@batingam
|
Hannah'dan... Bir yandan Mossad'ın tehtidlerini, bir yandan arka koltukta oturan kızlarım Adel ve Amalya'nın ilerlemekte olan psikolojik sorunlarını düşünürken gözlerimin daldığı trafik lambasının yeşile döndüğünü arkamdaki dev pikaptan gelen korna sesi ile farkettim. "Anneciğim yeşil yandı !" "Özürdilerim tatlım farketmedim." Herzaman hayranlıkla ve büyük bir tutkuyla izleyip geçtiğim, iki yolu birbirinden ayıran refüş üzerindeki rengarenk güller, laleler dikkatimi çekmez olmuş, bütün düşüncem Mossad'ın çözmem için verdiği kodlara odaklanmıştı. Hiçbir anlam veremediğim bu kodları dün gece öylesine izlediğim bir belgesel sayesinde çözmem, lanet olası Mossad'ın baskılarından kurtulduğum için sevindirmesi gerekirken dehşete düşürmesi ayrı bir ızdırap olmuştu. Hannah Azor ! Eskiden Mossad'ın vazgeçilmez saha ajanıyken, şimdi sekiz çalışanı olan, küçük bir kafenin patronluğunu yapıyordum. İlk defa ölümün nefesini hissettiğim o gece; Evet ! O'nun; beni ikizlerim Adel ve Amelya'ya bağışladığı kahrolası o gece söz verdiğim gibi Mossad ile bütün ilişkilerimi kesmiştim. Yıllardır isimlerine dahi denk gelmediğim ve ömrümün sonuna kadar da bir daha karşılaşmak istemeyeceğim o insan üstü varlıklar dün gece çözdüğüm kod'lar da yine çıkmışlardı karşıma. Öldü sandığım, çehreleri aklıma geldiğinde bile gözlerimi sımsıkı kapadığım Kara Muhafızlar Tim'i yine gün yüzüne çıkmıştı. Ya o ? Dünyanın en psikopat Özel Timi'nin yıllarca kabuslarımdan eksik olmayan Alfası ! Karabasan !!! "Uykuların kaçacak Hannah. Türk korkusu hiçbir korkuya benzemez." Bütün bunların olacağını nereden biliyordu ? Direksiyondaki titreyen elimi sinyal koluna atıp sağa döndükten sonra aynadan Aden ve Amelya'ya bakabildiğim kadar uzun baktım. "Seni ikizlerine bağışlıyorum !" Onlar sayesinde, çocuklarım sayesinde hayattaydım ve nefes alıyordum. Gözlerimin önünde, bizzat onların elinde canveren, Mossad'ın emektar başkanı Zalman'ın söylediği söz kulaklarımda yankılandı. "Onları görüpte sağ kalan nadir insanlardansın Hannah !" "Okula gitmiyor muyuz ?" Aden sorusu ile daldığım düşüncelerden ürperip aynada ki minik yüze baktım. "Hayır tatlım doktora gidiyoruz." Aden tekrar söze başlayacaktı ki Amalya ondan hızlı davranıp araya girdi. "Yapma anne ! Bizim bişeyimiz yok anla artık bunu. Dost çok iyi birisi." 'Dost !' "Hayali ve gerçeği ayırt edemeyecek kadar küçük yaştasınız Amalya. Bunu büyüklerinize bırakmanız daha uygun olacaktır." Amalya bıkkın bir şekilde başını sallayıp devam etti. "Hayal bir kişi tarafından görülür anne. Benim gördüğümü Aden de görüyor. Hem biz sandığın kadar küçük değiliz altı yaşındayız. Ve o..." deyip kardeşinden onay alıyormuşcasına başını Aden'e çevirdi. "O kim ? Dost mu ? Ne olmuş ona ?" Amalya Aden'den de onay aldıkdan sonra cevap verdi. "Dost anne ! Dost seninle tanışacak." Kurulan son cümle karşısında bacaklarımın uyuşmasına engel olamamıştım. "Ne ! Beni Dostla mı tanıştıracaksınız ? Peki nasıl olacak herzamanki gibi gece mi gelecek ?" Amalya okul çantasının fermuarı ile oynayarak konuşmaya başladı. "Evet o herzaman gece gelir. Ama nereden nasıl çıkacağı belli olmaz. Bize camdan geliyor. Bazı zamanlarda oda'nın ortasında beliri veriyor. Bazen de üşümeyelim diye üzerimizi örterken uyanıyoruz." Tanışacağımı bildiklerinden mi bilinmez, ilk defa onu bu kadar açık anlatıyorlardı. "Peki ne giyinir, yüzü nasıl korkunç mu ?" "O hep siyah giyinir anne. İlk bir yıl yüzünü göstermedi. Ne zaman Ayet-el Kürsi'yi ezberlersek o zaman göstereceğini söylemişti. Ve gösterdi." Aynadan onu seyrettiğimi farketmeyen Amalya gözlerini çantasından çekip, önündeki benim olduğum, şoför koltuğunda sanki eşsiz güzellikte birşey görüyormuş gibi hayranlıkla tebessüm etti. "Erkek olmasına rağmen o çok güzel birisi anne." Erkeklere güzel değil yakışıklı denir tatlım." "Hayır babamada yakışıklı deniyor ama o yakışıklı değil anne. Yakışıklı onun yanında küçük kalır. O eşsiz birisi." Artık içim titremeye başlamıştı. Tıpkı gerçekmiş gibi anlatmaları, kendime itiraf edemesemde durumlarının oldukça vahim olduğunu gösteriyordu. "Pek... Peki Aye'tel Kürsi dediğin nedir ? Yani şu ezberlemenizi istidiği şey." İkisininde birbirine bakıp gülmeleri kendimi cahil hissetmeme sebep olmuştu. Aden; "Ayet-el Kürsi Müslümanlar'ın kitabı olan Kur'an dan bir duâ anne. Dost; onu ezberlemenin, onlar'ın Tanrılarının çok sevdiğini söylüyor. Onlar Tanrılarına 'Allah' diyor bu arada. " Gözüm aynadaki minik yüzde takılı kalırken, direksiyon başında seyir halinde olduğumu refüş kaldırımına temas eden lastiklerim sayesinde anlayabilmiştim. Biranlık refleksle aracı takla atmaktan kurtarırken gözlerim istemsizce aynadaki meleklerime tekrar gitti. Kaç saniye tuttuğumu bilmediğim nefesimi bırakırken zorda olsa konuşmaya çalıştım. "Do...do...dost müslüman mı ?" Aden gayet normal bir tavır takınıp gözlerini bana çevirdi. "Evet ! Bir sakıncası mı var ?" "Yo yo ! Tabiki yok tatlım." 