Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Bölüm 3 | Davetsiz Misafir

@bayankimbilir

Selamlar!

Nasılsınız? Umarım hepiniz iyisinizdir.

Sizi hemen bölümle baş başa bırakıyor ve keyifli okumalar diliyorum. Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın:)

 

 

 

 

 

 

3. BÖLÜM

 

 

 

DAVETSİZ MİSAFİR

 

 

 

 

 

"Bazen ilerler bazen de yavaşlarız"🎶

 

Evin giriş kapısından girip sert ve ağır adımlarla ilerledi Barun. Telefonunun melodisi hazırlık içerisinde olan yerin uğultusunu bastırdı. Adımları yavaşlarken aramayı yanıtlayıp telefonu kulağına götürdü.

“Efendim, söylediğiniz üç adamı da arka kapıya gönderdim” aşina olduğu İngilizce aksanı kulağına nüfuz etti hemen.

Sesli bir nefes bırakırken “Tamam. Gözünüzü dört açın ve herhangi bir sorun olursa hemen haberdar edin beni” diye İngilizce karşılık verdi onun gibi. Bu uyarı onun da omuzlarını dikleştirmiş ve adımlarını sağlamlaştırmıştı.

Giriş holünü aşıp içeriye girdiğinde aramayı sonlandırdı. Etrafta çalışan insanlara kısa bir göz attı. Bakışları platformun üzerinde çiçek asan kız kardeşine takılsa da bu uzun sürmedi. Dikkatini çeken bir durum olmadığına kanaat getirince adımlarını merdivenlere yönlendirdi. Başındaki ağrı keskin bir şekilde kendini tekrar belli ettiğinde elini alnının ortasına atıp ovdu. Migren ağrısı başa belaydı.

“Buldum buldum” diyen sesle alnındaki parmakları duraksadı. Kaşları şaşkınlıkla çatılmıştı. Bu şaşkınlığı uzun zaman sonra evde birinin Türkçe konuştuğunu duymasınaydı. Üstelik yabancı bir sese aitti. Merakla sesin sahibini aradı gözleri ama bulamadı.

Yanlış mı duymuştu?

Bakışlarını önüne çekip ilerlemeye devam edeceği sırada biri ona çarptı. Eş zamanlı olarak bir tepsinin yere düşme sesi yankılandı kulaklarında. Üzerine yağan tozu hissettiğinde gözleri dengesini son anda sağlayıp karşısında duran kadına döndü. Kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı.

Bu kadın da kimdi?

Üzerinde çalışan kadınların aksine kot pantolon ve yeşil bir gömlek vardı. Bakışları saçlarındaki yeşil fularda daha uzun durduğunda içine dolan sıcaklığa anlam veremedi. Boyadan nasibini alan bir tek o değilken kadın henüz onu fark etmemişti. Hafifçe eğilip etrafında dönerek döktüğü boyaya bakmaya başladı.

Deli mi ne diye düşündü.

Kadın sonunda onu fark ettiğinde gözleri yavaşça yüzüne çıktı. Suçlulukla parlayan yeşil gözleri onun gözlerine tutunduğunda öfkeli ifadesi bocaladı. Kestane rengi epey uzun saçlarının ön kısmı daha kısa ve alnına dökülüyordu.

Onu daha önce görmediğine emindi. O zaman bu tanıdık hissi de neydi böyle?

Aynı şekilde kadının da kendisini süzdüğünü gördü. Dudaklarını birbirine bastırdığını fark ettiğinde bunun gülmemek için harcadığı bir çaba olduğunu anladı. Üzerlerine döktüğü boya aklına gelirken kaşları daha çok çatıldı.

Kadın hemen ifadesini düzeltmeye çalışırken “Şey… Kusura bakmayın beyefendi” diye Türkçe konuştu. Az önce duyduğu sesti bu. Yanlış duymamıştı. Mümkünmüş gibi kaşları daha çok çatıldığında onun kim olduğunu daha çok merak etmeye başlamıştı.

Kadın yanlış bir şey söylemiş gibi elini alnına vurduğunda saçlarındaki boya kirpiklerine düştü. Tekrar konuşacakmış gibi ona döndüğünde bir yandan da tuhaf bir şekilde kaşlarını hareket ettiriyordu.

“Eyvah, yengem görmeden temizleyin burayı!” Aisha’nın Hintçe konuşan telaşlı sesi aralarına girdiğinde ikisinin de bakışları sağ tarafa döndü. Aisha yanındaki iki çalışana talimatlar verip hızlı adımlarla yanlarına adımladı.

“Siz iyi misiniz?” diye ikisine bakıp konuştuğunda dudaklarını birbirine bastırdı. Bu defa Türkçe konuşmuştu ve Barun derinlerde bunu ne kadar özlediğini hissetti.

Yabancı kadın mahcup biraz da şaşkın bir ifadeyle başını sallarken Barun’un gözleri ikinci kat balkonundaki babaanne ile kesişti. Yüzündeki sert ifadeyle onları izliyordu. Öfkeliydi. Bunun nedenini anlamaya çalışırken gözlerindeki buraya gel mesajını aldı.

“Biz de seni bekliyorduk abi” diyen Aisha’nın çekingen sesiyle onlara döndü.

Biz de derken? Neden onu bekliyorlardı?

Bu kadın belli ki onun arkadaşıydı. Yabancı biri zaten anca onun arkadaşı olabilirdi. Ancak yine tuhaf olan bir şeyler vardı.

Kadın Türk olabilir miydi?

Aisha’nın Hintli bir arkadaşı yoktu. Genelde hep gidip geldiği yerlerden arkadaş edinirdi bu yüzden çoğu yabancıydı ve onunla aynı işi yapıyor olurlardı.

Kadına kısa bir bakış atarken onun iki kat şaşkınlıkla onları dinlediğini gördü. “Kim bu kadın?” diye sordu keskin sesiyle. Onun ne söylediğini es geçmiş ve Hintçe konuşmuştu.

Birdenbire Türkçe konuşma fikride nereden çıkmıştı? Türk olsa dahi onun arkadaşıysa elbet Hintçe de biliyor olmalıydı.

Aisha’nın omuzları düşerken iç çekti “O benim arkadaşım. Yardımına ihtiyacımız var abi” dedi Türkçe konuşma ısrarını sürdürerek.

İçten içe neye şaşıracağını bilemedi bir an. Kız kardeşinin uzun zaman sonra onunla konuşmasına mı yoksa onun yardımına ihtiyacı olmasına mı?

Bir bakıma ısrarla Türkçe konuşması kadının Türk olduğu kanısını doğruluyordu. Onu ilk gördüğünde hissettiği sıcak yakınlık bundandı. Kardeşinin kendisiyle konuşma sebebi de sadece bu kadındı.

Arkadaşlarının hiçbiriyle şahsen tanışmamıştı. Araştırdığı kadarıyla biliyordu ve bir Türk arkadaşı olduğunu duymamıştı.

Yeni mi tanışmışlardı?

Bu kuşku onu öfkelendirdi “Ne zamandan beri Türk bir arkadaşın var?” diye sordu. İstediği gibi Türkçe konuşmuştu bu defa. Kadının onları dinlediğinin farkındaydı ama bunu önemsemedi. Burada ne döndüğünü anlayana kadar onunla tanışma girişiminde bulunmayacaktı.

Aisha’nın bu çıkışına karşı kaşları havalandı. Şaşkınlığından kurtulup dudaklarını birbirine bastırdı. “Yeni tanıştık ama durum göründüğü gibi değil” diyerek açıklamaya giriştiğinde Barun burundan bir nefes verdi.

“Her tanıştığın yeni kişiyi eve mi getiriyorsun Aisha?” diye konuştu dişlerinin arasından. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Başlarında eski eniştesi ve ailesi gibi bir bela varken özellikle böyle bir günde yaptığı saçmalığa inanamıyordu. O evin önüne boşuna dikiyordu sanki onca korumayı.

“Abi” Aisha’nın da kaşları çatılırken ona yaklaştı biraz daha. “Ayıp oluyor. Durum sandığın gibi değil gerçekten. Biraz yalnız konuşabilir miyiz?”

Kız kardeşinin istekle parlayan koyu yeşil büyük gözlerine baktı. Kaşlarını çatmadan edemedi. Üzerinde hala onunla konuşuyor olmasının şaşkınlığı varken bakışlarının yumuşamasına izin vermeyip kafasını çevirdi. Bu onun dilinde reddetmekti.

Elbette o kadının kim olduğunu ve sandığı gibi olmayan gerçekleri merak ediyordu. Öğrenecekti ama şimdi değil. Önce acil bir duş almalı ve ağrı kesici içmeliydi. Gece uzundu ve bugün için sorumlulukları yetmiyormuş gibi Aisha bir de yabancı bir kadın çıkarmıştı başına.

Aisha’nın yanından geçip merdivenlere doğru ilerlerken diğer kadının gözlerini de üzerinde hissetse de o tarafa bakmadı.

“Aisha, ben gitsem iyi olur rahatsızlık vermek istemem” diyen sesini duydu ardından.

“Hayır, kusura bakma lütfen. Burada bekle geleceğim”

“Abi” Aisha’nın ardından merdivenleri tırmanan adımlarını duydu. Adımları yavaşlasa da durmadı. Ona yetiştiğinde “Abi biraz dinler misin beni?” diye konuştu. Sesindeki çaresizlik canını sıkmıştı. Yeni tanıştığı bir kadın için neden bu kadar uğraşıyordu?

“Aisha!” Kalindi uyaran bir sesle ona seslendiğinde ikinci kata gelmişlerdi. Babaannelerinin yanına gittiler. Sert bakışlarını Aisha’ya dikti yaşlı kadın “Bu saçmalıkta ne? Kim o kız?”

Barun’nun bakışları da kız kardeşine döndüğünde gergin bir şekilde dudaklarını dişlediğini gördü. Aisha’nın gözleri de ona döndüğünde “Söyle” diyerek teşvik etti onu Barun.

Bakışlarını abisinden kaçırmadan “Onun sana ihtiyacı var abi” diye konuştu.

Aisha kendisine yardım etmeyeceğini biliyordu ama en azından yardıma ihtiyacı olan başka birine sırtını dönmeyecek kadar onu iyi tanıyordu.

Barun’un kaşları çatılırken Kalindi Aisha’nın kolunu tutup kendisine çevirince göz temasları kesildi “Kime diyorum ben? Sen neden Türkçe konuşuyorsun?!”

Aisha da bunun yeni farkına varıyormuş gibi yüzünde afallayan bir ifade oluştu. Barun bakışlarını aşağıya o kadına bakmak için çevirdiğinde onunla göz göze gelmeyi beklemiyordu. Şaşkınlığının yüzüne yansımasına izin vermezken kadın onun aksine paniklemiş ve gözlerini kaçırmıştı hemen.

“Davetsiz bir misafir babaanne.” diye konuştu hala ona bakarken. Konuşmasıyla yanındaki iki kadının bakışlarının ona döndüğünü hissetti. Gözlerini onlara çevirdi tekrar. “Aisha’nın arkadaşı.”

Yaşlı kadın onun yabancı olduğunu zaten anlamış bir edayla “Düğüne böyle mi gelmiş?” diye sordu. Sorgulayan bakışları tekrar Aisha’yı buldu. “Sen de hazır değilsin hala?!”

Aisha abisinin onun adına açıklama yapmasına şaşırmış bakışlarını babaannesine çevirdi “Birlikte hazırlanacağız”

“Ne konuda yardıma ihtiyacı var?” diye konuşmasıyla Aisha heyecanla ona doğru döndü.

Yanılmamıştı. Onu affetmese de o hala onun abisiydi.

Gözleri umutla parlayarak ona baktı. “Ailesinin yanına Türkiye’ye dönmesi gerek. Ancak kimliği ve pasaportu yok” diye açıkladı hemen.

Barun’un kaşları buna anlam veremez bir şekilde çatılırken ellerini cebine yerleştirdi “Buraya nasıl gelmiş?”

Hala farkında olmadan Türkçe konuşuyorlardı ve bu yüzden yaşlı kadının onların üzerindeki öfkeli bakışlarından bihaberdiler.

“Paraşütle” Aisha’nın sesi daha kısıktı. Bu durumu nasıl açıklayacağını bilemez bir şekilde alt dudağını ısırdı.

“Paraşütle mi?”

Onunla dalga mı geçiyorlardı?

“O kadın Türk mü? İnanamıyorum!” Kalindi’nin Türkiye lafının geçmesiyle vardığı çıkarım öfkesini ikiye katlamıştı. Burnundan soluyarak Barun’un önüne geldi “Yaptığı sakarlığa bak! Tanrı korusun hemen temizlenmelisin Barun” diyerek sarisinin şalıyla yüzündeki boyayı temizlemeye çalıştı.

Barun onun derdini anlarken bıkkın bir şekilde nefes verdi. Babaannesinin kolunu tuttu “Babaanne, gerçekten mi? Ben bu saçmalığa inanmıyorum sende dert etme” diye konuştu.

Bir kadının evli olduğunu gösteren kutsal bir şeydi kırmızı boya. Onun boyayı üzerlerine dökmesi kaderlerinin bir yazılmış olduğuna dair inanışlara çıkıyordu. Babaannesi de bu yüzden endişeleniyordu.

