Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM MEKTUP

@batingam

BURAK ÜSTEĞMEN'den...

Sis !

Görebildiğime her yer sisti;

" Babaaaa ! "

" Geliyorum kızım az daha sabret. N'olur sabret bitanem. "

Karanlık bir boşlukta ayağımın altındaki gri renkteki zeminden başka ne dayanacağım bir duvar vardı, nede tepemde bir tavan.

" Baba çok acıyooo ! "

Korkmadığım halde neden boğazım düğümleniyordu benim ?

" Ge .... geliyorum birtanem. "

Işık !

Tek ihtiyacım olan Zeliş'in olduğu yeri gösterecek küçücük bir ışıktı ama yoktu. Ne kadar mesafe katetsemde kızım'ın sesi hep aynı mesafeden geliyordu.

Yakınlaşamıyorum bir türlü yakınlaşamıyorum.

" Baba neden bacağıma pekmez attılar ? "

Beynime mermi misali gelen cümle bu olmuştu.

Kafa tasımın içerisinden bir canavar dışarı çıkacakmış gibi ağrıyordu. Başımı ellerimin arasına aldığımda sis'in yoğunluğu artmış, zaten karanlık olan yerde kendi bacaklarımı dahi göremez olmuştum.

' Allahım kopsun başım. '

Ağrı şiddetini daha artırdığında yukarı bakıp avazım çıktığı kadar bağırdım.

" Zeliiiişşşşşş !!! "

Kurumuş kara yağ ile kaplanmış zemine çarpıp başımı düştüğüm yere çevirdiğimde suni derisi yırtılmış koltuk ile karşılaştım.

Kâbus !

Yine herzaman ki kabuslardan biriydi. Bu kez ağlamayacağım desemde her seferinde yanılıyordum.

Dört yıldır dilimden eksik olmayan isim ; ZELİŞ !

' Kızım özürdilerim. N'olur affet beni Zelişim. '

Yanağımı dayadığım yerde göz yaşım kurumuş kara yağı parlak hale getirmişti.

On dakika önce elektrikli semaverdeki kahvaltılık çayımı demlemek için aracın altından çıkmış, üzerine su koyduktan sonra demini almasını beklerken koltukta uyuya kalmıştım.

Kaynayan semaverin altını kısıp dışardan aldığı darbe ile yağ karterteri delinen aracın altına tekrar girdim.

' Sen buraya kadar motoru yakmadan nasıl geldin anlamadım. '

' Alınacak... O intikam er yada geç alınacak Zelişim ! '

Karter'in civatalarını söküp dışarı itmiştim ki; dükkanın geniş kapısından içeri aracın altından sadece ayaklarını gördüğüm iki kişi girdi.

" Selamun Aleyküm ! "

Selam verişleri Türk olduklarını, ayakkabılarının Salomon outdoor olması ise sıradan bir insan olmadıklarını gösteriyordu.

" Aleyküm Selam ! "

Ben verdiği selamı alana kadar adamlar yanıma kadar gelmişti.

" Ustam kolay gelsin. "

Ne kadar özlemişim ana dilimi.

Arabanın kapı altından tutup kayma tahtası ile birlikte dışarı çıktım. Ayağa kalkmama yardım etmek için elini uzattığında;

Teşekkür ederim eliniz yağ olmasın. " derken adam aniden elimden tutup ayağa kaldırdı.

Kolundaki kuvvete ve bedenindeki çevikliğe bakılırsa boş bir insan olmadığı anlaşılıyordu.

" O el emekçi eli yiğidim. O yağ şifadır bize. "

Adamın alçak gönüllüğünden etkilenmemek elde değildi.

" Sağolasın abi hoşgeldiniz. "

Biri otuz-otuzbeşli 180 boylarında beyaz tenli oldukça temiz yüzlü biriydi. Arkasında gözlerini gözlerimin içine sabitlemiş kırklı yaşlarda, sarışın, tek kaşı kalkık bir adam konuşmadan beni izliyordu. Kaşının kalkıklığı doğallıktan ziyade daha çok bir yaralanmadan kaynaklı olduğu belli oluyordu.

" Hoşbulduk kardeşim. "

" Buyrun çayım demini almıştır. "

Genç olanın sehpadaki semaveri gördüğünde parlayan gözleri beni oldukça mutlu etmişti.

Vallahi çok iyi olur. " deyip uzattığım tabureyi aldı. Arkasındaki abi'nin onun yerleşmesini beklemesi herşeyi kafamda eksiksiz oturtmama sebep olmuştu.

Bu kete değil mi, nereden buldun bunu ? "

Kete iç anadolu bölgesine özgü haşhaş veya ceviz katılarak yapılan bir ekmekti.

Ekmeği üç eşit parçaya keserken cevap verdim.

" Sağolsun burada bi teyze yapıp gönderiyor abi. "

Çayları doldururken daha fazla dayanamadım.

" Daha ne kadar bekleyeceksiniz ? "

Yanındaki adam başını zemine çevirip tebessüm ederken, genç olanı ekmeği ısıracakken gözlerime bakıp dondu kaldı.

" Çok mu belli ediyoruz ? "

Doldurduğum iki bardağı sahiplerine uzattım.

Burnunuzun üzeri yanmış. Ama güneşten değil soğuktan. Kulaklarınızın üzerindeki ölü derilerinde kalktığını sayarsak bu hafta içerisinde sağlam bir soğuk yemişe benziyorsun abi. " deyip çayımdan bir yudum çekerek devam ettim.

" Rehine kurtarma operasyonu mu ?"

Genç olanı yanındakine bakıp;

Bu bayağı iyi haaa ! " dediğinde adam sadece başını sallamakla yetindi.

Yok daha rütbelerinizi çözemedim. Ama siz büyük ihtimal Yüzbaşısınız komutanım. " deyip yanındakine baktım.

Sizde Başçavuş. "

Ekmeği ısıran Yüzbaşı gururla başını salladı.

