Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1 | Tirkat Vakti

@bayankimbilir

Selamlar!

Öncelikle kitaba başlama tarihinizi alayım bu satıra, anı kalsın...

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın, keyifli okumalar dilerim:)

 

 

 

1. BÖLÜM

 

 

 

TİRKAT VAKTİ

 

Mucizelere inanır mısınız?

Bir tırtılın koza haline gelip kelebeğe dönüşmesi ya da bir kadının karnında bir canlı taşıyabilmesi de birer mucize bana göre. Ancak benim sorduğum varlığına alıştığımız değil hiç ummadığımız bir anda bizi bulmasını beklediklerimizden bahsediyorum.

Bence, onu sabırla bekleyen herkesin birer mucizesi vardı.

"Ezgi" Babamın dibimden gelen sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Büyük elini omuzumda hissettim aynı zamanda. Kafamı çevirip yüzüne baktığımda ne ara yanıma gelip bana seslendiğini düşündüm. “Niye ses vermiysen kızım, iyi misin?”

Yola çıkacakken ilk defa kendimi bu kadar gergin hissediyordum. Hava almak istemiştim ve kendimi bahçedeki sedirlerde bulmuştum.

“İyiyim baba, dalmışım sadece”

Çatılan kaşları düzeldi. Ardından omzuma hafifçe dokunup solumda kalan tekli sedire oturdu. Onun da en az benim kadar gergin olduğunu gördüm. Gözleri ayak ucundayken düşünceli bir şekilde sağ eliyle aklar karışmış kısa sakalını sıvazladı. Tatlı bir rüzgâr esti o an ve saçlarımı uçurdu. Şubat ayında olmamıza rağmen Adana yine sıcaklığını her daim hissettiriyordu.

Babam doğma büyüme Adanalıydı. Aynı zamanda Çukurova'nın saygın ağalarından biriydi. Cesur ve cömertliği ile bilinirdi. Annem ise Orduluydu. Deli Meryem derlerdi köyde ona. Buraya bile taşımıştı hatta bu namını. Asiydi, inatçıydı ve bir o kadar duygusaldı. Babamın aksine merhametini istediğinde herkese hissettirirdi.

Oldukça geniş bir aileydik. Konakta küçük amcam Osman, eşi yengem Berivan, Cemile halam, Abilerim, kuzenlerim, onların eşleri ve çocuklarıyla birlikte yaşıyorduk. Bende burada doğmuş ve büyümüştüm. Liseye kadar burada okumuş ardından üniversite tercihlerimi şehir dışında kullanmıştım. Bunu onları ikna etmem zor olmuştu ama başarmıştım.

Nereye mi gitmiştim?

Hayallerimin şehri İstanbul'a...

"Her şeyin hazır ha iki gözüm? Bir eksik yoktur değil mi?" Buranın şivesiyle konuşan babam, düşüncelerimi tekrar böldüğünde bakışlarım ona döndü. Yerinde doğrulmuş ve hafifçe bana doğru eğilmişti.

"Hazırım babacım, hazırım. Şimdilik bir eksiklik yok" dedim gülümseyerek. Biraz olsun rahatlasın istedim ama yüzünde hiçbir duygu değişimi olmadı. Başını salladı hafifçe.

Her zaman babam ile aramızda farklı bir bağ olduğunu düşünürdüm. O pek belli edemezdi belki bunu ama ikimizin de kırmızı çizgisi birbirimizdik. Aramızdaki ilişkiyi benim üzerimden 'kız çocukları babalarına düşkün olur' diye yorumluyor, babamın ilgisini ise tek kız çocuğu olmama yoruyorlardı.
Bunlarında elbet payı olabilirdi ancak benim içimde durumlar bambaşkaydı. Ona olan sevgimi anlatamazdım zira kelimelerimin kifayetsiz kalacağına emindim.

"Annemler nerede? Hiç sesleri çıkmıyor?" dedim sırıtmaya başlarken. Eğer Kayhanlıların konağında iseniz bir gününüz sessiz sakin geçemezdi. Bunu bildiğimden bu ev halkındaki durgunluk tuhaf gelmişti.

"Fatma halan en sevdiğin kurabiyelerden yapıp getirmiş. Annenler de boş durur mu sence? Yol için bir şeyler hazırlamışlar senin için onlarla uğraşıyorlardır." Gülümsemeye çalıştı, alnında ve sakalının açıkta bıraktığı yanaklarında kırışıklar oluşmuştu dudakları kıvrılınca.

"Ağaların ağası Hasan ağam!"

Konağın bahçesinde yankılanan Alperen'in sesini duymamla istemsizce göz devirirken sesinin geldiği tarafa döndüm. O esnada bizi görmüş yüzündeki büyük sırıtmayla yanımıza doğru hareketlenmişti.

Hemen arkasında 'bu çocuk benim kardeşim olamaz' bakışları atan Yiğit abim ve bu duruma sadece benim gibi göz devirerek karşılık veren Oğuz abimde yanımıza doğru hareketlenmişlerdi.

Evet, bunlarda benim atsız üç silahşorlarım. Babamın en küçük ve tek kız çocuğuyum. Ayrıca Çakır Kayhan'ın da tek kız torunuydum. Anlayacağınız etrafım erkeklerle doluydu. Allahtan anne tarafımda üç kız kuzenim ve yengelerim vardı da yalnız kalmıyordum.

Alperen yanıma gelip saçımı dağıttığında eline vurdum. O bunu umursamadan oturduğum sedirde yanıma hayvan gibi çöktü. Yiğit ve Oğuz abim ise tam karşımdaki sedire oturdular.

"Ne bağırıp duruyorsun oğlum konağın kapısında? Hayırdır?" babam sert ses tonuyla konuştuğunda kaşlarını çatmış ve ona doğru dönmüştü.

Beyefendi ise hiç istifini bozmadan kolunu omzuma attı. "Baba Allah aşkına sen gerçekten Ezgi'nin ta elin ülkesine kendi başına gitmesine izin verdin mi? Ben hala inanamıyorum da. Rüyadayım ya da kamera şakası falan herhalde" diye konuştu alayla.

Karın ağrısı belli olmuştu abi bozuntusunun. Bu konuyu zaten tatil meselesi ortaya çıktığından beri bininci kez tartışmıştık. Amacına ulaşamadığından yine aynı konuyu açıyordu pislik.

Babam aynı ciddiyetle eski pozisyonuna geçerken kaşları gevşedi. Bir şey söylemeyip sol elindeki Umreden getirdiği büyük kahverengi boncuklu tespihini çekmeye başladı. Kararını tekrar sorguluyor olduğunu düşünüp korktum ve Alperen'in omzuma attığı kolunu sertçe çimdikledim.

"Ahh! Ne yapıyorsun kızım be?" diye çıkıştı.

Ona kötü bakışlarımı göndererek kolunu omzumdan ittim. "Rüya falan değil işte, gerçek! Bunları zaten tartışıp yola koymuştuk. Tekrar tekrar niye ortalığı karıştırıyorsun acaba "

Küçüklüğümüzden beri böyleydik. Normalde annemler aramızdaki 1 yaş sebebiyle daha iyi anlaşacağımızı sanırken biz kedi köpek gibi didişiyorduk.

Anlayacağınız üzere bu adam en küçük 'ağabeyim' Alperen. O her ne kadar ona ağabey demem için zorlasa da aramızda o kadar yaş farkı olmadığı için demiyordum. Tamam, tamam tek sebep bu değildi tabii ki. İkimizin de özel hobisiydi sonuçta birbirimizle uğraşmak. Şu an tamda öyle oluyordu işte. Kendisi şirketlerden birinin başında durması gerektiği için tatil yapma izni yoktu ve sırf ben tatile gidiyorum diye kıskançlığı tutuvermişti.

"Baba, bak! Sende endişelisin işte. Bence biz bu konuyu tekrar bir gözden geçirelim?”

Beni dinlemeyip üstelemeye devam ettiğinde ona kötücül bakışlarımı göndermeye devam ettim. Bakışları bir anlığına bana kaydığında keyifle sırıtarak göz kırptı.

Mağara kaçkını tipli pislik! Yüzüne tükürmemek için zor tuttum kendimi.

Onu umursamamaya çalışarak tekrar babama döndüm. "Babacım, Allah aşkına çocuk muyum ben? Şurada neredeyse bir ay kaldı yirmi beşime gireceğim ve siz hala bana küçük bir çocuk gibi davranmaktan vazgeçmiyorsunuz. Hem ben zaten biriyle gitmeyi düşünüyordum biliyorsun. Melike ile anlaşmıştık ama sınavı yaklaştı. Ona çalışmalı kız. Ben de gelmesini istemedim. E Rüya'yı da biliyorsun, şu çözemediği bir dava vardı onun işlemleri için İstanbul dışına bile çıkmaması gerek."

Melike, bu konakta birlikte büyüdüğüm, birlikte gülüp ağladığım, birlikte haylazlıklar yaptığım çocukluğumdu. Babamın askerlik arkadaşı olan Rasim amcamın tek çocuğuydu. Rasim amca konakta her işle ilgileniyordu ve bizimle birlikte yaşıyorlardı. Melike'nin annesi Güzide teyzeyi biz daha 17 yaşındayken kaybetmiştik. O zamandan beri Rasim amca büyütmüştü Melike'yi. Babamda onu benden hiçbir zaman ayırmamıştı. Annem ise ona Güzide teyzenin yokluğunu hissettirmemeyi çabalıyordu hala. Bir nevi aramızda kan bağı olmasa da kız kardeşimdi.

Rüya'yla ise Üniversitede tanışmıştık ve en yakın dostlarımdan biri olmuştu. Üstelik kendisi ev arkadaşımdı. Aynı yaşta olmamıza rağmen Melike ve benden oldukça olgun bir yapıya sahipti. Bu yüzden onu hep olmayan ablam gibi görmüşümdür. Her başım sıkıştığında, düşüncelerimde boğulduğumda her ne olursa olsun yanımda olan sırdaşımdı.

Çoğu şeyi onlarsız yapmadığım gibi bu bir haftalık yapacağım tatili de onlarla yapmayı planlıyordum fakat ikisi içinde tatil yapmak için uygun bir zaman değildi.

Babam sessizliğini korumaya devam ettiğinde destek beklercesine başımı Yiğit abimlerin olduğu yöne çevirdim. Yiğit abimin de kaşları hafifçe çatıkken bakışlarımı fark etti ama kaşları düzelmedi. Öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yasladı. "Ya bana kalırsa ha bu deli oğlan hak-"

"Orada dur bakayım abi" diyerek Yiğit abimin lafını bölen Oğuz abim oldu. Oğuz abim bakışlarını Yiğit abimden alıp babama çevirdi.

"Ezgi haklı. Sadece bir hafta kalacak ve bunun için gerekli her şeyi konuştuk. Daha fazla uzatmayalım bu konuyu” Yeşil gözleri önce Yiğit abime sonra Alperen’e döndü. En son bana baktığında hafifçe tebessüm etti ve göz kırptı. “Adam gibi bir tatil yap da gel kız"

Genişçe sırıtıp sağ elimi dudaklarıma kapattım ve ardından ona doğru açarak öpücük gönderdim. Onunla aramızda olan küçüklüğümden beri bir alışkanlıktı bu. Ona olan teşekkürümdü.

Küçükken kendisi öğretmişti bunu bana...

Ortanca abim Oğuz Kayhan. Belki de ailemde beni gerçek anlamda anlayıp her anlamda destek çıkan kişilerden biriydi. Hatta İstanbul da okuyup orada yaşayabilmemde bile onun büyük bir payı olduğunu söyleyebilirim. Bu yüzdendir ki onu ayrı severdim. Diğer abilerime göre daha sessiz, sakin ve diğerlerine nazaran daha kibardır.

Teşekkürümü kabul ederek gülümsemesi genişledi ve böylece benim gibi badem şeklinde olan hafif çekik gözleri kısıldı.

Babamın yüz ifadesi pek değişmedi. “Tamam, kapansın bu konu”

Dile getirmese de korkusunu biliyordum. Küçükken geçirmiş olduğum kaza benden sonra en çok onda derin yaralar açmıştı. Yanından ayırmak istememişti bu yüzden beni ama ben o korkuyla yaşamak istememiştim artık. İstanbul’a gitmiştim ve şimdi de orada yaşıyordum. Alışmam zor olmuştu ama başarmıştım. Onlar da alışmışlardı elbette bunun en büyük etkisi de orada yalnız olmamamdı.

