Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25.BÖLÜM YAKARIŞ & KAPIŞMA

@batingam

3 AY SONRA ESENBOĞA HAVAALANI

OĞUZ'DAN...

Mavi plastik koltuklara oturmuş, yüzümü güneşe sabitlemiştim. Ada zamanlarımızdaki istirahatlerimizde kardeşlerim sığınacak gölge ararken benim vazgeçilmez huyumdu bunu yapmak. Dev camların iki katına çıkardığı sıcaklık yüzümdeki kan dolaşımını hızlandırırken Koray'ın arkasına yaslanması ile yana açtığım kolum sırtı ile koltuğun arasına sıkıştı. Sesimi çıkartmadan kolumu çekmem üç aydır benimle küs olan kardeşimin yan yan bakmasına sebep oldu.

"Ayı gibi yayılma la!"

Ses çıkartmıyor ne derse onu yapıyordum. Koray'ın beni sevip sevmediğinden kıl kadar şüphem yoktu ama; söz konusu kız kardeşini bana emanet etmek olunca, biranda 'Kardeşim' dediği insana düşman kesilmesinin kaçınılmaz olduğunuda biliyordum. Ailem olmadı, öz kardeşim olmadı bunu bilemem. Lakin; kardeşim dediğim bir insanın evime gelip kız kardeşime aşık olması beni kızdırmak için, hatta düşman etmek için yeterli bir sebepti. En azından benim düşüncem buydu. Evet! Üç aydır Koray benimle küskündü. Bunun sebebi, ona, kız kardeşine olan duygularımı açmam değildi. Zaten ne konuşabildim ne de aklıma getirmeye cesaret edebildim.

İkimizde iyi biliyoruzki onun benimle olan asıl derdi Rahman ile ne konuştuğumuzu ona söylemememdi.

Üç aydır beni sevmesi, eskisi gibi samimi olmamız için elimden geleni yapıyordum. Çayını götürüyor, şarjörüne mermisini diziyor, hatta Yuvada kalmak zorunda olduğumuz günlerde yatağını bile topluyordum. Yok! Nuh diyor Peygamber demiyordu. Kin güden bir yapısı olmadığı halde bana yüz vermiyor her hareketimde tersliyordu. Beni konuşturmayı çok denemişti. Biliyordum derdime derman olmaya çalışıyordu ama nereden bilebilirdi, nereden aklına gelirdiki kardeşine aşık olduğum. Songül ile çarşı pazar el ele gezen sevgilide değildik, gece geç saatlere kadar telefonla konuşan flört de. Topu topu iki kere konuşmuştuk. İlki Kübra'nın ısrarı ile yüzüne dahi bakmadan beş dakikalık konuşmamızdı. İkincisi sırf Alaganımız'ın emri ile beklediği birinin olup olmadığını tekrarda olsa sormam için bir araya gelmemizdi.

Yoktu!

Şuan Songül'ün tek beklediği kişi bendim.

'Çok şükür!'

Tek korkum Koray'ın, içindeki Gölge'nin dışarı çıkmasına izin vermeden kız kardeşi ile evlenmem için rızasını almamdı. Bu Kübra'nın, Kağatun Ana'nın, Songül'ün hatta Rahman'ın bile en çok korktuğu aşamaydı. Koray dediğimiz adam zahmet olmasın diye kız kardeşlerinden bir bardak su dahi istemeyen bir ağabeydi.

Hayatta benimle yanyana hava alanına gelmezdi ama Zümra'nın emir verircesine ısrar etmesi çaresiz bırakmıştı. İki çift kelime etmeye çalışsam tersliyor, gülmeyi bir kenara bırakın iş hakkında konuşurken bile çatık kaşları bir türlü gevşemiyordu.

Şaka bir yana kardeşimin ayarsız şakalarını bile özlemiştim.

'Ah Songül! Ne vardıda girdin aramıza?'

Bu tavrından benden nefret ettiğini bile düşünür olmuştum. Bir şekilde söze girip onu konuşturmalıydım. En geç, Elvin'i Bora'ya isteyeceğimiz bu akşam Koray ile konuşmamı söylemişti Zümra.

'Allahım yardım et. Korktuğum yerlere uğratma yaRabbim.'

Bağırsın, çağırsın, kırsın kemiklerimi ama kardeşim ciddi ciddi küsmesin bana. Kırılmasın kalbi. Başını telefondan kaldırmayan Koray'ın haberlere baktığını gördüğümde biraz şaka birazda ciddi bir uslupla söze girdim.

"Koray!"

"Hııı!"

"Beni seviyonmu lan?"

Telefonun dik pozisyonunu bozmayan Koray başını bana çevirip, şaka yapıp yapmadığımı ölçercesine gözlerime baktı.

"Neyini seveyim la senin ya*şak."

Bu cevap ağızımın payını fazlasıyla vermişti.

"Bu teyze?"

"N'olmuş teyzeye?"

"Ne bileyim oğlum. Fatıma Anne; 'Siz ona uymayın. Delidir o ne derse alınmayın.' dedi ya hani. Merak ettim sen tanıyorsundur sonuçta."

Gözünü telefondan ayırmayan Koray;

"Lise yurdunda Rahman'ın kaçırıldığını öğrendiğinde memlekete gelip okulun camlarını indirerek öğretmenler odasını basacak kadar deli. Çifte vatandaş. 5 yıldır yurt dışına çıkma yasağı vardı. Bakalım orada ne yaptıda aldı bu cezayı?" deyip sustu. Bayağı iyi ve uzun bir cevaptı.

"Harbi manyakmış. Eee ŞahMelik'in bacısı." deyip sohbeti uzatmanın umudu ile tekrar sordum.

"Kaç yaşında?"

"Bizimle aramızda 7 yaş vardı. ŞahMelik Ada'ya gittiğinde kundaktaymış."

"Bayağı gençmiş. Ben daha büyük zannediyordum. Evli mi?"

"Sanane la manyak?"

Sözüm biter bitmez verdiği bu tepki ve imalı bakışı oturduğum yerde toparlanmama sebep olmuştu.

"Saçma sapan tepki gösterme. Tanımaya çalışıyorum teyzemizi."

"Evli bir oğlu var."

"Peki bizim durumumuzdan haberi varmıymış?"

"Biliyor."

Ağızımızın tadı fazla kaçmadan sohbeti burada kesip yine akşam ne yapacağımın derdine düştüm.

'Keşke Bora'nın ki kadar kolay olsaydı.'

"Elvin'in babası... kızı verecek mi dersin?"

"Bilmiyorum. Adam Türkiye'nin en zengin iş adamlarından birisi. Ada'ya en çok yatırım yapan zenginlerden. Damadı olacak kişinin Muhafız olduğundan haberi yok. Olsa kabul eder mi bilmiyorum. Akçakoca araya girer mi onuda bilmiyorum. Çok karışık. Ama olmak zorunda."

Bu cevaptan Koray'ın da çelişkide olduğunu anlamıştım. Ne kadar olsada Bora'nın benim gibi uğraşacak bir delisi yoktu.

"Vermezseler kaçırırız."

Koray'ın âni bakışı ile gözlerine dikkat kesildim.

"AkçaKoca'nın torununu?"

"E seviyorlar oğlum. AkçaKoca kabul etmiş zaten."

"Ne kadar kabul etsede bir kızın duvağı ile gitmesi var bir de kaçması var. O anne babanın yerine koy kendini. Allah vermesin. Benim başıma öyle birşey gelse bacımın üzülmesine aldırmam alırım o adamın kellesini." demesi ile yavaş yavaş yutkunup ayağa kalkarak uzaklaştım.

Elim boğazımda cama yaklaşıp inen uçaklara bakarken Adadaki gülüp oynadığımız güzel günler gözlerimde canlanmaya başladı.

"Rahmanla ne konuştunuz ula?"

Arkamdan sessizce yaklaşan Koray'ın konuşurken verdiği nefesi ensemde hissetmem ürpermeme neden olmuştu. Bu onun askeri yeteneğiydi. Avına sessizce yaklaşıp haberi olmadan gölgesi kadar yakın olmak.

"'Rahman' değil. O artık bizim Başkomu..."

"Oğuz ağızına sı*arım konuyu değiştirme. Başkomutan olsada o bizim kardeşimiz. Senden öğrenmeyeceğim astı üstü. Öt bakalım!"

Camdan yüzüne vuran güneş koyu kahverengi gözlerinin en derinini görmeme neden oluyordu.

"Kardeş! Bak bir derdim vardı Reisim olarak Rahman'a danıştım."

"Biz adam değil miyiz oğlum bize neden söylemiyosun?"

"La ne alakası var?"

"İnşAllah korktuğum şey değildir." demesi ile bianda gerildim.