" İyisin iyi maşallah. Nereden anladın peki ? "

Benim yaşım 30, eğer askerliğe devam etseydim Kıdemli Üsteğmen olacaktım; muhtemelen otuzbir yaşında da Yüzbaşı. E sizinde yaşınız otuz-otuzbeş olduğuna göre Yüzbaşınız. Tabi rütbe söktürmediyseniz. " deyip Başçavuş'un gözlerine bakarak devam ettim.

Bu abide komutanına saygıda kusur etmediğine göre rütbesi Başçavuş. "

Yüzbaşı ellerini birbirine sürüp yapışan haşhaşları döktükten sonra bana uzattı.

İsmim Kutay ! Piyade Yüzbaşı; Özel Kuvvetler. " deyip el sıkışmanın ardından Başçavuş elini uzatacakken ondan önce davrandım.

Erdinç ! Piyade Başçavuş; Özel Kuvvetler. "

Başarımı içimden kutlayıp, kendimden emin bir şekilde başımı salladım.

Bende Burak Usta. Aracınızın her türlü mekanik arızaları için emrinizdeyim. " deyip gülümsedim

Yüzbaşı;

" Nasıl bu kadar çabuk usta oldun ? "

"Türkiye den geldiğimde bu dükkandaki ihtiyar bir Türkmen işe aldı beni. Çocuğu olmadığı için evladı yerine koyup, eşi'de kendisi'de sahip çıktı bana. Geçen yıl vefat etti, dükkanda bana kaldı. Üç ay öncede eşini toprağa verdik."

"Allah rahmet eylesin. Peki bu ne zamana kadar böyle gidecek ? " diye sorduğunda arka cebimdeki tornavidayı çıkarıp yerdeki yağ kalıntılarına belli belirsiz çizikler atmaya başladım.

" Bundan sonra böyle komutanım. Ben bıraktım o işleri. "

Yüzbaşının güleryüzünden eser kalmamıştı.

Yaşadığın olayı biliyorum Burak Üsteğmen. " dediğinde etrafımı silah sesleri sarmıştı, tornavida tutan elimdeki kan !

O kan dört yaşımdaki kızımın bir ömür silinmeyecek kanıydı.

Kontrolümü kaybetmemek için bir süre konuşmayı bırakın yüzlerine dâhi bakmadım.

" Ne farkeder ? "

Yüzbaşı;

Biz seni buradan götürmekle görevlendirildik. Tek başına daha ne kadar can alacaksın ?

Bıkkınlıkla iç çekip ikisininde gözlerine baktıktan sonra cevap verdim.

Boşuna gelmişsiniz komutanım. Benim askerliğim bitti. Dört yıl önce istifa ettim."

Yüzbaşı Başçavuşun tepkisini ölçtükten sonra dilini alt dudağında oynatarak tekrar bana döndü.

Göğüsünde yedi tane brove taşıyan nadir Üsteğmenlerden birisin. Senin gibi yiğitlere ihtiyacı var Özel Kuvvetlerin."

Ne desem fayda etmeyecekti. Emir aldıkları apaçık ortadaydı ve gönlüm olsun veya olmasın bu emri yerine getirmeden dönmeyeceklerdi.

" Beni babam bile tekrar askerliğe dönderemez. "

Yüzbaşı elindeki çay bardağını çevirerek başını imalı bir şekilde salladıktan sonra yüzüme baktığında gözleri ilk geldiği dakikalardaki gibi gülüyordu.

" Ya Tibet ALTAY ? O döndüre bilir mi ? "

İsmi duyduğumda sehpanın altına uzattığım bacağımı istemsizce kendime doğru çektim.Sanki karşımdaydı ve bütün bu saygı ona duyuluyordu.

Kucağıma devrilen bardağa gözümü dahi çevirmeden araya girdim.

"Kom ..... Komutanım o tek çalışan bir suikastçi değil mi ? "

Tek çalışıyorsa bizim ne işimiz var oğlum bura ... " derken araya girdim.

Bi dakka bi dakka komutanım ! Şimdi Gazap beni mi çağırıyo ? Yani Onun dudaklarından bizzat ismim döküldü mü ? "

Yüzbaşı'nın memnuniyeti çizgi halini alan dudaklarından belli oluyordu.

Bana ve Başçavuşuma bizzat emir verdi. ' Özel Kuvvetler personeli Piyade Üsteğmen

Ahmet Burak KIRCALI'yı kabul etsede etmesede bir şekilde alıp geleceksiniz.' dedi. "

Oturduğum tabureden kalkıp kahvaltı sehpasındakilerin şaşkın bakışlarına aldırmadan yukardaki yağ kokulu yatak odama çıktım.

Duş alsam mı acaba ? ' diye kendi kendime sorarken saçma bir fikir olduğunu anlamam uzun sürmedi.

Sırt çantama üç-beş parça birşey aldıktan sonra aceleyle demir merdivenleri indim.

Yüzbaşı'nında Başçavuş'unda bakışları hâla bendeydi.

Takım tezgahının üzerindeki kutudan dükkânın tüm şalterlerini indirdikten sonra Yüzbaşı'nın karşısına dikildim.

" Ben hazırım komutanım gidelim. "

YUSUF ASTSUBAY'dan...

Askersen bütün görevler silah tutmaktan, pusudan, kan dökmekten, barut kokusundan ibaret değil. Dün saman tozundan şikayetçi olursun bugün b*k kokusundan.

Tıpkı şimdi olduğu gibi;

İkibin tane hayvanın altını temizlemek ve yemini vermek bir günümü alıyordu. Kanım deli; hep çatışmaya girmek istediğim doğrudur. Benim yaşımdaki hemen hemen bütün askerler bunu istiyordur. Ne yapalım benim nasibimede bu düştü. Şikayetçi oluyor muyum ? Tabiki oluyorum ama birden bire günlük tam teçhizatlı altıbin metre koştuğumu hayal ettiğimde ağızımdaki görünmeyen fermuarı kapatıp halime şükrediyorum. Saatime baktığımda 16:25'i gösteriyordu.

