@batingam
|
Final bölümünü bitirip arkama yaslandığımda; 'Kaç kelime oldu?' deyip sıçrayarak kalktım.
15.571!!!
Bu platformda bu kadar uzun bir bölüme denk gelindiğini zannetmiyorum. Ama beni şaşırtan o değil? Beni şaşırtan kitabın ismi olan o kutlu gün olması. Sizi daha fazla sıkmadan bölüme geçelim. İnşAllah verilen bu kadar emeğe yakışır bir final olmuştur.
ŞURA'dan... Balina! Dört pervaneli, esas ismini bilmediğim ama Koca Yusuf olarak tabir edilen kargo uçağının yeşil loş ışıklarıyla 4 saattir uçuyorduk. Sağlı-sollu siyah filelerle kaplı yan duvarları, ne işe yaradığını bilmediğim metal ince borular ve kargo bölümü ile bizi ayıran beyaz brandası çarpıyordu gözüme. Yolcu uçağına nazaran daha sesli daha titrekti. Dev bir balinanın kasvetli midesindeki küçük balıklara benzetmiştim kafilemizi. Bez olan kamp sandalyelerini andıran, yandan aşağı doğru açılan haki renkteki koltukların demir kısımları baldırlarıma ağrı bırakırken; bilmem kaçıncı defadır bacağımı oynatıp Koray Amcama baktım. Alışkın olduğu uçakta rahat bir şekilde otursada düşünceli halinden anladığım kadarıyla muhtemelen ondan habersiz gittiğimiz için babama ne cevap vereceğini düşünüyordu. Aynı durumdaki Annem, Koray Amcam ve tim kadar dalgın değildi. Babamın kızacağından çekindiği, halinden, hareketlerinden belli olsada kendinden emin tavrını ve hareketlerini kaybetmiyordu. Kağatun Ana olarak kendisine tahsis edilen koltuğu zorlada olsa Çağıl Teyzemize bırakmıştı. Çağıl Teyzemle oğlu Rahman yer değiştirmişlerdi sanki. Sanki o onun annesi değilde, o onun babası. Kesintisiz tam bir saat boyunca Koray Amcam ile uğraşıp yorgun düşmüştü. Uçakdaki tek neşe kaynağı gece boyunca annemi, beni Gökçen Halamı ve Kübra Teyzemi uyutmadığı gibi kendide oturduğu koltukta uyuya kalmıştı. Özel Harekat Polisleri Mert, Kürşad ve herhangi bir Muhafız ile kan bağı olmasada Annemin isteği ile Ada'ya gelen Tuğrul Amcam bir saat boyunca sıkılmadan ilk defa bindikleri Koca Yusuf'u incelemişlerdi. Yarım saat önce türbülansa giren uçak 30 saniye sonra kendini toparladığında çocukları Babanneme bıraktığımız için sevinmiştim. Kesinlikle onların kaldıracağı bir yolculuk değildi bu. Bora Amcam'ın karşısına oturan Elvin Abla, disiplin gereği onunla ilgilenmeyen nişanlısına bakarken uyuya kalmasına üzülmüştüm. Asel Ablam'ın bebeğini daha şimdiden özlediği uçak modundaki telefonun saatine beş dakikada bir bakmasından anlaşılıyordu. "Muhafız! Yeter ula daha. Dikilip durmayın. Şimdi inişe geçeriz zaten. Boş yerlere oturun." En dikkat çekeni ise; tam 4 saat 15 dakikadır ayakta, hiç kıpırdamadan duran, tanımadığım, maskelerini çıkarmadan nöbetimizi tutan Muhafızlardı. "Emredersiniz Komutanım!" Yerlerine kurulan Muhafızlar'ın, dimdik vücutları, dizlerinin üzerine koydukları elleri ile aynı hareketsizlikte durmaları gerçekten ürkütücüycü. Onların yerleşmelerini çatık kaşları ile izleyen Koray Amcam ile gözgöze geldiğimizde kaşlarını bıkkınca kaldırıp, yanaklarını şişirerek derin nefesini bırakmasıyla gülümsedim. "Sıkıldın mı Aybalam? Birazdan inişe geçer sabret. Hatta biz seninle paraşütle atlayalım mı?" Şaka olduğunu bilsemde bu teklif çok germişti beni. Hatta şaka yaptığından bile emin değilim. "Hayır Amca almayayım." "Neden be yavrucuğum? Baban dışardaysa ensesine otururuz beraber." demesi, maskeli Muhafızlar hariç uyanık olanların bana bakıp gülümsemelerine neden olmuştu. "Ya sonrası? O Alagan oldu artık. Ne yapar bizi?" "Onun Alaganlığı diğerlerine söker." dediğinde yeşil ışıklar aniden beyaz bir aydınlığa döndüğünde gözlerimi kıstım. Bu inişe geçtiğimizin bir göstergesiydi. Koray Amcam; "Şûra bak şaka yaptım haaa! Babana söyleme son söylediğimi." derken kulağıma giren basınç ağrısına aldırmadan gülmeye başladım. Muhafızlar'ın göğüslerinin şişip inmesinden onların bile bu duruma kapalı perdelerinin arkasından gülümsediklerine emindim. Koray Amcam benden cevap beklerken Oğuz Amcam araya girdi. "O söylemesede ben söylicem." "La sus sana n'oluyo. Oğlum bak son cezayıda senin yüzünden almıştım." Kemerini çözüp inen uçakta ayağa kalkan Oğuz Amcam; "Ben bilmem. Adam Kağandan sonra gelen tek rütbeli. Öyle on bin metre tam teçhizat koşu ile yırtacağını zannetmiyorum." "Sen Alagan'a bir söz et bundan; bak o kızı benim kapımdan çıkarabiliyor musun?" Oğuz Amcam ile Koray Amcamın bu muhabbetine herkesin uykusu açılmıştı. "Tamam ula şaka yaptım." deyip bana bakarak göz kırptı. "Kulağın mı ağrıdı?" "Evet Amca. Dayanılmaz olmaya başladı." Ayağa kalkan Koray Amcam önümde eğilip; "Derin nefes al!" dediğinde ciğerlerimi oksijenle doldurdum. Elini uzatıp iki parmağının arasına burnumu sıkıştırdı. "Şimdi ağızını açmadan kuvvetlice çektiğin nefesi vermeye çalış." Nefesimi vermeye çalışırken kulağımın 'Çıt!' sesi çıkartıp açılmasına ve aşırı derecede rahatlamasına şaşırmıştım. "Aa aaa! Rahatladım." Uçak burnunu yere diktiğinde yan tarafımdaki fileye yükümü verirken ayakta olan Oğuz Amcam önündeki Koray Amcam'a çarptı. Koray Amcam; "Bilerek yapıyosun değil mi?" "Hayır. Valla boş bulundum." "La git oğlum! Her zaman aynı şeyi yapıyorsun." Yeri geliyor İslam, savaş, hayatta kalma; hatta tüm hayat konusunda yolunu gösteren rehber oluyorlar, yeri geliyor birbiriyle didişen küçük çocuk. 'Aaahhh aahh! Allah sizi başımızdan eksik etmesin.' Gözlerimiz balinanın midesini aydınlatan beyaz ışığa alışmış yaklaşık 4 dakika boyunca dik bir şekilde iniyorduk. Uçağın burnunu kaldırdığını hissettiğimde piste yaklaştığımızı anlamıştım. "Şûra yeleğini üzerine giyin kızım." "Tamam anne." Babama yeni aldığımız telefon kutusunu elimden biran olsun bırakmamış gözüm gibi bakmıştım. Eminim, tıpkı yıllardır kullandığı kırık ekranlı telefonu kadar uzun bir süre kullanacaktı onu. Aniden gelen bir sarsıntıyla gözlerim irileşsede tekerleklerin yere değdiğini hissetmem içimi ferahlatmıştı. 'Biz şimdi gerçekten orada mıyız?' Nabzım hızlanmış, heyecanım saflaştırmıştı beni. Üç aydır görmediğim babama kavuştuğumamı sevineyim yoksa hayatta en çok merak ettiğim, çocukluklarının geçtiği adayı göreceğime mi? Pencere olmadığı için hiç bir yer göremiyor, uçağın durup durmadığını bile bilmiyordum. Sağ elini göğüsüne koyan annem ne ile karşılaşacağının heyecanıyla derin derin nefes alırken, susmayı, sessiz kalmayı sevmeyen deli dolu Çağıl teyzem sessizliğe bürünmüştü. Vücudum yana doğru baskı yaptığında uçağın frenlediğini anladım. Bu durum dilimin bile dikenlenmesine neden olmuştu. Sinyal sesi geldiğinde gözlerimle sesin nereden geldiğini ararken pilot zannettiğim kalın erkek sesi konuşmaya başladı. "Ömerler'in, Aliler'in, Hamzalar'ın, Sabit bin Kays bin Hatimler'in, Alaganlar'ın yetiştiği; bilinmeyen, ismi anılmayan, beraber yetiştirildiği kardeşleri hariç arkalarından Fatiha okunmayan fedakar Şehitlerimizin karış karış adımladığı kurtların yuvasına Hoşgeldiniz. Bize yoldaş olduğunuz için teşekkür eder, iyi vakit geçirmenizi dileriz." Pilotun dokunaklı konuşmasının ardından ilk önce bırandanın arkasındaki devasa bagaj kapağı açılırken, nöbetçi Muhafızlardan biride yolcu kapısını açtı. İçerisi aydınlandığında beyaz lambaların aslında çokta ışık saçmadığını farkettim. Önden amcalarım inerken, anneme yaklaşıp elini tuttum. Aniden yüzüme baktığında şaşırmış, titreyen elleri dikkatimi çekmişti. "Anne sen daha önce çok gelmedin mi buraya? Neden bu kadar heyecanlısın?" Elini başıma atan annemin ışık çarpan yeşil gözleri bembeyaz kıyafetleri ile muazzam görünüyordu. "Ne desem nafile kızım. Sen büyü aşık ol, evlen, üç ay ayrı kal ondan sonra anlarsın." Sıra bize gelmişti. Elimi bırakmayıp Besmelesini çeken annem dikkatlice basamaklara ayağını atarken başımı kaldırıp önüme baktığımda ilk şaşkınlığımı yaşamıştım. 10-15 kişilik henüz daha 13 yaşlarında, siyah taktik giyimli çocuklar yanlarında binlerce liralık motosikletleri ile bizi seyrediyorlardı. Bu durum küçük bir köye giren ilk defa gördükleri yabancıya şaşkınca bakan köy çocuklarını anımsatmıştı bana. Uçağın arkasındaki hareketliliğe baktığımda sayısı 10'u geçen römorklu atv'ler ve ne zaman, hangi ara geldiklerini bilmediğimiz gri elbiseli insanlar acele ile uçağı boşaltmaya çalışıyordu. Römorklar dolmuş uçak pistin sonuna doğru ilerlerken, çocukların arasından Amcamlarımı tanıyan Hocalardan birisi; "DİKKATT!!!" diye bağırdığında aniden esas duruşa geçtiler. Şaşkın şaşkın bakan çocuklar esas duruşlarını aldıklarında bambaşka bir yırtıcıya bürünmüşlerdi. Koray Amcam; "Devam edin. Kesmeyin." "Emredersiniz Komutanım!" Burası bambaşka bir alemdi. Başımı çevirdiğimde zakkum, palmiye hatta zeytin ağacı bile görmüştüm. Görebildiğim kadarıyla uçak pistine neredeyse sıfır olan sahil şeridine baktığımda ucu bucağı görünmüyordu. Burası zannettiğim kadar küçük bir ada değil başlı başına bir şehirdi. Psikolojikman mı bilemem ama tüm bitkilerin rengi daha bir canlı daha bir yoğundu. Kıyısı bu kadar güzel renk cümbüşü ile dolu olan adanın iç kısımlarını deli gibi merak etmeye başladım. Uçak hiç beklemeden kalkışa geçtiğinde motosikletli çocuklarda hareketlenme oldu. Yabancı bir bayan sesi kafileye 'Hoşgeldiniz' derken gözlerimi boyundan büyük motosikletleriyle akrobasi yapan çocuklardan çekemiyordum. "Şûra!" Bilmem kaç beygirlik canavarla uçağın arkasında hızla giden minik Muhafız adayını arkasından bir diğeri takip ediyordu. "Şûraa!" Başımı aniden aneme çevirdiğimde gözüm kararmıştı. Yok hayır bu göz kararması değil bildiğin devasa bir cüsseydi. Gözlerimi siyah üniformalı göğüslerden ayırıp yukarı doğru yavaş yavaş kaldırırken bian sonu gelmeyecek sandım. Yirmi santimetre karşımda duran 190'lık boyuyla, iri cüssesine bakılırsa kilosuda neredeyse 90 olan bayan yutkunmama sebep oldu. Çıkık elmacık kemikleri savaşçı özelliğini dışa vuruyor, iri çekik gözleri yüzüme karşı sevecenlik serpiyordu. Neler olduğunu idrak etmeye çalışırken Serpil abla Dev Avcısı'nın kolundan tuttu. Şaşkın bakışlarım herkesin komiğine gitmiş gibiydi. "Şûra, bak bu benim devrem Amber. Sen ona minik kuş diye bilirsin." dediğinde ikiside birbirine bakıp gülümsedi. "Şaka şaka. Kod adı Miniktir Amberin." "Oohhhfff ne minik ne minik." deyip sesli düşündüğümün farkına vardığımda yüzüm kızardı. "Lütfen kusura bakmayın. Ben bian..." Minik Abla; "Estağfurullah. Ben alışkınım. Hoş geldin Şûra. İsmini koyan güzel insan çok yakıştırmış Gök Gözlü Aybala." "Teşekkür ederim." deyip elini sıkarken ister istemez annemleri görmek için Amber Ablanın arkasına hamle yapmıştımki Serpil Abla durdurdu. "Dur bir dakika. Bir Miniği boşuna mı o kadar yakınına gönderdik?" "Anlamadım Serpil Abla ne demek oluyor ki bu?" Arkasına, benim görmediğim yere bakıp; "Şimdi sana bir sürprizimiz olacak. Yum o deniz gözlerini biz aç demeden açma." 'Babam! Ama bilmiyorki geldiğimizi. Ya da biz mi öyle zannediyoruz.' Biranlık sevinçle elimdeki telefon kutusunu sıkıca kavrayıp gözlerimi yumdum. Etraf karanlığa büründükten üç saniye sonra göz kapaklarıma gelen loş ışık ile Dev Avcısı'nın önümden çekildiğini anladım. "Aça bilirsiiinnn." Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda karşımda bir başla siyah üniformalı ile gözgöze geldim. Gergince bağladığı at kuyruğu saçı babama ait değildi ama yüzü çok ama çok tanıdıktı. Gözlerimi açmamla meydana gelen bulanıklık dahada durulduğunda ellerimden kayan telefonu son anda yakaladım. "Hoc... Hocam!!!" Heyecanla dişlerini sıkan Muhafız olduğu yerde kıpırdanıyordu. Diğer elimdeki tekerlekli valizi nereye bıraktığımı umursamadan fırlatıp. Dört adım karşımdaki Zuhal Hocamın boynuna atıldım. "Hocam sizin ne işiniz var burada?" Dağılan saçlarımı gözlerimin önünden çeken Zuhal Hoca; "Ben burada büyüdüm. Asıl senin ne işin var burada?" deyip yanağımdan öptü. "Her zaman dikkatimi çeken kaslı kollarınızdan, babam Asel Ablamlara kızarken 'Okuldaki nöbetçi...' demesinden anlamalıydım. Ne kadarda safım." "Eeee Şûracım biz bunun için eğitildik." Hâla şaşkınlığımı atamamış dönüp dönüp onun yüzüne bakıyordum. "Gerçekten inanamıyorum yaa! Peki gerçek isminiz ne Hocam?" "Gerçek ismim Zuhal, Kod adım Gelincik." "'Gelincik mi? Ne kadar güzel." Yan yana duran Annem, Kübra Teyzem ve Gökçen Halam saflığıma tebessüm ederken Dev Avcısı, Annemin valizine sarılıp; "Buyrun gidelim artık..." dediğinde, Annem bileğinden kavradı. "Hayır olmaz ben taşırım Amber." "Ama... Kağatun Ana?" "Hayır dedim ver şunu!" "Ama Doğan Komutan oyar beni." "Ver dedim sana." diyen Annem bir çırpıda valizini kaptı. Tabi Dev Avcısı vazgeçtiği için kapabildi. Valizimi yerden kaldırıp Zuhal Hocanın koluna girdim. Yamaçtan yukarıya tırmanan kalın tahtalı, doğal ağaçlardan yapılmış bileğimin iki katı kalınlığındaki korkuluğu ile dekoratif bir hava katan merdivenleri tırmanmaya başladık. Tam o anda aşağıda silahlar patladığında herkes durup uçak pistine baktı. İndiğimizden bu yana daha 10 dakika geçmemiştiki üçüncü şokumu yaşıyordum. Daha 13 yaşında! Canavarlarını pistin sonuna doğru hızla süren, daha 13 yaşındaki iki çocuk motosikletlerinin önünü kaldırmış onlara gerçek mermilerle ateş eden diğer arkadaşlarına doğru geliyorlardı. Silah sesleri ile gelen metalik sesin üstlerine gelen motosikletlere isabet eden çekirdeklerden kaynaklandığını anlamıştım. Silahları durduran Hocalarından gelen düdük sesiydi. Kayalıklarda yankılanan sesler durduğunda bir düdük daha çaldı. Motosikletli iki çocuk ön tekerleri yere bırakıp, bacaklarındaki tabancalarını çıkararak, mesafesi elli metre olarak tahmin ettiğim insan gövdesi hedeflere iki el ateş etti. Hızlarını kesmeden hedeflerin yanına gelip motosikletlerini Hocalarına bırakarak vurup vuramadıklarını kontrol ettiler. İkiside aynı anda kollarını havaya kaldırıp zıpladığında nedendir bilmem ama derin bir nefes aldım. Annem; "İnanmıyorum! O çocuklara karşı gerçek mermi mi kullanılıyor?" Üstten anneme bakan Koray Amcamın biran kendi gördükleri eğitimleri hatırladığını hissettim. "Evet öyle. Ama depoları zırhlıdır. Patlama olmaz yani." "Olur mu Abi. Ya vurulsalar." "Vurulurlarsa vurulmayı öğrenirler, düşerlerse düşmeyi. Depolar gövdelerinden büyük olduğu için ölümcül yerlerinden vurulmuyorlar. Aha bu şaptur vurulup otuz metre sürüklenmişti." deyip Ömer Amcamı gösterdi. Annemin baktığını gören Ömer Amcam cevap verme gereği duydu. "Hı hı..." kollarını kartal pençesi yapar gibi öne doğru uzatıp; "Bir hafta böyle yattım." Muhafızlar gülerken, ben gülmek ile ağlamak arasında kalmıştım. Neredeyse on dakika merdiven çıkıp düzlük alana vardığımızda art arda dizili iki katlı beyaz renkteki binaları gördüm. Tam karşısındaki perde duvar arkasında ne olduğunu gizlesede o tarafa doğru gittiğimizi anladığımda görmek için beklemeye koyuldum. Ağaçların arasından soluk soluğa inen güneş gözlüklü amca hiç beklemeden en öndeki Koray Amcamla bir kaç saniye bakıştıktan sonra gülümseyerek boynuna sarıldı. Onu gören Zuhal Hoca, Dev Avcısı ve Serpil Abla esas duruşa geçerken Annemin yanından amcaya doğru koşan Gökçen Halam elini öpüp sarıldı. Gözlüklerini çıkaran Amca Gökçen Halama sarılırken gözleri dolmuştu. "Oy benim ceylanım, oy benim yavrum." Amca, Orhan ve Korhan dedelerimin yaşına yakın olduğundan ve aşağıda isminin teleffuz edilmesinden anladığım kadarıyla Korhan Dedemin anılarındaki Doğan Albaydı. Namıdiğer Topuz. Doğan Dede evlatlarına, bütün kafileye tek tek sarılıp, tanımadıkları ile tanıştıkdan sonra sıra Anneme gelmişti. Annemin karşında kendine çeki düzen verip ayaklarını birleştirdiğinde şaşırtmamıştı. Son zamanlarda alışık olduğum şeydi bu. Boynunu yana deviren annem; "Ya Doğan Amca yapma!" deyip elini öpmek için elini uzattı. Elini çeken Doğan Amca; "Sefa getirdiniz Kağatun Ana." dediğinde valizinin kolunu bırakan annem işaret parmağını kaldırıp ciddi bir hal adı. "Emrediyorum! Elini uzat öpeceğim." Kafileye bakarak kahkaha atan Doğan Amca elini uzatmak zorunda kalmıştı. Bir iki adım yaklaştığımda yüzüme bakmadan konuştu. "Seni unuttum sanma GökGözlü. Sana en son geleceğim." Boyu Orhan Dedem kadar olmasada, Korhan Dedem kadar vardı. Bacak kılıfın da gümüş kaplama Sig Sauer olarak tahmin ettiğim silahı vardı. Saçları yanlarından beyazlamış, kaşları hilal şeklindeydi. Bana yaklaştığında eline uzanıp öptüm. "Hoşgeldin kızım." "Hoşbuldum Amca!" dediğimde hilal kaşlar çatılarak düzleşip Koray Amcama baktı. "Koray bu kız Korhanla, Orhan'a ne diye hitap ediyor?" "'Dede' diyerek Komutanım." Aynı çatık kaşlarla yüzüme baktığında kod adını neden Topuz koydıklarını anlamıştım. Bacağımdan kalın olan bileklerindeki saatin kopçası son deliğindeydi. "Kızım o üçkağıtçılara ne diye hitap ediyorsan banada öyle edeceksin. 