@batingam
|
SERPİL'den...
Ne güzel oluyor onları karşıdan izlemek!
Sevdiğinin parmağı ahşap koltukta bulunan budak deliğine sıkışıyor ve koltuktan o parçayı alıp gün gün işleyerek yüzük haline getiriyorsun. Yaşları kaç olursa olsun, o el yapımı ucuz yüzüğe baktıklarında, gördükleri şey geçmişleri ve ilk defa kalplerinin birbirleri için attığı o güzel dakikalar olacaktı. Koray ve Rahman Komutanlar hariç herkes dalgasını geçmişti Bora Komutanla. Rahman Komutan'ın düzgün bir uslûpla tebrik edeceğini tahmin etsemde, Koray Komutan için aynısını söyleyemeyecektim.
Derken! Otomatik kapı birbirinden ayrıldı.
"Selamun Aleyküm Kingsss!"
'İşte başlıyoruz!'
Kapıdan giren Koray Abi'nin gözüne ilk batan Esma olurken, bizim yüzüne baktığımızda gülmemize sebep olan ağızındaki lolipoptu.
"Sen kimsin tanıt kendini!"
Mutfağa kaçacak kadar olmasada, Koray Abi'nin çatık kaşlarını gören Esma herzaman ki gibi gerilmişti.
"İs... İsmim Es....Esma Komutanım. Yeni bilgi işlem sorumlunuz." diyen Esma, derin bir nefes verip gözlerini Koray Abiden kaçırdı.
"Ha ben de Koray."
"Anlamıştım Komutanım!"
Masadaki arkadaşlarına yönelen Koray Abi, Esma'nın cümlesinden sonra yönünü tekrar ona döndü.
"Nereden anladın, Rahmanla tanıştın mı?"
"Sadece Rahman Komutanımla sizi görmedim ama siz olduğunuzda anında anladım."
Lolipopu hâla ağızında tutan Koray Abi;
"Nasıl anladın peki." deyip, aynı çatık kaşlarla bir adım daha yaklaştı.
"Lol... Lolipop çubuğundan Komutanım. Şey.... Tim'in delisi sizmişsinizde." dediğinde yaptığı hatanın farkına varan Esma, patavatsızca çıkan kelimeyi yakalarcasına parmaklarını dudaklarına götürdü.
"Deli mi?"
"Şey yani yiğitlik bakımından. Hani derler ya;' Atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler' diye? O...... O bakımdan Komutanım."
'İşte buydu. O gaf'dan sonra Koray Komutan'a verilecek en iyi gaz buydu.'
Koray Abi;
"Ha tamam o zaman. Memnun oldum kardeşim. Allah yüzünü kara çıkartmasın."
"Amin Komutanım sağolun."
Masaya dönen Koray Abi, Bora Abi'yi gördüğünde lolipop'u ağızından çıkartıp elinde bekleterek gıcık gıcık gülmeye başladı.
"Harbi mi lan?"
Bora Abi;
"Ne harbi mi?"
"Gerçekten Elvin'e odundan yüzük mü taktın?" demesi, gerim gerim gerilen Esma dâhil herkesin gülmesine neden oldu.
Arkasına bakmadan konuşan Bora Abi;
"Sen ne anlarsın romantizmden." deyip, aniden dönerek elinden lolipopu almaya çalışması başarısızlıkla sonuçlandı.
"Bırak oğlum şunu be! Nereden çıktı bu?"
"Çocuklar arabada unutmuş." diyen Koray Abi, Oğuz Abi'nin yanından bir koltuk çekip oturdu.
"Eeee! Rahman benden önce çıktı gelmedi mi daha?" dediğinde Esma'nın yanından masaya yaklaşıp cevap verdim.
"Geliyordu ama birşey unutmuş geri döndü Komutanım."
Koray Abi;
"Peki ya Komutanlar, onlar odadalar mı?"
"Odadalar komutanım."
Alfa hariç bütün Kara Muhafızlar ve Afgan Güller'i yerlerinde hazır beklerken, görev'in ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. Onları izlemeyeli neredeyse dört yıl olmuştu. Görevdeyken, burada, dev projeksiyon ekranında, vücut kamerasından ne yaptıklarını izlemeyi çok özlemiştim.
Orhan ve Korhan Albaylar'ın girmesiyle yapılan muhabbetler yarıda kalmış, dimdik bir şekilde esas duruşa geçilmişti.
"Rahat Kurtlar rahat, hemen oturun yerinize." diyen Korhan Albay elindeki mavi kapaklı dosyayı cam masaya atıp, Orhan Albay ile birlikte en başa oturdu.
"Rahman gelmedi değil mi?" deyip harekat merkezinde gözünü gezdirirken cevap verdim.
"Daha gelmedi ama gelmek üzeredir Komutanım."
Korhan Albay, Kara Muhafızlar'ın her birinde gözlerini gezdirirken, Orhan Albay olacakları tartar gibi gözlerini masadaki bir noktada sabitlemiş derin derin düşünüyordu.
"Bana bakın lan Karatepe'nin Muhafızları." dediğinde bütün Komutanlatımız meraklı bakışlarını Korhan Albayda sabitledi.
"Bakın size birşey soracağım doğru söylemezseniz sonucu çok ağır olur."
Herkes sorgulayan gözlerle birbirine bakarken Korhan Albay'ın sesi tekrar yükseldiğinde kendilerine çekidüzen verdiler.
"Bu Rahman ne haltlar yiyor çocuklar?"
Koray Abi;
"Ne gibi haltlar Komutanım, biraz açsanız."
Bir süre Koray Abi'nin gözlerine bakan Korhan Albay, kapalı dosyayı masanın ortasına itip derin bir nefes aldı.
"Aldığımız bir emirle beş aydır ortadoğuda Rahman'ın neler yaptığının raporunu tuttuk. Rahman buradan verilen görevi bir yılda bitirmiş. Bize aralıklarla cevap vermiş. Yani; ismi verilen birini infaz ediyor ve bunu bize yedi veya sekiz ay sonra söylüyor. Böyle böyle üç yıl altı aya bunu yayıyor. Rahman bir yılda bu görevleri yerine getirdiyse, iki yıl altı ay boyunca çocuklarından ayrı ne b*k yedi bu adam?" deyip cevap bekledi. Kara Muhafızlar ya gerçekten birşey bilmiyordu, ya da çok ama çok güzel rol yapıyorlardı.
"Oğlum söylesenize!"
Tüm kardeşlerini gözü ile kontrol eden Kenan Abi herkesin kendi gibi şaşkın olduğunu görüp söze girdi.
"Komutanım biz birşey bilmiyoruz. En yakınımız Rahman'a üçbin kilometre uzaklıktaydı."
"Geldikten sonra size birşey bahsetmedi mi oğlum?"
Samed Abi;
"Hayır Komutanım. Lafını bile etmedik."
Üst dudağını ısıran Korhan Albay, dosyayı tekrar önüne çekip kapağını açtı.
"328 adet RPG7 roketatar 3000 roketatar mühimmatı, 4000 adet AK47,300.000 adet 7.62 fişek , 6 adet M72 Law silahı, 200 adet M72 mühimmatı, 46 adet PK Makineli tüfeği, 5.000 adet onun mühimmatı, 2.000 adet el bombası, 1000 adet sis bombası..." deyip kaşlarını kaldırıp gözlerini açarken, yüzünü dosyadan kaldırmamıştı.
"500 killogram..." deyip ekibine baktı.
"Yanlış duymadınız oğlum! Tam 500 kilogram C4 plastik patlayıcı."
Dosyayı kapatan Korhan Albay, tek tek karşısındaki Kurtların gözüne baktı.
"BEYLEERRR! Rahman bu stoğu bir günde yapıyor. Kimse ona silah al demedi. Adam bir günde terör örgütüne giden üç tırı soyuyor ve şahit olan herkesi öldürüyor."
Koray Abi;
"Komutanım Rahman'ın yaptığı ne malum, nereden biliyorsunuz?"
"Oğlum ezbere mi konuşuyorum ben zırto? Rahmandaki GPRS o gün orada olduğunu gösteriyor."
Koray Abi;
"E aldıysa teröristten almış Komutanım. O mühimmatlar dönüp bizim Mehmetlerimize gelecekti. Ne güzel işte."
Korhan Albay dosya'yı sertçe kapatıp, arkasına yaslanırken, Orhan Albay'ın gözlerine 'Yoruldum' der gibi bakmıştı.
Koray Abi'ye bakan Orhan Albay'ın düşen göz kapaklarından ne kadar yorgun olduğu anlaşılıyordu.
