana'ya Yasin okuyor. Bitmiştir gelir şimdi."

Gülerken gerilen patlak dudağı ile acı çeken Samed;

"Oğlum güldürme beni be... Rahman yukarda Yasin okurken sen aşağıda et mi çaldın ?"

"Araya laf katmayın bu yaralarınıza şükredecek hâle getiririm sizi. N'oldu oğlum ben sizi sağlam bırakmıştım." deyip sol tarafıma oturduktan sonra devam ettim.

"Ulan adam daha yeni ağır cezadan çıktı. Sizi böyle görürse başını yakacak yine. Yaraları iyileşmedi oğlum daha."

"Benim yaram iyileşir iyileşmesine de..."

Mağara girişine baktığımızda Rahmanla göz göze geldik.

"Bunu kim yaptı size ?"

Rahman, Ömer ve Samed'e yavaş adımlarla yaklaşırken ikiside ayağa kalktı.

"Beni oyalamayın. Kim yaptı bunu ?"

Ömer;

"Reis boşver sen. Günümüz yanmasın. Bak ateş düştü oturup yemeğimizi yiyelim."

Rahman, sanki tişörtünün yakası boynunu rahatsız ediyormuş gibi başını kendi etrafında dönderip tekrar sordu.

"Benim günüm zaten yandı Ömer. Bunu kim yaptı size, neden yaptı ?"

Kurtulamayacağını bilen Samed aniden çıkıştı.

"Peçenek !"

Samed'den çıkan isim Rahman'ın kaşlarının kalkmasına neden olmuştu.

"Yine mi o ? Neden yaptı oğlum, siz ikiniz isteseniz onu liğme liğme edersiniz. Neden karşılık vermediniz ?"

Ömer;

"Sen bizim için ceza yedin Rahman. Etin yanında bahçe domatesi ile biberini sevdiğin için onların bahçelerinden alalım dedik. O da bahaneye bakıyormuş. Yakalayıp beş öğrencisi ile birlikte bize bunu yaptı."

"Lan oğlum onlar Muhafız birliği, siz Kara Muhafızlarsınız. Siz onlarının komutanısınız, nasıl cesaret ederler. Siz neden bişey yapmadınız deli etmeyin beni."

Ömer;

"Korhan Binbaşı her defasında 'Muhafızlar sizin kardeşiniz' der. Biz nasıl el kaldıralım ? Bırak onların cezasını Korhan Baba versin. Hadi biz yemeğimizi yiyelim."

"'Kardeş' öyle mi ? O p** Peçenek zamanında buradan aşağı refize olduğu için kendine yediremiyor. Kardeşlik öyle mi kardeşlik..."

Sürekli aynı şeyi tekrarlayan Rahman dışarı çıkıp koşmaya başladı.

"Hemen koşun Korhan Binbaşı'yı bulun. Bu yine başını yakacak."

Ben Rahman'ın arkasından koşarken diğerleri karargahın yolunu tutmuştu.

"RAHMAAANNN !!!"

Kulağı hiç birşeyi duymayan, gözünü Muhafız bölüğünün karagahına odaklayan Rahman, bizden başka herkese kapalı olan Kara Muhafızlar'ın eğitim alanının bulunduğu Kara Tepe'den aşağı son sürat koşuyordu.

"Allahım yardım et. LANNN RAHMAAANNN !!!"

Ayağına dolaşan deve dikenlerinin acısına dahi aldırmayan Rahman'ı, amacından Korhan Baba bile çeviremeyecekti. Şimdi önüne çıkıp çevirse de, Peçenek, Rahman'ın kara defterine yazılmıştı.

Karargaha yaklaştığımızda onlara doğru koşan Rahman'ı gören tüm Muhafızlar esas duruşa geçerken, geçtiğinde herbiri arkasından hayretle bakıyorlardı.

Artık nefesim tükenmiş, verilen selamları alamaz duruma gelmiştim.

Karargah kapısına gelen Rahman, arkasındaki Peçenek'in öğrencilerine aldırmadan bağırıyordu.

"LANNN ERKEEEKKKK !!! ÇIK KARŞIMA ÇIK !!!"

Peçenek'in aşağı inmesini bekleyen Rahman, yüzünü arkasındaki onlarca Muhafız adayına döndüğünde herbiri esas duruşa geçti.

"Kendinize yedirebilsenizde, yediremesenizde Kara Muhafızlar sizin komutanınız. Şimdi ! Peçenekle birlikte, sizi liğme liğme edebilecek yetenekte olan, ama kardeş görüp dokunmayan kardeşlerime el kaldıran beş öğrenci adam gibi çıksın karşıma."

Rahman onların çıkmasını beklerken, karargah kapısından çıkan Peçeneğin, arkasından Rahman'a fırladığını gördüğümde çoktan yetişmiştim.

"RAHMAN ARKANNN !!!"

Beni duyan Rahman sol tarafına eğilip, sağ dirseği ile Peçenek'in çenesine sıkı bir dirsek geçirdi. Darbeyi yiyen Peçenek sırtüstü yere çakılırken, aldığı eğitim gereği şoku atlatması uzun sürmedi.

Sırtının üzerinde dönüp, Rahman'ın sağ bacağına vurarak dengesinin kaybolmasına sebep olmuştu. Rahman göğüsüne aldığı ikinci tekme ile geriye doğru savruldu.

Bir-kaç saniye sonra ikiside toparlanmış, ikiside birbirlerine karşı gardını almıştı.

"Rahman yapma Korhan Baba versin cezasını."

Beni hiç duymayan Rahman'ın psikopatça gülen gözleri Peçenek'in üzerindeydi.

"Seni Kara Tepe'den neden refize ettikleri belli oldu çakal. Arkadan saldırmak öyle mi ?"

"Öğrencilerimin yanında bana kafa tutmak öyle mi ? Sana elimi kaldırmak benim küçüklüğüm olur. O yüzden öğrencilerime parçalatacağım seni."

Gardını indiren Rahman yine o gülücüğünü attı.

"Senden o beş kişiyi istiyorum Peçenek. Uzun sürmez iki dakika sonra sanada sıra gelir."

Peçenek;

"Hay hay koçum !" deyip yüzünü Muhafızlara döndü.

"Beş kişi çıksın."

Bekleyip kimsenin çıkmadığını gören Peçenek bir kez daha seslendi.

"Beş kişi çıksın dedim lan !"

Yine kimse çıkmazken öğrencilerinden biri Peçenek'in yanına yaklaştı.

"Komutanım bu o !"

"Kimmiş o !"

"Komutanım bu Kara Muhafızlar'ın hocası Zırh Binbaşı'yı rehin alan manyak. Kod Adını koydukları muhafız... Karabasan !"

Peçenek'in yüzü değişsede, Korhan Baba gelene kadar kurtulma gibi bir imkânı yoktu.

"Belli ki o beş kişiyi de kendin gibi yetiştirmişsin erkek." diyen Rahman

"HAYDİ LAAANNN !!!" diye bağırıp Peçenek'e doğru koştu.

