@batingam
|
ZÜMRA' dan... Solumdan esen soğuk rüzgarı kıl köklerime kadar hissettiğimde irkilmiştim. 'Allahım burası ne kadar huzursuz bir yer!' Çiğ düşmüş toprak ayaklarımı ıslatırken, metrelerce aşağıda kayalıkları döven dalga sesini duyduğumda uçuruma yürüdüğümü anlamıştım. Bu bir lusid rüyaydı! Rüyada olduğumu biliyordum ama uyanamıyordum. Üzerim, su yüklü kara bulutlarla kaplı olmasına rağmen yağmur yağmıyordu. Arkamdan takip edildiğimi hissettiğimde aniden döndüm. Yok! Gördüğüm tek şey elli adım ilerdeki ürkütücü ormanlıktı. En çok korkutan ise yüzümü o karanlık ormana döndüğümle tenimi yakarcasına yüzüme vuran esintiydi. Başımı tekrar önüme çevirdiğimde bembeyaz cübbeli, yere dayadığı kahverengi bastonu ile uçurumdan aşağıyı gözleyen nur'u görmüştüm. Topal Hoca! "Hoc... Hocam ben neredeyim?" Yaklaşmıştım; bir adım daha atsam denize düşecektim. "Sen nereden geldin kızım buraya?" "Bilmiyorum hocam! Ben... Ben rüyadayım ama bunu biliyorum." Gözleri her zamanki gibi güleç, çehresi her zamankinden daha çok ışıldıyordu. Bastonunu önüne alıp, cübbesini arkasına savuran rüzgara aldırmadan sakin, huzur verici sesi ile tekrar konuştu. "Olmaman gereken yerdesin evladım. Hadi uyan." "Hocam uyanamıyorum. Uyanırım düşüncesi ile uçurumdan atlamak bile geçti aklımdan ama bu döngü hep böyle devam ediyor, olmuyor uyanamıyorum." Tek huzur veren şey Hocam'ın gülümsemesiydi. Bastonunu sol eline alıp bana döndü. "La havle velâ kuvvete..." derken sağ el ayasını alnıma dokunduğunda gözlerim karardı. Odam'ın sıcaklığını hissedebiliyor, aşağıda koşuşturan ikizlerimin seslerini duyabiliyordum. Sağ omzumun üzerine yattığımı biliyordum ama gözlerimi bir türlü açamıyordum.Kasılmış bedenime emrim geçmiyor, parmaklarımı dâhi oynatamıyordum. Rahmanım geldi aklıma. O hiç birşeyi boşa yapmazdı. 'Hadi Zümra!' "Ya... Ya !!!" Olmuyordu söyleyemiyordum. Sonkez kez dişlerimi sıkıp, ağlamamak için direnmeye çalıştım. "YA HUUU!!!" Gözlerimi açtığımda pufta oturan Rahman'ın depderin bakışları ile karşılaştım. "Neden öyle bakıyorsun hayatım bi kusur mu işledim?" deyip, yatağımda toparlanmaya çalışarak; 'Biraz olsun gülümsede bilirim!' düşüncesi ile devam ettim. "Uykumda tekme mi attım yoksa?" deyip güldüm. Güldüm ama gülümsememe herhangi bir karşılık alamadığımda içimdeki panik kabarmaya başladı. "Rahman konuşsa..." "Sen neye bulaştın Yosun Gözlüm?" Sorudaki korkunun kokusunu almıştım. Yorganı üzerimden atıp, önünde diz çökerek ellerinden tuttum. "Se... Sen ne demek istiyorsun?" "Uykunda konuşuyordun." "Ama bu normal değil mi? Her insan uykusunda konuşur. Belkide rüyamda hastalarımla konuşuyordum." Ellerimi iri parmaklarının arasına alıp, buğulu Kömür gözleri ile uzun uzun baktı. "Sen hastalarınla İbranice mi konuşuyorsun?" "Nnn...neh???" Elimi bırakmadan ayağa kalkarak; "Bende olsam kimsenin önünde diz çökme!" deyip başımı göğüsüne bastırdıktan sonra komodin'in üzerindeki su dolu bardağa elini attı. "'Besmele' çekip şunu iç." "Hayır susamadım!" "Zümra iç dedim şunu. Sabah ezanından bu yana okuyorum." Bunu söylemesi oldukça şaşırtmıştı beni. Suyumu içip üzerimi giyinirken beni yalnız bırakmaması dikkatimi çekti. "Rahman n'oluyor, sen neden inmiyorsun aşağı?" "Koray'ı çağırdım. Kahvaltıda bizdeler." "Eh be gülüm be! Şimdi mi söylenir bu? Baştan söylesene hazırlık yapayım." Kalktığımdan bu yana yüzündeki gerginlik hiç değişmemişti. "Rahman sen iyi misin?" "İyim bitanem." desede; merdiven korkuluğuna düşünceli bir şekil de hafif hafif tokat atması aksini söylüyordu. Aklıma gelen şey ile aniden irkildim. 'Allahım yoksaa! İnşAllah öyle birşey yoktur.' Son basamağa ayağımızı atarken, tokmak sesinin ardından, arkadan gelen Yavuz ve Aslı'nın sesi ile kim olduğunu çoktan anlamıştık. Kapıyı açan Rahman oldu. "Hoşgeldiniz." Önden giren Koray'ın gözleri Rahman'dan önce benim gözlerimde sabitlenmişti. "Hoşbulduk kardeşim." Vardı! Bugün birşey vardı ama henüz çözmüş değildim. Rahman'ın bakmaya doyamadığı Yosun Gözlüsünden gözlerini kaçırması, Koray'ı karşılarken ki tatlı dili... 'Ya Rahman, Koray geldiğinde 'Hoşgeldin' demezki. Onu kızdırmak için, kapıyı açar, yapmacık bir tavırla yüzüne bile bakmadan salona yürür. Koray neden direkt bana baktı? Allahım ben farketmeden ne hata yaptım?' "İyi misin bitanem?" Kübra'ya cevap vermek için gözümü zor belâ Rahman dan çekmiştim. "İyim kuzum iyimdehh! Ne oluyor böyle benden bişey mi saklıyorsunuz?" "Bende bilmiyorum Koray hiç bişey söylemedi. Morali çok bozuk." Koray'ın yüzüme bakmayıp parmağı ile dudağını bastırarak yemesi korkumu katbekat artırmıştı. Rahmanım'ın, kızdığı, üzgün olduğu zamanlar başını kaldırmadan halı desenini incelemesi, neşeli evime çöken kasvet ve göğüsümdeki ağrı nefesimi daraltmaya başlamıştı. "Al... Allah aşkına n'oluyo size?" Yüzüme bakmadan Yavuz'un omzuna elini atan kocam; "Yavuzum, kardeşlerinide al Ateş ile Barut'un yemeği var mı bir bakın hadi." deyip sevinçle ayağa fırlayıp, bahçe kapısından çıkan çocukların arkasından bakakaldı. Koray; "Hoca'yı aradın mı Rahman?" "Aradım kargo uçağı ile gelecek." diyen Rahman, nihayet yüzüme bakma zahmetine girivermişti. "Zümra gel yanıma, tut elimi." Gözlerimi Kömürlerinden ayırmadan yanına oturdum. Rahman; "Koray sen anlat." Koray; "Suyu içtin mi Zümra?" "Evet içtim. N'oldu?" Bacağını kalçasının altına alan Koray, ellerini birleştirip, nereden başlayacağını tarttıktan sonra konuya girdi. "'Rahman beni neden çağırdı?' diye merak ediyorsun biliyorum. Zümra sen ne yaptın, bilmeden neye bulaştın bilmiyorum ama başında büyük bir belâ var." Kara Muhafızlar'ı, bir belâya ilk defa 'Büyük' derken görüyordum. "Abi ne diyorsun sen? Size büyük gelen belâ benim başımdan aşar. Ben birşey yapmadım ki." Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Yaptığını anlamazsın bile. Bugün sen kiminle görüşeceksin Zümra?" "Dün akşam hastam aradı; ilaçlarının ağır geldiğini, acil görüşüp konuşmamız gerektiğini söyledi." "Kim bu hastan?" "İsmi Ebru; 24 yaşında bekar bir kız." dediğimde son anda aklıma gelen şey ile Rahman'a bakıp devam ettim. "Hani sen polikliniğe ilk geldiğinde Kübra bir flash bellek vermişti ya; 'Çok önemli bir hastanın' demiştim. İşte onunla görüşeceğim." Sağ elimin üzerindeki elime sol elinide atan Rahman gözlerime baktı. "Bu kıza ne teşhis koymuştunuz siz, ne rahatsızlığı vardı?" "Bir yıl önce çok ağır bir şekilde geldi. Ne kadar uğraşsakta küçükte olsa bir yol katedemedik. Şizofreni, bipolar bozukluk, Narsisistik kişilik bozukluğu kondu. Yani; henüz tam emin değiliz." Rahman; "Peki Nörolojik yönden sıkıntısı var mı?" "Yok hayır. Bizi şaşırtanda bu." Koray; "Bu saydıkların ne anlama geliyor peki?" Sordukları her soruya birşey atlamadan, özenerek cevap vermeye çalışıyordum. "Şizofreni ve bipolar bozukluğu biliyorsunuz zaten. Narsisistik bozukluk; kişinin kendini çok üstün bir varlık olarak görmesi." Koray; "Bu kişi uykuya çok düşkün mü?" "Hayır! Ama aniden bayılıyor. O kibar, güzel kız gözlerini açtığında bambaşka birine bürünüyor. Yani bambaşka biri oluyor. Kaba, küfürbaz bir hal alıyor. Enterasan tarafı ise yine bayılıyor ve uyandıktan sonra birşey hatırlamadığını söylüyor." Rahman ile Koray gözgöze geldiğinde Koray başını sallayıp devam etti. "Zümra kardeşim, siz o bayanla değil bir yıl, emekli olana kadarda uğraşsanız bir yol alamazsınız. O sizlik bir durum değil." "Nasıl yani ne demek bizlik bir durum değil." Oturuşunu düzelten Koray gözlerini çekip bir Ayet okumaya başladı. "Vemâ ḣalaktu-lcinne vel-inse illâ liya'budûn... Ve ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Şimdi anladın mı kardeşim?" Söylediği şey ile tüğlerim ürpermişti. Bilim buna izin vermesede, inancım bilimin bu tezi'ni çürütüyordu. "Bu imkânsız!" "Neden imkânsız? İnsanlar gibi onlarda haddini aşabiliyor. Rahman beni neden çağırdı?" diyen Koray'ın, yüzünün düşmesinden kötü bir anısını hatırladığını anlamıştım. "Afganistandaki bir yetiştirilme görevi, yani staj olarak düşün sen bunu. Yetiştirilme görevimde tek başıma gidip, önemli birini infâz edecektim. Görev başarı ile tamamlandı ve yuvaya döndüm. Ne olduysa ondan sonra oldu. O kadar işkence çektik, aç kaldık, susuz kaldık, yeri geldi burun buruna çatıştık."diyen Koray, başını kaldırıp korkuyla kendisini izleyen gözlerime baktı. Ama ben hayatımda o denli hiç yıpranmadım Zümra. Tâki; Topal Hoca gelene kadar.Üç gün sonra geldi ve on dakika içinde kurtuldum. Sadece üç günde bende bıraktığı izi tahmin bile edemezsin." "Neden öyle oldun sebebi neydi? Ben ilk defa duyuyorum." diyen Kübra oldukça gerilmişti. "Afganistandaki görevimde herhangi birşey bırakmamama rağmen büyü yapılmış. Nasıl yaptıklarını Topal Hoca çözdü ama bize söylemedi. Bu olaylar Askerlerin yüzde yetmişinin başına gelmiştir. Bu bir gerçek." Anlatılanlar karşısında Rahman'ın elini var gücümle sıktığımı, beyaz teninde bıraktığım kırmızılıkla anlamıştım. "Eeee şimdi ne yapacağız? Sakın 'O hastayı bırak' demeyin ölürümde bırakmam." Rahman; "Hayır 'Bırak' demiyoruz. 'Senlik birşey yok' diyoruz. Şeyhim geliyor. Bundan sonrası onda." "Olmaz bugün Ebru ile görüşmem lazım." Rahman; "Tamam bitanem görüş. Ama bizde geleceğiz." "Olmaz ben onun güvenini kaybedemem." Koray; "Onunla konuşurken yanında olmayacağız. Sizi yalnız bırakacağız." "Ha tamam o zaman olur." deyip esas sormam gereken soruyu sordum. "Peki siz nereden anladınız bunu?" Rahman; "Üç gecedir hiç bilmediğin bir dili konuşuyorsun." "Ne diyorum, anlaya biliyor musun?" Rahman; "Boşver bitanem hadi; çocuklar acıkmıştır kahvaltımızı yapalım. Aybalam nerede benim?" "Araya laf katma hayatım. Dün akşam arkadaşlarına gideceğini söylemişti sana. Ben İbranice ne diyordum?" Çaresiz kaldığını anlayınca derin bir nefes verip; "'Toplanacağız. Alacağız.' diyordun." dedi. "Bak sen şu deliye! Nereye toplanıyormuşuz?" demem, ben hariç herkesin gülümsemesine neden olmuştu. "Ben rüyamda Topal Hoca'yı gördüm. Rüyada olduğumu biliyordum ama uyanamıyordum." dememle bütün dikkatleri üzerime çektiğimi anlayıp devam ettim. "Uçurumun kenarındaydım ve Hocam beliriverdi. 'Senin burada ne işin var' gibisinden birşeyler söyledi. Rüyadan çıkamadığı mı söylediğimde elini alnıma koyup; 'la havle velâ kuvvete...' derken uyandım." Koray; "Bulunduğun yer huzursuz muydu, böyle nefesini daraltıyor muydu" "Evet nereden bildin?" "Bende yaşadımda ondan. Sen uyumamışsın Zümra. Uykunun dördüncü evresinde, yani delta dalgalarının daha arttığı bir durumda boyut değiştirmişsin. Sen uykunun en derin olan beşinci evreye geçemiyorsun ve bitkin, uykusuz olarak gününü geçiriyorsun. Yani o yaşadığın şey gerçekti. 