"Oğlum biz bunda takılmıyoruz. Üç tır dolusu mühimmat ve silah yok. Toz olmuş uçmuş. Rahman bunları nereye neden sakladı? Aklından ne geçiyor bu çocuğun?"
"Ne diyosunuz Komutanım siz, silahlar yok mu?"
"Yok oğlum yok. Onu demeye çalışıyoruz biz. Beyler bakın; bizim oraya gitmemiz için bu emri AkçaKoca değil..." deyip, Korhan Albay'ın gözleriyle verdiği onayı aldıktan sonra devam etti.
"Bizim oraya gidip rapor çıkarma emrini Kosavalı verdi." dediğinde herkesin ağızı açık kaldı.
Koray Abi;
"Ne... Ne diyorsunuz Komutanım siz? Bu emri bizzat AKBUĞ mu verdi?"
Korhan Albay;
"Evet Koray bizzat AkBuğ verdi. Neyse fazla adını anmayın iyi değildir."
Kara Muhafızlar'ı ilk kuran Kutluk Kağan dan bu yana süre gelen, perdenin ardından gün yüzüne hiç çıkmayan Baş Komutanımızdı AKBuğ. AkçaKoca yüzünü görmüşmüdür bilinmez ama Korhan ve Orhan Albaylar'ın görmediği kesindi. Ortada çok ciddi birşey olmadığı sürece ismi dâhi anılmazdı.
Arkamızdan gelen ses ile hepimiz Esma'ya baktık.
"Komutanım! Bu gelen Rahman Komutan olabilir mi?"
Gözlerini kısıp monitörlere bakan Korhan Albay;
"Tamam Rahman geliyor. Sakın ağızınızdan birşey kaçırmayın. Eğer şüphelenirse en ufak bir delil bulamayız." deyip, mavi kapaklı dosya'yı yüzüne baktığında, sıçrayıp ayağa kalkan Elçin'e verdi.
"Şu masama koy kızım."
"Emredersiniz Komutanım."
Komutanların bahsettikleri, Harekât Merkezindeki herkesi düşüncelere itmişti. Moral bozukluğu yoktu. Yoktu çünkü bunları yapan Karabasandı ve yanlış birşey yapacağı söz konusu bile değildi. Peki neden saklıyordu?
Kapının açılmasıyla güleç yüzlü, iki eliyle poşetleri havaya kaldırmış Alfamız ile gözgöze geldik.
"Selamun Aleyküm." diyen Rahman Abi, selamı herkes tarafından alındığında, o monitörlerin başından gelen yabancı sese bakmayı tercih etmişti.
"Kardeşim! Sen şu Serpil'in bahsettiği hacker misin?"
Esma'nın eli ayağına dolaşmış, düşen masa takvimini almaya dâhi tenezzül etmeden yüzünü Rahman Komutan'a dönmüştü.
"Evet Komutanım; sizde KaraBasan olmalısınız?" dediğinde Rahman Abi'nin şaşkınlıkla kaşları çatılmıştı.
'Eh be Esma!'
"Şey yani Rahman Komutan?"
"Evet o benim ama boş bulunup Karabasan deme bana. Biz sadece görevde böyle hitap ederiz birbirimize. Önceden bizden küçüklere 'Abi' dedittirirdik ama Dedemiz;'Herkes astı'nı üstü'nü bilecek!' deyip yasakladı." deyip, Esma'yı baştan aşağı süzdü.
"Ben seni daha büyük biri bekliyordum."
Esma'nın cevap vermediğini görünce elindeki poşetleri uzatıp;
"Şunları servis eder misin?" deyip, masaya döndü.
İki eli ile Koray Abi'nin omuzlarını sıkıp masadakilerde göz gezdirdi.
Koray Abi;
"Ne getirdin bro?"
"Zaten senden başkası sormazdı. 'Boğaz' dediğin zaman Koray başı çeker." deyip, Korhan Albay'a baktı.
"Korhan Komutanıma borcum bitti. Küçük bir hediye diyelim."
Kenan Abi;
"Hay maşAllah kardeşime. Ev borcuydu değil mi?"
"Evet; Huzur veren hanımla, çocuklarla Allah size de nasip etsin."
Hepbir ağızdan 'Amin' derken Korhan Albay ve Orhan Albay aynı anda ayağa kalktı.
"Siz biraz oturun. Daha sonra görevin detayları için konuşacağız.
Rahman Abi;
"Komutanım baklava aldım yemeyecek miyiz?"
Orhan Albay;
"Geliyoruz oğlum siz başlayın." deyip odaları'nın kapısını kapattı.
Rahman Abi;
"Bi sıkıntı mı var?" deyip kardeşlerine bakarken.
Samet Abi'nin;
"Yok kardeş ne sıkıntı olacak." demesi ile, Oğuz Abi'yi gösterdi.
"Ona ne oldu bi sıkıntısı mı var?" derken kollarının altındaki Koray Abi aniden söze girdi.
"He lan! Senin sıkıntın ne? İki gün oldu görüşmüyoruz. Her tatilde saçma sapan bahaneyle beni alırdın evden. Bu hafta aramadın bile." dediğinde, Oğuz Abi yüzüne bakmadan cevap verdi.
"Bu hafta biraz rahatsızdım."
Koray Abi'nin bu cevap karşısında gelen baklavaları bile gözü görmemişti.
Ayağa kalkıp, Oğuz Abi'nin arkasına geçerek boynuna sarıldı.
"Kardeşim! Bi sıkıntın mı var geldiğimden bu yana başın kalkmıyor?"
Koray Abi'nin kollarını çözen Oğuz Abi, ayağa kalkıp ensesinden tutarak kafa kafaya tokuşturdu.
"Birşeyim yok can kardeşim." deyip, masada uzaklaştı.
"Gel lan buraya!"
Koray Abi'nin sert çıkışı ve Oğuz Abi'ye hızlı adımlarla gidişi herkesin dikkatini çekmişti.
"Ne oğlum senin derdin? Söyle hep beraber dertlenelim. Bu ne böyle bu surat?"
Oğuz Abi karşısındaki kardeşinin gözlerine bakmamakta ısrarcıydı.
Çenesinden tutup yüzünü yerden kaldıran Koray Abi;
"Oğlum yüzüme bak yüzüme." derken, araya giren Alfa ikisini birbirinden ayırdı.
"Koray ısrar etme belliki söylemek istemiyor." deyip, Oğuz Abi'ye döndü.
"Oğuz sen istersen aşağı in istirahat et."
"Görev ne olacak Reis?"
"Ne görevi oğlum, bu halde göreve mi gideceksin? Kafanı toparlayıp bize derdini açana kadar sana görev falan yok."
Normalde böyle birşey bir Muhafız'a söylendiğinde kendine küfür gibi algılardı. Ama Oğuz Abi itiraz bile etmedi.
"Tamam ben burada kalayım." derken gözlerini ondan çekmeyen Koray Abi, Rahman Abi'ye bakıp isyan etti.
"La bunun derdi benimle haa. Baksana sadece benim yüzüme bakmıyor." deyip masaya geçen Oğuz Abi'nin arkasından sesini yükseltti.
"Oğlum söylesene! Sana karşı bilmeden bi kusur mu işledim?"
Rahman Abi komutanların kapısına bakıp, Koray Abi'nin ağızını kapatarak susturmaya çalışırken, otomatik kapı açıldı.
İçeri giren izbandut, iki kardeşi sarmaş dolaş kavga eder gibi gördüğünde, hızlı bir şekilde iki adım atıp ikisininde ensesine vurarak kulaklarından asılmaya başladı.
Masada ayağa kalkan Muhafızlar'ın gürültüsüne aldırmadan, Koray abi'ye karşı dişlerini sıkarak konuşmaya başladı.
"Koray kaç çocuğun var oğlum senin?"
Kulak memesini kaptıran Koray Abi, irileşmiş gözleri ile ŞahMelik'e bakarken çocuk gibi kıvranıyordu.
"İki komutanım."
Koray'dan cevabını alan ŞahMelik. Sağ elindeki Rahman Abi'ye baktı.
"Ya senin Çete?"
Kulağı çekilen Rahman Komutan'ın, Koray Abi'ye bakışı komiğime gitsede; sağlığım için gülmemem daha mantıklı gelmişti.
"Üç Komutanım."
Kulakları bırakmayan ŞahMelik, masaya doğru yürümeye başlamıştı.
"Oğlum siz bebeklikten bu yana kavga etmekten bıkmadınız mı?"
Koray Abi;
"Kavga etmiyorduk komutanım yanlış anladınız."
"Eminim öyledir." diyen ŞahMelik kulakları bırakıp masa'nın en başına oturdu.
"Selamun Aleyküm Börüler. Verilen görevden yüzünüz pak geldiniz. Hoşgeldiniz."
