@batingam
|
YUSUF ASTSUBAY'DAN... Hani insanların yüzde sekseninde hep birilerine özenme, birilerini kendine örnek alma durumu vardır ya ? Hep tiskinmiş, uzak durmuşumdur o tür mahlukatlardan. Kendi olmak, dosdoğru olmak neden zor gelir insanoğluna ? Neden çarşıda rengarenk insanları selamlamak, cıvıl cıvıl çocuklara güler yüz göstermek varken, Polat Alemdar'a özenip kaş çatasınız ki ? Mağaza camlarındaki yansımana bakıp duruşunu dikleştirmek, bakışlarını değiştirmek nedir ? 'Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmeden ölmezsiniz.' Allah Resulü'nün hangi Hadis'i boş ki bu boş olsun ? Kınadığım şey iki yıldır başımdaydı. Dağ başında öylece dalıp gidiyordum arkasına bıraktığı karizmasına. Bunu kabul ediyorum, kabul ettiğim içinde hiç bir zaman pişman olmadım, olmayacağım. Ben Tibet Binbaşı'ya herşeyi ile özeniyordum ! Bazen 'Kendin ol Yusuf, senin çapın ancak bu kadar.' desemde , silkelenip 'Oğlum özen özen de, Tibet Baba gibi, adam gibi bir adama özen.' deyip doğru yola geçiyorum. Herkesi arkasından baktıran yürüyüşü, korku salan heybeti, deli cesareti olan yüreği, şaşmayan adaleti, zehir gibi beyni ve bizi sahiplenen babacan kalbi ile eşsiz bir Komutan. Değme modellere taş çıkartan kaslı vücudu, dağ taş yorulmak bilmeyen bacakları, tertemiz mermer gibi yüzü, gece karası gözleri, oyuk oyuk katran karası kaşlarıyla bu adam kendine istemesende özendiren bir adam. İki senedir yanındayım ama hakkında hiç hiç birşey bilmiyorum. Biliyorum, bu yakışıklılığı ile boş bırakılacak bir insan değil ama insan sırtını dayadığı Komutanı'nı merak etmiyor değil. Evli mi, çocuğu var mı, aslen nereli ? Acaba benim İrem'e aşık olduğum gibi o da bir kıza aşık oldu mu hiç ? 'Asker olmak zor zanaat Yusuf. Sevdiğinin gözleri yeşilse her gördüğün yaprakta, her gördüğün yosun da onu görürsün.' Hiç sevmeyen, aşkı tatmayan bir insandan bu can alıcı sözler dökülür mü hiç ? 'Onun da benim gibi yeşil gözlüsü var mı ?' Bütün gençliğini askeri disipline, savaş'a ve harb'e adamış bir insan Kur'an-ıKerim'in yarısından fazlasını nasıl ezbere bilir, nasıl her nasihatlerinde Türkçesi ile birlikte Kur'an dan örnek verir ? 'Allahım onun arkasında yürümekten alıkoyma, ondan ayırma beni Yarabbim.' Bulunduğumuz yer oldukça dik bir dereydi. Önünü kesen boyumuzca taşları, ayak kaydıran ıslak çimleri, yüz çizen dal parçalarını atlata atlata hedefteki boşaltılmış köye doğru hız kesmeden ilerliyorduk. En öndeki Tibet Binbaşı, Kutay Yüzbaşı ile birlikte çalılıkları yara yara dimdik yamacı tırmanırken, onların arkasındaki Burak Üsteğmen'in uzun zamandır kondisyonsuz kaldığı titreyen, 'Dinlenelim artık !' diye yalvaran dizlerinden anlaşılıyordu. Onu arkasından takip eden Hannah'ın böyle yürüyüşlere alışkın olduğu tarla faresi gibi tırmanışından belliydi. Yanımdaki Kayhan'ın ve benim, aldığımız can alıcı kondisyon cezalarından dolayı alışkın olan bacaklarımızın henüz bir şikayeti yoktu. Başımı çevirip arkamızdaki Erdinç Başçavuş'a baktığımda herzamanki gibi o soru geliyordu aklıma. 'Hey gidi hey ! Seni hangi sarp dağ yorabilir be Yaşlı Kurt.' ?' Dik dereden zirveye çıktığımızda Kayhan'ın yanıma gelip elindeki silahı seyrettiğini gördüm. "Oğlum Rus'lar zamanında ne silah çıkarmış lan. Çamura soksan takırr takırr çalışıyor namussuz." "Hayırdır; ilk defa mı AK47 görüyorsun ?" Kayhan; "Ne bileyim birden aklıma geldi 'Söyleyeyim' dedim." deyip silahın namlusunu aşağı indirerek devam etti. "Zaten Ruslar'ın bir AK47'sine, bir de Maria Saharapova'sına hastayım." Bıkkınca kırptığım gözlerimi Kayhan'a çevirdim. "Oğlum bak; bir daha karşı cinsten bahsedersen ona söylemem konusunda Binbaşı'ya söz verdim. Duyarsa senide benide yuvarlar aşağıya." "Amaaann tamam be ! Üç saattir yürüyoruz. 'Sıkıldım iki çift laf edelim.' dedim." İki dakika kadar sessizce yürüyen Kayhan'ın daha fazla sessiz kalması beklenemezdi zaten. "Ama tenis raketini sallarken ne bağırıyor lan. Ayy Ayy !!!" dediğinde Kayhan için biraz acılı olsada ; Erdinç Başçavuş'un geldiğini Kayhan'ın ensesinden çıkan tokat sesi ile anlamıştım. "Kim lan o 'Ay Ay' diyen ? Çok geldi değil mi üç saat çeneni tutman ?" Ensesini tutup başını geriye esneten Kayhan; "Resmen ateş çıktı ensemden Komutanım." dediğinde Erdinç Başçavuş yan yan bakıp cevap verdi. "Hakettin !" Kayhan; "Emredersiniz komutanım." derken Erdinç Başçavuş, intikale Kayhan ile benim ortamıza geçerek devam ettti. "Yirmiyedi yıldır askerim. Ama üç yıl önce buraya gelip Tibet Binbaşı ile tanıştığımda hakiki asker olduğunu anladım." Ensesine puşisini saran Kayhan; "İlk siz geldiniz komutanım. Nasıl oldu ? Nasıl geldiniz ?" Zirve boyu arkasına göz atan Erdinç Başçavuş; "Ordu komutanı bizzat yanına çağırdı beni. 