@batingam
|
ZÜMRA'DAN... Bir insan çektiği sıkıntının aynısını dostunda görünce neden hiç bir şey söyleyemez ? Siz 'Sıkıntılı olduğumu görüyor ama derdin nedir diye sormuyor!' dersiniz ama bilemezsiniz zamanında çektiği olumsuzlukların, sıkıntıların tam unutmuşken sizle canlanacağını. O kişi hep çekinir karşısındakine 'Derdin nedir ?' diye sormaktan. Korkar ! Karşısındaki kor ateşin kendisine sıçrayacağından korkar Kelime dağarcığın ne kadar geniş olursa olsun içinde bulunduğun özlemi karşındakinin gözünde canlandırmak mümkün olmuyor. Yok eğer o da bu işkenceye maruz kaldıysa belki kısılmış bakışından, belkide sık sık iç çekişinden anlar; anlar ama içindeki volkanı söndürmeye gücü yetmez ve seninle birlikte erir gider. Onun sıkıntılara gülüşünü hep yadırgamışımdır. Yine sıkıntıdaydı ama bu kez gülmüyordu. Kanepemde, tamda yanımda sessiz bir volkan patlıyordu ve onu ne kadar sevsemde buna engel olamıyordum. Dize dayanan dirsekler, halıda bir noktaya dalmış kısık gözler ve kısa ama sık sık alınan nefes. "Kızım anlatmayacak mısın; neden alelacele çağırdın beni buraya ?" deyip yüzüme baktıktan sonra bir süre nefesini tutup iri olan kahverengi gözlerini biraz daha irileştirerek kısık ses ve titreyen çenesi ile devam etti. "Yoksa ona bişey mi oldu ?" Daha fazla duramayıp iki elimide yanaklarına atarak araya girdim. "Yok kuzum yok ! Sakın böyle şey getirme aklına." "Ee peki neden çağırdın ?" "Biraz sabret. Kübra çayları getirsin anlatacağız." Gözlerini tekrar halıdaki noktaya çeviren Gülçin başını yavaş yavaş sallayıp karşılık verdi. "Yok yok ! Kesin birşey var. Bugün pazartesi ve hem Kübra hem sen polikliniğe gitmemişsiniz." Elinde çay tepsisi ile giren Kübra'yı gördüğümde derin bir nefes aldım. "Hahh bak geldi işteee !" Gözlerime bakan Kübra tepsiyi Gülçine uzatıp başını salladı. "N'oluyor ?" "Yok birşey. Yine hoppiriklendi bizim deli." Kaşlarını çatıp yüzüme bakan Gülçin; "İki aydır aramıyor beni Zümra; ik...ki ayyy !" deyip, sehpaya koymayı unuttuğu çay dolu bardak ile gözlerime bakakaldı. "Aşkım ! Rahman beni altı ay aramadı." Duyduğu şey karşısında kaşları gevşeyen Gülçin, bardağını sehpaya bırakıp şeker atmayı unuttuğu çayı karıştırmaya başladı. "Ya bu nasıl bir sorumsuzluktur ? Nasıl insanlar bunlar ?" deyip gözlerime baktı. "Ama sana birşey söylim mi? Arasada açmayacağım. İlk karşılaşmamda basacağım tokatı. Ondan sonrada 'Senden koca falan olmaz' deyip yüzüğü fırlatacağım." dedikten sonra çayından büyük bir yudum alırken araya Kübra girdi. "Hııı atarsın !" Yüzünü ekşiten Gülçin aniden çıkıştı. "Sen sus kız ! Hani bunun şekeri ?" "Kızım şekeride mi ben atayım ? Önünde ya !" "Atsan ölür müsün ?" Bu ikilinin bu haline her zamanki şeyi yapıp, içerisinde bulunduğumuz duruma aldırmadan gülümsedim. "Durun durun sakin olun da konuşalım." Gülçin; "Hadi anlat !" "Peki tamam ama sakin olacaksın." "Tamam kızım hadi anlat." Sakin olacağını hiç sanmıyordum ama Rahman 'Konuş' dediği için konuşacaktım. "Gülçin Kenan geldi. O Ankara da !" deyip boynumdaki sinirler kabarana kadar kendimi sıktım. "Ne... ne demek burada ? Kenan Ankara da ve ben bunu sizden duyuyorum." Beklediğimden sakin karşıladığını gördüğümde artık büyüyüp olgunlaştığına yorumlayıp devam ettim. "Biliyorum bizden duyman biraz abes gelebilir sana ama yüzyüze görüşmek istediği için aramadı." Ayağa kalkan Gülçin, delirmiş gibi saçlarının arasına elini attığında 'Otur' demeye kalmadan dişlerini sıkıp bağırmaya başladı. "Gelseydi Zümra o zaman. Dikilseydi karşıma, 'Ben görevim için konuşamadım seninle.' deseydi. Onun sadece MİT'te görev yaptığını biliyorum. Ama parçalıcam onu. Sizde şahitsiniz liğme liğme edicem onu." Karşımdaki Gülçin Beyin Cerrahından çok hapishane ağalarını andırıyordu. Kübra; "İşte bu huyun yüzünden çıkmamıştır karşına. Allah'ın Delisi." Tehditkâr bir şekilde parmağını karşımızda oturan Kübraya uzatan Gülçin; "Onu bir halledeyim. Sanada gelecek sıra." deyip yerine oturduktan sonra kaldığım yerden devam ettim. "Kenan öyle Mitçi değil. O biraz daha farklı." "Nasıl farklı anlamadım ?" "Onu yanına gidince görürsün. Rahman, Kübra'nın eşi Koray ve Kenan aynı Timdeler." Gülçin; "Eeee ?" "Rahman'ın ve Timin sana ihtiyacı var. Seni Milli İstihbarat Teşkilatına götüreceğiz." "Ne... Nasıl bana ihtiyaçları var ? Birine bişey mi oldu ?" "Yok hayır öyle birşey yok. Kenan da seni orada bekliyor." "Hadi gidelim o zaman. Sırtımda taşıdığım yeter onu. Biran önce yapacağımı yapıp atayım şu yükü." Kübra; "Hı hı atarsın !" Ters ters Kübra'ya bakan Gülçin; "Ben yapacağım, sende göreceksin." deyip kapıya yöneldi. Sertçe ayağa kalkan Kübra Gülçin'in kolunu kavrayıp kendine çevirdikten sonra dişlerini sıkabildiği kadar sıktı. Kübra'nın kısık sesi ve gözlerindeki kararlılığı karşısında benim kadar Gülçin de erimişti. "Eğer kardeşimi küçükte olsa üzersen Allah şahit iki çocuğumu umursamadan öldürürüm kızım seni. Senin için onun gönlüne girmen başlı başına bir ayrıcalık zaten." Beklemediği bu tavır karşısında ağzı açık kalan Gülçin, kolunu sıkı kavranmış pençeden kurtarıp kapıya yürürken Kübra'nın birşey unutmuş gibi; "Haaaa !" demesi ile başını tekrar ona çevirdiğinde son ve en etkili darbesini aldı. "Bilmem kaç bin yıldır onların fethettiği kalenin düştüğü görülmemiş." "Ne demek istiyorsun sen ?" "Birşey demek istemiyorum. Onu gördüğünde tutulan dilin çözülürse küfür eder, uyuşan kolun kalkarsa tokatlarsın." ŞURA'DAN... Yeni bir pazartesinde ve yine sevmediğim