Muhtemelen şuan devrelerim pentatlonda kapanış turunu atıyorlardır.

İrem ! Cananım, can dostum...

Ne demişti Tibet Baba ?

" İrem'in gözleri yeşildi değil mi Yusuf ? "

Sorduğu soruda iç çekip kaybolmuştum.

" Evet komutanım. "

Başını sallayıp devam etmişti.

" Eğer aklına uyupta ayrılmış olsaydın bu dağlarda barınamazdın Yusuf. "

" Nasıl yani komutanım ? "

Bir asker yareninin gözleri yeşilse o asker her yaprakta, her yosunda, her ot parçasında o gözleri görür Yusuf. Ayrılık o askerin başına gelecek en kötü felâkettir. Bu dağda tutunamaz, o gözler her ağaç üzerindeki yapraktan, her göl kenarındaki yosundan askerin yüreğine dokunursa o asker o dağda tutunamaz Yusuf kopuverir ipi. "

O anlatmasından sonra benim komutanım olduğu için o kadar şükretmiştim ki.

İrem'den ayrılma kararım dünyada yaptığım ve yapabileceğim en büyük cahillikti.

' Allahım sana şükürler olsun. '

Arkamdan kulağıma gelen, beton ahırında etkisiyle yankılanan ıslık sesini duyduğumda kim olduğunu bilmem için arkama dönmeme gerek yoktu.

Kayhan !

Kayhan askeri okuldan tutunda, Özel Kuvvetler kursunda dâhi yanımdan eksik olmayan yegane dostlarımdan biriydi. 180 boylarında hepimiz gibi atletik vucudu, seyrek çatık kaşları olan bir yakışıklıydı. Ömrü boyunca günaha batmasada sohbetlerinde karşı cinsi hiç eksik etmeyen bir mahlukattı.

Kızın karşısına geçip duygularını anlatmak mı ? Bizim karşımızdaki çalıştırdığı çenesinin aksine bir bayanın karşısında iki kelimeyi bir araya getiremeyen bir utangaçtı.

Anlayacağınız tam bir fiyasko !

Ahırın diğer kapısından giren Kayhan elleri cebinde bana yaklaşınca ıslık çalmayı bıraktı.

" Kanka bitti mi işin ? "

Saman tozundan korunmak için kafasına sardığı puşi'nin samanla kaplı olduğunu görünce görevini başarıyla yaptığı anlaşılıyordu.

Elimdeki dal parçası ile kürekteki dışkı kalıntılarını temizlerken cevap verdim.

" Bit... "

Daha sözümü tamamlamadan iki metre yanımızda alaca renkteki ineğin kuyruğunu kaldırıp dışkısını serbest bırakması kafamı bükmeme sebep olmuştu.

" ...medi ...... Bitmedi Kayhan. "

Kayhan halime kahkaha atarak Alaca'ya yaklaştı.

Eh be mübarek. Bari küreği temizlemeden yap şu işini. " deyip bana doğru elini uzattı.

Ver bana ben alırım. Sen bayağı yorulmuşsun. Ahır zor oluyor. "

"Yok kardeşim sağolasın ben hallederim."

Son kalan emanetide dışkı çukuruna attıktan sonra küreği temizleyip duvara dayadım.

"Yusuf ne düşünüyorum biliyo musun ?"

Yüzüme bir süre bakıp karşılık vermediğimi görünce kalın seyrek kaşlarını çattı.

" Sorsana oğlum ne düşündüğümü. "

Sen kız dan başka ne düşünürsün oğlum. " dediğimde elini cebinden çıkarıp kendinden emin bir şekilde işaret parmağını gösterdi.

Bu kez yanıldın kanka. "

Gerçekten şaşırmıştım. Çiftliğin ortasındaki açık alana gelip Tibet Binbaşı'nın odasının camına baktıktan sonra olduğum yerde durup Kayhan'a döndüm.

Gerçekten mi ? Eee ne düşünüyorsun ?"

O'da Tibet Binbaşı'nın penceresine bakıp herhangi bir hareketlilik olmadığını görünce konuşmaya başladı.

Oğlum ben büyük ihtimal Başçavuş rütbesine kadar çıkmam. İstifa edip güvenlik şirketi açacağım kendime... "

Yanlız o meslektede fazla kız çalışmıyor kardeş. Yani genelde erkek. "

Sorgulayan gözlerle yüzüme bir müddet bakakaldı.

Doğru söylüyon lan ! O zaman sigorta şirketi açarım. Genelde de bayan çalışanlarım olur. "

Kayhan ! " deyip yönümü ona çevirdim. Saman kaplı puşisine, çoğu yeri yırtık iş elbisesine ve yarıya kadar sıvadığı bol iş pantalonuna baktığımda hayallerine ne kadar uzak olduğu net anlaşılıyordu.

Yüzündeki kendi kendine takındığı tebessüm kurduğu sigorta şirketindeki masasında oturduğunu gösteriyordu.

Köy manzarasına dalan gözleri karnına attığım tokatla aniden bana döndü.

" Sana diyorum İbiş ! Şu haline bakta öyle dal hayallerine. "

" Niye devrem belki gerçek olur lan. "

Yüzündeki umudu kırmak istemiyordum ama artık son vermeliydim.

Biz dağlarla nikahlanmışız oğlum; biz boşasakta o bizi bırakmaz. " deyip duş almak için taş binaya doğru yöneldiğimde kolumdan tutup kendine çevirdi.