'Allahım ben neler duyuyorum.' "Ne diyorsun Abi sen? Topal Hoca gerçekten o uçurumun kenarına geldi mi?" "Onu da gelince sen sorarsın artık. Eeee kavurma mı yiyeceğiz?" Koray'a yapmacık bir gülümseme atıp Rahman'a baktım. "Sen söyle Rahman. Yaşadıklarım nasıl gerçek oluyor?" "Hani ben sana;'Topal Hoca'nın bildiğimiz kadar bilmediğimiz İlimleride var' demiştim ya. İşte tamda bu Yosun Gözlüm; biz istihbari bilgileriz çoğunu ondan alırız. Rusya, Siyonistler, Almanlar ve nice devletler Metafizik Aleme istihbarat teşkilatlarında yer verirler, hemde önemli bir yer." Tüm söylenenlere şüphesiz inanıyordum ama inanmakta istemiyordum. "Peki neden önemli insanlara büyü yapıp etkisiz hâle getirmiyorlar? Meselâ Cumhurbaşkanı." Koray; "Onlar koruma altında. Görünenler kadar görünmeyen korumalarıda var. Yani bu iş çok geniş bir evre Zümra. Şeyhimiz geldiğinde ona bol bol sorarsın. Tabi sordurursa. Ama şunu bilmende fayda var." diyen Koray'ın kavurma hayali ile gülen gözleri aniden ciddileşti. "Kim neden yaptı bilmiyorum ama; sen boyut değiştirdiysen bu büyü sayesinde olur. Eğer orada kafayı yiyecek derecede sıkıntı yaşamayıp sadece uçurumun kenarına geldiysen, bu da Topal Hoca yanında olduğu içindir." SERPİL'den... Neredeyse dört yıldır hüzün akan duvarlardan onların gelmesi ile huzur fışkırır olmuştu. Sessiz kalsalar bile burada, eksiksiz yanımızda olmaları yetiyordu lokmalar'ın boğazımızdan takılmadan geçmesi için. Masa Krallara layık olsada, onlar olmadan mutlaka bir eksiği oluyordu. Gölge'nin yokluğunda et, Alıcı'nın yokluğunsa sahanda yumurta, C4'ün yokluğunda menemen olmadı hiç soframızda. Çayımıza attığımız şeker'in bile gücü yetmemişti tadımızı getirmeye. On yaşımızdan öncesi yoktu bizim hayatımızda. Fedakârlığı Abilerimizden öğrendik biz. Sevincimizde onlar güldü bizimle, düştüğümüz de onlar uzattı ellerini. Övgümüzde Abilerimizdi, sohbetimizde! Yaşıtlarımız kurşun kalem tutardı, biz o kalemin kurşununu. Onlar kırtasiyenin kokusunu çekerdi bir barut kokusunu. Onlar ağabeylerinden lise aşklarını saklardı biz ise görevden olmayalım diye kan süzülen yaramızı. Aldıkları leş sayısını bilmediğimiz çatık kaşlı babalarımız sevdi bizi. Geniş omuzlarına başımızı koyamasakta, koyduğumuzu hayal edip ağladık canımız yandığında. Kara Tepe kadar gizliydi anne-babamız, onlar kadar saklıydı genç hayallerimiz. Bir adım geri atıp masada birşey eksik mi diye kontrol ettikten sonra Esma dönüp, televizyon karşısında sabah haberlerini izleyen Kara Muhafızları işaret ettim. "Esma çağır Komutanları hadi." Başını onlara çeviren Esma, bir süre bakıp yalvarır tarzda gözlerime odaklandı. "Ya Komutanım siz çağırsanız." "Ne alakası var kızım çağırsana." "Abla ben onlara hâla alışamadım. Korkuyorum." Elimi iki yana açıp sabır diledikten sonra Muhafızlar'a doğru yürümeye başladım. "Komutanım kahvaltı hazır." Ne kadar ast'ı olsamda, bacak bacak üzerine atan Sinan Komutan'ın sesimi duyduğunda bacağını indirip saygı göstermesi Esma'nın kapıldığı düşüncenin ne kadar yersiz olduğunu gösteriyordu. Onlardan korkması geren dostları değil, düşmanlarıydı. "Kardeşim yine zahmet verdik size. Ama bulaşık bize." "Estağfurullah Komutanım olmaz öyle şey." Oğuz Komutan'ın iki gündür sebebini bilmediğim dalgınlığı hiç hoşuma gitmiyordu. Normalde gözü sofrada olur herkesden önce o kalkardı ama ne yemeyi gözü görüyordu ne içmeyi. "Komutanım iyi misiniz, Birşeye ihtiyacınız var mı?" Başını kaldırmayıp, elindeki araç kontağını çevirmesi Samet Komutan'ın bağırmasıyla son buldu. "Oğuzz!" Elindeki kontağı cebine atıp ayağa kalkan Oğuz Komutan, yönünü komutanların odasına dönüp duruşunu dikleştirdi. "Ne bağırıyosun Samet! Komutan geldi sandım." "Oğlum kızcağız sana diyor. Bi derdin mi var, ne senin bu halin?" Oğuz Komutan; "Yok be kardeşim. Çok şükür ne derdim olacak?" "Hadi öyleyse kahvaltımızı yapalım." Kahvaltı masasına yürüyen Oğuz Komutan, yanıma yaklaşıp uykusuz gözlerine yapmacık bir tebessüm takıp yüzüme baktı. "Kusura bakma kardeşim duymamışım." "Estağfurullah Komutanım." 'Eh be güzel yüzlü Alıcı! Ne bu gözlerini kızartacak kadar uykusuz bırakan sıkıntı?' Ülkü'nün elindeki düğmeyi gördüğümde; adımlarımı hızlandırmıştım ama iş işten geçmişti. "Bu düğme neyin düğmesi?" Herkes masa başında Ülkü'nün elindeki düğmeye bakarken benim gözüm düğmenin sahibi olan Ömer Komutan'a kaymış, Esma ise her zamanki gibi mutfağa kaçmıştı. 'Ulan Ülkü!' "Ver bakalım şunu!" Düğmeyi eline alan C4, masaya oturmadan hızlı adımlarla odasına yürümeye başladı. "Eh be Ülkü! Bari kahvaltımızı yapsaydık." "Ne oldu, ben ne yaptım ki?" Haklıydı! Ülkü'nün hiç bir suçu günahı yoktu ama keşke ağız tadıyla kahvaltımızı bitirebilseydik. E 'ŞahMelik Komutan geldi' de diyemezdim. Kenan Komutan; "Ne oldu Serpil, Bi sorun mu var?" "Komutanım o düğme..." deyip açıklayacaktım ki hızlı adımlarla gelen Ömer Komutanı gördüğümde sustum. "Oğlum büyüteç lan!" Kenan Komutan; "Ne oldu, büyüteç'in düğmesimiymiş?" Elindeki düğmeye bakan Ömer Komutan; "Yok lan! Büyüteç komple yok. Yok Abi büyütecimi kökünden söküp almışlar." deyip cevap alamayınca yüzüme baktı. "Serpil ???" "Şey Komutanım. Ben gece şey yaptım... Onun için..." "Serpil söylesene kızım. Ne şey şey şey?" dediğinde olduğum yerde sıçradım. "İyide Komutanım yüzünüzü çevirin. Böyle bakarsanız konuşamam ki." İsteğim şey normal birşeymiş gibi ikiletmeden arkasını dönen Ömer komutan; "E hadi bakmıyorum. Anlat bakalım." deyip ne olduğunu benim bile bilmediğim cevabımı beklemeye başladı. 