"Alperen" diyerek gözlerini Alperen'e çevirdi babam. Alperen babamın ses tonundaki soğukluktan tırsarak hemen oturuşunu dikleştirdi. "Sende bir daha bu konuyu üsteleyip canımı sıkma!"

Alperen’in omuzları düştüğünde sessizce kafasını sallayarak beni şaşırtmıştı. Bakışlarımı fark etmesine rağmen dönüp bana bir daha bakmadı. Birden neden durgunlaştığını anlamadım ama sorgulamadım.

Önüme döndüğümde sesli bir nefes bıraktım. Bu sırada Yiğit abim yerinden hareketlenince ona baktım. Ela gözlerinde gördüğüm bakıştan ne söyleyeceğini anladığım için bakışlarım baygın bir hal aldı hemen. “Hadi abisi unutmaman gerekenleri tekrar edelim.” Diye konuştu ve havaya kaldırdığı yumruğundan parmaklarını açarak konuşmaya devam etti. “İlki telefonun sürekli açık olacak. İki, kalacağın oteldeki tur rehberinin gezdireceği yerlerden başka uzak yerlere kendi başına gitmek yok"

Abim kurallarını sayarken onun bir kez daha ne kadar hödük bir adam olduğunu anladım. Kim bilir bu kaçıncı uyarısıydı.

Bezdum vallahi bezdum.

En büyük abim Yiğit Kayhan. Kendisi tam bir tipik Türk maço erkeği. Adam gibi seven ama bunun yanında aşırı kıskanç, asabi ve odun olanından. Bu yüzden onu çekebildiği için Hicran yengeme gidip tekrar tebrik etmeliydim.

“Ay abi yeter vallahi” dedim en sonunda patlayarak.

Kaşları çatılırken istifini bozmadı hiç. “Sus kız nerede kaldığımı unutturma”

“Ben ezberledim artık! Tamam!”

“Kız ne bağırıyorsun sen abime” Alperen de yandan çıkıştığında bütün öfkemle ona bakıp elimin tersini kolunu geçirdim.

“Ah!” O da bunu beklemiyor olacak ki yüzündeki acıklı ifadenin yanında kaşlarını kaldırmış bana bakıyordu. “Ben ne yaptım kızım şimdi?!”

Kaşlarım eski haline dönerken koluna ardından yüzüne baktım. “Üzgünüm, sinirle birden oldu. Çok acıdı mı?” koluna dokunacağım sırada oturduğu yerden geri kaçtı benden.

Sinir bozucu biri de olsa kimsenin canını yakmak istemezdim. Bu yüzdendi bu tavrımda. O da alışık olduğu için buna şaşırmıyordu.

“Evet, nerede kalmıştık abicim?” Yiğit abim tekrar aramıza girdiğinde gözlerim hayretle ona döndü. ‘Gerçekten mi ‘ bakışlarını gönderdim ama o yüzündeki ciddiyetle bana bakmaya devam etti.

Oğuz abim ona bakarken gülerek kafasını iki yana salladı. Babama baktığımda onun hala dalgın gözerle tesbihini çekmeye devam ettiğini gördüm. Sıkıntıyla bir nefes bıraktım.

Tam bu sırada “Hala” diye bağırarak buraya koşan Efe resmen kurtarıcım olmuştu. Önüme gelip kollarını boynuma sardığında Yiğit abim çoktan konuşmayı bırakmıştı. Sarılışına karşılık verdiğim sırada "Hala, lütfen beni de götür. Bende geleyim" diyerek geri çekildi ve gözlerime babasından aldığı yeşil gözlerindeki büyük bir beklentiyle baktı.

Böyle yaparak kurtarıcım mı olmuştu yoksa yeni bir dert mi açmıştı başıma şimdi pek emin değildim işte. Minik kalbini kırmadan onu nasıl bu fikrinden vazgeçirebileceğimi düşündüm.

"Paşam, gel bakayım sen yanıma" dedi o sırada Oğuz abim. Anlaşılan yine iş ona kalmıştı. Efe benden istemeyerek ayrılıp babasının yanına gittiğinde Oğuz abim onu alıp sağ dizine oturttu.

Küçükken Çakır dedemin beni dizine oturtup büyük bir hevesle hikayelerini dinlediğim zamanlar geldi aklıma. Onunla uzun vakit geçirmeyi özlemiştim. Dudaklarım kendiliğinden büzüldü. Yayladaki evden kolay kolay indiremezdik onu. Bende dün gelir gelmez onun yanına gitmiş ve vedalaşmıştım.

"Sen söyle bakalım. Eğer halan ile gidersen ben işe gittiğim zaman annene kim göz kulak olacak?"

Oğuz abim çok güzel bir noktaya değinmişti çünkü Efe, benim aksime annesine düşkün bir çocuktu. Yedi yaşına gelmesine rağmen hala Nurefşan yengemin kırmızı yazması ile uyuyordu. Bu bebekliğinden beri süregelen bir takıntısıydı.

“Halam bir daha gelmeyecek mikine?”

“Gelecek tabii. Ancak uzun kalacak” diye yanıtladı abim onu. Dudaklarındaki tebessüm büyürken Efe’nin yüzünü okşadı.

“Sende bizi gezmeye götürür müsün o zaman baba?” diye sordu.

Abim onu koltuk altından tutup havaya kaldırırken gülerek alttan yüzüne baktı “Sen iste yeter ki aslan parçası”

Efe kahkaha atarken benim de dudaklarımda kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Tekrar abimin dizlerine oturduğunda bana doğru döndü hemen. "Benim anneme göz kulak olmam gerek hala. Biz burada gezeceğiz"

O kadar tatlıydı ki bunu söylerken yanaklarını kızarana kadar mıncırasım gelmişti.

Aa tabii ki bu tatlılığının ısrarından vazgeçmesiyle ilgisi yoktu.

"Aferin benim oğluma" Oğuz abim oğlunun saçlarını okşayıp öptü. Efe'nin de yüzünde memnun bir ifade oluşmuştu.

Bakışlarımı babama çevirdiğimde Efe ve Oğuz abimde olan şefkatli bakışlarını buruk bir ifade ile Yiğit abime çevirdiğini gördüm. Onunla birlikte bende bakışlarımı Yiğit abime çevirdiğimde buruk bir gülümse ile onun da Oğuz abime ve Efe'ye baktığını gördüm. Bizim bakışlarımızdan habersiz iç geçirdi onları izlerken.

Bu görüntü birden moralimin düşmesine neden oldu. Oğuz abim ve Nurefşan yengem görücü usulü evlenmişti fakat zamanla birbirlerine alışmışlardı.

Onların aksine Yiğit abim ve Hicran yengem birbirlerine âşık olarak evlenmişlerdi. Onları her bir arada gördüğümde birbirlerine duydukları sevgiyi hep kıskanmışımdır. Evlendikten birkaç yıl sonra Hicran yengem hamile kalmıştı fakat daha üçüncü ayını dolduramadan bebeklerini kaybetmişlerdi. Doktor kanında olan bir şeyden bebeğin zehirlendiğini söylemişti.

Bunun üzerine çok zor bir süreç geçirmişti yengem ve bu süreçte ona en başta Yiğit abim olarak destek olmuştuk. Bu olaydan bir yıl sonra tekrar hamile kalmıştı fakat bu da aynı şekilde sonuçlanmıştı ve onlar iyice umutlarını kaybetmişlerdi. Hicran yengem iyice yıpratmıştı kendini. Yemek yememiş ve odasından çıkmamıştı. Yiğit abim de dahil kimse ile konuşmaktan çekiniyor bu durum için kendini suçluyordu. Neyse ki babam en sonunda oldukça başarılı tanıdık bir doktora daha danışmıştı.

O doktora görünmek için ikna etme görevi bana kalmıştı çünkü yengem o dönemde nadiren de olsa aileden sadece benimle konuşuyordu. İyi ki de gitmişti o randevuya çünkü doktor onunla özenle ilgilenmiş ve tedavisi için de çok olumlu görüşleri olmuştu. Neredeyse 4 yıldır bu tedaviye devam ediyorlar. Bende güzel sonuçlanması ve hayırlısıyla sağlıklı bir şekilde evlatlarının doğması için her gün dua ediyordum.

Tekrar hala olmaya kim hayır diyebilirdi ki?

Hissediyordum çünkü Allah her kuluna verdiği derdin devasını da er geç verirdi. Mühim olan sabretmekti.

Yiğit abim sanki ona baktığımızı hissetmiş gibi bakışlarını babama çevirdi. Anlamadığım bir baba oğul bakışması geçti aralarında. Babam belli etmese de en az onun kadar bu duruma üzülüyordu ve Hicran yengemin tedavisi için elinden geleni yapıyordu.

Alperen ve Oğuz abimde Efe ile ilgilenmeye başladığı sırada bende annemleri merak edip mutfağa gitmek için ayaklandım. "Ben bir annemlere bakayım. Ne durumdalar?"

"Gülüm söyle de ellerini çabuk tutsunlar. Bir saate çıkarız yola"

Yiğit abimin uyarısı ile adımlarımı durdurup ona doğru döndüm. "Tamamdır, abim" dedim sondaki 'm' harfini uzatıp bastırarak.

Maço falan ama çok seviyorum napayım ya?

Dayanamayıp yanına doğru ilerledim ve sağ tarafına doğru eğilerek yanağına küçük sulu bir öpücük kondurdum. Bunun karşılığında "Cadı" diye tıslayıp saçlarımı karıştırdı.

Konağın kapısına doğru ilerlerken esen rüzgâr ile zaten abilerimin garezi olan saçlarım iyice karıştı. Neredeyse kalçamı geçen kestane rengindeki saçlarımı düzeltmeye çalışarak konağın büyük ahşap kapısından girdim.

Mutfağa doğru ilerlediğim sırada Fatma halamın o meşhur gür kahkahası ile yankılandı duvarlar. Bu istemsizce benim de sırıtmama sebep oldu. Kim bilir ne dedikodular yapıyorlardır ne dedikodular.

Adımlarımı uzun koridorda ilerletip sol tarafımda kalan mutfağın pencerelerinden içeriyi görmeye çalıştım. Sonra bundan vazgeçip seke seke mutfağın taştan girişine geldim. Oldukça geniş olan mutfakta uzun yemek masasının baş köşesinde Cemile halam, solunda Fatma halam, sağında annem onun yanında ise Berivan yengem oturuyordu.

Nurefşan, Kardelen ve Tuğba yengem pencerelerin önündeki sedirlere oturmuş kendi aralarında sohbet ediyor Hicran yengem ise tezgahtaki muhtemelen benim için hazırlanan yiyeceklerle uğraşıyordu.

"Oyy kurban oldiğum. Ha orada ne diye dikeliysun?" Beni ilk fark eden annem olmuştu. Dedemler Gürcistan göçmeni olduğu için bizimkiler Ordu da böyle şiveli konuşmazdı çok ama anneannem Rizeliydi. Bu yüzden annem çoğu zaman onun gibi şiveli konuşurdu. Onun seslenmesiyle masadakilerin ve yengelerimin de bakışları bana dönerken kafamla solumda kalan yengelerime selam verip annemlerin yanına ilerledim hemen.

"Ne kaynatıyorsunuz bakalım hanım ağalar" dedim anneme göz kırparak. Başındaki gözleri ile aynı renk olan yeşil şalını tepeden bağlamıştı. Üzerinde ise siyah işlemeli yeşil elbisesi vardı.

Fatma halam buralara has ışıltılı mor şalının düşen tarafını sol tarafına attı. "Ne kaynatacağız kız zilli. İki lafın belini kırıyoz azıcık" dedi, şen sesi ile.

Masanın yanına vardığımda sadece tezgâhta olanlar değil bir de burada duran yemekler de olduğunu gördüm. Daha kaba koyulmamış tencerede duran dolmalar radarıma girdiğinde halamla uğraşmaktan vazgeçip tencereyi kendime doğru çektim ve elimle dolmaları mideme göndermeye başladım.

Sol tarafımda kalan Berivan yengem bunu fark edip elime vurdu ve tencereyi önümden çekti. Ben dudaklarımı büzüp dolmalarla son vedalaşma bakışmamı yaparken Berivan yengem sedirde oturan yengemlere doğru döndü.

"Kız! büyük gelin, şu dolmaları dolaptaki saklama kaplarından birine yerleştiriver hayde"

Kardelen yengem siyah saçlarını geriye atıp eteğini düzelterek ayağa kalktı ve saklama kabını almaya gitti. Sohbetinin bölünmüş olmasına bozulmuş ancak yengemin lafını da ikiletmemişti.