Yüzündeki alaycı gülümsemesiyle;

" Tibet Binbaşı'nın sözümü lan bu ? "

" Yooo ben şimdi uydurdum. "

Kayhan;

" Ulan bırak şimdi. "

" Vallahi lan ! Nasıl oldu bilmiyorum ama ben uydurdum. "

Gözleri ile ceviz ağacını gösterip;

Bir saat bacaklarından asılınca beynine kan gitmiş. " dedikten sonra o çok gıcık kahkahasını atmaya başladığında taş binadan girmek için tekrar arkamı döndüm.

"Ama şaka maka o gün Tibet Binbaşı boğazını sıktığında öleceksin sandım lan."

Valla bende öyle sandım. " deyip tam kapıdan girecektik ki karşıdan hızla gelen heybet geri çekilip esas duruşa geçmemize sebep oldu.

Bu kez neden kızdığını anlamamıştım.

Yusuf, Kayhan; oğlum gözünüz kör kulağınızda mı sağır ? " deyip köy tarafına doğru koşmaya başladı.

Kayhan;

Oğlum Eçe değil mi o ? O kucağındakiler ne ?"

Gözlerimi kısıp baktığımda başımla Kayhan'ı onayladım.

Evet Eçe de; ağlıyor mu o ?"

Hadi koş bi bakalım. Hayır olur inşallah. "

Eçe dört yaşlarında elâ gözlü, beline kadar ipek gibi dümdüz saçları olan bir Türkmen kızıydı. Binbaşı'nın çocukları çok sevdiğini biliyordum ama geldiğimden bu yana Eçe ile aralarında yıkılmaz, farklı bir dostluk olduğuna şahittim. Ayrıca bütün köyde Tibet Binbaşı'ya ismi ile hitap eden tek kişiydi. Tabi köyün delisi olan yetmiş yaşlardaki Hafsa nine'yi saymazsak. Hafsa Nine Gazap Binbaşı'ya ' Delü Oğlan ' diyen yegane kişilerdendi.

Eçe Binbaşı'nın 'Getirme, yorulma buraya kadar.' demesine rağmen soğuk suyunu eksik etmezdi. Getirdiği suyu eğer Binbaşı yoksa ve içemiyorsa bize vermez döner geri götürürdü.

Koşarak yanına vardığımızda Binbaşı çoktan önünde diz çökmüş iki omzundan tutarak hıçkırıklarla ağlayan Eçe'yi konuşturmaya çalışıyordu.

Eçe minik elleriyle bu kez su şişesi değil, iki tane ölü kedi yavrusu taşıyordu.

Binbaşı Eçe'nin elindeki cansız minikleri tek eline alıp şevkat dolu sesi ile konuşmaya başladı.

" Eçem n'oldu be kızım hadi söyle ? "

Eçe yüzünü köye döndüğünde ağlamasını kesmişti ama kalbimize dokunan hıçkırıkları hız kesmeden ardı ardına vuruyordu minik yüreğine.

Madençiler Şelvi ile çocuklayını tepiklediley. Çocuklayının ikiçi öld... " derken devam etmesine büzülen dudakları engel olmuştu.

Binbaşı Eçe'nin yanağındaki göz yaşlarına yapışmış kumral saçlarını kulaklarının arkasına alıp bir hamle daha yaptı.

" Elini gözüne sürme mikrop kapacaksın. Madenciler dediğin kim kızım ? "

' Eh be kızım ! Bu nasıl ağlamadır ciğerimizi parçaladın. '

Eçe anlatmak için gayret gösteriyordu ama esiri olduğu hıçkırık bir türlü aman vermiyordu.

Ben tedileyle oynayken büyük tamyonetle geydiley. Bena Mıhtayı soydulay. Bende göşteydim sonya yolun oydasında ki tedileye tepik attılay itişi öydüüüü... "

Anlatırken yaşananlar gözünün önüne gelmiş olacak ki cümlesini bitirdikten sonra bağıra bağıra ağlamaya başladı.

Binbaşı'nın iki defa yaralandığını görmüştüm ama Eçe'nin yüzüne bakarken ki acı dolu yüz ifadesine hiç şahit olmamıştım.

Tibet Binbaşı aniden ayağa kalkıp yüzünü bize döndüğünde esas duruşa geçtik. Saatine bakıp bir süre düşündükten sonra;

Bir saate hava kararır. İkinizde atlayın arabaya hemen köye inip Muhtar'ı bulun. Bu adamlar İdris'in bahsettiği şerefsizler. O gelen yahudi p*çlerini bana göndersinler. Bugün buranın Muhtarıda biziz Paşasıda. Sakın ha aksini yapmasınlar. Bu sabi'nin tek göz yaşına bu köyü duman ederim. "

Emredersiniz komutanım. " deyip zaman kaybetmeden araca koşarken Kayhan koluma vurdu.

" Gazap yine duman atmaya başladı. Eline düşenin vay haline. "

1 saat sonra...

Batan güneşin ardından kapı önündeki bankta otururken dalında bir saat asılı kaldığım ceviz ağacı gözüme batmıştı. Tibet Binbaşı tamda bu bankta oturmuş sigarasını çekerken 'O sigara bitmesin Gazap benim yanıma gelmesin. ' diye zihnimde olan bütün duaları okumuştum.

Çark eden düşünce ile yanımda oturan Kayhan'a döndüm.

" Sahi sen Binbaşı'nın verdiği dua'yı ezberledin mi lan ? "

Cevap verirken gökteki yıldızlara dalgın dalgın bakan Kayhan yüzünü çevirme gereği dahi duymamıştı.

Hüvallahüllezi tamam da; Amenerrasulü'nün yarıdan fazlasını ezberledim. Az kaldı anlayacağın ama müsade ettiği güne daha iki gün var. "

Yüzüme bakmayınca bende gözlerimi ondan çekip tekrar ceviz ağacına baktım.

" Bugün çok sinirli inşAllah oku demez. "

Kayhan aniden toparlanıp yüzüme bakmıştı ama umursamama sırası bendeydi.

Gıcık olurdum ben konuşurken yüzüme bakmadan dinleyenlere.

