Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM GAZAP

@batingam

KUTAY YÜZBAŞI'dan...

Gözlem için yattığım yer ne kadar soğuk olsa da; yaya olarak, hiç istirahat etmeden gelinen intikalden sonra kırağı düşmüş toprağın Burç Halifa'deki suit oda'dan farkı yoktu.

Pompalanan kan bacaklarımı ısıtsada ne el, ne de ayak parmaklarıma faydası olduğu söylenemezdi. Birde yetmiyormuş gibi on metre solumdaki gölün soğuğu sanki bana ayrı bir garezi varmış gibi bütün hışmı ile kar maskeli yüzümü tırmalıyordu.

Ama bu manzara !

Kendi topraklarımda 'Filistin'de böyle bir manzara var. ' deseler güler geçerdim.Neyleyim İsveç vadilerini, neyleyim Norveç yaylalarını.

Henüz 27 yaşında Dünya Özel Kuvvetler keskin nişancı yarışmalarında ilk dörde girmiştim ama hissedilmeyen parmakla risksiz atış yapmak yaradılışıma tersti. İlk dört derken diğer birinci, ikinci, üçüncü'de Türktü. Evet bizzat aynı uçakla uçtuğum arkadaşlarımdı.

Riskli atış mı ? Bugün mü ?

Hayır bugün olmaz ! Gazap Binbaşı ile aynı görevdeyken olmaz.

Bulunduğumuz yer oldukça sık ve alabildiğine uzun çam ağaçları ile kaplı bir yerdi. Çam ağacının bulunmadığı tek boşluk üzeri yer yer ince buzlarla kaplı ve dolunayın bütün haşmetini yüzüme yansıtan o göldü. Topraktan gölün üzerinde süzülüp yıllara yüz tutmuş tahtadan bir iskele ve o iskelenin önüne uzandığı oldukça geniş, tek katlı, camından dışarı löküs ışığının süzüldüğü ahşap bir ev.

Görev: Mossad tarafından kaçırılıp günlerce işkence gören savcıyı kurtarmak.

32 yaşında bir yüzbaşıyım. Sayısız rehine kurtarma operasyonlarına katıldım ama bu benim için başlı başına mükemmel ve gurur verici bir görevdi.

Evet !

Bir ay önce Filistin için özenle kurulan bir Tim'in arasına girmek benim için gurur verici bir tecrübeydi.

En önemlisi ise O'nun !

Suriye, Filistin, Irak, Musul, Kerkük, Yemen de yaptığı suikastlere ve hiç bir tanesi bile başarısızlıkla sonuçlanmayan operasyonlara imza atmış; İsmi Ortadoğu'da bütün askeri ve idari birimler tarafından GAZAP diye anılan o Binbaşı'nın komutasında çalışmaktı.

Benimle aynı yaşta; 32 yaşında olmasına rağmen üstüste aldığı terfiler bir rütbe daha yerleştirmişti geniş omuzlarına. Bir aydır tanıdığım, gözlemlediğim Binbaşı'da farklı birşeyleri, ' Bu askerse biz neyiz ? ' dedirtecek yetenekleri vardı.

BİNBAŞI TİBET ALTAY !

Tek görevim o sızarken onu dışardan korumaktı. Tek bir küçük hatam kemikleri sızlatan bu soğukta o'nun hışmına uğramama sebep olabilirdi. En kötüsü bu görevde sadece iki kişiydik ve beni o'nun elinden alacak kimse yoktu.

Evin etrafındaki nöbet görevini beş tane Mossad ajanı üstlenmişti. Üzerlerindeki krem renginde taktik pantalonlar, siyah kalın mont ve siyah hucum yeleği özenle teçhizatlanmış özel askerler olduğunu gözteriyor, ellerindeki israil özel kuvvetleri'nin kullandığı israil yapımı yeni Arad ismindeki silahları sıradan bir asker olmadıklarına inandırıyordu.

' Ulan üç yıllık kendini devlet sanan p*çlerin özel kuvvetleri ne kadar özel olabilir ? '

Yaptıkları zulümler gözlerimin önüne geldikçe vucudumu ateş kaplıyor, aklımı bu düşüncelerden arındırıp görevime odaklanmaya çalışıyordum.