Hep bir ağızdan verilen selamı almış, ŞahMelik'in komutu ile yerlerimize oturmuştuk.
Baklavaları gösteren ŞahMelik;
"Neyi kutuluyorsunuz bakalım görevi mi?"
Kulak memesine el atıp kanıyor mu diye kontrol eden Rahman Abi;
"Korhan Komutanım ev aldığımda yardım etmişti Komutanım. Borcum bugün bittiği için arkadaşlara hediye alayım dedim." deyip, boş bulduğu koltuğa oturdu.
"İyi yapmışsın oğlum." diyen ŞahMelik, başını Korhan Albaylar'ın odasına çevirip;
"KORHAANN!" diye bağırdığında onu ilk defa gören Afgan Gülleri oturuşlarını dikleştirdi.
Ülkü'nün, ŞahMelik'e farkettirmeden, bana bakıp 'Bu kim?' gibisinden kaş-göz hareketleri yaptığını görsemde cevap veremiyordum.
Korhan ve Orhan Albay ellerinde kâğıt rulosu ile gelip ŞahMelik'e saygı ile yaklaşmaları, çatalını baklavaya batıran Mine'nin tekrar çıkarmasına sebep olmuştu.
Korhan Albay;
"Hoş geldin Reis." deyip, eski Alfasına özlemle bakması burada kazanılan kardeşliğin ilelebet bitmediğini gösteriyordu.
"Hoşbuldum kardeşlerim."
ŞahMelik bir süre Orhan ve Korhan Albay'a bakması aynı duyguyu hissetiğini gösteriyordu.
"Yaşlandık ulan!"
Orhan Albay;
"Öyle kardeşim yaşlandık."
ŞahMelik;
"E geçinde baklavanızı yiyin." deyip Afgan Güllerine baktı.
"Bu yiğitler Afgan Börteleri mi?"
Korhan Albay;
"Evet Reis."
Tebessüm eden gözlerinden gurur akan ŞahMelik;
"Sağ başdan ayağa kalkıp, isimleriniz ve kod adlarınız." deyip, eli ile en sağda oturan Ülkü'yü gösterdi.
"Senden başlayalım kıvırcık börte. Kimsin necisin?"
Ayağa kalkıp Esas duraşa geçen Ülkü, kim olduğunu bilmediği Komutanına kendini tanıtmaya başlarken, onu diğerleri takip etti.
"İsmin Ülkü;Kodadım Tomris komıtanım." "İsmim Elçin; kod adım Dilşad!" "İsmim Sibel; kod adım Eçine!" "İsmim Ebru; kod adım Gökçin!" "İsmim Mine; kod adım Kaşgar!" "İsmim Nilüfer; kod adım Sılkım!" "İsmim Umay; kod adım Sıdal!" "İsmim Tuğba; Kod adım Taça!" "İsmim Gökçe; kod adım Kağba!"
Son olarak masanın en solundaki Asel ayağa kalktı.
"İsmim Asel; kod adım Kızılİnci!"
ŞahMelik;
"Seni zaten tanıyorum Asel." derken gözleri Asel'in şişkin olan karnına takılmıştı.
Âdabı gereği Asel'in karnı hakkında yorum yapmayan ŞahMelik, Afgan Güllerine bakıp kendini tanıttı.
"Benim ismim Hüdai; Kod Adım ŞahMelik."
Bunu duyan, nefes aldıklarından bile emin olmadığım kızların gözleri, ŞahMelikte kilitli kalmıştı.
"Eee Korhan görevi anlattın mı çocuklara?"
"Anlatmadım Reis."
"Sen bırak!" demesi, ruloyu açmakta olan Korhan Albay'ın donup kalmasına sebep oldu.
"Sen bırak kardeşim. Bu suikast tek kişilik olacak. Operasyonu Rahman yönetecek."
Başını şaşkınca dayısına kaldıran Rahman Abi, bir ona bir Korhan Albaylar'a bakıyordu.
"Komutanım emin misiniz?"
Kaşlarını çatan ŞahMelik;
"Sana mı kaldı beni sorgulamak. Dediğimi yap. Gidecek Muhafızı da, uygulayacağın stratejiyi de sen seçeceksin." deyip, Oğuz Abi'ye baktı.
"Oğuz, it oğlum şu planı Rahman'ın önüne."
Oğuz Abi'nin ismini duyan Koray Abi düşünceli bakışlarını ona çevirsede, Komutanlar'ın, hele ki ŞahMelik'in olduğu bir ortamda birşey söyleme gibi lüksü yoktu.
Oğuz Abi planı ittiğinde Rahman Abi'nin gözü hâla ŞahMelik'in, onun bakışlarına aldırış etmeyen yüzündeydi.
"Al bak. Bu evin planı. İki katlı, havuzlu bir villa."
"Dayı sen ciddi misin?" diyen Rahman Abi, gözlerini yumup tekrar konuştu.
"Yani Komutanım; siz ciddi misiniz?"
"Seninle şakalaşan dayın yok oğlum karşında. ŞahMelik var. Bak şimdi şu plana ve görev için seç birini."
"Emredersiniz Komutanım!" Rahman Abi'nin, ayağa kalkıp bir metrelik kağıt rulosunu masaya sermesini seyretmeye başladık. Açıldığında iki metrelik boya sahip olduğunu gördüğümüz kağıdı bir süre seyrettikten sonra;
"İki katlı villa tarzı ama yukarda sadece birtane hobi odası var. Çatısı standart açılara göre daha dik açıda." deyip elektrik projesinin olduğu kısma yöneldi.
"Bahçeye açılan kapı kızaklı. Bina ana giriş kapısında sensörlü aydınlatma ve bir tanede içerden yukarıya çıkan merdivenlerde sensörlü aydınlatma var. Bina'nın güneye bakan tarafı komple cam ve yüzme havuzuda aynı yönde."
Başını plandan kaldırıp Korhan Albay'a baktı.
"Girilecek en kuytu yer doğu tarafındaki giriş kapısı komutanım."
Korhan Albay;
"Sekiz tane Özel Güvenlik var. Sensörlü ışık yandığında en geç on saniye içinde oradalar. Bu güvenliklerin hepsi sicilleri tertemiz şirket güvenliği. Büyük ihtimâl onlarda memnun değil o adamı beklemekten."
Rahman Abi;
"Kapı kilitli dâhi olsa sekiz saniyede açarız Komutanım."
Orhan Albay;
"Sensörlü ışığın yandığını gören güvenlik içeriyi kontrol etmek isteyecektir."
Rahman Abi;
"Onuda ben söylemeyeyim Komutanım. Oraya giden bunu düşünür."
Herkes plana odaklanırken baklava yemeye devam eden ŞahMelik araya girdi.
"Doğru söylüyor Korhan."
Rahman Abi'nin konuşmasına fırsat vermeyen Koray Abi;
"Komutanım kim bu adam?" deyip Komutanların hiç sevmediği bir soru yöneltti.
Korhan Albay;
"Ne yapacaksın oğlum 'Amcan' desem kabul etmeyecek misin görevi?"
"Estağfurullah Komutanım. Merak ettim sadece."
"Dağdan inmiş, babalarının parası ile şirketler kurmuş terör destekçisi kodoman'ın teki. Terör örgütüne çok yüklü mali desteği var, silah tüccarı, Afkanistan dan Avrupa'ya akan uyuşturucu trafiğinin Türkiye sorumlusu. Daha sayayım mı?"
Koray Abi;
"Sağolun komutanım. Gebermek için yeterli sebep."
Rahman abi konuşulanları duymuyor bütün dikkatini plana vermeye çalışıyordu.
ŞahMelik;
"Eee... Hangi babayiğit gidecek."
Başını plandan kaldıran KaraBasan, elini cebine atıp anahtarlığını aldı. Motor kontağı olduğunu tahmin ettiğim anahtarı halkasından çıkartırken herkes onu izliyordu.
Yüzüme bakmadan anahtarı bana fırlattığında biranlık refleks ile havada yakaladım.
Yüzüme bakıp öyle anlamlı gülümsemişti ki; onu gerçekten tanıyan biri gözlerindeki özlemi, duruşundaki kendinden emin hâli rahatlıkla görebilirdi.
"Akşın sen gidiyorsun!"
Ağızım açık elimdeki anahtara bakarken, söylediği sözü beynimde tartıp idrak etmeye çalışıyordum. Komutanlar dahil herkes şaşırmıştı bu karara; bir tek kişi hariç; ŞahMelik!
Oturduğu yerden vücudunu bana dönderip, sırtını yaslağı yere kolunu atarak, yüzündeki anlamlı gülümseme ile heyecanımı paylaşıyordu.