'Tanrım ben napacağım ? Lanet olası bir hayal hiç görmedikleri, bilmedikleri bir kitabı nasıl öğretebilir ?' "Peki siz... Siz Müslüman mı oldunuz ?" Amalya; "Hayır ! Dost bizi bunun için zorlamadı. Yani 'Müslüman olun' bile demedi." "Peki neden bunu ezberlemenizi istedi ?" Aden; "O sadece duâ'yı ezberlememizi istedi. Eğer bu duâ'yı kendimize yol edinirsek ilerleyen yaşlarımızda zaten Müslüman olmak isteyeceğimizi de söyledi." 'Hayır hayır hayır !!! Şimdi olmaz. Burada, bebeklerimin yanında ağlamak istemiyorum.' "Ama çoğu Müslüman yahudileri sevmez değil mi kızlar ?" Amalya; "Bu tamamen saçmalık anne ! Dost tüm yaratılanları seviyor. Özellikle çocukları. Bize; 'Siz durusunuz, safsınız, temizsiniz.' der." Bu yaşta iki çocuğun tıpkı yetişkin bir insan gibi hiç düşünmeden verdiği cevaplar bu konu hakkında eğitim aldığını, saatlerce konuştuğunu gösteriyor. "Bana daha önce Dost'u hiç bu kadar anlatmamıştınız. Peki ne sıklıkla geliyor odanıza." Aden; "Bu aralar hiç gelmiyor. İşleri sık olmalı. Ama geldiği zaman bizimle oyunlar oynuyor." Nereden ne soracağımı şaşırmış bir halde tekrar hamle yaptım. "Peki ben olmadığımda bakıcınız bayan Gal; o'da onu görüyor mu ?" Aden; "Bayan Gal Dost'un özel gücü sayesinde koltukta uyuya kalıyor." "Özel güç mü ? Nasıl bir güç bu ?" Amalya; "Bilmiyoruz !" "Peki tatlım; neden ben evdeyken hiç gelmiyor ?" Amalya Aden'e bakıp alaycı bir tebessüm takındıktan sonra ilkdefa aynaki yüzüme bakması, içerisinde bulunduğum psikolojinin de etkisiyle ürpermeme sebep olmuştu. "O en çok sen evdeyken geliyor anne." 2 saat sonra... Mossad'ın yıllardır gelmediğim otoparkına girip, peşpeşe yaşadığım travmalara şahit olan aracımı uygun bir yere park ettikten sonra bütün tehtidleri sonlandırmak için derin bir nefes alıp asansörü çağırdım. Üçüncü kata gelen asansörün iki kapısı birbirinden ayrıldığında, istemedende olsa üzerinde çalıştığım görevin şefi Cavel'i kollarını göğüsün de bağlamış, iğrenç bir tebessüm takınırken gördüm. "Kiminle uğraştığını duyduğunda bu kadar rahat olabilecek misin bakalım ?" Cavel gözlerinin üzerindeki neredeyse hiç olmayan kaşlarını alaycı bir şekilde kaldırıp karşılık verdi. "Benim işim pisliklerle uğraşmak Hannah." Toplantı odasının değişmediğini varsayıp arkama takılan Cavel'i umursamadan dar koridorda yürümeye başladım. "Bir zamanlar bende öyle zannediyordum ama emin ol sen ve ekibin doğru yolda değilsiniz." Cavel; "Çok büyütüyorsun." Aniden durup yüzümü ona döndüğümde bütün dikkatini gözlerime verdi. "Ethan da aynı böyle söylemişti. Ne oldu biliyor musun ? Daha dört saat geçmeden öldü. Ethan bile bir bayanı çocukları ile tehtid edecek kadar aşağılaşmamıştı." deyip yoluma devam ederken Cavel susmamakta kararlıydı. "Bizi buna mecbur ettin. Çıraklığımda kendime en çok örnek aldığım saha ajanlarından birisiydin Hannah. Sen Mossad'ı bıraksanda bir israil vatandaşı olarak yardım etmeye mecbursun." Oda'yı gördüğümde son sözü söylemek için Cavel'e bakmadan söze girdim. "Eğer biz bu işin içinden çıkamamışsak, siz bu beyinsizlikle o işin içine daha girmeden öleceksiniz." deyip kapıdan içeri girdiğimde ortadaki büyük toplantı masasının alınıp yerine tek kişilik sıraların konulduğunu gördüm. Arkamdaki beyaz yazı tahtasını da gördüğümde burasının eğitim odası olarak değiştirildiğini anlamıştım. Bay-bayan karışık, neredeyse otuz kişi çıt çıkarmadan pürdikkat beni izliyorlardı. Ne kadar çirkin, esmer yüzüne bakmaya tahammül edemesemde, şaşkınlığımı atıp tekrar Cavel'e döndüm. "Bu kadarı biraz fazla değil mi ?" "Bu kez ciddiyiz. Üstesinden geleceğimizden şüphen olmasın." Dudağımı küçümser tarzda büküp; "Aranızda genç çokmuş yazık olacak." diye mırıldandıktan sonra içerisinden üzerinde çalışmamı istedikleri dosyayı aldığım çantamı bırakmak için öğretmen masasına benzettiğim masaya ilerledim. Dosyayı koltuğumun altına aldıktan sonra sıralarda oturan ajanlarda kısa bir göz gezdirip ellerimi ovuşturarak konuşmaya başladım. "Evet arkadaşlar !" deyip