' Hadi be Komutanım ! '

Rütbesi Binbaşı olabilir, sayısız cenklere girip sayısız kelle de almış olabilir. Hangi asker bu donduran soğukta gölün altından tüpsüz bir şekilde sızma yapabilir ?

SAT komandoları'nın bilinçlerini kaybetmeden nefeslerini yedi dakika tuttuğunu biliyorum ama onların görevi zaten su altında olmak.

Gözüm iskeledeki ajandaydı.

Son dakikaya kadar birşey değişmezse Gazap önce iskeledekini alacak. Gölden sızmaya devam edip karaya çıktığında evin sol tarafındaki iki ajanı indirme görevide bana düşüyordu.

Evin sağ tarafındaki iki kişi Tibet Binbaşı'dan dolayı önümü kapattığı için onları almak ona kalmıştı.

Tabi Binbaşı suyun altında hipotermi geçirmediyse !

' Çık artık be komutanım ! '

Araziye ışık yayılıp gölgeler belirginleştiğinde bakışlarımı tam tepemdeki dolunaya odakladım. Önündeki büyük bulut çekilmiş, dolunay tüm nuru ile uçsuz bucaksız araziye kafa tutuyordu.

Allah'ın gudretini azda olsa hayal ettiğim ışığa bakarken bir anda ne amaç için burada olduğumu hatırlayıp sağ gözümü dürbüne dayadım.

Yoktu ! İskeledeki ajan yoktu...

Hızla etrafı tararken diğer dördünün orada olduğunu ama iskeledeki yahudi'nin kaybolduğunu gördüm.

' Ulan beş saniyede nereye kaybolursun kafir ? '

Çarşaf gibi pürüzsüz suda küçük bir dalgalanma dikkatimi çekti. Dalganın merkezine, iskelenin altına baktığımda vücudumda ne kadar tüğ varsa ayaklandı.

On saniye önce iskelenin üstünde olan adam şimdi altındaydı. Üzerinde gördüklerimden hariç tek fazlalık ağızını kavramış bir el ve boğazına saplanmış büyük bir komando bıçağıydı. Gördüğüm o dalganın meydana gelmesindeki tek sebep o ajan'ın ölüm çırpınışlarından başka birşey değildi.

Çırpınışlar bittiğinde bıçak yerinden özenle çıkartıldı, ağızındaki el başının üzerine yavaş yavaş kayıp aşağı bastırarak yahudiyi gölün derin sularına gömdü.

Adam kaybolduğunda buna sebep olan Tibet Binbaşı'nın sık dokunmuş siyah file ile gizlediği yüzü tüm keskinliği ile göründü.

' Sana bakıyo Kutay topla kendini. '

Yüzündeki fileden tam kestiremiyordum ama filenin altında hiç kıpırdamadan öylece bana baktığını tahmin edebiliyordum.

" Eeeeeee ! "

Kulağımda sonuna kadar açık olan telsizden Tibet Binbaşı'nın tok sesi geldiğinde kalbimin atışını şakaklarımda hissetmiştim.

Olduğum yerde sıçrayıp;

" Allah senin.......... "

Fiziken ne kadar mümkün olmasada kalp atışlarımı kontrol altına almaya çalışarak telsizi mandalladım.

Bana göre saat onbir yönü iki kişi. Bana göre saat iki yönü iki kişi. Emrinizi bekliyorum komutanım. " deyip hedef tayinimi yaptıktan sonra gelecek olan emri beklemeye başladım.

Onbir sende ! "

Emredersin komutanım ! " deyip fırça yemediğime şükrederek Binbaşı'nın iskelenin altından agresif bir timsah misali suya dalışını seyrettim.

' Hangi ara aldın be adam ! '

Yaya olarak intikal ettiğimiz 28 kilometre'nin sonunda Tibet Binbaşı benim kadar şanslı değildi. O yorgunluğun ardından gece ayazında kenarları buz tutmuş bir göle girmek akıl kârı hiç değildi. Eminim şuan suyun altında evindeki buharla kaplanmış banyonun hayalini kuruyordur.

' İnşallah biran önce evine sağ salim varmak nasip olur. '

Evli olup olmadığını bilmiyorum ama 3 yılı aşkındır özyurduna ayak basmadığını çok iyi biliyordum.

' Hak yoluna adanmış bir hayat.'

Sudaki küçük hareketlenmeyi gördüğümde optiğimi hızla oraya çevirdim.