Rahman Abi; Abilerin Abisi, Komutanların en kralı, halimi gördüğünde gerilen dudağını serbest bırakıp dişlerini göstermeye başladı.
"Ne şaşırdın kardeş, sen bizim Şerife Bacımız değil misin?" deyip kaşları ile elimdeki anahtarı işaret etti.
"Haydi! Git duman et oraları. Hem Afgan Güllerimiz de görsün Ada'nın yiğit bacısını. Ne malzeme gerekiyorsa silahlıktan al."
"Kom... Komutanım siz ciddi misiniz, hemde sizin motorunuzla?"
"Evet kardeşim. Gittiğin yer şehrin dışında. Biz motorla giderken arkamızdan nasıl bir hevesle baktığınıda biliyoruz."
Anahtarı avcumun içine alıp var gücümle sıktım.
Şeytan diyor;'Sarıl boynuna cezası neyse çek!'
"Çok sağolun Komutanım. Çok sağolun."deyip silahlığa doğru gücüm yettiğince koşmaya başladım.
Bu ilk çatışmam olmamasına rağmen heyecanım ilk Muhafız Nişanı aldığım o gün kadar taze ve güçlüydü. Gücüm yettiğince rutin eğitimlerime devam etmiş, kondisyonumu düşürmemeye gayret etmiştim. Bugün, acı çektiğim geçmiş günlerimin meyvesini toplayacağım gündü. Tek fark; ilk defa tek kişilik göreve gitmemdi.
Silahlıktan içeri girdiğimde, heyecanla gülen gözlerimle duvarlarda asılı olan son sistem makinalara bakıp, yağ kokusunu doyasıya içime çektim.
"Ne kadar özlemişim siziiii!"
Zaman kaybetmeden duvarda asılı olan sırt çantasını elime alıp fermuarını açarken, elim ilk olarak Glock 19'a gitti. Tabancamı belime takıp, yankeski, karga burnu, şarjlı matkap, ona uygun yıldız uç ve 8 milimetre matkap ucu aldım. Tüm bunları almamın sebebi olası bir durumda bubi tuzağı kurmam gerektiğiydi. Tam kapıdan çıkacakken cep bıçaklarından birini alıp iki kapı ötede olan odamdan içeri daldım. Dolabıma yaklaşırken mutluluğum hâla devam ediyor, bütün içtenliğimle kahkaha atmak istiyordum. Hem birşey unutup unutmadığımı düşünüp, hemde askılıktan siyah kargo pantalonumu çıkartırken, kendikendime Rahman Komutana teşekkür etmeyide ihmal etmiyordum.
"Teşekkür ederim komutanım çok sağolun. Çok sağolun."
Üzerime siyah buluz ve siyah deri montumuda giyindikten sonra, kar maskesini yan cebime sıkıştırıp silahlığın önünde bir süre hareketsizce bekledim.
"Herşey tamam Serpil. Ay pardon! Akşın... Evet herşey tamam Akşın!" deyip, kendikendime gülümseyerek, sırt çantamdaki el aletlerinin çıkarttığı sese aldırmadan çocuk gibi zıplaya zıplaya koşmaya başladım.
"Biraz sakin Akşın! Şu haline bak; kim der sana 'İnfazcı' diye."
Boğazımı temizleyip son merdivenide atladıktan sonra Afgan Gülleri'nin özenen bakışlarına doğru yürümeye başladım.
Koray Abi;
"Alışmışız senin takım elbiseli haline. Yakışmış kız."
"Sağolun komutanım." deyip, son emri almak için gözü hâla planda olan Rahman Abi'yi bekledim.
Sol tarafımdan gelen 'tısss' sesi ile o yöne baktığımda içeri hızla giren Şûra ile göz göze geldik.
"Müjdeeeee!!! Babaların en güzeli, Amcaların en kralları, Halaların en prensesleri. Müjdeeee!!!"
Plandan kafasını kaldırıp kalabalıktan çıkan Rahman Abi, GökGözlüsüne kollarını açtı.
"Kızım n'oluyo, ne işin var senin bu saatte?"
"Baba annem aramadı değil mi seni?"
"Yok hayır aramadı."
"Çok güzel! Tutabilmiş kendini." diyen Şûra, ellerini çenesinin altında birleştirirken vereceği müjde her neyse gözlerinin dolmasına sebep olmuştu.
"Baba!"
"Kızım söyleyecek misin artık?"
"Bab...Baba Hilâl ameliyattan çıktı ve sağlık durumu çok iyi."
Gol sevinci yaşar gibi yumruğunu savuran KaraBasan'ın kaslarının son haddesine kadar gerildiği boğazındaki şişen damarlarından anlaşılıyordu.
"İşte bu! Elhamdulillah." deyip kardeşlerine sarılmaya başladı.
En son Şûra'ya sarılmış ayaklarını yerden kesmişti.
"Biliyorum bu saatte buraya gelmem yanlış ama ne tepki vereceğinizi görmek istedim." deyip bana baktı.
"Oooo çok yakışmış Serpil abla. Gençleşmişsin yeminle."
"Teşekkür ederim canım. Geçmiş olsun." deyip sonkez de bana sarıldıktan sonra Rahman Abi'nin yanına gitti.
Rahman Abi;
"Güneş çoktan battı göreve dönelim." deyip etkileyici heybeti ile karşıma geçti.
"Serpil eşkal bırakmamak için ne tedbir alacağını biliyorsun. Bu infazda ateşli silah kullanılmayacak, kaza süsü verilecek. Güvenlikler iş için orada ve herbiri aile babası. Kesinlikle kıllarına zarar gelmeyecek. Aralıklarla binanın etrafında devriye atıyorlar. Sen boşluklarından faydalanıp parmaklıklardan içeri atlayacaksın. İçerdeki sensörlü ışık yansa sıkıntı yok; ama dışardaki sensörün seni görmesi, sana en fazla on saniyen olduğunun haberini veriyor. O kesinlikle yanacak ve o güvenliği herşey olağanmış gibi göndermek sana düşecek. Nasıl yapacağın tamamen orada gelişen olaya bağlı." deyip, derin bir nefes alırken yüzüme bakıp gülümsedi.
"Yüzümü kara çıkartmayacağından eminim. Yolun açık, kazan mübarek olsun."
"Sağolun Komutanım." derken kalbim dışardan duyulacak kadar hızlı atmaya başlamıştı.
"Aa aaaa... Serpil Abla göreve mi gidiyor? Baba n'olur bende sizinle izleyeyim."
"Şûra olur mu öyle şey kızım?
"Baba n'olur Serpil Abla'yı görevdeyken çok merak ediyorum. Hem biliyorsun normal liselilerden değilim ben. Korkmam."
Başını Esma'ya çeviren Rahman Abi;
"Esma taksi çağır kardeşim."
"Emredersiniz Komutanım."
Rahman Abi'nin verdiği son emirden sonra Esma telefona sarılırken araya giren ŞahMelik;
"Bırak kızım o telefonu!" deyip Rahman Abi'ye baktı.
"Kalsın. Baklava yemeden olmaz." deyip ayağa kalkarak Şûra'yı kolunun altına aldı.
"Gel kızım. Beraber izleyelim."
Ne kadar ŞahMelik'in buradaki en rütbeli kişi olduğunu bilsede, bizzat babasından onay alamamak Şûra'yı üzmüştü.
"Hayır dayı teşekkür ederim ben gideyim."
Bunu derken, asık suratı ile babasına bakması silahını kulladığını gösteriyordu. Kızı'nın asık suratına dayanamayan Rahman Abi'nin, yelkenlerini indirmesi için, ŞahMelik'in; 'Kalsın' demesi yetmişti.
"Tamam geç sessizce izle."
Bunu duyan Şûra, gülümseyerek ŞahMelik'in elini öptü.
"Dayıların en gülü, en rütbelisi!"
Elleri belinde Şûra'nın şebekliklerini izleyen Rahman Abi, başını bana çevirdiğinde vaktin geldiğini anlamıştım.
"Sağlıcakla git, sağlıcakla gel Şerife Bacı. Haydi görev başlasın."
"Esma garaj kapısını aç!" dedikten sonra Rahman Abi'ye baş selâmı verip kapıdan çıkarak, yukarı doğru açılan panjur garaj kapısının yanına nasıl gittiğimi ben bile anlamamıştım.
Motosikletleri görmek için başımı yana yatırdığımda, KaraBasan'ın 1000cc'lik şimşeğinin devasa GMC'lerin arkasından göz kırptığını gördüm. Bedenime değen deri koltuk nefesimi tutmama sebep olurken, normale dönen nabzımı tekrar tavan yaptıran marşına bastığımda kapalı garajda kükreyen eksoz sesi olmuştu.