Kardelen yengem Osman amcamın en büyük oğlu Aziz abimin eşiydi. İki oğulları ve bir de kızları vardı. Ayşe, Mustafa ve Yasin. Aziz abim ve Kardelen yengem kaçarak evlenmişler. Bundandır ki Berivan yengem, Kardelen yengeme karşı çoğu zaman kötü kaynanalığını konuşturuyordu.

"Dur yenge, ben hallederim" diyerek Kardelen yengeme doğru adım attım.

Saklama kaplarının olduğu çekmecenin önünde durup sağ elini bana doğru kaldırdı. "Gerek yok Ezgi" dedi soğuk çıkan sesiyle.

Onu anlayabiliyordum aslında. Onca yıl geçmesine rağmen kaynanasının bu nefreti kalbini kırıyor ve onu üzüyordu. Yoksa aramız fena değildi. Genelde iyi anlaşırdık.

Masaya yaslanmaya devam ederken annemin üzerimdeki buruk bakışları ile kesişti gözlerim. Muhtemelen yengemin bu davranışının kalbimi kırdığını düşünüyordu.

Çok kırılgan bir yapıya sahip olduğum doğruydu. Bu konuda gözlerim bana hep ihanet eder ve yaşlarını akıtırdı fakat şu an kırıldığım bir şey yoktu. Bu yüzden anneme kocaman gülümseyerek sorun olmadığını belirttim.

Ardından ortamdaki sessizlik uzayınca masanın köşesindeki kara köfte* kasesine uzanıp bir tanesini kaptım.

(*pekmezden yapılıp şekil verilen ve kurutulup yenilen yiyecek. Günümüzde yaygın ismi pestil )

"Bunların hepsi yol için değildir umarım" dedim kara köfteden bir ısırık alarak.

Cemile halam hemen kaşlarını çattı. "Aa niyeymiş o? Boşuna mı hazırlandı bütün bunlar gı?" diyerek diğer eliyle masayı gösterdi.

"Kızçem, ben senu bilirum. O gavurun ülkesinin yemekleruni yiyemezsun sonra da aç kalursun. O yuzden her şeyi düşunduk biz" diyerek de bir başka savunmaya geçti annem.

"İyi de annem, bu kadar yemeği nereye sığdıracağım ben? Hem çoğu bozulur bunların. Oraya varana kadar bozulmayacak olanları koyun sadece. Hem bana da yük olmasın" dedim. Kara köftemden kalan son parçayı da ağzıma atıp çiğnemeye başladım. Onaylamış olacaklar ki üstüne konuşmadılar.

O sırada aklıma gelen şeyle ağzımdaki lokmayı çabucak yutmaya çalıştım. Ardından masaya yaslanmayı kesip onlara doğru eğilerek sorgulayıcı bakışlarımı Fatma halam ve Berivan yengem arasında gezdirdim.

"Hani sizin beyleriniz ve oğlanlarınız? Beni uğurlamaya gelmiyorlar mı?" diye sordum. Zaten İstanbul’dan döndüğümden beri de doğru dürüst görememiştim onları.

Yani dünden beri.

"Benim oğlanın eli kulağında geliyordur babasıyla" dedi Fatma halam hemen.

Berivan yengem ise o hep soğukkanlı ifadesiyle arkasına yaslandı. Üzerinde bordo renk bir elbise ve aynı renk bir şal vardı onun da. "Aziz'i aradıydım. Şirketteki işleri halledip geleceğiz demişti"

Tam cümlesini bitirmişti ki Tuğba yengem konuya sonradan kulak misafiri olmuş olacak ki telaşla öne doğru atıldı. “Cihan gelemeyecekmiş ana. Son toplantıları önemliymiş, saati de uyuşmuyormuş. Ezgi'ye söyle darılmasın arayacağım onu dedi"

Berivan yengem, bundan haberi olmayışına öfkelenip kaşları çatılırken o sırada bende Tuğba yengeme bakıp gülümseyerek 'mesaj alındı' anlamında kafamı salladım.

Tuğba yengem ise Osman amcamın ikinci oğlu Cihan abimin eşiydi. İki tane kızları vardı. Nazgül ve Derya. Onlar ise severek evlenmişlerdi.

Elimi önümde oturan Berivan yengemin omzuna koydum. "Önemli değil yenge ya. Hem geldikten sonra çektiririm ona ben bunu" dedim şakaya vurarak. Yoksa yengem sinirini Tuğba yengemden çıkaracak gibi duruyordu.

"Zilli fadime seniii! Tabii yaparsın sen" diyerek koca kahkahasını saldı Fatma halam. Şakama ortaklaşıp ortamı yumuşatmama yardım ediyordu o da. Berivan yengemin yüz ifadesi pek değişmese de başka bir şey söylemedi.

Arkamızda kalan tezgâhta yiyeceklerle uğraşan Hicran yengemin de kıkırtısı kulağıma gelince ona doğru yürüdüm ve annemleri kendi haline bıraktım.

Tam arkasına geçerken beni fark ettiğini yandan bir bakış attığını görünce anladım. Bozuntuya vermeyerek kollarımı arkadan boynuna sardım ve dudaklarımı sağ kulağına doğru yaklaştırdım. "Yengelerin en güzeli" dedim sesimdeki neşeli tonla fısıldayarak.

Yaptığı işi bırakmış boynundan sarkan ellerimi tutmuştu "Buyur görümcelerin en ballısı" diyerek bütün büyüyü bozduğunda kaşlarımı çatıp kollarımı hemen geri çektim. O da yüzündeki sırıtma ile bana doğru döndü hemen.

"Senin tek görümcen benim zaten. Aşk olsun yengo ya"

Sitemim onu daha çok güldürmüştü. Bende dayanamayıp güldüm hemen. Ne olursa olsun hep gülsün istiyordum.

Gülümsemesi donuklaşıp bakışları değişirken usulca ellerimi tuttu ve bir abla edasıyla gözlerimin içine bakmaya başladı. Koyu yeşil gözlerinin dolduğunu gördüğümde afalladım. "Ezgicim, bu tatil işi benim de Meryem annem gibi hiç içime sinmiyor vallahi. Biliyorum, sana da çok uzatıyoruz gibi geliyor fakat benim de neden bilmem içimi huzursuz eden bir şeyler var"

Benim de gözlerim dolduğunda bakışlarını kaçırdı benden. İlk defa onlardan uzaklaşmıyordum ama onlar ilkmiş gibi bir evhama girmişlerdi. Gereksiz yere endişeleniyorlardı ve ben buna üzülüyordum. Annem bile çoğu zaman aldığım kararlarda arkamda dururdu. Babamı ikna edemediğim zamanlar onu araya sokardım hatta. Ancak bu sefer annem de babamın yanındaydı.

"Sadece bir haftacık. Sonraki bir hafta yine buradayım zaten" dedim, başka ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Böyle devam ederlerse vazgeçecektim gerçekten. Çok ağır duygu psikolojisi uyguluyorlardı üzerimde. Bu benim gibi birine yapılan çok büyük bir haksızlıktı.

“İnşallah” dedi kısık bir sesle sadece. Beni de üzdüğünü anlamış olacak ki gülümsedi eş zamanlı olarak da dolan gözlerindeki yaşlar akmasın diye elleri ile geri iteklemeye çalıştı. Bende kazağımın manşetleri ile aynı işlemi yaptım hemen.

"Kızçem, ha sen eşyalaruni tamamladun mi?" ani bir telaşla seslenerek ona bakmamızı sağlayan anneme döndü bakışlarım. İnce, açık renk kaşları çatılmıştı.

"Bitti, bitti her şey. Gidip indireyim bari aşağıya. Sizde acele edin. Yiğit abim çok oyalanmasınlar hemen yola çıkalım dedi"

Annem ayaklanırken Fatma halam da kalktı ve işine geri dönen Hicran yengeme yardım ettiler. Bende mutfağın çıkışına ilerlerken Nurefşan yengemin bir şey söyleyecek gibi duran bakışlarını görüp durdum.

Durmaz olaydım...

"Kız Ezgi, oradan yakışıklı bir koca bulup geliyormuşsun bir de. Gözün açık olsun ha biraz yoksa bu gidişle evde kalacaksın " Kolunu Tuğba yengemin omzuna dayarken birlikte gülüştüler. Kardelen yengemin ise kolunu pencere pervazına koymuş çenesini de eline yaslamış bizi dinlediğini gördüm.

Tuğba yengem de durur mu hemen yandaşçısına katıldığını göstererek kafasını salladı ve açık karamel rengindeki saçlarını omzundan geriye attı "Valla yengen haklı canım biliyorsun bu devirde sadece aşkta karın doyurmuyor önce zengin olsun sonra âşık olursun"

Şu evlilik muhabbeti böyle dillendirilince çok bayıyordu gerçekten. Böyle yaparak köyün dedikoducu kadınlarından bir farkları kalmıyordu.

"Lütfen hiç açmamış varsayalım bu konuyu yengelerim" dedim rahatsız olduğumu belli eden ses tonumla. Allahtan çok uzatmayarak sohbetlerine geri dönüş yapmışlardı.

Mutfaktan nihayet çıktığımda uzun koridoru çabucak geçtim. Aynı hızlı adımlarla ana kapıdan çıkıp yukarı çıkan merdivenlere yöneldim.

"Ezgiiii!"

İsmimi bağıran tiz bir çığlık duyduğum an sesin geldiği tarafa dönemeden biri boynuma atladı. Ani hızından dolayı sendeleyince sırtım merdivenlerin korkuluğuna yapışmıştı. Burnuma gelen çilek kokusuyla bu kişinin Melike olduğunu anlamam bir oldu. Onu hafifçe kendimden uzaklaştırdım. Yüzü kıpkırmızı olmuş ve nefes nefese kalmıştı. Sarı saçları dağılmıştı, kimi saç tutamları ise yüzüne yapışmıştı.

"Gittin sandım. Yetişemedim diye çok korktum - " Titreyen sesiyle zar zor kurduğu cümlesini devam ettiremedi ve ondan önce dizlerine yaslanarak soluklanmaya çalıştı.

"Bahçedeki sedirlerde oturan babamları görmedin mi? " dedim onu beklemeyip yalandan kızarak.

Hemen doğrulurken elini alnına vurdu. "Ciddi misin? Ya ben telaştan onları hiç fark etmedim bile"

Bunun üzerine gülmeye başladım. O da bu salak haline gülerek bana eşlik etti.

"E sen yukarıya nereye gidiyorsun?" elleri belindeyken hala nefes alışverişlerini düzene sokmaya çalışıyordu.

"Eşyalarımı indireceğim" dedim yorgun çıkan sesimle. Uzak yolculuğa çıkmak ne kadar da zahmetliymiş ya.

"Telefonlarımı niye açmıyorsun? Bende yola çıktığını, uçaktasın diye telefonunu açamadığını sandım" diyerek komik telaşını açıklığa kavuşturmaya devam etti.

"Odamda şarja koymuştum" dedim, aklıma gelen şeyle sağ avucumu alnıma vurdum sonra. Yüz ifademden endişelenen Melike'nin soru soran maviş gözlerine diktim gözlerimi. "Rüya' ya haber vermeyi unuttum. Kesin sinir küpüne dönmüştür" dedim korkuyla. Sinirlenince gerçekten tanıdığımız Rüya olmaktan çıkıyordu kendisi çünkü.

Melike'nin de yüzünde aynı korku ifadesi belirirken sanki az önce nefes nefese kalan o değilmiş gibi kolumdan çekiştirerek merdivenleri çıkmaya başladı. Ardından kolumu bırakıp kendisi ikişer ikişer çıkarak benden önce daldı odaya. Benzer yönlerimizden biri de buydu.

Bitmek bilmez enerjimiz...

Odaya girdiğimde şarj makinesinden telefonumu çıkarmış ekranın açılmasını bekliyordu. Yanına doğru yürürken sağ elimle sol kolumu sıvazladım. Melike telefonumu bana uzatıp yanımda durdu. Ekran açıldığında bildirimler gelmeye başladı. Hayretle ekrandakilere bakakaldık.

Avukat Hanım kişisinden 15 cevapsız arama

Memoli kişisinden 3 cevapsız arama

Demir Adam kişisinden 5 cevapsız arama

Ben kesin bitmiştim. Haydin cenaza namazına.

Endişeli bakışlarım Melike'yi bulurken o ise hala ekrana bakıyordu. Rehbere girip önce 'Avukat Hanım' diye kaydettiğim Rüya'yı arayıp hoparlöre aldım. Yüzümü şimdiden buruşturmuş gelecek azar senfonisini beklerken Melike'nin çoktan kulaklarını elleri ile kapattığını gördüm.