'Amca' neymiş. Sen Koray'a 'Amca' de." "Yav Komutanım yedimizde buradayız niye ben Allah aşkına." "En fırlamaları sensinde ondan." Koray Amcam; "Hani Rahmandı en fırlamamız?" dediğinde en önde, elleri arkasında yürüyen Doğan Dede kafasını Koray Amcam'a çevirdi. "O artık FATİH! Sen niye ismiyle hitap ediyosun Alagan'a? Onun ismini bu muhabbete sokman bile hata." Oğuz Amcam; "Vayyy hemen satıldık hacı." deyip Koray Amcamın omzuna vurdu. Doğan Dede; "Satılmadınız oğlum. Bu yaştan sonra Kazakistan'a sürülmeye niyetim yok." Yürürken perde duvarın arkasının göründüğünü farkettim. İlk gözüme çarpan neden konulduğunu anlayamadığım sekiz adet, yetişkin bir insanın kolunu açıp kavrayamayacağı kalınlıktaki, birbirine olan aralıkları iki metre olan mermer sutunlardı. "Bun... Bunlar neden konulmuş buraya Serpil Abla?" dediğimde Doğan Dedem kolunu omzuma atıp durdu. "Zemindeki deniz kumudur. Muhafız adayları ilk geldikleri günden itibaren öğle sıcağında ellerini sıcak kumda iki dakika bekletip sutunların yanındaki haznelerde zeytinyağına sokarlar. Daha sonra üç set halinde 100'er defa o sutunlara kuvvetli bir şekilde tokat atarlar." "Sonra?" "Sonrası malum GökGözlü. Koray Amcan ve diğer fırlamalar karşısındaki düşman unsur ne kadar kuvvetli olursa olsun bir tokatta kolaylıkla öldüre bilecek kuvvete ulaşırlar. Osmanlı Tarihini okuduğunda rastgelmişsindir illaki." "Aaaa evet! Yeniçerilerden bahsediyorsun." "Hay maşallah. Evet kızım Yeniçeriler." Tam tekrar yürümeye başlamıştıkki bizi durduran, kapısında 'Banyo' yazan binadan fırlayan, kırmızı kareli peştamallı 10 yaşlarındaki ıslak çocuk olmuştu. İçerden yükselen ses; "Ula gel bura Hafız olasıcaaaa!" Düşmemesi için peştamalının önünü tutan minik yakışıklı bizi hala görmemişti. "Sıcak dökme diyorum ben sağa." "Tamam gel ılıttım." "Yalan söylüyon. Çık oradan ben kendim yıkanacağım." Gülerken Doğan Dedeme başımı kaldırdığımda onunda gülümsediğini gördüm. Düşen peştamalını açıp tekrar sıkmaya çalışırken bizi farketti. Paniğe kapılan çocuk alelacele toparlanıp yalınayak esas duruşa geçti. Doğan Dedem; "Oğlum sen niye kaçıyosun. Temizlikten kaçar mı insan?" "Ama... Ama Komutanım çok sıcak döküyor." "Diğer arkadaşların nerede?" "Onlar banyosunu yaptı." "Çabuk gir içeri üzme Abilerini." "Emredersiniz Komutanım." diyen çocuk peştamalının önünü tutup gözden kayboldu. Dişlerini sıkan Annem; "Ya ben olsam yerim bunları burada. Dişimi sıka sıka bir hal oldum." Sutunları geçtiğimizde bayağı uzun bir süre birşey ile karşılaşmadık. Tepemizi kapatan ağaçlar nedeniyle ayağımın altındaki kumun serinlediğini hissedebiliyordum. Ağaçların sonunda aynı boyanmış beyaz binaları görmüştüm. Biraz daha yaklaşırken kalabalık kız seslerini duydum. Bu yakın dövüşte çıkartılan sesler gibiydi. Önümüzü kapatan perde duvarı geçtiğimizde aynı sutunlar oradada vardı. Sekiz kişilik bayan Muhafız adayları kum zemin üzerinde yalınayak herhangi bir harekete çalışırken durup seyretmeye başladık. Kulağıma eğilen Serpil Ablam; "Burasıda benim mekanım." dediğinde heyecanlanıp daha dikkatli incelemeye başladım. Aynı sutunlar, aynı renkteki ve büyüklükteki binalar ve aynı banyo. Buradaki tek fark kızların 10 değilde benim yaşlarımda olmaları. Kafileyi gören kızlar Hocalarının "DİKKAAT!!!" diye bağırmasıyla esas duruşa geçip, gözlerini Doğan Dedeme sabitlediler. "Devam edin. Hangi hareketi çalışıyorsunuz gösterin bakalım." "Emredersiniz Komutanım!" diyen bayan Hoca öğrencilerine dönüp iki kişiyi parmağı ile gösterdi. Ortaya çıkan kız öğrenciler heyecandan ne yapacaklarını şaşırmıştı. Biri diğerinden 5 metre kadar açılıp, karşısındaki hazır olduğunda koşmaya başladı. Ayaklarını yerden oldukça yüksek bir şekilde kesip dizlerini kendine doğru çekerek kendi etrafında döndükten sonra karşısındakinin göğüsüne kuvvetli bir tekme indirdi. Darbeyi alan Muhafız sert bir şekilde yere kapaklanırken hiç beklemeden ayağa kalkıp Yaşlı Kurt'a baktılar. "Olmadı." diyen Doğan Dedem başını Koray Amcam'a çevirdi. "Koray bey sen Alagan'ın Timindesin..." bunu duyan kızlar esas duruşlarını daha da dikleştirirken Hocalarında onlardan aşağı kalır yanı yoktu. "Koray bey sen Alagan'ın Timindesin sana emir verme yetkim yok. Doğrusunu gösterir misin?" "Estağfurullah Komutanım." diyen Koray Amcam ayakkabı ve çoraplarını çıkarıp kızların yanına gitti. "Darbeyi yapan! Tekrar dene." "Emredersiniz Komutanım!" diyen kız tekrar aynı mesafeye açıldı. Diğer kız hazırlanıyorduki Koray Amcam omzuna dürtüp; "Sana değil bana vuracak." dediğinde darbeyi yapacak olan sarışın kız Hocalarının gözüne baktı. "Komutanım?" Eli ile 'Gel' işareti yapan Koray amcam; "'Gel' dedim sana!" "Emredersiniz." diyen kız olduğu yerde zıplayıp ellerini sallayarak heyecanını atmaya çalışıyordu. Ve başladı! Koray Amcam'a yaklaşan Muhafız adayı ayaklarını yerden kesti, havada sırtüstü konuma geldi ve havada dönerek bacağını savurup Koray Amcamın göğüsüne vurdu. Bu kez yere yığılan av değil avcı olmuştu. Koray Amcam göğüsüne aldığı darbe ile sarsılmamıştı bile. Zorlanarak ayağa kalkan öğrenci bacağındaki sızı sebebiyle topallayıp Koray Amcam'ın karşısında esas duruşa geçti. Koray Amcam; "Şimdi!" deyip, kızın ayaklarını kesip havaya sıçrağı yere, bir adım öteye gitti. "Şimdi! Sen burada zıpladın ve burada bana vurdun. Bu kadar yakın mesafeden bu tekmedeki kuvveti ziyan edersin. Mesafeyi öyle bir yakalayacaksınki ne çok geride ne de çok önde. Sen bana yakın olduğun için tekme hızını alamadı." deyip Oğuz Amcama baktı. "Oğuz! Gelsene kardeşim." Konu ile alakadar olmayan Oğuz Amcam; 'Ne alaka ben.' der gibi kaş-göz hareketleri yapıp mecburen ayakkabısını ve çorabını çıkarttı. Kızın gözlerine bakan Koray Amcam, Oğuz yerini aldıktan sonra mesafeyi açtı. "Hangi mesafeden ayaklarımı kestiğime dikkat et." Koray Amcam koşmaya başlayıp ayaklarını yerden kesti sırtüstü havada dönüşünü tamamlayıp hareketini Oğuz Amcam'ın göğüsünde tamamladı. Tam vurduğu andaki verdiği kuvvetli nefes dikkatimi çekmişti. Darbeyi alan Oğuz Amcam'ın ayakları yerden kesilip uzun denilebilecek kadar havada süzülerek yere çakıldı. Aramızda sadece iki metre vardı. "Ulan arkadaş şu uğraştığımız şeye bak. Masanın intikamını alıyor zibidi." Kıza bakan Koray Amcam; "Anladın mı Muhafız?" "Anladım Komutanım." "Git bir daha dene bakalım." Heyecanla adımlarını sayarak arayı açan kız hiç beklemeden koşmaya başlayıp Koray Amcam'a uçtu. Hareketin dört dörtlük yapıldığı Koray Amcamın üç adım geri atmasından ve Muhafız Adayı kızın ayakta kalmasından anlaşılmıştı. Doğan Dedem; "İşte bu hareket böyle olacak kızım." Kulağımı valizimin tekerlerinin altında ezilen çakıl taşlarına verip, Doğan Dedemin oldukça ağır kolunun altında yürürken hemen arkamızda yürüyen Annemin sesi geldi. "Şu iki katlı geniş bina son geldiğimde yoktu. O ne için Doğan Amca?" Başımı gösterdiği yere çevirdim. Denizin oldukça altımızda kaldığını gördüğümde ne kadar yükseğe çıktığımızı farketmiştim. Bina karşımızdaki tepenin yamacında, belki daha büyük ama bin metrekare alana kondurulmuş, beyaz yüzeyine vuran güneşi yüzümüze yansıtıyordu. "Orası hastanemiz Ana." Annem; "O kadar büyük öyle mi?" "Sen gelmeyeli çok şey değişti. Plastik cerrahımız bile var artık." Kübra Teyzem hayretini gizleyememişti. "İnanamıyorum." Bu kez sıranın bende olduğunu düşünüp söz aldım. "Peki şurada yan yana dizilmiş tek katlı geniş binalar nedir?" "Orasıda öğrencilerimizin çeşitli sosyal aktivitelerini gerçekleştirdikleri yerler. Yüzme havuzları, masa tenisi, halı saha, tenis kortu ve gibi. Ablaların götürür seni. Çok seveceksin." dedi yanağımdan makas alırken. Babam ve Amcamlardaki özelliğin aynısı Doğan Dedemde de vardı. İri cüssesine oldukça saçma gelen ama bir o kadarda yakışan tatlılığını gördüğünde içerisinde savaş dahisi Topuz'un olduğuna inanamıyordu insan. Adanın güzelliği rastgele çekilmiş duvar kağıtlarından kat kat daha güzeldi. Dikdörken şeklinde taşlar yardımıyla, mükemmel bir estetikle özene bezene yapılmış tarihi binalar Osmanlı Muhafızlarını gözlerimin önüne getirmişti. Fatih Sultan Mehmet'in siyah atlı, siyah zırhlı ve siyah pelerinli ölüm kusan Kara Muhafızları'nı. Neredeyse beş dakika boyunca kimse soru sormamıştı. Amcamlar hariç bütün kafile ellerindeki yüklerini unutmuş ilk defa şahit olan gözlerini yükseğe çıktıkça güzelleşen manzaraya bırakmıştı. Ortama yayılan sessizlikten yüz bulup, Ada'ya indiğimizden bu yana gözüme batan, sürekli dönüp dönüp bakmaktan gözümü alamadığım, tepesinde doğan mı kartal mı tam olarak bilemediğim bir kuşun ara sıra çığlık atıp, ara sırada alçalarak kolaçan ettiği denizin, belkide okyanusun ortasındaki geniş toprak yığınının en yüksek yerini sordum. "Yüksekliği,kayalıkları ve şekli çok ürkütücü. Orası neresi Doğan Dede?" Korhan ve Orhan Dedelerimin devresi, yaşına göre vücudu dimdik duran Yaşlı Kurt herkesle birlikte başını kaldırıp oraya baktı. Zuhal Hocam ve Dev Avcısı Minik Ablamın iç çekip tebessüm etmesi dikkatimden kaçmamıştı. "Sis ilk başta en yüksek yeri kaplar Şûra. Orası çok farklı ve buralardan çok çok cefalı bir yer. Orası sisli havayı seven Gök Yeleli Bozkurtlar'ın yetiştiği yer." Bu cevap Ada sıcağında bile tüğlerimi ayağa kaldırmıştı. "Ka... Kara Tepe mi?" "He ya GökGözlü. Orası Kudüs Fatih'i Babanın ve Amcalarının yetiştiği yer." deyip kolundaki saatine baktı. "Şimdi oraya çıkıyoruz. Ada'yı bol bol gezmeye vaktiniz olacaktır. Bugün yeni devre Kara Muhafızlar'ın sekiz aylık İhtisas Eğitimi'nin son günü. Köprüye gidip onları karşılamam lazım." "Babamın tadelleyi kazanıp Amcamlarla paylaştığı köprü mü?" Bu sorum Doğan Dede mi şaşırtmış, bütün kafileyi güldürmüştü. "Korhan Dedem anlattı. Dereden çıkıp en önde gelen tadelle kazanıyormuş." "Aynen öyle Şûra. O köprüye gideceğim." "Bizde gelebilir miyiz? O anı bizzat görmek istiyorum." deyip tepkisini ölçmek için Anneme baktım. Gülümseyerek yeşillerini kırpması içimi ferahlatmıştı. "Tabii. Sen istersen neden olmasın." Bu duruma Kürşad Amcam benden daha çok sevinmişti. Kara Tepe'nin geniş patikasına geldiğimizde Zuhal Hocam yanıma yaklaştı. "Şûracım, Amber Ablan ve Serpil Ablanla birlikte biz burada ayrılıyoruz. Daha sonra tekrar görüşürüz tamam mı?" "Ya neden amaa?" "İşlerimiz var canım." "Erteleyemez misiniz?" deyip Dev Avcısına baktığımda Doğan Dedem'in gözlerine baktığını gördüm. Doğan Dedem; "Onların oraya gelmesi yasak Şûra." Prosedürü ezmenin en azılı ustası Anneme sevimli bir bakış atarken Annemden önce Doğan Dedem tekrar söze girdi. "Ama senin için bir iyilik yapabiliriz." dediğinde Zuhal Hocam'ın gözlerindeki ışıltıyı görmüştüm. "Hadi kızlar. Misafirlerimiz buradan ayrılana kadar sizde misafirimizsiniz." Bunu duyan üç devre birbirlerinin ellerini sıkıp sevinçten ne yapacaklarını şaşırdılar. "Hiç çıkmadılar mı Kara Tepe'ye." "Hayır kızım. Çok merak ederler ama çıkamazlar. Bu arada sana birşey söyleyeceğim ama üzülmek yok." "'Şimdi olmaz çok mutluyum.' diyeceğim ama duymam gereken birşey galiba?" deyip dudağımı kıvırdım. "Baban Kara Tepe'de değil Şûra." demesi Annemin adımlarını hızlandırıp önümüze geçmesine neden oldu. "O ne demek Amca. Onu göremeyecek miyiz?" Arkamızdan kulak kabartan Çağıl Teyzem ve oğlu Rahman merakla gelecek olan cevabı bekliyordu. "İlk yirmi gün Kosova'ya gitti. Sonrasında gelip 10 gün kaldıktan sonra dağda inzivaya çekildi." Annem; "Tek başına mı?" "Hayır Ana. Emir Muhafızı Utar ile birlikte." Annem; "Utar mı? O kim?" "Kağan'ın, Alaganımıza atadığı emir Muhafız'ı." Annem; "Peki ne zaman gelir. Bize '3 ay' diye söz vermişti." Annemin gözlerindeki elemi gören Doğan Dedemin yüzünde oluşan tebessüm rahatlatmıştı. "Söz verdiyse gelir." "Ya gelmezse?" Diğer kolunu kaldırıp Gökçen Teyzemi altına alarak cevap verdi. "O adam Komutanına verdiği sözü tutup Kudüs'ü aldı." 25 Dakika sonra... Önüne geldiğimiz devasa kapının baktığı geniş beton yolu gördüğümde tırmandığımız geniş patikanın kestirme bir yol olarak kullanıldığını anlamıştım. Kalın ferforje demirler ile yapılan dev kapının ortasına motiflenmiş Kurt Başı yeni gelen biri için oldukça ürkütücüydü. Yutkunarak heyecanımı dindirmeye çalışırken elini Gökçen Halam'ın omzundan kaldıran Doğan Dedem kapıyı açmaları için kapı direğindeki kameraya işaret etti. Eli kalktığı yere geri gelmeden kapının iki kanadı birbirinden ayrılıp dışarı doğru açılmaya başladı. Ne ile karşılacağımı bilmediğim kapıdan girerken Besmelemi çekiyordumki bize doğru hızlı adımlarla yürüyen yüzü kapalı, siyah giyimli varlıkların öğrenci olduğunu anlamıştım. Gelen beş kişi hiç sesini çıkartmadan kafilenin bavullarını yüklenirken Doğan Komutan yorgunluktan yanakları kanlanan annemi gösterdi. "Yüzünüzü açın. Gelen Kağatun Ana." Bunu duyan çocuklar ilk önce birbirlerine bakarak valizleri yere bırakıp yüzlerindeki kara peçeyi açtılar. Sanki yabancı değilde Karabasan'ın, Gölge'nin, Kartal'ın, Alıcı'nın çocukluk hallerini görüyordum. Yönünü Anneme dönen beş çocuk yumruklarını göğüslerine vurup, başlarını sessizce yere eğdiler. Kara Muhafızlar'a yaklaşan Annem en öndekinin çenesinden tutup kaldırarak gözlerine baktı. "Rabbim ne güzel yaratmış sizi. Allah razı olsun çocuklar." Dudakları kıpkırmızı olsada bu sıcakta o siyahların içinde hiç bunalmışa benzemiyorlardı. "Cümle Ümmetten Kağatun Ana." diyen çocuk valizleri alarak diğerleri ile birlikte uzaklaştı. Asel Ablam Afganistanda yetiştiği için onu anlarım ama; Zuhal Hocam, Serpil Ablam ve Dev Avcısı görünümlü Minik Amber Ablam'ın etrafı merakla süzmeleri şaşırtmıştı. İki tarafımızı saran geniş yapraklarından çınar olarak tahmin ettiğim ağaçların gölgesinde yürürken gizem ile örülü olan çevremizi izlememiz yorgunluğumuzu unutturmuştu. Kalın halatların bağlı olduğu, belki 15 metre yükseklikteki direklerin, kimisinde su dolu olan derin çukurların, yüksek duvarların bir arada olduğu alanın ne olduğunu çözmeye çalışırken Kürşad Amcam, Tuğrul Amcaya dürtüp orayı gösterdi. "Pentatlon parkuru değil mi burası? Kaç dakikada sonunu getirirsin bak bakalım." "O engeller olmasa bile 10 dakikada dönemem burayı. Baksana sadece 4 tane italyan çukuru, 4 tane irlanda masası var." "4 dakika 30 saniyeyi geçen Kara Muhafız adayı işkence uygulamasına giriyor." Doğan Dedemin gülümseyerek söylediği bu söz Tuğrul Amcam ile Kürşad Amcamın göz göze gelmesine sebep oldu. Pentatlon parkurunu geçip bir süre daha yürüdüğümüzde zeminine deniz kumu kaplanmış mermer sutunların dikili olduğu, aşağıdakilerden çok daha geniş olan alana geldik. Buradaki tek fark iki tarafını çevreleyen sundurmaların altında, kılıç, mızrak, yay, kalkan ve daha nice ilkel silahların olmasıydı. "Bu silahlar ne alaka Komutanım?" Mert Amcama dönen Doğan Dedem; "Onlar dörtdörtlük eğitilir. Hiç bir eksikleri söz konusu olamaz. Yeri gelir son teknoloji silahlar ile savaşır yeri gelir kılıç kuşanırlar. Dünya bu; binbir türlü hali var." dediğinde, Mert Amcam'ın, şaşkınlığını babamınkilere benzeyen kaşlarını havaya kaldırarak göstermesine sebep oldu. "Haklısınız Komutanım." Babamların büyüdüğü binalar sol tarafımızda görünmüştü. Asel Ablamın; " Uufff!" diye tepki vermesi dikkatleri onun baktığı yere yöneltti. Mermer sutunların arkasında kalan yüksek tepeye kondurulmuş, taş duvar ile özenle işlenmiş, ön cephesi geniş camekanla çevreli villa tipi bina yüksekten tüm Muhafızlar'ı ve Kara Muhafızları seyrediyordu. "Komutan konutu. Alaganımız için yapıldı ama bir gün bile kalmak nasip olmadı." Annem; "Neden ki?" "Misafirleri var. Anne ile kızı." Annem; "Anne ile kızı! Adada iki yabancı mı? " Doğan Dedem; "O konu hakkında hiç birşey bahsetmedi. 