Depo üzerindeki kaskı başıma geçirdiğimde yaşananların rüya olmadığını kendime ıspatlarcasına şanzumanı harekete geçirip gaza yüklendim.
Nizamiye kapısından dışarı çıktığımda kapalı kasktan ve insafsızca bağıran motorun sesinden faydalıp var gücümle çığlık attım.
2 saat sonra...
Bin metrekarelik yere yerleştirilen villa, villa denilemeyecek kadar küçüktü. Esas yaşam alanı'nın alt kat olduğu kolaylıkla anlaşılıyordu. Havuza bakan tarafı komple cam, üst katında da hobi odası diye bilinen yuvarlak pencereli küçük bir odası vardı. Yetmiş beş metre uzağımdaki şıngıl kaplı dik çatısının üzerindeki projektörlerin, kendi etrafında dönüp çevreyi taraması işimi bir tık zorlaştırıyordu.
Gözetlediğim yer binadan on metre yükseğinde, ağaçlarla kaplı küçük tepecikti. Yapmam gereken şey, ışıklar aksi yöne döndüğünde bina ile aramdaki tek engeli, birbuçuk metre perde duvarın üzerindeki sivri ferforje demirlerini aşıp içeri atlamak olacaktı.
'Ondan sonra boomm... Çelik kapı!'
Bir saattir, tepenin ardından ara ara başımı çıkartarak, adamın ışıklarını söndürüp uyumasını bekliyordum.
"Gel buraya Boncuk. Sakın ses çıkarma."
Boncuk; bir saat kırkbeş dakika önce yolda bulduğum minik köpeğin yeni koyduğum ismiydi. İki aylık olduğunu tahmin ettiğim sokak köpeği, sarı ve yüzünde zeytin gibi küçük burnu vardı. Sırt çantamda yol arkadaşlığı yapan minik, belki hayatından bir daha ulaşamayacağı süratin şokunu yeni yeni atlatmaya başlamış, minik patileri ile etrafı keşfediyordu.
Boncuk, beni içeriye sorunsuz sokacak buradaki yegane dostumdu.
Işığın söndüğünü gördüğümde telsizi mandalladım.
"Işıklar söndü Komutanım."
Kulaklığı kulağına takmış, Korhan Albay'ın operasyonları yönetirken oturduğu koltukta Karabasan'ı hayal etmek gururumu okşamıştı. Bugün o da, bende bir ilki yaşıyorduk.
"Gördük Akşın. Bizim yeni hacker binanın kameralarını hackledi." dediğinde arkadaki gülüşmeleri duymuştum.
"Ama sen biraz daha bekle."
"Emredersiniz Komutanım!"
Güvenliklerin üçü girişdeki geniş kulübede otururken, beşi genel olarak bahçe duvarının ön cephesinde bir ileri bir geri volta atıyorlardı. Arka cepheye önem vermemenin sebebi perde duvarın yüksekliği olmalıydı. Silahları yoktu ama dokunduğu zaman bütün sinirleri felç edecek elektro şok tabancaları gözümden kaçmamıştı. Tabi normal bir insanı!
"Heyecan var mı Akşın?"
"Yok ama sizin oradan beni izlemeniz geriyor Komutanım."
"Sen bunun için eğitim aldın Şerife Bacı. Bu kadar küçük bir görevin seni silkelememesi lazım."
"Ama ben sizin gibi değilim Komutanım. Ben izleyenler benim üstüm." dediğimde kulaklığımdan tıkırtı sesleri gelmeye başladı.
"Ben neyim kız sıpa. Kara Muhafızları izleyen de benim. Ben üst değil miyim?"
Korhan Albay'ın bu ani çıkışı ne diyeceğimi şaşırmama sebep olmuştu.
"Öyle değil Komutanım yalnış anladınız. Siz tek başınıza izliyorsunuz, birde Orhan Komutanım; ama beni on tane üstüm izliyor, birde GökGözlü Aybala."
"Allah yardımcın olsun Akşın Ablaaa!"
"Teşekkür ederim canımın içi. Keşke annende olsaydı."
Vücudumu dikleştirip, göğüsümün toprak ile temasını kestiğimde saplanan ağrı, kaburgalarımın iç içe geçtiğinin habercisiydi.
"Akşın!"
"Emredin Komutanım!"
"Vücut kameranı aç ve besmele çekip başla kardeşim."
"Emredersiniz Komutanım?"
Sırtımı ağaca dayayıp vücut kameramı açtıktan sonra, boncuğu çantanın içine yerleştirip kafasını iki fermuarın arasından dışarı çıkarttım.
"Akşın o ne, nerede buldun onu?"
KaraBasan'ın ses tonundan gülümsediği anlaşılıyordu.
"Benim içeri giriş biletim Komutanım. Gelirken yolda buldum."
"Kameralardan sakınmaya çalışma. Sen geçtiğin anda Hacker ekranları donduracak. Bugünün kayıtlarınıda bir önceki gün ile değiştirecek. Rahat ol!"
'Esma'ya bak sen!'
"Emredersiniz Komutanım. Başlıyorum!"
Çatıda dönen projektör batı yönüne döndüğünde, doğu yönündeki tepecikten aşağı koşmaya başladım. Sırtımı perde duvara dayadığımda Boncuğun nefesini ensemde hissetmem kendikendime gülmeme sebep olmuştu.
'Ne çıkarsın karşıma? Şimdi bulmuştun bir sünger rahat rahat uyuyordun.'
Tepemden geçen projektör tekrar batı tarafına yöneldiğinde perde duvarın üzerine elimi atıp güvenlikleri konrol ettim. Arkalarının dönük olduğunu gördüğümde beklemeden sivri demirleri aşıp bahçenin içine atladım. Sensör beni görmüş, ampule yan komutunu vermişti.
Etrafım aydınlandığında KaraBasan'ın sesi duyuldu.
"On saniyen var kardeşim. Sakin!"
Çantadan Boncuğu çıkartıp dışarı koyduktan sonra, cebimdeki maymuncuğu alıp kapı deliğine soktum.
"Son altı saniye!"
Kilit mekanizma dilini hissedip aşağıya bastırırken, diğer teli üst kısmına kaldırıp kilidi dönderdim.
"Son üç saniye Akşın!"
Kapıyı açıp içeri dalarken dışarda kalan Boncuğa el sallamayıda ihmâl etmemiştim.
Yavaş hareketlerle kapıyı yerine oturtup dışarıyı dinlemeye başladım.
"Senin ne işin var burada korkuttun bizi. Oy oy oy yerim seniii."
Boncuk artık Güvenliğin şevkatine emanetti.
"Girdi valla. Aslanım benim beehhh!"
"Sağolun Komutanım!"
"Tamam Güvenlik köpeği alıp uzaklaştı. Şimdi içerdeki sensörlü aydınlatmayı iptal et kardeşim. Dış aydınlatma gücünü ana şalterden alıyor. İç aydınlatma şalterleri hemen başının üzerinde olmalı."
Karşılıklı iki duvarıda kontrol etmiştim ama şalter kutusu görünmüyordu.
"Dur dur. Sağına dön bakalım! Pormanto mu var orada?"
"Evet Komutanım!"
"Yavaşça kapağını aç!"
Dört kapaklı portmantonun ilk kapağını açtığımda siyah şalter kapağı ile karşılaştım.
"Burada Komutanım." deyip şalterleri indirdikten sonra kapağı kapatıyordum ki Koray Komutan'ın sesi duyuldu.
"Ulan ben olsam dördüncü kapaktan çıkardı şalterler. Şanslı kız haa!"
Söylediğine gülümseyip yatak odasına yöneldim.
Havuz ışığının aydınlattığı salonu geçerken KaraBasan konuştu.
"Akşın Mufağa git."
"Anlaşılmadı Komutanım!"
"Mutfağa git ve ocağa bağlı flexi hortumunu kes."
"Anlaşıldı Komutanım!" deyip kapısı kapalı olan yatak odasının önünden geçip mutfağa girdim. Ocağın başına giderek, dolap içinden çıkan hortuma bıçağımı sürtmeye başladım.
'Hadi be kesil artık.'
Bıçak yumuşak kısmı atlayıp metale sürtünmeye başlamıştı. Sivri ucu koyup arkasından elim ile vurduğumda hortum delindi. Bıçağı içeri sokup deliği genişletirken acı gaz kokusu yüzüme vurmaya başlamıştı.
"Tamam Komutanım!"
"Tamam kardeşim. İş sende."
"Emredersiniz Komutanım."