Allahım her türlüsüne razıyım ama bana bu adam gibi bir düşmanla karşılaşmamı nasib etme. '

Tibet Binbaşı ağızı ve burnu suyun içinde sadece gözlerini çıkarmış avını bekliyordu.

Birbirleri ile göz temasları kesildiğinde saat onbir yönündekileri al Yüzbaşı."

" Anlaşıldı komutanım ! "

Soğuktan kasılan elimi üç-dört defa hızlı bir şekilde yumruk yapıp kan akışını hızlandırdıktan sonra parmak ucumu özenle tetiğe yerleştirdim.

' İkiyüzyirmi metre ! '

Bu rahatlıkla alacağım bir mesafeydi. Namlumdaki susturucunun bu kadar az mesafeden dezavantaj sağlaması mümkünatıda yoktu.

Saat onbir yönündeki iki nöbetçi göle yaklaşıp tekrar eve doğru yanyana yürümeye başladılar. Normalde yanyana, sohbet ederek değil; birbirine zıt yönlere doğru gezmeleri gerekiyordu. Yani biri göle doğru geliyorsa diğeri eve doğru gitmeliydi. Yaptıkları bu hatayı bizdeki rütbesiz er dahi yapmazdı.

Onlara bu rahatlığı veren Türk İHA'larının uçsuz bucaksız bu yere girmelerinin imkânı olmayışıydı.

' İHA yoksa MİT var ! '

Adamlar ev ile aynı hizaya gelip Tibet Binbaşı'nın avları ile göz temaslarını kestiğinde derin bir nefes aldım. Nefesimi bırakıp ciğerlerimde az miktarda oksijeni hapis ettikten sonra Karayılan'ın tetiğini yavaş yavaş ezmeye başladım.

Silah omzuma teptiğinde soldakinin düştüğünü görüp diğeri farkına dahi varmadan tetiğe birkez daha dokundum. Mermi soldaki gibi diğerinin kafasına gitmemiş iki kürek kemiğinin arasına gömülmüştü. Ciğerini patlatan merminin etkisiyle kasılan yahudi'nin kalan son nefesi ile bağıracağı düşüncesi ile bir yavru daha gönderdim.

" Saat onbir tamam komutanım ! "

Tibet Binbaşıya baktığımda bıraktığım gibi ne şeklini bozmuştu, ne de sudaki konumunu. Arada bir burnu ile nefes alıp tekrar göz seviyesine iniyordu.

" Tebrikler Yüzbaşı. "

" Sağolun Komutanım ! "

Ne yaptığını kestirmeye çalışırken tekrar telsize girdi.

" Yüzbaşı benim bir metre soluma ateş et. "

Bismillahirrahmanirrahim ' deyip emri sorgulamadan ve ikiletmeden Binbaşı'nın sol tarafına ateş ettim.

Çıkan büyük su kabarcığı'nın sesini duyan ajanlar silahlarını yüzlerine dayayarak, yavaş yavaş, temkinli bir şekilde yaklaşmaya başladılar.

Binbaşı tekrar suyun altına daldığında olacakları az çok kestirmeye başlamıştım.

Gölün ev kenarındaki cephesi taşlarla yükseltildiği için bu durum Binbaşı'ya büyük avantaj sağlayacaktı.

Adam göle doğru yaklaştığında iskeledeki adamın yerinde olmadığını farketti.Yanındaki ajana iskeleyi gösterip yakasındaki telsiz mandalına elini attı.

' İskelede olması gereken ajana sesleniyor ! '

Bekleyip cevap gelmediğini görünce önündeki bir metre çapındaki taşın üzerine çıkıp, silah fenerini açarak diz üstü çöküp iskelenin altını kontrol etmeye başladı. Yahudi'nin bu hareketi içimin kıpır kıpır olmasına sebep olmuştu.

Çok bir zaman geçmeden bu kıpırtı'nın sebebini gözlerimle görmüştüm.

' Yine Tibet Binbaşı, yine Gazap ! '

Adamın eğilip kendine yaklaştığını gören avcı timsah başını yavaş yavaş sudan çıkardı. Sol kolunu bütün kuvvetiyle adamın boğazına salladığında elindeki parlak metali görmeme vesile olan üzerinden dürbünüme yansıyan dolunay olmuştu.