'Türkmen Dağı'na gideceksin. Özellikle senin ismin verildi, yüzümü kara çıkartma benim.' diye emir verdi.Bende kendimi burada buldum." dediğinde yüzümü ona çevirdim. "Kocaman Orgeneral'in kime, ne için yüzü kara çıksın komutanım ?" Dudağını büken Erdinç Başçavuş; "Benide hayrete düşüren o ya işte. Canım pahasına mücadele edeceğimi biliyor. 'Neden öyle söyledi' diye bende çok düşündüm." deyip alnındaki teri kolu ile silip devam etti. "Ordu Komutanı bizzat Binbaşı'ya yüzünün kara çıkmasını istemedi." Kayhan aniden başını çevirdiğinde ben daha çabuk davranıp söze girdim. "Komutanım Binbaşı rütbesi neresi, Orgeneral rütbesi neresi ? Bence başka birşey var. Kocaman Paşa neden Binbaşı'ya mahcup olacağını düşünsün." Aldığı yaranın kalıcı hasar bıraktığı kalkık olan kaşı gibi diğer kaşınıda hayretle kaldırıp; "Beni Paşa'dan, bizzat Tibet Binbaşı ismimi vererek istemiş. Binbaşı'nın kolu sandığımızdan daha uzun." dediğinde Kayhan; neredeyse on dakikadır, onun için yapması en zor şey olan sessizliği, alakasız bir soru ile bozdu. "Komutanım siz hiç Binbaşı'nın üst tarafını çıplak gördünüz mü ?" "Hayır ! Ne alaka şimdi lan ?" Kayhan Başçavuş'un sorusunu duymazdan gelip, gözlerini kısarak bir soru daha sordu. "Hiç atletle de mi görmediniz ?" Başçavuş; "Senin aklından ne geçiyor çocuk ?" dediğinde aklıma gelen şey ile dehşete düştüm. "O şüpheleniyor komutanım !" dediğimde Başçavuş yüzünü bana çevirdi. "Neden şüpheleniyor ?" "Tibet Binbaşı'nın Karabasan olmasından. Sabah Hannah İtalyan istihbaratından aldığı eşkali anlatmıştı. Hani kürek kemiği arasındaki Kurt Tamgası, göğüsündeki iki derin çizik." Verdiğim cevapla Başçavuş'un gözleri irileşmiş, önde giden Binbaşı'ya bakakalmıştı. Kayhan; "Siz hiç gördünüz mü Karabasan'ı komutanım ?" dediğinde ağızı açık Kayhan'a bakan Başçavuş; "Yok oğlum nereden göreyim ben ? Tibet Binbaşı telefondan bilgi alıyordu sadece." dedi. Kayhan; "Komutanım Özel Kuvvetlerden olduğumuz halde bu adamın uyguladığı teknikler bizi fazlasıyla aşıyor. Ha kötü mü ? Tabikide Hayır; ama kendiside çok farklı." Erdinç Başçavuş; "Nasıl yani ?" "Nasılı ne komutanım ? Size hiç sıradan bir Binbaşı olarak geliyor mu ?" dediğinde öndeki Binbaşı'nın bizi seyrettiğini görüp Erdinç Başçavuşa dürttüm. "Beyler biraz daha sabredin." diyen Binbaşı, kafası ile ön tarafını işaret etti. "Köy hemen önümüzdeki tepenin arkasında. Kayhan sen yanıma gel." Kayhan; "Emredersiniz Komutanım !" deyip adımlarını hızlandırırken Erdinç Başçavuş'a baktım. "Komutanım Kayhan'ı neden çağırdı ? Kıllandı mı sizce ?" "Hayır ! Kazma kürek Kayhan'ın çantasında bağlı. Onun için çağırmıştır." "Kayhan'ın düşüncesi hakkında ne düşünüyorsunuz Komutanım ?" Erdinç Başçavuş gözlerime bakıp, kendinden emin bir şekilde cevap verdi. "Oğlum Muhafızlar Oğuz'dan bu yana kusursuzca süre gelen Devlet dışı bir yapılanma. Onlar'ın derdi sadece Türkiye'yi korumak değil. Onlar'ın derdi bütün dünya Türkleri'nin ve Müslümanlar'ın sıkıntıları. Ben sanmıyorum Binbaşı'nın Muhafız olduğunu. Sizde boyunuzu aşan düşünceleri boşverinde işinize bakın." "Emredersiniz Komutanım !" deyip önüme baktığımda köye varmak için son tepeyi aşmak üzerine olduğumuzu gördüm. Binbaşı durup etrafı gözü ile tararken etrafına toplandık. "Biz Kayhan ile köye ineceğiz. Kutay sen yan tepede mevzini al bizi gözle. Burak, Erdinç Abi, Yusuf; sizde olası bir çatışmaya karşı bizi koruyun. İnşAllah o duruma kalmayız. Mümkün olduğunca silah sesi çıkarmadan halletmemiz lazım bu işi. Kesinlikle bu köydekilerden hariç, bizim köyü uzaktan izleyen birisi veya birileri vardır. Bunlardan, onların tam olarak yerini öğrenmemiz lazım." "Emredersiniz Komutanım !" diyen Kutay Yüzbaşı yan tepede yerini almak için yanımızdan ayrıldı. Tepeyi aştığımızda neredeyse kırk hanelik köy beklediğimden küçük çıkmıştı. Güney ve doğu yönlerine gelen küçük tepeler köyü sırtlarken, kuzey ve batı yönündeki tarlalar parsel parsel ayrılmıştı. Bir insan boyu otla kaplanan avlular, bakımsız kalan bahçeler yıllar önce kimsesiz kalan köyün cenazesini gözler önüne seriyordu. "Hangi ev olduğu belli mi ?" Soru karşısında gözlerini Binbaşı'nın yüzüne çeviren Hannah. "Bir insanın taşıya bileceği büyüklükte taşı, giriş kapısının tam ortasına koyar hiç dokunmazlar. Olurda ek kuvvet gelmesi gerekirse güvenli evin işareti bu." dediğinde Binbaşı yan tepede mevzi alan Kutay Yüzbaşı'ya bakıp telsize konuştu. "Kutay duydun kardeşim ! Giriş kapısında büyük taş olan bir ev arıyoruz." "Emredersiniz Komutanım !" Sırtındaki çantayı çıkartan Binbaşı, arkasına bırakıp yere oturarak çantaya yaslandı. Hannah; "Ben ne yapacağım ?" diye sorduğunda sigara paketini açan Binbaşı ayakdaki Hannah'a baktı. "Oturup sizinkilere olan kinimizi nasıl kusuyoruz onu izleyeceksin." Hannah; "Onlarla artık alakam yok. Benim