"NERDESİN SEN YA! ARAMALARIM NEDEN AÇILMIYOR ACABA! BU TELEFONU YANINDA AKSESUR NİYETİNE TAŞI DİYE Mİ ALDIN KIZIM SEN - "

Arkadaşım onu çok iyi tanıdığımızı bize kanıtlayarak telefonun diğer ucunda ciyaklarken daha fazla dayanamayıp panikle yatağın üzerine attım telefonu. Birkaç dakika geçmişti ki ses biraz kesilince yatağıma kurulduk. Telefonu elime aldım tekrar.

"Aloo, kime diyorum ben!" diyerek biraz daha sakin(!) bir şekilde seslenmeye devam ediyordu Rüya. Kaçışımın olmadığını bildiğim için konuşmam şarttı.

"Alo, Rüya"

"Neredesin kızım sen! Kiminle konuşuyorum ben deminden beri?"

Yüzde yüz saf pamuktan yapılmış cağnım yorganımla...

"Rüyacım, valla benim bir suçum yok. Telefonum odamda şarjdaydı. Bizimkilerle hazırlık telaşında olunca tamamen aklımdan çıkmış" diyerek direkt savunmaya geçtim. Tabii ki aklımdakileri söylemek gibi bir gaflete düşmedim yoksa bu sefer gerçekten cenaze namazım kılınabilirdi.

Derin bir nefes aldı. Bu yumuşadığına dair bir işaretti. "Tamam, affettim. Şimdi kapatıyorum görüntülü arayacağım ona göre" dedi sırıttığına emin olduğum bir ses tonuyla. Bense o sırada çok uzatmadığına seviniyordum.

Arkadan tuhaf tıkırtılar ve konuşmalar gelince evde olmadığını anlamıştım. O sırada aramayı sonlandırdı. Melike merakla bana bakarken bilmiyorum dercesine omuzlarımı silktim.

Ekranda görüntülü arama belirirken telefonun açısını ayarlayıp sol elimle saçlarımı sağ tarafa topladım. Ardından çağrıyı cevapladım.

Ekranda anında Rüya'nın yüzü göründü. Tahmin ettiğim gibi evde değildi. Telefonunu hareket ettirip ilk önce oturdukları masada karşısında kalan Mehmet ve Sıla'yı ardından yanında oturan Berat'ı gösterdiğinde yalnız olmadığını da gördüm.

"İnanmıyorum! Bensiz İskender mi yediniz? Hainler!" fark ettiğim hayati detayla çemkirmeye başladım hemen. Oldukları yer benim de çok sevdiğim bir restorandı üstelik.

"Oh, oh iki porsiyonu bir gömmüşüm Ezgi, mis misss"

"Aşk olsun Memoli yaa. Bensiz nasıl boğazından geçer?" kaşlarımı çatıp dudaklarımı büzdüğümde küçük bir çocuktan farksız olduğuma emindim. O sırada Melike atışmamıza bir kahkaha patlatarak dahil olmuştu.

Rüya Melike'nin sesini duyup onun da yanımda olduğunu anlayınca kahve gözlerindeki şaşkınlıkla bize döndü. Bende kameranın açısını hemen ikimize göre çevirdim.

"Mell! Sende mi oradaydın?" diyerek tekrar kamerayı kendine çevirip ekrana, yani bize, baktı.

Kendi aramızda Melike'ye de Mell derdik.

Daha Melike cevap veremeden Mehmet masada öne doğru eğilip tekrar kadraja girdi. "Mell, pardon biz göremedik de seni, malum" hınzır sırıtışıyla araya girip Melike'nin boyuna laf atmaktan geri durmamıştı yine. Sarışınımda boyu çok kısa değildi fakat aramızdaki en kısa o olunca Mehmet'in dalga malzemelerine konu oluyordu maalesef.

Melike kaşlarını çatarken tam ona karşılık vermek için dudaklarını aralamıştı ki bu seferde Berat'ın konuşmaya katılması ile durmak zorunda kaldı. "Biz seni görüyoruz da ne oluyor lan? Görüntü kirliliği. Bir de gelmiş kıza laf ediyor"

Ben söylediklerine gülerken sarışınımın dudakları aralık kalmıştı öyle. Yanaklarının al al olması da gözümden kaçmamıştı tabii.

Rüya'nın konuşması ile tekrar ekrana döndüm "Sıla, bak eğer her an bundan boşanmaya karar verirsen seve seve avukatlığını yaparım"

Ben daha çok gülmeye başlarken Melike ve Berat 'ta bana eşlik etti. Bir yandan da Melike'nin kaçamak bakışlarının Berat'a kaydığını görebiliyordum. Ondan hoşlandığını sadece ben ve Rüya biliyorduk tabii.

Aramızda evli olan bir tek Mehmet vardı. Sıla ile üniversitede tanışmışlar ve sonra da evlenmişlerdi. Mehmet bir şirkette muhasebeci olarak çalışıyor Sıla ise aynı şirkette satış ve pazarlama kısmında çalışıyordu.

E Melike'nin gönül durumunu ve kapalı kutu Berat'ı da saymazsak dört sap geçinip gidiyorduk işte.

Mehmet'in buna kızacağını düşünürken o hepimizi şaşkınlığa uğratan o yanıtı vermişti. "Ne demek onun avukatlığını yapmak ya? Sen benim arkadaşımsın" Kaşları çatılmıştı ve bunları söylerken gerçekten ciddiydi.

Salak bu çocuk valla.

Rüya gözlerini devirirken Sıla da bunu beklemiyor olacak ki bizimle sırıtan yüzü anında öfkeyle parladı ve Mehmet'e doğru döndü "Ne saçmalıyorsun Mehmet! Boşanmak mı istiyorsun sen benden?"

Tiz sesi Mehmet'in ne dediğinin yeni farkına varmasına sebep olmuş olmalı ki yüzünü buruşturup bize doğru 'bittim ben' bakışları atmaya başlamıştı.

“Mehmet sana diyorum!”

Ortalık iyice karışırken Mehmet Sıla'ya yanlış anladığına dair açıklama yapmaya girişmişti.

Rüya onları kendi haline bırakıp tekrar bize döndü. Küçük, kahverengi gözleriyle gözlerimin içine baktı "Ezgi uçaktan inince mesaj atmayı unutma. Dinlendikten sonra ararsın konuşuruz" dedi tatlı tatlı gülümseyip.

Nerde o telefonu açtığımda kükreyen Rüya.

"Eğer şu davayı bu hafta içinde halledebilirsem belki Adana'ya gelirim ve seni bekleriz Mell ile" diye devam etti ve bir yandan Melike 'ye öpücük attı. O da ona karşılık verirken birden Berat'ın kadraja girmesiyle Melike'nin öpücüğü çok yanlış yerlere misafir oldu. Berat şaşırsa da bozuntuya vermedi ama Melike ilk seferinden daha da kızardı ve bizden kaçıp yastıklarımdan birine gömdü başını.

Kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum ve Rüya'nın da benden pek bir farkı yoktu.

Pis pis sırıtırken aramızda kısa, haince bir bakışma geçmişti. Tatil dönüşü mutlaka Melike'yi sıkıştıracaktık belli olmuştu.

Mehmet ve Sıla tartışmayı tatlıya bağlayarak bize katıldılar ve kısa süren muhabbetimize dahil oldular. Ardından tek tek bana iyi yolculuklar dilediler. Bende Allah'a emanet olun diyerek hepsine el sallarken aramayı sonlandırmıştım.

‘Senden hızlısı mezarda’ diyerek Melike ile alttan alttan uğraşıp sıkıştırma işi için ön hazırlık yaptım biraz. Ardından aşağı inmem gerektiğini hatırlayıp koyu yeşil paltomu giydim hemen. Melike valizimi yataktan indirip son kontrolleri yaparken bende krem renkte olan çantamı boynumdan geçirdim.

Boy aynamdan kendimi son kez süzdüm. Kiremit rengi İspanyol paça pantolon, üzerine krem rengi, boyu dizlerime uzanan bir kazak giymiştim. Saçlarıma ne yapacağıma kararsız kalmış en son alt tarafını açık bırakıp üst kısmında küçük bir at kuyruğu yapmıştım. Yine krem renginde üzerinde yeşil ve kiremit renklerinde büyük çizgilerin olduğu fularımı da kâküllerimin üzerinden başıma bağlamıştım.

Nihayet tam anlamıyla hazırdım artık. Odadan çıktığımızda "Ezgi abla" diyerek merdivenin başında seslenen Alihan’ı gördüm. Küçük çaplı şaşkınlığımı bir kenara atarak valizimi bıraktım ve hızlı adımlarla ona doğru yürüdüm. Kollarımı özlemle boynuna doladığımda ellerini belime dolayarak sarılmama karşılık verdi.

"Sen her geldiğimde boy mu atıyorsun Aliş yaa? Beni de geçtin ha" dedim geri çekilirken. Fatma halamdan aldığı mavi gözleriyle gülümserken elini koyu kahve renk saçlarında gezdirmeye başladı.

"E biz büyümeyelim mi Ezgi abla?"

"Doğru, doğru" dedim onun gibi sırıtmaya başlarken "On sekiz oldun dimi sen?"

Kafasını sallayıp beni onayladı. Derin bir nefes alıp verirken ellerimi paltomun cebine yerleştirdim. "Kendimi çok yaşlı hissettim şu an" diye söylendim omuzlarımı düşürerek.

Keşke hiç büyümeseydik...

Melike’yle Alihan’ın daha da keyiflenen suratına bakıp içimdeki burukluğa rağmen gülümsedim. Aşağıdan Hicran yengem seslendiğinde Alihan yanımdaki valizime uzandı ve indirmemize yardımcı oldu. Centilmen kuzim benim.

Bahçeye varana kadar Melike unutmamam için alıp almadığım eşyaları tekrar tekrar sıralıyordu hala. "Şarj makineni de valizinin sol gözüne sıkıştırdım, haberin olsun. Hah! Ezgi, fularını aldın değil mi?"

“Onu unutur muyum hiç? Boynuma taktım” diyerek kazağımın boyun kısmını inidrerek yeşil fularımı gösterdim.

Fular takmayı küçüklüğümden beri çok severdim ama bu fularım küçükken babamın bana ilk armağanı olduğundan benim için çok değerliydi. Hayatta yanımdan ayırmazdım. Saçımda başkasını kullansam bile onu ya bugün olduğu gibi boynuma ya da bileğime dolardım.

Dışarı çıktığımızda tüm ev halkının bahçeye toplanmış olduğunu gördüm. Osman amcamın, Aziz abimin ve Fatma halamın eşi Yakup eniştemin de gelmiş olduklarını gördüm. Utanmasalar bütün Çukurova’yı uğurlamaya çağışabilirlerdi gerçekten.

Ayrılık rüzgârı saçlarımı uçurmaya başladığında kalbimin üzerine kara bir bulutun çöktüğünü hissettim. Annem çoktan ağlamaya başlamıştı. Cemile halam koluna girmiş ona destek olmaya çalışıyordu. Melike'nin yanından ayrılarak yanlarına ilerledim hemen. O sırada Yiğit abim Alihan’dan valizimi almış arabanın bagajına yerleştiriyordu.

Annemin önüne geçtim, ellerinden sıkıca tutup öptüm ve gözyaşlarımın akmasına mâni olmadan ona sıkıca sarıldım. "Annem," hıçkırıklarımı hapsetmek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Babama iyi bak. Buralarda sana emanet biliyorsun."

"Bilirum kızçem, bilirum. Gözun arkada kalmasun. Senda kendune çok eyi bak. Allah'a emanet ol yavrum" dedi, sesi titrerken. Gözyaşları durmuş burnunu çekiyordu sadece.

Ondan zor olsa da ayrılıp gözleri dolu dolu olan Fatma halama sarıldım. Ardından Cemile halama, enişteme, amcama, yengelerime, son olarak da yeğenlerimin saçlarını okşayıp hepsinin yanaklarından öperek vedalaştım.

Alt tarafı tatile gidiyorsun sanki temelli bir ayrılık diye düşünebilirsiniz ama konu nereye gittiğim ya da temelli olup olmaması değildi. Hayatta bizi ne zaman bulacağı belli olmayan ölüm diye bir gerçek vardı. Biz her uğurlamamızı buna göre yapardık. Küçüklüğümden beri böyle görmüş böyle öğrenmiştim. Tabii bunda biraz Kayhanlılar olarak duyguları uçta yaşadığımızın payı da vardı. Abartmayı seviyorduk.