o okuldayım. Raylı, devasa kapısından geçip başımı kaldırarak okula baktığımda sarı ve en sevdiğim renk olan beyazdan usandığımı hissettim. Her zaman elimi üzerine atıp merdivenlerini hızlı hızlı adımladığım korkuluk renginden ömrümün sonuna kadar kimse bıktıramazdı beni. O rengi gördüğümde Babamın kömür karalarını görüyordum. O korkuluktan uzaklaşıp Rehberlik hocasının kapısındaki kırmızı spot ışığı gördüğümde ise bütün hayatımın Kara Muhafızlar ile şekillendiği aklıma geliyordu her defasında. O ışığın kapının üzerinde yanmasının sebebi içerde görüşme olduğunun habercisiydi ama ben o ışıkta Karabasan'ın Alfa kızılı gözlerini görüyordum. Göğüsüme dayadığım kitaplar ile hocalarını koridorda beklemeyi tercih eden şimarık öğrencilerin arasına girdiğimde bütün gözlerin bana döndüğünü gördüm. Şakalaşanlar uslanıyor, gözgöze geldiklerim başını yere eğiyordu. Asansörün önüne durmuş sandalyesinde el sallayan Hilâl görüş alanıma girdiğinde sıcacık gülümsemesinden içime yayılan huzur serinliği ile ister istemez gülümsedim. Onu gördüğüme ne kadar sevinsemde üzerimde sabitlenen bakışlar fazlasıyla rahatsız etmeye başlamıştı. "Selamun aleyküm cimcime !" "Aleyküm selam maviş. Gördün mü sana bakışlarını ?" Kucağına kitaplarımı bırakıp sandalyesini iterek, açılan kapısı ile bizi bekleyen asansöre geçtik. "Gördüm ve çok rahatsız oldum." "Burhan bey ve köpekleri 'Merdivenden düştük.' demişler hastane polisine." "İnanmış mı polis ?" "Ben olsam inanmam ama fazlada üstelememişler ne hikmetse." Hikmeti falan yoktu bu işin. Babam Serpil Ablayı aradı. Serpil Abla da MİT'deki mevkiisinden faydalanıp olayı kapattı. 'Kim bilir Asel Ablam'ın kini ile Burhan ve köpeklerinin başına daha neler geldi ? Kızılİnci'nin, hafta sonunu bunların peşinde geçirdiğine adım gibi emindim.' Onun için canını adadığı Alfa'nın gözünden düşmek kadar küçük düşürücü birşey yoktu. Buna birkez daha izin veremezdi. Asansör son sınıfların katına açıldığında yine aynı kalabalık, yine aynı boş muhabbetlerle karşılaştık. Beni bu okula yazdırmak Korhan Dedem'in bana yapacağı en kötü iyilikti. Beni gördüğünde Yunus balığından kaçışan istavrit sürüsü misali açılan kalabalıktan geçerken Babamın o gece Asel Ablama; 'İçeri yerleştirdiğiniz Muhafız ne halt ediyordu ?' sorusu kulaklarımda yankılandı. Kimdi bu Muhafız ? Şimdi derse girecek olan Matematikçi Gürbüz Hoca mı ? 'Yok hayır ! O çok pısırık. ' Fizikçi Ünsal Hoca olabilir mi ? 'Hayır ! O da çok yaşlı.' Peki ya kim ? Hilal'in sandalyesi ile rahat girip çıkması için en arka sırayı tercih etmiştik. Cimcimemi sıraya yerleştirip yerime oturacakken Serra'nın sesi ile aniden başımı çevirdim. "Şûraaa ! O neydi kızım öyle ? Sen kimden öğrendin bu kadar güzel kavga etmeyi ?" "Kimseden öğrenmedim. Hobi olarak ilgileniyorum." 'Bu yalanı da ancak Serra yutardı zaten.' "İnanmıyorum. Hemen senin çalıştığın salona kaydımı yaptıracağım." Yaptığı en ağır sporun yatağında uzanıp tabletinden sosyal medya fenomenlerinin hayatını ezberlemek olduğunu bildiğim için, kendisinin bile inanmadığı bu niyetine rahatlıkla cevap verebilirdim. "Tabi ! Söylerim kayıt olursun." "O adam senin baban mıydı ?" Defterimi masaya bırakıp, ses tonundaki imâyı beğenmediğim Serra'nın yüzüne bıkkınca baktım. "Evet ! O benim babam Serra." "Tamam kızma ! En iyisi ben gideyim." Hiç bir şey söylemeden arkasından bakıp uzaklaşmasını bekledim. Hilal; "Uyuz babana bile göz koydu." "Boşver sen onu. Herhangi bir gelişme var mı senin durumla alakalı ?" "Şûra artık kapatalım bu konuyu. Ben bu durumumu kabullendim." Bütün hafta sonum babamla birlikte bahçivanlık yaparak geçmişti. İki gün boyunca muhabbetimizin tek konusu Hilâldi. Beni savunmak için haline bakmadan kendini ortaya atması babamın dikkatini çekip onu fazlasıyla sevmesine yetmişti. Hilâl hakkında herşeyi biliyordu. Kara Muhafızlar'ın, özellikle Karabasan'ın hayranı olduğunu, hatta onların resmini çizdiğine kadar anlatmıştım. Ama onunda elinden birşey gelmiyor, duâ etmekle yetiniyordu."Kapatmayacağız canım. Hergün soracağım sana." Hilâl sinirle kaşlarını çatmıştı ki Gürbüz Hoca'nın herzaman ki gibi kısa paçalı gri takım elbisesi ile içeri girdiğini görüp ayağa kalktım. "Sende birgün ben gibi böyle kalkacaksın." "Avcunu yala maviş." Tam kel olmasada oldukça seyrek saçları vardı Gürbüz Hoca'nın. Dereceli gözlükleri uzağa bakarken burnunu kıvırmasına sebep oluyordu. Kıvrılan burnundan mı bilinmez; arka sıradaki karıncayı görecek kadar keskindi gözleri. 170 boylarında sıska bir vücudu vardı. Bu adam Muhafızlıktan oldukça uzaktı. "Evet çocuklar ! Sınava birşey kalmadı. Herşeyi aktardığıma inanıyorum. Geçen haftaki gibi soru-cevap ile devam edeceğiz." deyip kendinden emin duruşu ile tüm sınıfa baktıkdan sonra devam etti. "Size o sınavı kazandıracağız çocuklar." Yoksul bir aileden geldiği her halinden belliydi. Tek isteği emeğinin altındaki öğrencileri güzel yerlerde görmekti. Bunun için elinden geleni yapıyor, süper zekâsını öğrencilere aktarmaktan çekinmiyordu. Gürbüz Hoca soruları sırası üstüne yazarken, tahtanın sol tarafından başlayıp geçmişte çıkan sınav sorularını yazmıştı. Diğer yarısına ise alışık olmadığımız bir soru yazdıktan sonra yüzünü bize döndü. "Soldakiler sıradan sorular, sağdaki tamamen benim kafamdan yazdığım bir soru. Okulda hiçbir sınıf bilemedi, sizde bir deneyin bakalım." Soldaki üç soruyu bulmuştum ama sağdaki soru gerçekten sınavlarda çıkmayacak sıradışı bir soruydu. "Hazır olduğunuzda