Daha bıçağı kabzesine kadar boğazına yiyen adamın canı çıkmadan sağ elindeki tabancayı diğer adama nişanlayıp ateşledi.

Başının arka tarafından çıkan merminin arkasında bıraktığı beyin parçalarını dürbünden de olsa görmek bana dahi ürkütücü gelmişti.

Binbaşı sudan karaya çıktığında sanki ben rahatlamışım gibi bedenime ılık bir rüzgar vurdu.

" Yaklaş Yüzbaşı ! "

Elvin'den...

Arkamdan bağlı ellerimi vücuduma atıp kontrol etmek gibi bir lüks bile tanımamışlardı bana.

Kulağımdan boynuma doğru inip, arkasında tatlı bir gıdıklanma hissi bırakan kan mı yoksa ter mi artık umrumda bile değildi.

Kaç gündür buradayım ?

Beş mi ?

Sekiz mi ?

Bunu ben bilmiyordum ama dışardaki kansızların bildiğinden emindim.

' Kansızlar ? '

' Bu sıfat nasıl aklımda kalmış ki ? '

Dedem !

Aksakallı, nur yüzlü dedem kullanırdı hep bu sözcüğü.

Allah yoluna adanmış koca bir ömür.

Neden Elvin ? Sen neden Rabbine daha yakın olmadın ? Evet adalet için, kanun için çalıştın çırpındın daha yirmisekiz yaşında savcı oldun.

Biraz ya biraz !

Biraz olsun insan düşünmez mi ne için yaratıldığını ? Biraz olsun Allah'a sığınmaz mı ? Ya sana bir ceza ise bu yaşadıkların. Hem de lanetlenmiş bir toplumun vesilesiyle verilen bir ceza.

Ne kadar alçaltıcı değil mi Elvin ?

Dede'nin daha dört yaşında öğrettiği Kur'an'ı en son ne zaman eline aldığını hatırlamıyorsun değil mi ? '

Yirmisekiz yıllık ömrümde işlediğim büyük günah olmadığına inansamda, küçük günahlarım tek tek gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu.

En az on gündür tuvalette; sadece dört metrekarelik bir tuvalette kalıyordum. En gururuma dokunan şey ise arkamda bağlı olan ellerimi uzatıpda yerdeki küflenmiş ekmekleri alamayışımdı.

' Aferin sana Elvin ! İçinde hiç değilse nimete olan saygın kalmış. '

Yüzümdeki kana yapışan sarı, kıvırcık saçlarımı savurup atacak mecalim dahi yoktu.

Ülkenin en zengin inşaat şirketi sahibi olan bir babanın kızı neden savcı olsun ki ? Neden babasını dinlemeyip klimalı odasında kurulmak varken itin kopuğun ortasına kendini atar ?

' Ne oldu Elvin pişman mısın ? '

Kendi sorduğum soruya başımı olumsuz anlamda sallayarak kendim cevap vermiştim.

Vucudum karton gibi olmuş artık üşüdüğümü dahi hissetmiyordum. Ne gözümde yaş kalmış, ne de ağlamayı kaldıracak bir boğazım. Karşımdaki ahşap tuvalet kapısını puslu görüyordum. Artık ilk günlerki gibi acı vermiyordu çektirdikleri ızdırap.

İnsan bacaklarının uyuşmasına şükreder mi ?

Evet ediyordum !

Çekilen tırnaklarımın acısını dindirmesi için dizüstü oturmaktan başka pozisyona geçemiyordum.

" Allahım yeter yardım et n'oluuurr ! "

Saat gecenin bir yarısıydı ama; inleyerekte olsa ilk defa kendi sesimi duymuştum.

Korkmuyorum onlardan ! Eğer rabbim birazcık daha ömür verirse herzamankinden daha çok çalışıp, daha çok oyunlarını bozacağım onların.

'Kendine moral vermeye çalışma Elvin. Kendi pisliğinde ölüp gideceksin. '

Kalbim deli gibi atmaya başladığında hızlanan kan akışı vücudumun ısınmasına sebep olmuştu. Salgılanan adranalin çektiğim işkencelerden kalan tarif edilemez acılarımı silip atmıştı.

Buna vesile olan aniden açılan kapı sesi, ardından patlayan silah ve baş işkencecim şerefsiz Steve'nin ölüm haykırışıydı.