dahil olduğum insanlar değil onlar." Sigarasından bir nefes çeken Binbaşı; "İnşAllah Hannah inşAllah." dedikten sonra Kayhan'a baktı. "Kayhan büyüğü Hannah'a ver, tabancanı üzerine gizle." Kayhan tereddütle Binbaşı'ya bakarken AK47'nin şarjörünü çıkardıktan sonra mekanizmayı çekip mermi yatağını kontrol ederek Hannah'a uzattı. Hepimizin Hannah'a baktığını gören Binbaşı; "Merak etmeyin beş tane Bordo Bereli'nin yanında yanlış yapacak hali yok." dediğinde telsiz kulaklığımdan ses geldi. "Size göre oniki yönündeki beyaz betonarme ev Komutanım. İlk evin dört-beş ev yanında." Sigarasını iki parmağıyla misket gibi savuran Gazap, düşüşünü izleyip çevik bir hareketle ayağa kalktı. Çömelerek tepenin arkasındaki köye baktıktan sonra AK47'sini Erdinç Başçavuş'a verip, bacak cebinden çıkardığı susturucusunu tabancasına takmaya başladı. Aynısını Kayhan'da yaparken 'Onu kıskanmadım' desem yalan olurdu. "Evde olduklarını sanmıyorum ama gidip bir bakalım. Haydi Kayhan." deyip tepeyi aştılar. Erdinç Başçavuş, Burak Üsteğmen ve ben birer taş bulup hayalet moduna girerken, Hannah da sağına-soluna bakınıp çareyi yanımdaki taşın arkasına yatmakta buldu. "Hep böyle mi çalışırsınız ?" diye soran Hannah'a alaycı bir şekilde bakıp, soruyla cevap verdim. "Ne bu merak, istihbarat mı topluyorsun ?" Kaşlarını çatan Hannah; "Şu iğneleyici cümlelerinizi bırakın artık. Bu kadar rahat olmanızdan etkilendim sadece." "Neden rahat olmayalım ? Karşımızdakiler kim ki ?" Kafasını 'İyi hadi bakalım.' der gibi yana büken Hannah, Binbaşı'yı ve kazma küreği omzuna atan Kayhan'ı arkalarından izlemeye devam etti. Ev ile aramızda yüz metre mesafe vardı. Zamanında alt katı garaj ve ambar gibi kullanılan evin, üst kat merdivenlerini çıkan kişiyi geniş bir teras karşılıyordu. Kazma küreği evin duvarına yaslayan Kayhan, merdivenleri sakin bir şekilde tırmanan Tibet Binbaşı'yı takip etti. Terası geçip giriş kapısına ulaşan Binbaşı demir kapıya tıklamaya başladı. Bir dakika kadar bekleyen Binbaşı ve Kayhan evin etrafını dolaşıp, en kuytu cephedeki camın önünde durdu. Üzerindeki kalın oduncu gömleğini çıkartıp elinde topak hale getirdikten sonra cama dayayan Binbaşı, dirseği ile vurduğu camı kırdı. Üzerine bastırılan gömleğin yardımıyla ses çıkartmayan cam içeri dökülürken gömleğini tekrar giyinip içeri dalan Binbaşı; "Kayhan sende gel. Dışarda görünme." dediğinde Kayhan camdan içeri girip görünürden kayboldu. "Dışardakiler ! Misafir geldiğinde haber verin." Gözlerimi soluma çevirip Hannah'a baktığımda, olanları gerilim filmi izler gibi izliyordu. "Adamlar el bombası bile getirmiş komutanım." diyen Kayhan'ı bir kez daha kıskanmıştım. Diğerinde Binbaşı ile giden bendim; adaleti kıl kadar şaşmayan yiğit Komutan, farkını bir kez daha ortaya koyup bu kez Kayhan'ı götürmüştü. "Tamam kimse yok çıkıyoruz." Telsizde geçenleri gözlerimde canlandırırken, kırılan camdan çıkan Kayhan tekrar görünmüştü. Kısa kesilen tırnaklarını yiyen Hannah; "Şimdi ne yapacaklar ?" diye sorarken bile gözünü Binbaşı ve Kayhan dan alamıyordu. "Buradan sonrasını kimse bilmiyor." Şaşkınca gözlerime bakıp, kopardığı et parçasını dudağından alan Hannah'a dikkatlice baktığımda, bu heyecanlı bakışları az da olsa İrem'e benzettiğimi farkettim. Özlemimi bir kenara bırakıp görevime odaklandığımda Binbaşı'nın evin karşısımdaki yaşlı ceviz ağacının önüne geçtiğini gördüm. Kayhan'ın elinden aldığı kazmayı yere vuruken Kayhan elini kazmaya uzattı. "Komutanım ne için kazdığımızı bilmiyorum ama bırakın ben kazayım." Kazmayı Kayhan dan çeken Binbaşı; "Biz bu zamana kadar çukurları ne için kazdık Kayhan ?" "Bulunduğumuz yerde alt yapı olmadığı için ben buraya geldim geleli hep lağım çukuru açtım komutanım." demesi Hannah da telsiz olmadığı için, bu cümle o hariç herkesin gülmesine sebep oldu. Binbaşı hem kazmayı vuruyor hem konuşuyordu. "Oğlum bir çukur bize en az beş yıl gider. Ben üçbuçuk senedir buradayım siz iki senedir. Kaç tane çukur açtın sen ?" Cevap vermeyen Kayhan'ın, aklından açtığı çukurları saydığını tahmin etmek zor değildi. "Yedi komutanım." Başını kaldırıp hayretle Kayhan'a bakan Binbaşı; "Oğlum yedi tane lağım çukurunu sen nereye açtın ? Neden açtın ?" diye sorduğunda Kayhan bu kez beklemeden cevap verdi. "Erdinç Başçavuş ceza verdi Komutanım. Açtım, kimse düşmesin diye üstüne kapak yaptım öylece duruyor." dediğinde Erdinç Başçavuş'un gülerek telsizi kapattığını gördüm. "İspiyoncu kerata !" Binbaşı; "Ne yapacakmış o kadar çukuru ?" "Aynısını bende sordum. 