" Harbi sorar mı lan ? "

Vallahi hiç belli olmaz kardeşim. " dediğimde gömleğinin cebinden küçük bir kağıt çıkardı.

" Oğlum çok az kaldı lan. O'nun için dayak yediğime değmez. "

O kağıdı okumaya koyulduğunda yüzümde Kayhan'ın durumu ile alakalı olmayan bir tebessüm beliri verdi.

" Kayhan ! "

" Efendim devrem. "

Kayhan Binbaşı'dan çok dayak yedik lan. Ben İrem yüzünden, sen kızlara düşkünlüğün ve küfürlü ağızın yüzünden."

Eeeee N'olmuş ? "

Yüzümdeki sebepsiz tebessüm hâla gitmemişti.

Benden sadece 5 yaş büyük olduğu halde attığı dayaklar hiç zoruma gitmedi biliyo musun ? Sanki öz ağabeyim işlediğim bir suç yüzünden cezalandırıyor. "

Kayhan başını kağıttan kaldırıp Tibet baba'nın ışığı yanan penceresine baktığında bendeki tebessümün ona bulaştığını gördüm.

Ben de öyle kardeşim. Bizim için gözünü kırpmadan canını vereceğinden eminizde ondan. Babamız annemiz gibi. "

Kayhan'nın aldığı duş'unda etkisiyle parlayan saçlarını parmaklarım ile karıştırdım.

Sadece biz kaldık. Kutay Yüzbaşı, Erdinç Başçavuş, Sen ve ben. Herkesi gönderdi.Birde Musul dan Üsteğmen geliyormuş haberin var mı ? Komutanlar onu almaya gitmişler. "

Duydum kardeş. Gittikleri sabah Erdinç Başçavuş bahsetti. Allah kimsenin başına vermesin iki yıl önce eşi ve kızıyla görev yerine giderken pusu yemiş. İki kızıda şehit olmuş. Eşide uzun bir tedavi sürecinden sonra iyileşmiş. PKK değilmiş yapan Mossad olduğunu söylüyorlar."

Duyduğum şey karşısında açık kalan ağızımdan çektiğim nefes kanımı dondurmuştu.

" 'Kızıyla' dedin sonrada ' İki kızı da şehit olmuş. ' dedin. Nasıl oluyor bu ? "

Kayhan iç çekip başını sallayarak devam etti.

Eşi hamile... " derken;

Yapma lan. " deyip sonunu duymaya dayanamayacağım sözü yarıda kestim. Bilmiyorum belki vesvesedir ama; işte buydu benim İrem ile hayal ettiğim gelecek.Allah kimsenin başına vermesin. "

Amin kardeşim Amin... "

Kayhan araya giren bunca sohbetten sonra elindeki dua kağıdından umudu kesip çıkardığı cebine tekrar koydu.

" Lan kanka ! "

Ellerimi yana salıp yüzüne baktım.

" N'oldu ? "

" Tibet Binbaşı Eçe ile ölü kedileri yıkayıp kefenledi ya lan. "

Yüzünde ' Gülsem mi ağlasa mı ? ' diyen bir mimik peydah olmuştu.

" Kızcağız'ın gönlünü almak için. "

" Devrem hadi onu boşver cenaze namazı kılmak nedir oğlum ? "

Kayhan bu cümlesinden sonra daha fazla dayanamayıp elini ağızına kapatarak Gazap'ın penceresine de bakmayı ihmâl etmeden sessizce gülmeye başladı.

Eçe'yi Allah'a daha çok yaklaştırmak için. Yani bir nevi Allah'ın hayvanlarıda sevdiğini ve buna sebep olanların cezasını elbet bulacağını aşıladı. Dikkat edersen ' Allah merhametli olduğu gibi de kötülere karşı cezalandırıcıdır ' dedi Eçe'ye.Eçe'nin ondan sonra yüzü güldü. " dediğimde Kayhan gözlerini kısıp kediler'in taşla çevrelenmiş mezarlarına baktı.

Eçe'yi çok seviyor kanka. Bizde çok seviyoruz ama o farklı seviyor. Eli ayağı titriyordu oğlum sinirden." deyip elinin tersi ile omzuma tokat attığında sıçramıştım.

N'oluyo oğlum. " dediğimde işaret parmağını sallayıp cevap verdi.

Bu adam'ın Eçe yaşlarında kızı yoksa ben aha bu rütbeyi sökerim anasını keseyim. "

Elimi Kayhan'a doğru kaldırıp alt dudağımı ısırdım.

" Lan küfür etme lan... "

Küfür etmedim oğğğlumm ' Keseyim ' dedim lan. " diyen Kayhan arkama bakıp aniden ayağa kalkarak esas duruşa geçti.

Tanıdığım, çok sevdiğim iki tane kardeş gibi arkadaş var. Tıpkı onlara benziyorsunuz. Huysuz geçimsiz iki tane deli. Huysuz olanda Kayhan gibi hep kanka diye hitap ederdi."

Kayhan şaka yapıyor diye düşünürken arkamdan gelen sesle ciddi olduğunu anlamam geç olmadı.

Arkamı döndüğümde Tibet Binbaşı'nın gülen gözleriyle karşılaşmam hiç sıradan bir durum gibi gelmemişti bana.

" Özür dilerim komutanım şakalaşıyorduk. "

Tibet Binbaşı özrümü duymamazlıktan gelip üç-dört adım ileri giderek yüzünü gökyüzüne çevirdi.

" Kayhan... "

" Emredin komutanım ! "

" Kayhan verdiğim dua'yı ezberledin mi Kayhan ? "

Kayhan yüzüme teretdütle bakarken cevap vermesi için gözlerimle Binbaşı'yı gösterdim.

Huvallahüllezi tamam komutanım. Amenerrasulü'nün de yarıdan fazlasını ezberledim.

Binbaşı yüzünü gökten indirmeden karşılık verdi.