“Ne demek dert etme? Bu ciddi bir mesele Barun, beni dinle”

“Tamam, ben hallederim” dedi çok uzatmayarak. Yoksa bu konuda onunla tartışacağını biliyordu. Zaten duş alacaktı neden itiraz ediyordu ki?

Aisha’ya doğru döndü. Sabırsız bir şekilde yerinde sallandığını fark etti. “Neden polise gitmesini söylemek yerine buraya getirdin?” diye konuştu kayıtsızca.

“Yanında kimliği dahil hiçbir şeyi yok. Bu işleri ne kadar zorlaştırır sen benden daha iyi biliyorsun. En azından sen aracı olup konuşursan ona daha kolay inanıp yardım edebilirler diye düşündüm.” Aisha telaşla konuşurken büyük bir beklentiyle gözlerine bakıyordu hala. “Yardımcı olursun değil mi? Lütfen abi?”

Lütfen abi…

Derin bir nefes alıp verdi. Gözlerini kaçıran o olurken ellerini cebinden çıkardı. “Bugün sadece bu düğün işini sorunsuzca atlatmak istiyorum. Yarın kaymakamlığa gelin adamakıllı konuşup bakalım.”

Başka bir şey söylemesini beklemeden onlara sırtını dönüp merdivenlere ilerlemeye başladı.

“Bu meseleyi daha sonra konuşacağız” diyen babaannenin sesini duydu ardından. Aisha ile konuşuyordu “Arkadaşını al ve gidip hemen hazırlanın misafirler gelmek üzere”

“Tamam babaanne”

Odasına girdiğinde ilk işi üzerindeki ceketten kurtulmak oldu. Başındaki ağrı çileden çıkmasına sebep olacaktı artık. Üzerindeki kırmızı boyayı fark etmek bıkkın bir şekilde iç çekmesine sebep oldu. Gözleri dolabının kapağındaki boy aynasından kendisiyle kesiştiğinde kaşları havalandı. Boya tahmin ettiğinden daha fazlaydı. Saçlarında, yüzünün bir kısmında ve boynundaydı. Yüzündeki sert ifadeye tezat oluşturuyordu ve gerçekten komik görünüyordu.

Aklına o kadının yüzüne baktığı an gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdığı geldi. Başı zonkladı. Sağ eliyle burun kemerini sıkarken gözlerini kapattı ve derin bir iç geçirdi.

Daha fazla o kadını düşünmek istemeyerek banyoya doğru ilerledi. Soğuk bir duş aldı. Banyodan çıktıktan sonra ağrı kesicilerden birini içti. Yatağının üzerinde babaannenin bıraktığına emin olduğu geleneksel krem renkteki düğün kıyafetini görmesine rağmen ahşap dolabına ilerleyip yeni bir siyah takım çıkardı. Giymeyeceğini bilmesine rağmen ısrar etmesi ona anlamsız geliyordu.

Üzerini giyindi. Gömleğinin ilk iki düğmesini açık bırakırken kravatını bağlamadı. Çaprazında kalan yatağının yanındaki şifonyerden saatini aldı ve sağ koluna taktı. Annesinin hediyesi olan kahverengi bilekliği de alıp sol kolundaki yerine yerleştirdi.

Yatağının diğer tarafında boydan pencerelerinin önünde olan koltuğuna ilerledi ve yorgunca kendini üzerine bıraktı. Öne doğru kayıp başını koltuğun sırtına yaslarken gözlerini kapattı. Düğün başlayana kadar isyan eden gözlerini dinlendirmek istiyordu. Ancak önüne düşen Aisha’nın yüzü o yabancı kadının varlığını tekrar hatırlatmıştı. İç çekti.

O şekilde ne kadar durdu bilmezken telefonunun melodisi kulaklarına doldu. Pozisyonunu bozmadan yanında duran telefonu aldı. Kimin aradığına bakmadan açıp kulağına götürdü.

“Efendim”

Gözlerini açarken yerinde dikleşti hemen “Evet, Ranvir?”

“Davetliler gelmeye başladı. Bütün güvenlik önlemleri devrede” dedi adam düzgün İngilizce aksanıyla. İçine bir rahatlama çöktüğünü hissetti ama bu uzun sürmedi. “Sizce de bu sakinlik garip değil mi?”

Sol eli dizinde yumruk oldu “Uyarım yeterince açıktı bence”

Aklına o sakar kadın geldi hemen. Gerçekten neden buradaydı? Tesadüf müydü yani her şey?

Onlar mı göndermişti onu? Halasının eski eşi Anand’ın bu kadar ucuz numaralara başvurarak ne yapmaya çalıştığını anlamıyordu. İnsan kendi kızının düğününü mahvetmek için komplo kurar mıydı?

Konu Dalmiya Ailesi oldu mu bu pek bir mümkün oluyordu.

Öfkeyle dişlerini sıkarken “Ranvir” dedi hala hatta olduğunu kontrol ederek. Karşılık alınca tekrar dudaklarını araladı. “Plan değişti. Dışarıyı Nityam’a bırak sen içeriye gel”

“Bir sorun mu var efendim?”

“Bir kadın var. Davetsiz misafir” diye açıkladı. Sorun tam olarak kendisiydi. Derin bir nefes alıp verdi “Ben gözümü onda tutacağım sende benim görevimi devralacak diğer davetlileri izleyeceksin”

Karşısındaki adamın duraksadığını hissetti. “Emredersiniz”

“Dikkatli ol” uyarısını yapmadan edemedi.

“Her zaman” diyen baskın sesinden sonra “Resmiyetten çıkabilir miyim artık?” dedi Ranvir.

Sesli bir nefes alıp verdiğinde bu karşısındaki adamın anlayacağı bir onaydı. Bunu anlamış “Neler oluyor Barun? Davetsiz misafir de kim?” diye konuşmuştu Ranvir hemen. Adeta ses tonu bile değişmişti. Artık bir çalışanı değil dostuydu.

Ayağa kalktı ve yerinde volta atarken boştaki elini nemli saçlarında gezdirdi. “Bilmiyorum. Aisha almış getirmiş. Türk olduğunu söylüyor ve benim yardımıma ihtiyacı olduğunu”

“Türk mü?” birkaç saniye ses gelmedi. “Kimliğine bakmadın mı? Ayrıca ne yardımıymış bu?”

“Kimliği yok. Pasaportu da. Buraya nasıl geldiğini bilmiyorum ama öğreneceğim. Benden bu konuda yardım istiyor. Ülkesine geri dönmek için.”

Aisha paraşütle atladığına dair bir şeyler saçmalamıştı ama babaanne araya girince devamını öğrenememişti.

“Oyun olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu Ranvir, sesi düşünceli geliyordu.

Can sıkıntısıyla iç çekti Barun. “Ona inanana kadar temkinli olmakta fayda var”

“Sen asıl onların Aisha’ya bu kadar yaklaşmış olmasına öfkelendin değil mi?” arkadaşı bir kere daha onu ne kadar iyi tanıdığını gösterirken yumruklarını sıktı.

“Ona zarar verebilirlerdi”

“Ama vermemişler. Aisha’nın peşinde olan adamlarımdan ters giden bir durum haberi almadım. Yabancı bir kadınla taksiye binip eve geldikleri bildirildi. Muhtemelen bu kadın senin davetsiz misafir oluyor.”

“Madem daha önceden haberin vardı neden bana söylemedin?” diye çıkıştı.

“Barun, o kadın onlardan biri olsa Aisha’ya çoktan zarar verirdi. Tehlikeli bir şey görmedim ve onun arkadaşı olduğunu düşünüm.” dedi Ranvir onun aksine sakinlikle.

Barun başını iki yana salladı. “Belki de amaçları sadece düğünü mahvetmek ve Kavita’ya zarar vermek. O kadın da sadece bir anahtar”

Ranvir cıkladı. “Bu kadar geniş düşünme kardeşim. Onlar senin kadar zeki değiller” dedi alaya alarak ama bu Barun’u daha çok öfkelendirdi.

“Benim kadar zeki olmayabilirler ama benden daha kötüler Ranvir. Bu konuda sınır tanımayacaklarını biliyorsun”

“Tamam sakin ol. Bu düğün sorunsuz geçecek. Sen kadını gözden ayırma ve tanrı aşkına biraz kuzeninin düğününün tadını çıkarıp eğlen” diye söylendi Ranvir. Her şeyi bu kadar çok düşünmesine katlanamıyordu.

Barun onun bu çıkışını görmezden gelip “Üzerini değiştirmeye git hemen, düğüne uygun giyin. Dikkat çekmeni istemiyorum. Davetliler huzursuz olmasın” dedi tek düze bir sesle.

“Bana söyleyip senin düğüne takım elbise ile katılman peki?” diyen Ranvir sırıtıyordu.

“Beni tanıyorlar bu yüzden sorun olmaz biliyorsun”

“Anlaşıldı yakışıklılığına gölge düşürürüm diye bunlar hep”

“Aynen Ranvir ondan” diye homurdandı Barun.

Sırıttığına emin olduğu bir sesle devam etti Ranvir “Kıskanma canım, sana gölge düşürmem. Senin için daha az yakışıklı olurum bugün”

“Yine boş konuşmaya başladın” Barun gözlerini devirmeden edemedi ama dudaklarında yarım bir tebessüm oluşmuştu.

Ranvir onu sinir etmenin verdiği keyifle şimdi sesli gülüyordu “Tamam sustum ve gidiyorum”

“Geldiğinde haber ver”

“Tamam”

Aramayı sonlandırırken telefonunu cebine koydu. Ceketini almaktan vazgeçip odasından öyle ayrıldı. Müzik sesi ve insanların uğultusu aynı anda kulağına dolarken balkon korkuluklarına yaslanıp aşağıya baktı.

Salon bir renk cümbüşü içerisindeydi ve neredeyse dolmuştu. Girişin önünde aile üyelerinin davetlileri karşıladığını gördü. Aisha’nın yanında o kadını aradı. Ancak yoktu. Kaşları hafifçe çatıldı.

Neredeydi? Aşağı inmemiş miydi?

İçine bir sıkıntı çökerken gözleri davetliler arasında dolaştı. Aradığı kişiyi bulduğunda yerinde dikleşti. Oradaydı. Kalabalıktan uzakta bir masada King ile konuşuyordu. Üzerine uzun yeşil bir elbise giymişti. Saçları buraya geldiğindeki haldeydi. Aslında onu ilk geldiği halden farklı gösteren tek şeyin elbise giymiş olduğunu fark etti.

King’e gülümsediğinde yanaklarındaki iki derin çukur daha belirgin oldu. Yine de bir şey vardı. İçten değildi. Nezaketen gülümsüyor gibiydi. Sonra sanırım King onu masalarına davet etti ama reddetmiş olmalı ki onun peşinden gitmedi. Onun ardından aynı gülümsemeyle kısa bir süre baktı. Sonra bakışlarını kalabalığa çevirdi. Etrafına yabancı bakışlar atarken yüzündeki ifadenin korkuya dönüştüğünü gördü.

Neyden korkuyordu?

Sağ eliyle sol kolunu okşarken başını eğdiğini gördü. Ne düşündüğünü merak ederken buldu kendini Barun. Bakışları dans eden, kahkahalar eşliğinde sohbet eden ve eğlenen insanlara değdi. Ardından tekrar köşede kalan masaya baktığında hala başını eğmiş bir şekilde masadaki ellerine baktığını gördü. Aslında ne kadar yalnız gözüktüğünü fark etti.

Yanılıyor olabilir miydi?

O, belki de gerçekten yardıma ihtiyacı olan biriydi.

İç çekti. Bunu zamanla görecekti ancak içten içe yanılmayı çok istiyordu.

 

************

 

Daha başıma ne gelebilir ki diye düşündükçe her şeyin daha da kötüye gitmesi gerçekten bir eşek şakası olmalıydı.

Adamın Aisha’nın abisi olmasına mı şaşırayım yoksa Aisha’nın onunla Türkçe konuşmasına mı şaşırayım bilememiştim. Aisha tercüman olduğu için biliyordu ya o? Giderken söylediği şeyleri hatırlayınca gözlerim doldu. Yeni tanıştığı bir kişiyi hemen evine davet etmesi elbette doğru değildi ama bunu bu kadar kaba bir şekilde söylemek zorunda değildi.

Kendimi o kadar kötü hissediyordum ki… Nereye gideceğimi bilmesem de buradan derhal ayrılmak istemiştim ama Aisha buna engel olmuştu. Hemen geleceğini söyleyerek abisinin arkasından koşmuştu.

Bu sırada batırdığımız yeri çoktan temizlemiş olan çalışanları gördüm. Bu durum da hiç hoşuma gitmemişti. Kendimi daha fazla suçlu hissetmeme sebep oldu.

Astığım suratımla oflayarak Aisha ve o sinir küpü abisine bakmak için kafamı kaldırdım. İkinci katın balkonundaydılar. Yanlarında başka birinin daha olduğunu gördüm. Ak saçlı, boyu Aisha ile neredeyse aynı olan, oldukça gösterişli görünen o tuhaf elbiselerden giymiş yaşlı bir kadındı.

Babaanneleri olabilir miydi?

Kadının kaşlarını çatmış olduğunu gördüm. Aisha’yı kolundan tutup bir şeyler söyledi. Abisi ise çatmaktan artık kaşlarının o şekil kaldığını düşündüğüm surat ifadesi ile onları dinliyordu. Birden sanki ona söylendiğimi duymuş gibi bakışlarını olduğum tarafa çevirdi. Şaşkınlıkla gözlerim büyürken gözlerimi kaçırdım hemen. Hay aksi!