"Neymiş korktuğun şey?"

"Rahmanla özel göreve gideceksiniz değil mi?"

'Ah be kardeşim keşke öyle olsa!'

"Oğlum getirme aklına böyle şeyler bee! Söz veriyorum Bora'nın kız isteme meselesini hayırlısıyla atlatalım söyleyeceğim."

"Bu akşam mı?"

"He lan bu akşam."

'Sen ayvayı yedin Oğuz. Dönüşü yok artık."

"Tamam. Bu akşam Rahmanla ne konuştuğunu anlatmadan sana uyku yok."

"Tamam söz." derken Koray'ın on metre arkasında, güneş gözlüklerinin arkasından bizi izleyen bir kadın ve 15 yaşlarındaki erkek çocuğu dikkatimi çekti.

"Koray! On metre arkada kadının biri bizi izliyor."

Bozuntuya verip arkasına bakmayan Koray;

"Kaç yaşlarında, nasıl biri?" deyip sol bacağını kaldırarak pantolonunun paçasını düzenledi.

Ellerini göğüsünde bağlayan kadına ve kulak üstü kulaklığını boynunda taşıyan çocuğa birkez daha göz attım.

"40 yaşlarda, 170-175 boylarında, erkek gibi dimdik duruyor, kahverengi saçları sarı rüfleli. "

"Röfle!"

"Ne?"

"'Rüfle' değil sığır 'Röfle'" deyip beni düzelttikden sonra başını sallayıp esas konumuza döndü.

"Uzun boyu tutuyor, erkek gibi dimdik duruşuda tutuyor. Oğuz! Bu Çağıl Abla." deyip yönünü kadına döndü.

Gözlüklerini indiren kadın kısa süreliğine Koray'ı süzüp, elini valizine atarak yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Tam karşımızda esas duruşa geçer gibi ayaklarını birleştirip şaşkınlıkla ağızını açtı.

"Pırtık!!!"

'Pırtık ne la!'

Kadının çıkışından sonra Koray'ın ilk baktığı yüz benimkiler olmuştu. Kulağıma yaklaşıp;

"Gülme perişan ederim." dedikten sonra kadına döndü.

"Çağıl Abla!"

Koray'ın omzuna elini atan Çağıl Ablamız şaşkınca birkez daha göz gezdirdi.

"Oğlum sen ne olmuşsun böyle?" deyip Koray'ın boynuna atılırken oğlu olduğunu düşündüğüm güler yüzü yakışıklı ile 'Ne yapıyor bu deliler?' der gibi birbirimize bakıyorduk. Çağıl Ablaya baktığımda gülen gözlerinden süzülen yaş dikkatimi çekti. Koray ağlamasada Çağıl Abla kadar hüzünlüydü.

"Abla, bu kardeşim Oğuz. Oğuz, bu Ablamızda canımız, kanımız Çağıl Abla."

"Memnun oldum Oğuz." diyen Çağıl Abla elini uzattığında mecburen sıkmak zorunda kaldım.

"Bende memnun oldum Abla. Hoşgeldiniz."

"Hoşbulduk."

Delikanlıyı kendine çekip;

"Bu da Oğlum Rahman." dediğinde bir çocuğun bir annesinin yüzüne baktım. Çağıl Abla ne hissettiğimizi anlamış olacakki dudakları çizgi halini almıştı.

"Kendi kendime yemin etmiştim 'Oğlum olursa ismini Rahman koyacağım.' diye. Ama ismini aldığı can paremi görmek nasip olmadı."

Çocuğun alnından öpüp sarılan Koray;

"Olacak Abla inşAllah. Hadi gidelim." deyip elini valize attı.

"Ne koydun abla bu valizin içine, adam mı doğradın?"

"Yok o henüz nasip olmadı. Abim Rahman'ı değil beni seçseydi o da olurdu." dediğinde herşeyi bildiğini daha iyi anlamıştım. Küçük Rahman annesinin bu hallerine alışkın olacakki hiç bir tepki vermemişti.

"Eee Abla! Bittimi sınır dışına çıkma yasağın?"

Koray'ın koluna giren teyzemizin ne denli kırık kafalı olduğu yürüyüşünden bile anlaşılıyordu. Küçük Rahman annesinin aksine çok sessiz, çok efendiydi.

"Bitti!"

"Neden yemiştin bu cezayı?"

"Restoranımı basan nazileri vurdum. Beş yıl her ay gittim imza attım."

Ben istemsizce kaşlarımı kaldırırken, sanki bu konuşulanlar normalmiş gibi diğer soruya geçti.

"Enişte ne iş yapıyor?"

"Sen tanımıyor musun enişteni?"

"Nereden tanıyayım abla 25 sene sonra ilk defa görüyorum senin yüzünü."

Koray'ın omzuna kafa atan Teyzemiz;

"O kadar sırlısınızki birbirinize bile açığınızı vermiyorsunuz." deyip benim yüzüme baktı.

"Alparslan!"

Kaşlarını çatıp hatırlamak için beynini zorlayan Koray, Çağıl Ablanın kolundan kurtulup ani bir tepki ile geri çekildi. Koray'ın halini gören Teyzemiz gülerken eli ile ağızını kapatsada yanağında gömülen kocaman gamzesini saklayamamıştı.

"Ne diyon Abla sen?" diyen Koray Çağıl Ablaya yaklaşıp fısıltı ile devam etti.

"Teoman senin eşin mi?"

'Teoman' ismini duyana kadar Alparslanın komşuları veya aile dostları olduğunu düşünürken olduğum yerde dondum kaldım. İkimizinde sıradışı halini gören Çağıl Ablanın bu durumdan zevk aldığı ortadaydı.

"Lan sus oğlum biraz daha sessiz."

"Vallahi inanamıyorum Abla sana!"

Çağıl Abla;

"Ne var lan yakıştıramadın mı beni Ağabeyinize?"

"Yok Abla estağfurullah. Gerçekten çok şaşırdım."

"Nereye parkettin bu arabayı ayakkabılar mahvetti ayağımı." derken aracın yanına çoktan varmıştık bile.

Koray;

"Burada Abla!" diyen Koray elindeki kumandaya basıp kapıları açtı.

Çağıl teyzemiz ne kadar mutlu görünmeye çalışsada gözlerinde hüzünlü bir bekleyiş vardı. 'Belki Rahman gelmiştir. Her zamanki gibi şaka yapıyordur.' düşüncesi ile kapalı otoparkın bütün karanlık köşelerinde göz gezdiriyordu. Peki Rahman 15 yıldır açıkta olduğu halde teyzesi ile hiç görüşmemiş mi? Araç lastik

gıcırtılarını arkada bırakıp, çıkış bariyerine yaklaşırken oğlu ile arka koltuğa kurulan Çağıl Abla söze girdi.

"Eee gelin hanım neden gelmedi beni karşılamaya?"

Yapmacık bir sinirle sormuştu sorusunu.

Koray;

"Hazırlık yapıyorlar abla. Hem sen için hemde akşamki hayırlı işimiz için. Bayağı sıkışıklar."

Çağıl Abla'nın bana baktığını görmesemde hissedebiliyordum.

"Oğuuuzz! Hayırdır len sanamı yoksa?"

Bu soru sebepsiz yere heyecanlanıp Koray'a bakmama neden olmuştu.

Koray;

"Bundan bişey çıkmaz abla. Ayakta uyuyor."

'Hııı sen öyle san!'

"Fıstık gibi delikanlı maşAllah. Elbet bulur nasibini."

'Hay ağızına sağlık. Keşke biraz daha tanısaydıda hakkıyla övseydi beni'

"Şuna bak hele! Utandın mı yoksa sen?"

"Yok Abla utanmadım. Dediğin gibi; 'Nasip'."

Dikiz aynasından Çağıl Ablaya bakan Koray'ın, sanki birşey soracakta çekiniyormuş gibi bir hali vardı. Bu Çağıl Ablanında dikkatini çekmişti.

"Hayırdır Pırtık neden öyle bakıyorsun?"

"Hayır Abla..." diyen Koray birkaç saniye tartıp içindeki zehri attı.

"Abla onu sormayacak mısın?"

Çağıl Abla'nın bu hamleyi beklemediği aniden solan tebessümünden anlaşılıyordu.

"Yüzüm mü var?"

"Neden olmasın Abla senin suçun ne? Bize nişanı koymuşlardı. Değil sen feriştahı gelse engel olamazdı. Neden hiç görüşmediniz, neden ne sen onu, ne o seni aramadı?"

Sesi çıkmayan Çağıl Abla'nın burnunu çektiğini duydum.

"Allah için yapma Abla ben ağla diye sormadım. Merak ediyorum sadece. Rahmana da soramadım."