'Gün gelir birine lazım olur.' dedi Komutanım." dediğinde gülen Binbaşı doğrulup Kayhan'ın omzuna yumruk attı. "Al şuranın toprağını Yaramaz Bordo seni." deyip etrafına baktıktan sonra telsize seslendi. "Erdinç Abi !" Telsizi kapalı olan Erdinç Başçavuş işaretimle tekrar açtı. "Emredin Komutanım !" Binbaşı; "Lağım çukuru eksiğimiz kalmamış anlaşılan. Kayhan'a verilen cezaları biriktir. Su kuyusu için değerlendirelim. Beşer metreden beş ceza alsa yirmibeş metrede su çıkartırız biz." Gözü nişangahta iştahla gülen Erdinç Başçavuş; "Siz nasıl emrederseniz Komutanım ! Burada on metrede de çıkar. " deyip konuyu kapattı. Binbaşı'nın sıradaki sorusu kürekle toprağı atan Kayhan'aydı. "Hâla o kadının resimlerine bakıyor musun lan ?" deyip benim olduğum yöne baktı. "Yusuf neydi o artistin adı ?" "Tuba Büyüküstün Komutanım." "Hah ! Bakıyormusun onun resimlerine ?" Toprak atmayı bırakan Kayhan Binbaşı'nın yüzüne baktı. "Hâşa Komutanım ! Verdiğiniz o cezadan bu yana hiç bakmadım. Yaşı benden büyük zaten. Ablam olarak görüyorum artık ben onu." Biz gülmekten kıpkırmızı olurken telsizi olmayan Hannah ne muhabbet döndüğünü deli gibi merak ediyordu. Binbaşı; "Yaaa Üsteğmenim ! Ben burada bunlara katlanmak zorunda kalıyorum işte." Buraya kadar hiç konuşmayan Burak Üsteğmen; "Onların hepsi Aslan parçası Komutanım. Can onlar." deyip sözü bitmişti ki; telsize giren Kutay Yüzbaşı oldu. "Size göre saat dokuz yönü komutanım. Yüz yirmi metreden silahsız üç kişi yaklaşıyor." Kayhan durup Binbaşı'nın yüzüne bakarken, Binbaşı istifini dâhi bozma gereği duymamıştı. "Anlaşıldı ! Onlar mı sence Kutay ?" "Yüzde seksen ihtimal onlar komutanım." Kayhanla yer değişen Tibet Binbaşı açtıkları çukuru kazma ile derinleştirmeye devam etti. Kutay Yüzbaşı; "Son elli metre !" dediğinde bizimde görüş açımıza giren üç tane, kırklı yaşlardaki adamların bu köyle alakaları olmadıkları her hallerinden belli oluyordu. Kutay Yüzbaşı; "Son otuz metre ! Komutanım karşılaşmak üzeresiniz." Elinde kürekle Tibet Binbaşı'yı seyreden Kayhan, adamların geldiği yöne bakmıyordu ama gerildiği oldukça açıktı. Evin önünde birilerinin kazma kürek çalıştığını gören adamlardan birisi belindeki silahı çıkartıp olduğu yere çömeldikten sonra diğer ikisini uyardı. Adamları optiğinden net bir şekilde gören Kutay Yüzbaşı; "Sizi farkettiler Komutanım ! Ne yaptığınızı anlamaya çalışıyorlar." Kazmayı vurmaya devam eden Binbaşı kendini hiç bozmadan telsize girdi. "Kayhan sağ tarafıma geç açımı kapatıyorsun. Birbirine yakın iki kişi bende, diğeri sende." Kayhan; "Emredersiniz Komutanım !" deyip Binbaşı'nın gösterdiği yere geçerken adamlar yavaş yavaş yaklaşmaya başladı. Kutay Yüzbaşı; "Komutanım yaklaşmaya başladılar. Son onbeş metre !" Telsize cevap vermeyen Binbaşı tüm kuvvetiyle toprağı dövüyordu. "Estağfirullah el azim ellezi lâ ilahe illâ huuuu .......... vel hayyal kâyyüme veetübü ileyh." Binbaşı bu duayı üç defa tekrarladığında adamlardan birisi silahını doğrultarak, aniden öne atılıp var gücü ile bağırdı. "Bırakın hemen elinizdekileri." Binbaşı kazmayı yere atıp ellerini havaya kaldırdığında korkuyla adama yalvarmaya başlarken, onu ilk defa böyle gören Kayhan, şaşkınlıkla Binbaşı'nın yaptığını yapıp ellerini kaldırdı. 'Kalbinin ne denli hızlı attığını tahmin edebiliyorum devrem !' diye içimden geçirirken Binbaşı'nın ne yaptığının farkında olduğundan adım kadar emin olduğum için, içim oldukça rahattı. Erdinç Başçavuş ile ben olacakları rahat bir şekilde beklerken; ilk defa böyle birşeye şahit olan Burak Üsteğmen ve Hannah, olanlar karşısında nefes dâhi almıyordu. Binbaşı; "Durun durun ! Vallahi Dedem'in malı bunlar. Biz bişey yapmadık." Adam tamda Binbaşı'nın istediği gibi yavaş yavaş yaklaşıyordu. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz burada gerzek herifler ?" Kayhan şaşkınlıkla bir Binbaşı'ya bakıyor, bir adamlara bakıyordu. Binbaşı ellerini yavaş yavaş aşağı indirirken adam bir adım daha ilerleyip bağırdı. "Sakın indirme ellerini !" Binbaşı; "Bir dakika bir dakika ! Siz asker değil misiniz ?" Yahudi; "Saçmalamayı keste burada ne işiniz var onu söyle. Neden kazıyorsunuz burayı ?" Binbaşı; "Söyleyemem ! Söylersem siz alırsınız." Adam silahı sallayıp bir adım daha attığında Binbaşı ile aralarında sadece üç adım kalmıştı. "Sence başka bir seçeneğin var mı ?" "Doğru söylüyorsun. Peki başlayayım o zaman." diyen Binbaşı elleri havada kazdığı çukurdan çıkıp, adama bir adımda o yaklaştı. Adamla aralarında sadece iki adım kalmıştı. "Ben arka köyden geliyorum. Dedem ölmek üzere. Bu köy boşaltılırken bu ceviz ağacının altına altın gömdüğünü söyledi, onu almaya geldim." dediğinde adam Kayhan'a silah doğrultan diğer adamlara bakıp tekrar Binbaşı'ya döndü. "Buraya mı gömmüş ?" "Evet ! 