@begibooks
|
Sabahın erken saatlerinde uyanmak gibi bir alışkanlığım vardı benim. Bu sevmediğim düzenim ailemden geliyordu. Ailemden kimsenin saat ona kadar uyuduğunu bilmezdim. Hatta dedem, gün doğarken hayata başlar, şaşırtıcı derecede az uyurdu. Dedeme çok benziyordum. Bende az uyurdum. Ancak geç saatlere kadar oturup, günün geç saatlerine kadar da uyuyan insanlara her zaman imrenirdim. Yoğun iş tempom yüzünden böyle lükslerim olmazdı. Bundan bir kaç yıl öncesine kadar ailemle gittiğimiz tatillerde uyumayı denerdim. Ancak annem beni zorbalar, geç saatlere kadar yatakta zaman geçirmeme izin vermezdi. Bu yüzden askere gittiğimde de hiç zorluk çekmemiştim. İçtima sonrasında akşam dokuz civarında ışıklar kapatılırdı, ben hemen uyuya kalırdım. Bugün otuzuncu yaş günümdü. Sabahın erken saatlerinde ailemle kahvaltı yapmak için onların evine geldim. Yaklaşık iki sene önce ailemin yanından ayrılıp, kendi evimde yaşamaya başlamıştım. Ailem önce buna karşı çıksa da sonrasında kimse itiraz edemedi. Hiç beklemediğim bir şekilde en çok da dedem arkamda durmuştu. Evin geniş salonuna geçerken burnuma dolan kokular acıktığımı hissettirdi. Annemin mutfakta olduğunu sanıyordum. Maddi olarak çok güçlü bir aile olmamıza rağmen, ailemizin yüzyıllardır yaşadığı konakta yaşamaya devam ediyorlardı. Annem hiçbir zaman daha fazlasını talep etmezdi. Babam ise bu konularda ölçülü bir adamdı. Gösterişi sevmezdik. Gösteriş yapmak, budalalıktır, derdi dedem her zaman. Dedeme tüm hayatım boyunca hak vermiştim ve sanıyorum bu sonsuza dek böyle olacaktı. Salondaki geniş koltuğa oturdum. Günün gazeteleri çoktan sehpanın üzerine bırakılmıştı. En üstte duran gazeteyi elime alıp, ekonomi haberlerini okumaya başladım. “Aslan, çoktan gelmişsin,” diyerek salondan içeriye giren annemdi. Kalkıp, boynuna sarıldım. Kollarımın arasında küçücük kalıyordu her zaman. “Selam anne.” “Kahvaltı hazır, hadi masaya geçelim,” dedikten sonra beni elimden tutup, yemek odasına doğru sürükledi. Masada tam anlamı ile ziyafet vardı. Annemin yardımcısı Safiye abla yine karadeniz kahvaltısı hazırlamıştı. Annem ise benim için yine menemen yapmıştı. Bugüne kadar annemin menemeni dışında kimsenin yaptığını yediğimi hatırlamıyordum. “Babam ve dedem nerede?” “Yağız efendi, hoşgeldin.” Dedem, tüm heybeti ile masaya doğru yürüyordu. Yaşına göre çok dinç bir adamdı. Hemen ayağa kalkıp, yanına ulaştım. Sarılırken; “Dedeciğim, nasılsın?” diye sordum. Geriye doğru çekilip, soluk, kahverengi gözleri ile gözlerimin içine doğru bakarak gülümsedi. “Aslan oğlum benim,” dedi gururla. Gözlerinin içi parlıyordu. Dedem bana çoğu zaman adımla değil “Yağız efendi!” diye seslenirdi. Aile içinde daha çok bana böyle hitap etmeyi tercih ediyordu. Çocukluğumda da bu böyleydi. Dedem hiç değişmemişti. Zamana karşı bile. “Hoşgeldin evlat!” Babam coşkuyla yemek odasına girip, boynuma sarıldı. “İyi ki doğdun!” “Günaydın baba, teşekkür ederim,” diyerek, sarılmasına karşılık verdim. Her baba oğul kadardık onunla. Daha fazlası yoktu. Annem çok daha yakındı bana. “Aslan Beyyy!” Ve ruh hastası ikizim neredeyse parmak uçlarında, şakıyarak girdi içeriye doğru. Aysema, benim ikizimdi ama benim tam aksimdi. Her zaman uçuk kaçık, çok hareketli bir kız olmuştu. Boynuma doğru atlayıp, tüm ağırlığını omuzlarıma bıraktı. Düzenli spor yapıyor olmasaydım, an itibari ile bel fıtığı olabilirdim. Bir çok kız göre daha uzun, daha yapılıydı. “Naber güzellik?” Kıkırdadı. “İyi ki doğduk o zaman!” Neşeliydi. Her zaman çok neşeliydi. Bu beni bazen yorsa da onun bu hallerini çok seviyordum. Kahvaltımızı yaparken tüm ailemiz, beni ve Aysema’yı