Üzerine koşan onbeş yaşındaki Rahman'ın boşluğunu arayan yirmibeş yaşındaki Peçenek; eğilip Rahman'ın kara ciğerlerine hamle yaptığında, Karabasan'ın bunu tahmin edebileceğinden haberi yoktu.

Peçenek'in yumruğu ona gelirken mükemmel bir zamanlamayla sol tarafına manevra yapan Rahman, rakibinin çenesine güçlü bir diz attı.

Peçenek sendelerken Rahman çoktan arkasına geçip can alıcı hamlesini yapmıştı.

İki kulağına birden avuç içi ile vuran Rahman, diz çökmüş Peçenek'in boğazına kurt kapanını atarak etkisiz hâle getirdi.

Peçenek hareketsiz şekilde yatarken, Rahman tekrar öğrencilere döndü.

"Çıkmayacak değil mi o beş kişi ?" deyip bir süre daha bekledi.

Arkalardan hareketlenme olduğunda Rahman'ın yanına gittim. Âdetlerimiz gereği karşımızda beş kişi olduğu için Rahman'ın yanında yer alabilirdim.

Ama beklediğimiz hamle gelmemişti.

"Peçenek komutanımız emir verdiği için biz Ömer ve Samed komutanımıza saldırdık Komutanım."

Beş kişinin içinde sözcü olarak çıkan Muhafıza yaklaşan Rahman kuvvetli bir tokat attı. Gözünü yerdeki Muhafız'dan ayırmayan Karabasan;

"Nerede görülmüş lan kanunsuz emir veren şerefsizlerin yanında yer almak ?"

"DİKKAAATTT !!!

Rahman yere eğilip çocuğu kaldıracakken, gelen ses ile esas duruşa geçip yönümüzü komutana döndük.

Karşımızda sessizce duran Korhan Binbaşı, çattığı kalın kaşlarını ve hiç kırpmadığı yeşil gözlerini Rahman'a odaklamıştı.

Hiç kimseden çıt çıkmazken, Korhan Baba yerde yatan Peçenek'e göz atıp, Burak Abi'ye baktı.

"Topla şunları Burak !"

"Emredersiniz Komutanım." diyen Burak Üsteğmen, Korhan Binbaşı dan gizli dişlerini sıkarak, elindeki kelepçeler ile bize doğru yürüdü.

Arkamdan gelen cırt sesi ile Rahman'nın kelepçelendiğini anlamıştım. Hiç uyarı almadan iki elimi arkadan birleştirerek kelepçelenmeyi bekledim.

Öğrencilere dönen Korhan Baba;

"Su getirin !" dediğinde, namı değer Mete Komutandan emir almanın sevincini tadan iki öğrenci su getirmek için birbirleriyle yarışırcasına karargaha girdiler.

Biz hareketsiz bir şekilde gelecek emri beklerken, Korhan Binbaşı yere çömelip Peçenek'i uyanması için tokatlamaya başladı.

Peçenek'in tokattan kaçmak için küçük hareketlerle başını çevirmesine ve gelen inleme seslerine gülerken, arkamdaki Burak Abiden bacağıma gelen küçük tekme ile aniden ciddileştim. Suyu suratında hisseden Peçenek, gözlerini açıp Korhan Baba'yı tepesinde gördüğünde, hızlı bir şekilde ayaklanıp esas duruşa geçti.

Korhan Baba ile göz göze gelen adi herifin titremesi, bu yaptığı saygısızlığın nelere maal olabileceğini gösteriyordu.

Hiç birşey söylemeyen Korhan Binbaşı, Peçenek'in gözlerine uzun bir süre bakıp ses çıkarmadan Kara Tepe'nin yolunu tuttu.

Rahman ve benim kelepçeli kollarımıza giren Burak Abi Korhan Babayı takip ederken, Peçenek'in hızasına geldiğimizde Rahman'a bakıp tehtidkar bir şekilde baş salladığını gördüm.

Bunu gören Rahman, Burak Abi'nin kolundan sıyrılıp kendi etrafında dönerek, Peçenek'in suratına son tekmesini indirdi. Peçenek gri renkdeki karargah duvarına yapışırken, Burak Abi Rahman'a tokat atıp tekrar koluna girdi.

"Lan salak mısın sen ? Daha yaraların iyileşmemiş tekrar cezaya gidiyorsun şu yaptığına bak."

Umursamaz bir şekilde Burak Komutan'ın yüzüne bakan Rahman;

"Amaaaann ! Bir kaç volt daha fazla elektrik alırım komutanım." deyip, kaşlarıyla onbeş metre önümüzde yürüyen Korhan Babayı gösterdi.

"Baksana Reis, Korhan Binbaşı dönüp bakmadı bile."

Rahman'a karşı elinden birşey gelmeyen Burak Abi başını sallamakla yetindi.

"Sen adam olmazsın çocuk."

"Adam olmam ama; benden sağlam bir Kara Muhafız çıkar. Baksana Peçenek'i devirdim."

Rahman'ın bu ukala tavrına tokatla karşılık veren Burak Abi'nin gülümsediğini gördüm.

"Neden güldün komutanım ?"

"O serseride benimde alacağım vardı. Yüreğim ferahladı onu öyle görünce."

Rahman;

"Ondan mı alnımdan öpeceğine tokat atıyorsun ?"

"Senin yaptığın saygısızlığa karşı attım ben o tokatı. Yukarı çıkıp popona yüzon voltu yediğinde bu tokatı arayacaksın."

Gelen her tehtide umursamazca gülen Rahman;

"Popo ne be Komutanım ? G*t desene; Gökçen mi var karşında ?" dediğinde bir tokat daha yedi.

"Sen hakkaten psikopatsın."

Korhan Baba, Kara Tepe'nin kapısına kadar, yüzünü dönüp bir kez bile bakmamıştı. Bu sessizlik bizi bekleyen cezanın ne denli büyük olacağının bir kanıtıydı. Ne kadar ağır eğitimlere, ne kadar acı verici işkencelere maruz bıraksada ondan nefret etmemizi birşey engelliyordu.

Hani bir aile babası çocuklarını görmeden yıllarca gurbette çalışıpta evine döner ya ? O an o duyguyu hissetmiştim. Ben o babaya kapıyı açan çocuktum. Onu orada gördüğümde babamı görmüş kadar sevinmiş, o yanımızdayken sırtımızı kimsenin yere getiremeyeceğini anlamıştım.

Çınar ağacı misali; hiç bir şey yapmasada gölgesi yetiyordu.

Karargahın önüne geldiğimizde Ömer, Bora, Kenan, Oğuz, Samed ve Sinan'ı içtima alanında esas duruşta beklerken gördük. Ömer'in burnundaki kanama durmuş, Samed'in patlayan dudağındaki kan kalın pıhtı tabakası oluşturmuştu.

Korhan Binbaşı yüzünü bize dönmeden emrini verdi.