'Ceviz ağacının güney cephesi' dedi bana." Kayhan'a silah doğrultanlardan biri, Binbaşı'nın karşısındaki adamın yanına gelip çukuru dahada yakından görmeye çalışıyordu. Yahudi; "Geri çekil biraz !" dediğinde Binbaşı söyleneni dinleyip geri adım attığında ayağı takılıp çukura düştü. Biz yattığımız yerde nefesimizi tutarken, Binbaşı'ya gülen iki adam boş bulunup bir adım daha yaklaştı. O kadar basit bir sebeple düşmeyecek kadar çevikliğine ve tecrübesine güvendiğimiz Binbaşı'nın neden düştüğünü ayağa kalktığında anlamıştık. Benim gördüğüm küçük ayrıntıyı gören Burak Üsteğmen tepkisiz kalamayıp hayretini sesli bir şeklide dile getirdi. "Had...di canım !!!" Yavaş yavaş ayağa kalkan Binbaşı'nın, içindeki Gazabı çıkarmaya hazırlandığını kabzesindeki iple orta parmağına astığı komando bıçağından anlamıştım. Binbaşı'yı boydan süzen adam; "Amma sakar çıktın sende be !" dediğinde Binbaşı'nın cevabı gecikmedi. Adamların göremeyeceği açıdaki elinde, askıda duran bıçağı bilek hareketi ile savuran Binbaşı kabzeyi avuçlayıp; "Kayhan !!!" dedikten sonra bir adım öne atılarak, büyük ve soğuk metali adamın şakağından soktu. Daha bıçağı sallarken sol elini attığı belindeki tabancası, bıçak görevini tamamladığında çoktan ikinci adamı nişanlamıştı. Hem sağ, hem sol omzuna mermi yiyen adam tabancasını ateşleyemeden yere düşürdü. Binbaşı 'Kayhan' dediğinde silahını kendine yakışır süratle çeken Kayhan karşısındaki üçüncü adamın ateş etme ihtimaline karşı kendini sağ tarafa attığında serbest bıraktığı iki merminin biri adamın göğüsüne gelirken, diğeri sağ kaşının üzerine noktalanmıştı. Binbaşı yaralı adamın yanındaki silahı ayağı ile uzaklaştırırken; "Aferin Kayhan !" deyip inleyen adamı kolundan tutarak ayağa kaldırdı. "Kutay sen çevre güvenliği al diğerleri gelsin." dediğinde Üsteğmen silahını yere bırakıp, dakikalardır içine attığı gerginliği biranda bıraktı. "Huuhhh ! Başçavuşum biz ne yaşadık biraz önce ?" Silahını çapraza alan Erdinç Başçavuş; "Ben üç yıldır bu yiğitleyim, nerede ne yapacağını hâla kestiremiyorum Komutanım." deyip Binbaşı'yı gururla seyretti. Yerde yatmakta olan Hannah'a bakan Üsteğmen; "Sen gelmiyor musun ?" dediğinde, içinde bulunduğu şoku atmaya çalışan Hannah ağızı açık bir şekilde Üsteğmen'e baktı. "Özür dilerim." dedikten sonra ayağa kalkıp, üzerini silkeleyerek peşimize takıldığında Üsteğmen'in heyecanını biraz olsun paylaşmak için yanına yaklaştım. "Komutanım Kara Harb Okulunda tiyatro eğitimi veriyorlar mı ?" dediğimde bakışından anlamadığını sezip biraz daha açık şekilde sordum. "Tibet Binbaşı dan bahsediyorum. Sağlam rol yapıyor." Üsteğmen kaşlarını kaldırıp gülümsedi. "Komutanımızın dönemini bilmem ama bizim eğitim müfredatında öyle birşey yoktu." Binbaşı'nın yanına geldiğimizde, acıyla inleyen adamın karşısında, ölen arkadaşının kahverengi gömleği ile bıçağındaki kanı temizliyordu. İnleyen adama dönen Binbaşı sakin bir tavırla konuşmaya başladı. "Açık konuşayım ! Seni öldüreceğim. Eğer soruma hemen cevap verirsen acısız ölürsün." Yaslandığı duvarda korkuyla başını sallayan adam kesik kesik cevap verdi. "Ta.. Tamam..." "Sizden başkaları da var. Hemen yerini söyle !" dediğinde adam ağlamaya başladı. "Türk'ün toprağına göz dikmeniz için emir verildiğinde az da olsa tarihimizi açıp okusaydın bu durumda olmazdın. Hemen söyle !" Adam peşpeşe yutkunup cevap verdi. "Güllüdere'nin kuzeyinde ki tepede, mağaradalar. Gece nöbet değişimi yapıyoruz." Binbaşı; "Üç tane mağara var. Hangisindeler ?" "Kızıl toprağın altındaki mağara." Aldığı cevaptan tatmin olan Binbaşı Hannah'a baktı. "Bünyen kaldırmazsa gözlerini kapat." Hannah elini Kayhan'a uzatıp belindeki silahı gösterdiğinde, Kayhan Binbaşı'nın onayı ile silahı çıkartıp Hannah'a uzattı. Binbaşı'nın arkasında konuşulanları dinleyen Hannah, silahı alıp yaralı adamın görüş alanına girdiğinde adamın gözleri aniden açılıp kaşları çatıldı. "Seni adi or..." Sözünü tamamlayamayan ajan, eski Mossad ajanı tarafından alnının tam ortasına sıkılan tek mermi ile can verdi. Silahla işi biten Hannah sahibine uzatırken, yorum bekleyen bakışlar ile Binbaşı'ya baktı. Ayağa kalkan çömelir vaziyetteki Binbaşı hepimizde göz gezdirdi. İmam Şafii'ye sorulur; "Fitne zamanı Hak ehlini nasıl bulabiliriz ?" İmam Şafi cevap verir; "Düşman oklarını takip edin, sizi hak ehline götürecektir!.." deyip Hannah'ın gözlerine bakarak devam etti. "Dün akşam düşman okları Hannah'ı gösterdi. Hak ehli olmasada haklı'nın yanında." deyip iki elini birbirine vurarak sohbeti noktaladı. "Haydi bakalım ! Yusuf, Kayhan siz şu kazdığımız mezarı bitirin, bizde içerdeki mühimmatı omuzlanalım. Yol uzun kızdırmayalım Hafsa Ana'yı." DÖRT SAAT SONRA... Batıya baktığımda, yüksek dağın ardına yarıya kadar gömülen güneş turuncu rengini almıştı. Yüzümü yalayıp geçen rüzgar kekik kokusunu da beraberinde getirirken, botlarımı çıkartıp nemli toprağa basacağım dakikaları iple çeker olmuştum. Kızıl toprağı yamaçlayan karşı tepeye kurulup, Binbaşı ve Erdinç Başçavuş'un