İstiyordum bağırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu.

Tüm kuvvetimle uyuşan bacaklarımı hareket ettirip, önümdeki kapıya kadar yaklaşmaya çalıştım.

Başımı kapıya sert bir şekilde peş peşe vururken daha fazla dayanamayıp ' Belki azda olsa kalmıştır göz yaşım.' umudu ile ağlamaya başladım.

Bu iniltili ağlama farklı bir ağlamaydı. Bu ağlama acıdan kaynaklı değildi. Bu ağlama boğazımdan mideme doğru ılık, huzurlu bir rüzgar inmesine sebep oluyordu.

Kapı içeri doğru yumuşak bir şekilde açılıp gelen kişinin beni kollarının arasına alarak panikle;

Burada komutanım ! " demesi var gücümle, haykırarak ağlamama sebep olmuştu.

Beni ağlatan, beni bulmaları değil. Beni ağlatan gelen kişinin Türkçe konuşmasıydı.

Allahım sana şükürler olsun. Rabbim sizin ne muradınız varsa versin. Allahım Türk askerinin ayağına taş değdirmesin.'

Komutanım diyen asker beni zorla ayağa kaldırıp dışarı çıkacakken on gündür girip çıktığım kapının önünde bir kapı daha olduğunu gördüm.

Karşımdaki yeni kapı hareket ettiğinde bunun bir kapı değil, günlerdir aldığı darbeden dolayı kapanan gözlerimin bana oynadığı bir oyun olduğunu farkettim. Geniş pencereli, duvarında asılı olan löküs ile aydınlatılan odaya girdiğimizde peşimizden gelen o kapını 185, belki daha uzun boylarda, omuzları neredeyse bir kapı kadar olan komutanı farkettim.

Yüzüne doğru başımı kaldırdığımda babaannem aklıma geldi. Karşımdaki adam tıpkı babaannem gibi yüzünü siyah bir örtü ile kapatmıştı. Ama babaannem'in çarşafı'nın aksine o'nun gözleri dahi görünmüyordu.

Karşımdaki heybet'i süzerken kendikendime Türk askeri ile birkez daha gurur duydum.

' Bu yiğidi 160 boyundaki babaanneme nasıl benzete bildim ben ? '

Kendi düşünceme kendim gülmeye kalkmıştım ama yüzümdeki şişlikler büyük bir acı ile engel oldu.

Komutan açık olan kapının önünden iki adım ileri doğru atarak duvardaki loş ışık yayan löküsü alıp dizlerimin önündeki sehpaya koydu.

Tek dizini yere koyup, özenle kaldırdığı ayağımı sehpanın üzerine koyarak ışığında verdiği yardım ile çekilen tırnaklarımı incelemeye başladı.

" On parmağın onunuda çekmiş şerefsizler. "

Beni omuzlayan kar maskeli asker konuştuğunda Komutan örtülü yüzünü ona çevirip bir süre baktı.

" Özürdilerim Komutanım ! "

Komutan hiç konuşmadan elini uzattı. Kar maskeli asker ecza çantası olduğunu düşündüğüm çantayı eline bıraktığında araya girdim.

Yirmi ! " dediğimde ikiside saf saf öylece yüzüme bakakalmıştı.

On değil, yirmisinide çektiler. " diye devam ederek elimi uzattığımda ne demek istediğimi anlamışlardı.

Komutan eldivenini çıkartmaya gerek duymadan yirmi parmağımın yirmisinide tek tek batikon ile temizledikten sonra tertemiz bir şekilde sardı.

Elini morarmış gözlerime atıp göz bebeklerimi kontrol ettikten sonra sıra boynuma gelmişti. Başımı sağa sola yatırıp, iki parmağı ile boynumu sıktığında bian koparacağını zannettim.

" Aaahhh ! "

Komutan tepkime aldırmadan kar maskeli adama dışarı çıkmasını işaret etti.

Sırtındaki dev silahı ile dışarı çıkan kar maskeli'yi arkasından takip edip kapıyı kapattı.

' Kim bu ? Neden hiç konuşmuyor ? Neden yüzündeki fileyi çıkarmadı ki ? '

Kim olduğunu bilmem ama çok mu çok özel olduğu her halinden belliydi.Dışardaki beş dakikalık sohbetin ardından Komutan içeri tek girmişti.