Buraya kadar sakinliğini koruyan kalbim, yatak odasının kapısına geldiğimde deli gibi atmaya başladı. Deri eldivenim olsada metalik kapı kolunun soğukluğunu hissede biliyordum. Kolu aşağı bastırıp kapıyı araladığımda yorganı bacaklarının arasına alan domuzun derin bir uykuda olduğunu, yanına yaklaştığımda kapaklarının arkasında hareket eden gözlerinden anlamıştım. Bu uykunun en son evresi, beşinci evresinde olduğunu gösteriyordu. Bu kadar kısa sürede beşinci evreye geçmesinin sebebi salondaki yarıya kadar içilmiş viski şişesinden başka birşey değildi.
Dizimi yavaşça yatağa koyduktan sonra soğuk metali şah damarına dayadım. Var gücümle bastırıp, hızlı bir şekilde çektiğimde bembeyaz çarşaf kan ile boyanmaya başladı. Çırpınırken bazanın ayak kısmına vurup ses çıkartan bacaklarını koltuklarımın altına alıp gebermesini bekledim.
Ne kadar kan aksada çırpınma aynı kuvveti ile devam ediyordu.
"Komutanım damarı komple kestim hâla ölmedi."
"Gâvurun canı kolay çıkmaz Akşın. Sabırlı ol."
"Emredersiniz komutanım!"
Şehit olan Mehmetçikler, uyuşturucu komasına giren lise öğrencileri aklıma gelmişti. Gözünü açmasına bile fırsat vermeden canını aldığım adama bakarken küçükte olsa acıma duygusu hissetmemiştim.
Çırpınışlar durmuş, ruh tamamen bedeni terketmişti.
"Görev tamam komutanım!"
"Daha tamam değil Akşın. Asıl şimdi başlıyoruz. Bu olaya kaza süsü vereceğiz. Şimdi zaman kaybetmeden mutfaktan bir sürahi al ve ses çıkmaması için yorganın arasın koyup kır." dediğinde şifonyerin üzerindeki sürahi gözüme çarptı.
"Burada var Komutanım." deyip sürahiyi alarak yorganın arasına koydum. Glock 19'un kabzesi yardımıyla zaten ince camlı olan sürahiyi rahatlıkla kırmıştım.
"Tamamdır Komutanım kırdım."
"Şimdi cam parçalarından birini al ve boğazdaki kestiğin noktaya dik bir şekilde sür. Oldukça kuvvetli ve tek bir darbe yapacaksın."
"Emredersiniz komutanım!" deyip cam parçasını alarak, kesiğin üzerine kuvvetli ve tek bir darbe vururken Samet Komutanın sesi telsize yansıdı.
"Adamdaki yatak odasına bak havuza bakıyor. Nasıl uyuyor lan o ışıkta?"
Yaranın tahrip olduğundan emin olup;
"Tamam komutanım!" dedikten sonra yatağın üzerinden indim.
"Şimdi o parçaları dahada ufaltıp, güvenliklere görünmemeye dikkat ederek havuz tarafı ağırlıkta olmak üzere odanın içerisine serpiştir."
Söylediklerinin her zerresini havuz tafarındaki cam duvara fazla yaklaşmadan harfiyen yapıp telsize konuştum.
"Burası tamam komutanım!"
"Tamam kardeşim. Şimdi mutfağa git ve bidon tarzı birşey bul!"
"Emredersiniz komutanım!"
Arkamdaki leşi umursamadan mutfağa gidip alt kapakları tek tek kontrol ederken lavabonun altındaki bölmede ayçiçek yağı tenekesini gördüm.
"Komutanım Onsekiz litrelik yağ tenekesi var."
"Çok güzel. Dolu mu?"
"Yarıya kadar komutanım."
"Üzerine su ekleyip tamamen doldur."
"Emredersiniz Komutanım!" deyip, tenekeyi tezgaha alarak, lavabonun yüksek bataryasının da yardımı ile doldurmaya başladım. Aklından neler geçtiğini hâla anlamış değildim.
"Doldu Komutanım!"
"Tamam. Oradan battaniye tarzı birşey bulup üst kata çıkan merdivenlere git."
"Emredersiniz komutanım!" deyip yatak odasına tekrar giderek gardropta gördüğüm, özenle katlanmış kahverengi battaniyeyi aldım.
Bir elimde yağ tenekesi bir elimde battaniye ile hızlı adımlarla merdivenin yanına geldim.
Kameradan ne yaptığımı net bir şekilde gören Rahman Abi;
"Sensörlü lambanın kapağını aç ve içindeki ampulü çıkart." derken oldukçan sakin gelen sesi heyecanımı hafifletmeye fazlasıyla yetiyordu.
Ampul'ü siperleyen buzlu camı sol tarafa dönderip aldım. Sıra ampule geldiğinde bir gözüm daima havuz'un diğer tarafında turlayan güvenliklerdeydi.
"Aldım Komutanım. Ampul elimde."
"Ampulün iç kısmındaki teli koparmamaya çalışarak dış kısmını kır."
"Emredersiniz Komutanım!"
İş bu seviyeye gelmiş ve ben hâla ne yaptığımdan habersizdim.
Ampulü merdiven basamağına koyup bıçağın kabzesi ile tıkladım. Birincide kırılmadığını gördüğümde, ikinci tıklayışımda hızı biraz daha artırdım.
'Hıhh oldu!'
"Tamam komutanım!"
"Telin kopup kopmadığını konrol et. Bütün işi o görecek." dediğinde tel kısmına bakıp kopmadığından emin bir şekilde cevap verdim.
"Tel kısmı sağlam Komutanım."
"Ampulü yerine tak ve muhafaza camını takma. Üst kata çık, battaniye'yi iki kat olacak şekilde ve en uç kısmı tenekenin altına gelecek şekilde duvarın üzerine ser."
"Emredersiniz Komutanım!" deyip, ses çıkarmamaya gayret ederek üst kata çıktım.
'Hâla birşey anlamadın mı Serpil? İki seçenek var; ya çok heyecanlısın, ya da geri zekâlısın.'
İkiye katladığım battaniye'yi, ucu yağ ve su karışımı olan tenekenin altına gelecek şekilde koydum.
"Tamam komutanım!"
"Tamam kardeşim. Bıçağının ucuyla tenekenin en alt kısmına küçük bir delik aç, üst kat dahil dış kapıların ve pencerelerin kapalı olduğundan emin ol ve çık evden."
"Emredersiniz Komutanım!"
İlk önce üst kattaki yuvarlak pencereyi kontrol edip, ıslanan merdivenden kaymamaya dikkat ederek alt kata indim.
Tüm pencere ve kapılar kapalıydı.
"Komutanım tüm pencereler kapalı."
"Komutumla dış kapıyı aç ve kapı üzerindeki sensörlü aydınlatmanın ampülünü gevşet ki dışarı çıktığında yanmasın."
"Emredersiniz Komutanım!" deyip salondaki yemek masasının sandalyesini alıp, kapının önünde Komutandan gelecek olan emri beklemeye başladım."
"Akşın şimdi!"
Kapıyı sessiz bir şekilde açıp sandalyeyi dışarı koydum. Şalterler inik olduğu için yanmayan aydınlatmanın dış camını çıkartarak ampülü üç tur dönderip gevşettim. Camı tekrar yerine takmayı ihmal etmeden sandalyeden inip tekrar içeri girdim.
"Tamam Komutanım."
"Şalterleri aç ve işaretimle çık."
"Emredersiniz Komutanım!"
Birinci kapağı açıp şalterleri yukarı kaldırdıktan sonra kapının arkasında gelecek olan komutu beklemeye koyuldum.
"3........2........1.........ÇIKKK!!!"
Aldığım komut ile açtığım kapıyı yumuşak hareketler ile sessizce kapatıp, hızlı bir şekilde duvarın diğer tarafına atladım. Tepe projektörün batı yönüne dönmesiyle bacak kaslarımın yanmasına aldırmadan tepeciği tırmanıp kendimi diğer tarafa attım.
"Aferin Şerife Bacı. Süperdin! Aferin Aslan parçası."
Boğazımdaki düğümü bastırmaya çalışıp telsize konuştum.
"Sa.... Sağolun Komutanım. Çok Sağolun."
Anlamıştım. Dışarı çıkıp, beynimdeki havayı tertemiz hava ile tazelediğimde KaraBasan'ın benim aracılığım ile kurduğu tuzağı anlamıştım.
Deldiğim su dolu yağ tenekesi gazın yeterince sıkışması için zaman tanıyacak. Su bittiğinde, battaniye kendi ağırlığı ile aşağı düşüp sensörlü aydınlatmayı harekete geçirecek. Sensör, aldığı komutu camı kırılan ampule iletip iki tel arasında ateşlemeyi sağlayacak. İçerde sıkışan gaz ampul'ün ateşlemesi ile tutuşup bize şahane bir gözteri sunacak.