cevapları alalım. Özellikle sağ tarafdaki sorunun." "Hocam şık yok mu ?" diyen Hilâl'e bakan Gürbüz Hoca; "Ben size kaç kere söyledim 'Emin cevaplar verin şıklardan gitmeyin' diye." deyip inci gibi dişlerini Hilâl'e gösterdi. "Özürdilerim Hocam." Bizim sıradan gözünü ayırmayan Gürbüz Hoca; "Diğerlerinin zoruna gitmesin ama; biraz uğraşırlarsa Şûra ve Hilâl'in bu soruyu çözeceğine eminim." dedi. Çalınmadan açılan kapı ile aniden sıçrayıp nefesimizi tuttuk. İçeri giren Okul Müdürümüz olan Mahir Hocaydı. "Özürdilerim Gürbüz Hocam." deyip sınıfa döndü. "Çocuklar şu dakikadan itibaren telefonlarınızı kapatıp sıralarınızın üzerine koyun. Kesinlikle açmak yok." En az bizim kadar paniğe kapılan Gürbüz Hoca; "Hayırdır Mahir Hocam n'oldu ?" deyip gözlüğün üzerinden bakarak gelecek olan cevabı beklemeye başladı. "Bende bilmiyorum Hocam. Çocuklar sizin kontrolünüzde. Kesinlikle kimse telefonunu eline almayacak." Herkesin telefonunu sıraların üzerinde görene kadar gitmeyen Mahir Hoca, tek tek dolaşıp emin olduktan sonra hızla kapıya yöneldi. "Tekrar söylüyorum. Şu dakikadan itibaren lavaboya bile gidilmeyecek." deyip çıktı. "Hayırdır inşAllah.' diyen Gürbüz Hoca; "Telefonlara dokunmadan soruları çözmeye devam edin çocuklar." deyip pencereden okul bahçesini seyre durdu. Hilâl; "Sence ne olabilir Şûra ? İlk defa böyle birşeye şahit oluyorum ben." "Hiç bir fikrim yok. Hadi şu soruları çözelim ben sağ tarafdakinden başlayacağım." "Aynen ! Nasıl olsa çıkar kokusu." İyileşebileceğinin mümkün olduğunu öğrendiğimden bu yana aklımdan çıkmıyordu Hilâl'in durumu. Yanındayken daha çok acı çekiyor, birşey anlar diye yüzüne bakmaya dahi çekiniyordum. Ama olmalıydı; bir çaresi mutlaka olmalıydı. Sırf parası yok diye, göz göre göre sandalyeye mahkûm olmamalıydı onyedi yaşındaki bir genç. "Kızım bu nasıl bir soru ? Tam yolumu aldım gidiyorum derken köprü yıkılıyor başa dönüyorum sanki." "Ben çözdüm bile." dediğimde kaşlarını kaldırıp yüzüme baktı. "Hangi ara çözdün be ? Sonuç ne ?" Sonucu söylesemde bir şekilde bu sonuca varacağını biliyordum. "8 !!!" Hilâl; "Nasıl öyle oluyor ya ? Ben neden geç kaldım ?" diye hayıflanırken dışarda çığlık atan polis sirenini duyduğumuzda Gürbüz Hoca dahil hepimiz ayağa sıçradık. "Sakın bakmayın dışarı !" diyen Gürbüz Hoca pencereye yaklaşıp ağızı açık bir şekilde okul bahçesini izliyordu. "Allahım sen bizleri koru." Öğrencilerden peşpeşe gelen sorulara aldırmayan Gürbüz Hoca bildiği bütün duaları fısıldıyordu. "Şûra birşey göremiyor musun ?" "Gürbüz Hoca 'Oturun' diyene kadar önden gelen iki zırhlı aracı gördüm." "Kesin Burhan denen adam bir yolsuzluk yaptı !" "Yolsuzluk yapsa polisin okulda işi ne Hilâl ? Saçmalama !" Koridordan, koşuşturma ve iki metalin birbirine sürtünme sesleri geliyordu. Bu ses uzun namlulu silah'ın kayış sesinden başka birşey değildi. Otuz saniye kadar sonra kapı altında oynayan gölgeler sabit bir şekilde kaldı. Aniden açılan kapı ve içeri dalan karanlığı gördüğümüzde kızların birkaçının çığlığına aldırmayıp, karanlıktan gözlerimi çekemiyordum ama Gürbüz Hoca'nın ellerini göğüsüne sürtüp derin derin nefes aldığında emindim. Kalbim bütün hızıyla atarken, rüyada olduğumu düşünüp Hilâl'e 'Beni çimdikle' diyemiyordum. Bu karanlık tanıdıktı ama korkuyordum, bu karanlık bana yakındı ama benden uzak dursun istiyordum. Bu gerçek olamazdı ! Kapıdan içeri başını uzatan diğer k karanlığı gördüğümde herşey tek tek netleşiyordu. "Gölgee !" Yüzünü kapıda ki Oğuz Amcama; yani Alıcı'ya dönen Gölge birşey anlamamış gibi başını salladı. Alıcı daha fazla dayanamayıp içeri dalarak Gölge'nin koluna girip dışarı çıkarttıkdan sonra kapıyı tekrar kapadı. Herşey bir hayal gibiydi ama o hayali sınıfdaki herkes görüyordu. Kapı çalındığında 'N'olur bir açıklama yapın !' der gibi Gürbüz Hocaya bakan bütün sınıf tekrar kapıya döndü. Gürbüz Hoca; "Gelin lütfen !" dediğinde zaman kaybetmeden açılan kapıdan içeri insanın psikolojisini allak bullak eden Muhafız Üniforması ve kendine özel maskesiyle Alıcı girdi. Bu Kurtlarını inlerinde görmek ile şehir içinde, hele ki okulda, sınıfımda görmek benim bile tüğlerimi kaldırmıştı. Yuvalarında melek görünen Kara Muhafızlar Şehirde zebaniyi andırıyordu. Gürbüz Hocaya yaklaşan Alıcı üç adım kala durdu. Taktıkları maske mat siyah renginde bir deriydi. Ağız kısımlarına yerleştirilen sert kısım seslerini inanılmaz derecede değiştiriyordu. Onların ne sesini ne fiziğini ailelerinden başka hiç kimse teşhis edemezdi. Normalden oldukça kalın sesiyle söze Gürbüz Hoca'dan önce Alıcı girdi. "Hocam arkadaşımızın kusuruna bakmayın. Biz genelde bir kapıdan içeri girerken o kapıyı çalmayız." diyen Alıcı, öğrencilerin ve Gürbüz Hoca'nın şoktan çıkamadığını gördüğünde ortamı yumuşatma düşüncesi ile tekrar konuştu. "Lütfen gerilmeyin biz dostuz. Bir kaç dakikalık işimiz var hemen çıkacağız." Ben ve onları tanıyanlar maskerindeki pençe izlerinden o maskenin ardında hangi Muhafızın olduğunu biliyordu. Bu pençe izleri Alıcı'nın sadece sağ yanağında, Gölge'nin sağ ve sol yanağında, Kartal'ın çenesinde, C4'ün tam suratının ortasında, Hayalet'in alnında, Kuyucu'nun başının üzerinde, Çoban'ın ise sağ şakağındaydı. Bu üç parmaklı pençe izleri birbirlerini tanımaları için değildi. Onlar birbirlerinin kim olduğunu hareketlerinden, yürüyüşlerinden, bir olaya yaklaşımlarından dahi anlaya biliyordu. Tıpkı tek yumurta ikizlerini uzaktan dahi ayırt edebilen anneleri gibi. Hepsinin gözü gri özel