"Çok özledim Koray. Biz onunla teyze-yeğen gibi değil abla-kardeş gibi büyüdük. Bunu sende biliyosun." derken, küçük Rahman annesinin elini kavrayıp destek vermeye çalışıyordu.

Oğlunun başını öpen Anne;

"Aradım, konuşmak istedim ama benimle görüşmeyi kabul etmiyordu. Ablamdan numarasını aldım defalarca aradım açmadı. Oğlum Rahman'ın resimlerini gönderdim, 'İnsafa gelir' dedim olmadı. Ablama; 'Gönlünü et görmek istiyorum.' dedim; 'Daha vakti var anne siz karışmayın.' diyormuş başka birşey demiyormuş. En sonunda Alparslan açıkladı. 'Senin bir suçun yok. Rahman beni görmek istemiyor. Sen benim eşim olduğun için sana da mesafe koydu.' demişti. Biz tanışmadan önce Alparlanlar'ın "Tim Reisi Rahman..." derken Koray sözünü kesti. Bu sözün devamı Koray gibi benide germişti.

"Burak Komutanımız Rahman yüzünden Şehit olmadı."

Çağıl Abla;

"Biliyorum bitanem. Rahman öyle kabul etmiş birkere değiştiremezsin. Küçükkende öyleydi sıpa bilmiyor musun?" derken, Rahman'ın çocukluk halleri gözünün önüne gelmiş olacak ki gülümsedi.

"Alparslan aradı. Rahman ile görüştüğünü, artık ayrılığın son bulduğunu söyledi. Hemen çıkıp gelmek istedim ama yasağımın bitmesine 3 ay vardı. Bu 3 ay bana 40 yıldan beter geldi. Allah'dan 3 ay kalmıştı. Yıl kalsa Almanya'yı ateşe verirdim heralde."

"Sen yaparsın!"

Uzanıp Koray'ın kulağına asılan Çağıl Abla'nın aniden değişen bu moduna şaşırmıştım.

"Sen büyüdünde baba mı oldun Pırtık efendi."

"Abla artık 'Pırtık' demesen. Çocuklarım oldu ya hani o yüzden."

"Ben derim efendim. Benimle Teoman başa çıkamadı ki sen çıkasın."

Arkamızdaki patlamaya hazır bombaya karşı elinden birşey gelmeyen Koray başını tehtidvari bir şekilde sallamakla yetinmişti.

"Senin hakkından gelecek adamı ben biliyorum. Bekle sen."

KÜBRA'dan...

Abilerimizin birini daha dünya evine sokmanın grurunu, mutluluğunu yaşıyorduk. Zaten sessiz olan Bora yaşadığı heyecan sebebiyle büsbütün lal olmuştu. Ama bir pürüz vardı. Elvi'nin babası razı olmadığını birçok kez Elvin'e belirtmesine rağmen

biz kararımızdan kati suretle vazgeçmemiştik. Allah gökte kıydıysa bu nikahı babaya sadece arkasından seyretmek kalırdı.

"Kızım senin ne işin var burada gitte hazırlansana. Ayağımıza dolaşıp duruyosun."

Beyaz kupasından nescafesinin son yudumunu alan Elvin kanlanmış gözlerini çevirip cevap verecekti ki kapı zili çaldı.

"Al işte bak Boralar geldi."

Mutfak masasından ayağa kalkan Savcıyı arkamda bırakıp ıslak ellerimi kurulama gereği duymadan kapıya koştum.

"Hoşgeldiniz. Hani Boralar gelmedi mi?"

Şûra öpücüğümü verip içeri dalarken, çıkmakta inat eden ayakkabısı ile cebelleşen Zümra zor bela cevap verdi.

"Hayır! Biz kuyumcudan setleri aldık. Koray Abi telefon edince koştuk geldik. Teyzeyi almışlar geliyorlarmış."

"Ooohhh! Eve bir şenlik daha."

Mutfağın önünden salona geçen Zümra Elvinle gözgöze geldiğinde geriye doğru iki adım atıp ağzı açık bir şekilde gözlerine bakakaldı.

"Kızım sen daha gitmedin mi? Sanki beni isteyecekler."

"Zümra ben ne yapacağım? Babam Bora ile ailesine 'Hayır' derse ne cevap vereceğim. Dedem 'Ben karışmam evlat onların evladı.' demiş."

Elindeki çantaları arkasından gelen Şûra'ya uzatan Zümra;

"Kuzum sen şu takıları yatak odasına koy başına birşey gelmesin." deyip, Elvin'e, geçmesi için salonu gösterdi.

"Sen ciddi ciddi bunu mu düşünüyorsun? Sen onları henüz tam tanıyamadın. Oluşumlarından bu yana ellerini attığı her kaleyi fethetmişlerdir onlar. Onlarda geri dönüş planı yoktur. Seni ya alacaklar ya alacaklar. Şimdi git hazırlan. Şuna bak yüzün terhis çuvalına dönmüş."

Yüzlerimizde gözlerini gezdiren Elvin'in gönlü olmuş olsada içerindeki şüpheyi yenemiyordu.

"Babamı tanımadan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun Zümra? Bora'nın Muhafız olduğunu söylemedim. Söylesem bukez Muhafız diye vermeyecek. Ada'ya çok yatırımı oldu. Onları ne kadar sevsede yaptıkları iş bir anne-babanın kabul edeceği bir iş değil."

Arkadaşımı tanıyorsam sabrının son demlerini yaşıyordu.

"Bora'nın mutlaka bir planı vardır. Hem Allah var gam yok. O isterse olur. Şimdi git ve hazırlan bak iki saat kaldı gelmemize."

Zorla gülümseyen Elvin;

"Teşekkkür ederim." deyip mutfaktan çantasını alıp, pormantodaki montunu sırtına atarken;

"Keşke Karabasan burada olsaydı. Bir çaresini mutlaka bulurdu." deyip kapıyı kapadı.

Kapının arkasından bakıp iki elinide beline atan Zümra duruşunu dikleştirdi.

"Karabasan yoksa avradı var aslanım." demesi bir yudum aldığım suyu boğazıma dizdi.Zaman kaybetmeden iki adım yaklaşıp başını tutarak ısırığımı aldım.

"Ne oluyor gene neyi kaçırdım?"

"Annenin şebeklikleri işte. O elindeki kutu ne?"

Yüzündeki çiçekler açan Şûra;

"Babama telefon aldık Teyze. Hemde en güzelinden. Bak."

Arkasındaki üçgen şeklinde dizilmiş kameralar ne denli değerli birşey olduğunu gösteriyordu.

"Ooo çok iyi düşünmüşsünüz. Haketti ama."

"O herşeyin en güzeline layık." dediğinde yanağından makasımı alıp bugün belki yüzüncü kez çalan kapıyı gösterdim.

"Evet. Kızı gibi mükemmel."

Kapı açılıp taze anne Gökçen ile gözgöze geldiğimde kucağındaki kara turpu almak için yaklaştım.

"Oy oy kurban olsun teyzesi bu kara turpu yaradana."

"Kara deme kız çocuğuma! Hem Rahman abimde küçükken karaymış sonradan açılmış güzelleşmiş. İsmine çekmiş benim oğlum."

"Size bişey diyim mi? Allah Fatıma Anneye sabır versin. Oğlanlar deli, gelinler deli."

Mutfakdaki Zümra'ya kısa bir selam veren Gökçen minik Rahman'ı alıp salona geçti.

"Karnı acıktı onun."

"Çocuklar nasıl, üzmüyorlar değil mi Fatıma Anneyi?"

"Yok yok. Oynuyorlardı."

Gökçen'in kucağındaki minik Rahman'a gözlerim istemsizce dalmıştı.

"Sen Rahman koydun, Asel Fatih. Ne kadar manidar oldu değil mi?"

"Rahman Abim çok sevindi ama. İnşAllah kaderide ona çeker yavrucuğumun."

Bu cümlesinden sonra yüreğim bian 'cız' etti.

"Emin misin?"

Gökçe'nin gözü karşısındaki duvarda asılı olan nazar duasına takılı kalmıştı.

"İnşAllah Abla. Rabbim yazarsa o da olur."

Kalbimizi titreten sohbeti Zümra'nın yumuşak sesi bölmüştü.

"Kübra kocanı arasana. Şimdiye kadar gelmeleri lazımdı." derken, perdenin arkasından park edilen arabamızı gördüm.

"Gerek kalmadı canım geldiler." deyip büyük bir merakla dizlerimi kanepeye koyup perdeyi araladım. Sırtıma binen yükle başımı çevirdiğimde Zümra'nın mutfaktan buraya saniyeler içinde gelmesine şaşırmıştım.