dikkatleri üzerime topladıktan sonra parmağım ile yanıbaşımda kollarını göğüsünde bağlayan Cavel'i göstererek devam ettim. "Bu aşağılık herif beni çocuklarımla tehdit ettiğinden burada olduğum için size 'Merhaba' demeyeceğim." Bütün gözler Cavel'e çevrilirken, o sadece yere bakmakla yetindi. "Aranızda geçmişte görev yaptığım ajan arkadaşlarım var. Onların iyiliği için buraya eğitim vermeye değil sizleri uyarmaya geldim." dedikten sonra koltuğumun altındaki kırmızı dosya'yı elime alıp sallamaya başladım. "Buradaki Kod'lar ne bir insana, ne bir hayvana, ne bir robata, ne bir bilgisayara veya insansız hava aracına ait..." Sınıfdakilerin tümü sorgular tarzda birbirine bakarken ara vermeden devam ettim. "Buradaki bilgiler dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en azılı savaş canavarlarına ait. TÜRKİYE !" Sıraların yarısından çoğunda kıpırdanmalar olurken Cavel'in başını yerden kaldırıp aniden yüzüme baktığını gördüm. Yüzümü arkamdaki tahtaya dönüp siyah kalemi elime aldık dan sonra dosyadaki Kod'u yazmaya başladım. 85718T "Bu kod Bosna-Hersek'deki bir telefon konuşmasında Mossad'ın eline geçen bir Kod." Başımı arkaya çevirdiğimde herkesin gözlerini kısmış, dikkatle dinlediğini gördüm. 157115T "Bu kod Nahcivan da geçen bir kod." 14 571 24 T "Bu kod'da Tükiye de geçen bir kod." dedikten sonra kalemi yerine bırakıp dinleyicilerime döndüm. Kollarımı göğüsümde bağlarak, kendimden oldukça emin bir şekilde devam ettim. "Mossad daki meslek hayatım boyunca, tam onüç görevde yer aldım, bunların üçünün operasyon şefliği yaptım. Onlarca arkadaşımdan birini dahi kaybetmeden onüçünü de kusursuz bir şekilde yerine getirdim. Nadir verilmesine rağmen üstün cesaret ödülüne laik görüldüm." derken Ankara'da yaşadığım o dehşet gözlerimin önüne geldiğinde hayali bile nefesimi daraltmaya yetmişti. Derin bir nefes alıp boğazımdaki düğümü çözdükten sonra tekrar söze girdim. "Onlarla ilk karşılaşmam ondördüncü görevde olmuştu. Herşey son derece kusursuz giderken, bankta oturmuş keskin nişancıma vur emri verdiğimde merminin diğer bankta oturan Türk istihparat komutanının kafasını patlatmasını beklerken benim oturduğum banka gelmesi bende şok etkisi yaratmıştı." Daha fazla dayanamayıp ellerim ile yanan gözlerimi ovuşturdum. Eveet ! O mermi benim oturduğum banktaki ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ yazan yazının 'H' harfine isabet etmişti. Yani Hannah'ın 'H' si. Peki bitti mi ? Hayır bitmedi. Banka gelen kapişonlu Cellat yahudilere hakaret üstüne hakaretlerde bulunurken benim suyumu içmek için eline aldı. Tam o anda bir ıslık sesi daha duyulduğunda adamın elindeki su şişesi patladı. Tahmin edebiliyor musunuz ?Aynı keskin nişancı arkadaşının elindeki su şişesini vurdu. Sebep ne peki ? Sebep; yahudinin suyu ona haram olduğuna inandıkları için. Elindeki su şişesine elli kalibre mermi giren adam'ın korkması gerekirken ' Haram olduğu için içmemi istemiyor !' deyip gülmesine ne dersiniz peki ? Siz olsanız, sizi nasıl bir psikolojiye sokardı bu durum ?" Herbir ajanın gözü irileşmiş, ağızları açık bir şekilde pürdikkat anlatılanları dinliyordu. "Ya sigara ! O adam, arkadaşının benim paketimden aldığı sigara elindeyken tam ikiyüzyirmi metreden vurdu. Söyleyin bana siz hiç hayatınızda böyle bir gözdağı aldınız mı ?" Sıradaki ajanların duruşlarını dikleştirip şefleri Cavel'e bakmaları doğru yolda olduğumu gösteriyordu. 'Ne olursa olsun sizi bu görevden vazgeçirmeliyim.' İki sıra arkadaki ajan el kaldırdığında söz verdim. "Peki kimdi bunlar ? Onlar mı ?" "Onlardan burada bahsederken 'onlar' demene gerek yok. Muhtemelen bunun için seni öldürmeyeceklerdir. Yani en azından ben öyle düşünüyorum. Eski Mossad başkanı Zalman'ın dediği gibi. 'Sen onları görüpte sağ kalan tek insansın Hannah.' Evet ben onları iki kez gördüm. Birinde Zalman'a mesaj göndermek için yaşamama izin verdiler. Birinde de o zamanlar hâla emzirmekte olduğum ikizlerime bağışladılar." deyip yüzümü Cavel'e çevirdim. "Düşmanım oldukları halde bazıları gibi çocuklarımla tehdit etmediler. O beni onlara bağışladı." Cavel daha fazla dayanamayıp sözümü kesti. "Bu durumun onlarla alakası ne ?" "Gerçekten hâla anlamadın değil mi zevzek herif ?" dedikten sonra omzundan tutup yüzünü yazı tahtasına çevirdim. "Bu kod'lar onların ta kendisi !" Cavel içinde bulunduğu korkuyu emri altında çalışan ajanlara belli etmemeye çalışıyordu. "Nasıl geldin bu varsayıma ?" diye sorduğunda kalemi tekrar