Gözlerim Melike'yi aradı hemen. Güzel kızçem Rasim amcaya sarılmış ağlıyordu. Onlara doğru hızlı adımlarla yaklaştım. Önce Rasim amcanın elini öptüm. Onun da hatırı sayılır emeği vardı üzerimde. Ardından Melike ile gözyaşlarımız eşliğinde sıkıca sarılıp vedalaşmaya çalıştık.

Oğuz abimle vedalaşmamız da uzun sürmüştü. Göğsüne daha çok sinerken “Seni çok seviyorum abim” dedim boğuk çıkan sesimle.

Onun da kolları sıkılaşırken dudaklarını saçlarımda hissettim “Bende seni seviyorum güzelim”

Böyle bir durumda inadımı yok sayarak Alperen'e doğru yaklaşmış kollarımı açmıştım ki bir adım geri çıktı. "Aman istemez. Bir daha dönmemen dileğiyle" Hoşnutsuz bir şekilde konuşurken köpek kovalar gibi eliyle 'git git' işareti yaptı.

Gıcık!

Bende çok meraklıydım sanki sana!

Annemin Alperen'e kötü bakışlar attığı gördüm ve bende döndüğümde bu yaptığını ona mutlaka çektirmek için kendi kendime söz verdim.

Vedalaşma faslının büyük bir kısmı bitince Yiğit abim sürücü koltuğuna geçerken babamda yolcu koltuğuna geçmişti. Annemlerin duaları eşliğinde arka koltuğa yerleştim. Araba hareket etti sonra. O kadar direnmeme rağmen dayanamayıp oturduğum yerde arkamı döndüm. Yaşlı gözlerimle tekrar el salladım. Hicran yengemin arkamızdan su döktüğüne şahitlik ederken son kez Kayhan Konağı ile ahalisine baktım.

********

Yolculuk oldukça sessiz geçmişti. Bunu garipsemedim çünkü İstanbul’a her dönüşümde de böyle oluyordu. Hava alanına vardığımızda Yiğit abim valizimi bagajdan alıp girişe doğru önden ilerledi. Bende babamın koluna girdim ve hava alanına giriş yaptık. Ayarladığımız kalkışa yarım saat kalmıştı.

İlk defa uzun bir yolculuk yapacağım için babamın içi rahat etmemiş ve özel bir uçak ayarlamıştı benim için. Çakır dedemin yakın dostu Musa amcanın oğlu Rıfat amcanın iki oğlu da pilottu. Onların uçağı ile yolculuk yapacaktım. Muhtemelen bu meseleyi de dedem konuşup halletmişti.

Bizi ilk fark eden Tarık abi olmuştu. Onların olduğu bölmeye ilerledik. Rıfat amcanın üç çocuğu vardı. En büyükleri Başak ablaydı. Onu ismen tanıyordum, hiç yüzü yüze görüşme şansımız olmamıştı. Evli, üç çocuğu olduğunu ve Ankara’da yaşadığını biliyordum. Ortancaları Ümit abi de evliydi ve onun da üç çocuğu vardı. Denizli de oturuyorlardı ama sık sık seyahat yaptığı için Adana’ya geldiğinde mutlaka yanımıza uğramadan gitmezdi.

Tarık abi ise en küçükleriydi. Dört sene önce eşi Gülşen ablayı ve oğlunu toprağa vermişti. O sene Adana da değildim. Detaylarını öğrenmeye de gönlüm kaldırmadığı için sadece araba kazası olduğunu biliyordum. Birkaç defa bize gelmişlikleri vardı. Az çok tanırdım Gülşen ablayı. İsminin hakkını veren güzel bir kadındı. Bir kızları ve bir oğulları vardı. Sanem ve Hakan. Kaza anında onlarda yanındaymış. Sanem kurtulmuştu ama Gülşen abla ve Hakan’ı kaybetmiştik. Sonrasında hiç evlenmemiş ve kızını büyütmeye adamıştı kendini.

O, yüce gönüllü bir eş ve babaydı gerçekten. Onu her gördüğümde bu aklıma gelir ve ağlayasım gelirdi. Şimdi de öyle olduğu için bakışlarımı onda çok tutmamaya çalıştım.

Önce babamla ardından bizle tokalaştıktan sonra ayak üstü sohbet etmeye başladılar. Genelde Ümit abi ve Yiğit abim konuşuyordu. Babam o kadar keyifsiz ve huzursuz görünüyordu ki Ümit abi bunu anlamış sohbetlerini kısa kesmek zorunda kalmıştı. Ardından bir diğer sessiz duran kişi olan Tarık abi valizlerimi alıp kontrol noktasına götürdü. Anlaşılan gitme vakti de gelmişti. İşte benim için en zor kısma geliyorduk.

Babamla vedalaşmak...

Onlardan her ayrılışımda zorluk yaşasak da alışıyor olduğumuz bir şeydi. İlkokul öğretmenim olan Nisa öğretmenim haklıydı.

Alışmak sevmekten daha zordu.

O zaman küçüktüm ama şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyordum.

İlk önce Yiğit abime sıkıca doladım kollarımı. Onun da elleri belimi sararken saçlarımı okşadı usulca ve derin bir nefes aldı.

Gözyaşlarım usul usul yüzümdeki yerini alıp gömleğini nemlendirdiğinde gözlerimi o ıslaklıktan çekip yumdum ve dudaklarımı araladım. "Seni seviyorum abim"

Hayatınızdaki her saniyenizin kıymetini bilin çünkü kimse için bundan üç saniyesinden sonrasının bile garantisi yoktu. Mesela şu an onlara son kez sarılıyor olabilirdim. Bu düşünce çok acı verici olsa da sonradan yapamadıklarımızın pişmanlığı emin olun daha acı verici olacaktır.

Yiğit abim kollarını sıkılaştırarak kafasını kulağıma doğru eğerek "Kendine iyi bak gülüm" diye fısıldadı.

Gülüm...

O kelime öyle değerliydi ki benim için... Sadece o söylediğinde anlam kazanıyor, kalbim pamuk gibi yumoş yumoş oluyordu.

O kelimeyi bu sefer bana olan sevgisinin karşılığını dillendirmek için kullandığını da anlamıştım. Yiğit abim böyleydi; sevgisini kolay kolay dile getiremezdi ama gerektiğinde böyle hissettirmeye çalışırdı. Bu konuda onu hep babama benzetiyordum.

Gözyaşlarım içerisinde gülümsemeye çalıştım ve ondan ayrıldım. Ardından derin bir nefes alarak topuğumun üzerinde babama doğru döndüm.

Çukurova’daki, neredeyse, herkes 'Ağa' adı altında onu sert ve soğuk bir adam olarak tanıyordu. Benim içinse o, dünyanın en merhametli yüreğine sahip adamdı. O benim kahramanımdı. Ne olursa olsun her daim sırtımı yaslayabileceğim bir dağdı. Aramızdaki mesafeyi kapattım hemen ve gözyaşlarımı kontrol edemeyerek kollarımı boynuna doladım. Ellerini yavaşça sırtıma koyup sıvazladı. Sevdiğim esans kokusu burnuma dolduğunda burnumu çektim. Bu hissi hiçbir şeye değişmezdim.

Beni hafifçe kendinden uzaklaştırdığında büyük ellerini yüzüme yerleştirip usulca gözyaşlarımı sildi. Ardından eğilip dudaklarını alnıma bastırdığında içim titredi. "Seni önce Allah'a sonra Ümit ve Tarık’a emanet ediyorum iki gözüm. Üzme kendini" sesi durgundu ama ben gözlerinden benim kadar üzgün olduğunu görebiliyordum. Bakışları arkamda kalan Ümit abiye kayıp tekrar bana döndüğünde gülümsemeye çalıştım. Yüzümdeki ellerini tuttum ve ellerinden öptüm bende. Kendimi bırakırsam sonuçlar hiç iyi olmayacaktı. Burnumu çekip tekrar sarıldım ona.

Zar zor ondan ayrıldıktan sonra Ümit abinin peşinden ilerlemeye başladım. Kontrol yerinden geçerken gözlerim sürekli onların olduğu yere kayıp durdu. Bütün işlemler hallolunca uçağın olduğu pistin kapısına geldik. Son kez döndüm arkamı ve ikisine doğru öpücük atarak el salladım. Yiğit abim bu halime gülerken babam buruk bir tebessüm etmekle yetindi.

Uçağa bindiğimde haliyle tek yolculuk yapacağım için kimse yoktu. Uçakta küçük olduğu için sadece dörtlü olacak şekilde iki tarafta da koltuklar vardı. Sol taraftaki dörtlülere geçip cam kenarına yerleştim. Çantamı çıkarıp yan tarafımdaki koltuğa koydum. Ardından kemerimi bağladım.

“İyi uçuşlar Ezgi Hanım” Ümit abi o tok sesiyle konuşup önümde hafifçe eğildi. Doğrulduğunda gözyaşlarımla ıslanmış yüzüme bakıp buruk bir tebessüm etti. Rıfat amcanın genç hali gibiydi. Siyah saçlar ve aynı renk iri gözler.

Bende tebessüm etmeye çalıştım. Şapkasını başına geçirirken arkamda kalan pilot kabinine ilerledi. Hala akmakta olan gözyaşlarımı sildiğim sırada Tarık abi karşımdaki koltuğa oturdu. Kemerini bağlamaya başladığında şaşkın bakışlarımı fark edip gülümsedi içten bir şekilde. Oturuşunu dikleştirip bana baktı tamamen. Otuzlarının ortasında bir adam olmasına rağmen bana göre yaşını hiç göstermiyordu. Aklar dahi düşmemiş siyah saçları her zaman jöleyle yana yatırılmış olurdu. Annesi Oya teyzeden aldığı açık kahve rengindeki gözlerini yüzümde gezdirdi.

"Bugün hava güzel. Abim bana gerek olmadığını söyledi. Bende yalnız kalma diye sana eşlik edeyim dedim."

Konuşacak pek mecalim olmadığını hissettiğimden bu düşünceli jestine gülümsemeyerek karşılık verebildim. Gergin bir şekilde kucağımdaki ellerimle oynamaya başladım. Aramızdaki sessizlik sürerken etrafımızı saran hüzün havasının onun da farkında olduğunu gördüm.

"Bu vedalar asıl ayrılıkların yanında ne ki Ezgicim? Daha zor ayrılıklar da vardır hayatta. Allah kimseye yaşatmasın"

Beni teselli etmeye yönelik söylediği sözlerle kalbim sızladı. Aklıma Gülşen abla gelirken gözlerimin tekrar dolduğunu hissettim. Bakışlarımı kaçırdım hemen.

Canından çok sevdiğin bir insanı ve ondan bir parçayı kaybetmek; En zor ayrılıktı belki de...

Gözlerini üzerimde hissediyordum ancak yüzüne bakmaya cesaretim yoktu o anda. Göreceklerimden korktum. Yutkunurken burnumu çektim ve ellerimle oynamaya devam ederken dudaklarımı araladım zar zor “Âmin”

9 saat sonra...

Uzun bir yolculuğun ardından "Ölmeden önce yapılacak" listemdeki bir ülke gez maddesini gerçekleştirmek üzere seçtiğim ülkenin başkentindeydim.

Tayland...

Yolculuğun geri kalanında Tarık abi ile yine birkaç defa konuşmuştuk onlar da havadan sudandı. Zaten inişe birkaç saat kala Ümit abinin yanına gitmiş ve beni yalnız bırakmıştı. Uçaktan indikten sonra Tarık abi valizimi almış hava alanının çıkışına kadar bana eşlik edeceğini söylemişti. Şimdi ardı sıra onu takip ediyordum. Yarısı turist yarısı çekik gözlü insanların arasından sıyrılıp çıkışa ilerledik. Terlediğimi hissettim. İçerisi mi sıcaktı yoksa hava mı sıcaktı anlayamamıştım.

Hava alanından çıktığımızda derin bir nefes aldım. Tarık abi bana bir taksi ayarlarken bende bizimkilere indiğimi haber verdim. Tarık abinin beyaz renkte taksi aracı olduğunu fark ettiğim bir aracı el hareketiyle önümüze getirttiğini gördüm. Vakit kaybetmeden valizimi bagaja yerleştirdi. Bende bu sırada üzerimdeki kabanı çıkardım. Burada hava Adana’dan da sıcaktı.