'Ne diyeceğim ben şimdi, Neden hep suçsuzlar yanar ki?' 'Hahh!!!' "Odanıza soket almak için girmiştim, masanın yanından geçerken büyütece çarptım o da düştü. Siz görmeden yenisini alıp takacaktım ama olmadı." Başını çeviren C4; "Ben yirmi yıldır o büyüteçle çalışıyorum bir kere bile takıldığımı hatırlamam. Nasıl becerdin be bacım. İyi misin, bir yerine birşey oldu mu?" deyip masaya oturdu. "İy... İyim Komutanım." "Canın sağolsun kardeşim. Ne zaman sana ters bir sözümüz oldu? Ama o büyüteci bana getir ben tamir ederim. O camda ki açı hiç birinde yok. Ada'dan bu yana yanımda o benim." deyip aniden başını kaldırdı. "Camı kırılmadı değil mi?" "Hayır komutanım kırılmadı." "Tamam hadi afiyet olsun." Abilerimizle birlikte Afgan gülleride masaya otururken, Ömer Komutan'ın sağduyusu sayesinde huzurlu bir kahvaltıya Besmelemi çektim. Kenan Komutan; "Sâhi Bora nerede?" "Buradayım kardeşim!" Sesin geldiği yöne, merdivenlerin başına baktığımızda bizimle birlikte Kara Muhafızlar'ın da dili tutulurken, parliament mavisi takım elbisesinin kolunu düzenleyen Bora Abi, gömleğinden daha beyaz olan dişlerini gösterdi. "İyi olmuş muyum, yakışmış mı?" Samet Komutan; "Oğlum bir içim su olmuşsun lan. Hayırdır düğün mü var?" "Yok! Yok ama Elvin Savcı 'Evet' derse olacak." Kenan Komutan inmeyen lokmayı, göğüsüne vurarak indirmeye çalışırken, diğer kardeşleri çoktan ayağa fırlamıştı. Samet Komutan; "Oğlum ne diyosun lan sen, ne ara oldu? İnsan bi dertleşmez mi?" Bulduğu boş koltuğa oturan Bora Komutan, bir yandan tabağını doldururken, bir yandan üstüste gelen sorulara cevap vermeye çalışıyordu. "Aniden oldu işte oğlum. Eee benimle kim gelecek?" dediğinde, bütün kardeşleri heyecanla cevap verdi. "Ben!" "Ben!" "Benn!..." Oğuz Abi'nin birşey söylemeyip geri durması onunda gözünden kaçmamıştı. "Oğuz sen gelmiyor musun?" "Kardeş evlenme teklif edecek olan sensin. Yanında bir kişi gelse yeter." Bora Komutan'ın Oğuz Komutan'a attığı uzun bakış, aldığı cevaptan tatmin olmadığını gösterirken fazla uzatma gereği de duymamıştı. Kenan Komutan; "Eee nereden çıktı bu aniden. Hemde bu saatte. İnsan bi yemekte falan döker içini." "Hiç sormayın! Bizim bu Alfa'nın ondan daha çok Alfa olan eşi Zümra var ya. Hani şu yengemiz; Akçakoca'yı arayıp; 'Bora ile Elvin birbirini seviyor evlendirelim.' demiş." demesi, başta Afgan gülleri ile birlikte bütün masayı gülücüğe boğmuştu. Kenan Komutan; "Size birşey diyeyim mi? Zümra Rahman dan daha deli Yemin olsun. Karşındaki Akçakoca be kardeşim." deyip Bora Komutan'a daha yakından bakmak için başını uzattı. "Senin dudağına ne oldu lan yatarken birşey yoktu?" "Sabah 'Göğüs basıp öyle yatağım' dedim ağırlık bar'ı üzerime düştü." 'Yuhhh bee! Yalanında daniskası. Senden hiç beklemezdim Bora Abi. Ama sağlam oturdu bu yalan.' Kenan Komutan; "Yaaa işte! Sevda insanı ne hâle getiriyor. Eee Akçakoca kalemini kırmadı mı?" "Hayır! Sabah namazını kıldıktan sonra ŞahMelik aradı..." demesi, kiminin lokmasını ciğnemeden yutmasına, kiminin çatalının havada kalmasına sebep oldu. "Evet ŞahMelik aradı. Bugün saat; 11:00'de Elvin'i arayacağım. Eğer evlenme teklifi etmediysen veya kabul etmediyse infaz'ın bizzat benim elimden olacak.' dedi. Kenan Komutan; " Ne... Ne diyosun oğlum sen? ŞahMelik lan bu! Yekten bunu mu söyledi." "Evet bunu söyledi." Samet; "Ben gelmiyorum ortopediye gideceğim." Bora Komutan; "Lan bugün pazar çakal ne ortopedisi." Kenan Komutan; "Bende köpeği veterinere götüreceğim." Bora Komutan; "Lan senin köpeğin mi var, biz neden hiç görmedik." Kenan Komutan; "Sokakta bitane köpek topallıyordu cam batmış heralde." Sinan Komutan'a dönen Bora Komutan; "Sinan, Ömer, Oğuz; siz bari gelin yalnız bırakmayın oğlum beni." Sinan Komutan; "Ben kız arkadaşımla buluşacağım. Geç kalırım." Bora Komutan; "Kız arkadaş mı? Korhan ile Orhan Albay'a söyleyeyim de kız arkadaşın olduğu sen git bakalım. Kız arkadaşmış." deyip Oğuz Abi'nin yalanı'nı beklercesine gözüne baktı. "Beni Korhan Albay çağırdı. Onun yanına gideceğim." Bora Komutan; "Sorarım ama Korhan Albay'a. Tabi ŞahMelik'in gazabına göre Korhan Albay'ın ki daha hafif değil mi?" deyip Ömer Komutan'a baktı. Ömer Komutan; "Ne bakıyon hacı?" "Bi yalan da senin pislemeni bekliyorum." Gözlerini bir süre Bora Komutanınkilerden çekmeyen Ömer Komutan; "Ek iş yapıyorum ben; aldığım para yetmiyor." "Ne ek işi yapıyosun lan sen ben hiç görmedim." "Site merdiveni siliyorum oğlum." "Başka yalan bulamadın değil mi pis bombacı." Bora Abi peşpeşe yaşadığı satışların sinirini elindeki çatalda çıkartıyordu. "Püüühhh sizin kardeşliğinize." deyip, kolundaki gümüş rengi saate baktıktan sonra panikle ayağa fırladı. "Lan saat hangi ara on çeyrek oldu." deyip kapıya fırlarken arkasından seslendim. "Komutanım!" "Ne oldu Serpil?" "İsterseniz ben gelebilirim. Yani........ Kabul ederseniz tabi." dediğim anda kıvrık kirpiklerinin perdelediği gözlerindeki ışıltı içimi ısıtmıştı. "İstemem mi kardeşim beehhh! Hadi hazırsın zaten senin özel birşey giyinmene gerek yok." deyip, o otomatik kapının açılmasını beklerken bende çayımdan son yudumumu çekip yanına fırladım. Kapıyı geçen Bora Komutan tekrar arkasını dönüp kapıdan başını uzattı. "Puuuuhhh size nankör herifler." ZÜMRA'dan... Sabahki halimden eser kalmamıştı. Renkler daha canlı, ciğerlerimi okşayan oksijen daha serin gibiydi. Stor'u kaldırıp, masamın arkasındaki camı yarım açtıktan sonra yüzümü Rahman ve Koray'a döndüm. "Eee; 'Bizde geleceğiz.' dediniz geldiniz. Ne yapacaksınız siz şimdi?" Tıp dergilerine bayılan kocam her zamanki gibi ihmâl etmeden birini kapmıştı bile. "Ebru gelecek, sende konuşacaksın. Biz sizi dışarda bekleyeceğiz." "Ebru'nun neyinden koruyacaksınız beni Rahman." Bir kaç saniyeliğine gözleri yumup, elindeki dergiyi önündeki cam sehpaya bırakıp; "Zümra, gülüm; bu kız sana büyü yapmış. İyi veya kötü, inanırsın veya inanmazsın. Bu işin içinden sen tek başına çıkamazsız." diyerek Kübra'ya baktı. "Siz çıkamazsınız. O yüzden sen onu bu gece poliklinikte tutacaksın, yarın Hocam gelip görecek." Görmüyordum, yaşamamıştım ve en acı olan tarafı ise söylediklerine koşulsuz inanıyordum. "Tamam canım kızma. Söylediğinizi yapacağım." "Kızmıyorum Yosunum. Sadece inan artık bize. Onu demek istiyorum." "Merhabalaaar! Müsait misiniz hocam?" "Hoşgeldiniz Bahar hanım, lütfen buyrun." Ebru'nun annesi en az kızı kadar güzeldi. Yapısına baktığınız zaman büyü işlerine inanmayan bir hâli vardı. "Selam Zümra Abla!" Kollarımı açıp Ebru'yu kucaklarken, Rahman'ın tereddütlü bakışları koruma içgüdüsü tavan yapmış anne kurt'u andırıyordu. "Haahh şöylee! 'Hocam' neymiş canım, abla diyeceksin bana." Odam fazla geniş denilmeyecek kadar küçük olsada, içerdeki benden hariç beş kişi rahatlıkla, sıkılmadan muhabbet edebilirdi. Ebru'nun Rahman'a ve Koray'a gözünü kaçırarak, ara ara bakması dikkatimi çekmişti. İkinci kişiliğini saymazsak, Ebru melek gibi bir kızdı. Onlara karşı biraz olsun yumuşar umudu ile tanıştırmak için elimi nazikçe omzuna atıp, ayakta onların oturmalarını bekleyen Rahman ve Koray'a çevirdim. "Ebru bak! Benim eşim Rahman ve Kübra Abla'nın eşi Koray." Oda'nın boş kısımlarına heyecanla bakan Ebru'nun titreyen çenesi dikkatimi çekmişti. "Mem...... Memnun oldum." Rahman; "Bizde memnun olduk kardeşim. Geçmiş olsun." deyip, Koray'ın koluna girdikten sonra kapıya yöneldi. "Biz çıkalım!" Rahman ve Koray'a geçmeleri için yol açan Ebru, çantasını kucağına alıp misafir koltuğuna oturduktan sonra, annesinin yüzüne bakmadan ilk defa şahit olduğum kısık sesi ile konuştu. "Anne bugün sende çıkabilir misin?" İlk defa böyle birşeye şahit olan Bahar Hanım, yüzüme baktığında yapmacık gülücük atan bir çift göz ile karşılaştı. "Tab .... Tabi kızım." Gözü kızında kalan Anne, kapıyı dışardan kapatıp gözden kayboldu. "Bugün neden böylesin Ebru? Senin şen haline alışkınız biz." "O adam gerçekten kocan mı Abla?" "Tabi ki kocam, neden yalan söyleyeyim? Hadi kaldır başınıda yüzünü göreyim. Neden görüşmek istedin?" Başını kaldırmadığı gibi, yüzüne düşen saçlarınıda toplamaması gerilmeme neden olmaya başlamıştı. "Biliyordum!" "Afedersin; neyi biliyordun?" Başını yavaş yavaş kaldırırken, gözlerindeki ışıltıyı gördüğümde tuttuğum nefesi göstermemeye çalışarak bıraktım. "Senin Abla! Senin beni anlayacağını biliyordum." "Bu nereden çıktı şimdi?" "Bilmiyorum nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Bana kimse inanmadı. Verdiler ilacı, verdiler ilacı. Tek yaptıkları şey beni mallaştırmak." Ebru'nun söyledikleri, Rahman ve Koray'ın söyledikleri ile örtüşmeye başlamıştı. "Peki benim anladığımı nereden çıkardın?" Oda da gözlerini gezdiren Ebru koltuğunu yaklaştırıp sesini dahada kıstı. "Odadakilerden!" "Eşim, beni kendi getirmek istedi. Seninlede tanıştırmak istedim. Sonuçta Abla-Kardeşiz değil mi?" Yüzünde anlamsız, soğuk bir gülücük peydah olmuştu. "Abla benim gözlerimdeki perde kalktı. Ben eşinden bahsetmiyorum. Şuan burada, bu oda da senin nöbetini tutan askerlerden bahsediyorum." Anladığım halde tekrarlamasını isteyecektim ama dilimin tutulmasına sebep şaşkınlığım olmuştu. "Ne askeri Ebru? Burada senden benden başka kimse yok." Arkasına bakmadan, kendinden emin derin bir nefes aldıktan sonra, vücudunu dikleştirip konuşmaya başladı. "Üç tane kapı girişinde, beş tane arkanda, üç sağ duvar, üçte sol duvarda. Şuan benim etrafımı sarmış durumdalar. Her biri bu binayı havaya kaldıracak kuvvetteler. Burada olmalarına kim vesile oldu bilmiyorum ama; çok özel biri olmalı. Tabii... Onların derdi Ebru ile, yani benim ile değil ikinci kişiliğim ile. Hani şu hatırlamadığım tarafım. Eşiniz Kuran okur mu?" Söyledikleri vücudumun tamamen uyuşmasına sebep olmuştu. Arkama bakmak istiyordum ama korktuğumu belli etmemeye çalışmak ondan daha zor geliyordu. "Evet! Kendisi yarı hafızdır. Hatta yüzde yetmişbeş diyebiliriz. Ama yanındaki Koray tam Hafızdır. Kuran'ı komple ezbere bilir. Neden sordun?" "Aura'ları çok yüksek. Ama onların peşlerinden hiç ayrılmayanları saymadım. Sekiz yıldır onlarlayım ama böyle kuvvetlilerini ilk defa gördüm. Asker olmalılar. Çok mutluyum." "Nn... Neden mutlusun?" "Eğer bunlarla bana yardım edeceksen mutlaka kurtulurum." 