elime alarak anlatmaya başladım. "Bosna-Hersek kayıtlarında geçen kod'a bakalım. '8' sayısı Türk alfabesinin sekizinci harfini gösteriyor. Yani 'G' harfini. Diğer '8' de aynı şekilde 'G' harfini gösteriyor. Bu kod Kara Muhafızlar'ın en delisi olan GÖLGE 'ye ait." deyip ajanlara döndüm. "İnanın onunla karşılaşmak istemezsiniz. Eğer bir mekanda onu arıyorsanız gölgeniz kadar yakınınızda olduğu halde görmeniz mümkün olmaz. Onun size verdiği mühlet kadar, yani onun istediği süre kadar yaşarsınız. Eğer süreniz dolduysa siz henüz silahının sesini duymadan çoktan ölmüş olursunuz. Onu bizzat gördüm. Silahınızı indirmeniz için ' İndirin ' diye söylemesine gerek kalmaz. Onun o heybetini, korkutucu siyah üniformasını ve maskesini gördüğünüzde istemsizce bacaklarınız boşalıverir. " deyip tahtaya tekrar döndüm. En baştaki 'İ' İslam, sondaki 'T' harfi ise Türk kelimesini simgeler. Yani davaları İslam-Türk davası. Ortadaki '571' ise onların inancına göre bu dünyadaki gazabınız'ı, öldükten sonraki dünyanızda ise pişmanlığınızı gösteriyor. Bunu onlar öyle biliyor." Cavel; "Nasıl yani ? Ne anlama geliyor bu sayı ?" "571; Peygamberleri olan Hz. Muhammed'in doğum yılı. Onlar Hz. Muhammed'in askerleri; yani sizin bu dünyadaki gazabınız. Diğer dünyada ümmetini yanına topladığını göreceksiniz. Siz; onun yolundan gitmediğiniz gibi, birde ümmetine kötülükler yaptınız. O ümmeti ile birlikte cennetle ödüllendirilirken, siz bu dünyadaki haksız cefa'nın ve özellikle o ümmete yapılan haksızlıkların cezasını cehennemle ödeyeceksiniz. İşte bu da sizin pişmanlığınız olacak." Ajanlar'ın içerisinde alaycı bir şekilde fısır fısır gülenler oldukça ciddi bir yüz ifademle karşılaştıklarında suratları aniden asıldı. Sen beşinci sıradaki ayağa kalk. İsmin ne ?" Otuzlu yaşlarındaki adam sağına soluna bakıp yavaşça ayağa kalktı." "Evet sen ! Kalk ayağa. İsmin ne ?" diye tekrarladım. "İsmim Chris bayan Azor." "Ethan'ı tanır mısın Chris ?" Chris; "Evet tanırım. Beni eğiten komutanlarımdan birisiydi." "Peki o nasıl birisiydi Chris ? Yani mesleki yeteneği nasıldı ?" Chris olduğu yerde dikleşip cevap verdi. "O istihparat toplamada, yakın temasta, kavgada ve kuvvette üstün yeteneklere sahipti. Onun gibisini henüz tanımadım." "Peki nasıl öldürüldüğünü biliyor musun ?" Chris; "Hayır !" "Dur ben anlatayım. 'Onun gibisini henüz tanımadım.' dediğin adamla tıpkı bir çocukla dalga geçer gibi oynayarak öldürdüler. Sadece attıkları bir tokatla dengesini bozdular. Ethan'ı çocuk oyuncağı olarak gördükleri için önüne bıçak attılar. Karşısındaki ne kadar 'Dur, geç yerine otur.' deyip telkin etmeye çalışsada Ethan'ın gözünü kan bürümüştü. Elindeki bıçak göremediğim, takip edemediğim bir hızda kendi kalbine saplandı. Bıçağın kabzesi bile gömülmüştü etine. Bunu yapan, o üstün yetenekli adamı tıpkı fare gibi öldüren Kara Muhafızlar'ın Alfa'sı KARABASAN'dı." O geceye, Alfa'nın beni ikizlerime bağışladığı, benim istifa etmeme sebep olan o geceye gitmiştim. "Şimdi olayın ciddiyetini anlayıp, gülmeden dinleyin. Karşınızdaki adamlar silahsız bir filistinli değil." Son cümlem onları fazlasıyla bozmuşa benziyordu. Umursamadan tekrar tahtaya döndüm. "İ 1 571 15 T ; Alıcı'ya ait kod. Muhafızlar'ın hiç birinin birbirinden farkı yok ama Alıcı'nın da kendine özgü yeteneği; siz nerede olursanız olun, zırhlı araçta, hücrede, gizli bir evde isterseniz yerin yedi kat dibinde olun. Eğer Alıcı emir aldıysa sizi bulur. Herbiri ayrı bir heybet, herbiri ayrı bir dehşet." dedikten sonra bir kaç saniye dinlenip devam ettim. "İ 14 571 24 T ; Kartal ! Kartal gözlerinin keskinliğini gökdeki kartallardan alan, arkadaşının elindeki sigarayı büyük bir soğukkanlılıkla vuran Kara Muhafızlar'ın keskin nişancısı." dedikten sonra ellerimi birbirine vurarak dikkatleri üzerime topladım. "Ben sadece bu dördünü tanıdığım için diğer iki kodu bilmiyorum. Karabasan'ın kod'una henüz rastlamamışsınız. Tavsiyede etmem zaten. Şunu söylemeliyim ki; sadece kodlarını görürsünüz ama onları bulamazsınız..." derken Cavel sözümü kesti. "Bulduk işte Bosna, Nahcivan, Türkiye !" "Onlar size kiminle uğraştığınızı bilmeniz için Kodlarını verdi. Hani nerede, telefon sinyallerinden yerlerini tespit ettiniz mi ? Dur ben söyleyeyim. Tabiki hayır. Onlar size Kodlarını vererek size 'Biz buradayız ölmedik.' diyor." Oda dan çıt çıkmıyordu. "Peki !!! İstediğinizi verdim, burada benim işim bitti. Bana kalırsa Kara Muhafızlar size savaş açmadan siz onlara açmayın