Tarık abi tekrar yanıma geldiğinde “Her şey için teşekkür ederim Tarık abi” dedim tebessüm ederek.

Elini omzuma koyarken hafifçe sıktı. Onun da yüzünde içten bir tebessüm oluşmuştu. “Ne demek Ezgicim. Geri dönüş için haberleşiriz yine. İyi tatiller sana”

Gülümsemem büyürken kafamı salladım hafifçe “Allah’a emanet olun”

“Sende”

Geriye bir adım atıp ardından sırtımı döndüm ve taksiye bindim. Şoför benim yabancı olduğumu fark etmiş ve direkt İngilizce konuşmuştu. Orta yaşlardaydı ve oldukça güler yüzlü birine benziyordu. Ona ayarladığım otelin ismini verdim. Sağımda kalan camdan baktığımda Tarık abinin hala orada olduğunu gördüm. Benim gitmemi bekliyordu. Araba hareket ettiğinde hafifçe tebessüm ettiğini gördüm ve bende artık zor da olsa tebessüm etmeye çalıştım.

Artık tamamen yalnızdım. Gerilmiştim. Sağ elimle sol kolumu okşadım. Yapabilirdim, biliyorum. Derin bir nefes alıp verdim. Elim bu sefer boynumdaki fulara giderken yalnız olduğum düşüncesini aklıma getirmemeye çalıştım.

“Nereden geliyorsunuz efendim?” Şoför beyin sesiyle bakışlarım ona döndü. Dikiz aynasından bana kısa bir bakış attı. Üniversite de ek olarak yabancı dil kursuna yazılmış ve başta İngilizce öğrenmiştim. Hepsi bu günler içindi ve verdiğim en doğru kararlardan biri olduğunun tekrar farkına varıyordum.

“Türkiye’den geliyorum. Türküm” dedim, omuzlarım dik ve sesim gururluydu. Şu an bana iyi gelecek en önemli şeylerden biri biriyle konuşmaktı şüphesiz.

Adamın dudaklarındaki gülümseme büyürken “Hoş geldiniz. Tatile mi geldiniz?” diye sordu.

Açık kahverengi gözleri arada dikiz aynasından benimle göz teması kuruyordu. Siyah saçları kısacıktı. Esmer teninde gözlerinin rengi boncuk gibi parlıyordu. Onu başımla onaylarken aynı zamanda “Evet öyle” dedim.

Yüzü buna memnun olmuş bir ifadeye bürünürken mutlaka gidip görmem gereken yerlerden bahsetmişti yol boyu. Onu ilgiyle dinlemiş ve söylediği yerleri telefonuma not almıştım. Kalacağım otelin önüne geldiğimizde o da arabadan benimle indi. Boyunun benden kısa olduğunu fark ettim. Üzerinde düz, kısa kollu, beyaz bir gömlek altında siyah kumaş bir pantolon vardı. Arabanın arkasına ilerledi ve bagajdan valizimi indirdi.

“Her şey için teşekkür ederim” dedim gülümseyerek.

Bana içten bir gülümseme daha gönderirken başını eğdi hafifçe “Ne demek Ezgi Hanım, size iyi tatiller. Umarım buradan memnun kalırsınız” dedi.

Başımı eğdim bende aynı şekilde ve valizimin sapından tutup sırtımı ona dönerek otelin giriş kapısına yöneldim. Burası Bankok’un sevilen otellerinden biriydi. Fotoğraflardan daha büyük duruyordu. Adımlarım sakindi ama kalbim hızlı çarpmaya midem bulanmaya başlamıştı. Ayrıca çok yorgun hissediyordum. Kendimi hemen yatağa atma isteğiyle dolup taşınca adımlarımı hızlandırıp döner kapıdan içeri girdim. Sabah saatleri olduğu için sanırım giriş kat oldukça sessiz ve sakindi.

Uzun, çelimsiz olan ve üzerindeki kıyafetlerle burada çalıştığını düşündüğüm bir adam yanıma gelip beni karşılarken elimdeki valizi aldı. Nezaketine tebessüm ederken odaya çıktıktan sonra ona bahşiş vermeyi aklımın bir köşesine not ettim. Danışmaya ilerledik ve orada kayıt işlemlerimi hallettim. Tahmin ettiğimden uzun sürdü bu durum. Odamın anahtarını aldığım sırada başka bir kadın çalışan daha belirdi yanımızda. Adamın aksine dudaklarında tatlı bir tebessüm vardı.

“Size odanıza kadar ben eşlik edeceğim efendim” dedi, İngilizce aksanının ne kadar güzel olduğunu düşündüm. Benden kısa ve zayıftı. Omuzlarına gelen kısa, kahverengi saçları ve çok tatlı küçük bir yüzü vardı. Çok samimi bir elektrik almıştım kendisinden.

Ben bu kızla kesin arkadaş olurdum valla.

Düşüncemle birlikte dudaklarımdaki gülümseme genişlerken kıza elimi uzattım “Teşekkür ederim ve memnun oldum” bakışlarım yaka kartına kaydığında “Taliw” diyerek ismini söyledim.

İnce dudakları daha çok kıvrılırken elimi tutup bana karşılık verdi “Bende memnun oldum efendim”

Efendim demesinden hoşlanmasam da ondan anında benimle samimi olmasını bekleyemezdim tabii ki. Eminim birbirimizi tanıma fırsatı bulursak o da olacaktı.

Ellerimiz ayrıldığında asansörlere doğru ilerledik. Diğer çalışan adam önden valizimi götürüyordu. Heyecanım ve gerginliğim yerinde sayarken asansöre bindik. Taliw üçüncü katın tuşuna bastı. Asansörde bizden başka da kimse yoktu zaten. Elimdeki oda anahtarına baktığımda 79 numara olduğunu gördüm. O sırada ise aklımdan geçen ve tek düşünmek istediğim şey üzerimdeki yorgunluğu atar atmaz burada gezmek istediğim yerlerdi.

 

********

Hava kapalıydı. Yağmur yağacakmış gibi duruyordu hatta. Uzun ve sık ağaçlarla çevrili bir yolda ilerliyordum. Daha doğrusu koşuyordum. Sahi neden koşuyordum ben?

“İki gözüm!” Babamın feryat eder gibi çıkan sesi yolun ilerisinden geliyor gibiydi.

Tökezlediğimde düşecek gibi oldum ama toparlanıp hızımı arttırdım. Her bir adımımda kalp atışlarımın da arttığını hissediyordum. “Baba!”

Kimseyi göremedim. Yolun sonu karanlığa çıkıyordu ama ben karanlıktan çok korkardım. Babama seslendim bir kez daha ancak ondan başka bir yanıt gelmedi. “Baba neredesin?”

Karanlıktan kaçmak isteyerek ağaçların arasına daldım. Çalılıkların arasında koşmaya devam ederken bacaklarıma dikenlerin battığını hissettim. Bu beni durdurmadı. “Baba!”

Ona bir şey mi olmuştu? Neden artık seslenmiyordu bana?

Ayağım boşluğa geldiğinde dengemi kaybettim ve öne doğru savruldum. Bedenimin yuvarlandığını hissettim. Gözlerimi korkuyla araladığımda derin bir çukurun içinde olduğumu gördüm. Nefesim kesilir gibi oldu. Elim yerinden çıkacakmış gibi attan kalbimin üzerine giderken bakışlarımı gökyüzündeki kara bulutlara çevirdim.

Ben buradan nasıl çıkacaktım? Babam neredeydi?

“Baba” sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Sol gözümden akan yaş çeneme doğru yol aldı. Ardından diğerleri usulca onu takip etti. Hıçkırdım. Ardından ellerimden destek alarak ayağa kalktım. Çukur boyumdan da derindi. Kendi başıma çıkmam mümkün gözükmüyordu ama yine de denedim. Aynı zamanda babama seslenmeye devam ettim. Ayaklarımı gömülü taşlara basarak tırmanmayı denedim ama her seferinde yere geri düştüm. Yedinci denememden sonra düştüğüm yerden kalkamadım. Omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladım.

Çaresizce bekledim. Birinin beni kurtarmaya gelmesini bekledim.

Kimse gelmedi.

Kalbim umutsuzlukla acırken dilimden dökülen yine oydu “Baba”

“Baba!” irkilerek yerimden hızla doğruldum. Bakışlarım etrafa gezindi hemen. Oteldeki odamdaydım. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Ter içinde kalmıştım. “Sadece kabustu. Sakin ol” diyerek kendimi yatıştırmaya çalıştım.

Elimi alnıma attım ve terimi sildim. Her şey o kadar gerçekçiydi ki yüreğimdeki o korku hala üzerimdeydi. Gördüklerimin etkisinden çıkmaya çalışırken derin nefesler alıp verdim. Kalp atışlarım düzene girince bacaklarımı yataktan sarkıttım ve şifonyerin üzerindeki telefonumu elime aldım.

Babamın sesini duymaya ihtiyacım vardı.

Saate baktığımda yedi olduğunu gördüm. Bugün pazardı, muhtemelen sabah namazından sonra geri uyumuş olmalıydı ama sesine olan ihtiyacım her şeyden ağır basıyordu şu an. Bu yüzden onu uyandırmayı göze alarak numarasını tuşladım.

“Kızım?” diyerek açtı telefonu. Sesini duyduğum an kasılan kaslarım gevşedi.

Sesli bir nefes bıraktım. “Kusura bakma baba uyandırdım seni”

Onun da derin bir nefes bıraktığını duyarken “Uyanıktım zaten kızım. Hayırdır sen neden aramıştın, bir şey mi oldu?” dedi. Uyanık olmasına şaşırmıştım.

“Bir şey olmadı. Öylesine aramak istedim. Sen niye ayaktasın bu saatte?”

“Namazdan sonra uyku tutmadı bende hava almak için çardağa indiydim” sesinde gergin bir ton vardı. Uykuya dalamamak huysuzlaştırmıştı sanırım onu.

Gülümsedim. “Kabul et baba, beni göreceğinin heyecanından bunlar”

Evet, bugün öğlen uçağım vardı. Tatilim bitmiş, geri dönüyordum.

“Ya ne demezsin? Tüm konak heyecanlı hatta, seni bekliyoruz” dedi, sert sesindeki alay tınısı çok tezat duruyordu. Kıkırdadım. Bu şekilde konuşmak rahatlamamı da sağlamıştı.

Abimlerde genelde pazar günleri işe gitmezlerdi. Muhtemelen şu an herkes evdeydi. Biraz daha havadan sudan konuştuktan sonra aramayı sonlandırdık. Birkaç saniye boş boş bakışlarımı odada gezdirdikten sonra yataktan çıktım. Solumda kalan boydan pencerelere yaklaşıp panjurlarını kaldırdım ve odaya gün ışığının girmesine izin verdim. Son bir yer vardı gitmek istediğim bu yüzden hızlıca üzerimi giyinip aynı hızla kahvaltı etmem gerekiyordu.

Kısa tatilim hiç de fena geçmemişti. Açıkçası Tayland'a gelmeden önce burası hakkında pek bir araştırma da yapmamıştım. Uzaktan; ülkelerin kültürü, tarihi ve geleneklerini öğrenmek hiç zevkli olmuyordu. Ben orayı keşfederken bunları öğrenmek istiyordum. Bu yüzden ilgimi çekmeyen ülkeler hakkında da dışarıdan duyduklarım dışında pek bir şey bilmiyordum.

Bu kısa sürede tahmin ettiğimden daha çok yer gezmiştim. Sayısız müze ve tapınak vardı burada. Ben Bongkok’dakileri anca gezmiştim. Asıl beni en çok büyüleyen yer kesinlikle okyanustaki canlıları görebildiğimiz Sea Life ismindeki yerdi. Başınızın üzerinden dahi canlılar geçiyordu, adeta okyanusun içinde gibiydiniz.

Tabii benim Tayland'ı sırf o muhteşem manzaralı plajları için merak ettiğimi söylesem ne diyebilirsiniz ki? Yüzmeyi çok seviyordum ancak hayatta aç kalacağımı bilsem gelmezdim.

Evet, annem haklıymış demeyi hiç istemezdim ama annem haklıymış.

Normalde bende yemek denince akan sular dururdu ve yeni tatlar keşfetmeye bayılırdım fakat Tayland'ın deniz mahsulü ağırlıklı bir yemek menüleri vardı. Ne eti olduğunu bilmediğim tuhaf görünümlü yiyecekler görmüştüm ve bazıları midemi bile bulandırmıştı.

Allahtan annemlerin hazırlayıp koyduğu sarmalar ve böreklerle birkaç gün geçinebilmiştim.

