@bayankimbilir
|
Selamlar! Biraz gecikti ama geç olsun güç olmasın değil mi? :) Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, keyifli okumalar dilerim... 4. BÖLÜM GEETA "Gözler...Semadaki yıldızlar gibi parıldayan o gözler... Karanlıkta kayboldu şimdi"
Bu yaşadıklarımın hepsi birer kâbus olmalıydı. Bir anda hayatım nasıl böyle tepetaklak olabilirdi? Ne yapmam gerektiğini ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Kapana kısılmış gibiydim. Ben, kendimi ilk defa bu kadar çaresiz hissediyordum. Gözyaşlarım dozunu arttırmış hızla yanaklarımdan çeneme doğru yol alırken her ağladığımda olduğu gibi bir de hıçkırık tutmuştu. Kollarımı bacaklarıma daha sıkı sarıp bugünün hemen bitmesini diledim. "Ezgi?" Önce şaşkın sonrasında ise tekrar endişeyle ismimin söylendiğini duydum. Başımı dizlerimden kaldırdığımda karşımda yere çökmüş endişeyle bana bakan Aastha ablayla karşılaştım. Bir elini sırtıma koyup diğer eliyle gözyaşlarımı silmeye çalışırken "İyi misin tatlım? Neden ağlıyorsun?" dedi, şefkatli sesiyle. Başta garip İngilizce aksanıyla ne söylediğini anlayamadım. Bunu anlamış gibi tekrar yinelemişti sorusunu. Hıçkırığımdan dolayı bedenim titriyordu hala. Dudaklarımı aralayamadım. Gözlerine bakabildim sadece. Konuşamayacağımı anlamış olacak ki kolunu tamamen belime dolayarak ayağa kalkmamı sağladı. Ardından az önce kalktığım koltuğa beni geri oturttu. Masanın üzerindeki sürahiden bardağa su doldurdu ve yanıma oturarak içmeme yardımcı oldu. İki yudumdan fazla içemedim. Birkaç dakika bana zaman tanıdığında bir yandan da önüme dökülen saçlarımı omzundan geriye doğru atmış yavaşça okşamaya başlamıştı. Bu iyi hissettirmişti. “Biri bir şey mi yaptı?” diye sordu. Sesi hala yumuşak gelse de kaşları çatılmıştı. Aklıma Kaymakam Bey gelirken dudaklarımı birbirine bastırdım. Burnumu çekerken kafamı iki yana salladım sadece. Aklına nasıl kötü şeyler geldiyse yüzünde bir rahatlama belirdi. Başını hafifçe sağa eğip gözlerime daha iyi bakmaya çalışırken "Ne olduysa bana anlatabilirsin, canım. İyi sır tuttuğumu söylerler." deyip hafifçe gülümsedi. Üzülmemesi için karşılık vermeye çalıştım ama pek beceremedim. Hıçkırıklarım biraz olsun dinmişti. Önce ne söyleyeceğimi bilemediğimden sadece "Evimi çok özledim..." cümlesi çıkıverdi dudaklarımdan. Gözlerim tekrar dolduğunda Aastha abla elimi tuttu bu sefer ve güç verircesine sıktı. Bu sıcak yaklaşımı bana güven verirken başımdan geçen tüm gerçeği anlatmak istedim ona. Ve çok geçmeden öyle de yaptım. Tayland'a tatile gittiğimden, geri dönüş yolunda uçağım düşmek üzereyken paraşütle buraya atlayıp hayatta kaldığımdan, meydandaki çocuklardan, Aisha'yla tanışmamızı ve onun bana yardımcı olmak için neler düşündüğünden... Eve geldiğimiz yerden keserken neden düğünde bulunduğumdan bahsedip sustuğumda derin bir nefes aldım. O ise bu süre zarfında beni bölmeden dikkatlice dinlemişti. Çenemden tutup gözlerimizi buluşturduğunda ışıktan iyice parlayan açık kahverengi gözlerindeki hüzünle karşılaştım. "Kıyamam sana ben. İnan bana Aisha seni buraya getirerek en iyisini yapmış. Sen sabretmeye devam et ve tanrıya şükret, tatlım. O senin için en hayırlısını gösterecektir" Dudaklarımı birbirine bastırırken bir şey söyleyemedim. Koltukta bana doğru yaklaştı ve sıkıca kollarını sardı titremesi dinen bedenime. İhtiyacım olan buymuş gibi güçsüz kollarımla sarılmasına karşılık verdim hemen. Bu bir an neden ağladığımı unutturacak kadar çok iyi hissettirmişti. Aastha abla haklıydı, şükretmeli ve sabretmeliydim. Şu anlık yararıma yapabileceğim tek şey bunlardı. Birbirimizden ayrıldığımızda buruk bir gülümseme ile baktı bana. Bende teşekkür edercesine ona karşılık vermeye çalıştım. Bakışlarım üzerindekilere kaydı birden. Mor ve sarı renginde gösterişli sarisi, iki kolundaki aynı renkte bilezikleri, kolyesi, küpesi ve gösterişli saçı ile oldukça güzel görünüyordu. Benim ise düğün aklımdan tamamen çıkmıştı. Kendimi suçlu hissetmeden edemedim. Böyle özel bir günlerinde onları kendi dertlerimle meşgul ediyordum. Bakışlarım kucağımdaki ellerime dönerken “Kusura bakma Aastha abla seni de alıkoydum böyle” diye konuştum. Omzuma dokunup bakışlarımın ona dönmesini sağlarken “Olur mu öyle şey? Ne zaman istersen” dedi. Buruk tebessümüm genişledi. "Sen neden buraya gelmiştin Aastha abla?" diye sorduğumda ortamın hüzünlü havasını değiştirerek bu ruh halinden toparlanmaya çalıştım. Konuşmak bana çok iyi gelirdi her zaman. Sarisini düzeltirken kısa süreliğine bakışlarını terasta gezdirmişti. "Aslında ben eşimi arıyordum. King en son yukarı çıkarken gördüğünü söyledi ama burada senden başka kimse olmadığına göre kesin dalga geçti benimle pislik!" sonlara doğru ince biçimli kaşlarını çatıp sinirle konuştuğunda istemsizce dudaklarım kıvrılmıştı. Küçük ve oval bir yüzü vardı. Bu ifadeye büründüğünde de tombul yanakları daha çok göze batıyordu ve aşırı sevimli gözüküyordu. O sırada aklıma yine sadece Kaymakam Bey'in birkaç dakika öncesinde burada olduğu gelince Aastha ablanın eşi olarak bahsettiği kişinin o olduğunu anladım. "King doğru söylemiş sanırım. Az önce buradaydı eşiniz. " dedim sesimi normal tutmaya çalışarak. Ona karşı öfkeyle kırgınlık arası duygular besliyordum ve bu konuda ağzımı açarsam susamayabilirdim. Aastha ablaya da mı böyle davranıyordu acaba? Kardeşlerine o kadar soğuk davranıyorsa karısına kim bilir nasıl davranıyordur? Şu tatlı kadına yazık yemin ediyorum. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken "Öyle mi? Buraya gelirken görmedim. Ben çıkmadan çoktan indi demek. " diye konuştu daha çok kendine konuşur gibi. Ardından bakışları tekrar bana döndü. "Onunla da tanıştınız mı bari?" "A evet, evet. Gündüz tatsız bir karşılaşmamız olmuştu zaten ama hallettik" Şu an için en doğrusu gerçekleri saklamaktı. Durduk yere tadını kaçırmak istemedim. Ayrıca bu durumu nasıl anlatabilirdim ki ona? Kocasını ona şikâyet ediyormuş gibi olurdum ve bu oldukça saçmaydı. Kaşları bu defa hafifçe çatılırken "Bana hiç bahsetmedi karşılaştığınızdan” dedi şaşkın sesiyle. Bunun üzerinde çok durmazken minik bir tebessüm sundu bana “Neyse, ama merak etme her şeyi sıkıntı edecek biri değildir aksine çok da cana yakındır" "Cana yakın mı? Ben niye göremedim o yakınlığı acaba?" "Bir şey mi dedin canım?" İçimden düşündüğümü sanırken Aastha ablanın sorusuyla irkildim. Allahtan Türkçe konuşmuştum da anlamamıştı. "Öyle öyle dedim" diye toparlamaya çalıştım hemen. "Peki sen ne için gelmiştin buraya?" diye devam ettiğinde çok geçmeden gözleri masadaki tepsi ve yiyecekleri buldu. Benim ise bunun üzerine yüzüm mümkünmüş gibi daha çok asıldı. "Yemek yemek için mi gelmiştin? Ee hiç dokunmamışsın tepsine? Hadi doyur karnını da aşağıya inelim" Kaymakam Bey'in sözde misafirperverlik taslayarak verdiği kaseleri tepsime yerleştirdi bir yandan da tatlı niyetine doldurduğum yiyeceklere garip bakışlar attı. Kim bilir hangi birbirinden alakasız yiyeceklerdi. Gururumu bir kenara bırakıp açlıktan bayılmamak adına kaşık falan olmayışını sorgulamayarak gözleme olduğunu düşündüğüm ekmekten bir parça koparıp patatesli püreden yedim. Tadı fena değildi ama şu an umurumda olan en son şeydi bu. Çok kısa bir sürede kâseyi ve gözlemeleri bitirdiğimde kalan jalebilerime yazık olmaması ve daha doğrusu tadının damağımda kalmaması için onları da mideme indirdim. Acı kadar tatlıya da asla hayır demem. Tabii az önceki yanma operasyonundan sonra acı meselesini tekrar gözden geçirebilirdim. Benimle birlikte rujunu bozmamaya özen göstererek yemeyeceğimi belirttiğim tepsimdeki diğer yiyecekleri yiyen Aastha ablaya baktım. Benim doyduğumu anlayıp yerinde toparlandı ve ağzına bir ekmek parçası daha atıp ayaklandı. Bende kalktım ardından. Terastan çıkıp aşağı kata inerken sarmal merdivenlerin olduğu kata gelmiştik. “Gel önce bir lavaboya götüreyim seni. Elini yüzünü yıka” Aastha ablanın konuşmasıyla ellerim yüzüme gitti. Makyajım akmış gözlerim kızarmış olmalıydı. Berbat görünüyordum muhtemelen. bUnu tamamen unutmuştum. Düğündekileri geçtim Aisha beni böyle görmemeliydi. Bir de onu boş yere endişelendirecektim yoksa. Aastha ablayı takip ettim ve beni o kattaki ortak olan lavaboya getirdi. En üst kat olduğu için burada kimse yoktu. Aynadaki görüntüm tam olarak beklediğim halimdi. Maskaram göz altıma akmıştı. Aastha abla bir ıslak mendil verdi dolaptan. Onunla yüzümü sildim ardından yıkadım. Gözlerimin kızarıklığı için yapabileceğim bir şey yoktu. Ellerimi de yıkarken Aastha abla da aynaya bakarak sarisini düzeltti. Lavabodan çıktıktan sonra merdivenlere doğru ilerlemeye başladık. Karşı koridordan bize doğru yürüyen Aisha'yı tanıdım hemen. O da bizi fark etmiş hızlı adımlarla yanımıza geldi “Ezgi, nereye kayboldun? Deminden beri seni arıyorum her yerde" diyerek rahatlamış bir şekilde nefes verip konuştuğunda onu endişelendirdiğim için kendimi kötü hissettim. "Özür dilerim Aisha. Ben seni göremeyince mutfağa kendim gidip yemek yedim. Bir sorun olmadı merak etme" “Hayır, sorun değil. Asıl sen kusura bakma, hemen gelemedim yanına” diye karşılık verdiğinde başımı iki yana sallayarak bunun da benim için önemli olmadığını belirttim. Gözlerimin kızarıklığını fark etmesin diye gözlerine çok bakmamaya çalışıyordum. Yanımızda dikilen Aastha ablaya kısa bir bakış attı. Neyse ki bunu fark etmemişti. Dudaklarındaki gülümsemesi tekrar yerini alırken sağ tarafıma geçip koluma girdi. Aceleyle beni merdivenlere doğru çekiştirmeye başladığında "Hadi o zaman düğünün en güzel kısmını kaçıracağız. Tören başlamak üzere" diye konuştu. O kadar heyecanlıydı ki nereden geldiğimiz hakkında hiçbir soru sormadı. Bu da benim işime gelmişti. Aslında odaya çıkmayı düşünüyordum ama heyecanını bölmemek için bunu törenden sonraya erteledim ve ona ayak uydurdum. Belki benim de biraz kafam dağılırdı. Aastha ablanın da bize söylenerek arkamızdan geldiğini duydum. Aşağı indiğimizde kalabalığın çoğunluğunun platformun etrafına toplandığını gördüm. Aisha kalabalığı yararak öne doğru ilerledi ve sahneyi net görebileceğimiz bir yerde durdu. Arkama döndüğümde Aastha ablayı göremeyince kaşlarımı çattım. Nereye kaybolmuştu hemen? "Sonunda bulmuşsun özel misafirini" Duyduğum ses ile Aastha ablayı aramayı bırakıp önüme döndüğümde King'in sırıtan suratıyla karşılaştım. Hafifçe tebessüm ettim selam vermek adına. Yüzündeki memnun ifadeyle göz kırptı ve önümüzde durmayı bırakıp sol tarafıma geçti. Aisha’nın bu hallerimizi garipsemediğini fark ettiğimde tanıştığımızdan çoktan haberi olduğunu anladım. Böyle konuştuğuna göre King söylemiş olmalıydı. Bakışlarım kırmızı süslü sahneyi inceledi. Işıklandırmaları yakılınca harika bir yere dönüşmüştü. Hemen kenarında beyaz uzun sakallı, başında sarık olan, siyahlar içindeki yaşlı bir adam ayakta Hintçe bir şeyler söylüyordu. "Bu adam kim? Nikah memuru falan mı?" diye sordum merakla. Merakımın yanında Aisha’nın heyecanına ortak olmak istiyordum aslında. "Ne memuru, ne?" diye şaşkınlıkla atıldı King. Nikah memuru ne demek bilmiyor muydu bu adam? Aisha Hintçe konuşarak King'e bir şeyler söyledi. Meğer bazı Türkçe kelimeleri bilmiyormuş. Ne demek olduğunu bilmediğinden değil yani. O da az önce ona çeviri yapmıştı. Bu onların neden Türkçe bildiğine olan merakımı hatırlatmıştı yine. Aisha bakışlarını tekrar o adama çevirdiğinde "Bu bizim kutsal evlilik törenlerimizi gerçekleştiren papaz efendi" diyerek bana yanıt verdi. Benim de tekrar bakışlarım oraya dönerken gelin ve damat olduğunu düşündüğüm kişiler platforma çıkarıldı. Gelin tüm kadınların sarilerinden daha gösterişli bir kırmızı sari giymiş ve yüzü sarinin şalıyla kapatılmıştı. Damat ise krem ve altın sarısı renginde gösterişli geleneksel pantolon tunik kıyafetlerinden giymiş, başında krem renginde sarık vardı. Tuhafıma giden damadın da yüzünü sarığından sarkan çiçekle ve boncukla kaplı ipler kapatmıştı. Yaşlı papaz kısa bir şeyler okuduktan sonra gelin ve damat birilerinin, tahminimce aileden, yardımıyla ortada duran siyah mangala benzeyen şeyin arkasına yan yana oturdular. Papaz yine bir şeyler okumaya başladığında damat önce kendi yüzünü açtı ardından gelinin örtüsünü kaldırdı. Geline haliyle abartılı bir makyaj yapmışlardı ama o burnundaki koca halka gözlerimin şaşkınlıkla büyümesine sebep oldu. Zaten boynunda, kulaklarında, bileklerinde hatta kafasında bile gösterişli takılar varken bir de burnuna o koca halkayı takmışlardı. Ben sayarken bile rahatsız olmuştum, o olmuyor muydu? Papaz okuduğu şeyi kesip onlara bir şey söyledi. Bunun üzerine o mangal diye tasvir ettiğim şeyde ateş yaktılar. Düşünsenize, onlarda pasta yerine et pişirip birbirine yedirme adeti varmış. Kendi düşünceme kıkırdadım. Et yeseler muhtemelen böyle düşünebilirdim. Çok mantıklıydı bence. Yanan ateşle birlikte papaz efendi onlara bir şeyler söyledi. Ardından gelinin eli damadın elinin içinde olacak şekilde ateşin içine bir şeyler atmaya başladılar. Bu düğün töreni iyice tuhaflaşmaya başladı benden söylemesi. Atacakları şey bitmiş olmalı ki papaz efendi Aisha'nın dediğine göre tekrar dua okumaya başladı. Ardından damat önlerinde olan tepsiye eğildi ve kolyeye benzer bir şey aldı. Ucunda parlayan simgeli kolyeyi doğrudan Kavita'nın gözlerine bakarak boynuna taktı. Ayy bunlar gerçekten takıp takıştırmayı çok seviyorlar. Kavita'nın yerine ben daraldım burada. Düşüncelerimin aksine "O kolye ne için? Bir anlamı mı var?" diye sordum. Etrafımızda hafif bir uğultu vardı ama sesim gayet net duyuluyordu. "Evlilik kolyesi. Her evli kadında bulunur ve onlar için oldukça önemlidir. Evlilik yüzüğü gibi düşün" Aisha heyecanla sorumu cevapladığında yandan bir bakış atıp sesindeki neşesine rağmen gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Melike ve Rüya da sevdiği adamla evlense ben çoktan gözyaşlarına boğulmuştum. Buruk bir tebessümle bakışlarımı sahneye çevirdiğimde damadın bu seferde tepside bulunan küçük bir kutuya elindeki bir şeyi daldırdığını gördüm. Ardından onu alıp diğer eliyle gelinin alnının ortasına tam saçlarının başladığı yerde gezdirdi. Kaşlarımı çatmış ne sürdüğünü görmeye çalışırken sadece oradaki kırmızılığı fark etmiştim. "Ne sürdü oraya öyle?" diye merakla sorarken bir yandan da parmak ucuma hafifçe kalkıp doğru görüp görmediğime emin olmaya çalışıyordum. "Sindur. Kırmızı boya yani. Bu da her evli kadın için önemlidir" diye bu sefer King merakımı giderdiğinde şaşırmıştım. "Bir kadının evli olup olmadığını ifade eden şeylerden biri burada" Kırmızı boya mı? Kaymakam