50'sinin üzerinde bir bayan ve 25 yaşlarında kızı var. İki aydır buradalar. Konuşmak nasip olmadı. O evde ve bahçesinde zaman geçiriyorlar. Çalışanlarla ihtiyaçlarını gönderiyoruz o kadar. Tek bildiğim şey genç kızın tüm gün kitap okuduğu." Annem; "Çok merak ettim." "Oraya çıkmak yasak Ana. Ama sana birşey diyemeyiz." "Yok Amca! Rahman yasak dedi ise gitmek olmaz." demesi ile Kübra Teyzemin, Asel Ablamın ve Gökçen Halamın aynı andan Annemin yüzüne bakması komiğime gitmişti. Kübra Teyzem; "Sen onları görmeden bir saat uyku uyuyamazsın." Ellerini beline atan Annem tekrar konuta baktı. "Yok yok. Alakası bile yok. 'Yasak' dediyse vardır bir sebebi." Kübra Teyzem; "Eehh öyle olsun bakalım." desede Anneme inanmadığını çok iyi biliyordum. Aslında Annemde kendine inanmıyordu. Kağatun Ana olmak bir miktar ağırlık getirsede, merakından en küçük birşey eksiltmemişti. Yemekhane olduğunu tahmin ettiğim yere yaklaştığımızda Elvin Ablamın koştuğu yöne bakıp ister istemez gülümsedim. 'Dudu Teyze!' Bora Amcamın Bolu'daki görevi bittiğinde Dudu Teyze, Eşi Derviş Amca ve oğulları ile buraya geldiğini anlamıştım. "Sen nerelerdesin kaçak gelin? Allah öyle büyüktürki bir zamanlar evinden kaçmaya çalıştığın adama eş eder seni. Tebrik ederim yavrum. Allah hayırlı kılsın." "Teşekkür ederim Dudu Anne." Kafileye bakan tombul yanaklı Dudu Anne Doğan Dedeme bakıp kendine çekidüzen verdikten sonra; "Acıkmışsınızdır. Buyrun yemeklerimiz hazır. Sizi bekliyorduk." dedi. Annem; "Aliler gelmeyecek mi?" Doğan Dedem; "Buyrun siz yiyin onlarda geldiklerinde yerler. Sekiz aydır açlar zaten." "Olmaz! Bu sözü söyledikten sonra ben nasıl yemek yiyeyim? Hep beraber onları almaya gidelim. Dönüşte birlikte yeriz. Bizim içinde aksiyon olur. Bende ilk defa göreceğim ihtisas bitiş anını." Annem bunları söylediğinde bastırdığım heyecanım tekrar kabarmıştı. Bizimle birlikte esir düşen 10 yaşındaki Hafız Haydar Ali bugün Kara Muhafızlar'ın Alfası KaraBangu olarak karşıma çıkacaktı. 20 Dakika sonra... Metrelerce yükseklikteki tepeyi aşıp tekrar aynı mesafe aşağı indiğimizde daha zirvede ürkütücü sesini duyduğumuz nehrin tam üstündeydik. Yirmi metre yükseklikteki kanyonun dibinden akıp giden su, yosun tutmuş beton köprünün üzerinden baktığımızda içine çekiyormuş gibi hissettiriyordu. Temkinli adımlarla gelip dikkatlice aşağı bakan Annemin irkildiğini kıstığı gözlerinden, ısırdığı dudağından anlayabiliyordum. "Şûra fazla yaklaşma." "Korkma kardeşim. Şûra buranın üç katı yükseklikten aşağı atladı." Oğuz Amcam daha bu cevabı vermeden dakikalar önce Babamla olan unutulmaz anımız gözlerimin önüne gelmişti. Hani radyoda bir müzik çıktığında o müzikle birlikte yaşadığınız anınız aklınıza gelir ya; benimki tamda öyle olmuştu. Tek bir farkla; o olayı gözümde canlandıran müzik değil coşkun nehrin kanyondan yüzüme vuran kokusuydu. Ellerimin titrediğini, nabzımın hızlandığını hissetsemde yaşadığım o dehşet verici olay dünyanın en güzel babasını getirmişti bana. Meleklerin bile özendiği Şehidimiz Mübariz İbrahimov'un silüetinde gelen babam. Dünya da bilmediğimiz o kadar olaylar oluyorki. Beni babamın rüyasına, babamı benim rüyama sokan kim? Babamı bana gönderen kim? Tüm bunlar nasıl gelişti? O yaşlarda sıradan gelsede büyüdükçe sorguluyor insan. Sorguluyor ve özel olduğunu hissediyor. "TURGAY ARAYI AAAÇÇÇ!!!" Bu ses herkesi nehre bakmaya iterken tepemizde çember çizen devasa Kuş geldiklerini haber verircesine çığlık atıyordu. "ÇAĞLAR! TALHA İLE ARANDA 20 METRE OLSUN." "TALHA KULAÇ AT LAN KULAÇ AT!!!" Sanırım son bağıran Çağlar oluyordu. Ayağımızın altındaki sallananın ne olduğunu görmek için biraz daha yaklaşıp aşağıya bakarken Koray Amcam kolumdan tuttu. "Dikkat et gülom durduk yere ıslatma beni. Sonu şelale buranın." Koray Amcamın imalı bakışlarına gülümserken aşağıdan birinin halatı tuttuğunu gördüm. "TUTTU! TURGAY TUTTU!!!" Coşkun nehirden bata çıka gelenleri gördüğümde nefes almayı bırakmıştım. "Allahım sen yardımcıları ol." Elinde tadelleleri tutan Doğan Dedemde en az Annem kadar heyecanlıydı. "Doğan Amca bu onların son aşaması değil mi?" "Öyle Ana! Köprünün üzerine çıkarlarsa onlar artık Kara Muhafız." İpin sallanması arttığında Mert Amcamın, Tuğrul ve Kürşad Amcama eli ile aşağıyı gösterdiğini gördüm. "Bak bak bak! Öndekinin çıkış hızına bak." Tuğrul Amca ağızını açmış konuşmayı unuturken Kürşad Amcam cevap verdi. "Şaşırıyor muyuz ? Hayır. Onlar insan değil oğlum değil." Mert Amcamların yanına gittiğimde halatın üzerindeki altı Muhafız'ı görmüştüm. Üsttekiler durup altındakilere bakarken en alttakine bir uyarı gitti. "ALİİİ!!! ÇAĞLARI TUT AKINTIYA GİDECEK!!!" Halatın en alt kısmındakinin Ali olduğunu bu sayede anlamıştım. Ali'nin sesi diğerlerine göre biraz daha sakin çıkıyordu. "ÇAĞLAR ELİME GEL!!!" "TUTTUM ULA VALLAHA TUTTUM!" Ali son Muhafız'ı tutup halata çektiğinde bu kursun burada bittiğini anladım. Bu şaheserleri ortaya çıkaran Doğan Dedem gururla alkış tutarken, nefes almayı dahi unutan, gözlerinin kırpmayan misafirler ona eşlik etti. "YUKARDAKİLER KİM ULA? BAKIN TADELLEMİZE ORTAKÇI ÇIKMAYIN VALLAHİ KAN DAVASI ÇIKAR." Halata en son tutunan Muhafız bu uyarısı misafirleri güldürmeye yetmişti. Ali; "Çağlar! Yukardaki Kağatun Ana!" "Yemin et!" Ali; "Saçmalama tırman." "Lan doğruysa kendimi bırakacağım suya." "Gevezelik yapma Çağlar devam et!" Çağlar; "Canım sana emanet Reis." Yukarı çıkan ilk Muhafız elini aşağıdakilere uzatıp yanına alıyordu. Üzerlerindeki önceden siyah renkte olan eğitim üniformaları güneşten sararmış, çoğunun kollarında ve yüzlerinde yaralar vardı. Son olarak Ali de köprünün üzerine çıkıp arkasındakine elini uzattığında çığlık atmamıza sebep olan bir olay oldu. Halata ağır bir darbe yapıp yarısına kadar koparan şeyin betondan kaldırdığı parçayı gördüğümde bayağı büyük kalibreli mermi çekirdeği olduğunu anladım. Gözleri irileşen Çağlar olduğu yerde donup kalırken Ali var gücü ile bağırıyordu. "ÇAĞLAAAARRR!!! TUT LAN ELİMİİİ TUUUTTT!" Üç saniyelik şoku atlatıp iki hamle daha yapacakken yaralı yerine gelen ikinci kurşunu kaldıramayan halat koptu. "ÇEÇEEEEEEENNNNNN!" Çağlar'ın aşağı süzüldüğünü gören Ali ayağa kalkıp Doğan Komutanı kenara iterek köprünün diğer tarafından kendini kanyona bıraktı. Kardeşlerinin havada süzüldüğünü gören diğer Muhafızlar hiç düşünmeden Ali'yi takip etti. Neler olduğunu anlamaya çalışırken Kübra Teyzem'in yere oturup hüngür hünhür ağladığını gördüm. Eşini kollarının arasına alan Koray Amcam; "Kübra! Kübra sakin ol. Onlar iyi." Kübra Teyzem cevap veremiyor, nöbet geçiriyormuş gibi elleri titriyordu. "Kübra bak vallahi bişey olmayacak." Dolan gözlerine aldırmayan Annem elindeki suyu azda olsa içirip ıslak ellerini teyzemin yüzüne sürüyordu. "Kübra ne yapacağını biliyorsun değil mi? Derin derin nefes al kuzum." Kübra Teyzem burnundan aldığı nefesi ağızından verirken Koray Amcam ile gözgöze geldiğinde tekrar ağlamaya başladı. Eşinin ve onun can yoldaşlarının geçmişte yaşadığı zorluklar gözünün önüne geliyordu. Kim bilir? Belkide aşağı düşen Çeçen'i oğlu Yavuz olarak hayal etmişti. Herbiri dünyaya gözlerini açtıklarında annelerinin sevinçle gülen gözleri ile karşılaşıyordu. Daha bebekken onlar üzerinden ne hayaller kurulmuştu kim bilir? Kimisi 'Oğlum Doktor olacak.' diyordu, kimisi önüne projesini açan bir mühendis. Kimiside yetimhanede binbir cefa ile büyümeyi beklemişti. Oğuz Amcam gibi!!! Kübra Teyzem kendini toparlamaya çalışırken başta Bora Amcam olmak üzere tüm Muhafızlar'ın gülümseyerek baktığı yöne döndüm. Bir süre birşey seçemesemde uçsuz bucaksız kayalıklardaki karınca kadar küçük gözüken iki silueti gördüm. "Babaa!!!" Bunu duyan Annem, Çağıl Teyze ve diğerleri baktığım yöne odaklanıp gözlerini kıstılar. Elindeki uzun namlulu silahı yanında duran yüzünü seçemediğim kişiye uzatıp bizden tarafa uzun uzun baktı. Bora Amcam; "Kudüs düştü tövbe bozuldu." Annem; "O ne demek oluyor Abi?" Bora Amcam'ı beklemeyen Gökçen Halam gözünü Babamın siluetinden çekmeden cevap verdi. "KARA MAMBA! Dünyanın en zehirli yılanıdır. Aynı zamanda Rahmetli Babam'ın silahına verdiği isim. Rahman Abim keskin nişancılığa tövbe etmişti. Babamın silahını eline almaya tövbe etmişti. Taki Kudüs düşüp tövbe bozulana kadar. Bedelini ödedi, kendince Kara Mamba'yı eline almaya hak kazandı." Babam el dahi sallamadan arkasını dönüp gözden kaybolurken Kara Mamba efsanesini dinleyen Kübra Teyzem kendine gelmişti. "Ya o çocuklar! Onlar ne olacak?" Koray Amcam; "Şelaleden denize düşecekler. Bizden önce yemekhanede olurlar." "Koray Allah aşkına ne kadar sakinsin. Biraz önce 18 yaşındaki bir çocuk ve arkadaşları 20 metreden bakmaya bile korktuğumuz nehire düştü." "Ne olmuş gülüm? Biz onu eğlencesine yapıyorduk. Onlar bunun için yetiştirildi. Sınavdan geçtiler." Elvin Ablam'ın ilk defa sesi çıkmıştı. "Ne yani buda mı bir sınav?" Bora Amcam; "Çeçen düştüğünde arkasından atlamasalardı ya burada eğitimci olarak kalacaklardı ya da farklı farklı ülkelere gerek istihbari gerekse ufak tefek görevler için Kara Muhafız olarak değil Muhafız olarak dağılacaklardı. Bu kadar emek boşa gidecekti. Çeçen'in şoka girip tırmanmaya devam etmeyip bakakalması ceza almasına sebep olacak." "Hem suya düşecek hem ceza alacak çocuk." diyen Elvin Abla kafilenin tepkisini tek tek süzüp devam etti. "Bu size görede saçmalık değil mi?" Bora Amcam, Elvin Abla'ya döndüğünde gayet ciddiydi. "Çeçen tırmanmaya devam etseydi arkadaşları o suya atlamak zorunda kalmayacaktı. Bir askerin dalgınlığı beşyüz kişilik bir taburun yok olmasına neden olur." Başını yere eğen Savcı cevabını fazlasıyla almıştı. Tüm bu muhabbetler dönerken tepeyi aşmış Komutan konutunun önüne gelmiştik. Sinan, Oğuz, Samed, Ömer, Kenan Amcamlar, Mert, Kürşad ve Tuğrul Amcamları gezdirmek için tepenin eteğinden ayrılmışlardı. Büyük taşlar ile özenle örülmüş kalın duvarlarıyla mükemmel bir villayı andıran konut adanın bütün manzarasını ayakları altına alıyordu. Biraz daha yürüdüğümüzde ön cephesinin çoğunlunun camlarla kaplı olduğunu gördüm. Annemin durup dikkat kesilmesi yanına gitmeme sebep oldu. "Kim bu kız?" Koray Amcam; "Rahman yasak demiş kardeşim. Emri ezmek olmaz." Koray Amcam konuşurken kız bizi çoktan görmüş elindeki kitabı masaya bırakarak hızlı adımlarla yanımıza kadar gelmişti. "Farklı yüzler görmek ne güzel! İsmim Beyza !" Daha genç görünsede hareketlerinden ve yüz ifadelerinden 25-30 yaşlarında olduğu açıktı. Neredeyse Annemin boyundaydı. Eşofmanının kapşonunu indirdiğinde küt kesim siyah saçları ortaya çıkmıştı. Annem; "Zümra!" "Hepinizi tanıyorum. Koray Abim, Bora Abim ve çiçeği burnunda nişanlısı Elvin. Eee biraz meraklıyım da." 'Eee' derken omuzlarını geriye kastırması, bol eşofman üstüne rağmen bir bayana göre geniş olan omuz hatlarını ortaya çıkarmıştı. Amcamların şaşkınlığına aldırmayan Annem; "O hepimizde var Beyza. Peki neden buradasınız?" deyip bir adım daha yaklaşarak gözlerini kıstı. "Bundan fazlasını söylersem Alagan'ın gazabına uğrarım Kağatun Ana." Her cümlesinden sonra arkamızda birilerinin gelişini bekliyormuş gibi gözlerini gezdiren Beyza'nın olumsuz sonuçla karşılaşınca yüzünün gerilmesi dikkatimden kaçmamıştı. Sakin görünmeye çalışsada hızlı hareket eden ve annemin her sorusunda kaçırdığı göz bebekleri haddinden fazla heyecanlı olduğunu gösteriyordu. Beyza kimdir bilmiyorum ama ona göre çok önemli olan birini beklediği aşikardı. Tüm bunları bana vücut dilini öğreten Annemin de yakaladığından emindim. "Anne gidelim mi?" "Gidelim kızım!" Beyza'nın yüzüne son kez bakan Annem; "Tekrar görüşmek üzere Beyza. Annenle tanışmak isterdim ama başka zaman inşAllah." deyip elimi tuttu. "Görüşeceğiz Kağatun Ana. Daha çok görüşeceğiz." Yüzüne bakmasam son kullandığı cümleyi bir göz dağı olarak aldıgılardım. Anneme 'Kağatun Ana' demesi bunun imkansız olduğunu göstersede en çok emin olmamı sağlayan, arkamızdan 'Gitmeyin' der gibi özlemle bakmasıydı. Bu duygunun aynısını Babamın yokluğunda tatmıştım. Ne kadar mutlu olursam olayım onun yokluğu kalbimin bir köşesini sızlatıyordu. Neşeli tavırlarının altında bastırmaya çalıştığı acılı hüzün, yalvaran bakışlarında neye olduğunu bilmediğim yoğun bir özlem vardı. Merakımı o gözlerde bırakıp, nereye bastığıma dikkat etmek için başımı yere eğdiğimde tatlı bir esintinin getirdiği güzel koku ile tekrar kaldırdım. Elimi tutan elini göğüsüne bastıran Annem; "Ohh çok şükür YaRabbi!" dediğinde karargah yönüne baktım. Ali en önden karargaha girerken arkasındaki iki Muhafız sanki hiç birşey olmamış gibi şakalaşarak geliyordu. Üzerlerindeki ıslaklık henüz kurumamıştı. Diğerlerini hiç görmemiştim ama Ali'nin yüzündeki zayıflama bu mesafeden bile belli oluyordu. Zorlu sekiz ayın sonunda bedenleri bitkin düşsede, yüzlerdeki gülücükleri ile çelik gibi psikolojileri, dimdik duran vücutları ile kuvvetlerinden hiç birşey kaybetmedikleri açıktı. İnsanlıkları ellerinden alınmış, yırtıcı bir kurt haline dönüştürülmüşlerdi. "Senin sayende çocukluğumdan bu yana merak ettiğim Kara Muhafızlar'ın nişan alma anına şahitlik edeceğim." Zuhal Hoca'nın sesi daha yüzüne bakmadan güldürmeye yetmişti. "Size inanamıyorum Hocam. Hala şoktayım." "İnanamayacak birşey yok güzelim. Komutanımızın en değerlisini koruma görevi bana düştü." "Teşekkür ederim Hocam hakkınızı helal edin." "Abartma canım ne hakkı?" deyip meydana bakarken gözlerini kıstı. "Aaaa Ati değil mi o? Kız ne kadar büyümüş." Bisikletini koltuğunun üzerine ters çevirmiş 7-8 yaşlarındaki erkek çocuğu çömelmiş pür dikkat dönen ön tekerleğe bakıyordu. "Ati kim Hocam?" "Atilla Kara Tepe de çalışan bir hizmetlinin oğlu. Kendisi Otizm Spektrum hastası. Olağanüstü zeki çocuktur. O dönen tekerleğe bakarken emin ol Yasin okuyordur. Ben ayrıldığımda 3 yaşındaydı ve o zaman bile Yasin'i ezbere biliyordu. Tam bir KaraBasan hayranı. Alaganımız en sevdiği bıçağını ona hediye etmiş. Alaganımızdan çekindikleri için Ada da hiç kimse onun bir dediğini iki etmez; anne-babası bile." "Babam çocukları çok sever." Biz yaklaşırken yavaşlayan tekerleğin milinden tutan Atilla tekrar dönderdi. Sarı saçlarının aksine kalın ve koyu olan kaşları vardı. Zayıf bedenine bol gelen kırmızı tişörtü yere sürtüyordu. "Atii!" Beş metre önümüzde olan Ati ne yanına gelen kalabalığı farketmişti ne de Zuhal Hoca'nın seslenişini. "At-tiii!!!" Yüzümüze bakmadan işaret parmağını kaldıran Ati'nin yanına biraz daha yaklaşıp onunla birlikte dönmeye devam eden tekerleğe baktım. 'Bizim görmediğimiz neyi görürsünki orada?' Belli belirsiz birşeyler mırıldandığını gördüğümde Kuran okuduğunu anladım. Önümde dönen tekerleğe bakarken elini kaldıran Ati tekerleği aniden durdurup yüzüme baktı.