"Burak, Koray'ın kelepçesini çıkar, Rahman ikinci bir emre kadar kolunda ters kelepçe ile meydanda dizüstü, başı yere eğik şekilde duracak ! Emrimdir başını kaldırırsa üç gün daha disiplin koğuşu."

Korhan Binbaşı konuşurken Burak Abi çoktan kelepçemi çıkarmıştı. Bir insanın dizüstü oturup saatlerce başı yerde eğik durması son derece acı verici ve onur kırıcı bir cezaydı.

Burada karşı çıkmam bana bir fayda sağlamamakla kalmaz, Rahman'a verilen cezanın dahada artmasına sebep olurdu. Bu cezaya Burak Abi benim kadar kayıtsız kalamamış, merhametine yenik düşmüştü.

"Komutanım !"

"Ne oldu Burak ?"

Kelepçeyi palaskasının arasına sıkıştıran Burak Abi söyleyeceği şeyi tartıyordu.

"Özürdilerim Komutanım. Yok birşey."

Yüzünü aniden dönen Korhan Binbaşı arkasında bağlı olan ellerini ilk defa çözmüştü.

"Söyle lan işte !"

"Komutanım Rahman'a verilen ceza biraz fazla değil mi ? Daha yeni ağır cezadan çıktı."

Hızlı adımlarla Burak Abiye doğru gelen Mete'yi, tokat atacak diye beklerken, parmağını göğüsüne vurduğunda derin bir nefes aldım.

"Burası normal bir yer değil Üsteğmen ! Burada biz serseri değil, Hazreti Muhammed (s.a.v)'in avcılarını yetiştiriyoruz. Disiplinde taviz vermek yok. Buna izin vermemiz size kazandırdığımız kabileyetleri siler atar. Ya adam olacaklar, yada..."

"Ya da ne Komutanım ? Refize mi edeceksiniz beni. Edin."

Rahman'ın ani çıkışı nabzımı şakaklarımda hissetmeme sebep olmuştu.

'Lan sus mal mısın oğlum ?' diye düşünürken Korhan Binbaşı'nın Rahman'a savurduğu tokat, içime inen ani acıyı, gözlerimi sıkarak dindirmeye çalışmama sebep olmuştu.

"Sus lan it !"

Komutan kamelyasının çam direğine omzunu dayayarak düşmekten kurtulan Rahman Korhan Binbaşı'nın karşısına tekrar dikildi.

"İt değil Komutanım kurt ! Bana bunu yaptıran egom değil, bana bunu yaptıran burada isim sahibi olmam değil, bana bunu yaptıran Karabasan değil sensin sen Mete Komutan. Sen değil misin; 'Kardeşlerinizi yarı yolda bırakmayacaksınız, arkanızda hiç bırakmayacaksınız' diyen. Beş-altı yıldır bize bunu aşılamaya çalışmıyor musunuz ? İşte istediğiniz oldu. Bana verdiğin ceza umrumda değil. Benim hak katında alnım ak. Sevinsene komutanım sevinsene. Yetiştirdiğin Börüler, dünyanın en tehlikeli askerini saniyeler içinde yere serdi. 'Daha eğitimleri tamamlanmadan, daha onbeş yaşında yaptılar bunu !' desene. Bu saatten sonra benim sürüme kafa tutan kim olursa olsun alırım canını. Bunu sen yapmadın, sen evlatlarına sahip çıkmadın... Senn..."

Rahman'ın yorgun bedeni yediği Binbaşı yumruğunu bukez kaldıramamış yere yıkılmıştı.

'Sus lan artık.'

Düştüğünde kalkan toz daha dağılmadan tekrar ayağa kalmıştı. Onu, kelepçeye rağmen çevik bir şekilde ayağa kaldıran güçlü kasları değil, içindeki deli ruhtu.

Yine kalkmış yine dimdikti.

"Sen bize sahip çıkmadın Komutanım."

Yediği son yumruk kaşının açılmasına sebep olurken, kanı gören Korhan Binbaşı'nın biran olsun Rahman'a acıyan yüzünü görmüştüm.

Çabucak kendini toparlayan Komutan tekrar Burak Abi'ye döndü.

"Dediğimi yap. İçtima alanının ortasına dizüstü oturt. Kaşını diktikten sonra ikinci emrime kadar başı yerden kalkmadan orada bekleyecek."

Rahman sol gözünün içine akan kanı omzu ile silmeye çalışıyor, diğer gözünü Mete'den ayırmıyordu.

"Olamayacaksın, Olamayacaksın, Olamayacaksın...!"

Rahman'ın mırıldanmasını duymamazlıktan gelen Korhan Binbaşı arkasını dönüp karargaha giderken, Burak Abi, Rahman'ın ağızını kapatarak susturmaya çalışıyordu.

İçtima alanının ortasına gelen Rahman'ın sürekli aynı şeyi tekrarlaması en çok dikkatimizi çeken şey olmuştu.

Burak Abi Rahman'ın omzuna bastırıp oturtmaya çalışırken, kardeşim dik duruşunu bozmuyor, gözümü Korhan Binbaşı'dan ayırmıyordu.

"DUYDUN MU METE KOMUTAAAAANNN !"

Rahman'ın son bağırışına Orhan Binbaşı da karargah kapısında bitiverdi.

Devresi ile gözgöze gelen Korhan Binbaşı, Rahman'ın Kod adını seslendiğini duyduğunda, Orhan Binbaşı daki aynı meraklı bakışlarla Rahman'a döndü.

Bunu gören Rahman yüzünde hiçbir korku ibaresi göstermeden avazı çıktığı kadar bağırdı.

"BEN SEN KADAR OLACAĞIM AMA SEN BEN KADAR OLAMAYACAKSIN !!!"

ORHAN BİNBAŞI'DAN...

Henüz alarm çalmadan gözlerimi açmama ne sebep olmuştu bilmiyorum ama beyaz badanalı tavana bakarken o çocuğu son gördüğüm an aklıma gelmişti.

'METE KOMUTAN ! BEN SEN KADAR OLACAĞIM AMA SEN BEN KADAR OLAMAYACAKSIN !!!'

Üç saattir yataktaydım ama sadece son bir saatini uyumakla geçirmiştim. Beyaz tavan gözlerimi rahatlatmaya yetmişti ama içimdeki sebepsiz sıkıntıya gücü yetmiyordu. Şifonyere uzanıp bu ada'daki en değerli parçayı elime aldım. Siyah

çerçevenin arasından yüzüme ışıldayan parlak yeşil gözleri gördüğümde içimdeki sıkıntının ilacını geçte olsa bulmuştum.

'Zümram !!!'

Çerçeveyi incitmeden yerine yerleştirip üzerimi giyinmeye başladım. Rahman'ın haykırışları kulaklarımda yankılanırken, kendikendime; 'Şimdi ne durumda cezası bitti mi acaba ?' diye sormadan bir saniyem bile geçmiyordu. Ada'nın en yaramazı, en hırçını olmasına rağmen bizi ona bağlayan birşey vardı. Bu bağın, Hüdai'nin yeğeni olmasından kaynaklanmadığı ortadaydı. Peki neydi ?