bir perdenin arkasındaydı. Biri hariç !!! Karabasan !!! Onun gözlerini gizleyen perde kızıl renkteydi. Ona özgü pençe izi ise iki gözünün yanından arkaya doğru uzanıyordu. Kızıl göz onun Alfa olduğunu gösteren bir rütbeydi. Kömür karası gözlerin üzerine ateş kızılı inanılmaz derecede yakışıyordu. Cebinde mendil bulamayan Gürbüz Hoca etrafındakilere aldırmadan kıravatı ile terini silip kekeleyerek konuşmaya başladı. "Si... Siz onlarsınız ! Ne... Ne için gelmiştiniz ?" "Eğer izin verirseniz Alfamız sizinle görüşecek." "Ta... Tabi buyurun lütfen." dediğinde kapıda beliren ayaklı katliam kibirden uzak, mütevazi bir şekilde Gürbüz Hoca'ya yaklaştı. Arkasından bütün Muhafızlar girip sıra aralarına dağıldılar. Babam Hoca'ya baş selamı verip bize doğru yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Adımlamıyor sanki süzülüyordu. Yerle pürüssüz kalebodur olduğu halde ayakkabıları gıcırdamıyor, üzerleri tam teçhizat olduğu halde birinden bile ufacıkta olsa ses çıkmıyordu. Gittikleri yer dost mekanı olsada, nereye giderlerse gitsinler ölüm sessizliğini beraberlerinde götürüyorlardı. Yanımıza kadar yaklaşan babam biranlığına yüzüme baktığında maskesinin altından göz kırptığına yemin edebilirdim. Sınıf arkadaşlarım korkularından ne ellerini sıranın altına indirebbiliyorlardı, ne de başlarını çevirip Karabasan'a bakıyorlardı. Hilâl'in sandalyesinden tutan babam boşluğa çıkardığında, Hilâl'in açık ağızı ve yanaklarından süzülen yaşı ancak o zaman görmüştüm. Hilâl heyecandan felç geçirmiş durumdaydı. Sandalyeyi önüne alıp çömelen Karabasan uzun bir süre Hilâl'i seyretti. Kızıl gözlerden gözlerini çekemeyen Hilâl kıpırdamadan Babamı seyrediyordu. Babam konuştuğunda gerçek mi psikolojik mi bilmem ama sıramın titrediğini hissetmiştim. "Çok cesursun Hilâl !" diyen Karabasan elini Hilâl'in yanağına uzatıp gözyaşlarını sildi. "Ne geçiyor aklından cesur kız, bu olanları rüya mı zannediyorsun ?" Hilâl cevap veremiyor, ağızını kapatmadan, iri gözlerle, saçlarına kadar kalkan kaşları ile babamı seyrediyordu. "Rabbim o kadar yüce ki Hilâl; 'Camdan bile görsem yeter!' dediğin Karabasan'ı, göz yaşlarını sildirecek kadar yakınına getirtiyor. Ne zannettin Hilâl Allah azze ve celle'nin imdadına yetişmeyeceğini mi ? Umudunu kesmişmiydin ?" Babam bütün kelimelerini tane tane konuşurken beni Hilâl'e karşı deşifre etmesi dikkatimden kaçmadı. "Eee cevap ver haydi ! İki çift birşey söyle. Yıllardır resimlerini çizdiğin Kara Muhafızlar Tim'i karşında. Ne zannettin şehit olduğumuzu mu ?" "Si..." Hilâl yutkunup devam etti. "Siz ölmeyin." diye sözünü tamamladıktan sonra bebek misâli dudaklarını büzüp ağlamaya başladı. "Pişşştttt ! Biz seni üzmeye gelmedik. Senin için, Rabbim görünmezleri görünür kıldı. Bunu bir başkasına yapmamız mümkün değildir." "Siz nereden biliyorsunuz bütün bunları yaptığımı ?" Babam az da olsa hareket etmiyordu. Maskesinin altından çıkan iç titreten sesi ile sadece konuşuyordu. "Yeri gelir Pkk'nın ininde onlar farketmeden onlarla yemek yeriz, yeri gelir, Çin seddinde Çinlilerle nöbet tutarız, yeri gelir Gürbüz Hoca yediyüzelli metrekarelik bahçesini budarken kendisinden bir bardak su isteriz." dediğinde Gürbüz Hoca'nın donuk elinin ağızına gitmesi bunun doğru olduğunu gösteriyordu. "Biz bilip bilmediğiniz her yerdeyiz Hilâl !" "Kaç yaşından bu yana askersin ?" "Kimimiz on, kimimiz dokuz." "Gölge hanginiz ? Cizre'de okuduğunuz şiirde geçmişti ismi." dediğinde tahtada soruları çözmekte olan Koray Amcam yüzünü Hilâl'e döndüğünde, babam arkasına bakmadan cevap verdi. "Genelde boş işlerle uğraşan kardeşimiz Gölgedir." dediğinde Tim'in moral kaynağı Gölge araya girdi. "Gölge benim Hilâlim." "Memnun oldum. Çok memnun oldum komutanım." "Bende kardeşim." Hilâl bayağı rahatlamışa benziyordu. "Bu... Bu bir rüya gibi. Sizin hakkınızda çok şey merak ediyorum ama soramıyorum." "O zaman Yuvamız da devam edelim. Ne dersin ?" Hilâl; "Yuvanız mı ?" "Evet Hilâl ! Buraya seni almaya geldik." "Neden ?" "Korkaklara inat bizimle birlikte cesurca koşman için. Biz seni Allah'ın izni ile iyileştirmeye geldik. Gidelim mi ?" diyen babam ayağa kalkıp, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayan Hilâl den cevap vermesini bekledi. "Ne dersin cesur kız, var mısın bizimle gelmeye ? Başını sallaman yeterli." Dolu dolu gözlerle başını kaldırıp Karabasan'a bakan Hilâl oldukça istekli ve hızlı bir şekilde başını salladı. "Çok teşekkür ederiz Hilâl. Haydi gidelim." diyen babam, Hilâl'in arkasına geçip sandelyesini şifaya doğru iteklemeye başladı. "Hocam müdür beyle görüşüldü, izniniz olursa Hilâl'i alıyoruz." "Tab... Tabi buyrun." Babamın peşinden Muhafızlarda dışarı çıkarken içerde tek kalan tahta başındaki Gölge olmuştu. Soldaki iki soruyu çözen Gölge, arkadaşlarının çıkmasına aldırmadan Gürbüz Hoca'nın çözülmez dediği soru ile devam ediyordu. Formülleri takılmadan peşpeşe yazması beni bile şaşırtmıştı ama izlediği yolun bizimkiler ile alakası bile yoktu. Sona yaklaştığını bir ayağının kapıya gitmesinden anlamıştım. İnanılmaz derecede hızlı ama çirkin bir yazısı vardı. İşte o an ! "6³= 216" yazan Gölge kapıya iki adım atıp arkadaşlarının peşinden baktıktan sonra Gürbüz Hocaya döndü. "Doğru mu Hocam ?" 'Yanlış !' diye düşünürken Gürbüz Hoca'nın gözlüklerinin üzerinden bakıp; "Do... Doğru yemin olsun." demesi Gölge'nin kazandığı zaferin etkisi ile yumruğunu sıkmasına sebep olurken, benim şok içinde defterimi kontrol etmeme neden olmuştu. 