mağaraya sızışını seyrediyordum. "O çok acımasız !" diyen Hannah'ın kimden bahsettiğini gayet iyi anlamıştım. Ben cevap verme gereği duymazken, telsizini kapatan Kayhan benim kadar sabredememişti. "Kime diyo la bu ? Tibet Binbaşıya mı ?" deyip nişanını bozarak Hannah'a baktı. "Benim hayatımda gördüğüm en hakkaniyetli, en merhametli insan o. Hannah; "O zaman düşmanına öyle." derken, Kayhan'ın bıkkınca başını sallayıp bir daha cevap vermemek üzere telsizini açtığını gördüm. "Ona çok benziyor ?" Bu kez kimden bahsettiğini anlamamıştım. Telsizi kapatıp; "Kime ?" diye sordum. Yavaş yavaş kararan havanın verdiği kasfet Hannah'ın sesini dahada kısmasına sebep oluyordu. "Onun kadar iyi bıçak kullanıyor, onun kadar çevik, onun kadar zeki." "Kızım kime benziyor söylesene ?" deyip telsizimi tekrar açtım. İlk defa benden en az beş yaş büyük bir bayana 'kızım' diye seslenmem dikkatimi çekmişti. Hafif çekik gözlerini kısıp, telsize yansımayacak kadar sessiz bir şekilde cevap verdi. "Karabasan !... Tibet Binbaşı'da Karabasan'ı görüyorum. Sadece üniforması yok. Kürksüz !!! Evet evet doğru söyledim. Kürksüz Kurt o." dediğinde gözlerindeki soğuklukdan mı, yoksa verdiği cevapdan mı bilinmez; omuzlarımdan ayak parmak uçlarıma kadar bir serinlik hissettim. Hannah'ın cevabının ardından Kayhan gözlerini bana çevirdiğinde, kızaran gözlerinde müthiş bir merak, müthiş bir şaşkınlık görmüştüm. "Ne diyo lan bu ?" dediğinde telsizden gelen cızırtı ile Binbaşı ve Erdinç Başçavuş'un telsizi açtığını anlayıp AK47'nin üzerine yattım. 'İnşAllah birşey duymamışlardır.' Binbaşı; "Herkes hazır olsun ! Başlıyoruz !" dediğinde Erdinç Başçavuş el bombasının pimini çekip, mandalı sabit tutarak Binbaşı'nın emrini bekledi. Sırtını kayaya dayayan Binbaşı herzaman yaptığı gibi silah namlusunu havaya kaldırıp, iki el ateş ettikten üç dört saniye sonra işaretini verdi. Erdinç Başçavuş yanında durduğu iki metre çapındaki delikden, mağaradaki üç kişinin infazını imzalaması için el bombasını gönderdi. Şiddetle patlayan bombanın kaldırdığı tozun kendini yere bırakmasına fırsat vermeyen Binbaşı içeri daldı. Erdinç Başçavuş peşinden girip gözden kaybolduğunda iki el AK47 sesi duyuldu. Karşı tarafdan yabancı bir silah sesini duymadığımız için ne kadar memnun olsakda, göz görmeden gönül razı olmuyordu. Bir dakika beklemeden dışarı çıkan Başçavuş, kollarını havaya kaldırıp çapraz şekle alarak telsize seslendi. "Temiz !!!" Ayaklanıp mağaraya doğru giderken Kayhan ile benim ortamıza giren Hannah; "Bomba atılmadan önce neden iki el ateş etti ?" diye sorduğunda Kayhan ile göz göze gelip gülümsedik. Bir sorunun ardından verilen cevap ancak bu kadar güzel otururdu. Bugün Binbaşı ile gitme şansı Kayhan'a doğduğu için, kendisine yakışanı yapıp Hannah'a verilecek bu müthiş cevabı bana bıraktı. Hannah'ın gözlerine zafer kazanmış bir edâyla bakıp cevap verdim. "Hani sen Komutanımıza 'Acımasız' dedin ya ?" Hannah; "Evet !" "Hayır !!! O; o kadar merhametli ki; 'Mağarada kuş vardır !' düşüncesi ile önce havaya iki el ateş edip ürkmelerini sağlıyor, bombadan ölmemeleri, uçup gitmeleri için zaman tanıyor." Hannah; "İyi de adamların olduğu mağarada kuş ne gezer ?" "Ya yoksa ? Ya orası bir kuş ailesinin yuvasıysa ?" 2 saat sonra... Yürüdüğümüz iki saatlik yol boyunca, yaşadığı son olayın etkisinden kurtulamayan Hannah, hayran bakışlarını Tibet Binbaşı dan alamamıştı. Ona karşı saygısı daha da artarken Binbaşı her ismini andığında Profesörün yanında koşturan asistan misali gözlerinin içine bakıp, ağızından her dökülen söze dikkat kesiliyordu. Çiftlik bahçesindeki Amalya, Aden ve Eçe ile ortada sıçan oynayan Binbaşı, oyunu noktalayıp Eçe'yi de kucağına alarak yanımıza geldi. "Ganimetleri yerleştirdiniz mi gençler ?" Bir şeyler sezmiş gibi, moralsizce ayağının altındaki toprağı seyreden Erdinç Başçavuş başını kaldırıp cevap verdi. "Herşey emrettiğiniz gibi Komutanım." Binbaşı bina giriş kapısına bakıp; "Herkes burada değil mi eksiğimiz yok ?" deyip eksiksiz tamam olduğumuza kanaat getirdikten sonra esas konuşmasına başladı. "Hepinizden Allah razı olsun kardeşlerim, abilerim. Hepinizi tek tek seçip sırtıma taş yaptım. Beni bir kez bile yanıltmadınız. Şimşek olup vurdunuz, rüzgar olup estiniz, dağ olup hakkın yanında dimdik durdunuz. Oğuzlar dan bu yana olduğu gibi, bizim içimizden haini de, nankörü de eksik olmadı olmayacakda. Sizi yetiştiren komutanlardan Allah razı olsun. Bir dediğim iki olmadı, bana bu saygınlığı nasip eden Rabbime sonsuz şükürler olsun." Eçe'yi yere bırakıp dimdik dikilen dağ, kaldığı yerden devam etti. "Paşasıdır, Amiralidir, Bakanıdır; karşınızda kim olursa olsun Allah Azze ve Celle'den başkasına boyun eğmeyin. Bu yolda ölmeniz gerekiyorsa ölün, kan dökmeniz gerekiyorsa kardeşinizde olsa şah damarını kesin. Her biriniz birer MÜBARİZ, herbiriniz birer ÖMER HALİSDEMİR'siniz.