CANIM ÜLKEM ve CANIM TÜRK YEMEKELERİ!

Tabii tadını beğendiğim yemekler de olmuştu şimdi haklarını yememek lazım. Ben zaten tatlı manyağı olduğumdan özellikle tatlılarından denemeye çalışmıştım.

En çok Khanom Chan 'ı sevmiştim mesela. Rengarenk küçük gül şeklindeler ve gördüğümde kokulu banyo sabunlarına benzetmiştim. Oradan yapan kadının anlattığına göre Hindistan cevizi sütü ve pandan aromasıyla yapılıyormuş.

Bir de Tako tatlıları var. Üsü ağacı yapraklarıyla sunumu hazırlanıyor. Bir çeşit puding gibi ve Taylandlılar bu tatlının sunumunda yaratıcılıklarını konuşturuyorlar gerçekten. Hem gözün hem de miden doyuyordu, o hesap işte.

Kahvaltı anlayışları bizimki gibi değildi. Öğlen ve akşam ne yiyorsan onu sabah da yiyorlardı. Genellikle pirinç lapasına benzeyen Chok adında bir yiyecek, erişte çorbaları ya da pirinç çorbası tüketiliyordu. Adamlarda pirinç çok olunca yemeklerine de yansımıştı gerçekten. Lapanın tadı güzeldi ama bana göre kahvaltı için uygun değildi. Pirinç çorbasının tavukla yapılanından içmiştim, güzeldi. Ayrıca karidesle de yapılıyordu. Ha bir de omletleri vardı. Acı bir sosla ve salatalıkla servis ediliyordu. O da beğendiğim nadir yiyeceklerinden biriydi.

Banyoya girip yüzümü yıkadım ve dişlerimi fırçaladım. Ardından tekrar odaya döndüm. Valizimi akşamdan hazırlamıştım. Giymek için tekli koltuğun üzerine koyduğum kıyafetlerimi elime aldım. Palazzo mavi kotumu ve yeşil gömleğimi giydim. Beyaz spor ayakkabılarımı giyeceğim için çoraplarımı da ayağıma geçirirken saçlarım önüme geldiğinden bu biraz uzun sürmüştü. Doğrulur doğrulmaz elime tarağımı aldım ve saçlarımı düzene soktum. Ardından tek örgü şekilde ördüm. En son kaküllerime de şekil verdikten sonra yeşil fularımı başıma bağladım. Güneş kremimi sürüp yüzüme hafif bir makyaj yaptım. Gül rengindeki rujumu da sürdükten sonra geri çekilip boy aynasında kendimi bir süzdüm.

Harika görünüyordum.

Güne kötü bir başlangıç yapmama rağmen bunu unutup aynadaki yansımama kocaman gülümsedim.

Kül rengindeki trençkotumu elime alırken telefonumu ve güneş kremimi yeşil renkteki deri çantama koyup onu da diğer omzuma astım. Nihayet odadan çıkabildiğimde asansöre binip birinci kata indim. Saat erken olduğundan etrafta çok kişi yoktu. Asansörden indikten sonra restoran bölümüne ilerledim ve cam kenarında boş olan masalardan birine geçtim hemen. Karnımı doyurduktan sonra telefonumu çantamdan çıkardım ve Taliw’i aradım.

“Ayarlayabildin mi?” diye sordum heyecanla.

Sesli bir soluk bırakırken “Ayarladım, geliyorum. Sen restoranda mısın?” dedi ince ve tatlı sesiyle.

“Evet” dedim etrafıma göz atarken. “Taliw sen emin misin bu işten? Benim yüzümden işinden olmanı istemem”

“Sen dert etme bunu, ilk defa yaptığım bir şey değil. Sorun çıkmayacak” dedi güven veren bir edayla.

Söylediğim gibi Taliw ile arkadaş olmuştuk. Sıcakkanlı bir yapım vardı, insanlarla genelde kolay kaynaşırdım. O da kibar ve hoşsohbet biriydi. Bu yüzden arkadaş olmamız zor olmamıştı. Tatilim boyunca işi olmadığı zamanlarda yanımda olmaya çalışmış ve yalnız hissetmememi sağlamıştı. Gezerken onunla keyifli vakit geçirmiştim gerçekten. Bugün de gitmeden önce Lumpini Park denilen yeri görmek istemiştim ve Taliw de bana eşlik etmek istemişti. Bu yüzden yakın arkadaşından onu birkaç saatliğine idare etmesini isteyecekti. Ben böyle bir şeyi istemesem de o arada yaptığı bir şey olduğunu söyleyerek benim itirazlarımı göz ardı etmişti.

Sonuç olarak o parka birlikte gidecektik. Heyecanlı olmadığımı söylesem yalan olurdu. Normal kıyafetleri içinde onu restoranın çıkışında gördüğümde elimi kaldırdım onun da beni görmesi için. O da beni gördüğünde dudaklarımızda geniş bir gülümseme oluştu. Sandalyemin arkasına astığım trençkotumu alıp giydim ve telefonumla çantamı alıp bende ona doğru ilerlemeye başladım.

Birlikte otelden çıktık ve bir taksi çevirdik. Yol kırk dakika kadar sürmüştü. Taksiden indikten sonra Taliw’in yönlendirmesi eşliğinde parkın içini gezmeye başladık. Hava esiyordu ama çok soğuk değildi. Ortada çok büyük olmayan bir göl vardı. Etrafı yeşilliklerle kaplıydı. Abartılacak çok bir yanı yoktu belki ama böyle yerler bana huzur verdiği için gelip görmek istemiştim.

İskelenin kenarında kuğu şeklinde olan kanolar gördüm ve Taliw’in kolundan adeta çekiştirerek oraya götürdüm. Görevli adama turunun ücretini ödeyip Taliw ile kanolara ilerledik. Sarı ve beyaz renkte olanlar vardı ama biz beyaz olanlarından birine bindik. Taliw daha önce bindiğinden nasıl ilerleyeceğimizi biliyordu. Bu yüzden ben sadece pedal çevirdim, ortamızda kalan ve direksiyon görevi gören çubuğun kontrolünü ona bıraktım. Yorulduğumuzda dinlenmek için duruyor ve manzaranın tadını çıkarıyorduk. Bu muhteşem bir şeydi.

Göl gezintimizden sonra parktan çıkıp yakınlardaki bir kafeden kendimize birer kahve alıp tekrar göl kenarına oturduk. Kahvelerimizi yudumlarken sohbet etmeye başladık. Onunla konuşmayı seviyordum. Ve onu ne kadar özleyeceğimi hatırlattı bu bana tekrar.

Otele geri döndüğümüzde uçağımın kalkmasına bir buçuk saat kalmıştı. Hava limanına yol en fazla bir saat sürüyordu. Eşyalarım zaten toplanmıştı. Bu yüzden acele etmedim. Taliw benim yerime çalışanlardan birine valizlerimi indirmesini rica etti.

Bu sırada telefonum çalmaya başladı. Arayana baktığımda Alperen olduğunu gördüm ve sessize aldım. Geldiğim günden beri bir rahat bırakmamıştı ya! Özellikle şu iki gündür arayıp sinir etmekten başka hiçbir şey yapmıyordu. En iyisi telefonlarını açmamaktı ve öyle de yapıyordum.

Taksici genç adam valizimi arabaya yerleştirirken bende Taliw’e doğru döndüm. Dudaklarındaki buruk tebessüm ve hüzünlü gözlerle bana bakıyordu. Veda vakti gelmişti.

Aramızdaki mesafeyi kapatıp ona sarıldığımda o da kollarını belime doladı. “Her şey için teşekkür ederim.”

Onunla çok güzel şeyler paylaşmış ve sayısız anı biriktirmiştim. Birbirimizden ayrılıp saçlarıyla aynı renkte olan kahverengi çekik gözleriyle gözlerime içtenlikle bakarken onun içinde öyle olduğunu gördüm.

“Ne demek Alya”

Alya Tayland’daki bendim. Taliw baştan beri ismimi söyleyememişti ve bu yüzden efendim deyip duruyordu. Bu da benim sinirimi bozmaya başlamıştı. İsmimi doğru söyleyememesi benim için mühim değildi ama o bunu dert etmişti. En sonunda bende kendisinin bana bir isim vermesini istemiştim. O da bana Alya demeye başlamıştı.

Sonra öğrenmiştim ki Alya onun kız kardeşinin ismiymiş. Başta öldüğünü düşünmeme sebep olmuştu bu ama yaşıyordu. Sadece uzakta okuyordu ve bu yüzden sık görüşemiyorlardı. Ona olan özleminden beni onun yerine koymuştu.

Ailesi evvelden beri bir köyde çiftlik işleriyle geçimini sağlıyormuş ama zaman geçtikçe kızlarına yetememeye başlamışlar. Yaşlandıkları için başka bir işe de uyum sağlayamıyorlarmış. Bunun üzerine annesi hastalanmış bir de. Bacaklarında kireçlenme varmış. Babası tek kalınca iyice yıpranmaya başlamış.

Kız kardeşi Alya da oldukça zekiymiş. Tıp öğrencisiymiş. Taliw ise hem ailesine bakmak için hem de kız kardeşini okutmak için okulunu yarım bırakmış. Üç senedir burada çalışıyormuş. Bu otel çok sevilen bilindik bir yer olduğundan müşterisi çoktu haliyle maaşı da yüksekmiş. Aldığı paranın bir kısmını ailesine bir kısmını kardeşine gönderirken geri kalan bir kısmını kendine ayırıyor diğer kalan kısmı ise biriktiriyormuş. Kardeşi mesleğini eline aldığında kendisi de okulunu bitirmek istiyormuş çünkü. En büyük hayali başarılı bir mimar olmakmış.

Bu kadar hesap yapması ve ailesi bir yana kardeşinin geleceğine kendisinden önce önem vermesi yüreğime dokunmuştu. O, tanıdığım en güçlü kadınlardan biriydi gerçekten. Umuyorum ki bu çabasının mükafatını bir gün mutlaka alacaktı.

Elleri ona aldığım ve saçlarına bağladığı fularına değdi. Benim de bakışlarım ona döndü. Beyaz üzerinde mavi dalgalar vardı. “Ayrıca bende hediyen için tekrardan teşekkür ederim” dedi dudaklarındaki tebessüm daha çok büyürken.

Bazen benimle konuşurken gözleri saçlarımdaki fularıma kayıp duruyordu. Bir gün bana yakalandığını fark etmiş ve utanmıştı. Sana çok yakışıyorlar ve çok güzelsin demişti hemen ardından. Bende zaten ona hediye almak ve benden bir hatıra bırakmak istiyordum. Bunun üzerine ona bu fuları almıştım. Ona da çok yakışmıştı gerçekten. O da aynısından bana almıştı o gün. Benimki çantamdaydı.

Teşekkürünü kabul edip bende aynı şekilde baktım ve başımı eğdim hafifçe. “Ne olursa olsun bana yazmayı unutma sakın”

“Unutmam. Sende öyle”

Gülümsedim. Ardından taksiyi daha fazla bekletmeyip ona el salladım. O da bana el sallarken araca bindim. Şoföre hava alanına gitmek istediğimi söyledim. Beni başıyla onaylayıp arabayı hareket ettirdi ve otelin önünden ayrıldık.

Taksiden indikten sonra taksici adamın yardımıyla valizlerimi bagajdan indirdim. Sabahki havaya nazaran gökyüzü bulutlanmıştı. Yağmur yağacak gibiydi. Hava limanına girdiğimde çevremdeki gürültüye inat valizlerimin tekerleklerinin zeminde çıkardığı sese odaklanmıştım. İçim kıpır kıpırdı. Bu özlemimden kaynaklanan bir heyecandı biliyordum.

Uçağımın kalkmasına henüz vardı. Taksideyken Tarık abi aramış geldiğinde haber vereceğini söylemişti. Boş yerlerden birine oturdum ve iki valizimi de bacaklarımın yanına yerleştirdim. O sırada telefonumun zil sesini işittim. Yanımdaki sandalyeye koyduğum çantamın içinden telefonumu bulup arayana kısa bir göz attım ve çağrıyı yanıtladım.

"Yine ne oldu Alperen?!"

"Cık cık görüyor musun baba kızını, nasıl açıyor abisinin telefonlarını?"

Kaşlarım çatıldı hemen. Böyle konuştuğuna göre arama hoparlörde olmalıydı.

"Ya neden acaba? Sabahtan beri arayıp rahatsız eden sen değil misin? Anladık, çok özledin sevgili kardeşini de bu kadar sık boğaz da edilmez canım!" dedim bende ona karşı oynayarak.