Bey’in yüzü geldi ister istemez aklıma. Yutkunmaya çalıştım. Düşünme Ezgi, düşünme. Demek bu yüzden boya toz şeklindeydi. Ben Hintlilerin alnının ortasına kırmızı nokta koyduklarını görmüştüm ama bu ondan farklı bir şeydi sanırım. Garip ama güzeldi bence. Sahnede bulunan aile büyüklerinden daha genç bir kadın damat ve Kavita'ya gülüşerek bir şeyler söyledi. Ardından arkalarına geçip damadın sarığından sarkan pembe kumaşı gelinin şalıyla düğümledi. Dikkatlice töreni izlemeye devam ederken o kadının gittiği yere doğru kayan bakışlarım Akash' la karşılaştı. Yanında mutfaktan çıkmasına sebep olan o kadın ve davetlilerle birlikte yüzündeki ışıltılı gülümsemeyle gelin ve damadı alkışlıyordu. Birkaç genç kadının bakışlarının üzerinde olduğunu fark ettim. Şöyle uzaktan bir kez daha baktım da bu adamın bekar olma ihtimali çok düşüktü. Ben olsam bu haliyle bu bakışların arasında onu bir saniye olsun yalnız bırakmazdım. O kadınların içinde benim de olduğumu fark etmemle utançla gözlerimi ayırdım ondan ve başımı hafifçe önüme eğdim. "Asıl önemli ve son kısım. O gelen müstakbel eniştemin ablasıydı. Aralarındaki o düğümü damadın kız kardeşi bağlar" Aisha daha büyük bir heyecanla geleneklerini anlatmaya devam ederken başımı kaldırıp bakışlarımın törene dönmesini sağladı. O sırada çift ayaklandı ve papazı dinlemeye başladılar. Ardından damat öne geçerek ateşin etrafında adımlamaya Kavita ise onu takip etmeye başladı. E malum düğümlendikleri için. İyi de niye dönüyor şimdi bunlar? "Şu an kutsal ateşin etrafında dönerek evlilik yemini ediyorlar" deyip varlığını bir anlığına unuttuğum King kendini tekrar belli etmişti. Anlaşılan yine sesli düşünmüştüm. O sırada etrafta toplanan insanlar ellerinde bulundurdukları çiçek yapraklarını onlara doğru atmaya başladılar. Benim ne olduğunu anlamaya çalışan halimi fark eden King " Kadife Çiçeği atıyoruz ki onlara mutluluk ve şans getirsin" diye konuştu gülümseyerek. Hani şu kokularını sevdiğim ve süs için kullandıklarından bahsediyordu. Bana doğru eğilip gözleriyle ellerimi açmam için işaret yaptı. Ardından elindeki çiçek yapraklarının yarısını avucuma bıraktı. Bende heveslenerek onun nasıl yaptığına bakıp çiçekleri atmaya başladım. Ayy bu çok hoşuma gitmişti ama benim. Hatta ne ara nasıl olduysa King ile kim daha uzağa atabilir yarışına girişmiş gibi birbirimizden ileri atmaya başlamıştık. Benim elimdeki çiçekler bittiğinde bunun farkında olmayan King'in gittikçe hırslanan yüzüne bakarak kıkırdadım. Aisha'dan aldığım çiçek yapraklarıyla tekrar atmaya devam ettiğim sırada bakışlarım bu sefer şu an hiç görmek istemeyeceğim kişiye değdi; Kaymakam Bey'e. Babaanneleri olduğunu tahmin ettiğim kadının yanındaydı. Gözleri törendeyken bir eli pantolonun cebinde diğeri kulağındaydı. Telefonla konuşuyordu. Yüzümdeki tebessüm solarken bakışlarını aniden olduğum yere çevirince göz göze geldik. Adamdaki altıncı hisse bakar mısınız? Nasıl da birinin ona baktığını anında fark edebiliyor ki! Telaşla bakışlarımı kaçırdım ve direkt sahneye çevirdim. O oradaysa Aastha abla neredeydi? Bakışlarının hala üzerimde olduğu gerginliğiyle sağ kolumu okşadığımda ilgimi törene vermeye çalıştım. Kavita'nın damadın önüne geçmiş olduğunu ve hala papazın ettiği dualar eşliğinde dönmeye devam ettiklerini gördüm. "Tam yedi tane yemin edilir. Bunlardan üçünü damat dördünü gelin eder." Diye konuşan Aisha tekrar açıklamalarına devam etmeye başladı. Onu hafifçe kafamı sallayarak onayladım. Göz ucuyla Kaymakam Bey'in olduğu yere baktığımda tekrar bakışlarını sahneye çevirmiş olduğunu gördüm. Hala telefon görüşmesi sürüyordu. Kaşları iyice çatılmışken dudaklarının kıpırdadığını gördüm. Bu kadar uzun ne konuşabilirsin ki şu ortamda? Surata bak surata. Kuzenin evleniyor karşı komşunun görümcesinin torunu değil! Birden sanki beni duymuş gibi telefonunu kapattı ve sahneye kısa bir bakış attı. Ardından yanındaki kadına bir şeyler söyleyip arkasındaki kalabalığın arasına doğru ilerledi. Hah! Düğünde bulunması gereken adama bakın! Düğün zerre kadar umurunda değildi bu adamın. Sakin ol Ezgi, boş ver. Kendimi tekrar törene verdim. Yeminler bitmiş olmalıydı. Gelin ve damat yan yana gelmişti. Birlikte sağ tarafa doğru ilerleyip yaşlı bir kadın ve adamın önünde eğilip ayaklarına dokundular. "Sıra büyüklerin hayır dualarını almakta" "Hayır duası mı?" "Hani siz el öpüp alnınıza koyuyorsunuz ya, onun gibi" Aisha hafifçe gülümserken King'den sonra konuşmuştu hemen. Gerçekten ilginç. Allah'tan sadece dokunuyorlar bunun yerine bir de öptüklerini düşünsenize! Aman Allah'ım! Büyüklerin hayır dualarından sonra tören bitmiş olmalı ki kalabalık eski düzene geri dönmeye başlanmış davetliler eğlenceye kaldığı yerden devam etmeye başlamışlardı. Biz de sahnenin gerisine merdivenlere yakın yere doğru ilerledik. Genç bir kız Aisha’yı kolundan çekiştirdiğinde onu dans edenlerin arasına götürmeye geldiğinden şüphem yoktu. “Git lütfen, sorun yok” dedim beni düşünmemesi için. Bakışları yanımdaki King’e değerken başını salladı ve kızın ardından gitti. King’e doğru döndüğümde “Sen katılmayacak mısın?” diye sordum. “Bana eşlik edersen neden olmasın?” Gülümsemesi gerçekten bulaşıcıydı. Dans etmeye bayılırdım ama şu an ne yeri ne de zamanıydı. Ailemden bir haber alayım her şey daha net olacaktı benim için. “Üzgünüm ama sana eşlik edemem” Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapatırken sesini duyurmak için biraz bağırması gerekti. “O kadar yol gelmişsin dans etmeden mi döneceksin?” Keşke o yolu bu düğün için gelmiş olsaydım King. Cevap vermeme kalmadan birden elimden tuttu ve beni ilerletmek istedi. Ancak ona uymayıp adım atmadım ve elini sıktım. Bana tekrar döndüğünde yüzündeki heyecan şaşkınlıkla gölgelenmişti. Elimi yumuşak ellerinden ayırdım. “King, istemiyorum gerçekten” dedim sesimin yumuşak çıkmasını umarak. Neden burada olduğumu bilseydi bu kadar ısrar etmeyeceğini biliyordum bu yüzden onu reddederken kırmaktan kaçındım. “Peki, sen nasıl istersen” dedi çok üstelemeyerek. Teşekkür edercesine gülümsedim. Bu duruma hiç alınmış gözükmüyordu. Gülümsememe içtenlikle karşılık verip yanımdan ayrıldı usulca. Derin bir nefes alıp verdim. Odaya çıkmayı düşündüm ama Aisha olmadan ayıp olacağını düşünüp bundan vazgeçtim. Köşedeki masama doğru ilerlemeye başladım bende. Annemler geri dönmüş müydü acaba aramalarıma? Öyle olsa Çetan amca beni bulurdu diye düşünüyordum. Gözlerim bu merakla etrafta onu ararken hemen karşımda diğer sarmal merdivenin ucunda gördüm onu. Düşünceli bir şekilde zemini izliyordu. Tek başına olmasının verdiği rahatlıkla önünde durduğumda beni yeni fark etmişti. Çatılmış kaşları düzeldi ve hafifçe tebessüm etti. “Merhaba efendim” dedim tebessümüne karşılık vererek. Gözlerinden anlayamadığım garip bir ifade geçti o an. Özlem gibi… Bu kısa sürmüştü. “Merhaba Ezgi” “Rahatsız ediyorum kusura bakmayın. Ben aramalarıma geri dönen oldu mu diye merak etmiştim?” diye sordum sesimi duyurmak için biraz daha yükselterek. “Ne rahatsızlığı ayrıca resmiyete gerek yok. Amca diyebilirsin bana” dedi keskin ama içten sesiyle. Gülümsedim. Neden eğlenen insanların arasında olmadığımı sorgulayan bir bakışı yoktu aksine yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu sezmiş gibi bu halimi sorgulamıyordu. “Ve arayan kimse olmadı maalesef” Omuzlarım düştü istemsizce. Başımı salladım anladım dercesine. Dudaklarımı yalarken “Tekrar arama yapabilir miyim?” diye sordum. “Tabii tabii” diyerek giydiği koyu mavi tuniğinin cebinden telefonunu çıkararak bana uzattı. Telefonu aldım ve minnet dolu bir gülümseme sundum. “Çok teşekkür ederim” Gülümsemesi büyürken başını salladı sadece. Bu sırada bir adam ona seslendi. “Ben konuşmam bitince getiririm telefonu Çetan amca” dedim hemen. “Sorun yok, ne zaman istersen” dedi anlayışla ve onu çağıran adamın yanına gitti. Gerginlikten midem bulandığını hissettim. Elimdeki telefonu sıkarken burada şarkının ve insanların seslerinden rahat konuşamayacağım için dışarı çıkmaya karar verdim. Kenardan dolanarak dış kapıya ilerledim. Giriş holünü aşıp dışarıya çıktığımda yüzüme vuran rüzgâr daha iyi hissetmemi sağladı. Bahçede ışıklandırmalar ile süslenmişti bu yüzden etraf aydınlıktı. Kimsenin olmadığını görmek hem rahatlatırken hem ürkütüyordu. Bunları umursamamaya çalıştım. Elimden geldiğince hızlı davranmalıydım. Kilit şifresi olmadığından telefonu hemen açtım. Ardından yine ilk babamı aradım. Nefesimi tuttum istemsizce. Ancak hala telefonu kapalıydı. Göğsümdeki ağırlık kendini belli ederken gözlerimin içi yandı. Titremeye başlayan parmaklarımla annemin numarasını tuşladım. Çalıyordu. “Anne, ne olur aç. Ne olur…” Açmadı. Bir kere daha denedim ama sonuç aynıydı. Aklıma kötü senaryolar geliyordu ama düşünmek için reddediyordum. Arama kendiliğinden sonlandığında elim bedenimin yanına düştü. Sol gözümden iki damla yaş yanağıma doğru süzülürken öylece yere baktım. Ne yapacaktım? Öylece beklemek istemiyordum. Bir şeyler yapmak istiyordum. Ellerimle yüzümü kapatırken burnumu çektim. Kalbim ağrıyordu. Evime gitmek istiyordum. Biri yanımdan hızla geçip gittiğinde irkildim. Ellerimi indirip buğulu bakışlarımla arkasından baktığımda bir adam gördüm. Davetliler gibi giyinmişti. Bahçenin çıkışına doğru hızlı adımlar atıyordu. Tam bu sırada bahçe kapısının orada bir hareketlilik fark ettim. Yabancı bir adamın bağırarak konuştuğunu duyduğumda yalnız olmadığımı fark ettim. Giriş uzak kaldığı için gözlerimi kısıp iki adım öne çıkarak orada ne olduğuna bakmaya çalıştığımda bahçedeki korumaların da içinde olduğu kalabalık bir grup gözüme çarptı. Asıl dikkatimi çekense korumaların önünde Kaymakam Bey vardı. Kaşlarım çatıldı. Düğünde bulunması gereken beyefendiye bakın! İçim öyle bir öfkeyle doldu ki ne yaptığımı bilmeden adımlarımı oraya doğru atmaya başladım. Yaklaştıkça karşısında duran adamı daha net görmeye başlamıştım. Boyu ondan kısa ve neredeyse Çetan amcanın yaşında gözüküyordu. Günlük kıyafetler içerisindeydi ve yüzünde keyifli bir sırıtma vardı. Yanımdan hızla geçen siyah geleneksel kıyafetli adamın da burada olduğunu fark ettim. Kaymakam Bey’in sağ tarafında duruyordu. Onların arkasında duran iki koruma beni fark ettiğinde kaşları çatıldı hemen. Onları umursamadım. Sadece ona odaklanmışken ilerlemeye devam ettim. Karşısındaki adam cebinden küçük bir paket çıkarıp ona uzattı. Aynı zamanda Hintçe konuşarak bir şeyler söylüyordu. Kaymakam Bey elini paketin içine soktuğunda parmakları arasına aldığı şeyin sigara olduğunu fark ettim. Gerçekten mi? Bu öfkemi iki katına çıkardı. Sigara içmeye vakti vardı ama benimle beş dakika konuşmaya vakti yoktu! Yumruklarımı sıktım ve adımlarımı hızlandırdım. O kadar hızlı hareket ettim ki yanındaki korumaların arasından sıyrılmam zor olmadı. Önüne geçip diğer adamla göz temasını kesmesine sebep oldum. Bakışlarından kısa bir şaşkınlık geçti. Burada olmamı beklemiyordu kesinlikle. Sinirle kendimi tutamayıp eline vurdum. Sigarası yere düşerken “Benim aksime düğünde olmanız gerekiyor öyle mi? Ne kadar da meşgulsünüz Kaymakam Bey!” diye bağırdım yüzüne hiddetle. Bakışları bir an yere düşen sigaraya kaydı. Ardından tekrar gözlerime baktı. Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmazken onun aksine diğer adamların şaşkınlıkla bizi izlediklerini gördüm. Arkamdan sesli bir kahkaha yükselmesiyle yerimde irkildim. Gözleri benden ayrılıp sesin sahibine döndüğünde bende o adama doğru döndüm. Adamın dudaklarında hala kaybolmamış olan tebessüm o kadar sinir bozucuydu ki şimdi onunla konuşan ses tonunun da öyle olduğunu düşündüm. Ya da ben Kaymakam Bey yüzünden her şeye sinir oluyordum şu an. Adamın gözleri bana döndüğünde konuşmaya devam ediyordu. Ne söylüyordu bilmiyordum ama Kaymakam Bey’in gerildiğini buradan bile hissetmiştim. O adamın da yalnız olmadığını gördüm. Solunda ondan büyük duran şalvarlı bir adam ve hemen arkalarında daha genç altı yedi kişi vardı ve hepsinin yüzünde aynı keyif ifadesi vardı. Kaymakam Bey soğuk ve sert sesiyle ona karşılık verdi. Kolumda elini hissettim sonra. Kaşlarım daha çok çatılırken ona doğru döndüm tekrar. Gözlerindeki saf öfkeye şahit oldum. Bana değil o adama bakıyordu hala. Gözleri bana döndüğünde burada olmamdan rahatsız olmuş gibi elinin baskısını arttırdı. Bana birkaç adım arttırıp bedenimi arkasına aldı ve kendisi de onlara arkasını döndü. “Ne yapıyorsun? Bırak kolumu” dedim dişlerimin arasından ve kolumu soğuk parmaklarından kurtardım. Sıkı tutmadığından bu zor olmamıştı. “Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?” Kaşları iyice çatılırken o da dişlerinin arasından konuşuyordu. Öfkem kendini belli ederken ağlamamak için kendimi zor tuttum. Aramızdaki mesafeyi kapattım ve gece kadar koyu olan gözlerine baktım. “Sadece sizinle konuşmak ve derdimi anlatmak istemiştim ama siz başınızdan savmak için düğünü bahane ettiniz! Bir de gelmiş-” “Sus” Bana doğru bir adım attı o da sabırsızca. Sanki konuştuklarımızı anlayabileceklermiş gibi sadece benim duyabileceğim bir sesle konuşuyordu. Yüzüme doğru eğildi. “Düşündüğün gibi bir şey yok anladın mı? Hemen içeri geri dön” Ne demek düşündüğün gibi değil? Yakınlığı beklenmedikti. Bir adım geriledim. Göğsüm hiddetten hızla inip kalkıyor midemin altüst olduğunu hissediyordum. Bu sırada arkasındaki adam konuşmaya devam ediyordu. Sağ elinin yumruk olduğunu gördüm. Kimdi bu adam? Davetli değil miydi? Bir şey söylememe kalmadan yerinde doğruldu ve arkamda kalan adamlarına bir baş işareti yaptı. Biri nazikçe kolumdan tuttuğunda yanımdaki iki adama bakıp tekrar ona döndüm. Git der gibi bakıyordu ve içimden bir ses gerçekten gitmem gerektiğini fısıldıyordu. İstemiyordum. İçimde bir fırtına kopuyordu ve ben o fırtınayı serbest bırakmak istiyordum. Korumalar yönümü eve doğru döndürüp beni ilerletmeye çalışırken “Bırakın kolumu!” diye bağırdım ve kolumu ellerinden kurtarmaya çalıştım ama buna izin vermediler. “Şimdi de adamlarınla mı beni başından savmaya çalışıyorsun!” diye bağırdım kafamı çevirip ona bakmaya çalışarak. Tekrar o adama doğru dönmüş olduğunu gördüm. Çığlık atıp saçımı başımı yolacaktım şimdi. “Keşke o tepsiyi kafana geçirseymişim, o kadar pişmanım ki!” Beni arabaların olmadığı diğer köşeden ilerletmeye başladılar. Her ne kadar onlardan uzaklaşsak da çırpınmayı bırakmadım. Ancak korumaları da onun gibi duygusuz odunun tekiydiler. Çabamdan da gram etkilenmiyorlardı. Bu sırada evin kapısından çıkan Çetan amcayı fark ettim. İleriye, dış