Oldukça bilinçli bakan gözlerini gözlerime sabitleyen çocuğun göz bebekleri hiç oynamıyor, bizimle birlikte Ali'yi seyreden arkamdaki kalabalığı umursamıyordu bile. "Ben Şûra Atilla. Nasılsın?" "Sen Şûra değilsin." Zuhal Hocam'a 'Normal mi bu?' der gibi baktığımda dudaklarını büktüğünü gördüm. Tekerlekten elini çeken Ati seri bir şekilde ayağa kalkıp iki adım uzaklaşarak hızlı hızlı el parmakları ile oynamaya başladı. Yüzündeki tebessümü ilk defa görmüştüm. "Se...Sen Şûra değil Ay yüzlü bala, gök gözlü rüyasın." Bu çocuk beni inanılmaz etkilemişti. Ayağa kalkıp karşılık verdim. "Rüya mı?" "Rüya ile gelmedin mi?" "Rüya kim Atilla? Benim ismim Şûra." Ellerini iki yana açsada hızlı hızlı kapayıp açması devam ediyordu. Ati'nin takılmadan hızlı hızlı konuşması Anneminde dikkatini çekmiş olmalı ki yanıma geldi. "Özür dilerim. Hata benim çünkü soruyu yanlış sordum." deyip ellerini yumruk yaparak şakaklarına koydu ve bir müddet düşündükten sonra gözlerime bakmadan tekrar konuştu. "Sen Karabasan'ın rüyasısın. Bunu o anlatmadı ona kızma. Kızma ona olur mu kızma ona. Lütfen küsme ona. Kahrolur Karabasan kahrolur. Kahrolur o üzülür çok üzülür." Ati'nin sesi yükselmeye başladığında bende bir korku peydah oldu. "Anne n'oluyor?" Bana cevap vermeyen Annem Ali'ye bir adım daha yaklaşıp dokunmamaya dikkat ederek hipnoz eden sakin bir ses tonu ile iletişim kurmaya çalışıyordu. "Atilla sakin ol olur mu? Aybala ona hiç bir zaman kızmaz. Senin kadar o da Karabasan'ın üzülmesini istemez. Şûra çok duygusaldır ve seni çok sevdi. Onu böyle yaparak üzüyorsun." Aniden duraksayan Ati şakaklarına koyduğu ellerinin arasından gözlerime bakıp gülümsemeye çalıştı. "Üzülme ben iyim. Duygulanma olur mu? Şaka yaptım sadece." diyerek yalan söyledi. "Yoo üzülmedim. Önemli değil Ati." dediğimde kollarını yanına indirip bir süre yere bakarak sanki biz yanında yokmuşuz gibi arkasındaki yemekhaneye daha sonra önüne bakıp en son sol tarafına bakarak ormanlığı süzdü. "Harekete geçti." deyip, acale ile bisikletine el atarak düzeltti. Arkasına bakmadan pedallara yüklenen Ati; "Geliyor. Karabasan ile Utah geliyor. Üzerimi değiştirmeliyim." deyip uzaklaşan Atilla, giden bisikletin üzerinde ellerini havaya kaldırarak alkışlamaya başladı. "Bu ne demek oluyor şimdi?" deyip Anneme baktım. "Anne sen birşey anladın mı? Nereden biliyor geldiklerini?" Şaşkınlıkla yüzüme bakan Annem vereceği cevabı düşünürken gözlerini arkamda bir yere çevirip aniden harekete geçmesi sıçramama neden oldu. "Hocam!!!" "Tut şu sopanın ucunu Doğan Paşam." Doğan Dedem, çıktığı dik patikada soluk soluğa kalan Topal Hoca'nın asasını tutup kendine doğru çekti. "Hocam ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Kabul et artık ihtiyarladığını." Düz yola çıkan Nur yüzlü Hocamız cebindeki mendilini çıkartıp alnını silerken zor bela topladığı nefesi ile cevap verdi. "Geçen yıl sana kızardım ama bu kez haklısın Doğanım. Yolun sonu görünür bize." Annem; "Aman Hocam Allah gecinden versin." Anneme bakan gözleri kısılıp gülümsediğinde çok şirin görünmüştü Nur Dedem. "Yok kızım yok. 63'ümüzü geçerek haddimizi aştık zaten. Hoşgeldiniz hele." diyen Hoca kafileye dönüp tekrarladı. "Herbiriniz hoşgelmişsiniz sefa getirmişsiniz." Herkes güler yüzle karşılık verirken yemekhaneye doğru yürümeye başladık. "Atillamızlada tanışmışsınız." Atilla'nın gittiği yöne bakan Annem; "Evet Hocam." derken cevaptaki şüpheyi sezen Nur Dede tekrar gözlerini kıstı. "Geliyor demesine takıldınız değil mi?" "Evet Hocam." "Kainat sır küpüdür kızım. O isterse duyarsınız, o isterse görürsünüz. Atillamızında o küpten nasibine düşen budur." Annem; "Siz gibi?" Besmelesini çeken Nur Dede yemekhanenin kapısından girerken cevap verdi. "Herkesin sırrı vardır. Kimisi dünyevi kimisi manevi." "Yani Atilla biliyor mu? Rahman gerçekten geliyor mu?" diye sorduğunda yemek tezgahının önünde aşçılarla konuşan Doğan Dedem'in kemerindeki telsizden cızırtı geldi. Elini telsize atan Topuz sesini açarken hem benim hemde Annemin kalbini cızlatan o ses geldi. "Salih.......... Salih aldın mı sesi mi?" 'Bu..... Bu babam!' Kaşlarını çatan Doğan Dedem masalara servis açan çalışanlara bakıp parmağını dudağına götürdü. "Salih..." Kısa süreliğine ses kesildiğinde Koray Amcam'ın Bolu da boğuştuğu köpeklerin sahibi, Dudu Nene ve Derviş Dede'nin oğlu Çoban Salih Abi soluk soluğa cevap verdi. "Emredin Alagan'ım." Yemekhanenin içine herkes doluşmuş telsizden gelecek olan emri bekliyordu. "Toynaklardan ses gelsin Salih. Dönüşe geçiyoruz." Çağıl Teyzem oğlu Rahmanla ben Annemle sevinçten birbirimize sarılırken Doğan Dedem hızla yemekhaneye yeni gelen Amcamlara doğru yürüdü. "Kurtlar biz hazırlanalım." deyip Anneme döndü. "Müsadenizle kızım. Nişan verilirken bütün Muhafızlar üniformalarıyla meydanda toplanır. Siz soğuk birşeyler için biz hazırlanalım." Annemin ellerini titremesini görüyor babamın sesinin yankılandığı telsize sarılmamak için kendini zor tuttuğunu hissede biliyordum. "Rahman ne demek istedi Doğan Amca?" Amcamlar hızla çıkarken Doğan Amcam Anneme tekrar döndü. "'Toynaklardan ses gelsin!' demek. 'Salih atları bırak gelsin.' demek kızım." Doğan Amcam uzaklaşıken ben dahil hiç kimsenin yemekhanede kalmaya niyeti yoktu. Hep birlikte dışarı çıkıp, karargahın gölgesine geçerek Kara Muhafızlar'ın çocukluktan psikopat bir savaşçı olmasına olanak sağlayan eğitim sahasını seyrediyorduk. Gelen toynak seslerine doğru başımı çevirdiğimde ada'ya geldiğimizden bu yana gördüğüm en koyu siyahı görmüştüm. Bu Karabasandı. Babamın atını gören annem bir süre donup kalırken, ikinci at önümüzden geçerken kendine geldi. "KARABASAN!!!" Annemin sesini duyan kapkara heybetin tüğleri ışıl ışıl parlıyordu. Adımlarını yavaşlatıp Anneme döndü. "Oğlum bana 'Hoşgeldin' demeyecek misin?" Bir insanmış gibi Annem'in on metre karşısında bekleyen Karabasan karşısındakinin Annem olduğundan emin olduktan sonra bir sağa bir sola adım atıyor, şimarık çocuklar gibi zıplıyordu. Dostunun durduğunu gören kahverengi at kendini taze otlara bırakırken, Karabasanla annem karşıkarşıya geldi. "Yeleleri hala örgülü." Atın yelesini okşayan Annem'in sesindeki hüznü duyabiliyordum. Güçlü güçlü nefes veren Karabasan, ne ara ara başını çevirdiği Babama giden yoldan vazgeçiyor, ne Annemi bırakabiliyordu. "Tamam... Tamam hadi git getir onu bize." Annemin vedasını hisseden Karabasan arkasını dönüp hızla depara kalkarak toynaklarından toz ata ata uzaklaştı. "Hay maşallaaaah!" Çok nadir konuşan Tuğrul Amcam Karabasan'ın arkasından bakakalırken Kürşad Amcam söze girdi. "Hiç boşuna heveslenme çok pahalılar." Ellerini arkasına atan Tuğrul Komiser duvara yaslanıp Kürşad Amcama baktı. "Fakirliğin gözü kör olsun." Kürşad; "Eee onlar binmeyecekte biz mi bineceğiz? Şuraya baksana cennet görünümlü cehennem. Şu çocuklar bu kıvama geliyor ama kim bilir ne işkenceler çekiyorlar. Ayaklarındaki ayakkabı bizim yarım maaşımız. Yemekhaneye baksana. Şöyle bir restoranda yemek yemeye kalksan altından kalkamazsın. Evet buradaki dostluğuda lüksüde dışarda bulmamıza imkan yok. Ama şu varki; özgürlüğünü aldığın kuşu altın kafese koysan ne koymasan ne." Pürdikkat dinleyen Mert Amcam; "Haklısın. Ailelerini saymıyoruz bile. Annem, Abim kayboldukttan sonra her hafta tişörtlerini pantalonlarını, okul kıyafetlerini yıkadı, kuruttu, ütüledi. Ütülerkende abimi okşuyormuş gibi gülümsüyordu. O kadın usanmadan sıkılmadan her hafta bunu yaptı. Şimdi torunlarından vazgeçemiyor. Bir baba olarak söylüyorum. Evet gruru verici ama Allah sebebi ne oluyorsa olsun kimseyi evladının yokluğu ile sınamasın." Hepbir ağızdan 'Amin' derken, başlarımızı karargahdan dışarı hızla fırlayıp eğitim alanına koşan alt devre Kara Muhafız adaylarına çevirdik. Yüzlerini kapatan peçelerden onların henüz maskelerinin olmadığını anladım. Sekiz kişi eğitim alanındaki kumun üzerinde saf düzeni sıraya geçerken, onlardan daha uzun daha kalıplı olanları tek tek çıkıp maskeleri ile karşımıza dikildi. Bu Rahman'ın geri adım atmasına sebep olurken, Kara Muhafızlar ile karşılaşmak bizim hem grurumuzu okşamış hemde sevindirmişti. Maskelerini çıkaran yeni Tim'in aldıkları duş, oldukları tıraş, yüzlerindeki yaraları ve güneş kavruklarını kaybetmeye yetmemişti. İçlerinde öyle birisi vardı ki tam bir yaradılış harikasıydı. Apaçık gri göz bebeklerinin etrafındaki siyah çizgi ile çevrelenmesi hem olağan üstü güzel, hem ürkütücü görünmesine neden oluyordu. Tıpkı Babamınkiler gibi sık ve koyu kirpikleri, güneş ışığının bile bozamadığı bembeyaz bebek yüzü, hafiften dişlek hali, allanmış yanakları, birbiri ardına dizilen kusursuz notalara benziyordu. Herbiri kusursuzdu. Sarışınıyla, esmeriyle, kumralıyla yeni kardeşlerim gerçekten çok güzel görünüyorlardı. Ama onun yeri apayrıydı. Haydar Ali! Kızıl gözlü maskesinin çıkarttığında sanki ihtisas cehenneminden çıkan o değilmiş gibi Anneme bakıp gülümsüyordu. "Hafız Alim, Güzel Alim! Gözünüz aydın. Allah yolunuzu bahtınızı açık etsin." "Sağolun Kağatun Ana." Ali'nin 'Ana' demesi diğerleri gibi Annemin yüzünü düşürmemişti. "Eee... Siz kimsiniz? İsminiz, kod adınız nedir?" Öne çıkan Ali yanındaki Muhafızdan başlayarak tek tek saymaya başladı. "Bu kardeşimin ismi Çağlar. Kod Adı Çeçen." Tuğrul Amcam; "Tim arkadaşımızı yere seren, bancar sulamadan gelen çiftçi çocuk. Anca benim boyumun kaç olduğunu soruyordu." Gülümseyen Çeçen, aldığı bir yaradan dolayı çizgi halinde iz kalan kaşını kaldırıp cevap verdi. "Affedin Abi! Ne istenildiyse onu yaptık. O abinin yere düşmesine üzülsekte. Kudüs bu açığı kapatmıştır inşAllah." Tuğrul Amca; "Aslansınız be komutanlar. Hakkınız büyük." Buna yüzü gülen Annem uzun uzun Çeçen'e baktı. "Köprüden düşen sensin değil mi?" "Doğrudur Ana benim. Her zaman ki gibi." Annem; "'Her zaman ki gibi.' derken?" Bu cevabı onun vermesini isteyen Çağlar, Ali'nin gözlerine baktı. Ali; "Eğitimde, operasyonda bütün bahtsızlıklar onun başına gelir. Birde şakacı bir kardeşimizdir." derken Muhafız üniformasıyla kapıdan çıkan Doğan Dede ve Amcalarım yeni Muhafızları çevreledi. Doğan Dedem; "Ali şu mağara olayını anlat bakalım. Hani Çağlar'ın kendisini kurtarmaya çalıştığı." dediğinde esas duruşta duran Muhafızlarda kıkırdanma oldu. Ali; "Zamanımız var mı Komutanım?" Anı dinlemeye bayılan Annem; "Var var anlat hadi." dediğinde hiç bir kelimesini kaçırmak istemeyen kafile dahada yaklaştı. Başka bir dördüncü sıradaki arkadaşını gösteren Ali; "O zaman ilk önce Cirit'i tanıtayım size. Serdar kardeşimiz Milli füzemizden alır Kod Adını. Kendisi Ömer Komutanımız gibi Tim'in hem bombacısı hemde imhacısıdır. Tabiki bizde imha eğitimi alırız ama Serdar yeteneği yüzünden bu işin uzmanı olacak şekilde ayrı yetiştirilir. 15 yaşımızdayken Serdar'ın oldukça karmaşık bir şekilde yaptığı bombanın imhası için kısa çöpü çeken Çeçen kardeşimiz olmuştu. Bombada güçlü bir ses var ama öldürücü özelliği yoktur. Çeçen'in girdiği dar mağaradan bombayı patlatmadan çıkması için dua ederken olan oldu. Bomba patladı. En talihsiz olay o zaman oldu. Belki milyon belki milyarlarca yıldır yıkılmayan, eğitimlerde sayısızca patlama gören mağara Çeçenin üzerine yıkılacağı tuttu." Ali bunları anlatırken kafilenin çoğu sesli şekilde gülmesine rağmen Muhafızlar'ın tebessüm etmesi onları yaşlarına göre oldukça ağır gösteriyordu. İçerisinde binlerce bomba patlayan mağaranın üzerine çökmek için Çeçen'i bulması trajikomik bir olay olduğu kadar çok büyük bahtsızlıktı. "...biz taşları panikle kaldırarak mağaranın girişini açmaya çalışıyorduk. Ne yalan söyleyeyim hepimizde hem ağlıyor hem deli gibi Çağlar'a ulaşmaya çalışıyorduk. 20 dakika boyunca hızımızı hiç kesmeden çalışırken arkamızda bir kavga başladı." diyen Ali, Çeçen'e doğru bakarken o güne gittiği sıktığı dişlerinden anlaşılıyordu. "Biz onu kurtarmaya çalışırken o da bizimle birlikte taş taşıyordu. Meğerse mağaranın ilerisinde başka bir çıkış bulmuş oradan çıkmış. Bize şaka yapıyormuş. Beş dakikayı geçkin bir süre taş taşımış. Tek farkla; biz ağlıyoruz o gülüyor. Bunun ilk farkına varan 'Benim yaptığım bomba yüzünden oldu' deyip ağlayan Serdar oldu. Çıkan taşları uzattığı adamın Çeçen olduğunu gördüğünde dayanamayıp yumruk atıyor." Bu olay Amcalarım'ın bile kahkaha atmasına neden olurken Çağıl Teyze gülmekten kendini kaybetmiş peşpeşe Besmele çekiyordu. Kendini Toparlayan Annem gözündeki yaşı silip; "Hadi bakalım diğer arladaşlarını tanıt Ali." derken, Çağlar'a bakıp için için gülüyordu. "Bu kardeşimizin ismi Çağatay, Kod Adı ise Suskun. Çeçen'in aksine konuşmayı çok sevmez." deyip yanındakine geçti. "Serdarımızı anlattık zaten. Kod Adı Cirit. Bu arkadaşımızda Turgay, Kod Adı Gökdoğan." dediğinde Tuğrul Amcam tekrar araya girdi. "O gece mataramı vuran sendin.Bana bir matara borçlusun Turgay. Onların hepsi şahsımıza zimmetleniyor." Turgay; "Özürdikerim Abi. Kabul edin ki sizde çok geldiniz üzerimize." dediğinde Tuğrul Amcam gülümserken, gri gözlü Muhafıza gelen Ali devam etti. "Bu kardeşimizin ismi Alp, Kod Adı İşbara. Bu kardeşimizin ismi Talha Kod Adı Cebe." deyip sonuncu Muhafız'a geçti. "Bu arkadaşımızda Korkut, Kod Adı ise Tulga." Ali'yi ve anlattığı anıyı büyük bir dikkatle dinleyen Kübra Teyzem; "O zaman bu Tim'in Gölges'i Çeçen oluyor." dediğinde herkes Koray Amcam'a bakıp gülümserken, Koray Amcamdan ensesine aldığı tokat ile ilk susan Çeçen olmuştu. "Sen gül bakalım. İpin üzerinde atlatamadığın şoku Karabasan'a nasıl açıklayacaksın onu düşün. Hem sağ göğüsünüz hala boş. Bakın bakın çekinmeyin. Hala birbirine kenetli üç hilal nişaneniz yok. Ben kardeşimi tanıyorsam son üç ay herbirinizi takip etmiştir. Dua edin size verilen bu kadar emek, bu kadar masraf boşa gitmesin." Sadece Çeçen'in değil tüm timin tebessüm eden yüzleri, Koray Amcam'ın konuşmasından sonra korkmuş bir hal almıştı. Sıcağa aldırmadan saf düzeninde bekleyen minik Kara Muhafız adaylarını gösteren Doğan Dedem'in de bu kısa konuşmadan dolayı morali oldukça bozulmuştu. "Kardeşlerinizin yanına geçin." Maskelerini kafalarına geçiren tim koşar adım ilerleyip miniklerin yanına geçerek Babamı; Başkomutan Alagan'ı beklemeye koyuldu. Anneme dönen Doğan Dedem; "Kızım siz içeri geçin isterseniz." deyip yemekhaneyi değilde karargahı gösterdi. "Nişanlarını alma anlarını görmek istiyorum." Kollarını göğüsünde bağlayan Doğan Dedem ortaya çıkarttığı sanat eserlerine bakıp derin bir nefes verdi. "Siz geldiğiniz için Ada'nın tüm bölüklerinde bazı eğitimler atlatılıyor." deyip ciddi, bir o kadarda keskin bakışlarını Anneme çevirdi. "Siz Ada'nın melek yüzünü gördünüz, kurt yüzünü değil." "Burada durmak istiyorum Doğan Amca. Şûra, Rahman, Babalarının ve Amcalarının nasıl yetiştiğini, İslam-Türk Alemi'nin korunması için ana kuzuların ne badireler atlattığını görsünler. Görsünlerki o fedakar vatan evlatları bir bardak su istediklerinde oflamasınlar." deyip beni yanına çekerek şakağımdan öptü. "Senin oflamayacağını biliyorum kızım. Sende görki benim yetişemediğim yerde Murad ve Zehray'ı ona göre terbiye et." Annemi dinlerken, eğitim alanının arkasındaki yükseklikten, Komutan Konutunun avlusunda ellerini kapşonlusunun cebine sokmuş, tek ayağını önündeki büyük taşın üzerine koymuş izleyen Beyza'yı gördüm. Bu kez yalnız değildi. Arkasındaki koltukta oturan kişinin yüzü dahil bedeninin büyük bir bölümünü önünde duran Beyza kapatıyordu. Tek gördüğüm şey o kişinin boydan bir elbise giyindiğiydi. 'Bu bir kadın!' Göremeyeceğimi bilsemde başımı gayri ihtiyari sola yatırıp kim olduğunu çözmeye çalışırken metalik birşeyin parladığını gördüm. 