'Siz nasıl insansınız be ?' Gölge hiç birşey söylemeden kapıya yöneldiği anda Alıcı ile burun buruna geldi. "Neredesin Gölge sen ?" Koray Amcamın cevabını beklemeyen Oğuz Amcamın onun için gelmediği açıktı. "Hocam Reisimiz Hilâl için refakatçi istiyor." Gürbüz Hocanın bahçesinin metrekaresine kadar bilen bu psikopatlara 'Hayır' deme gibi bir lüksü kalmamıştı. "Tabi !" dediğinde Gölge'nin beni işaret ettiğini gördüm. "Hilâl'in yanındaki güzel kız ! Sen gel !" Büyük bir sevinçle defterimi kapatıp, kitaplarımla birlikte göğüsledikten sonra hızla yanlarına gittim. İki yanımdaki, iki Muhafız ile birlikte okul koridorunda yürümek kırk yıl düşünsem aklıma gelecek bir ihtimal değildi. "Amca siz nereden çıktınız ?" "Yuvadan !" diyen Koray Amcama bakıp burnumu kıvırdığımda maskesinden belli olmasada canı kaynamış olacak ki kıvrılan burnumu iki parmağının arasına alıp sıktı. "Siz tam delisiniz !" Oğuz Amcam; "Birgün çıkıp biride 'Akıllısınız' diyecek mi acaba ?" deyip Gölgeye baktı. "Sen napıyodun la içerde ?" "Yav hacı bir soruya takıldım. Çözmeden de çıkmak istemedim." "Sahi Amca sen nasıl buldun o soruyu ? Ben bile yanlış yapmışım." Elini omzuma atan Koray Amcam; "'Ben bile' derken neyi kastediyorsun ? Bizim tek hesapladığımız şey silah sesinden kaç metre uzaklıktan ateş edildiğini çözmek veya mermi saymak değil kızım. En iyi matematikçilerden ders aldık." "Gerçekten tebrik ederim Amca !" "Beni senden başka kimse tebrik etmiyor zâti." diyen Koray Amcam, özel tasarlanmış devasa jipleri Denali'nin kapısını açıp Hilâl'in yanını gösterdi. Beni gördüğünde gözleri ışıldayan Hilâl boynuma sarılıp yanağıma içten bir öpücük kondurdu. "Hadi bakalım ! Sayemde Kara Muhafızları yakından tanıyacaksın." demesi, ön koltukdaki babamın başını bize çevirmesine ve şoför koltuğuna yerleşen Kenan Amcamın kıkırdamasına sebep olmuştu. Son model devasa jip'in içinde, sirenlerini çalarak kalabalık yolu yaran zırhlı Polis Özel Harekat arabalarının arkasından gitmek ilk defa bu kadar önemli birisi olduğumu hissettirmişti. "Bütün bunları nereden biliyosunuz ?" Başını arkaya çevirip, omzunun üzerinden gözlerimize kızıl gözlerini çeviren Karabasan; "Neyi nereden biliyoruz ?" deyip tekrar önüne döndü. "Benim sizin resminizi çizdiğimi ve hayranınız olduğumu babam, annem ve Şûra biliyor sadece. Siz nereden öğrendiniz ?" Bunu onlara benim söylediğimden az da olsa şüphelenmediği ortadaydı. "Orası bizim meziyetimiz melek. Dediğim gibi sizin telefonunuzdaki şarjın yüzde kaç kaldığını sizden iyi biliriz." Cevapdan tatmin olmayan Hilâl fazla uzatmadan merak ettiği diğer konuya geçti. "Aileniz var mı ?" "Var !" "Kaçırıldığınızdan bu yana annenizle babanızla görüştünüz mü ?" "22 yaşında görüştük." "Evli misiniz, çocuğunuz var mı ?" "Evet var ! İki kızım bir oğlum var. Çoban da nişanlı." dediğinde Hilâl'in gözleri direksiyon başındaki Kenan Amcama çevrilmiş, gülümsemişti. "Ama siz normal insanlarsınız." demesi Kenan Amcamın gri gözleri ile aynada, babamın kızıl gözleri ile yine omzunun üzerinde çakıştık. Kenan Amcamın küçük kahkahasının yüzündeki keskin, kızgın hatları bozmaması komiğimize gitmişti. "Be... Ben çok heyecanlıyım. Uyanmak istemiyorum bu rüyadan." deyip, sağ elini elimin üzerine atıp sıktı. "Beni nereye, neden götürüyorsunuz ?" "Seni Yuvamıza, şifa için götürüyoruz." "Hepinizi merak ediyordum ama Karabasan Gölge ve Alıcı ayrı yerde benim için." Kenan Amcam'ın moralinin bozulduğunu göstermek için başını sağa yatırıp aynaya bakması zaman kaybetmeden Hilâl'in dikkatini çekmişti. "N'olur kırılmayın bana. Cizredeki operasyonunuzdan amatör kamera ile yakından çekilmiştiniz. Orada sadece Alıcı, Gölge ve Turanı omzuna alan Karabasan görünmüştü." deyip kendi kendine mırıldanmaya başladı. "Abdesti alınca duyarım hazı Muhafızlar ya şehit olun ya gazi Çin seddinde birgün sabah namazı Kılmadan ölürsem ona yanarım.Allahım hâla tüğlerim ayağa kalkıyor." Babam daha fazla dayanamayıp elini arkaya uzatarak Hilâl'in saçlarını dağıttı. "Beni nasıl iyileştireceksiniz ? Benim doktorum Amerika da." "Parayı ayarlayıp Amerika'ya göndereceğiz." "Bu kadar işin gücün içinde benim gibi aciz biriyle neden uğraşıyorsunuzYa parayı ayarlayamazsanız ?" dediğinde Kenan Amcam mükemmel bir giriş yaptı. "Oradaki makinelerle birlikte Doktoru kaçırırız." Hilâl de çok nadir gördüğüm gülümseme, kahkahasıyla birlikte yine peydah olmuştu. ZÜMRA'DAN... "Zümra burası neresi ?" Gülçin'in gözlerindeki korku daha Muhafızları görmeden belirivermişti. "Kenan'ın yanına götürün demedin mi ? Burası onun Yuvası." "Evet ama burası çok farklı. Siyah duvarlar, siyah zemin, siyah kapı. İnsanın içi kararıyor." Sonunda koridor bitmiş, onlar için aramızda tek kapı kalmıştı. Gülçin'in ne tepki vereceğinden emin olmadığım için en az onun kadar heyecanlıydım. Bizi gören kapı sensörü mekanizmayı devreye sokarak, kapı ağızında bizi bekleyen Serpil ile burun buruna gelmemize sebep oldu. "Tabi kocalarınız geldi sizde gelmeye başlarsınız." diyen Serpil, kollarını açıp sarıldığında verdiği sıcaklık ne denli samimi olduğuna ikna etmeye yetmişti. "Aşk olsun kuzum !" daha iki hafta önce buradaydım. "Olsun yinede özlüyorum. Hadi geçin içeri." Beyaz tavan boyası hariç resim çerçeveleri bile siyah boya ile kaplı Yuva'ya girdiğimizde alıştığımdan mıdır bilmem ama Gülçin'in aksine benim içimi açıyordu. "Kübra sen bir aydır gelmiyorsun. Ben buradan çıkamıyorum n'olur yalnız bırakmayın beni bir daha." "Oyyy !!! Yerim ben seni. Poliklinik bizi çok yordu. E çocuklarda büyüdü. Kusura bakma n'olur." "Az kaldı bende sizin aranıza gireceğim. Yeni arkadaş gelip işi öğrenene kadar sabretmek zorundayım." Yuva da Serpil den başka kimse yoktu. "Tim nerede ? Güllerde mi yok ?" "Reis ve Timi başka bir yere, Aseller başka bir yere göreve gitti." "Her zamanki gibi kapalı kutusun Serpil." Gülçin'in zoraki gülümsemesine, Serpil'in Gülçin'i durmadan süzmesine daha fazla dayanamayarak söze girdim. "Bu Gülçin; Gülçin bu da Serpil." Serpil; "Çok memnun oldum." Gülçin; "Bende çok memnun oldum." deyip tokalaşırken Serpil kaşlarını çattı. "Neden titriyorsunuz ?" "Yok size öyle gelmiştir. Serpil; "Elleriniz buz gibi." Gülçin; "Soğuktandır." Serpil; "Korktuğunuz kanıtlamak için on tane daha belirti sayabilirim. Göz kapaklarınızın normalden daha aşağıda olduğu gibi. Ama korkmayın en güvenli ellerdesiniz." "Bundan şüphem yok. Ben sadece kocam olacak kişinin aslında kim olduğunu bugün öğreneceğim." "Kocanız seçilmişlerden." "Ne yönden seçilme bu ?" "Her yönden. Geleceğinizi söyledi gerisini o açıklasın." Serpil, etekli, siyah takım elbise giyinsede en az Kara Muhafızlar kadar psikopat bir yapıya sahip olduğunu biliyordum. O da çocuk yaşta kaçırılmış, eğitilmişti ama kaderinde sahada görev yapmak değil, bilgisayar başında Bilgi İşlem sorumlusu olmak vardı. Sarışın, çok güzel bir Muhafız ! Gerek dik duruşundan, gerek sıkı el sıkışmasından, gerekse göz kısıp onu incelemesinden Serpildeki gizemi çözen Gülçin daha fazla soru sormadan etrafına bakınarak yanımızdaki yerini aldı. Merdivenlerden koşarcasına gelen adım sesini duyan Serpil yönünü o tarafa dönüp duruşunu dikleştirdi. Büyük bir heyecanla merdiveni çıkan Haydar Ali'nin bizi gördüğünde yüzü düşmüştü. "Hayırdır Ali memnun olmadın mı ?" Her zaman ki gibi başını yere eğen Haydar Ali; "Yok yenge. Ben... Ben Komutanımız geldi sandım." derken Serpil söze girdi. "Birazdan gelirler Komutanım. Çıktıkları bilgisi geldi." Serpil'in Haydar Ali'ye Komutanım dediğini duyan Gülçin boynuma doğru yaklaşıp fısıldamaya başladı. "El kadar çocuğa ne Komutanımı kızım ?" İşaret parmağımı dudağıma götürüp gülümseyerek susmasını işaret ettim. "'Komutanım' demeyin bana ! Ben henüz eğitimimi tamamlayıp mührümü almadım." "Bak Ali, bu da Gülçin yengen. Kenan Komutanının nişanlısı." Habersizce ayağa kalkan Gülçin Haydar Ali'ye elini uzattığında istemeden dudağımı ısırdım." 'Sıkmayacak !' Gülçin'in eline bakan Ali biraz duraksadıktan sonra uzatılan ele elini uzatıp parmak uçları ile sıkması, deli kızın yüzüme bakıp sorgular gibi kaş çatmasına sebep oldu. "Gel otur !" Gülçin tekrar yanıma oturduğunda bu kez ben ona fısıldadım. "İkinciye el uzattığında sıkmaz haberin olsun." "Neden ? Şimdi neden sıktı ?" "Kenan'ın gözünden düşmemek için. Normalde onlar bayan eli tutmaz." "Kenan kim neden gözünden düşmeyecek ?" "Biraz daha sabret." Biz deri koltuklarda otururken Haydar Ali oval toplantı masasındaki yerini alıp karşısındaki tabloyu dikkatle seyretmeye başladı. Yandan çözemediğim dev tablonun ayağa kalkarak karşına geçtim. Siyah beyaz fon'da çekilmiş Mescid-i Aksa'ydı bu. "Bu tablo yeni mi Serpil ?" "Evet ! Alfa gelmeden önce göndermişti. 'En çok göze çarpan bir yere asın' gibisinden de not yazmıştı." Haydar Ali'nin pürdikkat tabloyu süzmesi dikkatimi çekmişti. "Neden öyle bakıyorsun Ali ?" Gözlerini tablodan çekip, çekingen bir şekilde başını eğen Haydar Ali bu kez gerçekten sinirlendirmişti beni. "Bilmem." Sandalyesinden tutup, zorda olsa geriye doğru savurmam, Ali dahil herkesin korkuyla yüzüme bakmasına sebep olmuştu. "Kalk ayağı ! KALKKK !!!" Gülçin ve Kübra şok içinde ayağa kalkarken Ali de kalkıp esas duruşa geçti. "Bana bak çocuk ! Bir daha benim karşımda başını yere eğmeyeceksin, utangaç davranmayacaksın, sorduğum soruya canlı canlı cevap vereceksin. Beni öz ablan veya annen gibi göreceksin. Anlaşıldı mı ?" Belli belirsiz baş selamı veren Haydar Ali'nin tabloya bakıp; "Karanlık !" demesi o yöne dönmeme sebep oldu. "Ne karanlık ?" dedikten sonra gözlerimi kısıp bir adım daha yaklaştım. "Bundan sonrası beni aşar yenge." derken gözlerindeki korkuyu görmüştüm. Yüzünü benden çevirip uzaklaşırken o korku kendi kendine attığı, içimdeki korkuyu kabartan kaçamak bir tebessüme dönüşmüştü. Bu Alfa tebessümü, Rahman'ın tebessümüydü. Bu tebessüm Rahman'ı Karabasan dan öte, Azrail'e çeviren bir tebessümdü. Haydar Ali'nin tabloda yakaladığı ayrıntıyı görebilmenin umudu ile masanın diğer tarafına geçip biraz daha yaklaştım. Parlayan gubbesine, sırasıyda dizilmiş sutunlarına, hat sanatının özenle uygulandığı duvarlarına, en ince ayrıntısına kadar inceliyordum ama Ali'nin 'Karanlık' diye tanımladığı ayrıntıyı yakalayamıyordum. Kapının tıslaması ile olduğum yerde kıpırdamadan başımı sağ tarafa çevirdim. Gelmişlerdi !!! Üniformalarındaki siyah rengin mat olması daha bir karanlık gösteriyordu. Göğüsüme düşen serinlik, çatık kaşlı gri gözlü maskelerinin yaydığı korkudan kaynaklanıyordu. Üç yılı geçkindir görünmemeleri çevresine ne derece korku saçtıklarını unutturmuştu. Önden gelen Boraydı, onun yanındaki Samed, hemen arkasından Oğuz ve diğerleri takip ediyordu. Koray ve Rahman'ın girmesini beklerken, giren iki kişi ile göz göze geldiğimde gözlerimi açabildiğim kadar açtım. "Şûra, Hil... Hilâl !!!" Şûra'nın gelişine değil ama; burada, Kara Muhafızlar'ın yuvasında Hilâl ile göz göze gelmek nefesimi tıkayacak kadar şaşırmama sebep