'Rahman n'olur girin artık içeri. N'ooluuur!' "Evet bugün bizim misafirimizsin. Yarında seni biri ile tanıştıracağım. Ama kimsenin haberi olmamalı. Beni ziyaret etmiş gibi gelecek, seninle konuşacak. Anlaştık mı? Yoksa mesleğimden olurum." Bacaklarını birleştirip kendi kendine alkış tutmaya başlamıştı. "Allahım çok şükür. Çok şükür YaRabbim." "Eee sen ne konuşacaktın benimle, aramanın sebebi neydi?" Yüzünü ilk defa bu kadar gülerken görüyordum. "İlaçlar gereksiz geliyor abla. Çok fazla ağırlık yapıyorlar. İki gün önce yine bayıldım. Her zamanki şeyler işte. Ve o gece seni rüyamda gördüm biliyor musun?" "Nasıl gördün, ne yapıyorduk?" "Kısa bir rüyaydı. Beni çağırıyordun." deyip, çantasının kopçasını kavrayarak ayağa kalktı. Boyu 170 den daha uzundu. Kalkık, kalın kaşları, inci gibi parlayan kahverengi güzel gözleri, yaşadığı mutluluktan mı bilinmez, daha da bir parlak gelmişti. "Eee nerede kalıyorum ben?" "Çok şaşırdım bu kadar niyetli olmana. Hiç beklemiyordum." "Sekiz yıldır ne çekiyorum bir bilseniz. Ama sakın anneme birşey söylemeyin o inanmaz böyle şeylere. 'Aman canım hangi devirde yaşıyoruz, kala kala hacı'ya hoca'ya mı kaldık.' falanda filanda." Ayağa kalkmaya niyetlendiğimde arkamda biri varmış gibi koltuğumu geri itmekten ister istemez çekinmiştim. "Kız sen bugün ne kadar şirinsin. Çok komik taklit ettin anneni." "Teşekkür ederim hocam... Şey yani Abla." Yüzümdeki gülümseme ve mutlulukla, bir süre gülümsemesiyle kenarlara yayılan dolgun dudaklarına bakakalmıştım. "Hadi ben sana odanı göstereyim." "Hadi göster. Yarın büyük gün." deyip arkamda bıraktığım boş oda'ya baktı. "Anlaşılan onlarda geliyor." SERPİL' den... 'Hangi çatışmada bu kadar terledin Kartal? Bu denli elin ayağın dolaşacak kadar kaç kere heyecanlandın?' Tim'in en efendisi, en oturaklısı, en sakini Bora Komutan kabına sığmaz bir hâl almıştı. Akmayan trafikte makas atmalar, işinden kalma alışkanlığı ile takım elbisenin koluna alnındaki teri silmeler ve onda görmeyi tahmin edemeyeceğim bir çok ilginç hareketler peydah olmuştu. "Komutanım yüzük aldınız mı?" Vites küçültüp önündeki arabayı geçerken yüzüme bile bakmamıştı. "Bugün pazar Serpil. Nereden bulayım?" "Peki nasıl olacak Komutanım, ne takacaksınız?" "Hallettim ben o işi. Şu 'Komutanım' demeyide bırak dışardayız. Saat kaç?" Hem bana sorup hem kolundaki saate baktığında boynunu büküp sinirini bastırmaya çalıştı. "Ulan pazar pazar ne trafiği bu be?" "Sizi ilk defa bu kadar gergin görüyorum Komutanım." dediğimde şüpheyle gözlerime bakıp, elinden geldiğince kendine çekidüzen vermeye çalıştı. "'Komutanım' deme. Bir daha söylemeyeceğim." Benimde olacak mı? İnsanı bu denli heyecanlandıracak, elini ayağına dolaştıracak kadar nasıl sevdirebilir bir kız kendini. Tabi bu insan Bora Komutan gibi bir insan olduğunda bu çaba ikiye katlanmalı... Hayır hayır on'a katlanmalı. Evet bir kız, kendini bir Muhafız'ı titretecek kadar sevdiriyorsa, normal bir erkeğe harcadığı çaba'nın on katını harcamalı. Ya bu o'nun çabasından kaynaklanmıyorsa? Ya hiç bir çaba sarfetmediyse? "Abi, Elvi'nin Etimesgut Adliyesine atanmasını Dede sağlamıştır değil mi?" "Tabi ki başka kim olacak? Bize yakın olsun diye böyle birşey yapmış olmalı." deyip direksiyona küçük bir tokat attı. "Daha ilk haftasında nöbet paraflamışlar." "Teklifi orada mı edeceksiniz?" "Zaman yok Serpil, mecburen orada edeceğiz. ŞahMelik hayatımı mahveder. Bu sabah beni nasıl sevdiğini gördün." Ona Abi demek, içimde tuttuğum ve deli gibi merak ettiğim soruyu sormak için cesaretlendirmişti beni. "Ne... Ne zaman oldu Abi, ilk ne zaman ona aşık olduğunu hissettin?" Bu soruyu benden duymak onuda şaşırtmıştı. "Özür dilerim... Haddi mi aştım." "Saniyelikti!" "Efendim Abi?" "Saniyelik bir olaydı. Çiftlikte kaldığımız iki ay boyunca onunla yanyana gelmemeye çalıştım. Aynı evde bir erkek ve bir kız'ın kalması sıkıntılı olduğu için Dudu Ana hep o evde kalırdı veya ben kalmazdım." deyip kendikendine tatlı bir gülücük attı. "Çok! Aşırı çok sakardı. Boş durmayı sevmez sürekli çalışmak isterdi. Bir akşam şehirden geldiğimde herzamanki sakarlıklarından birine denk gelmiştim. O zamana kadar ona hiç o gözle bakmamıştım. Tâki benden yardım isteyen mavi gözleri gördüğümde. Saniyelikti. Böyle... Böyle ılık bir rüzgar hissetmek gibi birşeydi. O an küçük birşey oldu ve ne kadar kabul etmesemde o küçük şey gün geçtikçe büyüdü." deyip sıcacık bir gülümseme atarak, hayran bakışlarımı görmemezlikten gelip devam etti. "O rüzgar tohumu bıraktı, o tohum gün geçtikçe içimde büyüyüp bedenime sığmaz oldu." Bu sevgide Savcı'nın hiç bir çabası yoktu. Tohum'u Rabbim attı, büyütmek Bora Komutana kaldı. Kol saatine bakan Bora Abi, derin bir 'Oh' çekip, neredeyse kırk kilometrelik yolu Sincan Adliyesi'nin önüne durarak sonlandırdı. "On dakikam var Serpil." Kapıyı açıp aşağı indi. Heyecanla ceplerini yoklarken, benim payımada işkence çeken Muhafız'ı mutlulukla izlemek düşmüştü. "Ne gülüyosun kız?" "Çok şirin görünüyorsun Abi." "Allahım YaRabbim şunun derdine bak." Kapıyı sert bir şekilde çarpıp giderken kolundaki ıslaklık son anda dikkatimi çekti. "Abi terli ceketle gitme istersen. Hava güzel çıkar arabaya koy." dediğimde çıktığı üç basamağı bir adımda inip araca koştu. "Haklısın ilk günde kendimizden tiskindirmeyelim." Adliye'nin önünden geçen kamyonetin üzerinde yazan yazı suratım'ın asılmasına neden olmuştu. OĞUZ BAKLİYAT VE YEM 'Ah be Oğuz Komutanım.' 