'Bu tekerlekli sandalye.' Evet. 50-55'li yaşlarındaki bir bayan oturduğu tekerlekli sandalyesinde, aşağıdaki Tim'i izliyordu. "Anne sence onlar kim?" deyip gözlerimle tepeyi işaret ettim. Gözlerini bir süreliğine üzerlerinde sabitleyen Annem; "Kim olduklarını bilmiyorum ama; Beyzan'ın kullandığı kelimelere, vücut diline, hatta zekasına bakılırsa çok önemli insanlar." "Zekasına?" "Evet kızım. Beyza şu Ada'da beni gördüğü halde soğuk kanlı tavrını bozmayan tek insan. Bizi orada konuşarak oyalamasının sebebi birini beklemesiydi. Beyza arkadan gelecek olan birini bekliyordu. Bizi orada oyalayıp o kişinin uzaktan değilde yanımıza gelmesini istiyordu." "Babam olamaz mı?" "Babanı değil. Uçakta bizimle birlikte gelen birini." Annem gözünü onlardan çekmeden konuşurken, önümüzde, arkasında bağladığı ellerinde maskesini sallayarak volta atan Doğan Dedem'in belindeki telsizden özlediğim sesi duyduğumda, gözlerim ister istemez elimdeki ambalajı açılmamış telefona gitti. "İki kişilik sağlık personeli. Kara Tepe'de hazır bulunsun." Zaman kaybetmeden karşılık veren diğer ses; "Emredersiniz Komutanım." dediğinde Doğan Dedem telsizi tekrar kemerine taktı. Annem; "Hayırdır inşAllah!" "Korkma kızım önemli bişey değildir. Öyle olsa direkt revire giderler." "İnşAllah Amca." Bakışlarım Topal Hoca'nın bana dalmış gülen gözleri ile çakışmıştı. Yükünü elindeki kalın değneğine vermiş, yanağını yaslayıp tatlı tatlı gülümsediğini gördüğümde bebekken beşiğindeki ızgaralarının arasından bana bakıp tüm şirinliği ile şebeklik yapan Murad aklıma gelmişti. Uzaktan gelen toynak sesini duymamızla birlikte Doğan Dedem'in güçlü sesi Kara Tepe'yi inletmeye yetmişti. "DİKKATTT!!!" Ne gelen at Karabasandı ne de üzerindeki Babam. Ama yaklaşıyordu. Kan bağımız olmasada; Ermeni kampında olduğu gibi, Suriye deki ahırda olduğu gibi bir hisse kapılmıştım. Bu Babam ile aramda ilahi bir bağ olduğunun kanıtıydı. Hissediyordum, onun bana geldiğini kalbimin bir köşesinde herzaman hissediyordum. Bu Muhafız Doğan Dedem'in bahsettiği, Babamın Haberci Muhafızı olan Utar olmalıydı. Çeçen'in nehre düştüğünde Babamın yanında gördüğümüz Muhafız. Kahverengi at ile gelen Utar'ın kızıl gözleri Alfa olduğunun göstergesiydi. Hem göğüsünde, hem sırtında sırt çantası taşıyan Utar'ın eyere bağladığı devasa silah Kara Mamba olmalıydı. Attan inen Utar hiç birşey söylemeden Doğan Dedem'e beş parmağını gösterip işaret dili ile birşeyler söyledikten sonra çantaları karargah duvarının önüne koyup, Kara Mamba'yı incitmeden sırtına astıktan sonra yüzünü Time dönüp beklemeye başladı. Geldiği yöne giden kahverengi atı izlerken soluk soluğa gelen beyaz kıyafetli otuzlu yaşlarındaki bayanlarla gözgöze geldik. Omzundaki tıbbi müdahale çantasını ayaklarının önüne bırakıp bizimle birlikte beklemeye başladılar. "Utar neden işaret dili ile konuşuyor amca?" Başını Annemden Utar'a çeviren Doğan Dedem; "Utar 25 yaşında Özbekistanlı bir Muhafız kızım. Çok yanyana gelmedik ama ne konuştuğunu gördüm ne güldüğünü. 5 yıldır böyleymiş. Alaganımız'ın Habercisi olmasını bizzat Akbuğ istemiş." derken dalgın bakışları Utar'ın üzerinde kalmıştı. Annem; "Peki neden konuşmaz, neden gülmez? Sebebi ne?" Doğan Dedem; "Alfalığını yaptığı Tim ile bir operasyonda..." Koşar adım gelen toynak seslerine başımı çevirdiğimde Karabasan'ın üzerindeki Babamın ağaçtan sarkan dal parçasına çarpmamak için başını eğdiğini gördüm. Kalbimin o köşesi beni yine yanıltmamış, Babam yine gelmişti. "DİKKAAATT!" diye bağıran Doğan Dedem maskesini başına geçirirken Amcalarımda onu takip edip Babama doğru koşar adım ilerlediler. Başına şal gibi sardığı siyah puşisi maskeli yüzünü görmemizi engelliyordu. Ali'nin Timini ve daha palazlanmamışlarıda katarsak bu kadar çok Kara Muhafız'ı ilk defa bir arada görüyordum. Gri bir bezle kucağına sardığı şey dikkatimi çekmişti. Babamın yanındaki Doğan Dedem gelmeleri için sağlık personeline işaret ederken, Babam bacağını sol tarafa atmış kucağındaki her neyse incitmemeye dikkat ederek aşağı inerken duyduğumda güven veren, cesaretlendiren özlediğim o sesini uzaktanda olsa işitmiştim. "Utar bacağından tut gövdeyi bana bırak." Nişan bekleyen Muhafızlar esas duruşlarını bozmazken attan aşağı kendini bırakan Babamın kucağındaki o şeyi üzerini kapatan bezin açılmasıyla görmüştüm. Bu minnacık, üzerinde benekleri olan ve olduğum mesafeden bile rahatlıkla seçile bilen simsiyah iri gözleri ile etrafındaki hareketlileri süzen yavru bir ceylandı. "Anneeeğğğ!!! Şunun şirinliğine bakar mısııın?" "Evet çok tatlı kızım. Dikkatini çekti mi bacağı sarılı." Gözlerimi kısıp baktığımda sol arka bacağının dizine kadar olan kısmının kalın bir şekilde sarıldığını gördüm. Başını sağlıkçıya kaldıran Babam birşeyler söyleyip bir çocuğun bile rahatlıkla taşıya bileği ceylanı kucağına verdi. Kendisinden uzaklaşan ceylanını arkasından seyrederken yüzü bizde takılı kaldı. O an yüzünü görebilmiştim. Kızıl olan göz perdelerinin yerine siyahlar yer değiştirmişti. Maskenin mimik tasarımı kızgın bir kurdu andırıyordu. Üniformasının üst kısmı çok ama çok değişmişti. Normalde sağ göğüsünde yer alan soluk sarı renkteki birbirine kenetli üç hilal göğüsünün ortasında, kalbinin üst kısmındaydı. Hilallerin sarı rengi yerini koyu kızıla bırakmıştı. Gözünü biran olsun üzerimizden çekmeyen Alagan yavaş adımlarla bize yaklaştıkça, heyecanlansamda omuzlarındaki motiflerden gözlerimi alamıyordum. Oldukça koyu siyahın üzerine koyu gri ile arapça harflerle anlamadığım birşeyler yazılmıştı. Bu yazılar göğüsünün alt kısmına kadar inerken, üç hilali ortasına almıştı. Sağ ve sol omzuna motiflenmiş zülfikar ile seyrimin sonuna gelindiğinde, üniformanın üst kısmı Topkapı Sarayında gördüğüm tılsımlı gömleği aklıma getirmişti. Eldivenlerini çıkartıp yüzüme dokunurken gözlerim ister istemez kapanmış içime huzur dolmuştu. Maskeli yüzünü saçlarıma bastırırken içine çektiği iç çekişini duymuştum. Omzuma attığı sağ kolunun altında ezilmemek için çırpınırken, şal misali başına geçirdiği siyah puşiyi omuzlarına indirdi. Kafilemize bakıp hiç birşey söylemeden herkesi tek tek süzüyordu. Yüzü en son Çağıl Teyzem ve oğlu Rahman da kalırken maskenin altından çıkan kalın ses korku dolu gözlerle Babamı seyreden Elvin Abla'nın olduğu yerde sıçramasına sebep oldu. "Zuhal, Amber, Serpil!" Arkamızda olan üçlü devreler hızla öne çıkıp esas duruşa geçerken Babam'a karşılık veren Serpil Abla oldu. "Emredin Komutanım!" Babamın sesinde hiç bir kızgınlık sezmemiştim. Gayet sakindi. Ama bize Selam vermemesinin veya 'Hoşgeldiniz' dememesinin bir açıklaması olmalıydı. "AK47... Hücum yeleğiniz üzerinizde olsun. Kütüklükleri doldurun. Yanıma gelin." Aynı anda "Emredersiniz!" diyen üçlü devreler sundurmanın altındaki silah raflarına koşup AK47 leri alarak, mühimmat sandıklarının kapaklarını açıp hücum yeleklerindeki kütüklükleri şarjörlerle doldurmaya başladılar. Hiçbir şey söylemeden giden Babam sırtını döndüğünde iki omuzlarının arasındaki Süleyman Mührünü gördüm. Gözünü Babamdan ayırmayan Çağıl Teyzem, oğlu Rahman'a arkasından sarılıp sessizce ağlamaya başladı. Bunu ilk farkeden Annem olmuştu. Yanına gidip başını omzuna yasladı. "Teyzee! N'oldu birden bire." Babam önünden geçtiğinde esas duruşunu bozan Koray Amcam Çağıl Teyzem'in ve Annemin yanına koştu. "Alınmayın! Nişan merasimi Muhafızlar için çok önemlidir. Bu çocuklar yıllardır bunun hayalini kuruyor. Alagan da olsa Rahman'ın burada sizle durup konuşması onlara saygısızlık olurdu. Nişan verildikten sonra acısını çıkartacaktır." deyip, Çağıl Teyzem'in yüzüne baktı. "Özellikle sen Teyze! Senile daha çok uğraşacak." deyip Amcamların yanına geçerek esas duruşuna geri döndü. Herkes neler olacağını beklerken Serpil Ablamlar Babamın arkasında yerini aldı. Tepede bizimle birlikten Kara Muhafızlar'ı izleyen Anne ve kızını farketmişti Babam. Elini ilk önce havaya kaldırıp daha sonra göğüsüne bastırırken, tekerlekli sandalyenin önünden çekilen Beyza bakması için Annesini uyardı. Babamı gören bayan aynı şekilde sağ elini havaya kaldırıp göğüsüne bastı. Kim olduğunu bilmem ama; bu bayanın ve kızının çok ama çok önemli birisi olduğu kesindi. "RAHAAATT!.........HAZIROOOLL!!!" Tüm Muhafızlar Alagan'ın komutuna karşılık verirken bir süre bekleyen Babam tekrar bağırdı. "ÇEÇENN.... SUSKUUNN.... BİR ADIM ÖNE ÇIKIN!" İkinci sıradaki Çeçen ve üçüncü sıradaki Suskun bir adım öne çıkıp beklemeye başladı. "Muhafızlar! Arkamda saf düzeni toplanın!" Tek sıra halinde koşar adım Ali'yi izleyen diğer Muhafızlar emredilen yerde sıraya geçtiğinde Babamın aniden yaptığı hareket sadece Elvin Abla'yı değil tüm kafileyi sıçratmıştı. "Bismillah! Ya ne oluyor!" diyen Annem Babama doğru koşacakken Koray Amcamın yaptığı hareket Annemin, dönüp tekrar yerine geçmesini sağladı. Sessiz kalmak istesemde yapamadım, içimi yakan soru istemsizce dışarı yansıdı. "Ya neden ama?" Bacak kılıfından silahını çeken Babam Suskun ve Çeçen'e ateş etmişti. Eli arkasında olanları seyreden Kürşad Amcam; "Vurdu mu lan?" deyip Tuğrul Amcama baktı. "İkisininde sol omzunun geriye gittiğini gördüm ama ne sesleri çıktı ne esas duruşlarını bozdular." Esas duruşlarını bozmamaları benimde dikkatimi çekmişti. Ama bu zamana kadar çektikleri acıları göz önünde bulundurursak bir Kara Muhafız'ın mermi sıyrığını hissedeceğini, hissetse bile umursayacağını hiç zannetmiyorum. Babamın sağlam tek bir noktası olmayan bedenini de hesaba katınca; 'Çeçen ve Suskun vuruldu.' demekten başka çaremiz kalmıyordu. Mert; "Onları vurdu hac..." derken babamın sesi yükseldiğinde cümlesi yarım kaldı. "Omzunuzda derin bir yara açıldı. Sıcak bir çatışmanın ortasındasınız ve kan kaybediyorsunuz. Olduğunuz bölgenin düşmemesi için o toprakların size ihtiyacı var veya size verilen görev başarısız olmak üzere. Size 5 dakika. Çeçen sen Suskun'un, Suskun sen Çeçen'in kanını durduracaksın. Komutumla esas duruşu boz." deyip Zuhal Hocama, Serpil ve Amber Ablama baktı. "Bedenlerine oldukça yakın atış yapın." Bakışlarını Çeçen ve Suskundan zorla çeken üçlü aynı anda bağırdı. "Emredersiniz Komutanım!" Babamın ne yapmaya çalıştığını, onlara nasıl bir ders vermek istediğini on dakikanın sonundaki konuşmasında anlayacağımdan emindim. "Esas duruşu boz ve kardeşinin yarasına müdahale et." Esas duruşlar bozulduğunda Çeçen ve Suskun arasında bir kavga başladı. Çeçen; "Lan yat seninki daha çok kanıyor." AK47 ler namlularını ısıtmaya başlamış ortada kavga eden Muhafızlar'ın üzerlerine kum fırlatıyordu. Santim farkla vücutlarını sıyırıp toprağa saplanan çekirdekleri umursamayan ikilinin tutuştuğu kavganın galibi Çeçen olmuştu. Suskunun sağ omzunun üzerine yatıran Çeçen hücum yeleğinin göğüs kızmındaki minik çandadan müdahele ekipmanın çıkartıp kol kısmını eli ile yırttı. Bunu yaparken çekirdeğin yüzüne fırlattığı toprak Amber Abla'ya sert bir bakış atmasına sebep oldu. "Bu eğitim değil. Resmen işkence." Ardı arkası kesilmeyen silah seslerine kulağını kapatan Elvin Ablama bakan kafile hiç birşey söylemeden başlarını çevirirken Çağıl Teyze'nin kollarının arasındaki Rahman ilk defa birşeye karşı çıkmıştı. Gözleri Babam kadar keskin, duruşu Babam kadar dikti. Minik Rahman ismini aldığı kişiye ondan daha çok benziyordu. "Atlar biz geldiğimizde gitti. Kimbilir o hayvan kaç gündür onlarda. Bileği kırılmış yavru bir ceylanın tedavisini yapıp kilometrelerce sırtında taşıyan bir adama 'İşkenceci' diyemezsiniz." Elvin Ablam özür mahiyetinde elini kaldırıp olanları izlemeye başladı. Utar'ın yanına giden Babam eli ile tepeyi gösterip birşeyler söyledi. Emri Alan Utar hiç beklemeden tepede Muhafızları seyreden Beyza ve tekerlekli sandalyedeki annesinin yanına doğru koşmaya başladı. Ellerini açıp şakaklarına bastıran babam, silah sesleri arasında Amcalarımla tek tek sarılıp yönünü tekrar Çeçen ve Suskuna döndü. "SON 5 DAKİKA !!!" Tam o anda işini bitiren Çeçen diktiği yaranın bandajını yapıyordu ki trajikomik bir olay oldu. Çeçen'e 'Yeter uzatma!' der gibi tekme atan Suskun yere yatırıp yaranın üzerini kapatan üniformayı yırttı. Dördüncü kütüklüğü boşaltan bayan Muhafızların ellerinin titrediğine yemin edebilirdim. Bu acı verici uygulama her ne amaçla yapılıyorsa Çeçen ve Suskun'un Babama olan bağlılıklarını zerre eksilmemişti. Her fırsatta onun hareketlerini gözlemliyor, verilen emri eksiksiz yerine getirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Onlar; acılarının dinmesi için değil; İslam-Türk toplumun huzurunu korumak, Hak uğrunda Şehit olmak için emeklerinin, çektikleri acıların karşılığını, alınlarının akı ile Kara Muhafızlık Nişanı'nı almak için savaşıyorlardı. "ATEŞ KEEESS!!!" AK47'diler aniden sessizliğe büründüğünde beynimdeki rahatlığı hissedebilmiştim. Üç bayan Muhafız silahlarını boşaltıp emniyeti kapatarak Babamın arkasındaki yerlerini alıp esas duraşa geçtiler. "Tim yerinize geçin." Çeçen ve Suskun ayağa kalkıp esas duruşa geçerken diğer arkadaşlarına yanlarında yerini aldı. Time karşı dönüp "Utar!!!" diyen Babam bir süre karşısındaki sanat eserlerini seyredip devam etti. "Omzunuzdaki bu yara Emir Muhafızım Utarımı hatırlatsın." 'Utar neler yaşadı, kurşun yarasının onunla ne alakası var?' diye kendikendimize sorarken Babam devam etti. "İki ayı geçti. Neredeyse üç aydır sizinle birlikte dağdaydık. Siz bizi görmesenizde biz sizi uzaktan bir çok defa takip ettik. Biz sizleri iki badi halinde ayrı ayrı noktalara bıraktık. Bu iki arkadaşınızın birbirleriyle küstüklerini farkettim. Evet. Badi oldukları halde çocuk gibi birbirlerine küstüklerini gördük. Biz ne birbirlerine düşman iki kuma yetiştirdik, ne de düşman. Biz sizi kardeşten öte olmanızı istedik. İhtisas Sınavının ne denli önemli olduğunu biliyorsunuz. Bırakın kursu..." diyen Babam Time doğru yürümeye başlayıp eli ile Suskun ve Çeçen'i gösterdi. Sesi sakin çıksada; çok ama çok kızgın olduğu attığı sıkı adımlardan bile anlaşılıyordu. "...Bırakın kursu bu iki kardeşinizin Küdüs de sırtsırta savaşırken bile küskün olduğunu duydum." derken Timin arkasında voltalıyordu. Çeçen ve Suskun'un aralarından geçip yüzünü onlara döndükten sonra çıkan ses dev bir aslanın kükreyişine benziyordu. "UTAR!!! EVET UTAR ARKADAŞI ONA KÜSKÜN ŞEHİT OLDUĞU İÇİN BEŞ YILDIR KONUŞMUYOR." deyip, bir Suskun'un birde Çeçen'in omzuna yumruk attı. Geri doğru esneyen Çeçen ve Suskun esas duruşlarını bozmadan karşılarındaki aslanı dinlemeye devam etti. "UTAR TAM BEŞ YILDIR BIRAKIN GÜLÜMSEMEYİ TEBESSÜM BİLE ETMİYOOOOORRR!!!" derken gırtlağındaki kanın metalik kokusunu ben bile alabiliyordum. Havaya bakıp derin bir nefes alarak sakinliğini korumaya çalışan Babam; "Arkadaşıyla bir sebep yüzünden birbirlerine darılıyorlar. Alfalığını yaptığı timindeki arkadaşı Utar'a ne kadar yaklaşsada Utar barışmıyor. Neye bu kadar kırıldı bilmiyorum. Bir gece Kosova daki bir baskında o arkadaşı Utar'ın kollarında Şehit oluyor. Son sözü 'Küskün gitmeyelim kardeşim hakkını helal et.' oluyor." diyen Babam tekrar bağırmaya başladı. "UTAR O GECE KONUŞMAMAYA, GÜLMEMEYE YEMİN EDİYOOORR!!!" Annemin gözyaşını gördüğümde ağlamak için bahane arayan bende başlamıştım. 'Allahım bu denli büyük acıyı, pişmanlığı kimseye nasip etme.' "Akbuğ! Evet bizzat Kağanımız Akbuğ; Utar'ı karşısına alıp emir veriyor. 'Konuş, gül, eğlen'. Ama yok; Utar konuşmuyor. İki ay boyunca ne sesini duydum ne de gülümsemenin en çok yakıştığı o çekik gözlerinde tebbesümünü gördüm. Üzülmesin; aklına o kötü gün gelmesin diye uzaklaştırdım buradan ağabeyinizi. Kardeşi giderken Utar'ın yüreğinde sönmeyen bir ateş bıraktı. Ve ben bu ateşi taşıyan bir adamla birlikte Ümmet'i koruyacak, Fetihler yapacak, Şehit olacak Kara Muhafızlar'ın arasında küskün iki kardeşi görüyorum." Sayısız Şehit veren Doğan Komutanda ağlıyordu, Kardeşleri Ozan Amcamı Şehit veren Polis Özel Harekatçılarda. Havada süzülen yırtıcı bile sesini kesmişti. Utar susuyor herkes susuyordu. "SİZE ŞAKADAN DA OLSA KÜSMEYİ YASAKLIYORUUMM!!! ANLAŞILDI MI?" "EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!" "Halatı vurdum ve Çeçen'i nehre düşürdüm. Eğer bir kişi! Bir kişi bile köprünün üzerinde kalıp suya atlamamayı düşünseydi nişanınızı vermeyecektim. Sizde Samedimi, Ömerimi, Boramı, Kenanımı, Oğuzumu, Sinanımı, Korayımı göremedim. Nişanınızı vereceğiz. Doğan Komutanımızın size döktüğü emeklerine karşılık olarak Nişanınızı alacaktınız. Ama emin olunki kalbimdeki o kırıklığı düzeltmeniz zaman alacak." deyip başını bize çevirdi. "ŞURA, GÖKÇEN!" dediğinde doğru duyup duymadığımı onaylaması için Gökçen Halama baktım. Mert Amcamın yanından elini uzatması doğru duyduğumun bir ispatıydı. "Gel bitanem!" diyen Gökçen halam elimi tutup çekiştirirken elimdeki telefon kutusunu zor-bela Anneme verebilmiştim. Babamın konumundan karşımızdaki Kara Muhafızlar'a bakmak inanılmaz birşeydi. Karşımda bir Tim değil sekiz kişilik bir ordu duruyordu sanki. Sağ kolunun altına beni, sol kolunun altına Gökçen Halamı alıp konuşmaya başladı.