"Kızım yavaş napıyorsun?"

Zümra;

"Uf uf ufff Kübraaaa! Şuna bak kız ne kadar güzeeell."

Gökçen;

"Allahım gözlerin iriliğine bak. Bunun neresi teyzee?"

Dimdik duruşu, yanağındaki gamzesi ile tam bir afetti teyzemiz.

"Gamzeye bak kız mezar gibi." dediğimde Gökçen ile Zümra gözlerime bakakaldı.

"Ne oldu?"

Üzerimden kalkan Zümra kapıya koşmaya başladı.

"Güdümsüzün benzettiği şeye bak. Senden başka kim bir gamzeyi mezara benzetirki."

"Ne yapayım kızım. Görmedin mi ne kadar derin."

"Allahım sen yüzümüzü kara çıkartma."

Kapıkolunu aşağı indiren Zümra kendinden iki parmak kısa Teyze ile karşı karşıya geldiğinde ilk önce onun konuşmasını bekledi.

"Selamun Aleyküm."

"Aleyküm Selam. Hoşgeldiniz."

İçeri geçmeden önce Zümra ile gözgöze gelen Teyzede anlamsız bir tereddüt vardı.

"Karşımda Kağatun Ana mı var yoksa gelinimiz mi?"

Herzamanki şirinliği ile boynunu deviren Zümra;

"Yapmayın lütfen. İkiside değilim. Öz mü öz yeğeninizim sizin." deyip geçmesi için yolu açtı.

"Tamam öyleyse." diyen teyze omzunda asılı olan çantasını Oğuz'un kucağına fırlatıp Zümra'nın boynuna atıldı. Biraz önceki teyzeden eser yoktu. Sevincini içine sığdıramıyor Zümra'nın kollarında bir çocuk gibi zıplıyordu.

"Allahım! Sen ne kadar güzelsin böyleee!"

Koray'ın ve Oğuz'un haline bakılırsa en zor görevlerinden birini atlattıkları hallerinden belli oluyordu.

"Pırtığın ki hanginiz." deyip bana bakan teyze.

"Sen misin?" dedikten sonra cevabımı beklemeden boynuma atıldı.

"Bi dakka bidakka o ben değilim. Gökçen." dediğimde Koray araya girdi.

"Hayır canım sensin.'Pırtık' ben oluyorum."

"Aaa çok şirinmiş." deyip teyze ile kucaklaşmama devam ettim.

Gökçeni gören teyze biran duraksadı.

"Sen o'sun."

Amcası gibi sevdiği insanın eşini karşısında görmenin burukluğunu yaşayan Gökçen'in dudakları çizgi halini almıştı.

"Evet ben o'yum teyze. Hoşgeldin."

O kadar içten sarılıyor, o kadar güzel öpüyorduki; Anne gibi kokluyor, baba gibi sahipleniyordu Şehit kızını.

"Hadi bakalım gelin hanımlar düşün önüme."

Hep birlikte salona geçerken kanepede yatan Rahman'ı dikkatlice kucağına alıp boynunu kokladı.

"Vallahi Mert'in küçüklüğü gibi kokuyor." deyip annesinin güzelliğini alan kendi oğlunu kolunun altına aldı.

"Bak sıpam. Bu da en küçük Rahman."

Oğlunun verdiği cevap hayat dolu olan annesinin biranda yüzünü düşürdü.

"Çok şirin anne. Ben esas kahramanı çok merak ediyorum. O nerede?"

Sanki patavatsızca sorulmuş soru gibi herbirimizin yüzüne hızlı hızlı bakan Çağıl Teyze, sözü değiştirip kucağındaki Rahman ile kanapeye oturdu.

"Ablam nerede, yok mu?"

Gökçen;

"Gelmek üzeredir teyze. Murat uyuyordu."

Murat! İsmini duyan Çağıl Teyze'nin yüzünü kırık bir tebessüm kaplamıştı.

"Gelsin bakalım Murat."

Küçük yaşta vefat eden yeğeni aklına düşsede, yeni tanıştığı aile üyelerinin heyecanı kafasını dağıtmasına yetmişti.

"Eeee! Neler yapıyorsunuz? Kendinizden bahsedin biraz."

Sesi oldukça çatallı ve en az ağabeyi ŞahMelik kadar otoriterdi.

Yeni teyzesinin yanına oturan Zümra söze girdi.

"Ben, Kübra ve Okuldan bir arkadaşımız Özel Poliklinik açtık. Gökçen ile Kağan da ortak Mühendislik bürosu açtılar. Rahman ve Ağabeylerimiz Muhasebede hesap kesmeye devam." deyip kaşlarını çatarak devam etti.

"Fatıma annem eşinin Kara Muhafızlardan olduğunu söylediğinde çok şaşırdık."

Koray;

"Bir dakika! Siz biliyormuydunuz?"

Gökçen;

"Siz yoldayken Fatıma Annem söyledi Abi. Rahman Abim saklanmasını istemiş."

Rahman'ın ismi ne zaman teleffuz edilse Çağıl Teyze gözlerini kaçırıyor, rahatsızlığını saklayamıyordu. Sorduğu soru ile hedefi tam onikiden vuran Gökçenin alnından öpesim gelmişti.

"Rahman Abimi sormayacak mısın ?Neden görüşmediğinizide anlattı."

Kaçarının olmadığını anlayan Teyze istemedende olsa söze girdi.

"Ben Rahman'ı çok aradım. Buraya gelemedim ama görüşmeyi çok istedim. O takıntısı çocukluğunda da vardı. Anladım. Saçmalık ama değil mi? 'Alparslan'ın yüzüne bakmaya yüzüm yok.' diye düşünüyorsun ama benim suçum ne? 'Eee ne zaman görüşecekmişiz.' Onuda Rahman efendi bilecekmiş. Bak bak bak..."

"...veee Kudüs Alındı ayrılık bitti."

Hep birlikte sesin geldiği yöne baktığımızda Şûra ile gözgöze geldik. Teyze Şûra dan gözünü çekmiyor hayranlıkla süzüyordu.

"Hoşgeldin Teyze. Yukarda biraz işim vardı kusura bakma. Ben Şû..."

"Şûraa!"

Teyze'nin, Şûra'nın kendisinden önce ismini söylemesi hepimizi şaşırtmıştı.

"Şaşırmayın. Şûra'yı hem anısından, hemde babasından dolayı tanımayan yok. Daaa..."

Çağıl Teyze, kucağındaki turpu annesine uzatıp ayağa kalktı. Gözlerini hâla çekemiyor, 'İster mi, istemez mi?' düşüncesi ile sarılamıyordu. Şûra da bunu anlamış olacak ki kollarını açıp Teyzeden önce sarıldı. Beline atılan güzelliğe kayıtsız kalamamış karşılığını fazlasıyla vermişti.

"...Daaa! Sen bahsedilenlerden daha güzelmişsin."

"Teşekkür ederim. Sizde öyle."

"Özledin mi babanı?"

"Çoookk! Gelmesini dört gözle bekliyoruz."

"Aa aaa... Neden bekliyorsunuz? Siz gitsenize."

"Siz babamın ada da olduğunu bilmiyorsunuz galiba?"

"Kız bırak şu sizli-bizli konuşmaları." deyip gözleri ile Zümrayı gösterdi.

"Kızım senin Annen tüm Muhafızlar'ın Kağatun anası değil mi? İstese bir telefonla arka bahçeye helikopter, Esen boğaya Koca Yusufu indirtir." dediğinde herkes şaşkınlıkla bakarken;

"Koca Yusuf; yani Askeri Kargo Uçağı. Çıkın siz gidin yanına." derken Zümra ağızı açık ayağa kalktı.

"Se... Sen ciddi misin Teyze?"

"Kızım senin konumun basit bir konum değil. Çak babana bir emir yarın kaldırtsın uçağı." dediğinde Zümra, Koray ve Oğuz'a baktı. İkiside gözlerini kaçırmış bu olaya şahit olmak istemiyordu.

"Doğru mu bu? Bu kadarına gücüm yeter mi?"

Koray Oğuz'a, Oğuz Koray'a bakıyordu.

"Böyle birşeye hakkım var mı?"

Çaresiz kalan Koray gözlerini yumup cevap verdi.

"Nereye ne ile gitmek istersen oraya gidersin."

"Peki tek mi giderim?"

Oğuz;

"Güvenliği riske atmadığın sürece herkesi götürebilirsin. Götürdüğün kişiler bir Muhafız'ın birinci dereceden akrabası olacak. Ama Rahman'ın ne tepki vereceğini kestiremezsin. Kızabilir. Hatta çok kızabilir."