'Rahman'ı refize edemememizin sebebi neydi ? Onu bu kadar sevdiren neydi ?

Yatağımın üzerini örtüp, Barettamı deri kılıfına yerleştirdikten sonra kapıyı açıp Korhan'ın odasının yolunu tuttum.

Odaya giden holdeki karanlık pencerenin şimşek ile aydınlandığını gördüğümde 'Ceza bitmiştir.' umudu ile ahşap kapıyı tıklayıp içeri daldım.

"Selamun Aleyküm devrem."

İki elini şakaklarına atmış önündeki dosyaya dalıp giden Korhan güç bela başını kaldırdı.

"Aleyküm Selam kardeşim. Bugün nöbetçi sendin değil mi ?"

"Evet benim. Sen yatmayacak mısın ?"

Kolunu kaldırıp saatine göz atan Korhan, kaşları ile içtima alanına bakan pencereyi gösterdi.

"Bir saate bitireceğim cezayı." dediğinde hâla uyku sersemliğinde olan bedenim duyduğum şey karşısında aniden dikeldi.

"Lan oğlum dışarda kıyamet kopuyor ne cezası ? Öldüreceksin çocuğu." dedikten sonra hızlı adımlarla pencereye yürüyüp perdeyi araladım.

"Yok canım !!!"

"N'oldu ?"

On yaşımdan bu yana çeşit çeşit ağır cezalar ve bu cezalara maruz kalan sayısız Muhafız görmüştüm ama; ilk defa ceza çeken bir Muhafızı gördüğümde bedenim uyuşmuştu.

"Oğlum n'oldu söylesene !"

Gördüğüm mucizeden gözlerimi istemeden ayırıp, koltuğunda merakla vereceğim cevabı bekleyen Korhan'a baktım.

"Sen sadece Rahman'a ceza vermemiş miydin ?"

"Evet !"

"Peki diğerlerinin ne işi var orada ?"

"Ne alakası var ?" dediğinde gururla karışık kırık bir tebessüm saldım.

"Ge... Gelde kendin gör. Benim aklım ermedi buna, sen belki yorumlarsın."

Hızla masasından kalkan Korhan, masadan aşağı düşüp dağılan kalemliğine aldırmadan pencereye koştu.

Gördüğü manzarayı daha net görmek için perdeyi sonuna kadar açtı.

"La... Lan bunlar napıyor ?"

"Dedim ya ! Benim aklım ermedi sen yorumla."

Kıyamet koparcasına yağan yağmurun altında Rahman bıraktığımız gibi dizüstü dururken, sağında Koray, solunda Oğuz, önünde Samed, karşısında saf düzeni Kenan, Bora, Ömer ve Sinan tıpkı Rahman gibi dizüstü oturup başlarına tokmak misali vuran yağmura aldırmadan kendilerini cezalandırıyorlardı. Rahman başını ne kadar dik tutmaya çalışsada bayılmak üzere olduğu düşen omuzları ve göğüslerinin sonuna kadar kabarmasını sağlayan, derin nefes alış verişinden anlaşılıyordu.

Gözleri dolan Korhan yüzüme bakıp hiç bir şey söylemeden gülümsedi.

"Kendilerini cezalandırıyorlar." dediğimde yüzünü tekrar onlara çevirip olumsuz anlamda başını salladı.

"Hayır ! Kendilerini cezalandırmıyorlar. Rahman yedi saattir o pozisyonda duruyor. İstese o kelepçeden yedi saniye içinde çıkar. Koray sağ tarafına, Oğuz sol tarafına omuz vermiş. Rahman sağınada solunada devrilemez. İstemeden bayılıp önüne düşecek olsa bunada Samed engel olacak. Diğerleride destekçiler düşer diye yedekte bekliyorlar." deyip yüzüme baktı.

"İslamiyetten önce Türkler yağmuru uğursuzluk sayar cenge girmezlerdi. Hatırlasana ! Çin sarayını basan Kürşad yağmurlu havada arkasında binlerce Çinli ile birlikte kaçıyor. Önüne selden büyüyen nehir çıktığında çaresizce ölümü bekliyor. O durumda bile yaklaşamayan Çinliler oklarla vurmak zorunda kalıyor..."

Korhan'ın anlattıklarının heyecanına daha fazla dayanamayıp lafı ağızından aldım.

"Sonunda Kürşad ölüyor ama attan düşmüyor. Ölüyor ama dimdik ölüyor. Rahman öyle büyük bir Alfa ki; onun bayılıp başını yere eğmesine izin vermiyorlar." deyip ortaya çıkardığı şaheserlere bakan Korhan'ın ensesinden tutup kendime çevirdim.

"Bize bile başını eğmiyor !!! Korhan; Sen ortaya resmen bir mucize çıkarmışsın."

"Be... Ben değil kardeşim biz çıkardık." diyen Korhan aniden kapıya doğru koştu.

"La nereye ?"

"Sarılmaya ! Sende gel."

İlk defa bu çocuklara doğru koşarken sinirli değildim, ilk defa onları dövmek veya cezalandırmak için değil sarılıp bağrıma basmak için koşuyordum.

'Rabbim ! Sen bana böyle bir evlat yetiştirmeyi nasib eyle."

Ne Korhan, ne ben üzerimize yağmurluk dâhi almadan karargah kapısından içtima alanına çıktık.

Sıcak bedenime sert, soğuk yağmur değsede, şahit olduğum manzaranın sıcaklığı içimi kavurmaya yetiyordu.

O nidâ, Samed'in zorla çıkan sesinden duyuldu.

"DİKKAAAATT !!!"

Kenan, Ömer, Sinan ve Samed hızla ayağa kalkıp hazırola geçerken Rahman'a omuz veren yiğitler onlar kadar seri olamamıştı.

Oğuz ve Koray Rahman'ın koltuk altlarından tutup kaldırmaya çalışırken, buna izin vermeyen Rahman silkelenip kollarından çıktı.

Korhan öndeki safı yararak Rahman'a ulaştığında beklemeden kollarını açıp baba şevkati ile sıkı sıkı sarıldı. Sol gözü simsiyah etin arasında kaybolan Rahman, gözlerini şaşkınca kardeşlerinin üzerinde gezdirdi.

"Hayırdır da... dayı rüyanda beni mi gördün ?"

Rahman'ın vücudu buz kesmişti ama titremiyor, bize bile olsa alçak yanını vermiyordu.

"Cezanızda, eğitiminiz de bitti ! İki gün istirahat edip, İhtisas eğitiminden sonra Kara Muhafızsınız."

Herbiri yedikleri soğuğunda etkisiyle duyduklarına inanamıyordu. Saf saf birbirlerine bakarken söylenenleri sindirmeleri uzun sürmemişti.

Bana denk gelen benim boynuma, Korhan'a denk gelen Korhan'ın boynuna sarılıyordu.

"Sen ne dediğinin farkında mısın Komutanım ? Daha bir dünya eğitim safhası var."