'Ailesi'ni buldu gitmeye çekiniyor.' desem, bu imkânsız çünkü Anne ve Babası'nın öldüğünü biliyorum. Koray Komutan dan sonra Tim'in en şakrak Muhafız'ı virane olmuştu. "Amma çok merdiven koymuşlar be Serpil." "Bora Abi sırası değil biliyorum ama çok kafama takılıyor." Bora Komutan; "Neymiş o kafana takılan?" "Oğuz Komutanım! O'nun iki gündür neyi var? Dün akşamda yemek yemedi. Gece iki'ye kadar aşağıda ağırlık çalıştı. "Bilmiyorum Serpil. Canım'ı acıtıyor ama bilmiyorum. Var bir derdi ama inşAllah o'nun içinde bizim içinde hayırlıdır." "İnşAllah Komutanım." derken Adliye kapısına çoktan gelmiştik. "Şöyle bir bak bakalım Abi'ne, eksik birşeyim var mı?" 'Saçlar tamam, vucutta gerilen gömlek tamam, ayakkabılarda toz yok ve pantalon çift ütü değil.' "Kaşınızın üzerine düşen bir kaç tel saçtan başka hiç bir eksiğin yok Abi." "Boşver o da nazarı uzak tutar." dese de cama bakıp düşen saçlarını üste atmadan kapıdan geçmemişti. Bizi karşılayan dedektörü gördüğünde ceplerini boşaltan Bora Abi, nöbetçi polis'in imrenen bakışları arasında sorunsuz geçti. 'Keşke saçını düzeltmeseydin.' "Hayırlı işler kardeşim. Nöbetçi Savcı'nın odası neresidir?" Bir adım öne çıkan Polis kolunu kaldırıp; "Hemen şuradan sağa dönün, sağdan ikinci, dar koridora girin Cumhuriyet Savcısı yazacaktır. Orada katip sizi karşılayacaktır." deyip, boydan süzdükten sonra yerine geçti. "Teşekkür ederim. İyi görevler." "Sağolun." Dedektörden geçerken bile birşey yoktu ama; ilk sağa girdiğimizde benim bedenimi bile heyecan sarmıştı. "Saat 10:55 Serpil." "Haberi var değil mi Komutanım?" "'Aradım' dedim ya. Var tabiki." deyip olduğu yerde durarak yüzüme baktı. "Serpil kabul eder değil mi?" 'Allahım bende n'oldu diyorum.' "Komutanım sizce öyle bir şansı var mı? Tabi ki edecek. Ben o'nu değilde ŞahMelik gerçekten arayacak mı onu merak ediyorum." "ŞahMelik 'Saat 11:00'de arayacağım dediyse. Ne bir dakika sonra, ne de önce arar. 'Sağdan ikinci dar koridor.' demişti değil mi?'" "Evet Komutanım. Şu oda olmalı." dediğimle yazı'yı okumam aynı anda olmuştu. "İşte burası!" Sağına soluna bakan Bora Abi, nefesini tutup kapıyı tıkladıktan sonra herhangi bir karşılık beklemeden içeri daldı. Arkasından başımı uzattığımda, kırklı yaşlarda esmer bir bayan önündeki dosyadan başını kaldırıp yüzümüze baktı. "Buyrun!" "Elvin Savcı bizi bekliyordu." Gözlüğünü çıkartıp masaya koyan bayan, güler yüzle ayağa kalktı. "Bora Bey mi?" "Evet!" "Buyrun sizi bekliyor." Katip, sağ tarafındaki henüz göremediğim kapıyı açıp bizden önce içeri girdi. "Bora bey geldi Savcım." Görebiliyordum! Ben henüz yaşamasam da Bora Abi'nin gözlerinde gördüğüm büyünün aynısını Elvin Savcının'kilerde de görebiliyordum. "Teşekkür ederim Aynur hanım." derken gözlerini Bora Abi'nin yüzünden çekememişti. Bora Komutan'ın gözlerindeki parıltı ne bir makam koymuştu ortada, ne de bir mevkî. Yanlarına saldığı ellerini nereye koyacağını şaşıran Savcı çareyi önünde baklamakta bulmuştu. Ne kadarda tesadüf olmuştu onun da lacivert takım elbise giyinmesi. Kabarık sarı saçlarını topuz yapmakta zorlandığı açıktı. "Hoş... Hoşgeldin Bora!" derken, başımı istemsizce yana yatırmam dikkatini çekmişti. "Şey... Sen de hoşgeldin Serpil. Otursanıza." Saat yaklaşmıştı ve Bora Abi konuya nasıl gireceğini düşünüyordu. Belliki buraya kadar yaptığı plan, Elvin Savcı'nın elektriğine maruz kaldığında alabora olmuştu. "Bi... Biz oturmayalım Elvin." Elvin Savcı'nın ağızı bu tepki karşısında açık kalırken, Bora Abi saati'ni tekrar yokladı. "Ama neden, otursanıza lütfen." derken masanın üzerindeki telefon titremeye başladı. Aklıma gelen şeyle gözüm kolumdaki saate gittiğinde 'Yuh artık!' demekten kendimi alıkoyamadım. Saat 11:00! "El... Elvin açma telefonu!" Bora Abi'nin bu ani çıkışı Elvin Savcı kadar beni de sıçratmıştı. "Ya ne oluyor size?" deyip, eline almadan telefonun ekranına bakan Elvin, ekrandaki ismi görüp gülümserken, Bora Abi'ye baktığında kaşları çatıldı. "Bende birşey oldu sandım. Hüdai Amcam arıyor korkulacak birşey yok." deyip telefonu eline almıştı ki Bora Abi elini cebine atıp aniden bağırdı. "ELVİN BENİMLE EVLEENN!!!" Muhafızlar'ın bağırmasına alışkındım; benim asıl dikkatimi çeken şey Bora Abi'nin sesli bir şekilde verdiği nefesti. 'Sen nasıl bir yük attın be adam?' Bir telefon'un ekranına, bir Bora'ya bakan Elvin, ne diyeceğini şaşırırken, heyecandan kırpmayı unuttuğu deniz gözleri yaşarmaya başlamıştı. Elindeki telefon çalmaya devam ederken, kulağının Bora Abi den başkasına sağır olduğu için umrunda bile değildi. "Bo... Bora ne diyorsun sen?" "Benimle evlenir misin Elvin?" Çalmaya devam eden telefonu masaya atan Elvin, koşar adımlarla masa'nın Bora Abiden tarafına geçti. "Bir daha söyle!" "Benimle diyorum; evlenir misin?" Savcı ağırlığından eser bile kalmamıştı. İnanamayan gözlerle bana bakarken aklını oynatmış gibiydi. "Serpil! Ne diyo Ali, Şey Bora? Bora ne diyor Serpil?" "'Benimle evlenir misin?' diyor Savcı Hanım. Şey yani; hani yüzük falan takıyorlar ya, aile cüzdanı, bebek. Hahh işte ondan." Topuzundan kurtulan bir tutam saç yüzüne düşerken, sevinçten zıplayıp kendi etrafında dönen Savcı'nın, topuklu ayakkabıların azizliğine uğrayıp bileğini sakatlaması an meselesiydi. "EVEEETTTTTTT!!!" Eminim k; Bora Abi'nin katıldığı en zor operasyon buydu. Onlara göre bir bayanın gönlünü fethetmek, kale fethetmekle eşdeğerdi. Cebinden çıkan'ın kırmızı kutu olmasını beklerken, kahverengi birşey çıkartması, ne olduğunu kestirmek için onlara bir adım daha ilerlememe neden oldu. "Bununla birlikte başka bir yüzük takacaktım ama hafta sonunun gazabına uğradım. Kusura bakma borcum olsun." deyip, Savcı'nın yaşlı gözlerinin arasında ahşap alyansı parmağına geçirdi. "Aaaa tam oldu. Nasıl bu kadar net tahmin ettin?" "Ettim işte." "Ya çok inanılmaz. Bakışlarından, hareketlerinden anlamıştım bana karşı birşey hissettiğini. İlk günkü gibi değildi tavırların olsun, bakışların olsun. Peki ilk ne zaman sevdin beni, ne zaman 'Bu benim eşim olmalı' dedin. Bak bunu çok merak ediyorum işte." 