Yatak odasındaki cam sürahi parçalarına gelince!
Devasa patlamanın etkisiyle şifonyerdeki cam sürahi parçalanıp domuzumuzun şah damarını kesecek. Olay yeri incelemenin, kayıtlara ölüm sebebi olarak; 'Doğalgaz kaçağı nedeni ile patlama.' diye geçmesi tüm dosyayı kapacacak.
'Sen olağanüstü birşeysin KaraBasan.'
Düşüncelerime yüz metre karşımda meydana gelen devasa bir patlama ile ara vermiştim. Diken yapraklı çam ağaçlarının, kuvvetli bir kasırga yemişcesine geriye yatması patlamanın ne denli şidddetli olduğunun ispatıydı.
Yerde yatan Güvenliklerin her birini kontrol ettiğimde, hepsinin kıpırdadığını görmek içimi rahatlatmıştı. Biraz zaman geçtikten sonra yaşadıkları şoku atlatmış, devasa alevlere teslim olan evin etrafında koşuşturmaya başlamışlardı. Tek umutları o domuzun oradan sağ çıkmasıydı ama bu imkânsızdı.
Motosiklete ilerlerken, başta Komutanlar olmak üzere tüm Muhafızlardan tek tek tebrik ve övgüler gelmeye başlamıştı.
"Ya bende tebrik edicem!"
Bu Şûra'nın sesiydi.
"Akşın Abla tebrik ederim."
"Çok teşekkür ederim aşkım."
"Dur bir dakika Annemin ve Kübra teyzemin yerinede tebrik edeyim." diyen Şûra küçük bir kahkaha atıp devam etti.
"Tebrik ederim Kuzuuummm!"
Bütün harekat merkezini kahkahalar alırken, operasyonun asıl kahramanının sesi duyuldu.
"Tebrik ederim. Yuvaya dönebilirsin Kuzum." diyen KaraBasan;
"'Kuzum' ne lan... Eşek sıpası seni benide şaşırttın." deyip, gülmekten nefes bile alamayan bana tekrar dönüş yaptı.
"Yuvana dönebilirsin Şerife Bacı!"
ZÜMRA'dan...
Sekiz yıldır çekilen onca çile'nin, sıkıntı'nın ve kilolarca içilen ilacın ardından Ebru için beklenen gün gelmişti. Ne kadar Kübra ile hem fikir olsakta, olayı ve izleceğimiz süreci anlattıktan sonra Betül ile fikirlerimiz çatışmıştı. Üç doktor dakikalar sonra Rahman ve Koray ile birlikte bu kapıdan girecek olan cübbeli nur yüzlü Hocamızı bekliyorduk.
"Kübra çayımızı taze tutsunlar olur mu? Misafirimiz ağır."
"Ağır mı?"
Betül'ün bu alaycı ses tonu dişlerimi sıkmaktan öteye götürüyordu artık beni.
"Betül fikirlerini kendine saklar mısın? Ebru benim hastamsa benim çizdiğim yoldan gidilecek! Rica ediyorum bir daha benim çok sevdiğim, değer verdiğim insana karşı böyle konuşma."
Kollarını birbirinden çözen Betül, vazgeçiririm umudu ile yaklaştı.
"Zümra sen bu işe sadece eğitim olarak 11 yılını verdin. Nasıl inanabiliyorsun aslı olmayan batıl inançlara?"
"Dün Ebru ile konuşurken yanımızda olsaydın böyle düşünmezdin."
Kübra;
"Tamam ortaklar! Artık keselim tartışmayı."
Betül;
"Kesmem efendim! Arkadaşımın kariyerini hebâ etmesine izin veremem. Ya duyulursa n'olur biliyor musunuz?"
"Olacaklar bu kapıdan çıkmazsa kimsenin kariyerine de, polikliniğimizede birşey olmaz." dediğimde kapının çaldığını duydum.
"Geldiler herkes sussun." deyip kapıya seslendim.
"Gelin!"
'Allahım şu adama kızılır mı yaa?'
Önden Rahman ve Koray girerek arkalarından gelen Topal Hoca'ya yol verdiler. Beklemeden yerinden kalkıp elini öpmek için hamle yaptığımda, çektiği eliğini göğüsüne koyan Hoca en şirin hali ile tebessüm etti.
"Selamun aleyküm Zümra kızım."
"Aleyküm Selam Hocam; buyrun ister benim yerime isterseniz koltuklara oturun."
"Herkes yakıştığı yere geçsin kızım. Ben böyle oturayım. Bismillahirrahmanirrahim."
Hoca ziyaretçi koltuğuna otururken Rahman söze girdi.
"Hocam biz dışardayız."
"Tamam oğul. Siz çıkın bura kalabalık olacak."
Rahmanla gözgöze geldiğimizde Hoca'ya göstermeden tek gözümü kırpıp sessizce yolcettim.
"Yeni yeriniz hayırlı olsun kızım."
"Allah razı olsun Hocam. Çok sağolun."
Hoca'ya karşı Kübra her zamanki saygısını takınsada, Betül'ün soğuk tavrı deli damarıma dokunmaya başlamıştı.
Söyleyip söylememek arasında kaldığım şeyi düşünürken, söylemenin daha mantıklı olacağı kanısına vardım.
"Hocam Ebru'yu çağırmadan önce size birşey söylemek isterim."
Ellerini dik tuttuğu bastonunda birleştirmiş, gözlerini yerden kaldırmayan Hoca sessizce başını salladı.
"Ebru'nun annesi bu tür şeylere biraz karşı Hocam. Eğer olağandışı bir hareketine denk gelirseniz onun adına şimdiden özürdilerim."
"Sen Ebrumuzu çağır kızım."
"Tamam Hocam." deyip Kübra'ya işaret edecektim ki, Kübra'nın çoktan kapıyı açtığını gördüğümde vazgeçtim.
"Ne içersiniz Hocam?"
"Birşey içmeyeyim kızım. Allah'ın izni ile şu yükü sırtımızdan atalım çayımızı sonra içeriz."
Başını kaldırmadığını gördüğümde daha fazla dayanamadım.
"Hocam iyimisiniz?"
"İyim kızım. Uçak biraz yordu herhalde."
"Tamam Hocam."
Yaşına göre uzun boyu, hafif aksak bacağına rağmen dik yürüyüşü Betül'ü bile şaşırtmıştı.
"Sen oturmaz mısın Betül kızım?"
Hoca'nın bu çıkışı Betül'ün şaşkınlıkla ağızını açmasına neden olmuştu.
"S...Siz ismimi nereden biliyorsunuz?"
"Yaka kartın kızım. Orada yazıyor."
Önlüğünün sol cebinde asılı olan karta bakan Betül;
"Teşekkür ederim. Ben böyle iyiyim." deyip, sanki birşeyden çekiniyormuş gibi gözlerime bakarak devam etti.
"Siz, bizim işimiz hakkında ne biliyorsunuz?"
"Ben sizin işiniz hakkında birşey bilmem kızım. Sizin işiniz size benim işim bana."
Betül'e kaş göz hareketleri yapsamda susmaya niyeti yoktu.
"Elhamdülillah bende Müslümanım ama bu yaptığınız akıl işi değil. Çok saçma."
Derin bir nefes alan Topal Hoca ilk defa başını kaldırıp Betül'ün gözlerine bakmıştı.
"Akıl işi olsa altmış yılımı bu ilme vermem kızım." derken kapının çalması ile hepimiz o yöne baktık.
Kapıdan içeri girecek olan Ebru aniden geri adım atıp annesine çarptı.
"Ebru neden gelmiyorsun?"
"Özür dilerim Hocam birden panik oldum."
Bir kaç saniye dışarda duran Ebru, annesinin ısrarı ile tekrar içeri girdiğinde Hoca ile göz göze geldi.
"Si.....sizz!"
Oda daki herkesi şok eden Ebru, iki eli ile ağızına kapatmış duygu dolu gözlerle Hoca'ya bakıyordu.
"Allah si...sizden razı olsun. Buldunuz beni."
Gülüşü yüzüne yayılan Hoca'nın yorgunluğundan eser bile kalmamıştı.
"Gel kızım otur şöyle."
Koşar adım yaklaşan Ebru, Hoca elini vermesede zorla kapıp öptü. Ebru'nun, hiç görmediği Hoca'ya karşı olan bu samimiyeti Betül dâhil hepimizin kanını dondurmuştu.
Donuk halde kızını izleyen Bahar hanım;
"Zümra Hocam ne saçmalık dönüyor burada?" deyip kaşlarını çatıp Hoca'ya baktı.