tebrik etti. Yeni yaşımızın getirecek olduğu sorumluluklardan bahsettiler. Ben ailemizin şirketinde yönetim kurulundaydım, bir de kendi şirketimin işlerini yürütüyordum. Yakında kendime bir havayolu şirketi açacaktım. Ailem, henüz bunu bilmiyordu. Doğum günü kutlamalarını kabul edip, hediyelerimizi açtıktan sonra kahvelerimizi içmek üzere salona geçtik. Kahvelerimiz geldikten hemen sonra beklemeden konuya girdim. Şirkete gitmem gerekiyordu, gecikiyordum. “Ben yeni bir karar aldım,” diye başladım sözlerime. Dedem ile göz göze geldik. Gülümsüyordu. Anlam veremedim ama üzerinde de durmadım. Önce annem sonra babamın üzerine doğru kaydırdım bakışlarımı. “Bir havayolu şirketi kurmayı düşünüyorum.” Kahve, babamın boğazında kaldı. Öksürmekten kızardıktan hemen sonra annemin ona uzattığı sudan bir kaç yudum alıp, sanki yorgun düşmüşcesine arkasına yaslandı. “Delirdin mi sen? Hem de böyle bir zamanda!” Sesi öfkeliydi. “İzin istemiyorum baba, kararımı bildiriyorum,” dedim keskin bir tonda. Annem, gururla yüzüme bakıyordu. O sırada Aysema, olduğu yerden kalkıp, koltuğumun kenarına oturdu. Bir elini omzuma koydu ve çenesini yukarıya doğru kaldırarak, sırayla tüm ailenin yüzlerine baktı. Bu onun “ben onu destekliyorum,” deme şekliydi. Omzumda duran elinin üzerine elimi koyup sıktım. Gülümsediğini biliyordum. Dedem, bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam ediyordu. Gülümsemesi solmuştu. Kısa bir süre sonra; “Bunu desteklemiyoruz,” dedi sakince. Ah ihtiyar… Hiç sorun değil. “Sizin desteğinize ihtiyacım yok.” Dedemin yaşadığı hayal kırıklığı, parça parça yüzünden dökülürken, bakışlarımı tekrar babamın yüzüne çevirdim. Boğazına iki el sıkıyormuşcasına kırmızıydı hala. “Ben yanındayım oğlum.” Babam, sanki az önce annem küfür etmişçesine ona doğru baktı. “Teşekkür ederim, anne.” “Bırak bu deli saçması hayalleri de başka şeyleri düşünmeye başla!” Babamın boğuk sesi kulaklarımı tırmalıyordu. “Benim işlerim var zaten. Artık şirkete geçeyim.” Ayağa kalktım. Aysema’da benimle birlikte kalktı. Ardından annem yerinden kalktı ve bana doğru gelip boynuma sarıldı. “Boş bir zamanında kahve içelim,” diye fısıldadı kulağıma. Başımla onayladım. “Şirkette görüşürüz o halde,” dedikten sonra salonun kapısına yöneldim. Tam o sırada; “ Bu akşam önemli bir iş yemeğimiz var, unutma,” dedi dedem. Hiçbir şey söylemeden salondan çıktım. Akşam bir iş yemeğimiz olduğunu henüz öğrenmiştim. Asistanım Gül, benim hiçbir randevumu unutmazdı normalde. Muhtemelen yoğunluktan atlamıştı ama sorun değildi. Akşam daha önemli bir işim yoktu. Kapıda yeniden Aysema ve annemle vedalaştıktan sonra arabama binip, toprak yola sürmeye başladım. Aile evimiz biraz daha kırsal bir alanda kalıyordu. İstanbul’un gürültüsünden uzak, sakin bir bölgeydi burası. Yarım saat kadar sonra şirketin kapısından içeriye giriyordum. Gül, elindeki ajandası ile beni karşıladı. “Günaydınlar Aslan Bey,” dedi, gülümseyerek. Gülümsedim. “Gül, bu akşam bir yemek randevumuz mu vardı?” Gül, odama girerken elindeki ajandayı kontrol ediyordu. “Bu akşam beşten sonra şirkette veya dışarıda işiniz yok Aslan Bey,” diye yanıtladı beni. Geniş masamın arkasındaki sandalyeye oturup, bilgisayarı açtım. Gül de o sırada masanın ön tarafındaki koltuğa oturdu. Hala ajandasını karıştırıyordu. “Dedem, bu akşam bir iş yemeğine gideceğimizi söyledi.” “Yeni bir durum sanıyorum ama bana kimse bilgi vermedi,” dedi mahcubiyetle. Gül, işinde çok profesyonel bir kadındı. Bugüne kadar onunla hiçbir problemimiz olmamıştı. Yaklaşık üç senedir birlikte çalışıyorduk. “Sorun yok, Mihriban’a sorar mısın? Kimle yemeğe