Dudaklarımı dişledim. Ne konuştuklarını daha çok merak etmeye başlamıştım. Tekrar oraya bakmaya cesaret ettiğimde yaşlı kadının hararetli ve öfkeli gözüken bir şekilde abisinin alnındaki ve yüzündeki boyayı silmeye çalışıp bir şeyler söylediğini gördüm.

Tıpkı abisi gibi o kadın da benim yüzümden Aisha'ya mı kızıyordu yoksa?

O sırada bu durumdan iyice rahatsız olduğunu belli eden beyefendi yaşlı kadının elini tuttu ve bir şeyler söyledi. Ardından Aisha ile konuştular. Ne konuştularsa bu yaşlı kadının hiç hoşuna gitmemiş gibiydi. Abisi arkasını dönüp giderken Aisha ardından gidecek gibi oldu ama yaşlı kadın kolundan tutup buna engel oldu. Yan profilden yüzünü net göremesem de hala kaşlarının çatık olduğunu gördüm. Bir şeyler söyledikten sonra o da arkasını dönüp gözden kayboldu.

Acaba çok mu kızmıştı ona?

İçim suçluluk duygusuyla dolarken Aisha’nın düşünceli bir şekilde merdivenleri inip yanıma gelişini izledim.

"Aisha, gerçekten sakarlığım için çok özür dilerim." dedim oldukça mahcup çıkan sesimle. “Ben sanırım polise gitsem daha iyi olacak. Bana bir taksi ayarlayabilirsen çok sevinirim”

Kaşları çatılırken bu düşüncemden hiç memnun olmadığını belli etti. “Hiçbir yere gitmiyorsun Ezgi. Asıl ben abim adına özür dilerim. Biraz asabidir kusura bakma”

“Sorun değil” Kafamı iki yana salladım. Aslında sorundu ama bunu şu an dert etmeyecektim. “Bak ben gerçekten gitsem iyi olacak”

“Hayır, Ezgi rica ediyorum bunun için ısrar etme artık. Hem abimle de konuştum sana yardım edecek”

“Ne?” mimiklerimin donduğunu hissettim. Ben doğru mu anlıyordum? O adam kaymakam olan abisi miymiş? Bakışlarım sanki hala oradaymış gibi merdivenlere kaydı. “O, kaymakam olan abin miydi?”

Lütfen doktor de!

Dudaklarındaki buruk tebessümle kafasını salladı beni onaylayarak.

Bazen bu dünyaya rezil olmak için geldiğimi düşünüyordum.

“Off harika bir karşıılaşma oldu gerçekten!” diye kendime söylenerek elimi alnıma vurdum.

Aisha kolumu tutup indirirken kısık sesli kıkırtısı doldu kulağıma. "Bunu dert etme, dedim ya yardım edecek. Olayı tam anlatamasam da onun yardımına ihtiyacımız olduğunu söyledim” dedi neyden endişelendiğimi anlamış gibi. “Bugün düğünden dolayı başımız kalabalık olacağından yarın konuşalım dedi”

Şirince sırıtıp düşüncelerimin aksini iddia edecek şekilde konuştuğunda ister istemez mutlu oldum. En azından direkt hayır dememişti. Sadece yarına kadar sabretmek gerekiyordu. Yapabilirdim. İçimin biraz olsun rahatladığını hissettim.

"Çok teşekkür ederim Aisha" dedim dolan gözlerimle. Aklıma gelen şeyle heyecanım aniden durulurken “Peki telefon? Babamları hemen aramam gerekiyor benim”

Gözlerindeki yumuşak ifadesi şaşkınlığa dönüşürken “A ben onu söylemeyi unuttum!” diye konuştu. Dudaklarım üzgünce büküldü. Yanına tekrar gidip telefonunu isteyemez miydi? Nedense bu konuda onun da çekindiğini fark ettim.

Bu sırada arkamızdan birtakım erkek sesleri geldi. Aisha’nın bakışları oraya kayarken gözlerinde büyük bir rahatlama gördüm “Baba!” diye seslendiğinde şaşırsam da bende o tarafa dönerken buldum kendimi.

Hemen hemen aynı yaşta gözüken dört adam büyük kapının sağında durmuş kendi aralarında sohbet ediyor gibiydiler. Üçünün üzerinde farklı renklerde, işlemeli tunik pantolon ve başlarında pembe sarıklar vardı. Garip garip onlara bakarken onların aksine koyu gri takım elbiseli adam bize doğru dönmüştü. Bakışları kısaca bana dönüp ardından Aisha’ya döndü ve bize doğru ilerlemeye başladı.

Kırklarında gözükmesine rağmen yapılı ve uzun boylu bir adamdı. Aralarına aklar düşmüş koyu kahverengi saçları düzenli bir şekilde taranmıştı. Aynı renk küçük gözleri ve şimdi hafifçe tebessüm etmiş kalın dudakları vardı.

Bu az önceki adamın yaşlanmış hali gibi geldi bir an.

Gözlerimi kırpıştırarak karşımda duran adama bakarken Aisha ile sarıldılar. “Baba seni arkadaşım Ezgi ile tanıştırayım” dedi Aisha geri çekilirken.

Ne? Yine Türkçe konuşuyordu?!

Ben bunu sormayı unutmuştum.

Adamın bakışları bana dönmeden gözlerinden kısa bir şaşkınlık geçti. “Türk müsün?” dedi tıpkı abisi gibi düzgün bir Türkçeyle.

Neler oluyordu burada gerçekten?

“Evet” dedim şaşkınlığımı gizleyemeden. Aisha ile göz göze gelmiştik ama gözlerini kaçırdı hemen benden.

Babası da Aisha’ya garip bir bakış attıktan sonra tekrar bana bakıp içten bir tebessüm sundu. “Hoş geldin Ezgi” Elini uzattı “Çetan ben. Aisha’nın babasıyım”

Çetan mı? Çetindir o.

Tebessüm ederek hafifçe başımı eğdim. Ardından elini tuttum. “Memnun oldum”

Anlaşılan abisi sadece fiziksel özelliklerini almıştı babasından. Onun aksine babası kibar ve güler yüzlüydü.

“Baba, Ezgi’nin başına talihsiz bir olay geldi.”

“Görebiliyorum” dedi babası gülümseyerek ve bana baktı. Kaşlarım havalandı.

Aisha da bana dönerken ikisinin de gözleri saçlarım ve yüzümde gezindi. Kırmızı boya! Tabii ya. Utançla bir elimle yüzümü kapatırken Aisha’nın da ona katılıp yine güldüğünü gördüm.

“Evet o da var baba ama bu başka” diye konuşarak babasının bakışlarını tekrar üzerine çekti Aisha. “Bu konuda abim ona yardım edecek. Neler olduğunu böyle değil de daha sakin bir zamanda konuşuruz. Sorun çözülene kadar Ezgi misafirimiz olacak”

“Barun ile mi konuştun?” diye sordu babası sesindeki şaşkınlığı gizlemeyerek.

Abisinin ismi miydi Barun?

Ne kadar tuhaf isimleri vardı gerçekten. Barun. Burun gibi.

Saçmalamayı keser misin?

Aisha onu sadece kafasını sallayarak onayladı. Aralarında anlamlandıramadığım bir bakışma geçti. Babasının düşünceli bakışları bana dönerken “Anladım. Dediğin gibi bu meseleyi daha sonra konuşalım. İstediğin sürece de burada kalabilirsin Ezgi” dedi sıcak ses tonuyla.

“Teşekkür ederim” dedim hemen. Gözlerimin içi yanarken boğazım düğümlendi.

Aisha tekrar öne çıkıp “Baba bir de bizim acil yurt dışına arama yapmamız gerekiyor. Benim telefonum şirkette kalmış seninkini verebilir misin?” diye konuştu.

Babası bunun başıma gelen talihsiz olayla bir ilgisi olduğunu anlamış gibi sorgulamadan “Tabii. Yalnız acele edin. Davetliler gelmeye başladı, hazırlanmaya çıkın” diyerek elini cebine attı. Telefonunu çıkarıp Aisha’ya verdi. “Ben odamda hazırlanıyor olacağım, işiniz bitince getirirsin tatlım”

“Tamam baba, sağ ol”

Çetan amca gülümsedi ve kızının omzunu okşadı. İçim acıdı bu görüntüyle. Ardından bana baktı ve aynı sıcak tebessümle hafifçe başını eğdi. Aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım bende. O arkasını dönüp giderken Aisha bana doğru döndü tamamen “Hadi arayalım aileni”

Göğüs kafesime bir ağrı saplandığında nefesim kesilir gibi oldu bir an. Kulaklarım uğuldadı. Sağ elimi göğsüme götürdüm. Bu histe neydi böyle? Gözlerim yaşardı ve görüşümü bulanıklaştırdı.

Koluma bir el değdiğinde irkildim “Ezgi?” Aisha’nın sesiyle bakışlarım ona döndü. Kaşları hafifçe çatılmıştı. Gözlerindeki ifadeyi çözemedim ama tekrar konuştuğunda sesindeki endişe beni kendime getirdi. “Ezgi, iyi misin?”

“Ben… İyiyim” dedim kendimi zorlayarak. Kalp atışlarım kulaklarımda atıyordu.

Elini yüzümde hissettim. “Emin misin rengin atmış. Gel bir oturalım şuraya” diyerek beni süslenmiş platforma ilerletti. Karşı çıkamadım. Beni oturttuktan sonra elimi tutarken “Bir şey ister misin? Kan şekerin mi düştü ki? Yiyecek bir şeyler getireyim ben sana dur” diye konuştu telaşla.

Elini bırakmayıp daha sıkı tutarak buna engel oldum. Görüşüm hala buğulu olsa da gözlerinin içine bakmaya çalıştım “Hayır, gerek yok.” Dedim sakince. Hiçbir şey istemiyordum. Şu an sadece babamın sesini duysam yeterdi. Gözlerim diğer elindeki telefona kaydı. “Babamı aramak istiyorum”

“Emin misin iyi olduğuna?” diye sordu kararsız bir ses tonuyla.

Yutkundum. Başımı sallarken tebessüm etmeye çalıştım. “Babamla konuşursam daha iyi olacağım” dedim.

Üzgünce gözlerime bakarken daha fazla ısrar etmedi. Babasının telefonunu açıp bana verdi. Rehbere girdim ve titrediğini yeni fark ettiğim parmaklarımla babamın numarasını tuşladım. Telefonu kulağıma yasladığımda nefesimi tutmuştum.

“Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamamaktadır. Lütfen sinyal se-” Telefonu kulağımdan çekip aramayı sonlandırdım. Kalbim korkuyla hızlanmıştı. Neden ulaşılamıyordu? Tekrar aradım ve aynı İngilizce konuşan kadının sesini duydum. “Açmıyor” sesim titremişti.

Aisha hala önümde dururken “Şarjı bitmiştir belki” diye konuştu.

Öyle olmalıydı değil mi? Yoksa neden telefonu kapanacaktı?

“Annemi arayayım bir de” dedim çaresizce ve onun telefon numarasını tuşladım. Destek olurcasına elimi sıktığında hala sol elimle elini tuttuğumu fark ettim. Bakışlarım yüzüne çıkmadı yine de. Bakarsam ağlayacakmış gibi hissettim çünkü.

Arama sesini duyduğumda yerimde kıpırdandım. Çalıyordu. Aç anne ne olur! Dudaklarımı birbirine bastırdım. Arama sonlandığında içime dolan hüsran ve endişenin haddi hesabı yoktu. Sağ gözümden bir yaş yanağıma doğru süzüldü.

Neden açmıyorlardı?

“Çalıyor ama açmıyor”

Aisha üzgün bir şekilde gözlerime bakarak aramızdaki mesafeyi kapattı. “Hemen umutsuzluğa kapılma. Tekrar dene belki duymamıştır”

Umutsuzluk değildi bu. Kötü bir histi. Kötü bir şey olmuştu. Sanki gerçekleşme ihtimali yükselebilirmiş gibi bunu dışımdan söyleyemedim.

Annemi tekrar aradım ancak sonuç yine değişmemişti. Gözyaşlarım bu anı bekliyormuş gibi iki yanağımı da ıslatmaya başladı. Aisha elimdeki telefonu alıp kenara bıraktı usulca. Ardından bana iyice yaklaşıp boştaki elini sırtıma koydu. Başımı omzuna yasladım ve yarattığı alanı büyük bir minnetle kabul ettim. Hiçbir şey söylemedi. Beni kollarıyla teselli etti ve bu o an ihtiyacım olan tek şeydi.

Babamlar ne durumdaydı? Haberim onlara ulaş mıydı? Tarık abiler iyi miydi? Bunlara cevap alamamak canıma okuyordu şu an. Hafızam kuvvetliydi ancak babam ve annem dışında başka kimsenin numarasını ezberleme gereği duymamıştım. Bu yüzden başka kimseye de ulaşıp haber alamazdım.

Bir müddet ona sarılarak ağladım. Girişe uzak olsak da insan sesleri çoğaldığından bir düğün yerinin ortasında olduğumuzu hatırlayıp kendimi geri çektim. Benim için yeterince şey yapıyordu zaten bir de bu yüzden onu böyle bir günde zor durumda bırakmamalıydım.