Rahman'ın yüzünü iki eli arasına alan Korhan;

"Gayet iyi farkındayım evlat. Kara Muhafız olacaksınız ama refize olma korkusundan uzak eğitimleriniz devam edecek. İki sene sonraki Son İhtisas eğitiminden sonra görevler sizi bekler." deyip karşısındaki canavarın alnından öptü.

"Hadi şimdi gidip istirahat edin."

Bacağındaki damarlar henüz kana doymayan Rahman, ağır adımlarla karargah kapısına giderken durup arkasında kalan Korhan'a bakarak yavaş yavaş parmağını kaldırdı.

"Biliyordum ! Bir gün bizim kıymetimizi anlayacağını biliyordum Dayı."

Hızlı bir şekilde iki adım atan Korhan Rahman'ın kalçasına dekme attı.

"Sı*tırtma Dayına ! Kaç kez dedim 'Bana Dayı deme ' diye."

Elini arkasına atıp gelen tekmeyi engellemeye çalışan Rahman;

"Dur be Dayı ! Bacaklarımın her yanına diken batırıyorlar senin yüzünden." deyip kapıdan içeri girdi.

Kayboldu !

Arkasında, henüz onbeş yaşında, beynimize kazıyıp unutamayacağımız o cümleleri geride bırakıp kapıdan kayboldu.

"BEN SEN KADAR OLACAĞIM AMA SEN BEN KADAR OLAMAYACAKSIN !!!"

GÜNÜMÜZ... ŞÛRA'DAN...

Heyecanla, maçı seyreden Afgan Güllerine görünmeden halı sahanın kenarına sızmak eşsiz bir aksiyondu benim için.

Babamın cüssesinden beni görmeselerde, başında siyah şapkası olan babamı görmemeleri benim için aksiyonla karışık eğlence olsa da, onlar için altından kalkılamayacak bir ihmâldi. Koray Amcam topu sabitleyip üç dört adım attığında birinci patlayan topda olduğu gibi babamın kimseye çaktırmadan susturucu takılmış silahını avuçladığını gördüm.

"Baba yapma Koray Amcamı vuracaksın !"

"Dur kız tosba ! Baban bunu defalarca yaptı."

Koray Amcam tam topa vuracaktıki babamın silahı nişanlayıp topu vurması bir saniyesini bile almamıştı.

Herkes şaşkınca tellere savrulan topa koşarken babam kolumdan tutup tekrar dışarı çekti.

"Seyret bakalım GökGözlüm ne yapıyor Gölge efendi ?"

Başımı açık kapıdan uzattığımda Koray Amcamın elindeki topla etrafı seyredip kendikendine mırıldandığını gördüm.

"Elinde topla etrafa bakıyor baba."

"Anladı üçkağıtçı. Ada da çok toplarını patlattım böyle."

Gözümü Koray Amcamdan çekip, kızgın bir yüzle babama baktım.

"Neden oyunlarını bozuyorsun baba ?"

Babam Koray Amcamın 'RAHMANNN' diye haykırmasına aldırmadan cevap verdi.

"Benim ekstra eğitimlerim olurdu. Ben eğitimdeyken onların futbol oynaması zoruma giderdi."

Yüzüme bakarken gülümsüyordu ama gözlerinde inanılmaz bir özlem vardı. İçindeki heyecanın gözlerinden kalbime aktığını hissedebiliyordum. Öyle bir dokunuyordu ki; karşımdaki Kara Muhafızlar'ın Alfası değil, oyuncağı çalınan masum bir bebek duruyordu sanki. Yanağına elimi atıp teselli etmek aklıma gelmişti ama ismimi seslendiğinde sıradaki hamlesinin ne olacağı merakı ile kaşlarımı kaldırdım.

"Şûraa !"

"Efendim baba."

Deri montunun kolu ile burnunu kaşıyan babam derin bir nefes aldı.

"Kızım ben kardeşlerimi çok özledim beehh !"

"Ay yerim ben seni baba yaa ! E girelim daha neyi bekliyosun ? Bak Koray Amcam sahayı havaya kaldıracak. "

Şapkasını başına sabitleyen babam kapıya bakıp elini omzuma attı.

"Hadi o zaman !"

Onun kadar değildim belki ama; efsaneler bir araya geleceği için inanılmaz heyecanlıydım.

Afgan Muhafızları'nın arkasındaki babamı gören Koray Amcam, gözlerini sabitlemiş gülüp gülmemek, ağlayıp ağlayamamak arasında sıkışıp kalmıştı.

Koray Amcamın bakışlarının üzerlerinde olduğunu gören kızlar arkalarına dönüp babamı gördüklerinde aniden açıldılar. Kimisi elini ağzına götürmüş çığlığını

tutarken, kimisinin gözleri saniyesinde dolmuştu. Sarılmalarına inançları, kalıp öyle bakmalarına babama duydukları özlem izin vermiyordu.

Asel Ablam üzerindeki şoku atlatıp, dayanamayarak sarılmak için babama doğru atıldı ama karşılaştığı şey kocaman bir hüsran olmuştu.

Geriye bir adım atan babam kaşlarını çatıp Asel Ablama baktı.

"Sakın Asell ! Sakın !!!"

Bazıları kabul edemesede Babamın uğruna ömrünü adadığı Dini bunu emrediyordu.Asel Ablam özlemine yenik düşsede yaptığının bir hata olduğunu biliyordu.

Ama !!!

Babamın gözlerindeki nefret bunun din kuralları nedeniyle değil, Afgan Muhafızlarına duyduğu öfke yüzünden olduğunu alenen gösteriyordu.

Babamın uyarısıyla olduğu yerde kalan Asel Ablam ayaklarını birleştirip, başını yere eğerek esas duruşa geçti.

Ateş saçan gözlerini Afgan Güllerinden çeken babam Koray Amcama baktığında tekrar bebek haline büründü.

Omzumdan elini çekip halı sahaya girdiğinde Kenan Amcam, Samed Amcam, Bora Amcam, Sinan Amcam, Ömer Amcam, Oğuz Amcam ve Mert Amcam tek tek babama sarılırken Koray Amcamda en ufak bir kıpırdanma yoktu.

Bu durum beni sevindirirken, Afgan Güllerinin, Komutanlarının birbirlerine olan kardeşlik dolu sarılmalarını, yüzlerindeki hüzünlü gülümsemeleri ile uzaktan seyretmeleri içimden bir parça koparmıştı.

Böyle olmak zorunda mıydı ?

Benim yüzümden bu duruma düşmek zorundalar mıydı ? Ne olurdu sanki 'Evet ben bunun sevgilisiyim.' deyip gitseydim. Okul kantinindeki o kavga hiç çıkmasaydı ne olurdu ?

Ablalarıma acısamda bunu yapmak yapıma tamamen tersti.

Ailesini, sevdiklerini Afgan Muhafızlarına emanet eden babam, veli toplantısı için okula geldiğinde karşılaştığı manzara onun gözlerine emin ellerde olmadığımızı gösteriyordu.

Tabi onun için böyleydi.