olmuştu. Yüzüme bakıp, hınzırca gülümseyen iki en iyi arkadaşa koşar adım yaklaşıp, Hilâl'in önünde çömelerek ellerinden tuttum. "Hilâl ne işin var kızım senin burada ?" Hilâl de en az benim kadar şaşırmıştı. Arkasından işaret eden Şûra'ya baktığımda Hilâl'in herşeyi bilmediğini anlamıştım. "Beni Muhafızlar getirdi Zümra Abla. Asıl senin ne işin var burada ?" "Benide onlar getirdi Hilâl." Hilâl; "Bana en yakın Doktor olduğunuz için sizi almış olmalılar. Şûra'nın da burada olması tesadüf değil." Başımı çevirip baktığımda deri köşe koltukta oturan kızlardan ve Ali'den eser yoktu. "Serpil; Kübralar nerede ?" "Biraz önce lavaboya indiler." Otomatik kapı tekrar açıldığında Koray'ın acele ile içeri dalıp Oğuz'a omuz attıkdan sonra merdivenlere yönelmesi biranlığına heyecanlanmama sebep oldu. Merdivenlere ulaşıp kendi kendine isyan ederek inmeye başlarken işin aslı anlaşılmıştı. "Ula 'Sıkıştım' diyorum hâla 'Şuraya parket, buraya parket.' diyo adi herif." Hilâl iştahla Koray'ın hareketlerine gülerken Haydar Ali'nin aşağı bakarak merdivenlerden çıktığını gördüm. Biran duraksadığında aşağıdan gelen çığlık Muhafızların aşağı koşmasına neden olmuştu. "GÜLÇİN !!!" Elimi göğüsüme atarken olan şeyi tahmin etsemde kendimi koşarak gitmekten alıkoyamadım. "Gülçin kendine gel. Yok birşey Gülçin." Aşağı inerken boylu boyuna uzanan Gülçin'in başını Kübra'nın kucağında gördüm. Önden koşan Kenan Gülçin'i devralarak ufak ufak tokatlamaya başladı. "Kalk Gülüüüm ! Korkutma beni." deyip delici gri gözlerini ağaya kalkan Kübraya çevirdi. "N'oldu Kübra bacı ?" "Ya Koray'ın herzaman ki şaptur halleri. Merdivenden alelacele inerken Gülçinle gözgöze geldi. Bu deli kızla çığlığı basıp kucağıma yığıldı." "Ulan Koray, ulan Koray !!!" Yareninin daha fazla yerde kalmasına gönlü razı olmayan Kenan, kucağına alıp merdivenleri çıkmaya başladı. Başının altını kırlent ile besleyip, yüreğindeki özleminde etkisiyle dokunmaya kıyamadığı nişanlısını özenle deri köşeme yerleştirdi. "Serpil kolonya getir." "Emredersiniz !" diyen Serpil mutfağa koşarken Boraya baktım. "Rah..." Hilâl'in yanında boş bulunup sarfettiğim ismi tamamlamadan kendimi toparladım. "Şey... Karabasan nerede ?" "Komutanların odasında kardeş. Şimdi gelir." Haydar Ali'nin babamların oda kapısına bakıp kıpırdamaması içine sığmayan merakı ile Alfa'yı beklediğini gösteriyordu. "Piişşşttt uyanıyor. Çoban sen çekilde delirtmeyin kızı." Kübra; "Çok akıllı sanki." Kenan ve diğer Muhafızlar Gülçin'in yattığı yerden göremediği yere, toplantı masasının yanına giderek kayboldular. "Kuzuuumm iyi misin ?" Hüngür hüngür ağlamaya başlayan Gülçin ayağa kalkmaya çalışıyorduki omzundan bastırıp tekrar yatırdım. "Ya siz beni nereye getirdiniz ?" Kübra; "Sabret Gülçin !" "Neyine sabredeceğim. Görmedin mi merdivendeki varlığı ?" "Ben birşey görmedim." Kübra'nın işin gırgırında olduğu yüzünde beliren huzurdan belli oluyordu. "Kübra sırası değil !" Rahman'ın izni vardı ve artık sırası gelmişti. "Şûra Hilâl'i arka odaya götürür müsün kızım ?" "Tabi Anne izninizle." Kübra, Şûra ve Hilâl Muhafızların dinlenme odasına geçerken üzerimdeki yükü atmak için Gülçin'in yaşlı gözlerine baktım. 'Eh be Kübra ! Kaç bakalım !' "Gülçin duyacaklarına hazır mısın ?" Ellerini şakaklarına bastıran Gülçin; "Zümra sen böyle konuştukça kafayı yiyecek gibi oluyorum." deyip gözlerime baktı. "Peki o zaman. Gülçin merdivende karşılaştığın varlık bir Muhafızdı." "Na... Nasıl yani ? Şu yıllar önce Şehit olanlar mı ?" "Onlar Şehit olmadı. Sen şuan onların yuvasındasın." Yanaklarında ki yaşa aldırmayan Gülçin acı acı gülmeye başladı. "Bırak şakayı artık söyle ! Kenan ne iş yapıyor ?" Sağ tarafımda bizi dinleyen Muhafızlara bakıp 'Kendi bilir' dercesine dudaklarımı büzerek elimle işaret ettim. "Biraz dikleşirsen göreceksin. Bak orada bizi dinliyorlar." Yüzümdeki ciddiyetin farkına varan Gülçin oturur pozisyona gelip işaret ettiğim bölgeye baktı. Bakmasıyla korku ile tekrar yatması bir olan Gülçin fısılıtıyla konuşmaya başladı. "Zümra oradalar !" "Evet oradalar kuzum !" "Zümra bize bakıyorlar !" Yattığı yerde bebek gibi konuşan Gülçin'i ısırmamak için kendimi zor tutuyordum. "Gülçin hadi kalk ayağa. İstediğin oldu." deyip kalkmamakta ısrar eden Gülçin'in kolundan tutup zorla kaldırdım. Çenesinden tutup yüzünü Muhafızlara çevirdiğimde gözleri yerinden fırlayacakmış gibi oldu. Kapı tıslamasıyla gözlerini kapıya çeviren Gülçin, görüp görebileceği en psikopat adamla gözgöze geldi. Karabasan ! "Söyledin mi ?" "Evet söyledim ama kabullenemiyor." Elimin arasındaki büzüşen dudakları ile konuşan Gülçin; "O kim ?" "O benim eşim olan Rahman." "Yuvamıza hoşgeldin Gülçin kardeşim.Korkacak birşey yok. Sen ailedensin." Diğerlerinde ufakta olsa kıpırdama olmaması ortamı dahada geriyordu. Kaşlarını çatan Gülçin'in ayağa kalkıp Time bakması gözünün karardığının işaretiydi. Bunu Kenan da anlamış olacak ki Oğuz'un arkasına süzülüp saklanmaya çalıştı. "Kenan hanginiz ?" Rahman arkasına bakıp eli ile Kenan'ı gösterecekti ki Oğuz araya girdi. "Kenan aşağıda karşılaştığın Muhafız. Sıkışıp tuvalete zor yetişti." Gülçine bakan Rahman başını sallayıp Oğuz'un dediğini onayladı. "Evet Kenan burada yok." Gülçin sinirle Rahman'a yaklaşıp; "En iyi yumruk nasıl atılır ?" "Suratına atacaksan maskesinde kompozit var. Narin parmağını kırabilirsin. Hilâl burada olduğu için maskesini çıkarmayacaktır." "O zaman sizde bana birşey verin. Yok mu cop falan ?" "Yok biz cop kullanmayız. O istemedende ona vuramazsın zaten." Oflayan Gülçin ellerini beline atıp bir şekilde öfkesini atabilecek çare düşünüyordu. "Ama şöyle yapabiliriz !" diyen Rahman başı ile köşemi gösterdi. "Sen şu koltuğun arkasına saklan. Biz onu konuşmaya takalım arkadan gel vur. Ama canının acımasını istiyorsan hızlı vurman gerekiyor." Gülçin hiç birşey söylemeden başını salladığında Rahman yönünü sol tarafında duran Serpil'e döndü. "Serpil sopa gibi bişey var mı ?" Gülçin görmeden Rahman'ı ne kadar çimdiklemeye çalışsamda kıyafeti ve henüz çıkarmadığı teçhizatları buna izin vermiyordu. "Sopa yok ama komutanım güzel bir menemen tavamız var." 