“Özür dilerim Aisha, ben tutamadım bir an kendimi” derken burnumu çektim ve yüzümü kurulamaya çalıştım.

“Hayır, hiç sorun değil” dedi içten bir şekilde. Göz göze geldiğimizde buruk bir tebessüm oluştu dudaklarında. “Çok zor bir durum. Ben anlıyorum seni. Hemen kötü şeyler düşünmemeye çalış lütfen”

Kafamı salladım. “Evet. Belki de daha uçağımın arızalandığı haberi ulaşmadı onlara. Dediğin gibi babamın şarjı bitti kesin. Annemin de genelde telefonunu yanında taşımama gibi bir huyu var. Muhtemelen odasında unuttu o da. Bu yüzden açmıyorlar” dedim söylediklerime kendimi de ikna etmeye çalışarak.

Tarık abi ve Ümit abi… Onların da ardımdan atladıklarına ve yaşadıklarına inanmak istiyordum.

“Aynen, öyle. Aramaları görünce mutlaka geri döneceklerdir hem. Olmadı tekrar ararız sonra. Sen kendini yıpratma hemen” diye konuştu beni destekleyerek.

İçim tekrar umutla doldu “Tekrar ararım doğru”

Sesli bir nefes alıp verirken sakinleşmeye çalıştım.

Henüz hiçbir şey yoktu ortada Ezgi, sakin ol.

Bırakma kendini.

Yalnız değilsin.

Kalp atışlarım düzene girerken gözyaşlarım da durmuştu. Aisha’nın bir eli hala omuzumu okşuyordu. Gözlerimi yüzüne çevirdim. Onun bakışları da üzerimde olduğu için hemen göz göze geldik. Onun gibi içten bir şekilde gülümseye çalıştım. “Teşekkür ederim Aisha, her şey için”

Gülümsememe karşılık verirken “Daha dur bakalım. Her şey bir yoluna girsin öyle edersin teşekkürünü” diye konuştu. Gülümsemem büyürken başımı salladım ve ayağa kalktım.

O da uzanıp babasının telefonunu aldı. Aklıma gelen şeyle merakla kaşlarım çatıldı. Tekrar göz göze geldiğimizde dudaklarımı araladım “Baban ve abinle Türkçe konuştun?”

Bunu beklemiyormuş gibi dudaklarındaki gülümseme soldu hemen. Gözlerini kaçırdı yine. Bu ani ruh değişimi içime otururken buna neden olan şeyi daha çok merak etmeye başlamıştım.

Aramızdaki sessizlik sürerken buna bir son vermek için dudaklarımı tekrar araladım ancak boğazını temizleyip konuşacağını belirtince geri kapattım hemen.

"Ezgi... Aslında bizim aileden birkaç kişi Türkçe konuşup anlayabiliyor" diye konuştu, sesi nereden başlayacağını bilemez bir şekilde çıkmıştı.

"Neden?"

Kafam iyice allak bullak olmuştu.

Dudaklarını yalarken tekrar gözlerini kaçırmıştı. Nedenini bilmiyordum ama bu durumun onu üzdüğü belliydi. Bu kötü hissetmeme sebep olmuştu birden. Sanki yanlış bir şey sormuş hissine kapılmıştım.

Aramızdaki mesafeyi kapatmaya yeltendiğimde aynı anda o da bana adım atmıştı. Bunu fark ettiğimizde ikimizin yüzüne de buruk bir tebessüm yayıldı. Garip bir şekilde ona kendimi çok yakın hissetmeye başlamıştım.

Elini uzatıp tekrar elimi tuttuğunda "Bunu düğünden sonra konuşsak olur mu? Şimdi hiç sırası değil çünkü" dedi. Bakışlarını zorla gözlerimde tutuyor gibiydi. Gözleri mi nemlenmişti yoksa ben salonun ışıltısından böyle mi görüyordum?

"Tabii, sen nasıl istersen" dedim, elinin üzerini okşarken. Merakımı şimdilik bir köşeye bırakıp böyle bir günde onu üzmemek adına uzatmamaya karar verdim. Zaten benim yüzümden yeterince geç kalmıştı.

İşin olumlu yönünden bakarsak bu benim için çok iyi olmuşu değil mi?

Gözlerinde öyle bir hüzün vardı ki onunla karşılaştığımdan beri parlayan gözleri böyle görmek beni bozguna uğratmıştı. O an içimden geçeni yaparak kollarımı boynuna sardım. Böyle birden hüzünlenmesine sebep olan şey ne ise bende onu bana yaptığı gibi iyi hissettirmek istedim. Sarılmama karşılık verdiğinde çenesini omzuma yasladı. İç çektiğini duydum.

Bakışlarım girişe kaydığında az önce gelen kalabalık insan seslerinin çalışanlardan geldiğini gördüm. Kimisi üzeri dolu olan masaları kaldırıyor kimisi de etrafı toparlıyordu. Sanırım hazırlıklar gerçekten bitmişti.

Kollarımı geri çektiğimde saçlarına ve elbisesinin bir kısmına bulaşan kırmız boya ile gözlerim büyüdü. Üzerimin boya olduğunu tamamen unutmuştum.

Neye takıldığımı fark edip eski neşesine dönmeye çalışarak "Hadi hemen odama çıkalım. Sen bir duş al istersen, yüzün dahi her yerin boya" dedi. Bu sırada gülerek tuhaf bir şekilde beni süzdü. Bu tavrı gözümden kaçmamıştı.

Koluma girip beni merdivenlere doğru yöneltti. İkinci katı geçip abisi gibi bir üst kata çıktı. Üçüncü katta merdivenler bitti ve avlu büyüklüğünde bir yere çıktık. Tam karşımızda ise iki tane kocaman pencere, sol köşede ise sarmal merdivenlerden bağımsız bir merdiven bulunuyordu. Anlaşılan bir kat daha vardı. Odaların bulunduğu koridorlar sağ ve sola doğru ayrılıyordu.

Sağ tarafa döndükten sonra bulunduğumuz katta daire şekli oluşturacak şekilde ilerlemeye başladık. Sonunda bir kapının önünde durduğumuzda odasına geldiğimizi anladım.

Yalnız başıma odadan çıksam kendimi kaybederdim ben bu evde valla.

Odası oldukça geniş ve evin atmosferini taşıyordu. İlk gözüme batan çerçevedeki resimlerle süslü açık renkteki duvarlarıydı. Çoğu gezdiği yerlerdeki fotoğraflar gibi gözüküyordu. Karşımda kalan, sağ tarafta, duvara yaslı çift kişilik yatak; solumuzda kalan, koca bir gardırop ve hemen yanında başka bir kapı, yatağın karşısında ise büyük bir makyaj masası vardı.

Ben odasını incelemeye dalmışken o çoktan beyaz ahşap dolabını açmış eşyalarını çıkarıyordu. Ona baktığımı fark ettiğinde beni yanına çağırdı.

"Duş almadan önce giyeceklerini seç istersen. İstediğin sariyi de giyebilirsin" dedi heyecanlı gelen sesiyle.

Sari mi?

"Evet, sari bizim geleneksel kıyafetlerimizin ismi" deyince sorumu içimden değil de dışımdan söylediğimi fark ettim.

Bakışlarımı dolaba hiç değdirmeden "Aisha, ben düğünde bulunmasam daha iyi olur. Hem sende bir de benimle uğraşmak zorunda kalmazsın. Ben burada bekleyebilirim seni" dedim, durgun sesimle.

Zaten aklım bir karış havadaydı bir de orada her şey normalmiş gibi bulunmak istemiyordum.

Önüme geçip ellerini omuzlarıma koydu "Ezgi, neden böyle düşündüğünü anlayabiliyorum. Aklın ailende ve bu sana yanlış geliyor. Ancak inan bana burada tek başına kalırsan daha çok düşünecek ve üzüleceksin.” Dedi beni ikna etmeye çalışarak. Ben kararsız bir şekilde gözlerine bakmaya devam ederken ellerini indirdi “Hem ben sana gel dans edip oynayalım demiyorum ki? Karnını doyurur töreni izler, kafan biraz dağılınca da istediğin zaman odaya geri çıkarsın"

Bir bakıma haklı gibiydi. Tek başıma kaldığım an düşünmekten kendimi yiyip bitirecektim. Uyuyamazdım da. Bir şey de yemek istemiyordum ama midem bu konuda benimle aynı fikirde değildi. Acıkmıştım. En azından midemi doldurmak için aşağı inmeliydim.

"Bak, burada kaldığın süre zarfında sanki tatilin devam ediyormuş gibi düşün ve kendini üzüp yıpratmamaya çalış." dedi yumuşak sesiyle devam ederek.

En önemlisi de beni evine almış bu insanın davetini kırmamam gerektiğiydi. Bu yüzden söylediği gibi en azından töreni izleme fikrine sıcak baktım.

Onu onaylamamı bekleyen bakışlarla gözlerime bakmaya devam ederken "Peki tamam" dedim en sonunda. Buna karşın direkt eski heyecanlı haline döndüğünde tekrar dolabını karıştırmaya başladı.

"E hadi beğen bakalım."

Benim de bakışlarım isteksiz de olsa dolaba döndü böylelikle. Sağ tarafın altında çekmeceler ve üzerinde raflarda katlanmış kıyafetler vardı. Sol tarafta ise renkleriyle gökkuşağını andıran sariler göze batıyordu. Kendi kıyafetlerim kirliydi. Normal bir şeyler giymem de belli ki sorun olacak ki Aisha sari giymemi istemişti. İtiraz etmeyip hepsinin önüne bakıp giyebileceğim bir sari aradım.

Elimi kırmızı sariden çekip yanındaki koyu yeşil elbiseyi aldım. Bu diğerleri gibi büstiyerli sarilerden değildi. Uzun, hafif parlak simleri olan tek parça bir elbiseydi. Kolları transparan ve yakası oldukça genişti. Şu anlık benim için en giyilebilir bu olduğundan onu seçtim. Aisha seçimim hakkında herhangi bir yorumda bulunmadı.

Kendi giyeceklerini yatağına koyarken temiz iç çamaşırlarının da yerini gösterdi. Şimdilik gerek olmadığı için sadece teşekkür ettim. Ardından beni dolabın yanındaki banyo kapısı olduğunu öğrendiğim yerden içeri soktu. Her şeyin yerini gösterdikten sonra babasının telefonunu geri verip geleceğini söyleyerek yanımdan ayrıldı.

Oldukça geniş bir banyo karşıladı beni. Kapının sağında lavabo vardı. Yanında uzun beyaz bir dolap onun sağında da çekmeceli üzerinde birçok çeşit bakım ürünü olan bir dolap duruyordu. Sol tarafta ise klozet, çamaşır makinesi ve kirli sepeti yer alıyordu.

Ayakkabılarımı çıkarıp kenara koydum. Kırmızı boya ona bile bulaşmıştı. Onu temizlemem için Aisha’dan bir bez rica etmeyi aklıma not ettim. Ardından gömleğimi ve pantolonumu çıkarıp düzgün bir şekilde kirli sepetinin üzerine koydum. Kısa gelen ama rahatlatıcı bir duş aldım. Omuzlarım gevşemiş yorgunluğum gün yüzüne çıkmıştı.

Saçlarımı önce saç havlusuyla gelişigüzel kuruladım. Ardından Aisha’nın küçük dolaptan çıkardığı saç kurutma makinesiyle iyice nemini aldım. Saçlarım bir hayli uzun olduğu için bu biraz daha uzun sürmüştü.

Sağ dizimde büyük bir morluk oluşmuştu. Avuçlarımın içi hala sızlıyordu. Aynadan kendime baktığımda gözlerimin de hafif şiş olduğunu gördüm. Ruhsal olarak ise içimde kalbimi titretip kendini belli eden bir korku vardı.

Her şey yoluna girecek Ezgi, kendini kaybetme.

Kafamın içinde arada yanıp sönen ‘Şu an ne yaşıyorum ben?’ ampulü duraksamama sebep olsa da hızlı bir şekilde üzerimi giyindim. Elbisenin yanında onunla aynı renkte şal gibi bir parça vardı ama bunu bu elbisede nasıl kullanacağımı bilemediğimden Aisha’ya sormak için elime aldım. Daha önce birçok kez Melike ve Rüya'nın da kıyafetlerini giymiştim ama sanki ilk defa başka birisinin elbisesini giyiyormuşum gibi garip hissetmiştim kendimi.

Derin bir nefes alıp verirken banyodan çıktım. Aisha'yı çoktan giyinmiş ve masasına oturmuş bir şekilde makyaj yaparken bulmuştum. Üzerinde çok tatlı gözüken turuncu renginde bir sari vardı. Boynunda ve kulaklarındaki sarisi ile uyumlu gösterişli küpesi ve kolyesi oldukça ağır gözüküyordu.

Kulakları ve boynu ağrımıyor muydu ya?

Benim çıktığımı fark ettiğinde bakışlarını kısa bir anlığına bana çevirip gülümsedi. Ardından neredeyse iki kolunun dirseğine kadar turuncu ve sarı rengindeki bileziklerini tamamlayıp ayağa kalktı. Yanıma doğru gelirken bir yandan da beni süzdü.

"Ben neredeyse hazırım. Sen banyodayken Kavita'nın saçını yapan kadını çağırdım ve saçımı da çabucak hallettik. İstersen senin için de çağırabilirim?" dediğinde bakışlarım yeni saçlarına kaymıştı.