Babam tek birşeyden emindi !

'Ateşten alıp GökGözlüm dediğim kızımın ipek saçlarını çeken yabancı bir el vardı.'

Ne aradan geçen saatler soğutmuştu kalbini, ne de kırdığı o el.

Yakmıştı !

Kızının saçlarına dolanan yabancı el Karabasan'ın canını fazlasıyla yakmıştı.

Gözlerim babam ve amcalarımı dalgınca seyrederken sağ tarafımdan omzuma dokunan el o tarafa bakmamı sağladı.

"Şûra bu... Bu o mu ?"

Elvin Savcıyı burada görmenin şaşkınlığı boğazımdaki yumrunun az da olsa erimesini sağlamıştı.

Tekrar Babamlara dönüp, içimdeki gururla vücudumu dikleştirdim.

"Evet abla ! O Karabasan !"

Sarılmaların bittiğini gören kapısından sessizce çıkarken sevindiğinin bir ıspatıydı.

"Nereye lan zırto ?"

Koray Amcam, elindeki topu yere bırakıp halı saha babama göstermeden attığı tatlı gülümseme ne denli

Alfasının seslenmesiyle tekrar kaşlarını çatan Koray Amcan babama döndü.

Konuşmak istemiyordu ama içinden bir şeyin onu buna zorladığı belli oluyordu.

Tekrar arkasını dönüp gidecekti ki; babamın seslenmesi ile olduğu yerde kaldı.

"Kap... Kapışma !" diyen Koray Amcam babama dönüp devam etti.

"Hemen şimdi yuvada !"

Kapışma Kara Muhafızların bir birlerine sinirlendikleri veya kızdıkları zaman başı boş kavgadan uzak, disiplinli, kurallara uygun göğüs göğüse muharebesiydi.

Ne kadar kavga etmelerini istemesemde yıllardır aldığım eğitimler, devlerin kapışmasını deli gibi merak etmeme sebep oluyordu.

Soyunma odalarını gösteren babam;

"Şimdi olmaz yavrucum. Zümralar semaver yaktı bahçede bizi bekliyorlar."

Dişlerini sıkan Koray Amcam daha fazla sabredemedi.

"Oğlum sen beni niye aramadın lan azına sı*tığım."

"Koray çocuk olma. Burası bunları konuşulacak yer mi ?"

Etrafındaki yabancı polislere bakan Koray amcam babama karşı çocukça yana yatırdığı boynunu dikleştirip soyunma odalarının yolunu tuttu.

Babamla sarılan herkes Koray Amcamı takip ederken, Alfa ile başbaşa kalan yine başları yerde olan Afgan Gülleri olmuştu. Onları babamın hışmından kurtaracak tek kişi bendim.

Gözleri sahanın suni çiminde, elleri arkasında volta atan babama yaklaşıp koluna girdim.

"Baba Asel Ablamları daha fazla üzmesen."

Olduğu yerde kalıp yüzüme bakan kişi babam değil Karabasandı. Çatık kaşlarının altındaki siyahın en koyu tonundaki gözleri insanı delen cinstendi.

'Ama bu bakan Karabasan da olsa bana kıyamaz ki !'

"Sen karışma GökGözlüm. Bu senin boyunu aşar."

'İyi; en azından ismimle değilde, diline en yakışan hitabı ile konuştu.'

"Ama onlar..."

Soğuk elini ensemde hissettiğimde sözüm yarıda kaldı. Yüzüme doğru eğilen babam sakince konuşmaya başladı.

"Kızımm !!! Benim böyle olmam bizim hayatımızın bir parçası. Onlar benim emanetime sahip çıkmadı. Bu bizde büyük suçtur. Daha bu birşey değil. Bunun bedelini en ağır şekilde ödeyecekler. Haydi git beni arabada bekle.

"Pek... Peki baba."

Arkamı dönüp giderken Ülkü Ablamın gözünü benden çekmesi içinde bulundukları tedirginliğin bir parçasıydı.

'Başına neler geleceğini bilmeden beklemek ne kadar zor.'

Emirin babama hediye ettiği milyonluk BMW'nin ön koltuğuna binmek bile onların son bakışlarını silmeye yetmemişti. Uzaktanda olsa babamın onlara karşı atacağı gülümseme için çoğu şeyimi feda edebilirdim.

Olmamıştı !

Beklediğimin tam aksine Afgan Güllerine bakan babam başını sallayıp gitmelerini söyledi.

Baş selamı veren Güller tek tek arabalarının yolunu tutarken Elvin Ablayı da peşlerine takmayı unutmadılar.

Herkes tek tek soyunma odalarından çıkarken, babam arabaya doğru ilerledi.

Arabaya binerken hiçbirşey olmamış gibi yüzüme gülümseyen babam;

"Aybalam aklıma ne takıldı biliyo musun ?" dediğinde merakla karşılık verdim.

"Ne takıldı baba ?"

"Hani şu pamuk kız Hilâl."

"N'olmuş Hilâl'e ?"

Yerine kurulup emniyet kemerini bağlayan babam tek gözünü kırpıp devam etti.

"O çok iyi, çok cesur, çok fedakâr bir kız. Orada kimsenin yapamadığını yapıp o haliyle senin için kendini ortaya attı. Kim bu kız, ne zamandır bu durumda ?"

"İki yıl önce trafik kazasında bu duruma geldi baba. Ama iyileşecek."

"İyileşek mi ? Tedavisi var yani?"

"Evet Amerika'ya gitmesi gerekiyormuş. Tedaviyi reddediyor ama gidecek."

"Tedavisi var mı ?"

"Evet baba var. Ama beşyüzbin dolar tutuyormuş."

Hayretle kaşlarını kaldıran babam;

"Ve onların bu kadar parayı elde etmeleri gibi bir imkânları yok."

"Malesef öyle." dediğimde arka kapının açılması ile yüzümü o yöne döndüğümde Mert Amcamla gözgöze geldik.

"Abi biz Kürşadla gelmiştik. Onlar Aselle eve geçiyor."

"Ne oğlum izin mi istiyorsun ? Bin gidelim işte." diyen babamın başını eğip Tuğrul Amcanın yüzüne bakmaya çalışması komiğime gitmişti.

"Hay maşallah. Kardeş sen gelmiyor musun ?"

"Ben eve gideyim dedim ama Mert 'Gel' diye tutturdu efendim."

"Efendim mi ?" diyen babam Mert Amcamın yüzüne baktı.

Çoktan arka koltuğa kurulan Mert amcam;

"O sizi biliyor abi. Korhan Baba anlatmamı söyledi. Tuğrul iki yıl önce Ozanımızın Timine tayin olan Komiser."

"Tamam o zaman Tuğrul. Aileye hoşgeldin. Haydi binde gidelim."

İki metrenin üzerindeki Tuğrul Amcanın arabaya binmesi hepimizin sallanmasına neden olmuştu.

Aynadan tekrar arka koltuğa yerleşen yiğide bakan babam, dudağını büküp start tuşuna bastı.