'Şuna bak ! Serpil tospiğide bu delilerle bir oluyor.' "Hahh ! Mükemmel olur." Gülçin gözlerini kısıp Rahman'a baksada, her yüzyüze gelmelerinde kızıllara bakmaya dayanamıyor, gözlerini çekiyordu. "Şey... Siz kardeş gibi değil misiniz, neden ona vurmama izin veriyorsunuz ?" "Senin gibi birinin bir Muhafıza vurması onu silkelemez bile. Ben sadece senin içindeki kini kusmanı istiyorum." Bu çok zekice bir hamleydi. Bir yandan Gülçine istediği cevabı verirken, bir yandanda Koray'a daha etkili bir darbe indirmesini aşılıyordu. Gülçin; "Ama..." Merdivenlerden gelen sesle susan Gülçin o tarafa bakıp kaldı. Rahman; "Sen daha fazla sorgulayacak mısın, yoksa intikamını mı alacaksın ?" Dişlerini sıkıp başını sallayan Gülçin, Serpil'in uzattığı teflon tavayı alarak köşemin arkasına saklandı. Rahman benimle konuşur gibi yapıp yüzüme bakarken 'Yapma' diye kaşlarımı kaldıracaktım ki Koray göründü. "Hoş geldin Zümra !" deyip Muhafızlara bakan Koray; "N'oldu la ? Ne dizildiniz süphanAllah boncuğu gibi otursanıza masaya." deyip masaya ilerlerken Rahman Gülçin'e kalkması için işaret verdi. "Hani Hilâl nerede, o bayılan k..." Sözünü bitiremeyen Koray, aniden aldığı tava darbesi ile başını tutup, kendini bozmadan arkasına baktı. Koray'ın geçmişte aldığı darbeleri göz önünde bulundurursak, az da olsa canının acıdığını bir kenara bırakıp, tavadan çıkan ses benim bile komiğime gitmişti. Önündeki ölüm makinasının kendine döndüğünü gören Gülçin, darbenin etkisiyle elindeki ortası içine geçen tavaya bakıp gözlerini irileştirdi. "Adi adam seni !" Rahman'a bakan Koray yüzünü gizleyen maskesinden dolayı için için kahkaha attığını anlamadığı için tepki vermeyip kalkan ikinci tavayı havada yakaladı. "Bacı n'oluyo, sen kimsin ? Bilmeden oldu kusura bakma. Senin aşağıda olduğunu vallahi bilmiyordum." Bu Rahman'a şaşkın bakışlarını çeviren; "'Bacı' mı ?" diyen Gülçin olmuştu. Rahman; "Kusura bakma o Kenan değilmiş. Kıyafetler aynı olduğu için bazen biz bile karıştıra biliyoruz." diyen Rahman'ın başı aniden Haydar Ali de sabitlendi. Gözlerini Ali'den ayırmadan; "Serpil bu arkadaş ?" Rahman'ın yanına yaklaşan Serpil; "Komutanımız sizi bek..." demeye kalmadan Rahman kekelemeye başladı. "Hay... Haydar Ali !" Oda dan çıktığından bu yana Rahman'ı hayranlıkla izleyen Haydar Ali'nin gözleri ıslanmıştı. Esas duruşa geçen taze Muhafız tekmil vermeye başladığında; "Beşinci kademe Kara Muhafız Timi..." Rahman çoktan kollarını açıp aradaki mesafeyi kapatmıştı. "Lan bırak şimdi gel bakalım." Bir aslanın uzun zamandır görmediği genç yavrusuna özlemle sürtünmesi gibi bir şeydi bu durum. Gülçin bile şoku atlatmış tüm şevkatiyle boynunu yana devirip Karabasan ve askerini izliyordu. Rahman; "Koçumm !!! Yüzümü kara çıkarmadın benim." deyip vücudunu ayırmadan başını okşadı. "Karabangu öyle mi ? Aslanım benim." Başını kaldırıp komutanına bakan Ali; "Sizden nasıl bahsediliyorsa öyle olmaya çalıştım komutanım. Zeki, çevik, inatçı, gözü kara... Ben sizin izlediğiniz yoldan gittim komutanım." "Bizim yolumuz tevhid yolu Börüm. Çetin olmazsan yürütmezler." diyen Rahman, Ali'yi kolunun altından ayırmadan Gülçine yaklaştı. "Gelelim gerçek konumuza Gülçin kardeş. Seni ilk önce Kenan ile kavuşturalım." deyip Timine döndü. "Çoban !!! Çık kardeşim." Oğuz'un arkasından çıkıp Gülçin'e doğru yürüyen Çoban, maskesini çıkardığında Gülçin'in elindeki tava yere düşmüş, ağzı bir karış açık kalmıştı. "Doktor !" Biz hakaretler, küfürler beklerken etrafındakilere aldırmayan deli kız Kenan'ın boynuna atıldı. "Sen neredesin be adam ? Niye yaptın bunu bana." Gülçin'in şakağına düşen saçını eli ile çeken Kenan; "Senin için Doktor ! Senin iyiliğin için. Görevimizi tamamlama safhasında bu durumlar olabiliyor. Rahman, Zümra'yı ve çocuklarını altı ay aramamış." derken Koray araya girdi. "La siz 'Kenan' diye benimi tarif ettiniz ?" Gülçin dahil herkes gülerken Kübra sevinçle oda dan çıkıp; "Bitti mi, kavuştumu çifte kumrular ?" diyerek Koray'ın koluna girdi. Gülçin; "Hadi beehh !!! O senin kocan mı ?" "Evet n'oldu ki ?" "Kızım biraz önce 'Kenan' diye kocanın kafasına menemen tavası ile vurdum." "Neee ?" diyen Kübra, Koray'a baktı. Gülçin; "Ama kin yapma. Yemin ederim Muhafızlar onun Kenan olduğunu söyledi." Kübra; "Neyse alacağım olsun." derken kızaklı kapının açılması herkesin o yöne dönmesini sağladı. Gelen gözleri kapatılmış kırklı yaşlarda erkek ve aynı yaşlarda kapalı bir bayandı. Peşinden Asel ve timi üniformalarıyla girerken bu iki kişinin daha önceden tanıştığım, Hilâl'in Anne ve Babası olduğunu farkettim. Rahman; "Şimdi gelelim esas görevimize." deyip Asel'e döndü. "Kızılİnci !" "Emredin komutanım !" Asel 'Komutanım' dediğinde Hilâl'in babası başını sağa sola çevirip küçükte olsa görüntü yakalamaya çalışmıştı. "Açın göz bantlarını !" SON...
|
0% |