kapının oraya bir bakış attı. Beni mi arıyordu? Hızlı adımlarla merdivenlerden indi. Ona sesleneceğim sırada evden çıkıp ona yetişmeye çalışan bir adamı fark etmemle dudaklarımı geri kapadım. Bu içeride onu çağıran yaşlı adamdı. Bahçe kapısına ilerlemeye başladılar. Yaklaştıkça yüzlerindeki endişeli ifadelerini fark ettim. Birine bir şey mi olmuştu? Neler oluyordu? Aramızdaki mesafe uzak olmasına rağmen bahçede kimse olmadığı için bizi fark edeceklerini düşünmüştüm ama onlar beni fark etmemişti bile. Adımlarımı durdurdum. “Bırakın diyorum bırak!” Anlamalarını umarak İngilizce konuşuyordum ama nafile. Sert ifadelerini bozmayıp beni ilerletmeye devam etmeye çalıştılar. İnat edip hareket etmedim. Gideceksem de kendim giderdim. Onun adamlarına ihtiyacım yoktu. Arkamızdan başka bir adamın sesi geldiğinde yanımdaki iki adam da hareket etmeyi kesti. Sesin sahibi önüme gelirken onun o siyah geleneksel kıyafetli adam olduğunu gördüm. Bana kısa bir bakış atıp diğer iki adama baktı. Hintçe bir şeyler söylediğinde adamlar ellerini üzerimden çektiler. Ardından saygıyla başlarını eğip yanımızdan ayrıldılar. Kaşlarım hafifçe çatılmış bir şekilde karşımdaki adama baktım. Boyu Kaymakam Bey’den de uzundu. Aynı zamanda oldukça yapılı bir vücudu vardı. Esmer teninde parlayan büyük kahverengi gözleri cüssesine rağmen yumuşak bir şekilde bakıyordu. “Arkadaşların kusuruna bakmayın Hanımefendi, iyi misiniz?” diye İngilizce konuştuğunda şaşırmadan edemedim. Aksanı çok düzgün ve anlaşılırdı. Aynı zamanda sesinin de sert olmasını beklemiştim ama o da bakışları gibi yumuşaktı. Bu adam kimdi? Aileden biri miydi? Gardımı indirirken “Siz kimsiniz?” diye sordum. “Ranvir Kunvar. Kaymakam Bey’in korumasıyım” dedi düz sesiyle. Koruması mı? Bakışlarım üzerine değdi istemsizce. Diğer adamlar gibi takım elbise giymemişti. Bu ifademi fark etti ama bir şey söylemedi. Eliyle ileriye bir hareket yaparken “Size ben eşlik edeceğim” diye konuştu. Adım atmazken kafamı çevirip arkama baktım. “Orada ne oluyor?” Bakışlarım tekrar önümdeki adama döndü. “Çetan amca endişeli gözüküyordu?” Onun da bakışları oradayken ona bakmamla gözleri kayıtsız bir şekilde tekrar bana döndü. “Ailevi bir mesele” dedi sadece. Daha fazlasını bilip bilmediğine emin olamadım ama onun adamı olarak cevap vermesine bile şaşırmıştım. Gerçekten sandığım gibi bir şey yoktu ortada anlaşılan, ciddi bir meseleydi. Sanki bu düşüncem desteklenircesine polis arabalarının siren seslerini duydum. Bakışlarım oraya döndü hemen. Neden polis gelmişti ki? Korkumu görmüş gibi “Endişe etmeyin, kimseye bir şey olmayacak” diye konuştu karşımdaki adam. Ailevi bir meseleydi beni ilgilendirmezdi ama ne olduğunu merak etmeden edemedim. İçim çok rahatlamasa da kabullenircesine omuzlarım düştü ve eve kalan yolu yürümeye başladım. İsminin Ranvir olduğunu öğrendiğim adam ise hemen yanımdaydı. Ona sataşarak ileri mi gitmiştim? Üstelik öfkeden söylediklerimde vardı. Sesli bir nefes bıraktım. Sol elimde kalan telefonun varlığını hatırlamak göğsümdeki sızının baş göstermesine sebep oldu. “Sadece konuşmak istemiştim. Sadece konuşmak…” sesim fısıltıdan farksız çıkmıştı. “Ama o buna ne kadar ihtiyacım olduğunu görmesine rağmen bunu umursamadı ve beni başından savdı” “Öyle olmadığına eminim. Sadece yanlış bir zaman olmalı” Bir anlığına onun varlığını unuttuğumu fark ettim. Ayrıca farkında olmadan İngilizce konuşmuş olmalıyım ki söylediklerimi anlamıştı. Bana cevap vermesine şaşırmama kalmadan söylediklerine olan tepkim daha ağır basmıştı. Yerimde durup hiddetle ona doğru döndüm “Yine de söyleyebilirdi,” sesim düşündüğümden güçsüz çıkıp titrerken gözlerimin dolduğunu hissettim. Yine de kaçırmadım gözlerimi ve dik bir şekilde kahverengi büyük gözlerine baktım. “Ailevi bir meselem var önce onunla ilgilenmem gerek diyebilirdi! Ama o, onun yerine kalp kırmayı tercih eden aptal herifin teki!” Sesimin gereksiz yükseldiğini fark edip kendimi son anda dizginledim. Karşımdaki adam yüz ifadesini benden saklamaya çalışır gibi kafasını sola doğru çevirdi önce. Ardından tekrar bana baktığında ifadesinde hiçbir değişiklik olmadı. Ne demesini bekliyordum ki? Resmen adamına onu şikâyet ediyordum! Gidip ona söylediklerimi söylerse şaşırmazdım. Ondan korktuğumda yoktu gidip seve seve kendim de söylerdim yüzüne. Bakışlarımı kayıtsız yüzünden çekip artık daha çok kendime olan sinirimle adımlarımı girişe doğru hızlandırdım. Ranvir içeriye girdiğimde dahi beni takip etmeyi bırakmamıştı. Düğün eğlencesi hala devam ediyordu. Bakışlarım insanların arasından sıyrılmaya çalışıp kapıya doğru gelen Akash’a değdi. O birini arar gibi etrafı süzdüğünden beni fark etmesi daha geç olmuştu. Gözleri yanımdaki adama değince kaşları hafifçe çatıldı. “Ezgi, bir sorun mu var?” diye sordu önümüzde durduğunda. Kafamı iki yana sallarken sağ elimdeki telefonu havaya kaldırdım “Hayır, arama yapmak için dışarı çıkmıştım” Anladım dercesine kafasını salladı. “Sen kimi arıyordun, Çetan amcayı mı?” diye tahmin yürüttüm. “Evet, amcamla birlikte kayboldular birden” “Çetan amca da dışarıda. Yanındaki adam da amcandı sanırım” dedim. Anlamadığım bir şekilde yüzündeki ifade değişirken gözleri Ranvir’e döndü. “Bir sorun mu var?” diye sordu ona hemen. Ranvir’in sert duruşu değişmezken kayıtsız bakışları karşısındaki adamdaydı. “Dalmiya Ailesi kapıda” dedi İngilizce konuşmaya devam ederken. Ses tonu benimle konuşurken ki kadar kibar değil durgundu. Akash’ın kaşları daha çok çatılırken onun da gözlerine oturan endişeyi gördüm. Neler oluyordu, kimdi o adamlar? Akash hiç beklemeden çıkışa doğru bir adım attığında Ranvir onun önüne geçti. “Akash Bey, burada kalın dışarısı güvenli değil” “Ranvir, çekil önümden” “Akash Bey, bu Barun Bey’in emri. Kimse dışarı çıkmayacak. Ayrıca herkes dışarıda olursa bu davetliler tarafından dikkat çeker. Siz burayla ilgilenin lütfen” “Akash abi” Aisha’nın şaşkın sesiyle üçümüzün de bakışları ona döndü. Akash ve benim ortamda durdu. “Neler oluyor, bir şey mi oldu?” Akash geri adım atarken kısa bir süreliğine gözlerini kapattı ve sesli bir nefes verdi. Aisha’nın bakışları bana döndü. Kaşları çatılmıştı hafifçe “Ezgi? Sen burada ne arıyorsun?” Dudaklarımı birbirine bastırırken Akash’a kısa bir bakış attım. “Ben… Telefon görüşmesi yapmak için dışarı çıkmıştım sadece” Benim olayla alaka. “Bir haber var mı ailenden peki?” Dudaklarım büzüldü hemen. “Hayır” diyebildim sadece. İçim daralmıştı. Odaya çıkıp yalnızca yatmak istiyordum. İngilizce konuşmaya devam ettiğimiz için Akash’ın sorgulayan bakışları üzerimizdeydi. Aisha ona dönüp sorun yok dercesine gülümsedi. Akash’ın muhtemelen aklı hala dışarıda olduğu için bu durumu üstelemedi. Aisha’nın bakışları ikimiz arasında gidip geldi “Siz tanıştınız mı?” “Evet” dedim. Nerede nasıl olduğunu ne sen sor Aisha ne ben söyleyeyim. Akash sadece kafasını sallamakla yetindi. Aisha şu an tanıştığımızı düşündü muhtemelen bu yüzden başka bir şey sormadı. Elimdeki telefonu alırken “Babamı arıyordun sanırım, sen dert etme ben götürürüm telefonunu” dedi Dudaklarımı dişledim. Babası dışarıdaydı ve Ranvir denen adam orası güvenli değil diyordu. Akash benden önce davrandı ve telefonu tutan elini tuttu “Bende dışarıya onun yanına gidiyordum Aisha, sen arkadaşınla ilgilen ben veririm” dedi. “Babam dışarıda mı?” şaşkın ve anlam veremeyen bakışları yine her birimizin üzerinde gezindi. Ben zaten dışarıdan gelmiştim ona telefonu verebilirdim. Bunu yakalayacak kadar dikkatliydi. Gözleri en son bende durdu bu yüzden. Ondan gizlenen bir şeyler olduğunun farkındaydı ve gergin bir şekilde dudaklarını ıslatıp duruyordu. Yalan söylemek istemiyordum ki yüzde yüz yakalanırdım ama açıklama yapmak da benim haddime miydi emin değildim. “Aisha Hanım,” şimdiye kadar sessizce bizi dinleyen Ranvirdi konuşan. Aisha’nın bakışları ona döndü hemen. Gerçekleri saklayacağını mı yoksa Akash’a olduğu gibi dürüst mü olacağını merak ettim. “Dalmiya Ailesi kapıdalar-” “Ne?” Aisha korktuğu buymuş gibi sesli bir nefes bıraktı. Ranvir ifadesini bozmayıp yarım kalan cümlesini tamamladı. “Verdikleri rahatsızlık düğüne yansımadan onları göndereceğiz merak etmeyin” Bu sözler Aisha’yı hiç ikna etmemişti. Yüzünün aldığı korku ifadesi beni bile endişelendirmeye başlamıştı. “Abim? Babam, babam dışarıda dediniz?” diye konuşurken ellerini nereye koyacağını bilemez bir şekilde salladı ve birkaç adım attı öne doğru. Dışarı gitmek istedi. Akash bu hamlesini anlayıp onu kollarından yakaladı. Bu sırada kapıya yakın birkaç davetlinin dikkatini çektiğimizi fark ettim. Akash onun yüzüne doğru eğilirken “Amaçları düğünü engellemek Aisha, kimseye bir şey olmayacak tamam mı? Barun bunun için bir sürü önlem aldı” diye konuştu. Aisha ile birlikte kendini de buna inandırmaya çalışıyor gibiydi. Düğünü mü engellemeye gelmişti o adamlar? Neler oluyordu burada? Aisha kafasını iki yana salladı. Hiç beklemeden kollarını ondan kurtarırken kapıya doğru yöneldi ama bu seferde Ranvir önüne geçti. Aisha onunla Hintçe konuştuğunda sesi titriyordu. Ranvir duruşundan ödün vermedi. Benim İngiliz olduğu tahminleri de suya düşmüştü. Aisha’nın çaresizce omuzları düşerken Akash kolundan tutup onu nazikçe kendine çevirdi tekrar. Aisha buna karşı koyamadı. Akash diğer elini Aisha’nın yüzüne yaslarken ona bir şeyler söyledi. Maalesef alt yazı olmadığı için bende ne söylediğini anlamadım. Ancak onu sakinleştirmeye ve burada kalmaya ikna etmeye çalıştığı belliydi. Aralarındaki kısa diyalog bitince Akash minik bir tebessüm sundu ona ve ardından bakışlarını kaldırıp bana baktı. Bunu beklemediğim için bir an bocaladım ama bende ona aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım. Ranvir’e de kısa bir bakış attı ve arkasını dönüp kalabalığın içinde kayboldu. “Aisha Hanım, şöyle geçelim gelin” Ranvir ikimizi birden benim durduğum köşeden bir masaya ilerletti. Ben yanımızda dikilmeye devam edeceğini düşünürken “Buradan ayrılmayın lütfen” dedi ve bizim bir şey söylememize kalmadan sırtını dönüp seri adımlarla çıkış kapısına doğru yöneldi. Aisha’ya döndüğümde hala gergin bir şekilde dudaklarını dişlediğini gördüm. Bunu endişelendiğinde yaptığı bir şey olduğunu fark ettim. Koluna dokundum. Hafifçe irkildi. Bakışları yüzüme çıktığında gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm. “Kim o adamlar?” diye sordum uysal bir sesle. Hem onu konuşturup endişesini unutturmak hem de merakımı gidermek istiyordum. Gözlerini kaçırıp başını eğerken “Halamın eski eşi ve ailesi” dedi. Kolunu okşadım usulca. “Boşandıklarında Kavita ve Nalini çok küçüktü.” Nalini halasının diğer çocuğu olmalıydı. Onlar adına üzülürken “Peki şimdi ne istiyorlar?” diye sordum. “Ailelerimiz evvelden husumetli zaten oralar bir hayli karışık. Halam kaçmış o adama ama sonra pişman olmuş. Ona hem psikolojik hem fiziksel şiddet uygulamışlar. Anlaşmalı bir boşanma olmadı. Hala da bizimle uğraşmaya devam ediyorlar böyle” dediğinde ellerinin yumruk olduğunu gördüm. Kaşlarım çatıldı. Gerçekten öz kızının en mutlu gününü mahvetmeye mi gelmişti? O adamın yüzü ve sesi geldi aklıma. Sinir olmak da haklıymışım. Onun önünde çıkardığım yaygara aklıma gelince yüzüm kızardı. Rezillik de sınır tanımıyordum gerçekten. Göğsü hızla inip kalkarken başını kaldırdı birden. Kafasını iki yana salladı. “Hayır, ben böyle bekleyemem. Hayır” Geldiğimiz yöne doğru ilerlemeye kalktığında kolunu sıkıp buna engel oldum “Burada kalman daha doğru Aisha” diye konuştum. Ne olacağı belli değildi ama abisi burada kalmasını istediyse bir bildiği vardır diye düşünüyordum. Dudakları bana itiraz etmek için aralanacağı sırada gözleri arkamda bir yere kitlendi ve geri kapandı. Onu tutmayı bırakırken benim de bakışlarım baktığı yere döndü. İçeriye üzerlerinde açık yeşil renkte üniforma olan adamlar eşliğinde Çetan amca ve isminin Barat olduğunu öğrendiğim amcası girmişti. Bunlar gelen polisler olmalıydı. Salondaki müzik kesilirken davetlilerin şaşkın bakışları onların üzerindeydi. Birçoğunun kendi aralarında fısıldaşmaya başladığını görürken babaanne öne çıktı ve yüzündeki sert ifadeyle onları karşıladı. Yanımda bir hareketlenme hissedince Aisha’nın yanlarına doğru ilerlediğini fark ettim. Onun için endişelenerek bende bir adım arkasından onu takip ettim. Polis memuru babaanne ile konuşurken Çetan amca yüksek sesle konuşarak davetlilere hitaben bir şeyler söyledi. Aisha direkt onun yanına gitti. “Baba” seslenişiyle Çetan amca bize dönerken gözlerinde yine tuhaf bir şaşkınlık belirdi. Sanırım Türkçe konuştuğu içindi. Yüzü gevşerken bakışlarını Aisha’ya çevirdi. “Abim? Abim nerede?” Polislerin varlığı bile Aisha’yı rahatlatmış gözükmüyordu. Çetan amca yutkunurken kızının kollarından kavradı. “Her şey yolunda canım, korkma” “Polisler neden burada o zaman? Neler oluyor?” İç çekti Çetan amca “Rızasız bir evlilik olduğunu ihbar etmişler. Onu teyit edip gidecekler, sakin ol” İnanamıyordum. Babası gerçekten bu kadar ileri mi gitmişti? Üzgün bakışlarım Kavita’ya döndüğünde polisler ile babaanne damat ve ikisinin önündeydi. Onun diğer yanında kalan kadına baktım. Bu annesi olmalıydı. Yani Aisha’nın halası. Yüz hatları halasına çok benziyordu. “Hadi kızım, arkadaşını da daha fazla endişelendirme. Kenara geçin, bekleyin” Çetan amcanın sesiyle bakışlarım tekrar onlara döndü. Göz göze geldiğimizde hafifçe tebessüm etti. Bende başımı eğip ona karşılık verdim. Ardından gerginlikten yerinde sallanan Aisha’nın koluna dokundum. Onu kenara doğru çekiştirdim. Merdivenlerin önüne geldiğimizde Herkes hala görüş açımızdaydı. Polis memuru şimdi papaz efendi ile konuşuyordu. Adam ne söylemişti anlamıyordum ama birden ortamda bir gerilme meydana geldi. Damadın yanındaki bir kadın – annesi olması ihtimali çok yüksekti – halasına doğru bağırarak bir şeyler söylemeye başladı. Sadece o değil kalan damat tarafı da öfkelenmiş gözüküyordu. Sanırım babasının böyle bir şey yapmasını kınıyorlardı. Ancak bunda onların suçu neydi ki? Başkomiser olduğunu düşündüğüm adam Çetan amca ile kısa bir konuşma yapıp diğer polis memurları ile salonu terk ederken arkalarında bir kargaşa bıraktılar. Damadın annesi olduğunu düşündüğüm mavi sarili kadın aynı hiddetle bir şeyler söylemeye devam edip onlara yaklaştı ve damadın kolundan tutup yanlarına çekti. Aisha eliyle ağzını kapatırken kötü bir şeyler olduğunun farkındaydım. Bunun üzerine davetlilerden büyük bir uğultu yükseldi. Kadın onlara dönüp yine bir şeyler söylediğinde babaanne ve Çetan amca araya girdi