Zümra başını yere eğmiş düşünürken. Yavaş yavaş deli tarafına şahit olduğumuz Teyze;

"Taş çatlasa bir hafta arkasını dönerde yatar. Ver emri gitsin kız."

Koray;

"Bu o kadar basit değil Teyze. Gittiğiniz yer sıradan bir lise değil, Rahman lise müdürü hiç değil. Orada töre, yasa konuşur. Bunu çiğneyen Kağatun Anada olsa. Rahman tereddüt etmeden cezasını keser."

Koray'ın bu konuşması bizim heyecanımızı çoktan süpürmüştü. Zümra, sanki ensesinde birşey varmış gibi boynunu çevirdiğinde en az bizim kadar umutları yıkılan yaramaz Teyze gülerek araya girdi.

"Sana kurban olurum ben. Rahman bu hareketini taaa küçükken sinirlenince yapardı. Ensesi kaşınırdı sanki."

Teyzeye gururla küçük bir tebessüm atan Zümra ciddi bir hâl alıp cevap verdi.

"İlk görevimiz bu akşam Bora ve Elvin'i kavuşturacağız. Babamı arayacağım. Yarına hazırlayacağım listedeki herkes uzun bir uçak yolculuğuna hazır olsun. Adaya gidiyoruz."

Pencereden dışarıyı seyreden Koray, göğüsünde bağladığı kollarını çözüp omzunu dayadığı duvardan ayrıldı.

"Haddime değil ama sen emin misin? Hesabı ağır olur."

Kararlı bir şekilde Gölge'ye bakan Kağatun Ana;

Rahman efendi benim onsuz akıttığım yaşların hesabını verdimiki bana hesap soruyor. Hem o Kudüs'e kime sorduda girdi. Benimde sormama gerek yok. Yeter artık." deyip telefonunu eline alarak mutfağa gitti.

Herkes gibi Zümra'nın bu tavrından etkilenen Çağıl Teyze ceylan gözleri kadar iri gözleri sonuna kadar açılmıştı.

Gülümseyip dişlerini sıkarak Koray'ın yanağından makas aldı.

"Hüdai Ağabeyimin bir sözü vardır Pırtık; 'Kurdun karşısına dikiliyorsan en az Bozkurt kadar cesaretin olmalı."

6 saat sonra...

Villa nizamiyesini geçtikten sonra aracımızı ıslak parke taşları silkelemeye başlamıştı. Üç araç ard arda durduğunda zaman kaybetmeden cam kenarında oturan Gökçen'e acele etmesi için dürttüm.

"Ne oldu abla?"

"Piştim yemin ederim. Çabuk in."

Dışarı çıkıp yeni dinmiş yağmurun arkasında bıraktığı müthiş koku ile ciğerlerimi doldururken, kulağımı lale misali açılmış küçük hazneden altındaki süs havuzuna akan suya verdim. Yardımcılarının kapısında bizi beklediği eve, nizamiyede bizi karşılayan korumalara baktığımda ev sahibinin Elvin'in anlattığından daha mühim biri olduğunu anlamıştım. Her araç kapısı kapandığında heyecanım bir kat daha artıyordu. Bora'nın babası Mithat Amca ceketinin önünü ilikleyip 'Besmele' çekerek yürümeye başladı.

Koray'ın kolunu tutan Oğuz;

"Ben burada kalayım." dediğinde yabancı bir ses geldi.

"Olmaz öyle şey! Herkes için yerimiz var."

Başımı kaldırıp önüme baktığımda Bora'nın elinden çiçekleri alan Elvin'in heyecanla parlayan gözleri ile karşılaştım.

'Kuzum benim.'

Kendinden emin bir şekilde yanında dikilen, güldüğünde bile kaşları çatık olan adamın babası olduğunu anlamam çokta zor olmadı. Kapının önündeki kısa hoşbeşten sonra içerdeki parlak ışıklar kırmızılar içindeki Elvin'in mavi gözlerini daha bir açmış, daha bir güzelleştirmişti. Bora'nın annesi Ayşen Anne evi gözleri ile tararken Elvin'e geldiğinde durdu. Hiç birşey söyleyemiyordu. Bu ihtişamın altında kendini ezik hissettiği her halinden belliydi. Ama emindiki biricik evladı Bora'ya yakışan ve ihtiyacı olan, ona tertemiz duygularla bağlanan Elvin Savcının pak mı pak kalbiydi.

Geniş ailemiz salondaki oturma gruplarına yerleşirken herkesin oturmasını bekleyen gelinimizin babası Sefa Bey'in mütavaziliği gözden kaçmamıştı.

"Tekrar hoşgeldiniz."

Herbirimizin yerine Mithat Amca 'Hoşbulduk' dediğinde diğer soru gecikmedi.

Sefa Bey;

"Nasılsınız iyisinizdir inşAllah? Bayağı bir yorgun görünüyorsunuz."

Mithat Amca;

"Çok şükür. En kötü yorgunluğumuz böyle olsun. Sizlerde iyisinizdir inşAllah."

Sefa Bey;

"Hamdolsun. İyiz."

Mithat Amca ne kadar etkilensede oğlu gibi asil duruşunu bozmuyor, gözlerini Sefa Bey'in gözlerinden ayırmıyordu.

Elvin kahvelere giderken uzun bir sessizlik oldu. Bu sessizliği bozan, sıranın kendinde olduğunu hisseden Mithat Amcaydı.

"Ne işle uğraşırsınız."

Diller güzel konuşsada iki çift göz birbirleriyle savaşıyordu sanki.

Sefa Bey;

"Genel olarak inşaat. Bunun yanında otelcilik ve demir-çelik ile uğraşıyoruz. Siz ne işle uğraşırsınız Mithat bey?"

"Çay, fındık. Bizim işimiz sizinki kadar geniş değil. Kimseye muhtaç olmadan kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyoruz."

Elvin kahveleri getirirken ne kadar gülümsemeye çalışsada yüzünün bir tarafı buruktu. Sıra Zümra'ya geldiğinde başı ile yaklaşmasını işaret edip kulağına birşeyler fısıldadı. Zümra'yı geçip Çağıl Teyze'ye gelen Elvin'in yüzü bir anda şaşkın bir hal almış, gözleri parıldamıştı.

Kahvesinden bir yudum çeken Sefa Bey mütavaziliğinden taviz vermiyor Bora'yı gözleri ile resmen yiyordu.

"Ne güzel. Allah kimseye muhtaç etmesin. Peki oğlumuz ne iş yapar? Sizin işinizi devam ettirmiyor mu?"

"Bizim oraların işi zordur Sefa Bey. Oğlum..." deyip Bora'ya bir süre baktı. Gözleri gururla tebessüm ederken gerçek işini saklayıp malum mesleğini telaffuz ederek belkide hayatında ilk defa yalan söyledi.

"Muhasebeci."

"Elvinde onu tercih etti."

Kahveler yarıya gelmiş esas meseleye hiç olmadığı kadar yaklaşılmıştı.

Ceketini toparlayan Mithat Amca;

"Gelelim burada bulunmamızdaki esas gayeye." deyip meselenin uzamasına müsade etmeyip başını yere eğen Elvin'e kısa bir bakış attı.

"Gençlerimiz birbirleriyle konuşmuş anlaşmışlar. Allah'ın emri Peygamber Efendimiz'in kavli ile kızınız Elvin'i oğlumuz Bora'ya istiyoruz."

Fincan sesleri bir anda kesilmiş bütün gözler Sefa Bey ve yanındaki eşine sabitlenmişti. Elvin'in gözlerini, annesinden aldığı ortadaydı. En az Elvin kadar heyecanlı, Elvin kadar korkuyla bakıyordu Sefa Bey'in gözlerine.

Kahve fincanını koltuğun yanındaki sehpaya bırakan Sefa Bey'in yüzündeki gülümseme gitmiş, yerini kız babasına yaraşır bir ciddiliğe bırakmıştı.

"Mithat Bey! Oğlumuz gerek efendiliği ile gerekse fiziki olarak herşeyiyle gerçekten dörtdörtlük. Takdir edersinizki bu işler aceleye gelmez..." derken, bian Elvin'in babasının üzerine atlamasından korkmadım değil. Güler yüzü biranda solmuş, masmavi gözlerini öfke kaplamıştı.

"... Bu işler aceleye gelmez. Bize biraz zaman tanımanızı isteriz. Biz size en kısa zamanda haber iletiriz." deyip, yine aynı mütavazilikle reddetti.

Ortamı üzücü bir sessizlik kaplarken Elvin'in annesi ayağa kalkıp başörtüsünü düzelterek kızının yanına gitti.

"Biz size tatlı ikram edelim."

Anne-kız salondan çıkıp gözden kayboldu. Yerinde kıpır kıpır eden Zümra yanındaki çantasını alıp müsade isteyerek Elvin'in peşine takıldı.