"Size burada kazandırılan yetenekleri sivilde kendi davanız için kullanmanın Töremiz dışında olduğunu biliyorsunuz. Size, benim olmadığım yerde Şûram ve Gökçenimi emanet ediyorum. Benim kızım ve kardeşim oldukları için değil." diyen babam başlarımızı göğüsüne basıp devam etti. "Onlar Şehitlerimizin bize olan emaneti. Onlar fetih ile alınamayan ayrı bir vatan benim için. Yeri geldiğinde canlarını canınızdan öte bilip ölmenizi emrediyorum. ANLAŞILDI MIII?" En yakınına kadar yaklaştığım aslan aniden kükreyince içerisine daldığım gururdan uyanmıştım. Kabaran göğüsüm pır pır ederken Muhafızlardan gelen karşılık bu durumumu dahada öteye götürmüştü. Bu tarif edilemez bir duygu, Allah'ın kimseye nasip etmeyeceği bir histi. "EMREDERSİNİZ KOMUTANIM!!!" İşte görünmüştü Dünyadaki Kara Güneşim, görmüştü kainattaki eşsiz nurum. Babam başındaki maskeyi çıkarttığında şakağından aşağı süzülen teri görmüştüm. İlk dikkatimi o ter çekerken sonradan gördüğüm şey yüzümün aniden asılmasına sebep olmuştu. Babamın saçında, tam kulağının üzerinde üç veya dört tel saçın beyazladığını gördüm. "Gök Gözlüm..." Doğan Dedemin uzattığı armaların dördünü Gökçen Halama, dördünü bana paylaştırdı. Bu Babam ve Amcalarımın göğüsündeki birbirine kenetlenmiş üç hilal simgeleriydi. "Bunları şuradaki Kurtların göğüsüne yapıştırın. Gökçen halan nasıl yapıştırman gerektiğini gösterecek." Ali'nin karşısına geçmeme rağmen başını eğip bakmamıştı bile. Benden önce davranan Gökçen Halam, Çeçen'in göğüsündeki cırt cırta armayı yapıştırırken Babamdan gelen ses ikimizinde irkilmesine neden oldu. "Zeytiinn! Baban bana nasıl yapıştırdıysa o nişanı sende öyle yap. Yaralı olmasına aldırma. Hakediyor o." dediğinde maskenin arkasından ses geldi. "Sorun değil abla ben iyiyim." Bunu duyan Halam kolunu olabildiğince geri atıp Çeçen'in göğüsüne kuvvetli bir tokat attı. "O kadarda değil be Abla. Ciğerim ağızıma geldi." "Sen buna şükret." Bütün Muhafızlar'ın armasını takıp geri çekildik. Gökçen Halam yönünü dönüp; "Hayırlı olsun! Allah yardımcınız, Hızır yoldaşınız olsun." dediğinde Timden gelen ses Halam'ın bile sıçramasına sebep oldu. "AMİN!" Babamın yanına giderken, tepedeki bayanların yanında duran Utar'a işaret ettiğini görmüştüm. Tekrar Timine dönüp; "Kin yok, küslük yok, kendini üstün görmek yok. Allah sizleri Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve sellem'in izinden, Pirimiz Hazreti Ömer'in Adeletinden, Ali'nin ilmi ve cesaretinden, Ebu Bekir'in cömertliğinden ayırmasın. Yolum yolunuz, davam davanız olsun." "AMİN!!!" diye kükreyen genç kurtlara bir süre baka kalan babamın 18 yaşlarındaki hali gözünün önüne geldiği gururlu tebessümünden anlaşılıyordu. "İSTİRAHAT ET!" "SAĞOL!!!" Doğan Dedem'e dönen Babam kollarını açıp boynuna sarıldı. "Emeğine yüreğine sağlık Komutanım." "Allah yüzümü kara çıkartmaz inşAllah Komutanım." Birbirlerine karşışıklı komutanım demeleri bayağı tuhafıma gitmişti. Anneme gülen gözleriyle baktığında sıranın, uzağında duran kalabalık ailesine geldiğini anlamıştım. Gözü Çağıl Teyze ve Oğlu Rahman'a kaydığında yüzü buruk bir hal almıştı. Gözlerini çekse çekemiyor, bakmadanda edemiyordu. Elindeki maskeyi palaskasını arasına sıkıştırıp elbet gideceği, elbet kucaklayacağı kollara doğru yürümeye başladı. Oğlu'nun omuzlarında titreyen kollarını çeken Çağıl Teyze yaşlı gözlerini Babamdan çekemiyor, akan pınarlarını yüzünü gerdirerek durdurmaya çalışıyordu. Rahman'ın yakınına kadar gelen Babam kollarını omuzlarına atıp, göz seviyesine kadar eğildi. "E sen bana çok benziyorsun." Cevap vermekle vermemek arasında kalan, iri kolların arasında put kesilen Rahman, Annesinin gözleri ile verdiği onayında yardımıyla cevap verdi. "Annem, sana benzeyeyim diye 9 ay boyunca senin çocukluk resmine bakmış Abi." "Annen beni çocukken sevmezdiki. Anca Babama şikayet ederdi." Babamın verdiği cevap güldürmesi gerekirken daha çok ağlatıyordu Çağıl Teyze'yi. O deli Teyze gitmiş; yerini duygusal, ağlak Teyzeye bırakmıştı. "Yanılıyorsun! Seninle olan anılarını anlata anlata büyüttü beni. Hiç dilinden düşürmedi ki." "Neymiş birini anlat bakalım." "Hangi birini anlatayım ki? Korkarak girdiği köy tuvaletindeyken içeri attığın torpilimi, kalem kutusuna koyduğun sümüklü böceğimi? Yoksa kanatlarından tuttuğun yaralı eşek arısını uyurken burnuna soktuğunu mu? Ya daaa..." "La tamam tamam!" diyen babam herkesle birlikte gülümseyip Rahman'a sarılarak ayaklarını yerden kesti. "MaşAllah! Baban gibi yiğit olacaksın." deyip, mutluluktan dili tutulan Teyzesi'nin karşısına dikildi. "Ne işin var kız senin burada man...manyak?" Kaşlarını kaldırıp boynunu yana yatıran Teyze, sesi titreyen yeğeni Rahman'a sarılmak istiyorken, Rütbesine olan saygısı buna engel oluyordu. Gözlerini Teyzesinin yüzünden çeken Babam etrafta göz gezdirip ağlamamak için kendini zor tutuyordu. 'Gözyaşın kaldı mı ki ağlayasın be adam!' "Oğlum beni üzme kız." Daha fazla sabredemeyen Çağıl Teyze; "Valla çok aradım seni. Okulu birbirine kattım..." deyip mahcup bir şekilde bakarken Babam'ın parmağını dudağına götürmesiyle sesini kesti. Aralarında kalan oğlu Rahman'ı umursamadan Alagan'ın boynuna koştu. Çağıl Teyze kokluyor, geri çekiliyor 'Gerçek mi?' diye Babam'ın gözlerine bakıyor ve tekrar sarılıyor. Bu duygusal manzaraya ağlayan ağlıyor, ağlamak istemeyen gözlerini çekiyordu. Yılların özlemini Babamı sıkarak atlatmaya çalışan Çağıl Teyze, bunun imkansız olduğunu anlayıp kollarını çözdü. Babam Anne yarısından istemeyerek ayrılıp tüm kafileye tek tek sarıldıktan sonra "Hoşgeldiniz." diyerek yemek haneyi gösterdi. "Yemekhaneye buyrun." Herkes yemekhaneye yönelirken Annem, Babam'ın koluna girip o kızmadan en katı silahı ile vurdu. Gülümsemesi! "Kızdın mı?" Annemin yüzüne bakan Babam gülümsediğini gördüğünde boynunu büküp karşılık verdi. "Gülmeden sor!" "Olmaz. Kızarsın. Ya gülümsemeliyim ya da Şûra'yı önüne itmeliyim. Yoksa kızarsın." "Kızmadım." deyip Çağıl Teyzeyide diğer eli ile çekip yanına alarak Annemin gözlerine baktı. "Çok mutlu oldum." Yemekhaneye geçtiğimizde birbirleri ile yarışan aşçılar Babam'ı gördüklerinde şişman Teyze dahil hepsi esas duruşa geçti. Beş tane masa bitiştirilmiş, üzeri bembeyaz saten örtü ile kapatılmış ve özenli bir servis açılmıştı. Bu lüks yemekhane bana bir kez daha tüm bu teşkilatın varlığını sürdürmesine vesile olan mali kaynağı düşündürdü. Şu gözlerinin kaybolduğu, her zamanki sıcak gülümsemesini takınan Başkomutan; "Kolay gelsin!" deyip masanın başındaki sandalyesine oturdu. Herkes yerini alırken tek ayakta kalan Babamın yanına oturması gereken Annem olmuştu. "Ben oturmadan önce emaneti teslim edeyim." dediğinde ne olduğunu herkes merak ederken avcunun içindeki yüzüğü Babamın eline bıraktı. Elvin Abla ve Bora Amcama bakan Babam; "Yüzük alacağını almış çok şükür. Allah hayırlı uğurlu etsin." derken aniden kalkıp dışarı çıktı. Ne yaptığını çözmeye çalışırken camdan dışarı baktığımızda Utar, Beyza ve onun Annesini gördük. Annesi bu kez tekerlekli sandalyede değil Utar ve Beyza'nın yardımı ile ayakta geliyordu. Gelenlerin kim olduğunu masadaki hiç kimse bilmezken Babamın kalın sesi ile yemekhaneyi inletmesi Tüm Muhafızların esas duruşa geçmesine sebep oldu. "DİKKAAT!" Hiyerarşiye göre Alagan Rütbesindeki Babam 'DİKKAT!' çekiyorsa bu Kağan'ın geldiğinin habercisiydi. Gelen bayan Kağan olmadığına göre tek seçenek kalıyordu. Kağatun Ana! Babannem yaşlarında ve onun kadar güzeldi. Annemin boylarında ama Annemden yapılı bir vücudu vardı. Vücuduna göre ince beline bakılırsa bu tembellikten alınan bir kilo değildi. Teni beyaz gözleri kahverengiydi. Kirpiklerinin üzerine düşen göz kapakları bakışlarını dahada ağır yapıyordu. Kadının rütbesi resmen gözlerinden okunuyordu. "Selamun Aleyküm. Lütfen rahat olun." Kimisi verilen selamı içinden, kimisi sesli bir şekilde alırken; kimisi başını eğiyor, kimisi sessizce karşısındakinin kim olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Ortak tek bir düşünce vardı. Bu da gelen bayanın çok önemli biri olduğuydu. "Kendimi tanıştırayım." diyen bayan, Beyza'nın ve Babamın yardımı ile Babamın sandalyesine oturtturulurken; "Olmaz! Burası senin yerin. Yardım edin ben şuraya oturayım." deyip, Babamın saldalyesinin yanındakini gösterdi. Derin bir nefes alan bayan, karşısındaki meraklı bakışları söndürmek için serinleten ses tonu ile söze girdi. "İsmim Mehir. Bu da kızım Beyza." deyip gülümseyen gözlerini bacağına çevirdi. "Yaş geçtikçe baş gösteren rahatsızlığımdan dolayı bir hafta önce dizlerimden ameliyat oldum." Dikkatimi çeken Mehir Teyze ve kızı Beyza'nın içeri girdiğinden bu yana dolu olan gözleriydi. Sanki göz yaşları aşağı akacakmışta birşey tutuyormuş gibi kirpiklerinde kalıyordu. Ara ara Annem ile sohbetimize ilişen vücut dili hareketlerinden dolayı karşımdakinin her mimiği, her davranışı gözüme batar olmuştu. Mehir Teyze'nin masaya koyduğu ellerinin titremesi gibi şeyler. "Bu adaya denetleme adı altında bir çok defa geldim. Yüzümü sizler için ilk defa açtım." 'Aha valla o!!!' İçin için Koray Amcam gibi tepki vermem komiğime gitsede dudağımın kenarını ısırıp belli etmemeye çalışıyordum. "Eşim Kosovalı Akbuğdur." demesi sandalyelerin arkaya fırlamasına sebep olmuştu. Doğan Dedem dahil bütün Muhafızlar sofra başımda esas duruşa geçerken yanlarındaki aşçılar dahil tüm kafileyi korkutmuştu. "Durun durun rahatsız olmayın. Oturun lütfen." Özlediğimden midir nedir; Kağatun Ana'nın yüzü kadar sesindeki naifliğinide Babanneme benzetmiştim. Gözleri Babamın gözlerine takılan Mehir Teyze, başını iki yana sallayıp birşeyi onaylamamış gibi bir hareket yaptı. Babam; "Lütfen Ana. Bu kadar yolu bunun için geldik sizin söylemeniz daha hayırlı." Gözü ıslananlar takımına Babamda katılmıştı. Masanın üzerindeki elleri ile ne yaptığını bilemeyen Kağatun Ana'nın göz yaşları daha fazla tutunamayıp yanaklarından süsüzülerek göğüsüne damladı. "Yapma Anneee!!! Sen nelerin üstesinden geldin." diyen Beyza, kaçamak bakışlarını masanın en sonunda oturan, diğer herkes gibi, kısık bakışları ile neler döndüğünü çözmeye çalışan Oğuz Amcam'a yöneltmişti. "Peki tamam!" deyip, derin bir nefes alan Mehir Teyze gözlerini ellerinden ayırmadan konuşmaya başladı. Anlatmak, dışarı dökmek istediği şey öyle birşeydi ki; Buna, Kağatun Ana bile cesaret edemiyordu. "Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Zam... Zamanında öyle değerli bir elmas almışlardı ki benden. Bun.... Bunun değeri ne parayla ölçülürdü ne başka birşeyle. Eşim; yani Akbuğ da bu elmas için çok üzülmüştü. O denli sabırlı bir insan günlerce içine kapandı. Bana olan mahcubiyetinden dolayı acımı bile paylaşamıyordu. İşin en acı tarafı ise kendi elleri ile teslim etmesiydi. Evet Akbuğ 'Başkalarının en değerli hazinelerini çalarken ben, benim elmasımı elimde tutamam. Bu vicdanıma ağır gelir.' deyip verdi. Bu öyle bir acıydı ki alan kişinin bile elleri titremişti. Biliyordu arkasında ateş düşmüş bir ocak bıraktığını. Yıllardır emri altında çalıştığı Kağan'ın ocağını yakmak onun için en acı tecrübeydi. Neysehh!" diyen Mehir Teyze, Annemin uzattığı selpak ile gözlerini silip Babama baktı. Kimsenin bir anlam yükleyemediği bu hüzünlü hikaye Babamı çok üzüyordu. Hem Babamı hem Mehir Teyzeyi gören, Çağıl Teyze, Annem, Kübra Teyze, Gökçen Halam herkesin gözleri dolmuştu. "Rahman Efendi Kudüs'ü alıp Alagan rütbesine eriştiğinde Akbuğ'un dilinden tek birşey düştü; 'Gözün aydın hanım. Karabasan geliyor elmasına kavuşuyorsun.' İlk önce buna anlam veremesemde bana Rahman'ın ne denli deli biri olduğunu anlattığında havalara uçtum. 'Rahman birşeyi almak istiyorsa onu alır. Söz konusu kardeşlerinin mutluluğu ise karşısına Kağan dikilse ne fayda. Alır!'