Saçının üstü taranarak bombe şekline getirilmiş ve kafasının hizasında örgülerle topuz yapılmıştı. Ne kadar güzel ve gösterişli bir topuz modeli yapıldığını görürken kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı.

Ne ara yapabilmişti bu saçı? O kadar uzun süre mi içerideydim?

"Gerek yok benim için"

Bana doğru yaklaşıp elimden tuttu ve beni etrafımda döndürerek üzerimi bir kez de böyle süzmüştü. Tekrar yüz yüze baktığımızda elimi bırakıp iki elini havaya kaldırdı ve kulağımın arkasından bir şey alıyormuş gibi yaptı, hemen ardındansa yumru yaptığı ellerini şakaklarına dayarken gülümseyerek kafasını salladı.

"Elbise çok yakışmış Ezgi, çok güzel görünüyorsun"

Kaşlarım çatık bir şekilde ona bakmaya devam ederken dayanamayıp yaptığı harekete gülmeye başladım.

"O yaptığın neydi öyle?" dedim gülmeye devam ederken.

"Maşallah dedim canım ne olmuş?" dedi yalancı bir kızgınlıkla ama o da benim gibi gülmeye başlamıştı.

Hindistan gerçekten tuhaf bir yerdi.

Elimdeki şalı unuttuğumu fark edip "Bunu elbisenin yanında buldum ama nasıl kullanmam gerektiğini bilemedim" bakışları ona doğru uzattığım şala kayarken hemen şalı elimden alıp arkama geçti.

"Bu şallar her sari de olur. Tabii sariye göre kullanımı değişir, bazen de istediğin şekilde takarsın"
Şalın bir ucunu sağ omzundan önüme sarkıttığında bir yandan konuşmaya da devam ediyordu "Bu saride de böyle kullanılıyor" deyip arkamda kalan kısmı düzeltti.

Saçlarıma dokunduğunu hissettiğim sırada "Ne kadar uzun saçların var Ezgi. Saçlarına da maşallah valla." büyülenmiş bir tonda konuşup güldü.

Saçlarım kendimde en sevdiğim fiziksel özelliğim olabilirdi. Birçok insanın hayıflanıp bu yüzden uzatmaktan vazgeçtiği bakımını yapmayı bile çok seviyordum. Bir defa kısalttığımı ve uçlarından kırıklarını aldırdığımı saymazsak hep uzun kullanmıştım saçlarımı. Şimdi neredeyse kalçamı geçmek üzereydi.

Hem babamda saçlarımı böyle seviyordu. Bir diğer sebebi de buydu tabii onları uzun sevmemin.

"Örmemi ister misin? Yoksa böyle kalsın mı?"

"Hayır, böyle kalsın" Zaten yeterince uğraşıyordu benim için böyle detaylara hiç gerek yoktu.

Bunun üzerine beni de makyaj yaptığı masanın önüne getirdi ve kalktığı koltuğa oturttu. Orta büyüklükte olan kadife, lacivert rengindeki kutuyu açtı. İçindeki onunkilerden daha küçük ama yine de zarif ve gösterişli duran elbisem ile uyumlu yeşil, altın sarısı küpeleri -ben her ne kadar itiraz etsem de- kulağıma takmamı sağladı. Ardından da takımı olan kolyeyi boynuma taktı.

Onun bu süsleme hevesini kursağında bırakmamak için kendimi ona bıraktım en sonunda. Bende normalde süslenmeyi çok severdim aslında. Ancak şu an canım hiçbir şey yapmak istemiyordu.

Kısa bir süre sonra başımın tepesinde neyle uğraştığını merak ederken baskılı toka gibi saçıma tepeden geçirdiği aksesuarın ucundaki zarif duran taşlı yerini alnıma sarkıttı. İlk başta rahatsız olsam da sonra sesimi çıkarmamayı tercih ettim. Bakışlarımı aynaya çevirdiğim de bir an kendimi tanıyamadım.

Her ne kadar onların giydiğine benzer sari giymesem de tıpkı onlara benzemiştim sanki. İki takıyla oluyor muydu ya öyle?

"Kısa bir makyaj da yaptık mı tamamdır" diye konuşarak ayna ile olan bakışmamı kesti.

Ona doğru dönerken “Aisha teşekkür ederim ama bu konuda beni düşünmene hiç gerek yok. Sen geç kalma inelim aşağıya hemen” dedim, mahcup bir sesle.

Omuzlarımdaki ellerini sıkarken beni tekrar aynaya döndürdü. Oradan göz göze geldik “Geç kalmıyorum merak etme. Hem makyaj dediğime bakma yüzüne biraz renk katacağım sadece o kadar”

Gözlerimin şişliğini kapatmayı bende düşünmüştüm aslında bu yüzden söylediği mantıklı geldi. Başımı sallayarak onu onayladım. Bunu bekliyormuş gibi hevesle malzemelerini karıştırdı. Hareket etmeyip sadece onu izledim.

Bende esmer tenliydim ama benim tenim onların yanında açık kalıyordu. Bu yüzden açık renk bir kapatıcı kullandığını gördüm. Şeftali rengi tonlarındaki allığıyla yüzüme renk kattı. Maskara ve parlatıcı sürmesine de ses çıkarmadım. Böyle özel günlerde kuaföre gitsem dahi saçlarımı yaptırır makyajımı hep kendim yapardım. Bu yüzden bu ilkti ve kendimi garip hissetmeden edemedim. Genelde onun yerinde ben olur kızların makyajını da ben yapardım.

Bu düşünceler içimi kasvetlendirmeye yeterken “Bilezik de takmak istersen istediğini alabilirsin Ezgicim” diyen Aisha’nın sesiyle daldığım yerden gözlerimi çektim.

Eliyle gösterdiği yere baktığımda masanın sağ köşesindeki küçük bilezik standını gördüm. Neredeyse her renk vardı ve ışıl ışıl parlıyorlardı.

Üzerimdekiler şu anlık yeterliydi “Sağ ol” dedim bu yüzden istemediğimi belirterek.

“O halde sende hazırsın” diyerek aynadaki şaheserini süzdü. Söylediği gibi abartmamış yerinde bir makyaj yapmıştı. Şalıma dikkat ederek ayağa kalkıp ona tekrar teşekkür ettim.

“Aisha bir bez rica edebilir miyim senden ayakkabılarım da kirlenmiş onları silmek için?”

Masanın üzerindeki dağınıklığı toparlarken “Onları ben sonra hallederim. Dolabımın altındaki sandaletlerden birini giyebilirsin şimdi” diye konuştu. Bakışlarım onun ayaklarına kaydığında parlak, altın sarısı renginde topuklu bir sandalet giymiş olduğunu gördüm.

“Tamam ama sen uğraşma ben hallederim onları”

Doğrulup bana baktığında gülümsediğini gördüm. “Ben sadece kuru temizle için çalışanlara vereceğim zaten merak etme”

Doğru ya. Ev işlerini gören birden fazla çalışanları vardı. Elbette onlar yapacaktı. Anladım dercesine başımı sallamakla yetindim.

"Sen ayakkabılarını giy beni burada bekle. Ben gidip bir Kavita'ya bakayım sonra beraber ineriz aşağıya" diye konuştuğunda masanın hemen yanındaki boy aynasının karşısına geçmiş sarisini düzeltiyordu.

“Tamam”

Biraz daha aynanın karşısında oyalandıktan sonra odadan ayrıldı. Sesli bir nefes bırakırken omuzlarım düştü. Aynadaki yansımamla kesişti gözlerim. Boydan tam halimi görünce daha garip hissettim yine.

Onlardan biri gibiydim.

Kafamı iki yana salladım. Ardından hala kapakları açık olan dolaba ilerledim. En altta uzun rafı dolduran ayakkabılara baktım. Evde normalde de ayakkabı ile mi dolaşıyorlardı yoksa davete özel miydi bilmiyordum. Bizim konağında büyük olmasına rağmen ayakkabı ile girmiyorduk eve.

Kıymetli dokuma halılarına ayakkabı ile bastığımı görse annem kafayı yerdi sanırım.

Bu düşünce beni gülümsetirken aklıma onlardan uzakta olduğum ve hiçbir haber alamadığım gelince gülümsemem yok oldu.

Düşünme Ezgi, hayır.

En gösterişsiz olarak gözüme kestirdiğim düz taban, parmak arası, altın sarısı rengindeki sandaletleri alıp yatağa oturdum ve ayağıma geçirmeye başladım. Bakışlarım bilek kısmındaki parlayan minik taşlara değdiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

Aynen, en gösterişsiz.

İşim bitince yerimde doğruldum. Dışarıdaki sesler iyice yükselmeye başlamıştı. Düğün çoktan başlamış olmalıydı. Onu beklerken gözlerimi boş boş odada gezdirmeye başladım. Ne kadar da tuhaftı. Şimdi kendi evimde kendi odamda kızlar ile çay içip tatilimin özetini geçiyor olabilirdim. Şu an ise yeni tanımaya başladığım bir insanın evinde, tanımadığım iki insanın düğünü için hazırlanıyordum.

Hayat insanın dengesini öyle bir bozar ki aklı şaşar derlerdi de inanmazdım.

Bozuyormuş.

Her zaman dörtnala ilerlemez hayat derdi Çakır dedem. Bazen o yolda yavaşlarız ama yine de ilerlemeye devam ederiz. Çünkü bu insanoğlunun doğasında var. Yeri gelir dik yokuşları tırmanır, yeri gelir sarp yamaçlardan düşeriz ama en nihayetinde pes etmeyip sabredersek şayet istediğimiz o düz çayıra ulaşırız.

Bakışlarımı sağ bileğime bağladığım fularıma çevirdim ve diğer elimle üzerini okşadım.

"Sizi çok özledim, seni çok özledim baba" dedim çatallaşan sesimle ve bir damla gözyaşımın yanağımdan süzülmesine izin verdim.

Aisha gerçekten de haklıymış. Tek başıma kalırsam onları düşünüp kendimi üzmekten başka bir şey yapmayacaktım. Kısa bir süreliğine beni yalnız bırakmış olsa da bunu anlamamı sağlamıştı.

Kapının önünden birkaç kadın ve Aisha'nın sesini duymamla aceleyle elimin tersiyle yanağımı sildim. Birkaç saniye sonra Aisha içeri girdi ve yüzündeki mutluluk dolu gülümseme ile beni yanına çağırdı. Ağlamış olduğumu fark etmediği için şükrettim. Ayaklanıp yanına gittim hemen ve birlikte aşağıya inmek üzere odadan ayrıldık.

Aşağıdaki kalabalığı görmek istesem de bu katın süslemeleri olan ışıltılı perdeler buna pek müsaade etmedi. Trabzanlara geldiğimizde Aisha koluma girmişti. Düğünün olacağı alana sonunda bakabildiğimde salonun davetlilerle dolmuş olduğunu gördüm. İlk dikkatimi çeken şeylerden biri erkeklerin başında pembe renkte sarığa benzer şeyler olmasıydı. Kumaş pantolonun üzerine yine tunik tarzı uzun bir şey giymişlerdi. Çoğunlukla açık renkti hepsi. Sanırım bu da erkekler için geleneksel bir kıyafetti.

“Bu başlarına taktıkları şeyin bir anlamı var mı?” diye sordum yüzümü Aisha’ya doğru eğerek. Gürültü sesimi bastırmıştı ama beni duyduğunu umdum.

Gülümsediğini gördüğümde bu düşüncemi doğruladı. “Hayır, yok. Geleneksel bir kıyafet sadece.”

“Çok garip” dedim ne söyleyeceğimi tam olarak kestiremeyerek.

“İlk gördüğümde bende çok tuhaf bulmuştum. Hatta bence komik de öyle değil mi?”

Güldüğünü gördüğümde sırıttım bende “Öyle valla”

Gerçekten bende öyle düşünmüştüm ama yanlış anlayabileceğini düşündüğüm için söylemek istememiştim. Anlaşılan bu konuda Aisha’ya açık olmamda hiçbir sakınca yoktu.

Bakışlarım tekrar alana döndüğünde bu sefer kadınları inceledim. Çoğunlukla kırmızı, turuncu ve pembe tonlarda gösterişli sarileri ve göz kamaştıran takılarıyla bu görüntüyü çok güzel bir şekilde tamamlıyorlardı.

Salonun orta kısmında genç, kızlı erkekli bir grubun organize bir şekilde çalan hareketli şarkıyla dans ettiklerini gördüm. Gerçekten harika görünüyorlardı. Etraftaki masalarında bulunun misafirlerin bir kısmı bu gösteriyi izlerken kimisi de kendi arasında eğleniyor gibi gözüküyorlardı.

Merdivenlerden indikten sonra birkaç kadın Aisha'nın yanına geldi ve diğer herkes gibi Hintçe bir şeyler konuşup gülüştüler. Aisha benden bahsetmiş olmalı ki kadınların bakışı bana dönmüştü. İsmim geçmese de beni onlara tanıttığını düşündüm. Hafifçe başımı eğip tebessüm ederek karşılık verdim bende. Ardından yanlarından ayrılıp beni kalabalıktan uzak bir köşede kalan boş bir masaya götürdü.

"Ezgi, benim şimdi Kavita'nın yanında olmam ve gelen misafirlerle ilgilenmem gerekiyor. Sen burada bekle beni biraz. Kimse ile muhatap olmamaya çalış. Ben gelince de mutfağa gider karnımızı doyururuz" diyerek yanımdan ayrılacağını belirtti.