Ya bugün ölürsen; ya şehit olursan ? 'Kul'un Tibet bana iki gün vermişti ' mi diyeceksin. " diyen Binbaşı yüzünü bize dönerek esas duruşunu bozmayan Kayhan'a doğru yaklaştı.

Söylesene ! Bana mı yıkacaksın suçu ? "

Kaç yıllık silah arkadaşımı tanıyordum. Nefes alış verişinden ne diyeceğini bilmediğini devresi değil sıradan bir insan bile anlaya bilirdi.

Biz arkada adam bırakmayız komutanım. " demesi Tibet Binbaşı'yı güldürmeye yetmişti.

Ulan ne alakası var ? " dedikten sonra Kayhan'ın ensesinden tutup kendine çekerek sarıldı.

Komutan Kayhan'ı bıraktığında Kayhan esas duruşa geçerken Binbaşı gözlerime bakıp aniden ciddileşti.

" İrem'i aradın mı lan ? "

Görünüşe ve sesindeki tehtide bakılırsa bana olan siniri hâla geçmemişti.

' Hadi bakalım erkeksen aramadım de Yusuf. '

" Aradım komutanım. "

Çatılan kaşlarını düzelten Binbaşı ellerini cebine atıp yan yan bakmaya devam etti.

İyi haydi bakalım. " deyip başı ile Kayhan'ı göstererek devam etti.

Peki bu zırto... " deyip yüzünü yere çevirerek bir süre düşündükten sonra tekrar yüzüme baktı.

Neydi lan o bayan'ın adı ? Hani şu dizi oyuncusu. " derken Kayhan araya girdi.

Tuba Büyüküstün komutanım. " dediğinde hatasını anlamıştı ama şakadanda olsa Binbaşı tokatından kurtulamamıştı.

Şuna bak birde utanmadan kendi söylüyo. " diyen Tibet Binbaşı tekrar bana baktı.

Evet o ! Hâla telefonunda resmini taşıyor mu ? "

Düşünmeden cevap verdim.

" Hayır komutanım. "

İyi haydi bakalım. " dediğinde ahır duvarına yansıyan far ile esas duruşumuzu bozduk.

Sol tarafımıza baktığımızda far'ın kaynağının gri renkteki bir Toyota pikap olduğunu gördük.

Tibet Binbaşı istifini bozmadan konuştu.

"İşte geldiler ! Herkes ne yapacağını biliyor değil mi gençler ? " dediğinde ikimizde birden.

" Biliyoruz Komutanım. " dedik.

Araç önümüzde durduğunda Tibet Binbaşı önüne geçip elini arkasına atarak asaletini sergilemeye başladığında Kayhan kulağıma eğilip;

Ulan şu adamdaki karizma bende olsun Tuba benim kölem olur be ! " dediğinde dirseğim ile dürtüp araçtan inen adamlara doğru yaklaştım.

Dört kişilerdi. Arkadaki oturan iki kişiden biri köyün muhtarıydı.

Muhtar inip selam verdiğinde Binbaşıya bakan gözlerindeki korkuyu görmüştüm.

Binbaşı;

" Aleykum selam Muhtar. "

Arka taraftan inen ayı'nın boyu 190 civarlarında, kilosu ise rahatlıkla 140 vardı. Önden inen iki kişi Kayhan'la ben kadar olmasada gayet yapılıydı.

Ayı Binbaşı'ya yaklaşıp elini uzatarak yarım yamalak arapçası ile konuştu.

" Merhaba ! İyi akşamlar. "

Binbaşı elini uzatmadan gözlerinin içine baktı.

" O kedilere kim tekme attı ? "

Bu soruyla adamlar birbirine bakakalırken Binbaşı'nın ne tür bir deli olduğunu bilen Muhtar'ın tedirginliği on kat daha artmıştı.

" Ne kedisi ? Biz buraya iş konuşmaya geldik. Maden ocağında çalı... "

O kedilere kim tekme attı ? " diye araya giren Binbaşı'ya tehtidkar bir şekilde yaklaşan Ayı bir metre uzağında durdu.

Başlıyoruz ! ' diye düşünüp aracın yanında duran şoföre iki metre mesafede durdum.

Yanyan bizden biraz daha uzakdaki Kayhan'a baktığımda arabanın arkasına geçmiş diğer tarafdaki yahudi'yi gözlüyordu.

Ayı dişlerini sıkıp tekrar söze girdi.

Kediler'in canı cehenneme ben... " derken Binbaşı'nın kulağına indirdiği müthiş tokat ile start verildi.

Şoför araç içindeki silahına uzanmadan susturucu takılmış makinamı çalıştırdım.

Kafasına yediği tek mermi ile kasılan adam yere yığıldı. Kayhan'ı kollamak için ona baktığımda hızla diğer tarafdaki yahudiye doğru koştuğunu gördüm. yahudi elini beline atıp silahını çıkarmıştı ki; Kayhan yere yatarak savunmadaki futbolcu'nun forvet futbolcusu'nun ayağına kaydığı gibi kayıp adamın kasıklarına sapladığı bıçağı çıkarıp acıyla ve haykırmayla ona doğru eğilen adamın kalbine tekrar sapladı.

Olduğu yerde donup kalan Muhtar olanları sindirmeye çalışırken Kayhan'ın yahudi kanı ile kaplanmış yüzünü gördüğünde sendelerken Kayhan'ın tutması ile düşmekten kurtuldu.

Ula ümrümden ümür gitti asker ağalar. Allah sizi sevsün e mi ? " deyip yerdekine tekme attı.

Gavur'un toğumu. "

Muhrar'ın komik şivesine gülerken başımı Binbaşın'ın hışmına uğrayan ayı'ya çevirdim.

Ayı ahıra sarhoş gibi sendeleyerek yürürken hem kusuyor, hem bağırıyor, hemde olanca gücü ile kulağına bastırıyordu.