. Rahman, kocamın dediği kadar deli çıktı. Ne kadar itiraz etsede 20 günde gönlünü aldı ve beni buralara kadar getirdi. Beni...." diyen Kağatun Ananın göz yaşları hıçkırıklara dönmüştü. Onunla birlikte ağlayan Beyza, Annesine karışmaktan vazgeçmişti artık. "Beni elmasıma yavruma kavuşturdu." diyen Kağatun Ana ilk defa masanın en sonuna bakıp başını yana yatırdı. "Beni Oğuzhanıma kavuşturdu!" Herşey bitmiş içindeki ateşi kusmuştu Kağatun Ana. Sandalyesinden fırlayan Beyza yıllardır özlemini duyduğu, resimleri, videoları, anıları ile büyüdüğü ağabeyine kavuşmuştu. Sayısız çatışmalara giren Oğuz Amcam belki ilk defa böyle bir kurşun ile vuruluyordu. İlk defa bir kavuşma yaşıyordu. Bu kavuşma Özel Harekatıda ağlatmıştı, ellerinde yemekler ile dona kalan aşçılarıda. Oğuz Amcam omuzlarındaki kolları çözüp Kağatun Anaya baktı. "Si... Siz ne saçmalıyorsunuz. Yan... Yanlış bu." deyip hiç yalan söylemeyen, ağlamaktan gözleri kapanan Babama baktı. "Reis bak sen şaka yapmazsın. Lan oğlum bak... Bak bu çok acıtır." Alagan'ı da unutmuştu, Kağatun Anayıda. Oğuz Amcamın yanaklarını ellerinin arasına alan Babam kaşlarını kaldırıp zorla çıkan kısık sesi ile cevap verdi. "Oğuz sen o elmassın. Sen Kağan'ın oğlusun." Babamın elleri arasından masanın karşısındaki Mehir Teyzeye gözlerini çevirip bomboş bir bakış attı. "Benim Annem var. Benim......Annem mi var?" deyip arkasında bıraktığı kardeşini hatırladığında Babamdan ayrılıp ona baktı. "Özür dilerim çok özürdilerim. Bu halimi anlayışla karşılayın. Sizde olabilir ama bende bir özlem yok. Neyi özlediğimi bilmiyorum. Anne, kardeş, baba özlemi nedir bilmiyorum ben. " Ağlamıyordu ama yanağından süzülen göz yaşları eksik olmuyordu Beyza'nın. Ağabeyinin reddedmesini umursamayarak tekrar sarıldı. "Abi! Abi! Abi! Abi!...... Artık resimlerine değil sana 'Abi!' diyorum Alıcı." Bu kez Oğuz Amcamdan olumsuz bir karşılık almamıştı. Boynuna atılan, ona göre yabancı bir bayandı ve kız kardeşe nasıl sarılınır bu konu hakkında zerre bilgisi yoktu. Annesi ile yüz yüze, göz göze gelen Oğuz Amcam dondu kaldı. Bir Muhafız'ın sarılması normal insanlarınki gibi kibar olamazdı. Korkuyordu sarılıp onu incitmekten. Anne mi? Kim umursar ameliyatı, kim umursar canını. Oğluna kavuşmanın, elmasına kavuşmanın sevincini, bedeninde tattığı acı söndüre bilir mi? Dinmek bilmeyen, dinmeyecek olan evlat özlemini unutturur mu hiç? Allah dan başka ne engel olabilir ona sarılmasına. "Özür dilerim yavrum." diyen Anne yıllardır dolmasını beklediği nasır tutmuş kollarını oğluna açtı. "Ann... Anne!" diyen Oğuz Amcam kibar şekilde sarılsada, sonrasında sıkıp o Annesinin, Annesi onun boynuna yüzlerini gömdüler. Anne kokladı, kokladı, kokladı! Bir süre öylece kalan ana-oğul Beyzan'ın imrenen bakışları arasında ayrılıp yanyana iki sandalyeye oturdular. "Eh be Komutanım! Senin bizden başka derdin yok mu?" Babam; "Bırakın şu Komutanımı. Sonu böyle ağlatacaksa sizden gelen her cefaya razıyım ben." "Onu demek istemiyorum kardeşim. Başkomutansın artık. Al çocukları gez dolaş. Bırak artık bizim derdimizi sıkıntımızı." Utar'ın gülmeyen yüzü bian dikkatimi çekti. Belirgin göz torbaları ve çıkık elmacık kemikleri yüzüne karizma kattığı kadar ürkütücüydüde. Oldukça çekik gözlerinden kan akıyordu sanki. Mimikleri küçükte olsa kımıldamıyordu. Babamın yanına dikilmiş ellerini arkasında bağlayıp gelecek olan emiri beklerken gözleri baktığı boşlukta kaybolmuştu. Onun hiç konuşmadan, gülmeden bundan sonraki hayatımızda bizimle yaşayacağını bilmek düşündürmüştü beni. Ona tüm acılarına rağmen bu kutlu yolda durmadan devam etmek düşüyorsa, bizede; yarasına merhem, yanan yüreğine su, gülen güzel gözlerine sebep olmak düşer. 'Allah yar ve yardımcın olsun ağabey.' Koray Amcam'ın güzel sözü ile gözlerimi ona çevirdiğimde, en az Oğuz Amcam kadar özlemle Anne ve Oğulu seyreden gözleriyle karşılaştım. "Gönül yorgun düşünce yürek dilsiz kalırmış. İnsan herkese yetişirde kendine geç kalırmış." Bu sözün üzerine Oğuz Amcam araya girecekti ki; Babamdaki gözlerini, Anne ve Oğula çevirip hınzırca gülümsedi. "Onu bunu boşverinde. Oğuz yetim diye benim üstlendiğim cezaların faturasını kime keseceğim." 'Ah be Amcam! Yine yaptın yapacağını!' 4 SAAT SONRA; Havasıyla, suyuyla, insanlarıyla ve daha önce hiç görmediğim çiçekleri ile ancak yalancı cennet olarak tasvir edeceğim ada, kim bilir ne anılara ev sahipliği yapmıştır. Başımı kaldırıp 'Acaba karanlıktada uçuyormudur?' diye sorduğum Alıcı Kuşu görme umudu ile yüzümü karanlık göğe kaldırdım. Onu göremesemde çatı saçağına monte edilmiş aydınlatmanın etrafında dönen kelebeğin ışığın sebep olduğu sarhoşluk ile duvara yapıştığını gördüm. "Abime veremedin mi telefonunu?" Kelebekten gözümü çekip sesin geldiği yöne baktığımda boynundan düşürmediği kulak üstü kulaklığı ile Rahman'ı gördüm. "Biraz sonra yanına gideceğim. O zaman veririm." "Burada bir sürü yaşıtımız var ama yinede tek başımızayız." "Onlar senden üç, benden iki yaş büyükler." Yüz ifadesine bakılırsa bu yaş farkının Rahman'ı çokta etkilediği söylenemezdi. Rahman; "Ne kadar şanslılar değil mi?" "Bu bakış açına bağlı. Ailelerinden koparılmaları ve aldıkları insan üstü eğitimlere bakılırsa çok zor; hatta bayağı zor. Ama sonrasındaki mükafatı paha biçilemez. Türkün nefes aldığı heryer senin vatanın ve sen onlar için can vermeye hazırsın." Ayağı ile kumu deşeleyen Rahman; "Aslında şimdi daha zor." "Neden?" "Çünkü onların varolduklarını biliyorlar ve her başları sıkıştığında geleceklerini zannedecekler. Bütün dünyanın gözü hep Müslümanlarda. Hep Müslüman ölüyor, hep Müslüman işkence çekiyor. Herkese nasıl yetişecekler." "Sen Hazreti İbrahim ile Karınca hikayesini biliyor musun?" "Evet." "Ne diyor orada karınca; 'Biliyorum ağızımdaki suyun o ateşi söndürmeyeceğini ama safım belli olsun.' Müslümanlar ve Türkler Kara Muhafızlar'ın onların safında olduğunu biliyor. Sence bu durumun verdiği motivasyon onlara yetmez mi? Belki artık sessiz kalmazlar." Kum ile oynamayı bırakan Rahman başını kaldırıp yüzüme baktı. "Bak ben hiç böyle düşünmedim." "ŞURAAAA!" Elinde yuvarlak dev tepsi ile bağıran Çağıl Teyzem ikimizide sıçratmıştı. "Efendim Teyze." deyip yardım etmek için yanına koşarken dişini sıktığını gördüm. "Ayağının altındaki çakıl olayımda ez beni yavvvruumm. Kurban olsun Teyzen seni yaradana mavi boncuğum. Haydi gel yatsı namazı bitti Babanın yanına gidiyoruz." dediğinde yemekhaneden Annem ve Kübra Teyzem'in çıktığını gördüm. "Kızım sana yeleğini giyin demedim mi?" "Anne üşümüyorum." "Olsun buranın havası çarpar." "Tamam Anne içeri girdik zaten." Geniş tepsiye özenle dizilmiş bisküviler çikolatalı pudink ile kaplanmış üzerine hindistan cevizi serpiştirilmişti." "Küçükken Babana işim düştüğü zaman bundan yapardım." "Eee yaparmıydı işini?" "Merdivene dikkat et... 'Tamam istediğini yaparım.' derdi ama isteğim hoşuna gitmezse yapmazdı zibidi." Korhan ve Orhan dedem hariç, ilk defa Babama bu kelimeyi kullanan birini duymuştum. Beyaz epoksi zeminin yansıttığı spot ışıklar gözlerimi kısmama neden olmuştu. "Öyle bakma kız. Alaganımıza demedim. Aniden küçük Rahman geldi gözümün önüne." "Önemli değil. Sen onun Teyzesisin." "Ölürüm ben ona ölür." diyen Çağıl Teyze, arkamızdan gelen oğlu Rahman'a baktı. "Yavrum alsana kızın elinden tepsiyi saygısız şempanzem." Ne kadar ısrar etsemde Rahman'ın zorlaması ile tepsiyi teslim ettim. Annem ve Kübra Teyzemde, Çağıl Teyzeme ısrar etsede kabul etmedi. "Ben iyim hafif zaten... Bu odada ne uzaktaymış gııız. Bu bina dışardan küçük görünüyodu." Annem; "Odasında mı acaba Rahman?" "Odasındadır nerede olacak. 'Yatsıdan sonra oraya geçeriz sizde gelin.' dedi ya." deyip Kübra Teyzeme baktı. "Kübra Pırtığa söyledin değil mi? Odaya gelsinler." "Söyledim Teyze." Uyuşan kollarımı sallarken istemsizce sessli bir tepki verdim. "Pırtık?" "Teyzen Koray Amcana çocukluğunda Pırtık dermiş." diyen Annemle birlikte arkamızdan gelen kalabalık sese başımızı çevirdik. Dar koridorun köşesini dönen Amcalarım bizi gördüklerinde adımlarını hızlandırıp dev tepsinin üzerindekini görmek için birbirleri ile yarıştı. "Hele bah şunlara. Benim kocamda aynı. Önlerine kocaman boğayı kes koy bir saat sonra hiç birşey göremezsiniz. Kiloda almıyorlar." Çağıl Teyzenin sinirlenince girdiği şivesi herkesin yüzünde tatlı bir tebessüm oluşturdu. On adım ilerimizde, koridorun sağ tarafındaki kapı açılmış Utar dışarı çıkmıştı. Annemi ve Amcalarımı gören Alfa baş selamı verip yanımızdan geçerken Koray Amcam kolundan tuttu. "Sende gel Utar pasta yiyeceğiz." Korkunç, bir o kadarda şirin görünen çekik gözlerini Koray Amcama çeviren Utar, başı ile onaylayıp uzaklaştı. "İyi tamam hadi." diyen Koray Amcam, Utar'ın uzaklaşmasını beklemeden yüzüme bakıp gülümsedi. "Ne güzel gözleri var değil mi? Bir metre yakınıma gelene kadar uyurgezer sandım." "Amca dalga geçme." "Yok kızım ne dalga geçmesi. Atamın gözleri onlar." deyip herkesle birlikte babamın kapısının önünde durdu. "Gözündeki o kadarcık açıklıktan önünü nasıl görüyo gı bu?" dediğinde karnına şakacıktan yumruk attım. Dilini çıkartıp kapıya vurarak başını içeri uzattı. "Komutanım müsadeniz var mı?" İçerden gelen, ne söylediğini anlamadığım sesin Babama ait olduğundan emindim. Başını çıkartıp bize çeviren Koray Amcam;"Ben hariç herkes girebilirmiş." deyip içeri buyur etti. Televizyonun loş ışığında, satranç sehpasından kalkan Babamın gözlerinin içi gülüyordu. "Hoşgeldiniz canlar." Babam ayağa kalkıp beni ve Rahman'ı kollarının altına alarak U şeklindeki kahverengi, deri oturma grubunu gösterdi. "Samed ışığın düğmesine basıver kardeşim." Aydınlandığında ilk defa gördüğüm oda bir basketbol sahasının yarısı kadar vardı. Arkamızda ceviz ağacından yapıldığını tahmin ettiğim devasa masası ve bütün duvarı kaplayan kütüphanesi vardı. Sağ tarafımızdaki duvar beyaz çerçeve ile süslenmiş yüzlerde küçük fotoğraf ile kaplıydı. Gökçen Halamın duvara yaklaştığını gördüğümde o yöne baktım. Küçük fotoğrafların tam ortasında krem spor gömlekli, yine krem taktik pantolonlu, en az içine giyindiği tişört kadar simsiyah uzun saçları olan, oldukça yakışıklı bir adam karanlık ortamda kayanın üzerinde oturuyordu. "Mert! Bak Babam." Burak Amcamı çektiği videolarla tanısamda net bir şekilde ilk defa gördüğüm resimdeki gülen yüzü çok ama çok sempatikti. "Gökçen! Bu adam çok yakışıklı behh." Ellerini beline atan Mert Amcam bunu oldukça içten söylemişti. "Bakın size emir veriyorum." diyen Babam işaret parmağını gösterdiğinde Amcalarım hazırola geçti. "Bir daha benim devrelerim, kardeşlerim bana 'Komutanım' demeyecek. Benim, Koray'ın içimizi ferahlatan delilikleri, coşmaları olmadan, Kenan'ın beni gördüğünde gevşeyen çatık kaşları olmadan, Oğuz'un, Koray ile olan didişmeleri olmadan işim rast gitmez. Aramıza mesafe koyulmayacak." deyip toplantı masasını ve koltukları gösterdi. "Baba bir türlü veremedim." Yukardan aşağıdaki Gök Gözlerine bakan Babam elimdeki kutuya bakıp elini uzattı. "Ne bu kızım? Bu üç kameralılar çok pahalı değil mi? Ben zaten durmadan telefon kıran biriyim." "Olsun! Bizi kırık ekranın arasından öpmeye çalışma bir daha." dediğimde dudağını başıma bastırıp kokulu bir öpücük kondurdu. "Oohhhh! Zümra alsa; 'Bu kadar pahalısına ne gerek var Zümra.' dersin, Aybalan alınca yüzünde güller açar." Ne yapacağını bilemeyen Babam saf bakışlarını yüzüme çevirdi. "Gördün mü? Alagan'ın herşeye gücü yetiyorda eşinin bir sorusuna cevap veremiyor." deyip; gülümseyerek satranç masasında oturan Atilla'ya baktı. "Atilla tahta öyle kalsın. Geç koçum sende otur Amcalarının yanına." "Pek... Peki Teşekkür ederim." deyip ellerini sallayarak yer açılmasını bekledi. Serpil Ablam; "Gel Ati yanıma otur." Atilla'nın utangaç tavırları ile birlikte oturmasını bekleyen Babam Çağıl Teyzeme baktı. "Sen bu pastayı boşuna yapmazsın. Ne istiyosun de bakalım." deyip, gözlerini kolunun altındaki Rahman'a çevirdi. "Sende Anan gibi çıkarcı mısın adaş?" "Yok Abi. Annem bambaşka." derken Annesinin çatık kaşları ile karşı karşıya gelmesi dudağını ısırmasına neden oldu. Çağıl Teyze; "Çok şey değil. Pastamızı yerken senin buradayken eğitimlerinde çekilmiş bir videoyu izlemek istiyorum. 'Yok' deme olduğunu biliyorum." U şeklindeki kalabalığın ortasındaki cam sehpada duran pastaya bakan Babam başını yana yatırıp cevap verdi. "Değer mi ki?....... Değer değer. Bu pastaya değer. Senin bir bu pastanı birde ezogelin çorbanı çok özledim." deyip omzumu sıkarak gözlerime baktı. "Cd'yi kızım seçsin o zaman." derken masasına doğru ilerledik. Sol alt kapağı açtığında içerisinin tamamen Cd ile dolu olduğunu gördüm. Tarihlerine göre ayrılıp özenle dizilenlere elimi uzatıp 2004 tarihli kısımdan bir tanesini çektim. "Bu olsun Baba. Benim yaşımda olduğun zamanlar." "Cd'yi alan Babam, masadaki dizüstü bilgisayarının sürücüsüne yerleştirip ekranı geniş ekranlı televizyona yansıttı. "Pastaları dağıtın başlatalım." deyip, onun ve Annem için ayrılan, duvarda asılı olan televizyonun karşısındaki koltuğa oturdu. Henüz siyah olan ekrandan gözünü ayıramayan Annem yüzüme bakıp ortalarına oturmamı istedi. "Tamam mı hazır mıyız?" Babam cam sehpanın üzerindeki bilgisayarın tuşuna basacakken kapının tıklanıp açılması ile içerisi ışıkla doldu. Amcalarımla birlikte ayağa kalkan Babam; "Gelin Komutanım. Bizde geçmişe gidiyorduk." deyip, Doğan Dedeme yer gösterdi. "Estağfurullah Komutanım siz oturun ben yer bulurum. Ama dışarda içeri girmek isteyenler var izin verirseniz." "Tabi ki ama; sizden bir ricam var. Bana 'Komutanım' demeyin. Beni siz yetiştirdiniz." Babamın üzerine yürüyen Yaşlı Kurt iki elinide omzuna atıp cevap verdi. "Sen buraya geldiğinde yolun bir çoğunu katetmiştin zaten.. Tabi bunu sonradan öğrendik biz. İlk geldiğinde ŞahMelik'in yeğeni olduğunu bilmeden; 'Bu çocuk bu hareketleri nereden biliyor?' gibisinden sorular soruyorduk." derken geçmişi hatırlayıp hüzünlü bir tebessüm attı. "ŞahMelik seni Alagan olasın diye yetiştirdi. Hiyerarşi esastır Rahman. Sen Alagansın bizde senin yoluna ölmek için yemin etmiş askerleriniziz." Kapıya yönelen Doğan Komutan açıp dışardakileri içeri davet etti. "Gelin çocuklar." İçeri giren çiçeği burnunda Kara Muhafızlar saf düzeni dizilip esas duruşa geçti. "Pastanın kokusunu aldınız değil mi keratalar?" Pasta dağıtmakla meşkul olan Çağıl Teyzem; "Bu pastaya sekiz tane daha ortak çıkması biraz fazla ama olsun." Babam; "Sen hala bu kadar cimrimisin cidden?" "Yok canım şaka yaptım." Timine bakan Babam onların yaşındaki zamanları hatrına gelmiş olmalı ki gözlerini kısıp gülümsedi. "Bozun esas duruşunuzu çocuklar. Rahatınıza bakın." 12 kişilik toplantı masası dolmuş, ayakta bir çok kişi kalmıştı. Herkes videonun açılmasını beklerken başta Annem, Özel Harekatçılar ve Gökçen Ablam olmak üzere herkes Babamın bilgisayara giden eline baktılar. 'Hadi Baba başlat artık!' Ekrandaki karanlık gitmiş video başlamıştı. Soluk soluğa kalan sesin sahibi önündeki dal parçalarını çekip tek başına ilerlemeye çalışıyordu. "Tarih 18 haziran 2004 Cuma. Eğitim; Hayati İdame ve Gayrı Nizami harp teknikleri." dediğinde bilgisayara uzanan Babam videoyu durdurduğunda, daha başlangıcında bile tüm dikkatini oraya veren herkes ona bakarken o Gökçen Halama bakıyordu.