kaybeden kesinlikle siz olursunuz. Onlara hiç bir konuda gücünüz yetmez. Ha birde ! Eğer az da olsa gururunuz varsa profesyonel gibi davranır beni çocuklarımla tehtid etmezsiniz." Dosya'yı masanın üzerine koyup çantamı toparlarken, Cavel sözlerimi umursamaz bir tavırla konuşmaya başladı. "Teşekkür ederiz Hannah. Onları yakaladığımızda seni bizzat davet edip, elimde viski şişesi ile, bitik bir halde olan Karabasan'ın karşısında, sabırsızlıkla gelmeni bekliyor olacağım." Acıyordum ! Bu haline gerçekten çok acıyordum. Ondaki alaycı gülümsemenin aynısını takınmaya çalışarak karşılık verdim. "Eğer o ortamda Kara Muhafızlar'ın Alfası varsa; viski şişesinin elinde mi, yoksa başka bir yerinde mi duracağına sen değil Karabasan karar verir." deyip otuz kişinin kahkahalarını arkamda bırakarak kapıyı sertçe kapattım. Saat: 00:45 "Daniel sen pisliğin tekisin. Çocukların hasta olduğunu bile bile nasıl tek başlarına bırakırsın ?" Nefes alışverişinden hızlı adımlarla yürüdüğü anlaşılıyordu. "Biraz abartmıyor musun Hannah ? Yüz metre ilerdeki caddeye iki kadeh birşeyler almaya gittim. Saat gece 01:00 ve kızlarımız uyuyor. Başbaşa kalırız diye düşündüm." Abartma konusunda biraz haklı olabilirdi ama başbaşa kalma cesaretini nereden buluyordu anlamış değilim. Gaz pedalına biraz daha bastırıp karşılık verdim. "Biz seninle boşandık Daniel. Bundan sonra git o lanet olası kadınla başbaşa kal." Konuşmaya başlamıştı ki; evime varmak için son dönemeci döndüğümde bahçe kapısının önündeki eski kocamın gözünü farlarımdan korumak için elini siper ettiğini gördüm. Elini kapımı açmak için uzattığında ondan önce davranıp kapı kolunu kendime doğru çektim. "Sadece... Sadece bir kere çocuklarla ilgilenmeni istedim." Bahçe kapısından geçip giriş kapısına yürürken herzamanki gibi çantamın en altına saklanan anahtarımı bulmam zaman aldı. "Ben istediğini yaptım. Psikiyatri den aldım okullarına götürdüm, söylediğin gibi oradan da alıp evimize getirdim." Son söylediği söz kapıyı açtıktan sonra içeri girmemesi için önüne durmama sebep olmuştu. "Evimiz değil; 'Sizin eviniz' diyeceksin. Şimdi git buradan." Elindeki malzemeleri gösterip sesini biraz daha alçalttı. "Madem içmeyeceğiz bırakta sonkez çocuklarımı öpeyim." Ona ne kadar kızıp nefret etsemde, kızlarını seven mükemmel bir baba olduğu gerçeğini değiştiremezdim. "Peki ! Sadece beş dakika." Merdivenlerden çıkan Daniel'i takip edip biran önce bebeklerimi koklamak için sabırsızlanıyordum. Daniel oldukça büyük eli ile kapı kolunu ezerken hayali kahramanımız Dost'un aklıma gelmesiyle ensemde hissettiğim rüzgar irkilmeme sebep olmuştu. Oda'ya girip iki meleğimin de uyuduğunu gördüğümde o rüzgar yerini derin bir huzura bırakmıştı. Daniel'i son arzusunu yerine getirmenin rahatlığı ile takip ederken konuşmak için yüzünü döndü. "Çocukların durumu hakkında konuşmak istiyorum." "Yarın dışarda konuşuruz. Şimdi olmaz." Parmağı ile salonu gösterirken sesinin titrediğini hissetmiştim. "Hemen şimdi konuşacağız." Karşılık vermeden yönümü salona döndüm. "Yaptım bir hata ama ben onların babasıyım. Durumları hakkında bil..." Benim donuk vaziyette salona giriş kemerinin altında kaldığımı gören Daniel, şok bir vaziyette baktığım yöne bakıp, gördüğümü gördüğünde aniden silahını çekti. "Hemen yüzünü dön !" Salonun sokak cephesine bakan, tabandan tavana kadar olan penceremin önünde bacaklarını omuz genişliğinde açmış, siyah'ın en koyu tonundaki üniformasına bürünmüş, 185 boylarında, sokak lambasından odaya yayılan ışığın içeriye girmesini engelleyen olağanüstü yapılı birinin perde arkasından dışarıyı seyrettiğini gördüm. Bu olabilir miydi ? Yine o kabuslardan biri miydi ? Hayır ! Oda'nın sıcaklığını hissediyor, kokusunu alıyordum. Görüntü oldukça net ve pürüzsüzdü. "Hemen yüzünü dön !" Daniel'e dur demek istiyordum ama kilitlenen çenem açılmak bilmiyordu. 'Tanrım hayır ! O geceyi tekrar yaşamamak için elimden geleni yaptım. Ne oldu şimdi ?' On metre karşımızdaki karanlık ne kıpırdıyor, ne de cevap veriyordu. 