ama nafile. Kavita’nın yanaklarından süzülmeye başlayan yaşlara baktım. Damat ise ailesinin aksine kızgın değil şaşkın görünüyordu. Aisha yanımdan ayrılıp hızla Kavita’nın yanına doğru ilerlerken orada kalıp izlemeyi tercih ettim. Benim yapabileceğim bir şey yoktu ve gereksiz yere ayak bağı olmamalıydım. Davetlilerin salonu terk etmeye başladıklarını gördüğümde içimdeki endişe dalgası tekrar kıyaya vurdu. Düğün iptal mi edilmişti? İyi de neden? Sırf babası böyle bir rezillik çıkardı diye mi? Salon neredeyse boşaldığında sadece gelin ve damat tarafı kalmıştı. Çetan amca ve abisi olduğunu öğrendiğim adam karşı taraftan bir adamla konuşuyorlardı. Ancak o adam da öfkeliydi. Ortalık birden karıştı. Neyi kimi takip edeceğimi şaşırdım. Bu sırada Kaymakam Bey ve Ranvir’in içeriye girdiğini gördüm. Yüzünden ne hissettiği belli olmasa da kaşları yine çatılmıştı. Kenarda kaldığım için göze batmış olmalıyım ki gözleri bir an bana değdi. Bu kısa sürerken ailesinin yanına ilerledi. Ranvir onun aksine yön değiştirdi ve benim olduğum yere adımladı. Kaşlarım hafifçe çatıldı. Sağ arka çaprazımda dururken ellerini önünde kavuşturdu. Ona baktığımı fark edip bakışlarını bana çevirdiğinde şaşırmadan edemedim. Onun ise yüzündeki ifade değişmedi ve saygıyla başını hafifçe öne eğerek selam verdi. Daha çok şaşırdım ama bozuntuya vermeyip aynı şekilde karşılık verdim ona. Nedense ondan kötü bir enerji almamıştım. Kaymakam Bey diğerlerinin arasından sıyrılıp direkt kenarda duran papaz efendinin karşısına dikildi. Adamı yakasından kavradığında öfkeyle tıslayarak bir şeyler söyledi. Ona hesap sorduğunu anlamak için dillerini bilmeme gerek yoktu. Herkes şaşkınlıkla onları izlemeye başlamıştı. Papaz efendi korkuyla ellerini birleştirmeye çalışıp ona cevap verdiğinde cevabından tatmin olmamış gibi daha sert bir şekilde yakasını çekiştirdi ve neredeyse adamın ayaklarını yerden kesiyordu. Konuşmaya devam ettiği sırada ona vuracağını düşünmüştüm ama babaanne araya girmiş ve bir şeyler söyleyerek onu yaşlı adamdan uzaklaştırmıştı. Babaanne Akash’a seslendi ve papaz efendiyi göstererek bir şeyler söyledi. Akash da öfkeli duruyordu ama kardeşi kadar dışa vurmuyordu bunu. Yaşlı adamı çıkışa doğru ilerletti. Bu sefer damat tarafından bir adam – muhtemelen bu da damadın babasıydı- öfkeyle Kaymakam Bey’in karşısına dikildi. Yüzünde suçlayıcı bir ifade vardı. Kaymakam Bey’in kaşları daha çok çatılmışken yumruklarını sıkmış olduğunu gördüm. Onun bir şey söylemesine kalmadan kocasının konuşmasını bekliyormuş gibi damadın annesi hiddetle döndü ve süslenmiş sahneye hızla atıldı. Aynı anda Kavita ve annesi de onun peşinden bir şeyler söyleyerek gittiler. Kadın yerde olan tepsiden metal bir bardağı aldı eline ve ortada hala yanmakta olan ateşe ilerledi. Kavita’nın annesi önüne geçerken gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü gördüm. İçim acıdı. Ellerini havada birleştirip her ne yapacaksa kadını engellemeye çalıştı. Kavita’nın yere oturup kollarıyla ateşin mangalını sardığını gördüm. O da ağlıyordu ve bir şeyler söylüyordu. Hemen arkasında Aisha ve kız kardeşi olduğunu düşündüğüm kız onun yanında dizlerinin üstündeyken onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Damadın annesi ne onları ne de oğlunu dinledi ve elindeki bardaktaki sıvıyı ateşin üzerine boşalttı. Ateş söndüğünde Kavita omuzları sarsılarak ağlamaya devam etti. Gözlerim dolarken istemsizce bir adım attım öne doğru. Gözyaşları canımı yakıyordu ama ne yapabileceğimi de bilmiyordum. Kim bilir nasıl yanıyordu canı? Sırtımızdan yediğimiz bıçak asıl en yakınımızdan geldiğinde çok acıtırdı çünkü. Onun sırtındaki yara babasına aitti. Onun ardında durup koruması gerekirken hem de… Dökülen gözyaşları damadın annesinin umurunda bile olmadı. Oğlunun kolundan tuttuğu gibi sahneden indiler. Damat bir şey söylemeye kalksa da müsaade etmediler. Diğer aile üyeleriyle birlikte hızlı bir şekilde salonu terk ettiler. Onların ardından derin bir sessizlik oldu. Birkaç saniye sadece Kavita ve annesinin hıçkırıklarının sesini dinledik. Babaanne omuzları çökmüş bir halde gelin ve damat için ayarlanmış masanın arkasındaki sandalyelerden birine oturdu. Aisha’nın annesi onun yanına giderken başka bir yaşlı kadın da halasının kolundan tutmuştu. Ancak halası kolunu kadından kurtardığı gibi sahneden indi ve hiddetle Kaymakam Bey’e bağırmaya başladı. Önüne geldiğinde ceketinin çekiştirdi ve ağlayarak konuşmaya daha doğrusu öfkesini kusmaya devam etti. Onun ne suçu vardı ki? Ranvir’in yerinde hareketlenip öne çıktığını fark ettim ama son anda vazgeçip yerinde kaldı. Şimdi aramızda sadece iki adım vardı, yan yana duruyorduk. Yükselen feryatlarla önüme döndüğümde halasının Kavita’yı göstererek bir şeyler söylemeye devam ettiğini gördüm. Kaymakam Bey Kavita’ya kaçamak bakışlar attı sadece. Çetan amca araya girdiğinde bu halasının öfkesini dindirmedi. Babaanne de tartışmaya dahil oldu. Halası ona da cevap verirken Kaymakam Bey’in yüzünde ilk defa başka bir duyguya şahit oldum. Üzülmüştü. Bu ifadesi kısa sürmüştü ama yine tek bir kelime etmedi halasına. Öfkesini ona kusmasına izin verdi. Bakışlarım sağımdaki adama döndü. Daha fazla sabredemedim “Neden ona kızıyorlar, neler oluyor?” diye sordum İngilizce konuşarak. Gözlerini onlardan ayırmazken “Düğün iptal oldu ve bundan Barun Bey’i sorumlu tutuyorlar” diye konuştu. Her ne kadar ifadesiz tutmaya çalışsa da sesinde onlara karşı olan öfkesini hissetmiştim. Onunla sadece patron-çalışan ilişkisi olmadıkları hissiyatını vermişti bu bana. “Neden ki? Onunla ne ilgisi var?” dedim bakışlarım tekrar onlara dönerken. Amcası halasının kolundan tutarak ondan uzaklaştırmıştı bu sırada. “Yanlış anlaşılmaya çok müsait bir adam kendisi” Kaşlarım çatıldı hafifçe. Alttan lafın bana da değdiğini hissetmiştim çünkü kendisi onu yanlış anladığımı iddia ediyordu. “Doğru üslup kullanmıyor demek ki” diye konuştum bende onun gibi kayıtsız bir sesle. “Herkes sizin gibi duygularını ifade etmek de başarılı olamıyor maalesef. Kendini ifade edemiyor olmak da kişinin suçu değildir” gözleri bana döndüğünde bakışları sesinden daha yumuşaktı. Beni suçlar gibi değil de bunu anlamamı bekliyormuş gibi bakıyordu. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Bir hareketlenme olduğunda ikimizin de bakışları oraya döndü. Kavita ayaklanıp sahneden inmiş ruhsuz adımlarla merdivenlere yani bize doğru ilerlemeye başlamıştı. Kardeşi ve Aisha da yanında olmaya devam ederken onların yardımını reddetmişti. Herkes sessiz bir keder içinde onu izlerken Kaymakam Bey de birkaç adım atıp buraya geldi. Ona seslendi. Üzgün ifadesini saklamadı bu defa. Kavita durduğu yerde ona doğru döndü. Hıçkırıkları dinmişti ama gözyaşları hala yanaklarını ıslatıyordu. Boş bakışları Kaymakam Bey’in yüzünde gezindi. Kaymakam Bey bir şey söylediğinde herkesin yüzündeki şaşkınlığı okudum. Kavita’nın bile gözlerinden kısa bir şaşkınlık geçmişti. Ne söylemişti? Ne oluyordu? Biri altyazı geçebilir mi? Kavita birkaç saniye daha yüzüne baktıktan sonra ona sırtını döndü ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Kız kardeşi ona eşlik ederken Aisha olduğu yerde dikilip dolu gözlerle abisine bakmaya devam etti. Halası amcasının elinden kurtulurken onun karşısına dikildi yine. Kaymakam Bey onunla konuşmaya çalışmıştı ama izin vermedi. Eliyle evin kapısını gösterirken konuşmaya devam etti. Çetan amca bu defa sesini yükselterek araya girdi. Yerimde irkilmeden edemedim. O da öfkelenmişti artık. Babaanne de aynı şekilde kaşlarını çatmış bir şekilde ona bakıyordu. Torununu suçlamasında ona katılmadığı belliydi. Öfkeli anne son bir şeyler söyleyip arkasını döndü ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Onu öncesinde teselli eden yaşlı kadın da peşinden onu takip etti hemen. Ortama tekrar bir sessizlik çöktüğünde bakışlarım karşıda duran Aastha ablaya değdi. Hemen yanında ondan birkaç yaş büyük duran genç bir kadın vardı. Onların yanındaysa iki yabancı adam ve King duruyordu. Yüzünü ciddi görmek tuhaftı. Yaşananlardan dolayı şaşkın ve kederli gözüküyordu o da. Herkesin aksine benim bakışlarım Kaymakam Bey’e döndü. O da aile üyeleri gibi halasının arkasından bakıyordu. Derin bir nefes alıp verdi ve gözleri olduğum yere döndü. Göz göze geldiğimizde ne hissettiğini çözmeye çalıştım ama bu pek mümkün olmadı. Gözleri gözlerimde çok durmadan yanımdaki adama döndü. Bir bakışı yetti Ranvir’in hareket etmesine. Koruması ona doğru ilerlerken o da sırtını dönüp çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Babaanne arkasından seslendi ama durmadı. Aisha’nın iki büyük adım atıp peşinden gitmeye kalktığını gördüm ama birden durdu. Kaymakam Bey kapıdan çıkıp gözden kaybolurken arkasından baktı sadece. Amcası diğerlerine bir şeyler söylediğinde herkes dağılmaya başladı. Akash’ın da annesi ile babaannenin peşinden gittiğini görmüştüm. Şimdi boş olan süslenmiş salona baktım. Bu düğün böyle sonlanmamalıydı. Sadece ben, Aisha ve Çetan amca kalmıştı salonda. Aisha babasına döndü telaşla “Baba bir şey yapmayacak mısın?” sesindeki çaresizlik canımı acıtırken adımlarımı ona doğru yönlendirdim. Çetan amca onu kolları arasına alırken sırtını sıvazladı. Onun da omuzları çökmüş oldukça yorgun gözüküyordu artık “Ne desem dinlemez biliyorsun” “Ya geri dönmezse bir daha?” Çetan amca başını onun saçlarına yaslarken iç çekti. “Dönecek canım, inan bana” Göğsümdeki sızı baş gösterdi bu görüntüyle. Sol gözümden bir damla yaş akarken başımı eğip yanağımı kuruladım hemen. Babamı istiyordum. Ona sarılmak istiyordum. “Hadi canım yıpratma kendini daha fazla” Çetan amcanın sesiyle kafamı kaldırırken bakışlarını bana çevirmesiyle göz göze geldik. “Odalarınıza çıkın ve dinlenin” Aisha yanaklarını silerken bakışlarını bana çevirdi. Mahcupça dudaklarını birbirine bastırdı. Buruk bir tebessüm edip kafamı iki yana salladım. Tekrar babasına döndüğünde “Baba Ezgi düğün için burada değildi. Bir süre misafirimiz olabilir” diye konuştu boğuk gelen sesiyle. “Sorun yok canım, anladım ben. Dediğim gibi şimdi dinlenin yarın konuşuruz bunları” dedi Çetan amca, kollarını okşadı sevgiyle. Tahmin ettiğim gibi burada bulunma sebebimden şüphelenmişti. Bakışları aynı içtenlikle bana döndü. “Sende istediğin sürece kalabilirsin burada Ezgicim, dert etme” Boğazıma bir yumrum otururken kendimi gülümsemeye zorladım “Çok teşekkür ederim” Anlayışla kafasını eğip gülümsedi o da. Üçümüz birlikte sessizce merdivenleri tırmandık. Çetan amca ilk katta yanımızdan ayrılıp babasının yanına uğrayacağını söyledi. Dedesinin hayatta olduğunu anladım. Daha öncesinde o hengâmede hiç dikkatimi çekmemişti varlığı. Aisha’nın odasına girdik. İç çekişleri eşliğinde direkt dolabının önüne ilerledi ve ikimize de aynı kıyafetten çıkardı. Pembe, şalvar genişliğinde bir alt ve aynı renk de dizimin iki karış yukarında biten bir üst. Bakışlarımla teşekkür edip banyoya ilerledim. İlk önce yüzüme bir su vurdum. Aynaya baktığımda tenimin ne kadar soluk durduğunu fark ettim. Derin bir nefes alıp verdim ve bakışlarımı aynadan çektim. Üzerimdeki takıları çıkardıktan sonra elbisemi çıkardım. Neyse ki fermuarı yandaydı da bu konuda zorluk yaşattırmamıştı. Burada pijama yerine giyildiğini düşündüğüm kıyafetleri üzerime geçirdim hemen. Bedenime tam oturmuştu. Üstün sırt kısmı iplerle bağlanıyordu. Onunla uğraştım birkaç dakika. Bu kıyafetin de yakası oldukça genişken onun için de şal olduğunu fark ettim. Yatarken bunu kullanmayı gerek duymayıp şalı omzuma attım ve bir elime takıları alırken diğer elime elbiseyi alıp banyodan çıktım. Aisha henüz üzerini değiştirmemişti. Makyaj masasının önünde dalgın bir şekilde kolundaki bilezikleri yerine yerleştiriyordu. Diğer takılarını çıkarmış saçlarını da bozmuştu. Ağladığından bozulan makyajını da çıkarmış görünüyordu. Yanına doğru ilerleyip takılarını masaya bıraktım. “Makyajını çıkar istersen sende?” dedi kısık sesiyle. Bir eliyle de masadaki malzemelerini göstererek. “Olur” dedim. Elimdeki elbiseyi aldı. Ben koltuğa otururken o da dolabına ilerledi. Bu sefer o üzerini değiştirmek için banyoya girdiğinde bende yüzümdeki makyajı çıkardım. Bu uzun sürmediği için aynanın önünden kalktım ve onu yatağında oturarak bekledim. Duvardaki saat dikkatimi çekti. Gece yarısına geliyordu. Sıkıntıyla iç geçirdim. Bakışlarım kolumdaki fulara döndü. Varış saatim çoktan geçmişti. Mutlaka bir haber almış olmalıydılar. Neden açmıyorlardı telefonlarını? Birine bir şey mi olmuştu? Bu korku o kadar diriydi ki bu gece uyuyabileceğimi sanmıyordum. Gözlerim yaşarırken sağ elim ağrıyan kalbime doğru gitti. Seslerini duymaya, herkesin iyi olduğunu bilmeye çok ihtiyacım vardı. Banyo kapısı açıldı ve Aisha dışarı çıktı. Üzerinde bana verdiği kıyafetin sarı rengi vardı. Yanaklarını kuruladığını görmem yine ağladığını anlamama yetmişti. Yanıma geldiğinde bende ayağa kalkmıştım. “Eğer senin için sorun olmazsa burada benimle kalabilirsin ama misafir odalarından birine de götürebilirim seni?” diye konuştu çatallı sesiyle. Sol elimi koluna koyup okşadığımda “Başka bir odaya gerek yok Aisha, tabii ben seni rahatsız etmeyeceksem?” dedim. Hala beni düşünüyor olması hem ona olan minnetimi arttırıyor hem de ona karşı daha çok mahcup hissettiriyordu. “Hayır, aksine iyi hissederim” Bende aynı şekilde düşünüyordum bu yüzden hafifçe başımı salladım. Bedenini daha fazla ayakta tutamıyormuş gibi yatağına oturdu. Hemen yanına oturdum bende usulca. Sabırsızca parmaklarıyla oynarken gözleri de oradaydı. Aklının hala abisinde olduğunu anlamak çok zor değildi. “Abini mi düşünüyorsun?” diye sordum bunu doğrulamak için. Burnunu çekerken başını salladı sadece. “Onu aramaya ne dersin? En azından nereye gittiğini öğrenirsin için rahat eder?” Başını biraz daha eğdiğinde saçları yüzüne döküldü. Ellerine damlayan yaşları gördüm. “Aslında aramız pek iyi değil bizim. Konuşmaz benimle” Kaşlarım üzgünce çatılırken şaşırmadan edemedim. “Neden? Yani anlatmak istersen tabii” dedim yumuşak bir sesle. “Uzun bir hikâye” hıçkırdı ve daha fazla kendini tutamamış gibi omuzları sarsıldı. İçim burkuldu. Yanına iyice sokuldum ve sağ kolumu sırtına dolarken diğer elimle başını göğsüme yaslamasını sağladım. Karşı koymadı. Aksine buna ihtiyacı varmış gibi bana sokulup gözyaşlarını serbest bıraktı. Usulca sırtını sıvazlarken “Seni kırmamış bana yardım etmeyi kabul etmiş ama?” diye konuştum sakince. Aralarının iyi olmamasının sebebini üstelemedim. Ne zaman anlatmak isterse