"Ben ve seni özlemek mi? Üstüme iyilik sağlık. Eminim kendinde şu söylediğine inanmıyorsun şu an?"

"Baba bir şey de şu oğluna ya!" diyerek sesimi bilerek ağlamaklı çıkardım.

İstediğim ikazı babam "Alperen" diyerek yaptığında sırıtmadan edemedim.

"Aman hemen koru kızını. Hayır, biz üvey evlat mıyız anlamıyorum ki?!" diye çıkıştı Alperen de. Bu sitemine gülerken ses çıkarmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"La havle ikisi de birbirinden çocuk! Ver şu telefonu, de git yamacımdan sonra"

"Tamam, babacığım. Öyle olsun babacığım" diyen Alperen'in tripli sesini duydum. Sırıtmam büyüdü. Bir hışırtı oluştuğunda telefonu babamın eline verdiğini anladım sonra.

"İki gözüm sen bari uyma ha bu deli oğlana, hayır hiç mi adam gibi anlaşamazsınız siz de yahu?" diye konuştu babam, sesi şimdi daha net geliyordu.

İki gözüm deyince içim bir hoş olmuştu yine. Çok özledim. Çok.

"Sen vardın mı hava alanına?" diyerek devam etti benim bir şey söylememe kalmadan.

Kabanımın düğmeleriyle oynamaya başladım. "Geldim babacım. Tarık abiyi bekliyorum"

"Bende yeni konuştum Ümit ile. Uçağın kontrolleri uzun sürmüş, o yüzden gecikeceklermiş biraz" dedi, sesi sabırsız geliyordu. Aynı zamanda her zamanki gerginliğinin daha yoğun olduğunu hissettim.

Kontrollerin uzamasını kafasına takmış olamazdı değil mi?

“Annem mi evhama soktu seni ne bu haller?” dedim şakadan hesap sorar gibi. Ancak ondan herhangi bir yanıt gelmedi. Kaşlarım çatıldı hafifçe. “Baba” diye seslendim.

İçimdeki sıkıntı kendini belli etti yine. Aklıma gördüğüm kâbus geldi. Ensemdeki tüyler dikelirken yerimde titrer gibi oldum.

Rüyamdakinin aksine “Buradayım” dedi. Sesini duymamla ne zaman tuttuğumu fark etmediğim nefesimi bıraktım. “Alperen ile seni almaya hava alanına geleceğiz, uçaktan inince haber ver”

Kaşlarım daha çok çatılırken “Buna gerek yok baba. Direkt eve geleceğim zaten” diye konuştum. Şaşkınlığım ses tonuma da yansımıştı.

Derin bir nefes alıp verdi. “Ben gelip alacağım, uzatma Ezgi” sesi baskındı. Benimle hiç bu ses tonuyla konuşmazdı. Ne olduğunu anlamıyordum.

“Bir sorun mu var baba? Herkes iyi mi?” Kalbim hızla göğüs kafesime çarptı bu düşünceyle.

Benden bir şey mi saklıyorlardı? Neden böyle tuhaf davranıyordu bugün?

“Herkes iyi. Ben öyle uygun gördüm ve onu yapacağım” dedi aynı şekilde.

Daha fazla üstelersem kırılacağımı hissettim “Peki”

Aramızda bir sessizlik baş gösterdiği sırada kontrol yerinin ardından bana doğru gelmekte olan Tarık abi ile göz göze geldim. Tebessüm ettiğinde bende aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım. Üzerinde pilot kıyafetleri vardı. Şapkasını sol kolunun altına almıştı.

“Tarık abi geldi baba. Sorun halledilmiş olmalı” diye konuştum sesimi canlı tutmaya çalışarak.

Sesli bir nefes bıraktığında bir iç sıkıntısı olduğuna emin oldum. Ancak bunu bize hiçbir zaman sesli dile getirmezdi. Şimdi de etmeyecekti biliyordum. En azından bana isteyerek böyle konuşmadığını anlamıştım.

“Tamam iki gözüm. Ben Ümit ile tekrar konuşacağım zaten. Bakma sen bana, dert etme bunları”

Gülümsedim. İki gözüm demesi her şey için yeterliydi. “Sende etme. Allah’ın izniyle sabaha oradayım”

Tarık abi yanıma varır varmaz valizlerime uzandı hemen "Selam söyle Hasan ağama"

"Tarık abinin selamı var baba"

"Aleykümselam, sende selam söyle"

Yüzüme düşen saç tutamımı omzumdan geriye iterken babamın selamını da Tarık abiye iletmiştim.

"Babacım uçağa bineceğim şimdi. Bindikten sonra ararım yine seni tamam mı? " Oturduğum yerden ayaklanıp önden ilerlemeye başlayan Tarık abiyi takip etmeye başladım.

Derin bir iç çektiğinde "Tamam, kızım tamam. Hadi hayırlı yolculuklar. Allah'a emanet ol" dedi.

"Sizde babam"

Aramayı sonlandırıp telefonumu çantama koydum. Tarık abi ile kontrol sisteminden geçerken konuşmadık ama birkaç kere göz göze geldik. Yüzündeki sıkıntılı ifadeyi fark etmemek mümkün değildi. Tüm işlemler bitip yanına gelince ayak üstü kısa sohbetimizde bu tuhaf ve keyifsiz hali daha çok gözüme battı.

"Bir sorun mu var? Endişeli görünüyorsun" dedim piste doğru ilerlemeye başladığımızda.

Valizimin biri onun elindeydi. Diğer eliyle uzamış olan sakallarını sıvazladı "Halledilemeyecek bir şey değil çok şükür. Uçakta küçük bir sorun var onu kontrol ediyorlar. Biraz bekleteceğiz seni"

Uçağın yanına vardığımızda binmem için bana öncelik verdi. İçime küçük bir korku düşse de hallettiklerine göre boşuna endişe etmemeye çalıştım.

Gelirken oturduğum dörtlü koltuğun yanına geldim. Önce çantamı ve trençkotumu çıkarıp yan koltuğa koydum. Ardından yerime yerleştim. Onlar gereken işlemleri yaparken bende babama uçağa bindiğimin haberini vermiştim.

Sorun halledilmiş olacak ki konuşmam bittiğinde Tarık abi ve Ümit abi gelmişlerdi. İkisi birlikte karşıma oturmuş kısa bir sohbet etmiştik.

Ümit abi ayaklandığında “Yola çıkma vakti geldi” diye konuştu gülümseyerek. Hafifçe tebessüm ederek karşılık verdim bende.

Tarık abi de onun peşinden gitmek için ayağa kalktı. "Dönüşte sana pek eşlik edemeyeceğim gibi Ezgi. Malum hava bozdu bugün." dedi mahcupça gülümseyerek. Sorun yok dercesine kafamı salladım. Keyfi yerine gelmiş gibiydi.

Yine de benim içim rahatlamamıştı. Sabahki o tuhaf huzursuzluk vardı çökmüştü yine üzerime. Zaten küçük şeyleri bile kafaya takardım. Bu düşüncede evime varmadan aklıma takılıp canımı sıkacaktı belli ki.

Birkaç saat sonra...

Kafam yaslandığım cama sertçe vurunca uyuyakaldığımı fark ettim. Acıyan kafamı ovuşturdum. Ne zamandır uyuyordum? Bir elimle uyurken karışan saçlarımı düzeltmeye çalışırken kafamı sağa çevirip camdan aşağıya baktım.

Neredeydik?

Kafamda, bin bir çeşit senaryo ile şekillenen ve rüyalarıma dahi giren o kötü düşünce dönüp duruyordu hala. Biraz olsun o ruh halinden çıkmak için telefonumu aldım ve çantamdan kulaklığımı çıkardım. Şarkılarının müptelası olduğum Buray'ın Deli Kız şarkısını açtım. Arkama iyice yaslanıp şarkının sözlerine odaklanmaya çalıştım.

Ah sen, deli kız
Ne güzel bakıyorsun

Bir süre şarkılara dalıp gitmiştim ki uçaktaki ışıkların yanıp söndüğünü fark etmemle yerimde doğruldum. Endişelenmemeye çalışarak kulaklığımı çıkarırken birden kabin kapısı sertçe açıldı ve Tarık abi görmek istemediğim yüzündeki korku ve endişe dolu ifadesiyle içeri girdi. Kalbim ağzımda ayağa kalkarken endişeyle yüzüne baktım.

"Ezgi, yerinde kal lütfen ve panik yapma." dedi güçlükle.

Hayır, Allah'ım lütfen korktuğum başıma gelmesin!

“Neler oluyor?”

Tarık abi kabinin yan taraflarında yukarıdaki birkaç düğme ile uğraşmayı bırakıp sağ kolunun tersiyle alnındaki teri sildi. Bana cevap vermeyeceğini düşündüğüm bir anda bana doğru döndü. Derin bir nefes alıp verirken sağ elini beni yatıştırmak ister gibi havaya kaldırmıştı. "Bak Ezgi, sakin olmaya çalış ve panik yapma. Anladın mı?” diye sordu hızlıca.

Öylece yüzüne bakarken kalbimin atışı kulaklarımda çınladı. Çok kötü şeyler olacaktı.

Yoksa…

“Uçakta arızalanma oldu ve... hava koşullarından dolayı kuledekilerle bağlantımız kesildi." Diye açıklamasına aynı hızla devam ettiğinde nefesimi tuttum. Bir an dengem sarsılır gibi oldu.

"Ne ya…ni ?Uçak... Düşecek mi?” Elim korkuyla atan kalbime giderken gözlerimin dolmasıyla yaşlarımı akıtmam bir oldu.

Tarık abi yanıma gelip omuzlarımdan tuttu "Ezgi, kötü şeyler düşünme. Allah'ın izniyle bulacağız bir şeyler." dedi içimi rahatlatmaya çalışarak.

Ardından bir alarm sesi duyulunca kaşlarını çatıp Ümit abinin yanına koştu. Mümkünmüş gibi korkum daha çok arttı ama yerimden bir milim kıpırdayamadım. Bacaklarımın kontrolü tamamen benden alınmış gibiydi. Midem bulandı. Gözlerimi kapatıp derin nefesler alıp vermeye başladım.

Aynı zamanda içimden dualar ediyordum. Aklıma babamların gelmesiyle gözlerimi açtım ve bacaklarıma gelen güçle hareket edip telefonuma uzandım. Babamı aradım ama telefonu kapalıydı. Hıçkırmaya başlarken buğulu gözlerimin ardından ellerimin titrediğini gördüm. Zar zor Yiğit abimi aradığımda telefonu meşguldeydi. İyice umutsuzluğa kapılırken birden bütün vücudum ile titrediğimi hissettim. Öyle ki elimdeki telefon yere düştü.

Bir dakika... Titreyen sadece ben değildim: Uçaktı!

Uçak düşüyordu!

Nefes alışverişlerim sıklaşırken dengemi sağlamaya çalışıp yerime geçmeye çalıştım. Bir yandan da Tarık abiye sesleniyordum. Zemin sola doğru evrildiğinde koltuğa ulaşamadan önünde yere düştüm. Tarık abi kabin kapısında göründüğü sırada güçlü motor sesine benzeyen bir gürültü koptu ve eş zamanlı olarak buna benim çığlıklarım eşlik etti. Ellerim ile kulaklarımı kapatıp olduğum yere sinerken bilinçsizce çığlık atmaya devam ediyordum. Tarık abi bana doğru ilerlemek istedi ancak uçağın titremesi arttı. Dengesini sağlamaya çalışarak diğer tarafta kalan koltuklardan destek aldı.

Korku dolu bakışları ile şelale misali akan gözlerim göz göze geldi. O an içimi tüm uzuvlarıma kadar öyle bir his sardı ki şayet bu duygunun ne olduğu apaçık ortadaydı: Bu ölüm korkusuydu...

 

 

BÖLÜM SONU

 

​​​​​​Mavi Çiçek, benim yayınladığım ilk kurgum. Öncelikle kalemime bir şans verdiğiniz için teşekkür ederim. Kendimi geliştirmek adına hem kalemim hem de kurgum hakkında düşünceleriniz benim için çok kıymetli. Sabırsızlıkla geri dönüşlerinizi bekliyor olacağım. Yeni bölümde görüşmek üzere.​​​ Allah'a emanet olun.

Sevgilerimle...

 

*Kitap hakkında bilgilerden haberdar olmak için Instagramdan @mavicicekserisi hesabını takibe alabilirsiniz.

 

Loading...
0%