'O olamaz ! Evimi nereden biliyor ?' "Bak seni vurmak istemiyorum." Hissesiyordum ! Daniel'inde bu canavardan oldukça korktuğunu, gözlerimi karanlık adamdan çekip bakamasamda elindeki 45'liğin namlusunun titrediğini hissediyordum. Bacaklarımdaki enerjinin gittiğini hissetsemde çok istediğim halde bayılamıyordum. Aklıma gelen şey ile gözlerimden yaş akmaya başladı. Sessizce ağladığımı gören Daniel'in korkusu ikiye katlanmıştı. Hiç birşeyden kolay kolay kormayan, üstün cesaret madalyasına dahi layık görülen ben, bir çocuk gibi sesizce gözyaşı döküyordum. Ne kadar bilsemde şuan orada dikilen karanlığın o olduğuna inanmak istemiyordum. Bana bir şans vermiş, bebeklerime bağışlamıştı ama ben o şansı bugün Mossad karagahına giderek ezmiştim. Sokak lambasını kapatmasından mı bilinmez ama daha bir uzamış, daha bir irileşmiş görünüyordu. "Zamanın tükendi lanet olası." diyen Daniel'in 45'liğin kızağını çekerek mermiyi yatağına yerleştirdiğini duydum. "Sakın Dani !!!" Bu çıkışımla duruşunu bozmayan Daniel şaşkınlıkla yüzüme baktı. Konuşmasına izin vermeden zorda olsa araya tekrar girdim. "Sen daha tetiği ezmeden şahdamarına derin bir kesik alırsın. Sakın deneme." Daniel söylediğime inanıyordu ama silahı indirme taraftarı değildi. Karanlıktan gelen ürükütücü kalın ses istemsizce sıçramama sebep oldu. "Tanıdın !" Yavaşça yutkunup cevap verdim. "Unutmam mümkün mü ?" deyip onun konuşmasından aldığım cesaret ile Daniel'e baktım. "İndir silahını." Daniel korku ile karışık şaşkınlıkla yüzüme bakarken tekrarladım. "Sana indir silahını dedim." Gözlerini gözlerimden çekmeyen Daniel emniyetini kapattığı silahını yavaş yavaş indirdi. Yüzümü karanlığa döndüğümde yaşadığım dehşet ile bir adım geri atarak ellerim ile ağızımı kapattım. 'Bu o !' Rüyalarımda yağmur gibi yağan kafatasları, Ethan'ın ölmeden önceki çıkardığı horlama sesi, Zalman'ın başının arkasında sallanan beyin parçacıkları film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Karabasan !!! Benim gibi hangi ara yüzünü döndüğüne anlam veremeyen Daniel'in benden aşağı kalır yanı yoktu. Yılların polis şefi, Alfa'nın yüzünü gördüğünde yavaş hareketlerle silahını yere bırakıp, elleri arkasında bizi seyreden Karabasan dan irileşmiş gözlerini ayırmadan, iki adım gerileyerek yanıma geldi. "Bu... Bu o mu ?" Kurt gözü misali çekik, kızıl renkteki çukura gömülmüş gözleri ve o gözlerin yanına motiflenmiş pençe izi. Yine o özenle tasarlanmış maske, yine o insanüstü varlık. Bu kez evde, benim evimdeydi. Daniel'in sorusuna belli belirsiz başımı sallayıp Karabasan'ın konuşmasını bekledim. Avına sinsice yanaşan kurt gibi adımlamaya başlamıştı. "Masaya oturun !" "Bir dakika sen ne..." Daniel'in koluna vurup cümlesini yarıda kestim. "Konuşma sadece söyleneni yap." Salon kemerinin altından geçip, sol taraftaki sekiz kişilik yemek masasına oturduk. Karşımızdan bir sandalye çekip oturduğunda yakından gördüğüm yüzünde bütün aldığı canlar video misali geçiyordu sanki. "Ne... Neden geldin ?" Masaya oturduğundan bu yana gözlerini Daniel'den ayırmamıştı. "Da... Daniel; o benim eski eş..." "Biliyorum !" O kalın sesi her duyduğumda kalbim iki kat daha hızlanıyordu. "Ellerini masanın üzerine koy Daniel. Masa'nın altına monte ettiğin silah boşaltıldı. Ani bir hareketin reflekslerimi harekete geçirirse boş silahla geberir gidersin." Daniel ellerini görünür yere koyarken, karşımdaki dehşet'in boş konuşmadığını adım gibi biliyordum. "Teşekkür ederim. Şimdi konuşabiliriz." deyip, zaten dik olan duruşunu dahada dikleştirirken merdivendeki sesi duyduğumda ayağa kalktım. "Otur yerine Hannah." "Çocuklar uyanmış olmalı. Lüt...Lütfen çocuklarıma bişey yapma." Karabasan cevap vermeden uykuları henüz açılmayan Aden ve Amalya sallanarak salona girdi. İkiside gördükleri kan donduran yüzle karşı karşıya geldiklerinde inanamıyormuş gibi gözlerinin önüne dökülen saçlarını çekerken Karabasan oturduğu sandalyenin yönünü onlara çevirdi. "Do...Dost gelmiiiişşşş !" 'Do... Dost mu ?' Neye nasıl inanacağım bilmeyerek gözlerim Karabasan'ın kollarına atılan kızlarımda kaldı. "Özlediniz mi meleklerim ?" Aden'i sol, Amalya'yı sağ dizine oturtturan Karabasan'ı öpücük yağmuruna tutan kızlar aynı anda Daniel'le benim yüzümüze baktıklarında peşpeşe akan gözyaşlarımı silip Amalya'yı dinlemeye başladım. "Anne, baba ! Dostla tanıştınız mı ?" İçinde bulunduğum şok'u atlatıp konuşmam mümkün gibi görünmüyordu. Şuan dizinde oturup, boynuna sarıldıkları adam seneler önce bir düzine özel eğitimli ajanımı değersiz bir sinek gibi ezen ekibin Alfasıydı. "Ta... Tanıştık tatlım. Çok iyi birisi." Aden; "Biz sana söylemiştik. Dost hayal değil." "Evet Aden, Dost hayal değil." Amalya'nın eli Karabasan'ın yüzünü okşarken, gözleri inanılmaz bir hayranlıkla gözlerine bakıyordu. "Dost ! Özel gücünle neden annemle babamı bu kez uyutmadın ?" Karabasan Amalya'nın gözlerinin üzerine düşmüş saçını kulağının arkasına