Hiç birşey olmamış gibi eli arkasında adamı seyreden Binbaşıya sordum.

" Komutanım ne oldu ona. "

Bin başı gözlerime bakıp;

Eğer elinizin ayası'nı kuvvetli bir şekilde karşınızdaki adam'ın kulağına vurursanız zar patlar, kristal yerinden oynar ve ileri derecede vertigo hastalığına kapılır. Ama; bunu tamı tamına becerebilmen için en az elli tane av'ın üzerinde denemen lazım. " dediğinde tam ' Ben de yapacağım bir gün ! ' diye düşünürken söylediği rakamı duyduğumda vazgeçtim.

Şunu getir Yusuf ! " deyip yüzündeki kanı eli ile temizlemeye çalışan Kayhan'a baktı.

Aferin Kayhan ! Sende şu leşleri çukura at git duşunu al. Allah vermesin damarına yahudi kanı bulaşırda bildiğin dua'yıda unutursun. Sonra da şunların arabasını alıp köyden en az yirmi kilometre uzağa bırakın. Yusuf da bizim arabayı alsın seni takip etsin. İşiniz bittiğinde beraber dönersiniz. Aşağı inmeden önce tepede ' SİHA var mı ? ' diye kontrol ettim. Bizi gören kimse yok. Ama araçta GPRS verici olabilir. Dikkat ederseniz bu ayı saatine bakıp duruyordu. Muhtemelen her gittikleri yerde aynı dakika duruyorlar. Çok vakit kaybetmeyin. " deyip peşpeşe fazla konuşmanın yorgunluğu ile bir " Afff " çekip yönünü bu kez de elleri saygıyla önünde bağlı olan muhtara döndü.

Dayı kamera kullana biliyo musun ? "

Altmış yaşındaki Muhtar boynunu büküp cevap verdi.

" Bi gaç sefer çocuhların resmini çekmişliğim vardır. "

Binbaşı eli ile kapıyı gösterdi.

" İyi bakalım gel seninle bi mektup gönderelim. "

Elvin'den...

Yastıktan başımı kaldırmama sebep olan aşağıdan gelen sevinç çığlıklarıydı.

' N'oluyo bunlara ? '

Merdivenlerden alelacele inerken parmaklarımın artık acımadığını hissetmem hoşuma gitmişti.

Salona vardığımda gözüme ilk batan muhteşem donatılmış kahvaltı masası olmuştu.

Sol tarafıma; meşhur sohbet köşemiz olan şömine önüne baktığımda ise bütün gözlerin sevinçle beni izlediğini gördüm.

" Sizi bu muhteşem masadan alıkoyan sevinç ne merak ediyorum. "

Sevinçten gözleri dolan Kübra kalkıp bana doğru yaklaştı.

Muhafızlar yuvalarına dönmüş. Koray aradı. Yarın Bosna'dan İstanbul'a oradan buraya, buradanda hep birlikte Ankara'ya döneceğiz. " deyip kısa bir özet geçtikten sonra boynuma sarıldı.

Peki ya bana yılan yediren Karabasan. O da geliyor mu ? "

İki kişilik koltukta Şûra ile yanyana oturan Zümra elindeki selpağa bakıp buruştururken yüzündeki kırık tebessüm benim kalbime işlemiş Kübra'nın ise yaptığı hatayı yüzüne vurmuştu.

Kübra Zümra'ya doğru isyan ederek yaklaştı.

Ben eşeğim, ben anlayışsız dangalağın tekiyim. Zümra n'olur kusura bakma. Birden boş bulundum. "

Zümra ayağa kalkıp Kübra'ya karşı hüzünlü bir şekilde kollarını açtıktan sonra;

Saçmalama Kübra. Kendine hakaret etme. Bu sevinç hepimizin. Onların hepsi benim kardeşim. Döndüyse kardeşlerim döndü. " deyip sarıldılar.

Bora omzunu duvara vermiş huzurlu bir şekilde iki bayanı izlerken telefonunun bildirim sesi ile elini cebine attı.

Ekrana baktığında kaşlarını çatmasına sebep olanın ne olduğu kendime ne kadar 'Merak etmeyeceğim ! ' desemde deli gibi merak ediyordum.

Beni esas merağa boğan kaşlarını çatması değil, aniden yüzüne doğan gülücüktü.

Bora elini gösterip;

" Susun bir saniye yengeler. " dedikten sonra koca evi sessizlik kaplamıştı.

Bora televizyon kumandasını alıp aceleyle televizyonu açtı. Ekran yansıtma menüsünden telefonunu bularak üzerine tıkladıktan sonra telefonundaki görüntü televizyona yansıdı.

Oturun ve dinleyin derken. " Bora'nın sevinçten gözlerinin dolması beni birkez dahaşaşırtmıştı.

Ne yani !

Bora'nın gözleri burnundan kan süzülen, kel, iri yarı bir adam için mi dolmuştu.

Şimdi kardeşlerim bu adam arapça konuşuyor muhtemelen Asel hariç kimse anlamayacak. Adamın konuşması bitince tek tek anlatacağım. " deyip videoyu startladı.

Ekrana güneş yansıdığından dolayı yüzü tam seçilmeyen adam biraz kenara çekildiğimde net bir şekilde görünmüştü.

Ekranda kırklı yaşların üzerinde, dazlak bir adam zor şer konuşmaya çalışıyordu. Sadece gövdesi görünen adamın omuzlarından ve ensesine yığılan etlerden ne denli iri biri olduğu gayet açıktı.

Nereden geldiği belli olmayan ritimsiz ıslık sesi ile birlikte konuşan adam arapça olarak kurduğu her cümlesinden sonra nefes nefese kalıyor, gözleri bir kapanıp bir açılıyordu.

Biz birşey anlamayıp ekrandaki adama acıyan gözlerle bakarken Bora'nın sevinçli hali o ortama bayağı bir abes kaçıyordu.