"Anne bu kez olmaz. Eğer zoruna gidiyorsa dışarı çıkabilirsin. Bukez kendimi sizin elinize bırakmayacağım."
Kızı'nın sinirlenip ikinci kişiliğe geçmesinden korkan Bahar Hanım;
"Tamam kızım tamam ben çıkıyorum." deyip kapıya yöneldiğinde onu durduran hamle hiç beklemediğim yerden gelmişti.
"Sizde oturun hanım kızım bu sizide ilgilendiriyor."
Hoca'nın tatlı sesi ve şirin tebessümü, bu olaylara karşı oldukça katı tavrı olan Bahar Hanımı kuzu gibi yapmıştı.
Ebru;
"Hoş geldiniz Hocam."
"Hoş bulduk kızım. Sende hoş geldin Allah şifanı versin inşAllah."
Hocayla sohbet etmeyi istiyordu ama biran önce konuya girmek onun için en iyisiydi.
"Hocam neden ben, ben ne yaptım ki?" diye sorduğunda söze yine Betül girdi.
"Ebrucum yüz kişiden birine bu hastalık maalesef nufus ediyor..."
Ebru, Betül'ün sözünü hiç ummadığı anda kesmişti.
"Bıktım artık sizin ilaçlarınızdanda şizofreninizden de." deyip ayağa kalkarak Betül'e döndü. Gözleri irileşmiş, bakışları oldukça korkunç bir hâl almıştı.
"İster misin? Hocam'ın, gözlerindeki perdeyi açıp odadakileri göstermesini ister misin? Hııı... Arkasında el pençe divan duranları görmeyi ister misin? İşte o zaman şizofreni'yi görürsün."
Daha fazla uzatmayıp araya girdim.
"Tamam Ebrucuğum otur yerine. Hocama ayıp olmasın."
Tekrar yerine geçen Ebru;
"Özür dilerim Hocam."
"Önemli değil kızım. Soruna gelince; kimimizin gözleri görmez, kimimizin kulağı duymaz, kimimiz bir kaza sonucu sevdiklerimizi yahut bedenimizden bir parçamızı kaybederiz. Herbirimizin sınavı ayrıdır. Onun için imân'nın şartıdır; 'Hayrın ve Şerrin Allah dan geldiğine inanmak.' Herkes bu dünyadaki kaybettiği şeylerin ecrini, ödülünü gelen şerre ve yahut hayra 'Elhamdulillah' dediği sürece Hak katında misliyle alacaktır." deyip gözlerine baktı.
"Hazırsan başlayalım mı?"
"Hazırım Hocam abdestimi aldım." deyip kucağındaki çantasından yazmasını çıkartıp başına bağladı.
Hoca;
"Şimdi sen yaslan ve birşey düşünmemeye çalış."
Ebru yerine yaslanırken Hoca iki elini bastonda birleştirip alnını koyarak gözlerini yumdu. Aradan on saniye geçmeden başını yana yatıran Ebru aniden uykuya daldı.
İkiside hareket etmiyor, öylece bekliyorlardı.
Betül alaycı bir şekilde eli ile Hoca'yı gösterirken, Ebru'nun ansızın başını kaldırıp, irileşen gözleri ile Hoca'ya baktığını gördüm.
"Yapmaaa!"
Bu ses o'nun ikinci kişiliğiydi. Fazla kalın olmasada gücünü diyaframdan alan ses, Ebru'nun sesine göre bir derece daha kalın çıkıyordu.
"Yapmaaaa ihtiyar olmaazzz!"
Dişlerini sıkmaya başlayan Ebru'nun ağızından salyalar akarken, sanki kolları bağlı gibi koltuğa yapışmış Hoca'ya yaklaşmaya çalışıyordu. Topal Hoca başını kaldırıp gözlerine baktı. Ebru'yu o koltuğa yapıştıran kuvvetli biri olduğuna yemin edebilirdim.
Hiç birşey sormamasına rağmen Ebru cevap üstüne cevap veriyordu.
"İnanmam öyle birşey yok."
Hoca;
"...............?"
Ebru;
"Senin o duâların. Beni bitkin düşüren senin o duâların. Ne yanımdakilerden, ne arkandakilerden, ne de bu odadakilerin hiç birinden korkmuyorum."
Yıllardır tanıdığım Topal Hoca'yı ilk defa bu kadar ciddi görüyordum.
"Bu kadın... Hedef bu kadındı."
Ebru annesi'ni eli ile gösterdiğinde Bahar Hanım konuşmamak için kendini zor tutuyordu.
"Olmaaazzzz!" diye bağıran Ebru ayaklarını yere vurup hüngür hüngür ağlamaya başladı."
Annesi ayağa kalkıp kızının yanına gidecekken, gözlerini Ebru dan çekmeyen Hoca eli ile durdurup oturmasını işaret etti.
Ağlamaya devam eden Ebru bizim duymadığımız sorulara peşpeşe cevap veriyordu.
"Tamam....... Tamam söz... Söz öldürme beni..."
Daha beş dakika önce Hoca'ya gülen gözleri ile bakan Ebru şimdi korku dolu gözlerle bakıyordu.
Gırtlağını yırtarcasına çığlık atan Ebru, aniden bayılıp koltuğuna yığıldı. Gözü yaşlı annesi tekrar yanına gitmek için kalktığında onu durduran Topal Hoca;
"Dokunmayın!" dedikten sonra, yavaş hareketlerle ayağa kalkıp tıpkı rüyada bana yaptığı gibi sağ elinin ayasını Ebru'nun alnına koyarak duâ okumaya başladı.
Çok sürmeden gözlerini açan Ebru, şaşkınca sağına soluna bakarak toparlanmaya çalıştı.
"N'oldu?"
Tatlı gülümsemesi ile Ebru'nun başında dikilen Hoca;
"Birşey olmadı kızım. Uyudun biraz." deyip yerine oturdu.
"Bahar hanım kızım. Eve gidin yatak odasının kornişi'nin arasındaki muskayı alın Besmele çekip yakın, balkonda sekiz tane çiçek saksınız var; onları çöpe atın." deyip, Ebru'nun gözlerine elini atarak tekrar okumaya başladı.
Aradan yirmi saniye kadar zaman geçtiğinde elini çekip;
"Tamam kızım. Bitti Elhamdulillah!" diyerek içtenlikle gülümsedi.
"Sahiden mi?" diyen Ebru, etrafına bakındıktan sonra kollarını açıp, engellemeye çalışmasına rağmen Hoca'ya sarıldı.
"Görmüyorum! Gerçekten görmüyorum. Allah sizden razı olsun." diyen Ebru kendini mutluluk göz yaşlarına teslim etti.
Herşey bitmiş, yaşananlar karşısında rengi bemneyaz olan Betül'ün Hoca'ya karşı olan tavrı biranda değişmişti.
Hoca;
"Eeee ben gideyim Zümra kızım. Çayını da sonra içeriz." deyip Bahar hanıma döndü.
Söylediğim şeyleri uygulamayı unutmayın Bahar Hanım kızım!"
"Tabi Hocam çok teşekkür ederiz. Allah sizden razı olsun. Borcumuz neydi?" diyen Bahar Hanım çantasının fermuarını açarken Hoca'nın gülümseyip çıktığını gördü.
Hoca'yı Rahmanlara teslim etmek için onunla çıktığımda burada olması gereken Rahman ve Koray yerinde değildi.
"Bir dakika Hocam ben arayayım." deyip masama koşup telefonu alarak Rahman'ı aradım.
"Yosun gözlüm."
Telefonu hemen açması mutlu etsede, ses tonu neredeyse ağlatacaktı.
"Zümra konuşmadan beni dinle. Bundan sonra yükün çok ağır. Beni affet. Ben ne üzere yetiştirildiysem o yoldan gittim. Senin Kömür Gözlün yalnış birşey yapmadı bir tanem. Muradım, Zehram sana emanet. GökGözlü Aybalam!" derken sesi ağlamaklı gelmeye başladı.
"Zümram o... Zümram o Şehit kızı ona iyi bak. Şaçına rüzgar dâhi değmesin." deyip telefonu kapattı.
"RAHMAN!"
Kübra koluma sarılmış beni durdurmaya çalışırken, titreyen ellerime aldırmadan kapanan telefon açılır umudu ile peşpeşe arıyordum.
"RAHMANN! BIRAKMA BİZİ RAHMAAANNN!"
Göğüsüm sıkışmaya başlamış, helâlim'in ağlamaklı olan Kömür Gözleri'nin hayali kalbime sığmaz olmuştu.
"YAPMA, GİTME! DAHA YENİ GELDİN N'OLUR GİTMEEE!!!"
SON... |
0% |