o zaman anlatabilirdi. “Benim için değildi. O yardıma ihtiyacı olan kimseye sırtını dönmez” dedi boğuk çıkan sesiyle. Kaşlarım çatıldı hafifçe. Madem bu kadar düşünceli biriydi neden terasta bana öyle davranmıştı? Sonrasında bir de yemeğini paylaşmıştı benimle? Gerçekten anlaşılması zor bir adamdı. “Ben seni zor durumda bıraktıysam üzgünüm Aisha” Burnunu çekti. “Hayır. Sen asıl cesaret verdin bana. Bunun için benim sana teşekkür etmem gerek” Kalbim öyle burkuldu ki onun için sağ bacağımı yatağa çekip ona daha rahat bir yer açtım. Ne yaptığımı anlayıp göğsüme iyice yerleşirken bende kollarımı sıkılaştırdım. Bu sırada gözyaşlarımın yanaklarıma süzülmesine mâni olamamıştım. Hıçkırıkları henüz dinmemişken birkaç dakikalık sessizliğimizi bozan o oldu. “Kavita’nın yanına gitmeli miyim sence?” “Sanırım biraz yalnız kalsa daha iyi olur. Herkesin toparlanmak için zamana ihtiyacı var” dedim. Burnunu çekerken sessiz kaldı. Sırtını okşamaya devam ederken “Düğün neden iptal oldu?” diye sordum merakla. Derin bir nefes alıp verdiğini hissettim. “Damat tarafı halamın durumunu biliyordu ama ne kadar sorunlu bir aile olduklarını bilmiyorlardı. Hiwari Bazaar’daki herkes bilir onları. Köklü bir aileler. Ancak damat tarafı buralı değil bu yüzden yeni tanıştılar onlarla” diye açıklamaya başladı durgun sesiyle. Anladığım kadarıyla evlilikleri görücü usulüydü. “Bu Kavita’nın üçüncü bozulan nişanı. İlk ikisi kimin kızı olduğunu öğrendikten sonra daha söz esnasında bozulmuştu. Hiçbir aile onları karşılarına almak istemiyorlardı. Bugün yine olduğu gibi. Papaz efendi onların adamıymış. Polislere bu evliliğin rızasız gerçekleştirildiğine dair yalancı şahitlik yaptı. Babam buranın eski valisi, o araya girmese hepimiz şu an karakolda ifade veriyor olabilirdik” Duyduklarımı sindirmesi o kadar güçtü ki… Bu nasıl bir kindi ki çocuğunun hayatını cehenneme çevirebiliyordu? Kaymakam Bey bu yüzden yaka paça papaz efendiyi dışarı atmıştı. Bazı şeyler yerine oturmaya başlamıştı. Aklıma takılan başka bir soruyla benim dudaklarım aralandı bu defa “Peki halan neden abini suçladı? O ne yaptı ki?” Ona tekrar abisini hatırlatmış olmalıyım ki birkaç saniye sessiz kaldı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Aferin Ezgi! “Polislerin içeri girmesine izin verdiği için. Abimin papaz efendinin onlardan olacağını düşünmediğinden eminim. Biz bile beklemiyorduk. Babaannem ayarlamıştı onu, nasıl şüphelenebilirdik ki?” diye konuştu. Gözyaşlarının tekrar hızlandığını hissettim. “Halam bunu anlamadı ama. Tüm öfkesini ondan çıkardı” “Onu da anlamak lazım. Çok zor bir durum. Eminim biraz zaman geçince her şey düzelecektir.” Dedim, içini biraz olsun rahatlatmak isteyerek. “Umarım” “Resmi nikahları kıyılmış mıydı bu arada?” Kafasını hafifçe iki yana salladı. “Ertesi gün öğlene ayarlanmıştı” “Bu geleneksel olarak yaptığınız törenin hiçbir anlamı yok mu peki?” diye sordum merakla. “Elbette var. Yeminler tamamlandı, sindur sürüldü. Onlar dinlerine göre artık karı kocalar. Ancak annesi düğünün sonuna kadar yanması gereken kutsal ateşi söndürerek buna gölge düşürdü” Demek bu yüzdendi Kavita ve annesinin o kadına engel olma çabaları. Dudaklarım büzüldü istemsizce. “Hala oluru var ama değil mi? Ne olacak bundan sonra?” “Öyle ama annesi kararlıydı. Babam yine konuşup arayı bulmaya çalışacaktır” Umarım her şey yoluna girer ve daha fazla kimse üzülmezdi. “Bugünün hiç böyle biteceğini hayal etmemiştim” diye devam etti titreyen sesiyle. Sesli bir iç geçirdim. “İnan bana bende öyle” Şu an kendi yatağımda rüyalar aleminde dolanıyor olmalıydım. Belki ilk gece kızlarla uyumuş olurduk. Burnum özlemle sızlarken göz pınarlarım acıdı. Yarın onlardan bir haber alacağıma dair umudumu diri tutmaya çalıştım. Bir süre öyle kaldık. Hıçkırıkları dinmişti. Geri çekildiğinde bende kollarımı gevşettim. Bir eliyle yanaklarını kuruladı hemen. “Saat Kulesi’ni biliyor musun?” diye sordu birden. “İzmir’dekinden mi bahsediyorsun?” kaşlarım çatılmıştı hafifçe. “Evet” “Biliyorum. Gidip görmüşlüğüm de var” dedim. Dudaklarında buruk bir tebessüm oluşurken başını eğip gözlerini kaçırdı benden “Babam ve annem orada tanışmışlar” diye devam ettiğinde şaşkınlıkla gözlerim büyüdü. “Nasıl yani?” Kafasını kaldırıp tekrar göz göze geldiğimizde dudaklarındaki tebessüm silinmemişti. Yutkunduğunu gördüm. “Annem Türk benim” dedi. Ağladığından olsa gerek zorlanıyor gibi her kelimesinde duraksıyordu. “Babam iş için İzmir’e gittiğinde onlara rehberlik eden annemmiş. Öyle tanışmışlar” Şaşkınlığım boyut atlarken “Bu yüzden Türkçe biliyorsunuz” diye konuşabildim. Bu bir sorudan çok sesli bir düşünceydi. Annesi İzmir de yaşıyormuş ve o da onun gibi rehbermiş. Kafasını sallayarak onayladı yine de o beni. Gözlerinin dolduğunu gördüm tekrar “Babam onu görmeye sürekli Türkiye’ye gittiğinden az çok Türkçe öğrenmiş. Annem buraya ilk defa gelin geldiğinde gelmiş. Hintçeyi sonra öğrenmiş.” Ne kadar güzeldi. Kilometrelere rağmen bir araya gelmişlerdi. İçim sıcacık oldu. Annesiyle kesinlikle tanışmalıydım ve vaktim olursa bu hikâyeyi detaylı bir şekilde ondan dinlemeliydim. “Annem bize de Türkçe öğretirken amcamın çocukları Divya ablam, Saras abim ve King de heves ettiğinden onlara da öğretmişti. Tabii biz annemle sürekli Türkçe iletişimde olduğumuz için ikinci ana dilimiz oldu ama onlarınki zamanla köreldi. Şu an iyi anlayabilseler de çok iyi konuşamıyorlar” Belki başıma en kötü şey gelmişti ama karşılaştığım insanlar kesinlikle şansımdı. Yanaklarından süzülen yaşlarla başını eğip onları benden gizlediğinde düşüncelerimden sıyrıldım. Kaşlarım çatılırken “Aisha?” diye konuştum. Neden bilmiyordum ama asıl bu durum onu zorluyormuş gibiydi. Bu hali içimi burktu tekrar. “İyiyim” dedi boğuk gelen sesiyle. Uzanıp elini tuttum. “Ben cevabımı aldım, daha fazla devam etme lütfen. Bugün yeterince üzüldün” Belli ki başka bir şey vardı. Her ne kadar onu üzen şeyi merak etsem de böylesi şu anlık için en iyisiydi. Nedenini bilmediğim bir şekilde Aisha'yı kendime çok yakın hissediyor ve şimdiden aramızda güçlü bir bağın oluştuğunu seziyordum. Bu, başta öyle olsa da kesinlikle burada yalnız olduğum ve birine ihtiyaç duyduğumdan hissettiğim bir zorunluluk hissi değildi. O benim kahramanımdı... Elimi sıkıp teşekkür edercesine yüzüme baktığında diğer elimi yanağına uzatıp gözyaşlarını sildim usulca. Ne olmuştu acaba onu bu denli üzen? Annesi ve babası ayrılmış olabilir miydi? Akash'ı mutfaktan çıkaran kadın geldi gözümün önüne. Annesi olduğunu düşünmüştüm. O değil miydi? İkisine de benziyordu ama. Aklıma doluşan kötü düşüncelerle içim acırken onlarla alakalı bir şey olmamasını diledim. Yataktan inip sol tarafa dolanırken üzerindeki örtüyü kaldırdı. “Haydi uyuyalım artık. Yoksa sabah kalkamayacağız” dedi, az önce ağlayan o değilmiş gibi. Benim aksime çok çabuk toparlanıyordu. Ona ayak uydurup bende diğer taraftan örtüyü kaldırdım. Onun dolaba doğru ilerlediğini gördüğümde ışığı kapatacağını anladım. Neyse ki şifonyerlerin üzerindeki lambalar açık olduğu için bunu dert etmedim. Örtünün altına girdiğimde gram uykum olmadığını fark ettim. Sol omzunun üzerine doğru yatıp bana döndüğünde sarı ışık yeşillerine vurdu. "Özür dilerim" dedim fısıltıyla. Belki de kapatmaya çalıştığı bir yarasına tuz basmıştım ya da benim gibi sulu gözdü, ailesi hakkında konuşurken bile duygulanıyordu. Kafasını bana doğru çevirdi ve hafifçe gülümsedi. "Hayır, bu iyi geldi. Teşekkür ederim" Neden teşekkür ediyordu ki şimdi? "İyi geceler Ezgi." "İyi geceler Aisha" Bana sırtını dönüp lambasını kapattı. Bende daha fazla soru sorarak üzerine gitmek istemedim. Sırt üstü pozisyonuma geçip yine tavanla bakışmaya başladım. Gözlerim acıyordu. Bir an önce uyuyup sabah olmasını dilerken babamlarla konuşmamı hayal edip zor olsa da uykunun derin kollarının beni içine çekmesini bekledim.
**************
Yatakta bilmem kaçıncı dönüşümdü ama bir türlü uykuya dalamamıştım. Birkaç defa içim geçmiş gibi olmuştu ama bir şekilde tekrar gözlerimi açmıştım. Yerimi mi yadırgamıştım yoksa bu göğsümdeki huzursuzluk yüzünden miydi bilmiyordum. Aisha’yı uyandırmamaya dikkat ederek yatakta doğruldum. Çoktan sabah olmuştu. Perdelerin ardından gün ışığı sızdığından odanın içi loş bir aydınlıktaydı. Karşı duvardaki saate baktığımda saatin sekize geldiğini gördüm. Bacaklarımı yataktan sarkıttım. Acıyan gözlerimi elimle ovuştururken sessizce iç geçirdim. Yataktan kalkıp banyoya ilerledim ve ihtiyacımı karşılayıp kendime gelmek adına yüzüme bir su çarptım. Banyodan çıktığımda yatağa değil pencerenin önüne ilerledim. Aisha’dan tarafta olmayan camın perdesin açtım. Güneş gözlerimi daha çok acıtırken gözlerimi kıstım. Gözlerim alışınca kollarımı göğsümde kavuşturup etrafı izledim. Burası evin arkasına bakıyor olmalıydı. Başka büyük bir bahçe bir de havuz vardı. İlerideki ormana ve diğer evlerde gezindi bakışlarım. Ne kadar süre öylece dışarıyı izledim bilmiyorum ama dalmış olmalıyım ki Aisha’nın uyandığını fark etmemiştim. Yanımdan ismimi seslenmesiyle yerimde irkilmiştim. “Üzgünüm korkuttum seni” Elimi göğsümden indirirken ona doğru döndüm “Sorun yok, dalmışım” dedim hafifçe tebessüm ederek. Tebessümüme karşılık verdi “Günaydın” sesi yeni kalktığı için hala pürüzlüydü. Onun da saçları dağılmış ve gözleri şişmişti. Aynı sebepten olmasa da dün akşam ikimizi de yıpratmıştı. “Günaydın” “Erkencisin, ne zaman uyandın?” Ondan gerçeği saklama gereği duymadım. “Aslında pek uyku tutmadı” “Aklın ailende olduğu için değil mi?” dedi, kafasını sağa doğru eğmiş içten bir şekilde yüzüme bakıyordu. İstemsizce dudaklarım üzgünce bükülürken “Evet” diye konuştum sıkıntıyla. Elini koluma koydu ve okşadı usulca. “Hemen bir şeyler atıştıralım kaymakamlığa geçelim olur mu?” “Olur ama seni işinden alıkoymuyorum değil mi?” diye sordum elimi elinin üzerine koyarak. “Yok canım, bir toplantım var o da öğleden sonra zaten” Kafamı sallayarak onu onayladım. Ardından yanımdan ayrılıp dolabına doğru ilerledi. Dün üzerinde gördüğüm tayt ve dizlerinin altında biten, kısa kollu, geniş yakalı elbisesinin mor rengini çıkardı. “Şimdilik bunları giyebilirsin. Eğer rahat edemezsen kalma durumuna göre birlikte alışverişe çıkarız.” Dedi ve elindekileri yatağın üzerine bıraktı. “Sorun değil giyerim” Açıkçası ne giydiğim umurumda değildi artık. Babaannesinin bu konuda da kuralcı olduğunu öğrendim. Bu yüzden şehir dışına çıktığında normal kıyafetler giyebiliyormuş onun dışında geleneksel kıyafetlerini giyiyormuş. Bundan şikayetçi gibi değildi bahsederken aksine yerine göre giyinmeyi sevdiğini söyledi. Diğer günlük kıyafetleri telefonu gibi çalıştığı şirketin otelinde duruyormuş. Verdiği kıyafetleri alıp hemen banyoya ilerledim. Önce üzerimdekilerden kurtuldum. Ardından taytı giydim sonra da elbiseyi geçirdim kafamdan. Saçlarımı düzelttim ve aynaya bakarak kâküllerimi de düzene soktum. Fularımı da kontrol ettikten sonra çıkardığım kıyafetleri de katlayıp kucağıma aldım. Banyodan çıktığımda Aisha'yı yatağına oturmuş beni beklerken buldum. Çıktığımı görünce yanıma gelip arkamı döndürdü ve elbisenin sırtımda olan iplerini bağladı. Ben onu da yeni fark ediyordum. Önüme dönerken o da yatağın üzerindeki mor üzeri mavi çizgili şalı aldı ve tıpkı kendisinde olduğu gibi iki ucunu sırtıma sarkıtacak şekilde boynuma doladı. Sanırım bu şal, elbiselerin açıkta bıraktığı göğsümüzü ve sırtımızdaki açıklığı kapatmak için kullanılıyordu. Eliyle makyaj masasını gösterirken “Sen istediğini sürüp takabilirsin. Ben kısa bir duş alacağım” diye konuştu. Yine başımı sallayarak onayladım onu. O banyoya girdiğinde bende masanın önündeki sandalyeye oturdum. Bir şey takmak istemiyordum sadece dün çıkardığım abimin hediyesi olan küpeleri kulağıma geri taktım. Yüzüme yine dün akşam olduğu gibi hafif bir makyaj yaptım. Aynaya tekrar baktığımda istediğim görüntüyü gördüm. Gözümün şişliği inmese de altındaki morlukları gizlemiştim. Aisha banyodan çıktığında bana verdiğinden toz pembe renginde bir kıyafet giymişti. Saçlarını banyoda kurutmuştu, saçlarını taradı ve gelişigüzel bir at kuyruğu yaptı. Benim gibi o da bir şey takmadı. Hafif bir makyaj yaptı. Bu sırada kapı çalmış ve girişte Aastha abla görünmüştü. “Günaydın kızlar” “Günaydın” dedik aynı anda. Üzerinde siyah beyaz bir sari vardı. Saçları açıktı ve bu onu daha genç göstermişti. Bakışları ikimiz arasında gidip gelirken “Kahvaltıya uyandırmak için gelmiştim. Siz çoktan hazırlanmışsınız bile aferin” diye konuştu gülümseyerek. Sanki dün yaşananlar hiç olmamış gibi bir sabahtı. Ev halkının diğer geri kalanın ne halde olduğunu merak ediyordum. “Geliyoruz hemen yenge” Aisha sandalyesinden ayağa kalktı ve ona doğru ilerledi “Kavita’nın yanına uğradın mı yenge, nasıl?” Aastha ablanın gözlerinden kederli bir ifade geçti “Pek iyi sayılmaz, konuşmuyor. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var” Aisha yavaşça başını salladı. Aastha ablanın dediğine göre Babaanne ve Kavita’nın annesi – isminin İndu olduğunu öğrenmiştim – yemeğe inmeyi istememişlerdi. Çetan amca ve amcası da sabah işe gitmek için erken çıkmışlardı. Herkes dün yaşananların üzüntüsünü farklı şekilde yaşıyor gibiydi. Aastha abla odadan çıktığında Aisha da çantası ve telefonunu aldı. Ardından biz de odadan çıktık. Merdivenleri inerken salonda dünkü süsleme ve düğün havasından eser kalmadığını fark ettim. Evde oldukça sessizdi. “Abinden bir haber yok mu?” diye sordum merakla. İsim vermemiştim ama kimden bahsettiğim çok açıktı. “Yok, hayır ama çoktan kaymakamlığa geçmiştir” dedi, sesi durgunlaşmıştı hemen. Merdivenleri inmeyi bitirmiş sola doğru dönmüştük. Mutfağın sağ tarafında kalan boşlukta yeni fark ettiğim yemek masasına ilerledik. Dün bu masa burada yoktu çünkü. Düğün için kaldırmış olmalıydılar. Masaya yaklaştığımız sırada lacivert takım elbiseli bir adam mutfak kapısından çıkageldi. Dün King'in yanında ona benzettiğim adamdı. Hemen ardındansa Aastha abla elindeki tencereyle göründü. Masaya iştahla kurulan adamın bakışları önce Aisha'yı buldu sonraysa beni fark etti. "Günaydın hanımlar" dedi hafifçe tebessüm ederek. Bozuk bir Türkçesi vardı, tıpkı King gibi. Beni nereden tanıyordu da Türkçe konuşuyordu bu adam? Yoksa arada kendi aralarında Türkçe mi konuşuyorlardı? Bu yine de beni tanıyormuş gibi davranmasını açıklamıyordu. “Günaydın” Aisha’nın da şaşkınlığını sesinden hissetmiştim. Bende nezaketen başımı eğdim. “Arkadaşım Ezgi, Saras abi. Türk kendisi ki Aastha yengem çoktan söylemiş sanırım sana. Bir süre misafirimiz olacak” Bu isim dünkü konuşmamızda geçmişti. King’in abisi olmalıydı bu adam. Yani Aisha’nın diğer kuzeni. “Yok King bahsetmişti dün” dedi Saras abi. Kaşlarım şaşkınlıkla havalandığında Aisha anladım dercesine kafasını sallamıştı sadece. Ardından bana dönüp “Ezgi, Saras abim amcamın ortanca çocuğu ve Aastha yengemin eşi” diyerek devam etti. Saras abi içten bir tebessümle başını eğdi ve “Memnun oldum” dedi. “Bende” diye karşılık verdiğim sırada Aisha onun karşısındaki sandalyeyi çekerken bende yanındaki sandalyeyi çektim. Aastha ablanın çatılmış kaşlarıyla gözleri Saras abi ve benim üzerimde gelip giderken "Siz dün tanışmamış mıydınız zaten?" diye sordu güzel İngilizce aksanıyla. Tıpkı Saras abi gibi kaşlarımı çattığım sırada aklıma dün terasta Kaymakam Bey'in onun eşi olduğunu sandığım ve tanıştığımızı söylediğim gelmişti. Hafifçe kafamı eğip sağ elimle alnımı ovuşturdum. Aferin Ezgi! "Hayır canım, tanışmadık. King bahsetti işte o kadar” "Hayır, Saras. Senin bana neden bahsetmediğini bilmediğim talihsiz bir karşılaşmanız olmuş ve terasta tanışmışsınız zaten Ezgi ile" Dur, dur Aastha abla girme oralara. "Güzelim ne karşılaşması ne terası? Ben dün terasa hiç çıkmadım bile" Aastha ablanın kafası karışmış bakışları bana döndüğünde "E Ezgi bana tanıştığınızı söyledi?" dedi. Bunun üzerine Saras abi ve Aisha'nın da bakışları da bana dönmüştü. Aisha hala ortada dönen konuyu anlamlandıramamış gibi bakıyordu gözlerime. "Ufak bir yanlış anlaşılma oldu sanırım. Ben eşleri karıştırmışım da" dedim, gergince gülümsemeye çalıştım. "Durun bir dakika. Ne demek oluyor bunlar? Kafam karıştı. Öncelikle sen terasta ne yapıyordun Ezgi?" dedi Aisha, oturduğu yerde bedenini tamamen bana doğru döndürdü. O, orada neden olduğumu bilmiyordu çünkü dün düğün telaşından nereden geldiğimizi bile sormamıştı. "Yemek yemek için oraya çıkmış kız. Bende Saras'ı ararken King terasa çıktı deyince oraya çıkmıştım, karşılaştık" diyerek benim yerime cevap verdi Aastha abla. "Peki, madem oradaki Saras değildi. Ben gelmeden önce yanında olup eşim sandığın kişi kimdi?" Derin bir nefes alıp verdim "Şey, Kaymakam Bey vardı. Ben siz öyle söyleyince eşinizin o olduğunu düşünmüştüm. O yüzden öyle söyledim, kusura bakmayın" Gerçekten muhteşem bir rezillikti ama. Aisha'nın şaşkınlıkla kaşları çatıldı "Ne? Abim mi? Onunla mı konuştunuz?" diye soludu. Neden bundan bahsetmediğimi sorguluyor gibiydi. "Pek öyle sayılmaz, anlatırım sonra" dedim gözlerimi ondan kaçırarak. Aisha konuşamadan "Ne kusuru Ezgicim" diyerek bölünen konuşmaya devam etti Aastha abla, bir yandan da sinirleri bozulmuş gibi gülümsüyordu. "Hem bu durumda ne öğrenmiş olduk, King salağı gerçekten beni kandırmış!" dedi dişlerinin arasından. Neye siniri bozulduğu da belli olmuştu. Saras abi bıyık altından gülüp onu sakinleştirmek adına masanın üzerindeki elini tuttu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda Aisha’nın da benden bir farkı yoktu. "Oooo ismimi duydum sanki, bakıyorum yine gündemden düşemiyorum!" diyerek hakkında konuştuklarımızdan habersiz ortama giriş yaptı King. "Ben seni bir düşüreceğim gündemden ama öyle böyle değil! Hatta Hindistan böyle bir düşüş görmeyecek" dedi Aastha abla öfkeli bakışlarını onun üzerine dikerek. "Yengem bugün tersinden kalkmış anlaşılan, iyi de niye bana çatıyorsun ki hemen? Bak yanında ne güzel kocan duruyor, onunla uğraş" "Dün bana Saras'ın terasta olduğu yalanını söylemeden önce düşünecektin onu! Senin yüzünden o kadar merdiven inip çıktım" Dudaklarındaki gülümseme genişlerken "Haa sen onu diyorsun" diye konuştu King. Hala masanın ucunda ayakta dikiliyordu. Saras abi Aastha ablanın elini sıkarken "King!" diye uyarı içeren şekilde ismini seslendi. “Karımla uğraşmaya devam edersen şirkette seni bekleyen ceza iki katına çıkacak” King'in yüzündeki gülümseme çizgi halini aldı. Başta abisini takmayacak gibi gözükürken tehdidi yeteri kadar gözünü korkutmuş olmalı ki konuyu daha fazla üstelemedi. "İyi, tamam be. Sustum" Bozulan bakışları bana değdiğinde dudakları kıvrıldı tekrar. Göz kırpmayı ihmal etmeyerek baş köşedeki sandalyeye kuruldu sonra. "Babaannem olmadığında bu makam benimdir biliyorsunuz" İki elini masaya koyarak sırtını rahat bir tavırla sandalyeye yasladı. "Hadi lan oradan. Hem sen kimsin ki? Evin en boş üyesi." Saras abi alttan alttan oradan kalkması için tehdit içerikli bakışlar atıp konuştuğunda King mimikleriyle komik bir şekilde onu taklit etti. Sırıtarak bu sefer de ikisinin tartışmasını izlerken Aisha da gülerek kafasını iki yana salladı. Ardından yemeklerden tepsime koymaya başladı. Aastha abla ise onlara gözlerini devirip tekrar mutfağa geçmişti. King inat edip yerinden kalkmadı ve Saras abinin dediklerini bu sefer pek umursamadı. "Hem daha ben hiç oturmadım oraya. Kalk çabuk" Saras abinin pes ettiğini sanırken birden ayaklanması ve onun yanına gidip kolundan çekiştirmeye başlamasıyla cidden bunun için tartıştıklarını fark ettim. Abi kardeş fiziksel olarak benzedikleri gibi huy olarak da pek farklı değillerdi sanırım. Aralarındaki yer kavgası sürerken buna son veren mutfaktan yanımıza dönen Aastha abla olmuştu. Onları ayırıp kesin bir dille ikisinin de orada oturmasını yasakladığında normal yerlerine geçip kahvaltılarını yapmaya geri dönmüşlerdi. Şimdi masadaki herkes konuşmadan yemeğiyle ilgileniyordu. Kimsenin çok iştahlı olduğunu söylenemezdi. Benim de öyle. Canım bir şey yemek istemiyordu. Midemi tutsun diye gözlemeden kopardığım parçaları yedim sadece. Zaten tepsimde olan yiyeceğin biri ağır kokuyor diğerinin ise tadı bir tuhaftı. Aastha abla birden şaşkınlıkla büyüyen gözlerini arkama çevirdi ve Akash’a seslendi. Benim de bakışlarım oraya döndüğünde ona Hintçe bir şeyler söylüyordu. Merdivenlerin başında durmuş elindeki dosyalara bakıyor olduğunu gördüm. O da bir şeyler söyleyip ceketini giymeye çalışırken bakışlarını bu tarafa çevirdiğinde göz göze geldik. Üzerinde lacivert renkte bir takım elbise vardı. İçine beyaz bir gömlek giymişti. Dün başındaki sarıktan dolayı göremediğim parlak kahverengi saçlarına da yana meyilli bir şekil vermişti. Nezaketen gülümsediğim sırada beni görmeyi beklemiyor olacak ki şaşkın bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Akash abi, bizi de kaymakamlığa bırakabilir misin?" Aisha'nın sorusuyla gözlerimi ona çevirdim. Onu gördüğüne mutlu olmuş gibiydi. "Olur, bırakırım" Akash’ın bakışları bana dönüp cevap verdiğinde hafifçe kaşlarının çatıldığını görmüştüm. Sanırım orada ne işimiz olduğunu merak etmişti. Aisha’nın kalkmamızı dair bir şey söylemesini beklemeden ondan önce kalktım sofradan. Aastha ablaya dönüp “Eline sağlık” dedim. “Tatlım doğru dürüst bir şey yememişsin bile. Böyle olmaz ama” diye konuştu kafasını iki yana sallayarak. “Üzgünüm, pek iştahım yok aslında ondan” dedim mahcup bir sesle. “Tamam yenge, zorlamayalım” dedi Aisha da araya girerek. O da bitirmemişti tepsisindeki yemekleri. Onun da benimle aynı durumda olduğunu biliyordum. Aisha henüz bilmiyordu ama Aastha abla neden burada olduğumu biliyordu. Bu yüzden anlayışla yüzüme bakıp o da daha fazla üstelemedi. Akash’ın arkasından dışarı çıktığımızda evin büyük bahçesinde sağda kalan park edilmiş arabalara doğru ilerledik. Beyaz renkte Audi bir arabanın kapılarını açtı. O sürücü koltuğuna yerleşirken Aisha yanına bende arkaya geçmiştim. Evin bahçesinden çıktığımızda koltukta arkama yaslandım ve kafamı cama doğru çevirip yolu izlemeye başladım. "Neden kaymakamlığa gidiyorsunuz?" diye soran Akash ile ortamdaki sessizlik bozulmuş oldu. "Ezgi'nin bir konuda yardıma ihtiyacı var ve konu bizi aşıyor o yüzden abimden yardım isteyeceğiz” Aisha üstü kapalı cevap verdiğinde beni tekrar olayları anlatma zahmetine sokmadığı için sevinmiştim. Ne de olsa eğer Kaymakam Bey dinlerse yardım etmesi için tekrar anlatmak zorunda kalacaktım. Akash şaşırsa da çok üstelememişti. Dün yaşananlar onu da çok etkilemiş olmalıydı. Aisha da bir o kadar düşünceli gözüküyordu. Yaklaşık kırk dakikalık yolculuğumuz sessizlik içinde geçmişti bu yüzden. Siyah demir bir kapıdan geçtik ve büyük bir bahçeye giriş yaptık. Hemen ortasında uzun bir bina yer alıyordu. Kaymakamlık burası olmalıydı. Gergince ellerimle oynadım. Akash arabasını binanın önünde durduğunda Aisha ona doğru döndü. “Çok sağ ol Akash abi” uzanıp yanağına bir de buse kondurdu. Akash gülümseyerek onun yanağını sıktı. “Dikkat edin kendinize” Aisha başını salladı ardından inmek için kapısını açtı. Akash ile dikiz aynasından göz göze geldiğimizde güneş ışınlarının gözlerine vurmasıyla mavilerini nasıl açtığına şahit oldum. Teşekkür edercesine gülümsedim. Bunu anlayıp içten bir gülümseme sundu bana yine. Bende Aisha’nın ardından arabadan indim sonra. Ne vardı yani Akash kaymakam olsaydı da bende gerginlikten ölmeseydim. Offf! Akash bahçeden çıkıp gözden kaybolduğunda arkama döndüm ve kaymakamlığa baktım. Türkiye de kaymakamlığa hiç yolum düşmemişti. Buradaki kaymakamlık boydan camla kaplı büyük bir yapıydı. Daha çok şirket binasına benziyordu. Girişin solunda aynı model siyah arabalar park edilmişti. Diğer tarafta kalan bankların önünde birkaç adam vardı. İçlerinden biri bize doğru ilerlemeye başladığında yüzünün netleşmesiyle onu hemen tanıdım. Bu Kaymakam Bey’in korumalarından biri olan 10 Ranvir’di. Diğer adamlar koyu gri takım elbise giymişken o siyah bir takım elbise giymişti. Ceketini çıkarmış lacivert gömleğiyle duruyordu. Önümüzde durduğunda bizi gördüğüne şaşırmış durmuyordu “Hoş geldiniz Aisha Hanım” dedi normal bir ses tonuyla. “Hoş bulduk Ranvir abi. Abim kaymakamlıkta mı?” Aisha onun aksine resmiyete gerek duymamıştı. Bu onunla yakın bir ilişkileri olduğunu gösterdi tekrar bana. Adamın yüzündeki ifade değişmedi. “Evet, buyurun eşlik edeyim” diyerek eliyle girişi işaret etti. Aisha başını eğdi. Ardından koluma girdi ve Ranvir’in yanında giriş kapısına doğru ilerledik. Dışarıda korumaları dışında kimse yoktu. Sabah saatleri olduğu için bunu normal buldum. Bir telefon melodisi yükseldiğinde Aisha’nın adımları durunca onun telefonu olduğunu anladım. Ranvir de bizimle birlikte durmuştu. Aisha ekrana kaşlarını çatarak birkaç saniye baktıktan sonra bize dönüp “Buna bakmam gerekiyor, bir dakika” dedi ve aramayı yanıtladı. Hintçe konuştu ve söylediği gibi çok uzun sürmedi konuşma. Ancak yüzünde sıkıntılı bir ifade oluşmuştu. Merakla kaşlarımı çatıp yüzüne baktım “Ne oldu?” “Benim toplantıyı erkene almışlar ve hemen şirkete gitmem gerekiyor bu yüzden” dedi mahcup bir sesle. Elimi tuttu sonra “Sen geç içeriye, ailenle konuş. Ben toplantı biter bitmez geleceğim yanınıza” Elini sıktım “Sorun değil” dedim gülümseye çalışarak ama cidden sorundu. Ne abisiyle ne de babamlarla yalnız yüzleşmek istiyordum. Ancak onu da işinden alıkoyamazdım. “Sizi bizimkiler bıraksın Aisha Hanım” Ranvir varlığını tekrar belli ederken adamlardan birine eliyle bir işaret yaptı. “Gerek yok, yakınlarda taksi durağı var biliyorum” Ranvir onaylamaz bir şekilde kafasını iki yana salladı “Güvenliğiniz için şu sıra yalnız yolculuk yapmasanız daha iyi. Geri dönüş için de adamım sizi bekliyor olacak” O aile hala tehlike mi içeriyordu? Yaptıkları yetmemiş miydi? Aisha’nın yüzü düşerken onu onaylamaktan başka bir şey yapamadı. Bana sarılıp veda ettikten sonra onun için ayarlanan araca ilerledi. Arkasından bakarken onun için endişelenmeden edemedim. Yanında abisinin adamı vardı ve dertlerinin onunla bir ilgisi yoktu değil mi? Sadece bir önlem diye düşündüm. “Buyurun içeri geçelim” Ranvir’in konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. Sonra yan yana ilerleyerek binanın girişine geldik. İki yanında güvenliklerin olduğu kontrol noktasından geçtik. Ardından oldukça geniş ve ferah bir lobi karşıladı bizi. Sağ tarafta kalan beyaz renkteki danışma masaları ve siyah deri koltuklar bulunuyordu. Çok çalışan yoktu bu yüzden bu kat sessizdi. Hemen karşımızda kalan geniş bir koridor vardı. Koridorun sonunda her iki tarafta merdivenler ve hemen yanlarında asansörler vardı. Sol tarafımızda kalan asansöre bindik. Dokuzuncu kata bastığını gördüm. Ellerimi önde kavuştururken dudaklarımı dişledim. Şimdi nasıl yardım isteyecektim ben bu adamdan? Ya dün yaptığım rezillikten iyice bilenip konuşmak istemezse? “Gerilmenize gerek yok. O da sizi bekliyordu zaten” “Ne?” Yüzüne baktığımda onun da bakışları bana dönmüştü “Beni mi bekliyor?” “Evet” diyerek beni onaylarken hafifçe de başını sallamıştı. Bakışları önüne döndü sonra. “Size yarın konuşalım demiş” “Biliyorum ama dünkü çıkardığım yaygaradan sonra yüzüme bakmaz diyordum” dedim dürüstçe. İç çekti. “Öfkesinin sizinle bir ilgisi yoktu. Orada da sadece sizi korudu aslında” diye konuştu. Bu sırada asansör durmuştu. Kapı açılıp o önden çıkarken “İkidir onun adına konuşup duruyorsunuz, siz aynı zamanda onun avukatı falan mısınız?” dedim, sesim huysuzluğumu belli ediyordu. Sola doğru döndüğünde dudağının ucundaki anlık kıvrılmayı gördüm. Adamı da kendisi gibi gıcığın tekiydi. Koridor daha dardı ve hemen sonunda tek bir kapı vardı. Kapının olduğu duvar komple camdı ve panjurları kapalıydı. Odası orası olmalıydı. Kapının önüne gelmeden yerinde durduğunda bende yanında durdum. Bana doğru döndü. Kahveleri yüzümde gezindi. Ben ise yüzüne bakmak için kafamı geri attım. Boyu cidden uzundu. “Sadece korumasıyım. Ayrıca onu savunmuyordum sadece sizin içinizi rahatlatmak istemiştim” diye konuştu samimi bir sesle ve ardından tebessüm etti. Anlık birkaç saniye şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Tebessüm edince bambaşka bir adama dönüşmüştü sanki. Gerçekten içten duruyordu. Ben yine gereksiz çıkışmıştım değil mi? Bakışlarımı kaçırırken sesli bir nefes alıp verdim “Kusura bakmayın lütfen. Ben zor bir zamandan geçiyorum. Ondan bu çıkışlarım yoksa normalde çok şeker bir insanımdır” diye açıklamaya çalıştım kendimi. Gülümsemesi büyürken başını eğdi, sanki kendini dizginlemeye çalışıyormuş gibiydi. Boğazını temizledi hafifçe ve eski ifadesine dönüp başını kaldırdı tekrar “Anlıyorum, sorun değil” dedi, sesi hala aynı sıcak tondaydı. Umarım patronunda anlardı. Gülümsedim yine de. Başımı teşekkür edercesine eğdim sonra. Anlayıp gözlerini kırptı. Ardından ilerideki kapıya ilerledi. “Barun Bey’in odası burası” Tahmin ettiğim odanın önüne gelip kapıyı tıklattı hemen. İçeriden bir komut geldiğinde kapıyı sonuna kadar açtı. Ardından kenara çekilip bana yol açtı. Kaymakam Bey hemen karşıda olan masasının yanında ayaktaydı. Bir eli cebinde telefon ile konuşuyordu. Gözleri kapıya döndüğünde göz göze geldik. Beni gördüğüne şaşırmadı. Gerçekten beni beklediğini anladım. “Efendim misafiriniz geldi” diye konuşan Ranvir’e dönüp başını eğdi sadece. Misafir…Davetsiz misafir. Ben içeriye birkaç adım daha atarken Ranvir odadan çıkmış ardından kapıyı da kapatmıştı. Masasının önünde karşılıklı iki siyah deri koltuk ve ortalarında cam bir sehpa vardı. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde telefonun karşısındaki kişiyle Hintçe konuşuyordu. Gözleri tekrar gözlerime döndüğünde eliyle koltukları işaret etti. Bakışları düne göre daha yumuşaktı. Yerimde dikilmeyi bırakıp sağ taraftaki koltuğa oturdum. Kucağımdaki ellerimle oynamaya devam ederken onun konuşmasını bitirmesini bekledim. Birkaç saniye sonra telefonun masada bıraktığı tok sesi duydum. Bakışlarımı kaldırdığımda onun gözlerinin üzerimde olduğunu gördüm. Bir kaşı havalanırken “Tek başına mı geldin?” diye sordu. Türkçe konuşmuştu ve bu nedense hala çok tuhaf ve inanması güç geliyordu. “Hayır, aslında Aisha ile gelmiştik ama onu şirketten çağırdılar. İşini halledip geleceğini söyledi” diye yanıtladım onu. Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaktık? Valla benim işime gelirdi. Yavaş adımlarla karşımdaki koltuğa ilerledi ve oturdu. Aklıma evden ayrılışı geldiğinde kendimi kötü hissettim. Daha fazla kurcalamaya ve öfkelenmeye gerek yoktu. Yeniden başlayabilirdik. “Siz iyi misiniz?” diye sordum bir cesaretle. Gözlerinden kısa bir şaşkınlık geçerken bakışları yine tuhaf bir şekilde yüzümde gezindi “Bu da benimle konuşmak için yeni taktiğin mi? Baktın bağırıp çağırmakla olmuyor iyimser mi yaklaşmaya karar verdin?” Kaşlarım çatıldı ve hemen dudaklarımı araladım “Hayır. Ben gerçekten merak ettiğim için sordum. Ayrıca öfkelenmekte haklıydım. Evet, yanlış bir zamandı kabul ediyorum. Bunun için sizi zor bir durumda bıraktıysam özür dilerim” nefeslenmek adına bir anlığına durduğumda o gözlerini kaçırmıştı. “Ben sadece sizinle konuşmak istedim ama siz anlamadığım bir şekilde bana çok kaba davrandınız. Zaten zor bir durumdayken mantıklı hareket etmek benim için çok zor ve istemeden öyle davrandım” “Özür dilemene gerek yok” Bakışları tekrar yüzüme döndü. “Dün oldukça gergin bir gündü. Bende istemeden sana yansıttım bunu. Üzgünüm” Böyle bir açıklama beklemediğim için birkaç saniye alık alık yüzüne baktım. Üzgün olduğunu söylüyor ve bunda gerçekten ciddiydi. Şaşkınlığımdan kurtulup tebessüm ettim hafifçe. Şimdi aynı frekanstaydık işte. Ateşkes ilan ederek elimi uzattım ona doğru “Yeniden başlayalım o zaman. Ezgi ben. Ezgi Kayhan” Önce dudaklarımdaki tebessüme sonra ona uzanan elime baktı. Ne düşündüğünü anlayamadım ama neyse ki bu defa geri çevirmedi beni. Uzandı ve elimi tuttu. Kaşlarımı çatacak gibi oldum çünkü parmakları soğuktu. “Barun, Asaf Barun Khan” diye tanıttı kendini düz sesiyle. Asaf Barun mu? Barun ismini babasından duymuştum ilk ama bir ismi daha olduğunu bilmiyordum. Üstelik Türkçe bir isim. Aisha’nın da Türkçe bir ismi var mıydı acaba? Ellerimizi ayırırken hafifçe başımı salladım. “Memnun oldum” Yani başta olmasam da artık oldum diyelim. O da başını eğdi sadece. Ardından ellerini bacaklarına yaslayıp ayağa kalktı. Nereye gidiyordu? Buraya sadece tanışmaya gelmemiştim herhalde. Masasına doğru ilerledi ve arkasındaki siyah döner koltuğuna oturdu. Elleri önündeki açık laptopa giderken bakışları bana döndü. "İsmin ilginçmiş, anlamı ne?" Ne? Bir an bunu cidden sordu mu diye yüzüne baktım ama gerçekten merakla cevabımı bekliyordu "Melodi, şarkı gibi anlamlara geliyor" dedim, sesimdeki şaşkınlığı saklayamayarak. Gözlerindeki ifade değişti ama ben ne olduğunu çözemedim. “Sizin? Barun ne demek?” diye sordum bende. Aslında Asaf’ın da anlamını bilmiyordum ama Barun’un anlamını daha çok merak etmiştim. Sanırım o da bu ismini daha çok kullanıyordu. Bakışları tekrar ekrana dönerken “Kahverengi” dedi, durgun sesiyle. Yazılışını bilmiyordum ama söylenişi İngilizce olarak kahverengiye benziyordu gerçekten. Birkaç dakika sonra bilgisayarı kapatıp ellerini masada kavuşturdu bana ve meraklı bakışlarını üzerime dikti. “Evet, seni dinliyorum. Neden buradasın Ezgi?” Anlık yine afalladım. Bu artık beni dinleyeceğini söylemesinden çok ismimin dudaklarından gerçekten bir melodi gibi dökülmesindendi. Kafamı hafifçe iki yana salladım ve iyice ona doğru dönüp yerimde dikleştim. Derin bir nefes alıp verirken her şeyi baştan anlatmaya hazırladım kendimi. "Tayland'a bir haftalığına tatile gidecektim. Dedemle babam, tanıdığımız pilot olan Rıfat amcanın özel uçağını ayarladı benim için. Her şey sorunsuz ilerledi fakat dönüşte bir saat geç çıktık havaalanından. Uçakta küçük bir sorun çıktığı söylendi. Tarık abi, Rıfat amcanın oğlu olur, sorunun halledildiğini söyledi sonra da uçak kalktı. Tam buranın üzerinde uçtuğumdan habersiz birden uçağın titrediğini ve sallandığını hissettim ki zaten sonra Tarık abi endişeyle gelip durumu söyledi. " kısa bir duraksama yaşadığımda yine aklımdan film şeridi gibi geçti o anlar. İstemsizce yerimde titredim. O ise sessiz ve ifadesiz suratıyla bölmeden dinlemeye devam etti beni. "Kuledekilere ulaşılamıyordu ve uçakta düşmek üzereydi. Her şey bir anda gelişti zaten. Tarık abi gelip paraşütle uçaktan atlamamı sağladı." “Ne?” dedi şaşkınlığı sesinden gözlerine yansımıştı. "Sen gerçekten paraşütle mi atladın buraya?” Sorusuyla kaşlarım hafifçe çatılırken dün Aisha ona üstünkörü durumumdan bahsederken bunu söylemiş olduğunu anladım. Belli ki o inanmamıştı. “Evet” İnanması güçtü gerçekten. Ben bir de yaşamıştım. Hala rüya gibi geliyordu. “Peki ya Tarık dediğin kişi ve pilot? Onlar nerede?” diye sordu merakla. Gözlerimdeki sızı kendini belli etti. “Bilmiyorum. Arkamdan atlayacaklarını söylediler ama atlamadılar. Onlara ne olduğunu bilmiyorum” dedim korkuyla. Daha ileride bir yere atlamış olabilirler miydi? Ya uçak onlar içindeyken düştüyse? Bu düşünce canımı yaktı. Kendimi asla affetmezdim. “Yakınlarda bir yere uçak düşseydi mutlaka duyardım ama öyle bir haber görmedim” diye konuştu düşünceli bir sesle. Ne olmuştu o zaman, daha uzak bir yere mi düşmüştü? Boğazıma oturan yumruya rağmen kendimi konuşmaya zorladım “Belki de daha fark etmediler uçağın düştüğünü? Olamaz mı?” Yüzünü sıvazlarken “Olabilir. Bunu araştıracağım” dedi keskin bir sesle. Bu tavrı içimi rahatlatmış çaresiz olmadığımı hissettirmişti. “Sen tam olarak nereye iniş yaptın?” Sesli bir iç çektim ve dudaklarımı araladım tekrar "Boş bir araziydi. Birkaç büyük ağaç vardı. Meydanla arasında baya mesafe var” “Görsen hala hatırlarsın o halde?” diye sordu. Rüyamda bile netti her şey nasıl unutabilirdim ki? Kafamı sallayarak onayladım onu sadece. “Sonra ne oldu?” Derin bir nefes alıp verdim ve bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim. “Meydanda yolum Aisha ile kesişti ve o da polisten ziyade sizin bana yardım edebileceğinizi söyledi. Daha doğrusu onun düğüne yetişmesi gerekiyordu ancak beni de bırakmak istemediğinden aklına siz gelmiş olacaksınız ki beni size yönlendirdi." Sessiz kaldığında kafamı kaldırdım. Bakışlarını eline yeni aldığı kaleme sabitlemiş bir şey düşünüyor gibiydi. Kaşları normal halini almış çatılmıştı. "Kaymakam Bey" diyerek bakışlarının bana dönmesini sağladım. Nedense Barun Bey diyesim gelmedi, tuhaf hissettiriyordu. "Şu an benim için geri dönmem mühim değil. Bunun için sizi daha fazla rahatsız etmem polise giderim ama sizden sadece şimdi ailemle konuşmamı sağlamanızı istiyorum? Telefonum yanımda değil ve Aisha buradan iletişim kurabileceğimi söyledi." “Dün akşam da bu yüzden yanıma gelmiştin?” Yutkundum ve yaşaran gözlerimi kaçırdım. Söylenmek istedim ama babamlar için olan endişem daha ağır bastı. “Evet. Dün babanızın telefonundan aradım ama açmadılar. Uçağımın düştüğü haberini aldılarsa öldüğümü düşünecekler ve bu… beni çok endişelendiriyor” Sesim titredi ama umursamadım. Hiçbir zaman duygularımı saklayabilen biri olmamıştım zaten. “Ben üzgünüm” sesli bir nefes bıraktı. “O gördüğün adam halamın eski eşiydi” “Ben biliyorum. Aisha anlattı biraz” diyerek onun açıklama yaparak daha kötü hissetmesini istemedim. Tahmin etmiş gibi bir bakış belirmişti gözlerinde ardından beni şaşırtan o itirafı döküldü dudaklarından “Seni onların gönderdiğini düşünmüştüm” Bana güvenmemesini anlıyordum. Birden evlerine girmiştim. Şüphelenmekte haklıydı ama Türk olduğumu öğrendikten sonra buna devam etmesini anlamıyordum. O adamların bu kadar manyak olduğunu mu düşünüyordu? “Bunun mümkün olmadığını anladım ama bu sırada onlar çoktan harekete geçmişti. Kapıda olduklarını öğrenmek benim için daha önemliydi o an ve gerginliğimi senden çıkarmış oldum” diye açıkladı terastaki tavrını. Ranvir yanlış zaman derken bundan bahsediyordu. Şimdi daha iyi anlamıştım. Ona nasıl onlardan olmadığımı anladığını soracaktım ama sonra vazgeçtim. Daha fazla dünü kurcalamak istemiyordum. Derin bir nefes alıp verirken buruk bir şekilde tebessüm ettim “Size hak vermiyor değilim artık. Dün dünde kaldı hem. Yeniden başladık, öyle söyledik” Yüzündeki düşünceli ifade değişmedi ama usulca kafasını sallayarak beni onayladı. “Kimliğin yanında yok, değil mi?” diye konuştu teyit etmek ister gibi. “Hayır” “Pasaportun da?” İçimi bir sıkıntı bastı “Hayır o da yok. O telaştan hiçbir şey aklıma gelmedi” dedim üzgün çıkan sesimle. Sağ eliyle yine çenesini sıvazlarken bakışlarını yüzümde gezdirdi “En azından pasaportun olsaydı polise gerek kalmadan geri dönmeni ben sağlayabilirdim. Ancak bu işleri biraz zorlaştıracak” diye konuştu. Dudaklarımı dişlerken bakışlarımı dikkatli gözlerinden kaçırdım ve ağlamamak için kendimi sıktım. Birkaç saniye sonra yerinde hareketlendiğini hissettiğimde gözlerim tekrar ona döndü. Masasının sağ ucundaki ofis telefonu olduğunu düşündüğüm telefonu eline alırken “Önce ailenle konuşalım en iyisi. Onlara göre bir yol buluruz sonra” diye konuştu, sesi düzdü ama daha ılımandı artık. “Tamam” dedim sıkıntıyla bir nefes daha bırakırken. "Baban ve annenin ismi ne?" diye sordu, kaşlarımı çatmadan edemedim. Neden böyle bir soru sorma gereksinim duyduğunu düşünürken bunu onlarla ilk kendisi konuşacağı için isimlerini bilmek istemiş olabileceğine yordum. "Hasan ve Meryem" Kafasını salladığında beklenti dolu bakışlarını yüzüme dikti, kalbimin hızlandığını hissettim. Korkuyordum. Kötü bir haber almaktan çok korkuyordum. Derin bir nefes alarak babamın numarasını söyledim. Numarayı tuşladıktan sonra kulağına götürdü. Nefesimi tutup pür dikkat gözlerimi ona diktim. Kaşları bir anda çatılınca bakışları bana döndü. "Telefon kapalı" diye konuştuğunda içimdeki korku mümkünmüş gibi daha da arttı. Sağ elimi kalbimin üzerine koydum. Hala neden telefonu kapalıydı? Allah’ım sen aklıma mukayyet ol lütfen! Bu sefer titremeye başlayan sesimle annemin numarasını verdim. Tekrar telefonu kulağına dayadı. Annemin ise telefonu çalıyor ancak yine açmamıştı. Gözlerim doldu. Onun tekrar aramayı deneyip telefonu kulağına götürdüğünü gördüm. Birden koltuğundan ayaklandığında nefesimi tuttum. Açmış mıydı? "İyi günler efendim, Meryem Hanım’la mı görüşüyorum?" dedi düz sesiyle. Açmıştı! Daha fazla duramadım yerimde ve ayağa kalktım. Aldığı cevapla sonra çatılan kaşları düzelirken "Ben Hindistan Hiwari Bazaar kaymakamı Asaf Barun Khan” diye konuştu, sesi belli bir şekilde yumuşamıştı. "Meryem Hanım ben kızınızın yanımda olduğunu haber vermek istediğim -" Annem sevinçten delirmiş olmalı ki Kaymakam Bey'in sözü kesilmişti. "Sakin olun lütfen" diyerek tekrar konuştuğunda gözlerini gözlerime değdirdi "O iyi" Karşı tarafı kısa bir süre dinledikten sonra bana doğru birkaç adım atıp telefonu uzattı. Kalbim ağzımda atarken titreyen elime mukayyet olup telefonu elinden aldım. Sadece ellerimin değil bedenimin de titrediğini hissettiğimden kendimi koltuğa geri bıraktım. "Annem" dedim, hıçkırığımı tutmak için diğer elimi dudaklarıma yasladım hemen. "Ezgi’m, yavrum. Sesune kurban oldiğum." zar zor hıçkırıklarının arasından konuşan sesini duyduğumda göğsümdeki sızı arttı. Sesi hiç duymadığım kadar kötü geliyordu. Kim bilir ne kadar korkmuş ne kadar ağlamıştı. İçim ezildi bu düşünceyle. "Anne, ben iyiyim. Ben iyiyim ağlama lütfen" "Çok şükür seni bağuşlayan Rabbime." Kötü bir şey olmuştu. Kesinlikle kötü bir şey olmuştu. Anneme ne zaman ağlamamasını söylesem sırf benim de üzülüp hemen ağlayacağımı bildiğinden ağlamasını durdururdu. Ama bu sefer yapmamıştı. "Anne... Ba-bamın telefonu neden kapalı? O da... Yanında değil mi? Onunla konuşmak istiyorum" tekrar elimi kalbimin üstüne getirirken biraz daha yavaş atmasını istedim. Birkaç saniye sadece hıçkırık seslerini dinletti bana. Bu içimdeki korkuyu harladı. "Kızçem, babanla ko…nuşamaz…sun" dedi sesini toparlamaya çalışarak. Kalbim ağzımda ayağa kalktığımda masasına yaslanmış olan Kaymakam Bey'in bakışlarının hala üzerimde olduğunu fark ettim. "Ne-Neden? Anne... Lütfen babama ver telefonu. Anne lütfen-" dedim, delirmişçesine sayıkladığım sırada iki damla yaş yanaklarıma süzüldü. Kalbimin normal atmaya devam etmesi için onun sesini duymaya ihtiyacım vardı... Derin bir nefes alırken "Ezgi" dedi sesi daha güçlü gelirken lafımı böldü. Bu ses tonundaki ikazı bilirdim. Kendime gelmemi istiyordu. Ama ben onun sesini duymadan kendime gelemezdim. "Baban ve Yiğit… Senu almaya havaalanına geliydiler. Arabayi baban kullanunca telefoni Yiğit açmuş ve uçağinun düştüğü haberinu vermüşler" diye konuştu boğuk sesiyle. Göğüs kafesime iğneler batıyordu. Babam beni almaya geleceklerini söylemişti. Ben bunu unutmuştum. "Yiğit delirunce baban köti bir şey olduğinu anlamuş ve öğrenunca da-" sesi boğulup kısılınca tekrar bir süre duraksadı "Direksiyon hakimuyetini kaybetmuş ve kaza yapmuşlar" Hayır, hayır! "İyiler ama değil mi? Evdesiniz. Sadece yaralandılar ve şu an odalarında dinleniyorlar değil mi? Sende onun için konuşamazsın diyorsun değil mi anne? İyiler tabi başka ne ola-" "Ezgi!" diye haykırıp ağlamaya devam edince benim de hıçkırıklarım ona eşlik ediyordu artık. “Etma… kızım” Kafamı iki yana salladım. Hayır. Gözyaşlarım yüzünden bulanık görürken başımın döndüğünü hissettim. Birkaç adım sendelediğim sırada ne ara yanıma geldiğinden habersiz olduğum Kaymakam Bey'in dirseğimdeki dokunuşunu hissettim. Buğulanmış gözlerimi onun duygudan yoksun bakan koyu kahve gözlerine çevirdim. "Hastanedeyuz” diye devam ettiğinde gözlerimi kapattım. Hayır, duymak