Çalışıp çalışmadığı belirsiz olan araç harekete geçerken arka koltukdaki ikilinin, merakla milyonluk bebeğin içerisini süzdüğünü hissedebiliyordum.

Üzerinden neredeyse yarım saat geçmesine rağmen Afgan Gülleri'nin yüzlerindeki acınası gülümsemeleri beynimdeki duruluğunu koruyordu. Komutanları olan babam, hiç şüphesiz onlardan akacak bir damla kan için canını verecek bir merhamete sahipti. Aksine; iş itaatsizliğe geldiği zaman, bayan olmalarına aldırmadan tüm kemiklerini kırana kadar dövebilirdide.

Bunu bizzat deneyimleyen Asel Ablam'ın, babama son bakışı ve başını yere eğmesi, kanlar içinde kaldığı o dayaktan daha ağır geldiğinden ismimin Şûra olduğu kadar emindim.

Araç evin önüne durduğunda ilk kapıyı açan ben olmuştum. Arkamıza sırasıyla park eden araçların farlarına elimi siper edip bahçe kapısını açtım.

İçeri girenlere yol vermek için kenara çekildiğimde Babaannem, Gökçen Halam, Kübra Teyzem ve Annemin, misafirleri karşılamak için geldiğini gördüğümde eski günlere eksiksiz geri döndüğümüz için başımı göğe kaldırıp sessizce şükrettim.

"Bunların ne işi var burada ?"

Babamın baktığı yöne başımı çevirdiğimde istemsizce gülümsedim.

Peşpeşe parkeden araçların arasından Afgan Melekleri tek tek görünmeye başlamıştı.

"Siz gidin yuvada beni bekleyin. Bugünlük bu evde işiniz yok."

Babamın bu çıkışına Asel Ablamlar tekrar geri dönerken, içimdeki yangının imdadına Babaannem yetişti.

"Aa aaa Rahman !!! Oğlum sana n'oldu böyle ? Hiç olur mu öyle şey ?"

"Onların vermesi gereken hesap var anne. Siz karışmayın." diyen babam tekrar Asel Ablamlara dönmüştü ki araya bu kez Annelerin en güzeli girdi.

"Koray Kübra'yı arayıp senin bu meleklere kızdığını söyledi. Bende geri çağırdım onları."

Kumandaya basıp aracı kilitleyen babam çatık kaşlarını Anneme çevirdi.

"Hiç boşuna çatma karalarını efendi. Bu evin komutanı benim." diyen Annem dışarı çıkıp Asel Ablamlara baktı.

"Geçin kızlar içeri !"

Asel Ablam babama bakıp geçip geçmemekte tereddüt etsede, başını Timine çevirip geçmeleri için işaretini verdi.

Önden geçen Koray Amcama gözlerini diken babam;

"Sana birşey söylerdimde Annem var." dediğinde Koray Amcam olduğu yerde durup babama baktı.

"Kapışma !"

"Lan geç içeri şimdi göstericem sana kapışmayı."

'Karabasan ile Gölge'nin meşhur halleri.'

Bu iki adamın dostluğuna cilt cilt kitap yazılabilirdi.

Geniş bahçemiz yine renkli, yine kalabalıktı. Babam masanın başına geçerken, Timi onu izleyip büyük ahşap masada tek tek yerlerini aldı.

Mert Amcam, Kürşad Amcam ve Tuğrul Amcamda yerini alırken gözüm ayakta yan yana dizilen Meleklere kaydı.

En az benim kadar annemde şaşırmıştı.

"Kızlar otursanıza !"

Hiç birinden ses çıkmıyor, gözleri Alfalarında öylece bekliyorlardı.

Samed Amcam;

"Rahman 'Oturun' demeden oturmazlar. Bu kez olmaz yenge." dediğinde Annemin gözleri babama kaydı.

"Rahman oturmalarını söyler misin ?"

Başını elindeki araç kontağından kaldırmayan babam, hakim olan sessizlikte belli belirsiz mırıldandı.

"Onlar hariç herkes otursun !"

Babamın ne denli ciddi olduğunu anlayan annem sesini çıkarmadan ilk çektiği sedir sandalyeye oturdu.

Gökçen Halam ve Kübra Teyzem de yerleştiğinde gözler babama çevrildi.

Babam oturduğu ilk andan bu yana ilk defa başını kaldırdığında baktığı kişi ben olmuştum.

"Kendine sandalye kap yanıma gel GökGözlüm."

Sandalyeyi alıp yanına geçerken Koray Amcamında babama dikkat kesilmesi, vuracak olan yıldırımın habercisiysi.

Sandalyemi kendisininkine yapıştıran babam başımı tutup göğüsüne dayadıktan sonra şefkatle saçlarımdan öptü.

"Herkes susup beni dinlesin !" dedikten sonra derin bir nefes alıp nereden başlayacağını bilmeden konuşmaya başladı.

"Bizimle başlayıp, bizimle eğitim alanlar ilk üç ayı dolmadan pes eder aşağıdaki Muhafız bölüklerine refize olurlardı."

Timinde gözlerini gezdirdikten sonra moralsiz bir tebessümle devam etti.

"Biz sekiz kişiden bir kişi bile pes etmedi. Kara Tepeye sekiz çocuk girdik, vatanı için, Kur-an için seve seve can vermeye hazır sekiz Kara Muhafız olarak çıktık. Asıl işkenceler ikinci senemizden sonra başladı. Ne bedenen, ne psikolojikmen; bir insanın dayanamayacağı eğitimlere maruz kaldık. Bayıldık, ayıltılıp tekrar devam ettik. Bir noktadan sonra korkumuz refize olup Kara Muhafız olamamaktan değildi. Bizim en büyük korkumuz kardeşlerimizden uzak kalmaktı. Kurt mantığı ile yetiştirildik. Onsekiz yaşımıza geldiğimizde en ağır hava koşullarına, işkencelere, psikolojik baskılara kolaylıkla kafa tutabilecek kıvama gelip Kara Muhafız mührümüzü aldık. Allah dan başka hiç kimse artık bizi ayıramayacaktı. Vurduk vurulduk, güldük ağladık. Birbirimiz için çok fedakarlıklar yaptık. Hayattaki tek ağabeyim, canım, ciğerim, enn sevdiğim komutanım Asutay..."Şehidimiz Burak Amcamın kod adı geçtiğinde, onun geride bıraktığı emanetine bakan babam bir kaç saniye sessizce bekledi. Babasının ismini duyan Gökçen Halamın babamda gözlerini sabitleyip, nefesini tuttuğu dışardan rahatlıkla anlaşılabiliyordu.

"Evet... En sevdiğim komutanım şehit olduğunda çelik yeleğimdeki dört kurşun dahil, vücudumdan sekiz kurşun çıkarıldı. Ondan hariç bir çok kesici ve delici aletlerden yara aldım. En sonuncusu İtalya'da, Asel'in gözleri önünde uğradığım işkence oldu."

Babam yavaşça ayağa kalkarken, Asel Ablam başını yere eğip dinlemeye devam etti.