Adam beş dakika yarım yamalak kesintisiz bir şekilde konuştuktan sonra. Bora videoyu durdurdu.

Asel çevir."

Asel başı ile onayladıktan sonra konuşmaya başladı.

Burada muhtemelen karşısındaki açılmış bir kağıttan Hadis-i Şerif okuyor. Diyor ki;Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; 'Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!' diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır."(Müslim, Fiten, 82) ' evet karşısındaki kağıttan tamda bu Hadis'i okudu.

Daha sonra da Tevrat'tan bir bölüm okudu.

Yehuda'da (Telaviv) bildirin ve Yeruşelim'de (Kudüs) işittirin ve deyin; Memlekette boru çalın; yüksek sesle bağırın. Ve deyin: Toplanın da duvarlı şehirlere girelim. Siyona doğru bayrak kaldırın; kaçıp sığının, durmayın; çünkü ben Şimalden (Kuzeyden) üzerinize büyük bela ve kırgın (katliam) getireceğim. İşte aslan sık ormanından çıktı. Ve 'milletleri helak eden' (cengâver) yola düştü; şehirlerin harap olsun ve onlarda oturan kalmasın diye senin diyarını viran etmek için yerinden çıktı.' diyerek kuzeyden gelenlerden yani Türkler'den bahsediyor. " deyip tepkimizi ölçmek için tek tek yüzümüze baktı.

Bora videoyu başa alıp eline kağıt kalem aldıktan sonra yüzü güleç bir şekilde birşeyler karalamaya başladı.

Asel;

" Bu adam esir alınmış bir yahudi. Ama kimin, neden esir aldığı şuan için belli değil. "

Bora kağıttan gözünü ayırmadan;

Belli ! " dedikten sonra başını kaldırıp Zümra ve Kübra'ya bakarak sevinçle devam etti.

Hatırlıyor musunuz Gökçen'lerin çiftliğinde ' Telsiz olmadığı zaman Muhafız'ların uzaktan uzağa nasıl anlaştığını... ' sorduğunuzda bizde ıslıkla demiştik. Evet Muhafızlar'dan başka kimsenin bilmediği ıslık diliyle. Karadeniz de fındık ve çay toplayan köylülerde aynısını yaparlar ama bizimkinden farklı. "dediğinde Zümra oturduğu yerden ayağa fırladı.

"Rahman ! "

Bora Zümra'ya işaret parmağını uzatıp;

Hıııhh Rahman ! Bu adamı esir alan ve arkasında ıslık çalan Rahman'dan başkası değil.

Herkes birbirine sarılıp sevincini paylaşırken Zümra durdurup Bora'ya baktı.

" Peki ne diyor ? "

Bora elindeki kağıda bakıp okumaya başladı.

' Muhafızlar şimdiye kadar ben hariç hepiniz yanyana gelmiş olmalısınız. Sizi çok özledim kardeşlerim. Sizsiz ne kolum kalkıyor ne gözüm görüyor. Vücudumun en önemli uzuvları yok. Buluşacağız kardeşlerim buluşacağız.

Muradım gözlerinin yeşilini annesinden alan yavru kurdum; size bu zamana kadar babalık yapamadım affedin beni yavrum.

Zehram; babasının neşesi, gülü, mis kokulu kızım elinden tutup yürütemedim, ipek saçlarını koklayıp tarayamadım kızım affet n'olur.

GökGözlü Aybalam... " dediğinde Şûra daha fazla kendini tutamayıp ağlayan annesine hıçkırıklarla eşlik etmeye başlamıştı ki Bora elindeki kağıdı okumayı bırakıp Şûra'ya baktı.

" E ben ağlayın diye okumuyorum ki ! Lütfen sabredin üzmeyin beni. "

Zümra Şûra'yı kolunun altına alıp Bora'ya özür mahiyetinde işaret ettikten sonra devam etmesi için beklemeye başladı.

Şûram ! GökGözlü Aybalam. Karabağın maralı, ilk göz ağrım. Seninle çıktığımız cehennemden daha da cehennem kızım buralar. Orada düşman belliydi yavrum burada kim dost kim düşman belli değil. Çıkacak kızım, baban buradan da çıkacak Allah'ın izni ile. Seni çok seviyorum. "

Bora kağıdı aşağı salıp bir müddet önüne bakarak gözlerini Zümra'ya çevirdi.

Zümra;

" Eee bana birşey yok mu ? "

Bora başını sallayıp yüzündeki tatlı tebessümle cevap verdi.

Var elbette var. Ama bunu ben değil sen okuyacaksın. Al en son mısra. " deyip elindeki kağıdı Zümra'ya uzattı.

Zümra büyük bir heyecanla kağıdı alıp gözlerini yazının en altına kaydırdıktan sonra bacaklarındaki dermanın gitmesiyle hemen yanındaki sandalyeye kendini bıraktı.

Ağlıyordu. Hem gülüyor hem ağlıyordu. Elindeki kağıdı göğüsüne bastırıp sanki karşısındaki Rahman'mış gibi aşkla televizyon ekranına bakıyordu.

Kübra;

"Ne yazmış ki ? " deyip Zümra'nın elindeki kağıdı aldı.

En alt mısrayı bulup içinden okuduktan sonra;

" Offfff beeee ! " deyip eğilerek sandalyede oturan Zümra'nın boynuna sarıldı.

Asel kağıdı aldığında merakımı daha fazla içimde tutamamıştım.

" Ya alan biride sesli okusun şunu. " deyip kaşlarımı çatarak Asel'e baktım.

Asel'in dudakları mısraları okuduğunda çizgi halini almıştı.

Başını kağıttan kaldırıp yüzüme baktığında hasretle beklenen Karabasan'ın son mısraları Asel'in dudaklarından tane tane dökülmeye başladı.

" Zümram ! Ben kına kokusunu senin ellerinde sevdim Yosun Gözlüm!”

SON...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%