" Nereye gitti diğer arkadaş ? "

Hiç cevap vermeden yerdeki pansuman malzemelerini bir araya toplayarak ateşe verdi.

Yüzünü bana döndüğünde ateşin vurduğu fileli başı dahada ürkütücü bir hâl almıştı.

Ayağa kalkmam için elini uzattığında bu pislik yerden gitme vaktinin geldiğini anlamıştım.

Sen hiç konuşmaz mısın ? " dediğimde ısrarlı bir şekilde eli ile tekrar kalkmamı işaret etti.

Bak; burada neredeyse on gündür işkence görüyorum. Belki daha fazla. Ayağa kalkıp yürümeme ne parmaklarım izin veriyor ne de halim var. "

Başını bıkkın bir şekilde sallayıp kolumu tuttuktan sonra bir çırpıda omzuna aldı.

" Bak bana trip atma ! Şuan tattığım acıyı yaşamadığın için bilemezsin. "

Söylediklerime hiç kulak asmadan odalardaki bütün löküsleri toplayıp yaktığı pansuman malzemelerinin üzerine atarak kırdı. Her löküs kırılmasında alev bir kat daha büyüyordu. Dış kapıya yöneldiğinde burayı kül etmek istediğini anlamıştım.

Tam çıkacaktık ki yerdeki görüntü midemin bulanmasına sebep olmuştu.

Bu onlardan biriydi ama kim olduğunu parçalanmış kafasından anlayamamıştım.

" Bu o ! "

Bu Steve'di. Onu belinden çıkartıp beni defalarca dövdüğü gümüş armalı kemerinden tanımıştım.

Komutan aşağı eğilip Steve'in paçasından tuttuğunda yanmasını istemediğini anlamıştım.

Bir beni omzuna alan askere baktım birde yerdeki köpek leşine. Tek birşey söyleyebilirim ki; Steve'i bırakın askere; insandan başka herşeye benzetmek mümkündü.

" Be...... ben çok üşüyorum. "

Komutan hiç beklemeden beni yere indirerek üzerindeki montu çıkartıp uzattı.

" Ya sen ? "

Montu silkelediğinde ısrar ettiğini anlamıştım.

Herşeyde olduğu gibi montu giymemede yardım etmesi hoşuma gitmedi değil. Mont ıslak olsada onun vucudundan kalan sıcaklık bedenimin rahatlamasına sebep olmuştu.

Beni tekrar omzuna aldığında siyah askeri switinin altından sırtındaki yarayı net bir şekilde görmem zor olmamıştı.

Steve'i gördüğümde daha fazla dayanamayıp ağızımda ne kadar tükürük varsa üzerine boşalttım.

Pühhh ! Lanet yahudi seni. " dedikten sonra mümkün olduğunca Komutan'ın yüzüne bakmaya çalışarak;

Sana gelmedi değil mi ? "

2 saat sonra...

Buraya ne zaman geldim ? Komutan'ın omzunda kaç dakikadır uyuyorum hiç bir fikrim yoktu. Tek bildiğim şey; bir ara Komutan'ın beni bir arabaya yerleştirişiydi.

Bu minik tek odalı yerde beni uyandıran; küçük şöminede, şiş üzerinde pişen mis gibi et kokusu olmuştu.

Ateşin etrafında asılı olan elbiselerden çıkan buhar; karanlık oda'ya muhteşem bir ambiyans katıyordu.

Kalın tahtalı kapı açıldığında istemsizce gözlerimi kısıp, uyuma taklidi yapmaya başladım.

İçeri giren üst kısmı çıplak, devasa adamın Komutan olduğundan hiç şüphem yoktu. Ateşin aydınlattığı sırtında derin yara ve üç taneden fazla olduğuna yemin edebileceğim kurşun izleri vardı.

Hadi yüzünü dööönn... Yüzünü dönde göreyim lütfen.' diye aklımdan geçirirken şöminedeki sebebini bilmediğim küçük bir patlama sıçramama sebep olmuştu.

Arkası dönük olsada benim sıçrayışımı duyan Komutan boynundaki file ile tekrar yüzünü kapattı.

' Allah kahretsin ! '

Ateşin etrafındaki hâla tütmekte olan swit'i alıp üzerine geçirirken beni ilk aldığında söylediğim o söz aklıma geldi.