Böyle bir günde onu beni düşünmek zorunda bıraktığım için kendimi yine mahcup hissettim. Kafamı salladım “Tamam, sen beni merak etme buradayım”

Gülümseyip omzuma dokundu ve yanımdan ayrıldı. Onun ardından bakışlarım kalabalığa döndüğünde derin bir iç çektim. Bütün masalar kalabalıktı ve herkes kendi halinde gülüşerek sohbet ediyor, eğlencenin tadını çıkarıyorlardı. Gerildim istemsizce ve sağ elimle sol kolumu okşadım. Kendimi hiç olmadığım kadar yalnız hissettiğimde onlara bakmazsam bu his geçebilecekmiş gibi başımı hafifçe önüme eğdim.

Hayatın beni getirdiği noktayı çok fazla sorgulayan bir insan olmamıştım. İstediğim her şey beklediğim şekilde gerçekleşmişti. Bir sorun çıksa da kabullenmem her zaman kolay olmuş ve anı yaşamaya bakmıştım.

Ancak şu anda olduğum durum ve yer ilk defa geldiğim noktayı sorgulatıyordu bana. Kafamı kaldırdım. Nasıl bu hale gelmiştim? Neden buradaydım? Bundan sonra ne olacaktı?

En çok canımı yakan soru da şu an ailemin nasıl olduğuydu…

Göz pınarlarım acıyla yandığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verdim.

Her şey iyi olacaktı. Sabretmeliydim.

Sabret Ezgi.

Kendimi telkin etmem işe yaramış karamsar ruh halimin kara bulutları kalbimin etrafından dağılmıştı. Derin bir nefes alıp verdim tekrar. Ardından olduğum köşeye daha çok sinip kimseyle göz teması kurmamaya çalıştım. Ne yazık ki bu sadece on dakika sürdü çünkü merdivenlerden yanında ondan büyük duran ve yüz siması onu andıran bir adam ile gülüşerek inen King ile göz göze gelmiştik.

Hayır, sen beni ta oradan nasıl fark ettin be adam!

Hemen bakışlarımı kaçırıp kafamı eğdim ve buraya gelmemesi için içimden dua etmeye başladım. Göz ucuyla o tarafa bakmaya çalıştığımda buraya doğru yürüdüğünü gördüm. Gergince dişlerimi sıkarken onu fark etmemiş gibi yapıp arkama döndüm.

Birkaç saat önceki karşılaşmamız dönüp duruyordu kafamda. Ona bakarken yakalanmıştım ve kesinlikle yanlış anlamıştı. Yüzümü buruşturdum. Of. Bir de İngilizce ya da Türkçe biliyorsa ben bitmiştim. Benim hemen bu karşılaşmayı ertelemem lazımdı.

Ancak sorun şu ki karşımda sadece süslenmiş bir duvar vardı…

Başka bir yere mi kaçsaydım acaba? Aisha’yı görmeye çalıştım ancak bu pek mümkün olmadı. Omzumdan nazik bir şekilde dürtülüp tanıdık sesi kulağıma geldiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Hintçe konuştuğu için ne söylediğini anlamamıştım. Buralı olduğumu düşünmüştü belki de.

Ne yapacaktım?

Ben ses vermeyince sağ tarafıma doğru yürüdüğünü gördüm. Panikle olduğum yerde diğer tarafa doğru döndüm. Ne yapıyordum ben Allah aşkına! Konuşmaya hala devam ediyordu. Daha fazla rezil olmamak adına pes edip ona doğru döneceğim sırada hızlı dönmüş olmalıyım ki o da önüme geçmek için hamle yapınca kafalarımız çarpıştı.

"Taş kafalı mısın mübarek? Bu ne!" diye çıkışıp kendimi tutamadığımda o da iki adım geri çekilmiş şakağına dokunuyordu. Yerinde doğrulduğunda benden uzun olduğunu fark ettim. Ne diye eğilip yüzüme bakmaya çalışıyorsa?

Sesimi duyunca buruşturmuş olduğu yüzü anında gevşedi. "Kafamı kırma pahasına da olsa demek sonunda konuşturabildik sizi hanımefendi. Acaba neden benden kaçtığınızı öğrenebilir miyim?" diyerek bozuk bir Türkçe ile konuştuğunda bakışlarımı kaçırma gereği duydum.

Hadi açıkla Ezgi.

"Aman tanrım, yoksa Aisha size insan kanıyla beslendiğimi mi söyledi?" Alaylı sesi tekrar ona bakmamı sağladığında başta kaşlarımı hafif çatsam da sonrasında ondan kaçışımla dalga geçtiğini anladım. Yani adam haklıydı ne diyebilirdim ki?

Gözlerimi kaçırmamak için bir hayli çaba sarf ettim. Yüzünü unsuz bir şekilde ve kahverengi gözlerini de yakından ilk defa görmek tuhaf hissettirmişti. Diğerleri gibi mavi renkte geleneksel parlak bir tunik pantolon giymişti. Başında o pembe sarıktan vardı onun da.

Tekrar konuşmama fırsat vermeden "Sanırım seni gerçekten korkutmuş olmalıyım, sadece tanışmak istemiştim" diye devam etti dudaklarındaki gülümseme büyürken elini uzattı "Ben King, Aisha'nın en yakışıklı, en esprili, en kibar, en eğlenceli ve en muhteşem kuzeniyim"

Mütevazılığı gözlerimi yaşartacaktı yalnız.

Bakışlarında herhangi bir ima göremedim. Gerçekten tanışmak için gelmiş gibiydi. Boş yere rezil olmuştuk iyi mi?

Çekingen bir şekilde uzattığı elini tuttum. "Ezgi bende. Aisha'nın arkadaşıyım"

"Ah, tahmin etmiştim. En zeki kuzeni olduğumu da söylemiş miydim?" deyip tek kaşını kaldırıp muzip bir şekilde bakarken gülmeden edemedim.

Alnımda Aisha'nın arkadaşı mı yazıyordu anlamadım ki?

"Nasıl oldu acaba o?" diye sordum ellerimiz ayrılırken. Omuzlarım gevşemiş sesim eğlenir bir tonda çıkmıştı.

Kollarını bilmiş bir edayla göğsünde bağladı "Aisha'nın Hint olan arkadaşları bir elin parmağını geçmez ve hepsini tanırım. Daha çok yabancı arkadaşı var” diye bir açıklama yaptı. “Gerçi onların da çoğunu tanırım ama seni ilk defa görüyorum. İş arkadaşı değil misiniz?”

“Hayır,” dedim dudaklarımı birbirine bastırırken. “Uzun bir hikâye o. Belki başka zaman anlatırım”

Daha bugün tanıştığımızı söylesem ondan Kaymakam Bey gibi kaba bir karşılık alacağımı düşünmüyordum ama böyle bir ortamda burada davetsiz misafir olma sebeplerimi anlatmak istemedim.

“Tabii sen nasıl istersen” dedi anlayışla. İlk sorusunu yineledi sonra. Ondan neden kaçtığımı merak ediyordu tabii ki. Şimdi gel de ona utandığım için diye açıklama yapmaya çalış.

Çapkın bir havası vardı ama beklediğim rahatsız edici boyutta değildi. Aksine sempatik ve sıcakkanlı biriydi. Öyle olmasa çoktan ona gülerken yakalandığım konuyu açmış olurdu. Boşuna endişelenmiştim gerçekten.

"Buraya ilk defa geliyorum, Aisha yanımda olmadan birileriyle tanışmak için çekindim sadece" diyerek gerçeğe çok da uzak olmadığını düşündüğüm bir açıklama yaptım en sonunda.

Anlamış olduğunu belirtirken üzerinde çok durmadı. Tabii bir de ondan kaçışımı anlatıp dalga geçmese iyiydi ya. Kendimi gerçekten nasıl tekrar rezil bir duruma düşürdüğümü anladım sayesinde.

Salak ben.

Muhabbet etmeye başladığımızda tüm gerginliğim gitmişti. Türkçe aksanı çok komikti. Bir o kadar da tatlı. Bazı kelimeleri telaffuz ederken zorlandığında ona yardım ettim. Konu ister istemez Aastha abla ile olan unlu hallerine geldiğinde eğlenen ifadesi iki kat artmıştı ama bunun benimle alakası yoktu.

Aastha ablayla uğraşmayı çok sevdiğini ve hayattaki eğlencelerinden birinin onu sinir etmek olduğunu söylediğinde sırıtıyordu. Mutfakta da Aastha abla düğün yemekleriyle ilgilenirken onunla uğraşmaya başlamış ve onu kızdırdıktan sonra gidip küçük un çuvalından birini başından aşağıya boşaltmış. Tabii sinir küpüne dönen Aastha abla da boş durmamış ve onu una bulamış.

Olayın gerçekliğine mi yoksa King'in olanları anlatırken ki o keyifli surat ifadesine mi çok güldüm bilmiyordum.

Aastha ablayla olan başka bir anısını anlatmayı bitirdiğinde ikimizde kahkaha atıyorduk. Tam o sırada genç bir adam King 'in yanına gelerek bir şeyler söyledi. Başını sallayıp omzuna dostça vurarak gönderdiği adamın ardından tekrar bana döndü.

"Arkadaşlarım beni yanlarına çağırıyorlar, neden sende bize katılmıyorsun? Bütün gece burada tek başına dikilmeyeceksin herhalde?" diye sorduğunda az önceki arkadaşının gittiği masaya baktım.

Üç kız üçte erkek vardı. Yüzlerindeki eğlenen gülümsemelerle birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Ona henüz durumumdan bahsetmediğim için beni sadece düğüne Aisha tarafından davetli bir arkadaşı olarak biliyordu.

Onun dediklerini bile bazen zor anlarken diğerlerini hiç anlamadan nasıl sohbet etmeyi düşünebilirdim ki? O da onları anlamayacağımı bilmesine rağmen beni yine de davet etmişti.

Bakışlarımı ona çevirip teklifini reddetmek zorunda kaldım. “Ben böyle iyiyim. Hem baya acıktım mutfağa gideceğim"

“Pekâlâ” Yüzü hala bana dönükken geri geri adımlamaya başladı "Sonra yanıma mutlaka uğramayı unutma ama" deyip yüzündeki gülümsemeyle göz kırptı. Ardından bir şey söylememe kalmadan önüne döndü ve arkadaşlarının olduğu masaya ilerledi.

Kendimi arkasından sırıtırken buldum. O sırada karnımın gurultusu kulaklarıma gelip tüm havayı bozdu. Gerçekten acıkmıştım. Ancak ilk defa midemi doldurmak için bu kadar isteksizdim. Etrafıma kısa bir göz atıp Aisha'yı aramaya başladım. Onu göremedim. Kaşlarım hafifçe çatılırken nereye gitmiş olabileceğini düşündüm.

Belki de mutfaktaydı. Öyle olmasa bile o olmadan da karnımı doyurabileceğimi düşünüyordum. Sonuçta mutfağın yerini biliyordum. Bu düşüncemle hareket ettim ve köşedeki büyük kapıya doğru insanları yararak ilerlemeye başladım.

"Bugün de beni görmeyen görmeyene valla gelen geçen çarpıyor!" Ağzımın içinde söylenerek zar zor mutfağa giriş yaptım. Aisha’nın olmadığı gibi mutfakta benden başka kimse de yoktu.

Yemeğimi alıp onu masada beklemeye devam edebilirdim. Mutfakları oldukça geniş ve ferahtı. L şeklindeki, esas tezgâha yakın orta kısımda, uzun bir tezgâh daha vardı. Üzerinde ise çeşit çeşit göze batan yiyecekler gözüküyordu.

Hemen tezgâhın arka tarafına geçtiğimde direkt böyle mi yiyeceğimizi yoksa servis için başka bir tabak mı kullanacağımızı düşündüm. Tam o sırada içeriye iki tane genç kız konuşarak girdiler ve bende onların ne yapacağını çaktırmadan izlemeye çalıştım. Zaten dikkatlerini çekmemiştim ve sanki ne yiyeceğime karar verememiş gibi sağ elimi çeneme yaslamış, işaret parmağımla yanağıma vurarak gözlerimi yemeklerde gezdiriyordum.

Mor renkteki sarili kız benim fark etmediğim esas arka tezgâhta kalan gümüş tepsilerden ikisini alıp birini de diğer kıza verdi. Ardından önümdeki tezgâhtan ne olduğunu bilmediğim birkaç yiyecekten koyup mutfaktan ayrıldılar.

Yemeklerini tepside mi yiyorlardı?

Onlar çıkar çıkmaz şaşkınlığımı sonraya bırakarak bir tepside ben aldım. Kızlar buradayken gelişigüzel bakmıştım yemeklere. Şimdi incelediğimde ise bir kısmının sulu bir kısmının ezme gibi durduğunu gördüm. Hiç et yemeği hatta içinde et olan bir yemek dahi gözükmüyordu. İç sesim midemin bugün boş kalmaya mahkûm olduğunu haykırıyordu. Hiçbiri tanıdık ya da iştah açıcı durmuyordu. Bu benim iştahımın olmamasından da olabilirdi elbette. Ofladım.

Ne yapacaktım ben şimdi?

Mutfağın boş olmasının rahatlığıyla elimdeki tepsiyi kafamın üstüne koydum. Düşün Ezgi, düşün. Yemeklere bakmayı bırakıp başımı önüme eğdim bıkkınlıkla. Belki de Aisha’yı beklemek en iyisi olacaktı.