Mithat Bey;

"Herşey nasip kısmet işi. Allah yazdı ise bunu bozmaya kimsenin gücü yetmez. Bu durum ikisi için hayırsız olacaksa baştan kesip atmalı. Biz sizden haber bekleriz Sefa Bey."

Sefa Bey'in yüz ifadesinden verdiği bu zor cevabın altında ezildiği belliydi. Zümra gelip yerine oturduğunda çok geçmeden Elvin ve Annesi ellerinde tatlı tepsileri ile çıkageldiler. Yardımcı bayanlarında yardımıyla tabaklar dağıtılırken Elvin'in babasına götürdüğü tabak herkesinkinden farklıydı. Evet farklıydı çünkü havuç dilimi tatlının yanında küçük, oldukça siyah birşey gözüme çarptı. Bunun ne demek olduğunu, babasına ne götürdüğünü Elvin de bilmiyordu. Bu, babasına; 'Ne olacak acaba?' der gibi attığı şüpheli bakışlardan belliydi.

Tabağa bakan Sefa Bey'in otoriter simasından eser kalmamıştı. Salonda ölüm sessizliği yerini korurken bütün gözler ev sahibinin anlam veremediğimiz hareketlerindeydi. Tabağın içindeki şeyin ne olduğunu Sefa Bey'in titreyen parpaklarının arasında gördüğümde anlamıştım.

Bu Rahman'ın; 'Alacağını aldıktan sonra sahibine iade edersin!' deyip Zümraya verdiği yüzüktü.

'3 ay önceden bu günü görmek. Morg kapılarında, o sıkıntılı gününde bile kardeşlerini düşünmek. Bu inanılmaz. Sen nasıl bir kardeşsin, sen ne yüce bir Komutansın be abim?'

Kendimi içimde kabaran duygu fırtınasına kaptıramaz ağlayamazdım. Zümra ile göz göze geldiğimde mutlulukla tek gözünü kırpması ile o gözünü çıkartıp yiyesim geldi.

'Karabasan yoksa avradı var!'

Allah seni bildiği gibi yapsın şebek tosba.

Evet; Alagan yoksa Kağatun Ana var.

Parmaklarının arasındaki yüzüğü incitme korkusuyla ayağa kalkan Sefa Bey yardımcılara doğru yürüyüp yüzüğü elinde sakladı.

"Hepiniz müştemilata gidin. Hiç kimse kalmasın."

Sessizce söyleneni onaylayan iki yardımcı koşar adım mutfaktaki diğerlerine haber vererek alelacele dışarı çıkıp kapıyı kapattılar.

Yüzünü bize dönen Sefa Bey'in hareketleri yumuşak, bakışları mahcuptu. Kıravatını gevşetip, gömleğinin üst düğmesini açıp derin bir nefes aldıktan sonra Bora'ya baktı. Başını yerden kaldırmayan damat adayının gülüşünden aklından geçenin Reisi Karabasan olduğu ve yaptığı bu jesti düşündüğü belliydi.

Elleri kadar seside titreyen Sefa Bey;

"Çok özür dilerim. Ben... Bilmiyordum. O... O burada mı? Alagan! Karabasan hanginiz?" deyip, cevabın, beklediği kişi olan Boradan değilde Zümradan gelmesi sıçrayıp o yöne bakmasına sebep oldu.

"O burada değil. Ben onun eşi..." deyip devam ederken Sefa Bey'in kendine çekidüzen vererek ceketinin önünü kapatması adeti ve töreyi iyi bildiğinin bir göstergesiydi.

"... Ben onun eşi bu ağabeylerimiz ve bu kalabalık onun ailesiyiz."

"Bilemedim kusura bakmayın." deyip şevkatle Şûra'ya baktı.

"Sen o'sun değil mi güzel kız? Sen o hikayenin baş kahramanısın."

Bunu beklemeyen Şûra, gururla gülümseyip gerdanını okşayan annesine bakarak cevabı belli olan soruyu yanıtsız bıraktı.

Bora'ya yaklaşan Sefa Bey omuzlarına elini attığında oturan dağ ayağa kalkarak heybetini gösterdi.

Sefa Bey;

"Bilmeliydim. Babamı, Kayınpederimi çağırdığımız halde gelmemesinden bilmeliydim ama nereden bilebilirim." deyip başını Mithat Amcaya çevirdi.

"Allah'ın emri Peygamber Efendimiz'in kavli ile kızım Elvin'i Komutanımıza verdim." deyip gülüşmelere ve konuşmalara aldırmadan kızına döndü.

"Bu meşakkatli yolu kendin seçtin. Ben onların yoluna elimden gelen hizmeti verdim kızım. Yüzümü kara çıkartma. Allah hayırlı uğurlu eylesin." deyip dolan gözlerini kırparak elindeki emaneti Zümraya teslim etti.

"Kağatun Ana!"

1 SAAT SONRA...

'Eve ayak basmadan söylüyorsun Koray'a. Bu rica değil emirdir.'

'Hayyt benim çimen gözlüme. Nasılda sıkıştırdı Oğuz'u.'

Bir saat önce yolda söylemesi konusunda Oğuz Abi'ye baskı yapan Zümra arkasına bakmadan aracına binip motorunu çalıştırmıştı. Bizim arabanın şoförlüğünü yapan Koray'ın gözlerinde hâla Elvin ve Bora'nın mutluluğu vardı.

Gelirken aracın ön koltuğunda gelen Oğuz dönerken önü bana bırakıp Çağıl Teyze ve Şûra'nın yanını tercih etmişti.

Direksiyon başında kardeşinin mutluluğuna deli gibi gülümseyen Koray'ın yanağını ısırmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Sen çok mu sevindin kardeşinin mutluluğuna?"

"İnsan sevinmez mi be gülüm? Geç bile kaldılar. Ben ve Rahman tamam, Bora tamam, Kenan ve Doktorda tamam sayılır zaten. Gerisi diğer kazmalara."

Arkadan Koray'ın omzunu çimdikleyen Çağıl Teyze;

"Ayıp değil mi? Kardeşlerine kazma deme." diyerek, fırsat buldukça yaptığı şeyi yapıp Oğuz ile kendisi arasına sıkışıp kalan Şûra'nın yanağına sulu bir öpücük kondurdu.

Ara vermeden arkasa sessizce oturan Oğuz'a bir taş attım. Eve çok yaklaştık ve bian önce söylemesi gerekiyordu.

"Hem belki senin bilmediğin şeyler vardır Koray. Değil mi Oğuz Abi?"

Kederli bakışlarını akan yoldan çeken Oğuz'un bir anlık panikle, ne dediğini, lafın nereye gittiğini bilmeden konuşması attığım taşın onikiden vurduğumun habercisiydi.

"He vardır!"

'Ay çok fenayım yaaa!!!'

Kaşlarını çatıp aynaya bakan Koray başını yatırıp Oğuz'u görmeye çalışıyordu.

"Sende var zaten birşey çakal seni. Tövbe estağfurullah çocuğun yanında ters ters konuşturuyor beni. Oğlum ağızını açma çok sinirliyim sana."

'Haydaaa! Daha başlamadan kızdı.'

"Koray! Kardeş benim bir derdim var."

Oğuz'un ses tonundan ciddiyetini anlayan Koray gözlerini yoldan çekip arkasına döndü.

"Oğlum ne oldu lan ne derdi?"

Biraz önce dişlerini sıkıp Oğuz'a kızan Koray öz kardeş şevkatiyle sormuştu bu soruyu.

'İşte başlıyoruz. Allahım sen yardımcımız ol.'

"Kardeş ben çok kötü hata yaptım."

"Lan dolandırma lafı o benim işim. Söyle işte yabancı kimse yok."

Bu kapalı ortamda acıdığım tek kişi bir Oğuz Amcasına bir Koray amcasına saf saf bakan Şûra olmuştu.

"Hacı ben aşık oldum."

Ne yapacağını şaşıran Koray, başını çevirip bir arkasındaki Oğuz'a birde aynadakine bakıyordu. Ciddi olduğunu anladığında sevinçten yerinde kıpırdanmaya, direksiyonu var gücü ile sıkıp gülmeye başladı.

"Sevinme oğlum bizim durumumuz biraz sıkıntılı."

"Ne kadar sıkıntılı olabilir oğlum. Bizim elimizden ne kurtuldu ki?"

İşte şimdi Oğuz'a gerçekten acıyordum.

Koray;

"Kimmiş hele söyle!"

"Emin misin kardeşim?"

"Lan ne emin olmıcam. Söyle hadi."

Yardım istercesine benim söze girmemi beklediğinden emindim ama bunun kesinlikle olmayacağına benim kadar o da emindi.