Şimdi..." "Komutanım yapmayın !" diyen ağlamaklı bir sesin nereden geldiğine baktığımızda, konuşmayı Yüzbaşı'nın arkasına gizlenip dinleyen Koca Kurt korkmamıza sebep olmuştu. 'Ne oluyor, neden ağlıyor ?' "Erdinç Abi yapma zaten sevmiyorum bu işleri üzme beni." Gizlendiği yerden çıkan, yüzünü yerden kaldırmadan göz yaşını silen Erdinç Başçavuş başını dikip derin bir nefes aldı. "Komutanım Allah aşkına yapmayın." Bu zamana kadar üzüldüğünü dâhi belli etmeyen kırkiki yaşındaki Erdinç Komutan, gözyaşı dökmesi bizide yıkmıştı. 'Anlamıştım ! Bunun ne konuşması olduğunu anlamıştım. Ama neden ? Gitmek nereden çıktı birdenbire ? Üstelik bu bir göreve gidiş değildi.Eğer öyle olsaydı ansızın kaybolurdu.' Boğazımdaki yumruyu ne kadar zorlasamda yutamıyor, patlayacağım diye Binbaşı'nın gözlerine bakamıyordum. Aynı yumrunun, Erdinç Başçavuş'a uzun uzun bakan Binbaşı'da da olduğuna emindim. Sesim titrer diye konuşamıyor, elinden geldiğince dik durmaya çalışıyordu. Başını eğip, sol çaprazındaki Üsteğmen'in arkasındaki Kayhan'a göz attı. "Kayhan !..." Öne çıkan Kayhan'ın Erdinç Başçavuş'dan hiç bir farkı yoktu. "Sende mi Kayhan ? Neden saklanıyorsunuz oğlum benden ?" Kayhan burnunu çekip, seyrek kaşlarını kaldırdı. "Askerin kaderidir komutanım gizliden ağlamak. Annenle konuşursun saklarsın, yareninle konuşursun saklarsın, bacınla, babanla konuşursun saklarsın. Kan kusarsın, kızılcık şerbeti içtim dersin." Ben bunlara alışkın değildim, çocuk yaşta tanıdığım Kayhan'ın her konuşmasında gülerdim. Kayhan ağlatamaz, Kayhan hep güldürür. Binbaşı başını sallamakla yetinip hiç birşey söylemeden Hafsa Nine'ye yaklaşarak elini öptü. "Bugün söyleme Ana ! Bugün yüküm ağır bana şiir okuma." Elini Binbaşı'nın yüzüne süren Hafsa Nene bir anda patlayıp ağlamaya başladı. "Kurban olsun anan seni yaradana oğuulll !" Komutanların askerinin yanında ağlaması imkânsız gibi birşey ama Yüzbaşı biz kadar olmasada gözleri dolmuştu. Belli ! Belliki Yüzbaşı'da yalnız ağlayanlardandı. Üsteğmen'de Binbaşı'yı takip edip kısa süreliğine tanıdığı yol arkadaşları ile vedalaşıyordu. Yüzbaşı'dan Kayhan'a geçen Binbaş'ı alnından öpüp yüzüne baktı. "Nefsinin emrettiğine değil, Kur'an'ın emrinde, Resulün izinden git Kayhan.Aslan Kayhan, Koç Kayhan." deyip Erdinç Başçavuş'a geçti. "Sen benim burada ilk yol arkadaşımsın abim. Hakkını helâl et." Erdinç Başçavuş'un bedenini taşıyan dizleri son kozlarını oynuyor, yıkılmamak için direniyordu. "Hel...Helâl olsun Komutanım !" Sıra bana geşmişti ! Asker olan en çokda bundan bıkıyordu. Yurdunda Annemle, Babamla, İremle vedalaş, sıla da komutanlarınla, askerlerinle. Her yanımız veda, her yanımız özlem, bütün hayatımız vuslat. "Yusufum !!! Çok kıydım sana koçum. Kızma bana. Söylediklerimi unutma, seni tutan ipi koparırsan kaybolursun. Hakkını helâl et." Konuşmak, patlamak istemiyorum ama birşeyler söylemeliydim. "Helâl olsun komutanım. Siz yanımda oldukdan sonra ipte sallanmayada razıyım, can vermeyede." "Koçum benim." diyen Binbaşı, annelerinin elinden tutmuş, neler olduğunu anlamaya çalışan Aden ve Amelya'nın yanına gidip çömeldi. "Piişşşttt ! Kızlar ben kaçıyorum. Biraz kısa oldu tanışmamız ama ben sizi çok sevdim." deyip göz kırptı. Amalya; "İşin mi var ?" Binbaşı; "Evet uzun uzun işim var ama mutlaka görüşeceğiz. Sizin gibi başka çocuklarda beni bekliyor." Aden; "Seni en çok biz sevdik ama onlara gitme." Aden'in omuzlarından tutan Binbaşı kendine çekip alnından öptü. "Bende sizi çok sevdim Aden. Ama bazen böyle ayrılıklar oluyor. Birbirinize sahip çıkın olur mu ? Bir süre burada kalacaksınız. Burada, bu amcalarınızın yanında size kimse birşey yapamaz. Türkün kucağı korku değil, şevkat merhamet, sevgi kapanıdır." deyip Eçe'ye bakan Binbaşı derin bir nefes alıp Hafsa Nene'nin yanında ki Eçe'nin önünde durup tekrar çömeldi. "Eçe Eçe Eçe ! Sen bana burada kızım'ın gölgesi, eşim'in gözleri oldun. Merhametin büyük bir kısmını sen aşıladın bana. Her kedi gördüğümde senin kedilerin, her kiremit gördüğümde yaptığın kuleler aklıma gelecek. Babanla konuştum. Ona çok güzel bir iş ayarlayacağız. Okula Türkiye'de başlayacaksın." Dudaklarını büzüp neredeyse ağlayacak olan Eçe, Binbaşı'nın son cümlesinde kaşlarını kaldırıp gülümsedi. "Ne ben Turkuyeli mi olacam ?" Minik kızın saçlarına elini atan Binbaşı; "Sen zaten Türkiyelisin. Siz burada bizim tıkanmayan damarımızsınız. Özellikle sen buradaki en hassas noktamsın Eçem." diyen Binbaşı Eçe'nin yanaklarından alnına, bukle bukle saçlarına kadar koklaya koklaya öptükten sonra ayağa kalkıp karşımıza geçti. Uzun uzun herbirimize bakıp elini kaldırdı. "Emir komuta Kutay Yüzbaşıda ! Alınacak intikam, dökülecek kan var. Kur'an rehberiniz, hızır yoldaşınız olsun." deyip kopçasından tuttuğu çantayı sırtlanarak uzaklaşmaya başladı. 