Aklıma gelen fikirle gözlerimi açtım. İllaki tatlı da yapmış olmalıydılar. En azından tatlı yiyerek midemi az da olsa yatıştırabilirdim.

Bu dahiyane fikrim için kendimi tebrik ederken aniden birinin dokunuşunu omuzumda hissettim. Eş zamanlı olarak Hintçe konuşan yabancı bir erkek sesi ilişti kulağıma. Bu beklenmedik temastan korkup irkilince parmaklarım arasındaki tepsinin kafama düşmesi bir oldu.

Dudaklarımdan küçük bir inilti çıkarken yüzümü buruşturdum. Hala konuşmaya devam eden ve dediklerinden gram bir şey anlamadığım kişiye çevirdim bakışlarımı. Gri renkteki kıyafeti ve pembe sarığı gözüme iliştiğinde ne kadar yakın durduğumuzu fark ettim. Bakışlarım yüzüne çıktığında kaşlarını endişeyle çatmış adamın masmavi gözlerine bir an bakakaldım.

Çok... Güzel? Çekici? Yakışıklı?

Salak saçma düşüncelerim heyecanlanmama sebep olurken diğer elime aldığım tepsiyi tekrar düşürdüğümde bu sefer adamın ayağına düşmüştü.

"Ay! Çok özür dilerim yanlışlıkla şey ettim ben-" diye telaşla bir şeyler gevelemeye çalıştığımda adamın duraksayıp garip bir şekilde yüzüme baktığını görmemle bende susup ona baktım.

Kafayı mı yedin kızım ne oluyor sana!

Türkçe konuşmuştum bu garip bakışı ondandı muhtemelen.

“İngilizce konuşabiliyor musunuz?” diye sordu değişik bir aksan ile.

Gergince dudaklarımı yalarken “Evet” dedim.

“Ben buralı olmadığınızı bilmiyordum o yüzden sizi öyle görünce bir şeyiniz var sandım” dediğinde onu endişelendirdiğimi düşünmek utanmama sebep oldu.

Bakışlarım yerdeki tepsiye değdiğinde daha çok utandım. “Ben gerçekten özür dilerim. Dalmışım birden sizi fark edince korktum”

Onun da bakışları gözlerimi takip edip yerdeki tepsiye değdikten sonra tekrar yüzüme baktı. Mahcup bir şekilde gülümserken “Önemli değil. Asıl ben korkuttuğum için üzgünüm. Kafan iyidir umarım” diye konuştu sesindeki ilgiyle.

Keşke bayılsaydım da şu an bu rezillikle yüzleşmek zorunda kalmasaydım.

Gülümsemeye çalıştım “İyiyim sorun yok”

Başını salladı hafifçe. Yumuşak çıkmasından çok naif gelen bir ses tonuyla "Aisha'nın arkadaşlarından biri misiniz?" diye sorularına devam etti.

Allah'ım gerçekten mi? Gülmemek için kendimi zor tuttum.

Aisha’yı tanıdığına göre gelin tarafındandı. İyi ki Aisha kimseyle muhatap olma demişti bu arada.

"Evet, Ezgi ben" diyerek kendimi tanıttım.

İçten bir şekilde gülümsedi ve elini uzattı. "Bende Akash. Aisha'nın abisiyim"

Hay ben şansıma tüküreyim ya.

Doktor olan abisiydi resmen. Tamam onunla da çok iyi bir karşılaşmamız olduğu söylenemezdi ama en azından Kaymakam Bey gibi asabi davranmamıştı.

İçimde kopan fırtınanın aksine eline karşılık verirken gülümsedim.

Elimi tutmaya devam ederken "Ne kadar güzel bir ismin var Ezgi, nerelisin?" diye konuştu resmiyetten kurtularak. Muhtemelen o da King gibi iş arkadaşı olduğumuzu düşüyordu.

"Teşekkür ederim" dedim gülümsememi genişletirken elimi çektim usulca “Türk’üm”

Kaşları hafifçe havalanırken tebessümü büyüdü. İçten içe neden Hintçe bilmediğimi sorguluyor olabilir miydi?

"Peki orada ne yapıyordun öyle? İyi olduğundan eminsin değil mi?" diye sorduğunda kim bilir bu soruyu Hintçe olarak kaç defa sorduğunu düşündüm. Beni öyle görünce adam kim bilir ne düşünmüştü ve doktorluk iç güdüleriyle müdahale etmek istemişti.

"İyiyim, iyiyim sorun yok. Sadece... düşünüyordum. " diye açıklamaya çalışıp duraksadığımda "Ne yesem diye, çok acıktım da" diye devam edip iyice saçmaladığımı fark ettiğimde artık çok geçti.

Onun küçük kahkahası geldi kulaklarıma. "İlginç bir düşünme taktiğiymiş. Yoksa Türkiye de bilindik bir şey mi?" dedi keyifli bir sesle. Bu hali gevşememe sebep olurken gerçekten merakla sorduğu soruya ise gülmeden edememiştim.

Evet Akash, Türkiye de herkes düşünmek için bu pozisyonda duruyor.

"Hayır, ben uydurdum"

Evet, üç saniyede.

Dudaklarındaki gülümseme yerini korurken eğilip yerden düşürdüğüm tepsiyi aldı. Bana tekrar vereceğini düşünürken onu arka tezgâha koyup yerine yeni bir tepsi aldı. "Tepsin çok fazla yerde süründü gibi. Yenisini kullanmalısın" diyerek elindeki tepsiyi bana uzattı. Düşünceli tavrı içimi ısıttı. Tepsiyi elinden alıp teşekkür ettim.

O an aklımda bir ampul yandı. Neden Akash'tan yemekler konusunda yardım istemiyordum? Gayet kibar birisiydi, eminim beni geri çevirmezdi.

Ben düşüncelere dalmışken Akash, henüz yeni fark ettiğim arka tezgâhın sağında kalan küçük bir masada üzerinde yemekleri hazır olan tepsilerden birini almıştı. Tam tekrar onunla konuşacağım sırada mutfağa Kaymakam Bey'in girmesiyle bir an duraksadım. İstemsizce irkilmiştim yerimde.

Üzerinde geleneksel kıyafetler değil, yine beyaz gömlek ve siyah kumaş pantolon vardı. Koyu kahverengi saçlarını da pembe bir sarık örtmüyordu. Ne bana ne de Akash'a bir kez olsun bile bakmadan boş bir tepsi aldı ve bulunduğum tezgâhın karşı tarafının başından yemeklere göz atmaya başladı.

Öfkesi hala geçmemiş miydi?

"E Ezgi, hani çok açtın? Hala doldurmamışsın tepsini." diyerek yanımda konuşan Akash'ın sesiyle irkildim tekrar. Ne ara yanıma geldiğini düşünürken Kaymakam Bey'in bakışları bir anlığına bize dönmüştü.

Hadi bana öfkeliydi Akash’ı neden görmezden geliyordu? İşin garibi de Akash da bu durumu hiç yadırgamamıştı. Araları mı bozuktu acaba?

Bakışlarımı bana bakan meraklı gözlere çevirdim “Dolduracağım”

Sahi ben ne söyleyecektim ona?

Hafifçe tebessüm edip kafasını sallarken tek kaşıyla yemek dolu tezgâhı işaret etti. Tabii ya! Tatlılar. Ona hangilerinin tatlı olduğunu soracaktım. Dudaklarımı aralamıştım ki mutfak kapısından Akash 'a seslenen bir kadın sesi ile dudaklarımı yine geri kapatmak zorunda kaldım.

Ya havle ve la kuvvete illa!

Midem aç, aç ya.

Orta yaşta görünen, göz yapısı ve ince yüz hatları Akash' a oldukça benzeyen kadın mutfak kapısının ağzında Akash'la karşılıklı bir şeyler konuşuyordu. Anneleri olabilir miydi? Bir ara tuhaf bir şekilde Kaymakam Bey'e baktı ve bir şeyler söylemeye devam etti. Tabii ki ne dediğini anlamıyordum. İstemsizce Kaymakam Bey'e dönen gözlerim onun da bakışlarının değiştiğini ve öfkelendiğini fark etmeme sebep oldu.

Ya da ben öyle sandım.

Öyle bir şey sanmamın sebebi ortamdaki havanın değişmesiydi. Tam olarak kimdi bu kadın ve ne söylemişti de ortamda gergin bir hava oluşmasına sebep olmuştu bilmiyordum. Eğer anneleriyse belli ki Kaymakam Bey ile annesinin arası pek de iyi değildi.

Akash adımlarındaki bariz bir aceleyle yanıma geri döndü "Ezgi, tanıştığıma tekrar memnun oldum. Şimdi gitmem gerekiyor, umarım daha sonra tekrar sohbet etme şansımız olur" diyerek gülümsedi. Belli ki o kadın onu çağırmak için gelmişti ve şimdi onu bekliyordu.

Kafamı sallayıp gülümsemesine karşılık vermekten başka bir şey yapamadım. Sırtını dönüp ilerledi ve o kadınla birlikte gözden kayboldular.

Omuzlarım düşerken dudaklarım büküldü “İş yine başa düştü Ezgi, tatlıları kendin bulacaksın”

Bakışlarım usulca tezgâha dönerken bir an mutfakta yalnız olmadığımı unuttuğumu fark ettim. Neyse ki Kaymakam Bey’in pek umurunda değildik. Şimdi tam hizama gelmiş spiral şeklinde turuncu renkteki bir yiyecekten dolduruyordu tepsisine. Tabii ki ondan yardım isteme gibi bir düşünce geçmedi aklımdan. Özellikle Aisha’ya çıkışından sonra buna cesaret etmek istemedim. Kendim halledebilirdim.

O spiral yiyeceklerin olduğu yere baktığımda etrafındaki yiyeceklerin de onunla aynı renkte ve sulu yani şerbetli gibi gözüktüğünü fark ettim. Kendimi sırıtırken buldum. Hiç beklemeden o tarafa yaklaştım ve orada tatlıya benzer ne varsa tepsime doldurdum. En nihayetinde yapacağım şey buydu zaten.

Bu sırada Kaymakam Bey’in arkasını dönmüş mutfaktan çıkıyor olduğunu gördüm. O an karar verip hem onunla aramı düzeltmek hem de tekrar arama yapmak için peşinden gitmeyi düşündüm. Bugün olmasa bile yarın yüzü yüze bakıp konuşmak zorunda kalacaktık. Olduğum durumu da sayarsak benim için gurur yapmanın bir anlamı yoktu.

Ben bu kararımdan emin olana kadar çoktan mutfaktan ayrılmıştı bile. Bende acele etmemeye özen göstererek hızlı adımlarla mutfaktan çıktım. O kadar renk cümbüşünde siyah beyaz rengi hemen bulmam çok zor olmadı. Merdivenlerden çıkıyordu. Adımlarımı hemen oraya doğru yönlendirdim.

Aramızdaki büyük farkı bir türlü kapatamazken üstelik üçüncü kattaki pencerenin yanında olan merdivenlerden bir üst kata çıktığını gördüm.

Nereye gidiyordu bu adam?

Merdivenleri çıkarken demir bir kapı kapanma sesi duydum. Bu kat tek bir koridora açılıyordu ve sesini duyduğum demir kapı koridorun sonundaydı. Önündeki üç basamağı çıktım. Derin bir nefes almaya çalışıp kendimi hazır hissetmeye çalıştım. Tam olarak ne içindi bu hazırlık ondan da emin değildim ya neyse. Demir kapının kulpunu kavrayıp kendime çektim ancak içeriye doğru açılıyor olduğunu fark ettim. Elimdeki tepsiyle zor olsa da kapıyı ittim. Kapı o kadar ağırdı ki hafifçe aralandı sadece ve geri kapandı.

Bu şaka olmalıydı.

Sol dirseğime gücümü verip tekrar denediğimde bu sefer aralık çoğaldı ama gücüm kapının ağırlığına yetmeyip geri kapandı. “Ah! Bu nasıl kapı be!”

Kapıya ölümcül düşmanımmış gibi bakarken “İnat ettim açacağım seni duydun mu?” diye konuştum ve hemen ardından bu defa omzumla yüklendim kapıya.

Ve başardım…

Kapı kolayca açılırken kendimi hemen içeri attım. “Şükür ya!”

Bir boğaz temizleme sesiyle bakışlarım soluma dönerken onu gördüm. Bir şaşkın yüz ifadesine bir kapıyı tutan eline bakakaldım.

Ne? Kapıyı o mu açmıştı?

“Umarım az önce kapıyla konuştuğunun farkındasındır?” dedi sert erkeksi sesiyle. Elini çektiğinde kapı ağır bir şekilde kapandı.

Dilim tutulmuş gibi hiçbir şey söyleyemedim. Kafasını iki yana salladı ve bana arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

Hafif esen rüzgâr yüzüme değerken uzun saçlarımı usulca havalandırıyordu. Burası teras gibi bir yere benziyordu. Oldukça büyük bir alandı ve düğün için süslenmiş görünüyordu. Aynı renkteki ışıklandırmalar, kırmızı halı, balonlar, Kadife Çiçeklerinin rüzgârda uçuşan o mis kokuları ve tek tük konulmuş birkaç yuvarlak masa...