Koray;

"Oğuz söyleyecek misin? Bak buraya kadar geldin oğlum söyle işte."

Şûra'nın omzundan tutup kendine yapıştıran Oğuz, masumcağızın şaşkın bakışlarına aldırmadan kendine siper etti.

"Songül! Koray ben Songül'e aşık oldum. Hem o da razı."

'Allahuekber!'

Gözlerini kısıp bir süre düşünen Koray dikiz aynasına baktı.

"Songül kim ula? Hatırlayamadım."

"Son... Songül işte oğlum. Kardeşin!!!"

Ağızı açık kalan Koray biranda kendini kasmaya başladı. Hiç sesi çıkmıyor sadece kasılıyordu. Sırtım koltuğa yapışıp aracın ibresine göz attığımda 140 kilometre hıza ulaştığını gördüm.

"Koray sakin ol Koray!" desemde 'Bana mısın?' demiyor dahada hızlanıyordu.

'160 kilometre hız!'

"Koraycım sakin olacak mısın?"

İçindeki öfke, gözlerini kanlandırsada, bütün kaslarını lif lif ayırsada kendini dışarı atamıyordu.

'180 kilometre hız!'

Şoförlüğüne ne kadar güvensemde bu hız bu yola çok fazlaydı.

"Haklısın kardeşim! Ben yakıştırmıyorumki kendime sen yakıştırasın."

Oğuz'un bu sözünden mi yoksa evimize çıkan sapağı gördüğünden mi bilinmez ama aracın yavaşladığını hissettim.

'120 kilometre hız!'

İçimde sıkışan havayı dışarı bırakıp Koray'ın yüzüne baktım.

"Koray konuşacak mısın?"

Onun bu haline alışkın değildim ve çok korkuyordum. Araç ev yoluna girsede kollarının hâla gergin olduğunu görebiliyordum. Bu kişi Koray değildi! Bu kişi, ilk defa gördüğüm, bu yüzünü maske arkasında saklayan Gölgeydi. Komutanları bir madalyon ortaya çıkarmıştı ve gördüğüm bu korkunç gözler madalyonun diğer yüzüydü. Suskun, bir o kadarda ürkütücü.

Yapılan ani frenle gözlerimi Gölgeden çekmiş evimize geldiğimizin farkına varmıştım.

Sıkı sıkıya kavradığı direksiyonun üzerindeki ellerini açabildiği kadar açtı.

"Kapışma!"

Şûra'nın saçlarını yüzünden çeken Oğuz, gök mavisi gözlere bakıp, hiçbir şey yokmuş gibi gülümseyip kapının kolunu kendine doğru çekti.

"Koray burada olmaz!"

"İn lan aşağıya!" deyip araçtan hızla inip bahçe kapısını açan Koray'a 'Yapma' deme cesaretini kendimde bulamamıştım.

Onu takip eden Oğuz kapının önünde durup bana baktı.

"Kübra kardeşim. Siz içeri geçip bizi bekleyin. Birşey olmayacak."

"Hiçte bile!" diyen Şûra, Oğuz'un elinden tutup yalvaran gözlerle baktı.

"Amca gitme! Kavga etmeyin n'olur. Şimdi sen çık git. Seni görmezse sakinleşir zaten."

"Kardeş kardeşe kızmaz Şûram." diyen Oğuz beklemeden içeri geçti.

Geniş bahçenin ortasında bekleyen Koray kendi etrafımda adımlıyor ellerini açıp tekrar kapatıyordu.

Karşısına dikilen, küçükte olsa korku belirtisi göstermeyen Oğuz;

"Eee ne yapacağız şi..." demeye kalmadan beş adım mesafeyi nasıl kapattığını bilmediğimiz Koray zıplayıp Oğuz'a sıkı bir yumruk attı.

Bu yumruk başka birine değseydi eğer Oğuz gibi olduğu yerde sendelemez muhtemelen ruhunu teslim ederdi.

"Karşılık ver lan karşılık ver!"

"Koray gerçekten engel mi olac..."

Oğuz yine sözünü bitirememiş göğüsüne aldığı tekme ile öksürmeye başlamıştı.

"Biliyorum o mektubu! Annene babana Rabbim'e yazdığın o mektubu biliyorum."

Koray'ın bu konuşmasından biz birşey anlamasakta Oğuz'un birşeyler çıkardığı çatılan kaşlarından anlaşılıyordu.

"Nerede lan?" diyen Oğuz diz çöktüğü yerden çevik bir şekilde ayağa kalktı. Bu bilim kurgu filmlerindeki gibi bir şeydi. Kara Muhafızlar sinirlendikleri anda bir dönüşüm yaşıyor, ailelerinin bile tanımadığı hâle bürünüyorlardı. Buna yüzleri açıkken ilk defa denk geliyorduk. Vatan için canlarını ortaya koyan aile babalarından neden korkulur ki. Bugün korkmuştum. Bugün on yıldır aynı yatağı paylaştığım kocamdan korkmuştum.

İşaret parmağı ile şakağına tıklayan Koray;

"Hepsi burada. Hepsi ezberimde. Ulan bula bula benim kardeşimi mi buldun?" derken sıradaki hamle Oğuz'un dirseğinden gelmişti.

"Sanane oğlum sanane. Ne karışırsınız lan? Bırakın bana analık babalık yapmayı artık." deyip şiddetli bir yumruk attı.

Açılan kaşından süzülen kan içime akıp midemi kavuruyordu sanki.

Hızla yere eğilen Koray, attığı tekme ile Oğuz'un bacaklarını yerden keserken daha yere düşmeden toparlanıp henüz havada olan göğüse yumruk attı. Bizzat Muhafızlardan yıllardır ders almamıza rağmen ağızım açık kalmıştı. Bu gerçekten inanılmaz ve can alıcı bir hamleydi.

"Şûra Anneni ara! Durmayacak bunlar."

Titreyen ellerine telefonu şıkıştıran Şûra Annesini ararken Koray ve Oğuz'a doğru yürüyecektim ki Çağıl teyze kolumdan tuttu.

"Yapma bitanem. Onlar alışkın. Senin 'Ayrılın' demenle ayrılmazlar. Sen zararlı çıkarsın."

Koray, yerde yatıp kendini toparlamaya çalışan Oğuz'a yaklaşıp yakasından tutacaktı ki Koray'ın çenesine tekme atan Oğuz, sendelemesini fırsat bilip, tek

dizinin üzerine durup koltuğunun altından tutarak Koray'ı plastik bahçe masasına fırlattı.

Bu iki savaşçının kavgası değil, iki dağın birbirleri ile çarpışması gibi birşeydi. Masa kırılıp sandalyeler sağa sola savrulurken, aralarından çıkan Koray Oğuz'a doğru koştu. Gardını alan Oğuz sağ tarafından gelecek olan darbeye karşı kendini savunacaktı ki; aniden yön değiştiren Koray ters taraftan yumruk atıp Oğuz'un, acı ile elini gözüne atmasına sebep oldu.

"Adi herif. Bu Rahman'ın hareketi."

Koray hiç beklemede Oğuz'un bacak arasına bacağını atıp, omuzlarından tutarak sırt üstü yere çarptı.

Oğuz aldığı ardarda darbeler ile bilincini kaybetmek üzereyken bahçe kapısından gelen metal sesi göğüs kafesime baskı yapan elimin gevşemesine sebep oldu.

"Zümra yardım et ayrılmıyorlar."

Ne yapacağını bilmeyen Zümra'nın gördüğü manzara karşısında nutku tutulmuştu.

"Koray Abi, Oğuz Abi yapmayın."

Dengesini kaybeden Koray, Oğuz'un kulağına vurması ile sağ tarafına düştü.

Ayağa kalkan Oğuz sıradaki hamlesini yapacaktı ki tekrar yülselen ses ile olduğu yere çivilendi.

"Rica değil, emirdir bu! Kesin şunu hemen!"

Ayağa kalkan Koray, Oğuz ile yanyana dururken en az Zümra kadar şaşırmıştık.

"Kız ne güzelmiş Kağatun Ana olmak!" deyip beni güldürmek için yüzüme baktı.Karşımdakinin biri ağabeyim biri eşimken bu hiç kolay olmuyordu.

Yüzümü ellerinin arasına alan Zümra;

"Kulaklarını çekip kızalım mı ne dersin?"

"Abartma istersen!" deyip boncuk gibi ışıldayan gözlere karşı daha fazla katı kalamayıp gülümsedim.

"Birşey yok. Hadi yanlarına gidelim."

Koray ile Oğuz'a doğru yürürken tekrar başlayacaklar diye korkmuyor değildim.