istemiyordum. Kafamı iki yana salladım yavaşça “Abin... Yoğun bakumda gözetum altunda... Hayati... riski varmış" "Seni seviyorum abimm" "Kendine iyi bak gülüm" "Baban... Kalp krizu geçirmuş… Doktorlar tam zamanunda müdahale yaptuklarunu söylüyorlar. İkisinun de uyanmasuni bekliyuruz" "Seni önce Allah'a sonra Ümit ve Tarık’a emanet ediyorum iki gözüm” Onları havaalanında son gördüğüm an canlandı karşımda. Deli gibi el sallayıp elimle öpücük atmam, Yiğit abimin gülümseyişi ve babamın buruk tebessümü... Kalbim, burada dur biraz. Omuzlarım sarsılırken ağlamam şiddetlenmişti. Elimdeki telefonu sıktım. Yine varlığını fark ettiren Kaymakam Bey dirseğimdeki elini belime indirince irkildim. Gözlerime anlık bir bakış atıp beni yakınımızda olan koltuğa oturttu. Karşı koyacak gücü kendimde bulamadım. Kendisi de karşıma sehpanın üzerine oturmuştu hemen. "Ana ne oluyor? Babama bir şey mi oldu?" Bir kapı kapanma sesinin ardından gelen Oğuz abimin endişeli sesi geldi. Hıçkırdım. Annemin "Ezgi... Yaşıyor" diye hıçkırıklarının arasından konuştuğunu duydum. Hemen hışırtılı bir ses oluştuğu sırada "Sen var ya sen!" yalancı bir öfkeyle ağlamaklı çıkan ses beklediğim kişiye ait değildi. "Alperen..." dedim, hıçkırıklarım iyice şiddetlenmişti. "Ver şu telefonu. Başlarım senin sinirine!" diye Alperen'e çıkışan Oğuz abimin boğuk sesini duymanın ardından "Güzelim" diye seslendi Oğuz abim. Gözlerimi sıkıca yumdum "Abi" boğazıma oturan yumru konuşmama engel oldu. Sakinleşmeye çalışıyordum ama olmuyordu. İçimden bir şeyler kopuyordu sanki. Dudaklarımı dişledim. "Şükürler olsun Allah'ım, yaşıyorsun. Çok korkuttun bizi bir tanem çok. İyisin öyle değil mi? Neredesin söyle?" Sesini duymak içimi bir nebze olsun rahatlatırken başımı eğdim hafifçe "Ben... İyiyim abi. Hindistan’dayım. Kaymakamlıktan arıyorum sizi" dedim, boğuk çıkan sesimle. "Ah Ezgi. Şükürler olsun. Korkma tamam mı? Her şey yoluna girecek kardeşim, güven bana” diyen rahatlamış sesinden aynı zamanda yorgunluk akıyordu. “Şimdi telefonu Kaymakam Bey'e verir misin?" Burnumu çekip onu onaylayan birkaç mırıltı çıkarabildim sadece. Ardından bakışları üzerimde konuşmamı dinleyen Kaymakam Bey'e telefonu uzattım. Telefonu aldı ve bana kısa bir bakış attıktan sonra ayağa kalktı. Elimle yüzümü kapatıp öne doğru eğildim ve dirseklerimi dizime yasladım. Nefesim daralıyordu. Onlara bir şey olursa ben ne yapardım? Gözyaşlarım yanaklarımdan boşalmaya devam ederken ellerimi saçıma atıp çekiştirdim. Hicran yengem kim bilir ne haldeydi? Ya Dedem... Haberi aldıysa ona da bir şey olmuş olabilirdi? Nefes alamadığımı hissettim. Zar zor ayağa kalkıp sendeleyerek titreyen bedenimi boydan pencerenin önüne getirdim. Yarım açık olan pencerenin önünde durup kaymakamlıktan uzak kalan şehrin trafiğine, ağaçlık ormanlarına, yollarına bakarak düşüncelerimi dağıtmaya çalıştım. Bir yandan da hıçkırık atağımın geçirmeye çalışıyordum. O süre boyunca Kaymakam Bey Oğuz abimle konuştu. Ne konuştuklarına odaklanamasam da bir müddet sonra sesi kesilince konuşmalarının bittiğini anlayıp arkama döndüm. Masasının yanında ayaktaydı. Bakışları üzerimde olduğundan göz göze geldik. “İyi misin?” diye sordu bir süre sonra. Neler olduğunu öğrenmiş olmalıydı. Sesli bir şekilde ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırırken kafamı iki yana salladım. “Ezgi” dedi, sesi ne yapacağını bilemez gibi geliyordu. Başımı eğip yüzümü ondan saklarken koltuğa doğru ilerlemek isteyerek iki adım attım. Daha fazla ayakta duramayacaktım. Gözlerim karardığında yerimde durdum ve sırtımı ona dönüp koltuğun sırtına tutunarak destek aldım. Göğsümdeki acı dayanılmazdı. Derin bir nefes almaya çalıştım. Aldığım nefes ciğerime battı. Omuzlarım sarsıldığında daha fazla tutamadım kendimi. Diğer elimi dudaklarıma yaslarken hıçkırıklarımı hapsetmek istedim ama nafileydi. Bedenimi daha fazla taşıyamayacağımı hissettiğimde kendimi usulca yere bıraktım. Sırtımı koltuğun sırtına yasladım. Bacaklarımı kendime çekerken alnımı dizlerime yaslamıştım. “Ne yapacağım şimdi ben? Hepsi benim yüzümden. Her şey benim yüzümden” Ağlamam sesli bir hal aldı. Titreyen kollarımı bacaklarıma sardım. Adım sesleri duyduğumda bir anlığına unuttuğum varlığını hatırladım. Karşısında kendimi böyle kaybettiğim için anlık bir utanç duydum ama bu kısa sürdü. Hiçbir şey umurumda değildi şu an. “Ezgi” diyerek tekrar ismimi seslendiğinde sesi yanı başımdan geliyordu. “Bırakma kendini, gel. Lavaboya gidelim bir elini yüzünü yıka” Koluma dokundu hafifçe. Burnumu çekerken kafamı kaldırmadım. İstemiyordum. “Evime gitmek istiyorum. Burada kalmak istemiyorum” İç çekti “Tamam. Gel önce bir sakinleş sen, sonra konuşalım” Burnumu çektim tekrar. Ben hala neden burada duruyordum? Kafamı kaldırdım hızla ve ellerimle yüzümü kurulamaya çalıştım beceriksizce. “Benim polise gitmem gerek. Vakit kaybettim. Çok vakit kaybettim” diye konuştum çatallaşan sesimle. Hıçkırığım konuşmamı zorlaştıracak bir raddeye gelmişti. Kelimelerimin anlaşılır olduğundan şüpheliydim. Dizlerimin üzerine kalkıp yerden destek alarak ayağa kalktım ve direkt kapıya doğru ilerlemeye çalıştım. Bu kolumdan tutup beni durdurana kadar sürmüştü. Bedenimi kendine döndürürken buğulu gözlerim yüzünü buldu. Aramızda bir adımlık mesafe vardı. “Bu halde hiçbir yere gidemezsin, önce sakinleşmen gerekiyor” dedi baskın sesiyle. “Sakinim ben, bırak!” Ellerinden kurtulmaya çalıştım ama bu gereksiz bir çaba olmuştu. “Benim hemen oraya dönmem gerekiyor anlamıyor musun?” diye çıkıştım. Sesim yalvarır bir tondaydı. “Anlıyorum” dedi benim aksime sakinliğini korumaya devam ederek. Annemle konuştuğundan beri gözlerinde anlamlandıramadığım bir bakış vardı. Bir ışık gibi belirip kayboluyordu “Sana yardım edeceğim, söz. Tamam mı?” Sadece beni gitmemem için ikna etmeye mi çalışıyordu? “Söz mü?” Ben daha çok şaşkınlığımdan lafını tekrar ederken o tasdik etmeye çalıştığımı düşünüp “Söz” dedi tekrar. Gerçekten kararlı ve samimi duruyordu. Omuzlarım düştü pes edercesine. Buz kesen ruhuma bir bahar esintisi gibi gelmişti sesi. Nedenini sorgulamadım. Sebepleriyle ilgilenmiyordum. Bana yardım edeceğini söylemişti. Söz demişti. Sözüne ne kadar güvenebilirdim bilmiyordum ama başka çarem yoktu. İnadımdan vazgeçtiğimi görüp “Gel şöyle” diyerek beni koltuğa yönlendirdi. Direnmedim bu defa. Nefeslenmek beynime oksijen gitmesini sağlamış gibi mantıklı düşünmeye başlamıştım. Bıraksa kendi başıma karakolu zor bulurdum. Her türlü onun yardımına ihtiyacım vardı. "Su ya da başka bir şey içmek ister misin?" diye sordu karşımdaki yerine otururken. Kafamı iki yana sallayarak reddettim sadece. Dengesiz bir adamdı, kesinlikle. “İyi olduğuna emin misin?” İki saniyeye bir hıçkırdığım için böyle söylediğini düşündüm. Bakışlarım kucağımdaki ellerime döndüğünde “Her ağladığımda hıçkırık tutar” dedim. Ayaklandığını hissettiğimde buğulu bakışlarımı ona çevirdim. Masasına ilerledi ve üzerinden henüz açılmamış bir su şişesi aldı. Geri yerine oturduğunda şişeyi aramızdaki sehpadan önüme koydu. “Su iç, iyi gelir” diyerek bunda ısrarcı olduğunu belirtti. Boğazımdaki yumruyu geçirebilmek adına titreyen ellerim şişeye uzandı. Kapağını çok zorlanmadan hemen açmıştım. Birkaç yudum alıp aynı yavaşlıkla şişenin kapağını geri kapattım. Hazır su olduğu için tadı kötü değildi. Su şişesini sehpaya koyduğumda bakışlarını yine üzerimde hissediyordum. Sessizliğini bozmadığında sakinleşmem için bana süre verdiğini anladım ancak beklemek istemiyordum. Boğazımdaki yumruya rağmen kendimi konuşmaya zorladım “Abim ile ne konuştunuz?” Yüzüme baktı birkaç saniye öylece "Abin olanları anlattı. Geçmiş olsun” dedi, sesi durgundu. “Sağ ol” Nasıl geri dönecektim şimdi? Ne kadar sürecekti bu durum? “Şu yakınınız olan uçağı kullanan pilot ve kardeşi-" "Ümit abi ve Tarık abi! Ben... Ben onları sormayı tamamen unutmuşum. Ne... Ne olmuş... Onlara?" Allah'ım lütfen yaşıyor olsunlar. Sağ elini bana doğru kaldırırken beni bir şeylere ikna etmek ister gibiydi bu hareketi "Sakin olacaksan anlatacağım, iyi görünmüyorsun" dedi. Sesi hiç olmadığı kadar yumuşak geliyordu şimdi. Ellerimi bacaklarıma sabitleyip yerimde ileri geri hareket etmeye başladım. Ayaklarımda güç olsa ayağa kalkmak istiyordum ancak yoktu. "Canım daha fazla yanamaz artık zaten. Lütfen devam et" diye konuştum. Gözyaşlarım kurumuş dudaklarımı ıslatmaya başladı tekrar. Gözlerime baktı bir müddet. Konuşmaya ikna etmek için bende kaçırmadım bu sefer gözlerimi ondan. Onun gözlerinde, ardındaki gerçek hislerini saklayan bir perde vardı sanki. Hiçbir şey okuyamadım yine. "Abinin söylediğine göre, " Bu sefer o kaçırmıştı gözlerini gözlerimden. "Henüz bir haber yokmuş onlardan" Gözlerimi yumdum sıkıca. İyi bir haber beklemiyordum zaten. Çünkü yaşıyor olsalardı şu zamana kadar benim de yaşadığımdan annemlerin haberi olurdu. Yine de… Yine de hala onlardan haber alınamaması içimdeki yaşıyor olabilme ihtimallerine umut aşılıyordu. Hıçkırıklarım nefesimi kesince tekrar masadaki şişeye uzandım ve bir yudum aldım. Aklımdan onca anı akıp giderken sakinleşmem çok zordu. Tekrar sesli bir şekilde ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Ezgi” yumuşak gelen sesini duydum. İsmimi duymak bile acı veriyordu şu an bana. Ne yaparsa yapsın sakin kalamayacaktım. Babam ve abim ölüm kalım savaşı veriyordu ve ben bir şeyi yapmayı geç onlardan kilometrelerce uzaktaydım. Yanaklarımı kurulamaya çalıştım “Polise ne zaman gideceğiz? Kolay iletişim kurmamı ve işlemlerin hızlı hallolması için aracı olsan yeter” dedim sesimdeki umutla hemen. Eğer yardım ederse çok zor olmazdı biliyordum. Devlet adamıydı sonuçta bir şekilde hızlandırabilirdi gidişatı. Koyu kahveleri gözlerimde birkaç saniye oyalandıktan sonra “Polise gidemeyiz. Bu işleri kısaltmak yerine uzatır” diye konuştu. Kaşlarım çatıldı “Neden?” “Şu dönemde ülkenin durumu terörist saldırılarıyla gündemde. Kaçak yollarla bir şekilde içimize sızıyorlar. Bu yüzden onlarca kişi yakalandı. Durum böyleyken senin kimliğin ve pasaportun olmadan onları bu meseleye inandırman zor olur” diye açıklamaya giriştiğinde beynim durmuş gibi hiçbir şeyi algılayamıyordum sanki. “İş sadece polislerde bitmeyecek yani” “Sizin sözünüzün bir güvencesi olmaz mı?” “Beni de kandırmış olabilirsin. Her halükârda seni bu yüzden sorgulamak isteyecekler ve bu şüpheyle sorgulanan kişilere adam ya da kadın fark etmez insan muamelesi göstermezler. Ayrıca bu süre zarfında ailenle iletişim de kuramazsın” Gözyaşlarım tekrar hızlandı. Bu yaşadıklarım birer kâbus olmalıydı. “Peki ne yapacağım?” dedim çaresizce. “Sana yardım edeceğimi söyledim. Ben sözümü her ne olursa olsun tutarım.” İçimde bir kuş kanat çırptı sanki. Burnumu çektim. “Teşekkür ederim” başka ne söyleyeceğimi bilemedim. Kafasını eğerken bakışlarını önünde kavuşturduğu ellerine çevirdi. Bir süre düşünceli bir şekilde ellerini izledi. Bende bu sırada nefesimi tutmaya çalışıp hıçkırığımı geçirmeye çalıştım. Bakışları bana döndüğünde hıçkırığım geçmişti “Sana bir telefon edineceğim oradan ailenle iletişimde olacaksın. Buraya gelmene gerek kalmayacak” diye konuştu ciddi bir ses tonuyla. Ardından devam etti. “Bir süre misafirimiz olacaksın ve sana yeni bir kimlik vereceğim. Ailedekiler dışında kimse gerçek kimliğini bilmeyecek. Soranlara ya da şüpheli bir durumda seni yurtdışında yaşayan bir akrabamız olarak tanıtacağız. Yani buranın vatandaşısın ancak uzun zamandır yurtdışında yaşıyorsun ve bizi ziyarete gelmişsin." Böyle bir çözüm yolu asla beklemiyordum. Bu mesleğini riske atması demekti. Kafamı iki yana sallayarak bu fikirden hoşlanmadığımı belirttim. "Ya bir şey olur da bu oyun anlaşılırsa? Benim yüzümden mesleğinizi tehlikeye atmış olursunuz. Bunu asla istemem" “Bunu dert etme, dikkatli olursak bir şey olmaz. Ailendekiler biraz toparlasın muhtemelen biri almaya gelir seni. Abin öyle söyledi” diye konuştu. İçim yine de rahat etmemişti. "Ailen açısından hiçbir şey net değil bu yüzden ortada böyle bir belirsizlik varken karar vermek de zor. Şu an için en mantıklı çözüm yolu da bu” Anlamıyordum. Anlamak istemiyordum. Olanları kabullenmek istemiyordum. Omuzlarım düştü ve bakışlarımı sehpaya çevirdim. Kafamda her şey birbirine girmişti. Kendimi boşlukta savruluyormuş gibi hissediyordum ve bu his paraşütle savrulmaktan da kötüydü. "Şu an beni anlayabilecek kadar kafanın sakin olduğunu düşünmüyorum. Ben yine de önemli kısımları anlatayım. Sonra eğer istersen tekrar konuşuruz bu konunun üzerine” dediğinde bu ilgili tavrı sırtımı okşayan bir el gibi hissettirmişti. Bakışlarım ona döndü “Emin misiniz?” diye sordum. İşlerin daha da kötüye gitmesi isteyeceğim son şeydi. “Eminim” dedi hiç beklemeden. Gerçekten bu oyunu oynamakta kararlı gözüküyordu “Bu konuda birbirimize güvenmek zorundayız” Benim ona güvenmekten başka çarem yoktu zaten. Göğsümdeki ağırlığın biraz olsun hafiflediğini hissettim. Ona karşı içimdeki ön yargı duvarının çatladığını hissediyordum çoktan. Yalnız değildim Her şey yoluna girecekti. Burnumu çekerken başımı hafifçe sallayarak onu onayladım. “Ev halkının yanında Türkçe konuşabilirsin ama dışarıda konuşmamaya dikkat etmen gerek. Bunun dışında Hintçe de az biliyor olarak bilineceksin. Tanışmak zorunda kaldığın insanlarla İngilizce konuşacaksın” diyerek oynayacağımız oyunu anlatmaya devam etti “Bu açıdan sıkıntı çekmezsin zaten, İngilizce aksanın güzel. Gerekmedikçe insanlarla konuşmadığın sürece bir sorun oluşacağını da sanmıyorum ben. Zor da kaldığında ben müdahalelerde bulunurum zaten." Derin bir nefes alıp verirken anladığımı belirtircesine gözlerimi yumdum. Ancak hala bu durumu kabullenmek de güçlük çekiyordum. Bana yeni bir kimlik veriyordu. Ellerini önünde birleştirdiğinde düşünceli bakışları buğulu harelerimdeydi "Şimdi gelelim sana isim vermeye" İsim mi? Kaşlarımı çattım usulca. Yeni kimliğimde buralı olduğum için Hintçe bir isim bulacaktı sanırım. Bir süre gözlerime bakarak bekledikten sonra kısa bir an bakışlarının yoğunlaştığını hissettim. "Geeta" "Ne?" "Şu andan itibaren burada adın; Geeta (Gita)" BÖLÜM SONU
Öhöm öhöm bu oyunu oynamaya siz hazır mısınız efenim? Bölüm hakında ne düşünüyorsunuz? Her geçen bölüm, bölüm uzunluğumuz artıyor farkındaysanız. Bu böyle devam edecek. Sınavlarım başlıyor bu yüzden yeni bölüm rötarlı gelebilir ama arayı çok açmamaya çalışacağım inşallah. Duyurusunu yine kitabın instagram sayfasından yaparım. Bu süre zarfında kendinize dikkat edin, Allah!a emanet olun ballarım:) |
0% |