alıp cevap verdi. "Onunla tanışacağımı söylemiştim değil mi Amalya ?" Amalya cevap vermeyerek mutlu bir ifade takınıp kaşlarını kaldırmakla yetindi. Aden; "Anne biliyor musun Dost Amalya ile bana bilek güreşini öğretti. Ben Amalya'yı yeniyorum." "Öyle mi tatlım ?" Amalya; "Hafıza oyununda da ben Aden'i yeniyorum anne." "Tebrik ederim Amalya." Aden parmağını dudağına koyup hınzırca Karabasan'ın gözlerine baktı. "Dost ! Sen babamı bilek güreşinde yenebilir misin ? Lütfen yapın lütfen." Karabasan başını Aden'in başına dayayıp; "Eğer hemen gidip yatağınıza yatacaksanız kabul ediyorum." Kızların ikiside birden kollarını havaya kaldırıp büyük bir zafer kazanmış gibi çığlık attılar. "Söz söz söz !" Karabasan kızları dizinden indirip sandalyesini düzelterek dirseğini masaya koyduktan sonra eldivenli elini açarak Daniel'e meydan okudu. Kendisini tanıdım tanıyalı sporla, ağırlıklarla uğraşan Daniel ise bir karşısındaki pazuları neredeyse kendisininkinin iki katı olan Karabasan'a, bir bana, birde gözleri heyecanla parlayan ikizlerimize bakıyordu. Olayı akışına bırakmak zorunda kalan Daniel başını umutsuzca sallayıp, Karabasan'ın avucunun içine başparmağını yerleştirdi. Aden; "Hazır mısınız ?" Çocuklarımın aylardır şahit olmadığım mutluluğunu görünce bütün korkum, bütün olumsuz düşüncelerim kaybolup gitmişti. İki taraftan da onay alan Aden saymaya başladı. "Bir...iki... BAŞLAA !" Galibi baştan belli olan oyun Aden'in komutuyla başlamıştı. Daniel'in eli titreyip, yüzü kıpkırmızı olurken, karşısındaki canavarın eli bir milimetre dahi esnemiyordu. Daniel omzundan kuvvet alıp yüklendiğinde Karabasan'ın bir kaç saniye daha esnemezken aniden masaya doğru yatmaya başladı. Karabasan da yükleniyordu ama bunun çocukları yanıltmak için sahte bir yükleniş olduğunu ben gibi Daniel de biliyordu. Karabasan daha fazla uzatmayıp kolunu masaya bıraktığında kızlar kollarını havaya kaldırıp sevinç çığlıkları atmaya başladığında tekrar o geceye, Ethan ve Zalman'ın öldürüldüğü büyük tahta kulubeye gittim. Tahta sandalye'ye oturduğumda gömleğimin düğmesi kopuyor, istemeden açılan göğüs dekoltemi gören Gölge, sırf göğüslerimi görmemek için başını aksi yöne çevirip, cebinden çıkardığı küçük anahtarlık halkası ile gömleğimi tutturarak açık olan kısmı kapatıyor. Şimdide Karabasan ! Sırf çocuklarının gözünde küçük düşmesin diye, tek eli ile kolaylıkla paramparça edeceği bir babaya bilerek yeniliyor. Ne bulunduğum teşkilat da, ne de girdiğim ortamlarda böylesi mütavazi insanlara hiç denk gelmemiştim. Gölge'nin o gece ki, Alfası'nın ise bu gece ki hareketi, kendimi yaptığım iş ve gittiğim yol konusunda sorgulamama sebep olmuştu. "Babanız inanılmaz kuvvetli." Aden ve Amalya babalarının boyunlarına sarılıp Karabasan dahil herbirimize iyi geceler öpücüğü verdikten sonra oda'larının yolunu tuttular. Çocukların kapısını kapattığını duyan Karabasan'ın bilek güreşi meselesini bilmezden gelip; "Esas konumuza geçelim mi ?" diye sorması tekrar gerilmeme sebep oldu. Daniel; "Konu nedir ? Ne konuşacağız ?" Karabasan masanın üzerindeki başparmağını kaldırıp; "Siz değil ben konuşacağım. Bu arada sizi uyutmak için özel bir gücüm yok." deyip yan cebinden siyah bir sprey çıkartıp masanın üzerine koydu. "Bayıltıcı sprey !" Derin bir nefes alıp konuştum. "Bugün benim karargaha gitmemle alakalı mı ?" "Hayır onunla alakalı değil. Daha çok genel olarak. Siyonistler'in son zamanlarda hataları ile alakalı. Daha çok işkenceleri. Sadece kafanı aydınlatmaya geldim." Kalın sesi ile tane tane, takılmadan konuştuğu ingilizcesi kendisine hayran bırakıyordu. Azıttınız ! Göz göre göre felaketinizi çağırıyorsunuz. Hiç mi Filistinlilerle birlikte protestolara katılan yahudi hahamları görmüyorsunuz ? Onlar bile söylüyor yahudilerin devlet kuramayacağını, Allah tarafından bunun yasaklandığını." Daniel; "Bunlar saçma şeyler." Karabasan bir müddet Daniel'e bakıp; "Peki ! Anlaşılan daha net ve açıklayıcı konuşmam gerekiyor. Tevrat'ı hiç okur musun Daniel ?" "Tabi fırsat buldukça." Karabasan; "Emin ol benim kadar bilmiyorsun Tevrat'ı." "Sen neden okursun bizim kitabımızı ?" Karabasan; "İmanım'ın şartıdır. Allah'ın kitaplarına inanmak. Tabi sizin uydurduğunuza değil Hazreti Musa'ya gelen Tevrat'a." deyip fırlatma bıçaklarının olduğu hücum yeleğinin fermuarını biraz aşağı indirip devam etti. "Hazreti Nuh'un oğulları Sam ve Ham'a beddular ettikten sonra Türkler'in onun soyundan geldiğine inandığımız oğlu Yafes'e söylediği söz nedir bilir misin ? Yafes; sen ne zaman bu topraklara gelirsen Ham sana hizmet etsin, Sam'ın cadırında kalasın. ' Yani Yafes veya onun soyundan gelenler İsrail'in cadırında kalıp orada hüküm sürecek. Tevrat'ı tefsir eden Talmud bakın ne diyor ! 