"Ya siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Koray Abi kardeşin sana içini dökmüşse, senin razılığını almaya çalışıyorsa kötü mü ediyor?" deyip Oğuz Abiye baktı.

"Ya sen Oğuz Abi! Yaa işin görülene kadar iyi davranacaksın sen ona. Şu halinize bakın. Akşamın sevincini kursağımıza dizdiniz."

Koray;

"Songül'ü çağırın."

Eve koşup ışığı yanan salondan içeri girdiğimde Songül'ü cam bahçe kapısının önünde diz çökmüş ağlarken buldum.

"Of of of bitaneem! Korkma herşey halloldu."

"Kübra ben biraz önce ne yaşadım, ne gördüm Kübra ben."

Titreyen ellerini tutup öperek içinde bulunduğu şoku atlatmasına yardım etmeye çalışsamda olmuyordu.

"Korkma o abin değildi. Biri Gölge biri Alıcıydı. Hadi kalk abin çağırıyor."

Kollarından tutup ayağa kalkmasına yardım ederken iri gözlerini kaplayan yaşı silip hemen arkasındaki kapıdan dışarı çıktık.

Darbenin etkisiyle kapanan gözünü aksi tarafa dönerek saklayan Oğuz neler olacağını beklemeye başladı. Koray Songül'ün yüzüne hiç bakmıyor, ağızını dahi açmıyordu.

"Allah benim belamı versinki iki kardeşi birbirine kırdırdım."

"Şiişşştt! Bela okuma." diyen Zümra yerden bir sandalye kaldırıp Songül'ü oturttu."

"Yakarış!"

Koray'ın bu anlamsız çıkışına başını çeviren Oğuz açık olan tek gözü ile 'Yapma' desede karşıda çıkmıyordu.

Koray;

"Ana şevkati dediler,Bir dokunsa acın geçer dediler Evladına duası bile yeter dediler

Ne bileyim Ya Rab hiç Dua almadımki.

Kardeşlerim Ailem diye ağlar Bu acılarını çekse titrer dağlar

Onların gözyaşı yetimin içini dağlarKederi yetime yükle Ya Rab, ver bende kalsın

Koray acı ile yarasını sarar İşkence bedenimizi yakarda yakar Rahman döner durur çare arar Çare ver Ya Rab ver bizde kalsın

Her birimizin gönlünde sırsın Kavuştur analarına yarasını sarsın Burada merhemini kim sürsünAilelerini ver Ya Rab, ver onlarda kalsın.

Büyüyünce ailemiz olacakmış Huzur elbet bizide bulacakmış

Hocam der her dertte derman varmış Nasip et Ya Rab, et bizde kalsın."Oğuz başını iki yana sallarken, geldiğinden bu yana kardeşinin gözlerine ilk defa bakan Koray yerden bir sandalye kaldırıp Songül'ün yanına oturdu. Kardeşinin elini ellerinin arasına alıp yüzünü kaplayan kana aldırmadan söze girdi.

"Oğuz bu şiiri 15 yaşında yazdı. Gece bazasından aşağı düşmüş. Sabah kalktığımda aldım hergün, hergün okudum ezberledim. Bu bizim rahat olmamız için Oğuz'un Allah'a yakarışıydı. Bilmeden bir hata yaptığımızda cezamız hem psikolojikmen hem bedenen normal insanlara, hatta normal Muhafızlara göre çok ağır olurdu." deyip Oğuza baktı.

"Oğuz bir hata yaptıysa, eğer komutanlar görmediyse veya sonradan farkına vardıysa o hatayı ya ben üstlenirdim yada Rahman. Onun cezasını üzerimize alır biz çekerdik. Oğuz'un vebali çok ağır Songül. Oğuz herşeye aç. Oğuz kaldırılması imkansınsız bir yük. Oğuz çok sever Songül. Anne sevgisi gibi büyük bir sevgiyi tatmayan eşini çok sever, tahmin edemeyeceğin kadar. Sen bu sevgiyi kaldırabilecek misin, benim yüzümü Oğuz'a karşı ak edecek misin? Oğuz'un bir gün başı yerde gelirse ben yıkılırım Songül." deyip dişlerini sıkarak devam etti.

"B*k vardı hayvan herif. Başka kimse yokmuş gibi benim bacımı buldu."

Koray'ın anlattıklarına dalmış, kendi göz yaşımızı silerken Oğuzdan süzülenleri hiç görmemiştik bile. Koray'ın bu hakaretine gülümsesede dudakları hâla gergin, gözleri hâla doluydu.

"Aklın kalmasın abi. Biliyorum benden çok senin kardeşin o ve beni tanımadığın kadar Oğuzu tanıyorsun ama kendimi sana ıspatlayacağım." dediğinde kulağına asılan el ile gözlerini o elin sahibine dikti.

"Abi canım acıyo."

"Hemen 'Oğuz' da olmuş. Abi nerede gıı?" deyip cevap veremeyen Songül'ün utangaç bakışlarını görüp yaralı yüzünün izin verdiği kadar gülümsedi.

"Git Orhan ile Korhan baba ile konuş. İsteyin kardeşimi."

Aşk, huzur, güven, acı, mutluluk. Oğuz aynı anda beş duyguyu birden tadarken tamamen kapanan sol gözündende yaş gelmişti. Koray'a doğru yaklaşıp tam karşısında durdu.

"Kalk ayağa!"

Bir süre aşağıdan yukarı bakan Koray ayağa sıçrayıp kardeşine sıkısıkıya sarıldı. Onlar bir birini sıkıyor biz ağlıyorduk. Şûra yaşlı gözleri ile sarılma sırasının biran önce kendisine gelmesini beklerken, Çağıl Abla duygusunu dışarı kusan iri gözlerinden akan yaşı takmıyordu bile.

Songül'ü soluna Oğuz'u sağına alan Koray gözlerime baktı.

"Kübram! Et var mı?"

"Senin dolabından et eksik olur mu hiç?"

"Songül getir kardeşim. Yorulduk karnımız acıktı."

"Tamam abi." diyen Songül sevinçle ayağa fırlarken sıra Oğuz'a gelmişti.

"Kırılan masanın yerine masa satın almadan kız istemeye falan gelme."

"İstediğin masa olsun."

"Rahman ile Zümra'nın bahçe masasından istiyorum. 12 kişilik." demesi, Oğuz'un karşısındaki fırsatçıya tiskinerek bakmasına sebep oldu.

"Kırdığım masa 6 kişilik plastik masa, onun yerine alacağım masa 12 kişilik ahşap doğrama masa."

Koray;

"He n'olmuş?"

"Koray, birisi diğerinden belki elli kat daha pahalı."

Zümra'ya bakan Koray eli ile Oğuz'u gösterip.

"Bu harbiden manyak." dediğinde Oğuz şaşkınca Zümradan gelecek olan cevabı bekledi.

Zümra;

"Oğuz Abi denileni yap. Artık para harcayacağın bir eşin olacak. Kız evi naz evidir sesini çıkartma."

"O kız evi birde Koray'ın eviyse benim hakkaten hayatım kaydı."

Elinde tepsi, gülen gözleri ile koşturan Songül'ü gören Koray yönünü o tarafa dönerken, tek gözü ile Oğuzunda baktığını gördüğünde tepesinden tutup kendine çevirdi.

"Diğer gözünüde şişirtme bana. Kızı iste nikahı kıy."

"Oğlum vallahi niyetim kötü değildi. Hepinizi o yöne baktığında bende baktım."

Çağıl Teyze;

"Koray çok sıkma çocuğu patlatırım kafanı."

Gelen tepsi ile gözleri ışıldayan Koray'ı gören Zümra;

"Siz gerçekten gecenin 12'sinde et mi yapacaksınız?"

Koray;

"Gece yataktan kalkıp yaptığımızda olmuştur."

"Hoş! Kime soruyorsam." deyip Şûra'nın omzuna elini attı.

"Yarın 11:00 de uçağımız kalkıyor. Buraya gelirken haber geldi. İlk size söyledim diğerlerinide arayacağım. Ne yerseniz yiyin. Sabah 10:30 hazır olun."

Çağıl Teyze;

"Rahmanın haberi var mı gideceğinizden?"

"Yok Teyze! Hem 'Gideceğinizden' değil 'Gideceğimizden' olacak. Sende geliyorsun."

Zümra, Şûra'nın omzuna elini atıp Çağıl Teyze ile kapıdan çıkarken heyecanla ellerini göğüsünde birleştiren Songül;

"Abi!' deyip sıradaki yapacağı şeyin mahiyetini hesap ettikten sonra gülen gözleriyle tekrar konuştu.

"Yüzünü kara çıkartmayacağım. Kardeşini, Oğuz'u bana ver. Ver bende kalsın."

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%