' Şuan tattığım acıyı yaşamadığın için bilemezsin. '

Ben bu yaralar karşısında acı çekmemişim. Utanmıştım; Komutan'ın vücudundaki yaraları gördüğümde kendimden ve o ettiğim sözden utanmıştım.

Oldukça belirgin karın ve göğüs kasları o yaraların daha da belirginleşmesine sebep oluyordu.

Benim uyandığımı anlayıp üzerini giyinmesi edebini fazlasıyla ortaya koymuştu.

Şişleri şömineden alıp bana getirdiğini gördüğümde olduğum yerde toparlanıp bağdaş kurdum.

Sevinmiştim ! Bir çocuk gibi sevinmiştim.

Şiş üzerindeki yuvarlak, oldukça yağlı eti ağızıma atıp çiğnemeye başladım.

O kadar çok lezzetliydi ki bitmemesi için normalinden daha çok çiğniyordum.

Bu ...... Bu çok lezzetli. Eline sağlık. Ne eti bu ? " diye sordum cevabını alamayacağımı bile bile.

Sana orada söylediğim söz için özürdilerim. Sen benden çok daha fazla acılara katlanıp hayatta kalmışsın. "

Olsun; cevap vermesede bunu söylemek ayrı bir erdemdi benim için.

Tahta kapı çaldığında dördüncü şişin son eti ağzımda donup kalmıştım.

Komutan kendini hiç bozmadan ayağa kalkıp dışarı çıktı.

' Karmaskeli asker ! İyide nereye kaybolmuştu ki ? '

İki dakika sonra Komutan tekrar içeri girip elini uzattığında gitme vaktimin geldiğini anlamıştım.

Elini tutup ayağa kalktığımda Komutan dan ayrılmak üzmüştü beni.

Sanki beni koruyan bir abi, bir baba duruyordu karşımda.

Kapıdan çıkıp mis gibi serin hava yüzüme vururken ciğerlerimi oksijenle doldurdum.

Dışardaki, bizimkine göre daha gösterişli siyah arazi aracı ve elleri cebinde sırtını jip'e dayamış kahverengi montlu adam gözüme çarptı.

Beni gören, 30 yaşlardaki adam yüzünde sıcak bir gülümseme ile elini uzattı.

" İsmim Kaya; Milli İstihbarat Teşkilatı. Geçmiş olsun Sayın Savcım. "T

ürkçe konuşan bir kişiyi daha görmek oldukça mutlu etmişti beni.

Adam'ın elini tırnaksız bir şekilde ne kadar sıkı kavramam gerekiyorsa o kadar kavrayarak konuşmaya başladım.

" Çok teşekkür ederim. Hebinizden Allah razı olsun. "

Adam beni geçip arkamdaki komutana yaklaşarak esas duruşa geçti.

" Başka emriniz yoksa güneş doğmadan ben gideyim Komutanım. "

Komutan başını sallayıp arabayı gösterdi.

Adam arabayı çalıştırırken sonkez Türklüğümle birkez daha gurur duymama neden olan Komutanı boydan süzdüm.

' Ne mutlu bana ki Allah beni hem Müslüman, hem Türk olarak dünyaya gönderdi. '

Yüzünü görmemi istemediği için ne kadar merak etsemde teklif etmedim. Ben onun binlerce görevinden sadece bir tanesiydim. Ama o benim için hayatımdaki tek kurtarıcımdı.

Hakkını helâl et Komutanım. " deyip elimi uzattım.

Elini uzatıp elimi kavrarken başını aşağı yukarı salladı.

Ne kadar ayrılmak istemesemde arabadaki adamı kızdırmak istemezdim.

Kapıyı açıp yerime yerleştiğimde saatlerdir konuşmayan Komutan arkamdan anlamadığım birşey söyledi.

Aaaaa senin dilin var mıydı Komutanım ? " başımı sallayarak devam ettim.

Ne söyledin anlamadım ? "

Ne eti olduğunu merak etmiştin ya hani. "

Sesi çok kalında değildi incede; ama oldukça karizmatik ve otoriterdi.

" Evet gerçekten mükemmeldi. Ne etiydi peki ? "

Başındaki fileden anlaşılmasada hareketlerinden gülümsediği hissine kapılıyordum.

" Yılan ! "

" Neeeeeee !........Allahım ........ Iıııyyyyyy !!! "

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%