'Evet bende.' Cevap vermek için hazırlanan Bora Abiden daha hızlı çıkmıştı ŞahMelik. "Ben şuna bakayım. Rahat rahat konuşalım olur mu?" diyen Elvin, telefonu eline alıp, üzerinde parmağını kaydırarak cevap verdi. "Efendim Amca?........... İyiyim sen nasılsın?.............Ev...Evet burada." dediğinde şaşkın gözleri Bora Abi'ye takıldı. "Evet ama sen nereden biliyorsun?.........Hı hı 'Evet' dedim......... Tam... Tamam Amca iyi günler." diyen Elvin, telefonu kapattığından emin olmadan masaya bıraktı. "O nereden biliyor Bora, Hüdai Amcam nereden biliyor buraya gelip evlenme teklif ettiğini? Çok heyecanlandım, ne diyeceğimi bilemedim." Bora Abi söyleyip-söylememek arasında kalmıştı. "Zümra Deden'i aramış;'İkisi birbirini seviyor evlendirelim.' demiş." Sessizce gülmeye başlayan Elvin; "Deli kız!" deyip, devamını dinlemek için başını kaldırdı. "Sabah ezanından sonra Hüdai Komutanımız aradı; 'Elvin'i tam 11:00'de arayacağım. Eğer evlilik teklifi almadıysa, o telefonu gülerek açmazsa senin hayatını kaydırırım.' dedi. O sebepten aramıştır. Bu dürütlük, kolları'nı göğüsünde bağlayan Elvi'nin morali oldukça bozmuştu. "Sende ona sebep geldin evlenme teklif ettin öyle mi?" "Hayır o bahanesi oldu. Senden önce Dede'ye söyleyip o'nun razılığını almak zorundaydım." "Gelseydin teklifini etseydin razılığını beraber alsaydık Bora Efendi." Elvin'in tavrına karşı, başını kaldıran Bora Abi; "Bizde öyle yoktur Elvin. İlk önce öz Dedemiz'in yerine koyduğumuz insan'ın gönlünü alırız. Müsadesi varsa torununa evlenme teklifimizi yaparız. Sevgililik yoktur bizde. 'Evet' dersen olur; 'Hayır' dersen bir daha adını dahi anmayız." dediği anda ikimizin telefonuna aynı anda mesaj geldi. Ben bakarken, Elvin'in sessizliğinden faydalan Bora Abi de aynı anda gelen mesaja baktı. "Saat 19:00'da herkes eksiksiz Yuva'da olsun. REİS!" 'Görev!' "Korktun!" Elvin'in bu tepkiyi bilinçsizce verdiği belliydi. "Neyden korktum?" "Hüdai Amcam'dan!" diyen Elvin, oda'nın açık camına giderek derin bir nefes çekti. Bora Abi burnundan nefes almaya başlamıştı. "Serpil arkanı dön!" "Anlamadım Abi." "'Arkanı dön' dedim görme beni." Arkamı dönüp neler olacağını beklerken Bora Abi'nin kısık sesi duyuldu. "Elvin bana bak." Sessizlik! "Elvin 'Bana bak!' dedim." Söyleneni yaptığı Elvin'in şaşkınlığını haykıran o tepkisi olmuştu. "Hiihhh! Bora o hâl ne, ne yaptılar sanaaa?" Bora Abi'yi görmesemde başımı çevirdiğimde Savcı'yı net göre biliyordum. İki elini birleştirmiş hayretle ve korkuyla karşısındaki adamı izliyordu. "Dönebilirsin Serpil." Yönümü döndüğümde gömleğini pantalonu'nun arasına alan Kartal kendinden emin bir şekilde konuşmaya başladı. "Sence bu yaraları alan bir insan iki tokattan korkar mı?" Elvin hiç birşey söylemiyor, başını sallıyordu. "Öz... Özürdilerim patavatsızlık yaptım." "Bizde ki korku değil edeptir, saygıdır." İki dakika önce burnunu havaya kaldırıp cama yürüyen Savcı, şimdide başını yere eğmiş Bora Abi'ye doğru yaklaşıyordu. "Ben de birşey söyleyeyim mi? Belki affetmene katkısı olur. Ben seni, sen bilmeden o kadar çok sevdim ki, o kadar pürüssüz sevdim ki; seninde öyle olmanı umdum. Bian pürüz var sandım." Bora Abi'nin gülümsemesi Elvin kadar benimde yüreğime su serpmişti. 'Ohhh beee!' "Affettin mi?" "Kızmadım ki; alıştım bu hallerine." "Yaaaa... Dalga geçme! Artık bir ömür çekecen bu huysuz Savcı'yı." Bora Abi; "Hay hay! Başım gözüm üstüne." Elvin tuhaf tuhaf hareketler sergiliyor, yapsam mı yapmasam mı gibisinden geziniyordu. Bora Abi; "Elvin ne yapıyorsun sen?" "Ya sana sarılmak istiyorum ama babam veya dedem duyarsa parçalar." "Sen içine at o günde gelecek." Dayanamayıp araya girdim. "Ben birşey söylemem eğer sarılacaksanız." dediğim anda Elvin'in fitilini ateşlediğimi gördüm. Hayatında hiç bir kıza sarılmayan Bora Abi, kollarını açmış şaşkınca göğüsündeki kabarık saçlı yaramaza bakıyordu. "Elvin burası resmi kurum ayıp." "Evet haklısın!" diyen Elvin, kollarını çözüp iki adım uzaklaştı. Bora Abi; "Neyse tatlıya bağladığımıza göre biz gidelim." "A aaa! Nereye?" Kollarını iki yana açan Bora Abi; "Malum! Söyleyemeyiz. Hadi Allah'a emanet ol deyip, önümden geçerek kapıya doğru yürüdü. "Sizde Allah'a emanet olun." Gözünü Savcısından zorla alan Bora Abi, kapı koluna elini atmıştı ki; arkamızdan sevecen bir çocuk gibi bizi izleyen Elvin'e tekrar döndü. "Hani sormuştun ya 'İlk ne zaman bu benim eşim olmalı dedin' diye. Parmağını veranda daki ahşap koltukta olan deliğe sıkıştırmıştın. Orada dönüp bana baktığın an seni diledim. Evet; seni Allah dan o akşam diledim." Hiç birşey anlamamıştım ama; Elvin'in barmağındaki ahşap yüzüğe bakıp, ağızını açarak derin bir nefes çekmesi şaşırtmıştı. "Yoksa..." Elvin'in konuşmasına izin vermeyen Bora Abi; "Evet parmak ölçünü oradan aldım ve o koltuk artık bir alyans." deyip yönünü tamamen Elvin'e döndü. "Ben parmak ölçünü o günden beri cebimde taşıyorum Savcı.” SON...
|
0% |