'Yaklaşma, Türk ile karşılaşma, onunla mücadeleye girme, onunla savaşma savaşırsan kaybedersin.' İşte bunun için siz bizimle savaşmıyor, Avrupa'nın, Rusya'nın, Ermeni'lerin şimdide PKK'nın ihâneti ile vurmaya çalışıyorsunuz. Çünkü bizim karşımıza alenen çıkmaya cesaretiniz yok. Hadi bizim bozulmayan Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'den de bahsedelim ! İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis'e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.) ( İsrâ 17/7 ) Size söylüyor bunları Daniel iyi dinle. 'İkinci bozgunculuğunuzun zamanı gelince' diyor" Ben gözlerimi açabildiğim kadar açmış, Daniel ise nefesini tutmuş Karabasan'ı dinliyordu. "Siz, Kur'an 'daki bu ayetten korkuyorsunuz. Daha devamı da var ! Buyrun Peygamber efendimizin Hadis'i... 'Müslümanlarla Yahudiler harb etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (gâlip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; 'Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudidir, hemen gel de öldür onu!' diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır."(Müslim, Fiten, 82)' O yüzden çevreniz Gargad ağaçları ile dolu. Aslında inanıyorsunuz ama bir inat uğruna Rabbinizi satıyorsunuz. Tevrat'a bir daha göz atalım mı ? 'Yehuda'da (Telaviv) bildirin ve Yeruşelim'de (Kudüs) işittirin ve deyin; Memlekette boru çalın; yüksek sesle bağırın. Ve deyin: Toplanın da duvarlı şehirlere girelim.Siyona doğru bayrak kaldırın; kaçıp sığının, durmayın; çünkü ben Şimalden (Kuzeyden) üzerinize büyük bela ve kırgın (katliam) getireceğim. İşte aslan sık ormanından çıktı. Ve 'milletleri helak eden' (cengâver) yola düştü; şehirlerin harap olsun ve onlarda oturan kalmasın diye senin diyarını viran etmek için yerinden çıktı" (Yeremye Bab 4, Pargraf 3)... " Karabasan'ın bütün bunları hiçbir yerden okuman ezbere söylemesi herşeyi gibi hafızasına da hayran bırakmıştı. Daniel içine girdiği girdap dan çıkıp titrek sesi ile konuştu. "Büt... Bütün bunları nereden biliyorsun ?" Oturduğundan bu yana dik duruşunu hiç bozmayan Karabasan, soru sorulduğunda sorunun sahibine sadece başını çeviriyordu. "Ben bütün kitapları okudum. Keşke sizde Kur'anımız'a göz atsanız." Daniel; "Değiştirildi dediğin kitaba neden inanıyorsun." Karabasan'ın gediğine oturtturduğu cevap nefesimin kesilmesine sebep oldu. Ya tam da burası değiştirilmediyse ?" Daniel'in yerle bir olduğu saçlarının arasına geçirdiği titreyen parmaklarından belli oluyordu. Bunu farkeden Karabasan darbe üzerine darbe vuruyordu. 'Şimalden yani kuzeyden üzerinize büyük bela ve kırgın getireceğim.' diyor Hannah. Bir bakın bakalım kuzeyiniz de hangi ülke var ?" Buna cevap vermek istemiyordum. Karabasan'ın haklılığı karşısında ezilmek zoruma giderken, doğruları duymak gözümün dahada açılmasına sebep oluyordu. "Tü... Türkiye !" Karabasan parmağı ile Daniel'e beni gösterip. 'Aslan sık ormanından çıktı.' senin inandığın, fırsat buldukça okuduğun kitap Türk'e 'Aslan' diyor Daniel.' " dedikten sonra iki elinide masaya vurup ayağa kalktığındaDanielle aynı anda sıçrayarak onu takip ettik. "Şimdi ben gidiyorum ! Sizin köpekler ayağıma dolaşıyor. Öldür öldür bitmiyor. Hangi ara bu kadar çoğaldınız anlamış değilim ?" İşaret parmağını teditkar bir şekilde tekrar kaldırıp devam etti. "Bu gidişatınıza tümsek koymak için elinizden geleni yapın. Yahudiler için yapmıyorsanız yukarı katta uyuyan günahsız melekler için yapın." deyip çıkış kapısına yönelirken arkasından takip ettik. Tam kapıya varmıştı ki tekrar arkasını döndüğünde olduğumuz yerde aniden durduk. "İki ölü sokağın sol girişinde ki beyaz sedan da, üç ölü sağ girişindeki panelvan da, bir tanede salondaki kanepenin arkasında yatıyor. Bunların hepsi Mossad'dan." dediğinde vucumdumdaki bütün kan çekilip dizlerimden dermanını çekmişti. Sendeleyip yere düşecekken Daniel yakaladı. "Tamam tamam bişey yok." Karabasan çelik kapıyı açıp dışarı çıkmadan tekrar konuştu. "Ben seni çocuklarına bağışladım Hannah. Onları sana emanet ediyorum." Dışarı bir adım atıp gözlerime bakarken son cümlesini İbranice kurduktan sonra kapıyı sessizce kapadı. "Senin söylediğin gibi Hannah. Şişe'nin nerede duracağına biz karar veririz. " SON...
|
0% |