İnce beli avuçlarımda kaybolurken, hafifçe boynuna doğru uzandım ve öptüm. Sıcak teni dudaklarıma değer değmez nabzı hızlandı, ellerimin içinde titremeye başladı. Benim de ondan farkım yoktu aslında. Onu gördüğüm ilk andan beri alev alev yanıyordum. Arzularım tüm bedeni ele geçirmiş, tüm benliğimi darma duman ediyordu. Karşısında güçlü görünmenin bu kadar zor olduğunu asla bilmeyecekti. Benim aksime o zayıflıklarını göstermekten çekinmiyordu. Bu da onu benden daha güçlü kılıyordu. O benim zaafım, ben onun zayıflığıydım. Gri bulutların arasında, toprağa karışmayı bekliyorduk sanki... Ya bizimle filizlenecekti bu hikaye ya da yağmur doluya, dolu fırtınaya, fırtına kasırgaya dönecek, önüne kattığı her şeyi yerle bir edecekti…
Karanlık bir geçmişin gölgesinde evlat edinilen iki kız kardeş, Nisan ve Pınar. Onları kucaklayan aile, gizli bir hayatın ve tehlikeli görevlerin bekçisiydi. Kurye olarak yetiştirilen bu genç kadınlar, elmaslar, pırlantalar ve tarihi eserler gibi değerli yükleri dünyanın en güçlü isimlerine taşıyacaklardı. Dövüş sanatları, müzik ve dans gibi alanlarda aldıkları eğitim, onları sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da güçlendirdi.
Nisan, hırslı ve azimli bir ruha sahipti. Üvey babasına duyduğu nefret, onu daha da güçlü kıldı. Nisan, karanlık evde kalmaya devam etti. Üvey annesi için mücadele eden Nisan, bir gün annesinin gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasıyla sarsıldı. Ardında bıraktığı mektuplar, Nisan için yeni bir başlangıcın işaretiydi.
Bu başlangıçta dost bildiği düşmanı, düşmanı bildiği ise ilk aşkı olacaktı...