Yavaş adımlarla Afgan Güllerine yaklaşan babam konuşmasını sürdürdü.

"O işkenceden dışarı çıktığımda güldüm, vurulup hasta yatağımdan kalktığımda güldüm, o acımasız eğitimlerin akşamında arkadaşlarımızla gülüştük. Bana hiç bir görev baba olmaktan daha ağır gelmedi." diyen babam Ülkü Ablamın kıvırcık saçlarının arasına elini aniden attığında, masadaki bayanlar oturdukları yerde nefeslerini tutarken, Ülkü Ablam gözlerini yumup Karabasandan gelecek olan darbeyi bekledi.

Babamın kısık sesi biraz daha yükselmişti.

"Bugün yabancı bir şerefsizin eli Şûramın saçlarının arasındaydı. Tıpkı böyle."

Babam elini çektiğinde gerilen ciğerlerini boşaltan Ülkü Abla, hızlı hızlı gözlerini kırpıp dinlemeye devam etti.

"Hiç bir işkencede benim canım bugünki kadar acımamıştı. Siz benim emanetime sahip çıkamadınız lan."

Başını kaldıran Asel Ablam araya girdi.

"Komutanım Şûra bizi ara..."

"KONUŞMAAA !!!"

Babamın nefesi normal, kasları gevşek olsada, gözlerinde kopan fırtına görülebiliyordu.

"Ne diyeceksin ? ' Şûra bizi aradı yoldaydık ' mı diyeceksin ? İçeri yerleştirdiğiniz Muhafız ne halt ediyordu."

'İçeri yerleştirilen Muhafız mı ? Okulumuzda Muhafız mı var ?'

Tam konuşacaktım ki bunu anlayan babam eli ile durdurup yerine oturdu.

"Üç gün ! Rüyamda üç gün ard arda sarı saçlı bir melek benden yardım istedi. Görev çıktı Azerbaycana gittik. O melek eti ile kemiği ile bir ermeni çadırından çıktı." dedikten sonra çenemden tutup yüzümü kendine çevirdi.

"GökGözlerin etrafı simsiyahtı. Minicik ayakları buz kesmişti. Onu cehennemden aldık, siz bir kaşık su da boğduruyordunuz."

Daha fazla dayanamayıp araya girdim.

"Onlarda ateşden çıktı."

Babam hariç herkes şaşkınca bana bakıyordu.

"Evet ! Onlarda ateşten çıktı baba ! Daha on yaşlarında ailelerinden koparılıp, sizin kadar olmasada en ağır eğitimlere alındı. Benim babam var ailem var. Onlar benden daha öksüz, daha yetim baba. Onların Korhan ve Orhan Dedemden sonra tek babaları sensin. Dur bende o gece ile alakalı bir örnek vereyim." deyip yüzümü Afgan Güllerine ve masadakilere çevirip, Oğuz Amcamı göstererek güldüm.

"Oğuz Amcam kampı yutan ateşlerin arasında son duasını okurken babam beni sırtına bağlamaya çalışıyordu. Babamla birlikte ona şaşkınca baktık; sonra babam 'Aşağı atlayacağız' dedi. Tıpkı dağcılar gibi kayalarda bir süre gittik. Atlayacağımız yere geldiğimizde babam sırtındaki bana yüzünü çevirip'Hazır olduğunda öp beni GökGözlü Aybalam ' dedi. Hiç beklemeden, gözümün verdiği acıyı umursamadan öptüm. Ölüme atlayacağımızı bildiğim halde öptüm. Ve bugün buradayız." deyip başını ellerinin arasında tutmakta ısrar eden babamın çenesini tıpkı onun gibi tutup kendime çevirdim.

"Ben sana güvendiğim kadar Ablalarımada güveniyorum baba. Beni bugün en çok üzen o adamların saçımı çekmesi değil; beni bugün en çok üzen, o halı sahada, bu meleklerin yüzlerinde acı tebessümü ile birbirlerine sarılan Komutanlarını izlemesiydi. Ben Asel Ablamı aradım baba. Çıkışda çocuğu sıkıştıracaklardı. Ama olaylar biraz daha erken gelişti."

Babam alnımdan öperken dayanamadığı o bakışı takındım.

"Onları affet baba n'olur !!!"

Bana bakarken yüzü gülen babam Afgan Güllerine baktığında kaşlarını çattı.

"Allah her kuluna ikiz evlat verir. Ama nadir kullarına ona vereceği emaneti günler öncesinden rüyalarına sokar. Şûra bize Rabbimin emaneti. Onu canınız pahasına koruyacaksınız." dediğinde etrafta Korhan dedemlerinin evinden başka ev olmadığından cesaret alan Afgan Gülleri, esas duruşa geçip hep bir ağızdan tiz sesleri ile bahçeyi inlettiler.

"EMREDERSİNİZ KOMUTANIM !!!"

Tekrar ayağa kalkan babam Afgan Güllerine ilerlemeye başladığında, bukez araya giren, titreyen sesi ile Kürşad Amcam oldu.

"Abi !!! Asel'e vurmasan."

Annem;

"Saçmalama ne vurması ?" dediğinde babamın delici bakışları ile karşılaşan Kürşad Amcamın yutkunduğunu gördüm.

"Yok hamilede o bakımdan."

Bunu duyan babamın çatık kaşlarından eser kalmamış, aksine saf çocuklar gibi ağızı açık halde Asel Ablama bakakalmıştı.

"Sende mi hamilesin ? Ne oluyor kızım size Gökçende hamileymiş." deyip Kürşad Amcama baktı.

"Eee ben kimi döveceğim şimdi ?"

Etrafına bakınan Kürşad Amcam tüm ciddiliği ile cavap verdi.

"İçimizde en dayanıklısı Tuğrul Komser abi. Sen onu döv."

O anda montunun yakasını düzenleyen Tuğrul Amcam ilk defa ismi geçtiğinde herzamanki gibi oturduğu masayı kahkahalara boğan o cevabı verdi.

"Yoooo birader ! Bünye ne kadar kuvvetli olsada bir haftada iki Alfa'nın dayağını kaldıramaz."

Biraz sıkıntı atlatmış olsakda masamız tekrar eski huzurlu günlerine geri dönmüştü.

"Pekala !" deyip Asel Ablama dönen babam;

"Bu seferlik GökGözlü melek hatrına sizi affediyorum. Şimdi çaylarımızı getirinde içelim." dedikten sonra yüzünü masaya dönüp arkası ona dönük olan Koray Amcamın saçını dağıttı.

"Sen niye küstün la bana ?"

Babamın yüzüne bakan Koray Amcam yüzünü ekşidip cevap verdi.

"Kapışma !"

"Hay senin kapışmana. Tamam çayı içelim onu da düşünürüz Deli Bedo."

Öfkeyle ayağa kalkan Koray Amcam etrafına bakıp hanımları göremeyince bütün öfkesiyle babama yöneldi.

"Seni adi herif. Bosna daki Deli Bedo lakabını sen taktın bana değil mi ?

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%