Kaymakam Bey, masalardan bağımsız terasın ortasında bulunan karşılıklı deri koltuklardan birine oturdu. Önündeki sehpada tepsisi duruyordu. Belli ki ben gelmeden önce orada oturuyordu. Sanki az önceki an yaşanmamış gibi gömleğinin kollarını sıvadığını gördüm.

Derin bir nefes alarak adımlarımı ona doğru yönlendirdim. Karşısındaki deri koltuğa oturduğumda bakışları bana kaydı. Nezaketen hafifçe gülümsedim. Tepki vermedi. Tepsimi masaya yerleştirdiğim sırada çoktan bakışlarını benden çekmiş yemeğini yemeğe başlamıştı.

“Teşekkür ederim” dedim. Gözleri tekrar bana döndüğünde bakışlarındaki soruyu gördüm. “Kapıyı açtığınız için”

“Neden buradasın?” teşekkürümü görmezden geldiği için sinirleneceğim sırada soru sorduğuna daha çok şaşırdığım için bunu es geçtim.

“Şey sanırım Aisha benden biraz bahsetmiş” diye lafa girdiğimde o rahatından taviz vermeden yemeğini yemeye devam ediyordu. “Ezgi ben” yeni bir başlangıç adına elimi uzattım önüne doğru.

Birkaç saniye garip bakışlarını yüzümde gezdirdi. Gözleri birkaç saniyeliğine elimde dururken sadece kafasını sallayarak karşılık verdi. Elimi geri çekerken içimden de sabır çektim. Derdi neydi bu adamın anlamıyordum.

Derin bir nefes alıp verdim ve tekrar dudaklarımı aralayıp "Konuşabilir miyiz?" diye sordum.

Elindeki gözlemeye benzer bir yiyeceğin parçasını ağzına attığı sırada “Yemek yerken konuşmaktan hoşlanmam” diye konuştu.

Daha çok sabahki olayın siniri geçmemiş acısını çıkarıyor gibi duruyordu. "Kaymakam Bey sabahki olay yüz-" diye konuşmaya çalıştığım sırada "Dediğim anlaşılmadı sanırım oysaki dilini konuştuğuma eminim" diyerek kayıtsız bir sesle konuşmamı kestiğinde sinirlerime hâkim olmaya çalıştım.

Sakin ol Ezgi, sakin ol.

Üstüne gitmeyerek yemeğini bitirmesini beklemeye karar verdim. O sırada kendi tepsim gözüme batınca açlığım kendini tekrar gösterdi. O sürede bende karnımı doyurabilirdim. Dudaklarımı yalayıp lokmaya benzediğini düşünerek aldığım yuvarlak tatlılardan birini aldım.

Bakışlarım bir anlığına Kaymakam Bey'e kayınca onun da bakışlarının tepsime değdiğini ve dudağının ucunun hafifçe kıvrıldığını yakaladım. Kaşlarım çatıldığı sırada gözlerimiz kesişti.

“Neden gülüyorsunuz?”

“Gülmedim”

Sesli bir nefes bıraktım. “Neden öyle baktınız o halde?”

"Tatlı seçimlerin beni şaşırttı” diye konuştu sonunda.

Bakışlarım tepsime döndü. Neden ki? Çok olduğu için şaşırmıştı sanırım. “Çok aç değildim, tatlılarınızı denemek istedim bu yüzden sadece” diye açıkladım kararsız bir sesle.

Onları tatlı niyetine seçtiğimi nereden biliyordu ayrıca? Beni duymuş olmalıydı.

“Yanlış seçim yapmışsın o halde” dedi düz çıkan sesiyle. Gözleri tepsime döndü. “Her görünüşü güzel olanı iyi sanma derim”

Bunu sadece şu an için söylememiş gibiydi ama neyden bahsettiğini anlamadım. Alık bakışlarım onun yüzü ve tepsim arasında gidip geldi.

“Onların hiçbiri tatlı değil”

Ne?

O kadar şey almıştım, ne demek hiçbiri tatlı değil!

Şüpheli bakışlarımı tepsimden ona çevirdim. O dudağının kenarındaki gülümseme sinirimi bozuyordu. "Yo gayet de tatlıya benziyorlar bir kere" diyerek diretmek istedim ya da "hani sen yemek yiyecek konuşmayacaktın, ne oldu? " da demek istedim.

Ah! Kesinlikle gıcıklık olsun diye yapıyordu bunu. Sanki bilerek döktük başından aşağı kırmızı boyayı!

Yüzüne bakıp aynı gıcık sırıtmadan ona gönderdiğimde ona inanmadığımı göstererek elimde duran tatlıdan kocaman bir ısırık aldım. Çiğnemeye başladığım sırada gözlerini devirip yemeğini yemeye devam etti. Boğazıma gelen o tatla yüzümdeki gülümseme anında donarken dilimin uyuşmaya başladığını hissettim.

"Acı! Çok acı bu!"

Elimdeki kalan parçayı tepsiye fırlatıp hızla ayağa kalktım ve ağzıma doğru elimle yelpaze yapmaya başladım.

Adanalıydım ben ya. Acıyla bir yaşıyor olmama rağmen bu... Bu çok farklı bir acıydı! Birden boğazımı yakan acısından dolayı deli gibi öksürmeye başladım. Beklediği tepkiyi alan Kaymakam Bey onu tamamen unuttuğum sırada yaslandığı yerden doğrulmuş elini şıklatarak dikkatimi ona vermemi sağlamıştı. Sulanmış öfkeli bakışlarım ona dönerken eliyle işaret ettiği yere baktığımda sehpanın diğer ucundaki sürahiyi fark ettim.

Oraya doğru koşup demir sürahiyi elime aldım. Yanında duran demir bardağa suyu doldurarak hemen kafama diktim. Bir bardak, bir bardak daha derken üç bardak su içmiştim. Boğazımdaki yanmanın geçtiğini hissettiğimde sürahiyi masaya bıraktım ve elimle ağzımdan akan suları sildim. Birkaç saniye yerimde dikilip nefeslendim. Oyunu bozulmuş çocuklar gibi yerime oturduğumda öfkeli bakışlarım bana bakmakta olan Kaymakam Bey'deydi.

"Her görüntüsü güzel olanı iyi sanma"

Söylediği söz kafamda yankılanırken tıpkı senin gibi demek istedim. Şimdi Allah var yakışıklı bir adamadı fakat sergilediği tavırlar tam tersiydi. Yardım etmeye çalışırken bile insanı şüpheye düşüren kaba ve gıcık adamın tekiydi.

"Hiç boşuna öyle bakma. Seni uyarmıştım. Aptallık yapan sensin"

"Ne kadar misafirperversiniz ya! Allah razı olsun" diye çıkıştım.

Tek kaşını kaldırıp sinir olduğum bakışlarını yüzüme dikti "Sende davetsiz gelen bir misafire göre fazla nankörsün"

Ne! Nankör mü dedi o bana?

Kaşlarımı çatıp dişlerimi sıkarken tekrar konuşacağım sırada cık cıklayarak kafasını iki yana salladı ve gözlerini kaçırdı. Aralanan dudaklarımı geri kapatıp ne söyleyeceğini bekledim. Koltukta biraz daha öne kayarken kendi tepsisindeki yuvarlak küçük gözlemeye benzeyen yiyeceği benim tepsime koydu. Bakışlarıma eklenen şaşkınlıkla gözlerim ona döndü.

Ne yapmaya çalışıyordu bu adam?

Bakışlarımı fark etmesine rağmen gözlerini bana çevirmedi. Tepsisinde boş olmayan ve iki küçük demir kâseyi de önüme doğru ittirdi. Bu sırada sol bileğindeki kahverengi boncuklu bilekliği dikkatimi çekmişti. Bakışlarım tekrar yüzüne döndüğünde tüm sinirim içime kaçmış gibi hissettim. En sonunda gözlerini hala kızarmış olduğunu düşündüğüm gözlerime dikti.

"Bu körili mercimek püresi, tadını pek seveceğini sanmıyorum." diyerek soldaki, yeşil ve görüntüsü tuhaf olan kâseyi gösterdi ardından sağdakini işaret ederek "Bu da sizin patates püresine benziyor içinde ek olarak zerdeçal var"

Biz daha az önce ne için tartışıyorduk?

Hem bu adam bizim patates püresini nereden biliyordu ki?

"Bunları ned-" diye söze başlamıştım ki “Açlığını giderirsen umarım çenen az çalışır" diye sitem ederek lafımı böldü. Susmamı istediği için yaptığını belirtmişti fakat bilmediği bir şey vardı ki açlığımı gidersem bile onunla konuşacaktım.

Hem bir kere konuşma dedikten sonra benimle ilk konuşan o olmuştu?

Dengesiz ya!

“Aç olmadığımı söylemiştim” dedim hala kaşlarım çatık bir şekilde onu izlerken.

Bu adam benim iç sesimi mi okuyordu yoksa umursamaz gözükürken aslında çok mu dikkatliydi?

İkinci seçenek daha makul duruyordu. Mutfakta gösterdiğinin aksine Akash ile olan konuşmalarımıza dikkat etmişti.

Söylediğimi umursamadı. Kendi tepsisindeki son bir tane kalan spiral şeklindeki, artık tatlı olduğundan emin olmadığım, şeyi de yedikten sonra tepsime baktı. "Son olarak tepsindeki tek tatlı da Jalebi. Eğer hala tatlı yemek istiyorsan onu ye"

Hala inanamıyordum gerçekten! Sadece biri tatlıydı onu da ondan kopya çekerek almıştım zaten. Jalebi dediği şey o spiral şekilli tatlıydı. Tadını merak ederek tepsimdekilerden birini aldım ve bu sefer dediğine güvenmeyi denedim ancak ne olur ne olmaz bu sefer küçük bir ısırık aldım. Eş zamanlı olarak da gözlerimi kısmıştım.

Tatlı! Gerçekten tatlıydı. Yüzümdeki ifade gevşerken ne düşüneceğini umursamayarak kalan kısmını komple ağzıma attım. Arkasını alamayarak iki tane daha yediğimde Kaymakam Bey bu sırada gömleğinin kollarını indirmeye başlamıştı. Teşekkür etmeli miydim? Hayır, etmeyecektim!

Of. Sözde aramızı düzeltecektim.

Telefonuna bir mesaj sesi bildirimi geldiğinde kaşları öfkeyle çatıldı ve hareketlerinde bariz bir acele peydah oldu. Üzerini silkip oturduğu yerden ayaklandığını gördüğümde ne için burada olduğumu hatırladım tekrar.

Elimdeki tatlıyı aceleyle tepsiye bırakıp daha çok ilerlemesine izin vermeyerek arkasından seslendim. Adımlarını durdurunca yanına koşar adım ilerleyip önüne geçtim.

Uzun boyundan dolayı koyu kahve gözlerine bakabilmek için başımı kaldırmak zorunda kaldım "Yemek yedikten sonra konuşabileceğimizi söylemiştiniz?”

“Öyle bir şey söylemedim. Senin aksine düğünde bulunmam gerekiyor. Sana afiyet olsun” diye konuştuğunda kelimeleri bir ok gibi göğsüme saplandı. Gözlerimin sulandığını hissettim.

Yanımdan geçip gitmeye yeltendiğinde vazgeçmeyip bu defa bileğinden tuttum. Parmaklarım bilekliğine değdi. Tekrar durduğunda sırtı dönük olsa da sinirle soluduğunu sırtında gerilen kaslardan anlamıştım.

Bunu görmezden gelerek bileğini bırakmadan karşısına dikildim “Lütfen, sadece beş dakika” sesimin titrememesi için ayrı çaba sarf ederken hakkımda söylediklerini umursamamaya çalıştım.

Çünkü konu ailemdi ve bunun için her türlü yüzsüzlüğü yapardım.

Gözleri yüzüme döndüğünde yorgun bir nefes bıraktı “Vaktim yok. Başka zaman” dedi sabırsız bir şekilde. Ardından hayal kırıklığıyla gevşettiğim elimin arasından kolunu kolayca kurtararak terası terk etti.

Arkasından bir süre bakakaldığım sırada ne ara aktığını bilmediğim gözyaşlarım çeneme doğru yol aldı. Neresi olduğunu umursamadan olduğum yere oturdum usulca. Dizlerimi kendime çekip kollarımla kendime bir alan yarattım ve başımı dizlerime yasladım. Sert bir rüzgâr estiğinde sırtımdaki saçlarımı havalandırdı.

Kendimi okyanusun ortasında mahsur kalmış gibi hissediyordum.

İçimi esir alan bu duyguyla beraber ağlamam şiddetlenirken hıçkırmaya başladım. Ağlamam öyle şiddetli bir hal aldı ki aslında gözyaşlarım paraşütle buraya indiğimden beri bu anı bekliyormuş gibiydi.

 

 

 

 

 

 

BÖLÜM SONU

 

Nasıl buldunuz bakalım bölümü?

Kaymakam beyimizin tavırları hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben Ezgi'nin yerinde olsam ağzına çarpmıştım bir tane:) Neyse ki kızım fazla yufka yürekli. Tabii bunun sonraki bölümü de var Kaymakam Bey görüşeceğiz.

Diğer yeni karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bir sonraki bölüm hikayenin temelinin atıldığı bir bölüm olacak. Arayı çok açmamaya çalışacağım. Beklemede kalın ve Allah'a emanet olun.

Sevgilerimle...

 

 

Loading...
0%