'Lan gitmesin oğlum ! Hiç şaka yapmaz ama; bugünlük bir ayrıcalık yapsın. Şakaydı desin.' Her zaman siyah Amarok'u ile yolcettiğimiz Binbaşı bu kez yürüyerek gidiyordu. Dimdik, alnı açık yüzü pak geldiği yerden, aynı yiğitliği, aynı nûru ile gidiyordu. Hafsa Nine'nin engel olamadığı Eçe elinden kurtulup öne atıldı. "Tipet !" dediğinde Tibet Binbaşı olduğu yerde kalıp yüzünü bize dönmeden bekledi. "Tipet ditme yoyuy (n'olur) !" diyen Eçe Binbaşı ona yüzünü döndüğünde 'Durdururum' umudu ile koşmaya başladı. Kısacık bacaklarını savura savura, küçücük entarisini sallaya sallaya, belki hayatında tanıyabileceği en kuvvetli kollara koşuyordu. "Ditme dedim sağaaaa..." Tibet Binbaşı sanki ona doğru koşan Eçe değilmişte, kana susamış aslanmış gibi elini uzatıp, 'Gelme !' diye başını sallıyordu. "Gelme Eçe sen olmaz. Sen gelme Eçeee !!!" diyen Komutan da pes etmiş, dizlerinin üzerine çöküp iri kolları ile cılız bedeni sarmalamıştı. Bugün varolduğunu öğrendiğimiz evladının kokusunu Eçe'den çekiyormuş gibi burnunu minik ensesine gömüp ağlıyordu. Binbaşı ilk defa ağlıyordu. Gizlice gözünün yaşını silen Erdinç Başçavuş Kayhan'a döndü. "Kayhan al gel Eçe'yi !" Dili kilitlenen Kayhan ' Emredersiniz Komutanım' bile demeden Eçe'ye doğru koştu. Zorda olsa, Kayhan'ın kucağındaki Eçe'nin feryadını duymak istemeyen Binbaşı, arkasını dönüp tiz çığlıklardan kaçarcasına koşar adım uzaklaştı. Binbaşın'ın arkasında bıraktığı karanlığa dalıp giden Erdinç Başçavuş kendi kendine konuşmaya başladı. "Binbaşı'nın Eçe ile ilk tanıştığı akşamı hatırlıyorum." deyip gözünü karanlıktan ayırmadan devam etti. "Şüphesiz ki aile babası olmak zordur. İki yıl önceydi. Eçe yürümeyi tam anlamıyla kavramış ikibuçuk üç yaşlarda falandı. Babası ile annesi kaçarak evlenmişler. Birbirlerine olan sevgileri, fedakarlıkları küçük yaşlarından evlenene kadar köyde konuşulup duymuş. Çatısı akan, çoğu yeri yıkılmış bir harebede yaşarlardı. Eçe'yi tanıdığımız o akşam babası geçim sıkıntısından dolayı bunalıma girip Eçe'nin annesini dövmüş. Bu Binbaşı'nın kulağına kadar geldi. Akşam Muhtar'a 'O adamıda al gel.' dedi. Köylü Binbaşı'nın ne denli gözü kara, sinirlenince ne denli psikopat bir yapıya büründüğünü bilir. Tam bizim olduğumuz bu yerde adama bağırmaya başladı. 'Kadına el kaldırılır mı ?' falan filan sıradan şeyler işte. Binbaşı bağırdı, kükredi. Biran içindeki Gazap ortaya çıkacak diye çekinmedik de değil. Sonuçta karşısındaki adam sıkıntıdan dolayı yapmış bir hata. Zaten pişman olduğu Binbaşı'nın karşısında eğilip bükülmesinden de belli.Binbaşı aniden durup Eçe'nin babasına kısık sesle 'Bana tokat at!' dedi. Hepimiz şaşırmış birbirimize bakmıştık. Binbaşı kaşlarını çatıp 'Hemen bana kuvvetli bir tokat at!' dedi. Karşısında elleri bağlı duran adam 'Yapa...' derken Binbaşı sözünü kesip dişlerini sıkarak 'At lan uzatma !' dediğinde adam kuvvetli bir tokat attı. Binbaşı yere kapaklanıp ayağa kalkarak adamın karşısında ellerini bağladı. Bizde biliyorduk Binbaşı'nın bir tokatla yıkılmayacağını ve karşısındaki adamı rahatlıkla liğme liğme edeceğini. Binbaşı'nın o isteğinin sebebi ne biliyor musunuzKomutanım ?" deyip yüzünü, onu pürdikkat dinleyen Kutay Yüzbaşı'ya döndü. Yüzbaşı; "Neden ?" Erdinç Başçavuş özlem dolu tebessümü ile devam etti. "Babasını arkadan takip eden Eçe duvarın köşesinde konuşulanları anlamasada Binbaşı'nın babasına bağırmasını izliyordu." deyip parmağı ile Binbaşı'nın kaybolduğu karanlığı gösterip devam etti. "Bu yiğit, bu adam gibi adam, kızının gözündeki kahraman babasını küçük düşürmemek için tokat yedi. Ve o adamı bizzat o zorladı. İşte o zaman 'Bu adamın arkasında ölünür.' dedim kendikendime. Babadan mı zengin bilmiyorum. O aileye iki katlı güzel bir ev yaptırdı. Babasını burada işe aldı. Çiftlikdeki doğan yavruları o adama verdi. Şimdi besicilik yapıyor ve çokta iyi kazanıyor." dediğinde söze Yüzbaşı girdi. "Eğer arkasından herkesi ağlatıyorsa hatta..." deyip hâla kızlarıyla birlikte ağlayan Hannah'ı göstererek; "Hatta bir günlük tanıdığı yahudi bir kadını bile ağlatıyorsa bu adam arkasında ölünecek adam Başçavuşum." deyip derin bir nefes aldı. "O adam gibi adam'ın emir komutasını, geride bıraktığı sevgi mirasını elimden geldiğince omuzlayacağım. Dört-beş yaşındaki çocuğa feryat ettiren adamın mirasını hakkıyla omuzlayacağım Erdinç Abi ! Buna namusum, şerefim üzerine yemin ederim." dediğinde ilk defa 'abi' dediğini duyan Erdinç Başçavuş hayretle Yüzbaşı'ya bakarken, Yüzbaşı sesini duyulmayacak şekilde alçaltarak çoktan kaybolan Binbaşı'nın arkasından bakıp devam etti. "Yolun açık olsun GAZAP !" SON...
|
0% |