"Zeytin üzüleceksen kapatalım."
Sol kanepenin ortasında oturan Gökçen Halamın gözleri dolmuştu bile. "Abi durdurma. Ağlamamaya çalışırım." Bu ses Gökçen Halamın Şehit Babası Burak Amcamıza aitti. Video devam ederken, geniş yapraklı dal parçasının ekranın önünden çekilmesi ile siyah eğitim elbiseleri ile kim olduğunu kestiremediğim Muhafız'ı ağaç dalını tutmak için zıplarken gördüm. "Samed napıyorsun? Rahman ile Koray neredeler?" Kurumuş olan kalın dal parçasını ağaçtan ayıran 16 yaşındaki Samed Amcam yüzünü kameraya dönüp cevap verdi. "Rahman tuzakları kontrol ediyordu. Koray'ı en son gördüğümde gözünü arı sokmuş oraya çamur sürmekle meşkuldü." dediğinde Burak Amcam'ın gülmesi ile odadaki herkes Koray Amcama bakıp gülümsedi. Kamera sağ tarafındaki küçük, dik tepeye yöneldiğinde tepenin ardındakini görmek için heyecanla beklemeye başladım. Tepe aşıldığında arkası dönük bir Muhafız daha görünmüştü. "Koraaayy!" "Emredim Komutanım!" Bulduğu odunları höbeklemekle meşkul olan Koray Amcam yüzünü dönme gereği bile duymamıştı. "Oğlum 'Emredin Komutanım.' dediğinde yüzünü Komutana döneceksin artık acemi değilsin." Yüzünü dönen Koray Amcam'ı gördüğümüzde Burak Amcam'ın tatlı kahkahasına hepimiz eşlik ettik. "Lan ne oldu gözüne?" "Aha bunun için dönmüyom işte. Gülme Allah aşkına Komutanım." "Oğlum bir arı bu kadar şişirmez. Ne oldu sana?" "Nereden biliyosun ki bir arı olduğunu? Bütün aşireti toplayıp geldi şerefsiz." Burak Amca, Koray Amcam'ın yanına geçip ekranı kendilerine çevirerek; "Dur ekran görüntüsü alayım." dediğinde, babasını gören Gökçen Halam'ın eli göğüsüne gitti. Koray Amcam; "Bak bide dalga geçiyo." "Ne yaptın sen?" "Bişey yapmadım. Şuradaki ceviz ağacından dal kırarken oyuktaki petek gözüme battı. 'Bir parmak bal alayım.' dedim." "Eeee?" "Ee'si ne? Balı alamadığım gibi gözü orada bıraktım. Pusuya yatmış Koray'ın gelmesini bekliyorlardı." Kahkahalarının ardı arkası kesilmeyen Burak Amcam; "Tövbe estağfurullah. Allahım affet yarabbi. Oğlum çok güldüm lan. Neyse diğerleri kamp yapacağımız yerde bekliyor sende çabuk ol." Yerdeki odun höbeğini kuçaklayan Koray Amcam omzuna atıp yola koyuldu. "Gittim bile Komutanım." Oradan uzaklaşan kamera ağaçlar arasında yürürken Burak Amca etrafı göstererek kameraya konuşuyordu. "Rahman seçilmişlerin beyni ise Koray da kalbidir. Koray'ın komik olan bu doğal hali timin motivastiyon kaynağıdır. Her Timde böyle biri mutlaka vardır. Benim Alparslanım, Korhan Baba'nın Orhan'ı, Rahman'ın da Koray'ı. İstisnasız her Timde böyledir." Beş dakika kadar sessizce giden Burak Amcam aniden yere çöktü. "İşte bu da Timin Beyni Karabasan." Kamerayı gizlice zoom yapıp, yere diz çökmüş sessizce birşeylerle uğraşan 16 yaşındaki Babamı çekmeye başladı. "Timin, Kod Adını alan ilk Muhafız'ı. Doğan Binbaşı sağolsun, bilmedende olsa böyle bir isim taktı Rahman'a. Karabasan..." derken Annem hayretle Doğan Dedeme baktı. "İnanmıyoruum! Doğan Amca o senmiydin. Hani şu Rahman'ın rehin aldığı. Kırdığı büyük potun farkına geçte olsa varan Annem, Gökçen Halam ile gözgöze geldi. "Ay Gökçeeennn vallahi özürdilerim. Videonun heyecanıyla oldu." "Önemli değil bitaaaneeemm! Yerim seni. Elbet öğrenecektin." deyip Babama baktı. "Değil mi Abi?" Başını sallayan Babam videoyu devam ettirdi. Kamera yavaş yavaş Babama yaklaştığında secde pozisyonunu alarak kulağı yere dayamış sanki toprağı dinliyormuş gibi birşey yapıyordu Genç Karabasan. "Rahmaaann!" Burak Amacamın bağırmasıyla sıçrayan Babam kendini aniden geri attığında ne olduğunu bilmediğimiz birşey başındaki şapkayı havaya firlattı. "Beğendin mi yaptığını?" diyen Karabasan dizüstü oturup tepesinde dikilen Burak Amcama baktı. Simsiyah uzun saçlarının arasındaki, saçından daha siyah gözleri büyüleyici görünüyordu. Beyazı hiç yoktu sanki o gözlerin. Sadece yan bakınca kendini gösteriyordu. "Maşallah." Annem içinden geçen şeyi yine sesli düşünmüştü. "Bu nasıl bir karşılama oğlum? Ben senin Komutanınım." "Komutanım son yarım saattir bu tuzağa uğraşıyordum. Tam kilidi taktım sen geldin." Babamın belindeki tavşana yöneltmişti kamerayı Burak Amca. "Almışsın bir tane." "Aldım çok şükür." Şapkasını fırlatanın tekrar yay şeklinde gerdirdiği kalın dal parçasının olduğunu şimdi farketmiştim. Kalınlığı bileğinden biraz ince olan dalı aşağı gerdiren Karabasan ipin ucuna bağlı, parmağı kadar olan bir dalı daha tutuyordu. "Kilit çıbığını biraz daha ince tut Rahman." "İnce tutunca küçükleride kapıyor. Bu daha iyi Komutanım." deyip, gerdirdiği ipi yerdeki sabit olan dala kilitlemek için diz üstü çöktü. İpi halka şeklinde açıp kancaya benzer kesik attığı dalları birbirine kilitledi. "Dalın yanından kaç. Çentik bir kurtulursa en az üç gün karargahın yolunu bulamazsın Komutanım." Hala dizüstü duran Karabasan'ın yüzüne bakmadan yaptığı espiriye gülen Burak Amca halkanın diğer tarafına geçip diz çöktü. Kamerayı, halkanın içinden yüzü görünen Babama çevirdi. Tavşanın içinden geçerken yakalanacağı halkanın diğer ucundan Babamın yüzü görünmüştü. "Rahman sana birşey diyeceğim." İpi yapraklarla gizlemeyi bırakan Babam halkanın içinden kameraya baktı. "Emredin Komutanım hayırdır." "Koray'ı arı sokmuş." İlk önce durumu algılayamayan Babam, kaşlarını çatıp bir süre durdu. Ne tepki verecek diye merak eden odadakilerin nefeslerini tuttuğundan adım kadar emindim. Ekrandaki Babamın yüzünü yere dayayıp aniden attığı kahkaha herkesi güldürmüştü. "Yemin et!" "Vallahi! Hemde bir koloni hücum etmiş. Gözü kapanmış komple." Kaşlarını kaldırıp dinleyen Babam nefes almadan gülmeye devam etmişti. "Yazık lan çocuğa gülme." Ayağa kalkıp tuzakta bir noksanlık var mı diye kontrol eden Karabasan, dizlerini silkeleyip yerdeki çantasını sırtına attı. "Onun o pis boğazı birgün başına bir iş açacak. Manyak herif. Kesin bal peteğine parmak atmıştır o." "Valla öyle olmuş." "Yaağğğ! Ben bilmem mi malımın huyunu." deyip kamerayı gösterdi. "Komutanım şunu kapat artık. Serbest konuşamıyorum." "Eğitimlerinizden hariç video çekiyorum. Yarın bir gün çocuklarınıza izlettirirsiniz." Alaycı bir şekilde gülen Karabasan; "Ne çoluğu ne çocuğu Komutanım. Kapat şunu." "İyi peki tamam." Ekran aniden karardığında tırnaklarını yiyen Annem gözlerini irileştirip Babama baktı. "Bitmedi değil mi?" "Yok yok bitmedi. Şûra hanım en güzellerinden birini seçmiş. Değil mi Koray?" Yüzündeki şen şakrak görüntüsü eksik olmayan Koray Amcam zoraki bir tebessüm attı. Burak Amcamı, Babam kadar tüm Amcalarım özlemişti. "Valla öyle." Babam, Amcalarımın bu durumunu görmezden gelsede Burak Amcam'ın her konuşmasında onunda içi yanıyordu. Bilgisayara uzanıp ikinci kısma tıklayan Babam dirseklerini dizlerine atıp izlemeye koyuldu. Ekrana ilk yansıyan ortaya yakılmış olan ateş olmuştu. "Komutanım yine mi?" "Benim ne yapmam gerektiğine hiç birinizin rütbesi yetmez oğlum. Yarın birgün; 'İyiki çekmiş.' diye arkamdan dua edeceksiniz bana." 'Arkamdan?' Burak Amcam'ın, Şehit olacağını, bu videoyu izlerken burada olmayacağını biliyormuş gibi konuşması boğazımı düğümlemişti. "Eveeettt! Derleşelim mi?" Ateşin etrafına çember yapıp bağdaş kuran Amcalarım birbirlerine bakarken içlerinden Kenan Amcam olduğunu tahmin ettiğim Muhafız soruya soru ile cevap verdi. "Kamera karşısında mı?" "Öyle dertleşme değil Kenan. Hayatınızda unutamadığınız şeyleri söyleyin. Bu bir sıkıntınızda olabilir, acıda." dediğinde gözü kapanan, hatta çamurlu yüzünün sol tarafı komple şiş olan Koray Amcam söze girdi. "Ben bugünü unutmayacağım." dediğinde ateşin başındakilerle birlikte herkes gülmeye başladı. "Şaka şaka. Özlemden başka bir sıkıntımız yok Komutanım." "Oğuz ya sen?" Ateşten başını kaldıran Oğuz Amcam'ın yüzünü buruk bir tebessüm kapladı. "Özlenecek kimsen olmayınca böyle bir derdin olmuyor Komutanım." Orada kimin aklına gelirdiki bu video herkes tarafından izlendiğinde Oğuz Amcam'ın Komutan Konutunda Annesinin yanında olacağını. Burak Amca; "Peki hedefiniz var mı? Yani Kara Muhafız Nişanını aldığınızda bir hayaliniz var mı?" Gözü tamamen kapanan Koray Amcam; "Kendimi göstermeden Annemi, Babamı, Bacılarımı göreceğim Komutanım." "Bu sana acı çektirmez mi Koray? Görüp sarılamamak, duyup konuşamamak." "Çektirir ama; hiç görmemek daha zor değil mi?" "O da doğru!" diyen Burak Amcam kamerayı Bora Amcama sabitledi. "Sen konuş bakalım suskun prens. Planın nedir?" Yüzü yerde elindeki otu liğme liğme eden Kartal göz, bir anlığına şaşırıp arkadaşlarına baktı. "Bilmemki Komutanım. Ben aynı cemaatte Babama hiç birşey söylemeden onunla saf tutarım." "Tanımaz değil mi?" "Tanımaz Komutanım nereden tanıyacak?" Kamera Samed Amcama yakınlaşınca sıranın kendisine geldiğini görüp gülümsedi. "Samed sen ne yapacaksın?" "İlk işim köydeki camiye dev bir klima almak olacak Komutanım. Dedem hep şikayet ederdi." "O da güzel. Gerçekten çok dua alırsın. Eeee bombacılar güzeli; sen ne yapacaksın." Ekranı dolduran yüzün, kaşındaki çiziği gördüğümde Ömer Amcam olduğunu anlamak zor olmadı. "Ben hemen değilde bir süre sonra ailemizi kucaklayacağımızdan eminim komutanım." "Bu, bu zaman kadar hiç olmadı ama Ömer." "Bilmem! Ben inanıyorum Komutanım." "İnşAllah kardeşim inşAllah." "Sinaaannn!" Ateşe karşı gözleri kapanan Sinan Amcam sıçrayıp vücudunu dikleştirdi. "En son ne konuştuk lan?" "Bora babası ile saf tutuyordu Komutanım." "Vuuuğğğ bu taaa nerede kalmış." Burak Amcam'ın komik tepkisi ile Gökçen Halam sanki yanındaymış gibi araya girdi. "Ya yerim seni beeenn!" Video devam ederken genç Karabasan'ın dizlerini çapraz şekilde kendine çekip üzerine çenesini koyduğunu gördüm. "Eee Sinan hayalin ne? Sen ne yapacaksın." "Amcamın samanlığını yakacağım." "Lan niye yakıyosun oğlum anarşist misin sen?" "Benim babam safça birşeydir. O yaşlarımda bile Amcamın babamı kandırdığını biliyordum. Hepsi misliyle çıksın. Çok büyük kinim var Komutanım." "O işler öyle değil Sinan. Kimisi dünya malına değer vermediği için birşey söylemez. Amcan kazanıyorum der ama kazanan babandır kardeşim. Hem sen.... Sen ateşe dayanamıyorsun ki! Samanlığı yakar karşısında uykuya dalarsın oğlum." Dünya üzerinde o gece, o ateşin başında, o sohbeti yapmak için çoğu şeyinden feragat etmek isteyen insan eminim çok fazladır. Kahkahalar odun attıkça harlanan ateşin çıtırtılarına karışırken kamera Alfa'nın dizlerinin üzerindeki yüzüne zoomladı. "Evet! Karabasan..." dendiğinde, Babam sorunun sorulmasına izin vermedi. "Ula sizin uykunuz gelmedi mi heeyyy!!!" "Mızıkçılık yapma lan! Söyle bakalım sen ne düşünüyorsun?" "Hiç bişey!" "Rahman benim canımı sıkma bak herkes iyi kötü içini döktü. Sıra sende." "Ne söyleyeyim Komutanım?" "Hayalin neyse." Başını dizlerinden kaldıran Babam yüzünü ateşe dönüp hayali orada canlanıyormuşcasına seyretmeye başladı. "Hadiiii nazlanma!" Gözlerini ateşten hiç çekmiyor kendikendine gülümsüyordu. "İmkansız gibi geliyor ama siz gibi olmak isterdim Komutanım." "Nasıl yani?" "Babam o zamanlarda kız evlat isterdi ama Allah nasip etmedi." deyip Burak Amcaya baktı. "Kızım olmasını çok isterim. Genç yaşımda Baba olmak yani. Buradan çıkıp gittiğimizde herkes aksini düşünsede burayı çok özleyeceğiz. Annemin kapkara saçlarını görmek isterim onda. Gözlerinde ormanın yeşilini yada, denizin mavisi görmek isterdim..." Bu duygusal ve gerçekten enteresan bir hayaldi. Allah, Babamın o gece istediği herşeyi ona nasip etmişti. Annemin gözlerine ormanın yeşilini, her ne kadar 'Gök Gözlüm' dese de benimkine denizin maviliğini nakşetmişti. "... Ama korkarım Komutanım." "Neyden korkarsın?" Burak Amcanın ses tonunun daha da ciddileşmesi babamın söylediklerini önemsediğini gösteriyordu. "Annem, kardeşimin vefatından sonra bize göstermeden ağlardı hep. Ben dayanamazdım. Ya onlarda ağlarsa. Bu yüzden istemiyorum Komutanım. Bunlar sadece hayal olarak kalacak bende..." Videoyu durduran Babam yüzüme baktığında gözgöze geldik. "Gök Gözlüm! Kızım ben orada üzülürüm diyorum sen kolumun altında ağlıyorsun." O söyleyene kadar göz yaşım yanağımı gıdıklamasına rağmen hissetmemiştim bile. "Baba, istediklerin hep olmuş." "Hamdolsun yavrum. Ağlama ama; kapatırım bak." "Hayır! tamam ağlamıyorum." "Çağıl sende ağlama kız." Teyzem bir yandan yüzünün kaplayan yaşı siliyor bir yandan gülümsüyordu. "Tamam ağlamıyorum." Devam eden video da Burak Amcam bir soru daha yöneltti. "Onu Allah bilir Rahman. Peki ne yapacaksın.? Hedefin ne?" "Ne için yetiştirildiysem onu. İşkal edilen Mabedim ile esir tutulan Kardeşim." Bu cevaptan Burak Amca dahil kimse bir anlam çıkaramamıştı. "Mabet derken?" "Kudüs!!! Kudüsü alacağım." Derin bir nefes veren Burak Amcamın yarası deşilmişti. "İnşAllah kardeşim İnşAllah Aslanım. Pek... Peki esir olan kardeşin?" Yüzünü ateşten gözlerine yakınlaşmış olan kameraya çeviren Babam o korkutucu tebessümünü takınıp cevap verdiğinde odadaki tüm bakışlar Babam'a çevrildi.
"DOĞU TÜRKİSTAN!!!"
SON MU??? ;)
Sonkez söyleyeyim... : ))
Oylarınızla destek, yorumlarınızla yol göstermeniz dileği ile...
Final bölümünde hiç yorum yapmayan arkadaşlarımızı gözüm arayacaktır. Yapanlar, bölümleri yorumsuz geçirmeyenler. Siz zatrn canımsınız. Bu veda emin olun kardeşin kardeşe olduğu gibi bir veda. Profilimde olan instagram hesabım daima açık kalacak. Mesajlara kesinlikle dönüş yapacağım. Bir hedef koyduysanız o hedefi eksisiyle artısıyla uzunca tartın düşünün. Eğer size mantıklı geliyorsa, 'Artısına sevindiğim gibi eksisinede katlanırım.' diyorsanız. Engel Anneniz-Babanız dahi olsa hedefinizden sapmayın. Rahman gibi kesinlikle kimseye söylemeyin. Kimse sizin hedefinizi sizin kadar önemsemez. Bilmedikleri meselelere kompedanıymış gibi yorum yapmayı seven bir milletiz. Acınızda size kalsın mutluluğunuzda. HOŞÇAKALIN... |
0% |