çıkacakmışız?” Mihriban, dedemin ve babamın asistanıydı. “Hallediyorum,” dedikten sonra odadan çıktı. Ben bir kaç maile cevap verdikten sonra Gül yeniden gelip, Mihriban’ın da bilgisi olmadığını söyleyip, odadan çıktı. Dedem, farklı bir gün ile karıştırıyordu belki de. Sorun değildi. Bu akşam farklı bir planım yoktu. Ben işlere daldığımdan zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Önümüzdeki bir kaç gün iş yoğunluğum ve görüşmelerim çok fazlaydı. Odamın kapısı çaldı. Ardından Sıla’nın içeriye girdiğini gördüm. Sıla ile bir süredir görüşüyorduk. Henüz aramızda adını koyduğumuz bir durum yoktu ama birbirimizden hoşlanıyorduk. Sanırım. “Birileri çok yoğun galiba?” Gülümseyerek yanıma kadar geldi, yanağımdan öptükten sonra bir kaç saat önce Gül’ün oturduğu koltuğa oturdu. “Hoşgeldin,” dedim. “Ne içersin?” diye sordum nezaketen. Aslında çok vaktim yoktu. “Gül’den kahve rica ettim, içeriye girmeden.” Gülümsemesi güzel bir kadındı. Yeşil gözlerini çevreleyen kirpikleri gür, yanakları ise pembeleşmişti. Sıla, güzel bir kadındı. Sıla bir gazetede genel yayın müdürüydü. Neredeyse tanınmış bir kadındı. Gül, içeri girip kahveleri bıraktıktan sonra hızla odadan çıktı. Benim aksime o Sıla’dan pek haz etmezdi. Bunu daha önce benimle paylaşmamıştı ama anlamak da zor değildi. “Bu akşam seni yemeğe götürmek istiyorum,” dedi Sıla. Gülümsedim. Elbette doğum günümü biliyordu. “Aslında çok isterdim ancak önemli bir iş yemeğim var.” Onu reddetmek istemiyordum ama dedeme belli olmazdı. Yemeği iptal edemezdim. Hele ki böyle bir günde. Yüzüme, hayal kırıklığıyla bakarken, zorla gülümsemeye çalıştı. Benim aksime bu ilişkide fazla çaba gösteriyordu. Bundan çok da hoşlanmıyordum aslında. “Bir kaç gün içinde birlikte zaman geçirebileceğimiz bir gün planlasak olur değil mi?” diye girdim söze. Hemen arkasından pişmanlık duymam hiç hoş değildi. Gülümsemesi genişledi. Gözleri ışıldadı. “Çok sevinirim!” dedi heyecanla. Sıla’dan hoşlandığım doğruydu ama hepsi bu kadardı. Onun aksine ben onu gördüğümde heyecanlanmıyordum. İtiraf etmeliyim ki bazı zamanlar sıkıldığım bile oluyordu. Bir keresinde bunu onunla paylaşmayı bile denemiştim. Ancak o gerçekleri duymak istemediğini bana açıkça söylemişti. Sıla, genel yayın müdürü olduğundan bir kaç kere de magazine yakalanmıştık. Bu durumdan haz etmediğimi en sonunda sert bir dille ifade ettiğimden beri magazinciler peşimizi bırakmıştı. En azından Sıla bunu sağlamıştı. Ortada henüz gerçek bir ilişkimiz yoktu ve ben iş insanı olarak magazin haberleri ile anılmaktan hoşlanmıyordum. Sıla, saklasa da bundan keyif alıyordu. Bunu yüzünden okumak zor değildi. Sıla, okuması kolay bir kadındı. Sevinci, hüznü hemen yüzüne yansırdı. Bu nedenle onunla olmanın bana zarar vermediğini düşünürüm hep. Sıla ile olmanın yorucu olan tarafları başka konulardı. Sıla gittikten sonra birkaç görüşme daha yaptım. Tüm gün babamdan veya dedemden yanıma uğrayanın olmaması da garipti aslında. Bu sessizliklerini sabah verdiğim habere bağlıyordum. Hazmetmeleri zaman alacaktı. Akşam saatlerinde Gül, terkar yanıma geldi. “Aslan Bey, artık çıkmanız gerekiyor. Sizi sahilin batısındaki restoranda bekliyor olacaklar,” dedi. “Kim bekleyecek?” “Asaf Bey önden çıktı. Babanız sizi aşağıda bekliyor, iş yemeği için.” Sanırım dedem bana tavır almıştı. Yoksa bir yere gidilecekse, dedem gelir beni odamdan alırdı her zaman. Oyalanmadan çıkıp, otoparka geçtim. Babam, kendi arabasının yanında beni bekliyordu. Ben kendi arabamın şöför kapısını açarken, babam da kendi arabasına bindi. Otoparktan arka arkaya çıkıp, sahile ulaştığımızda ikimizde aynı anda arabadan iniyorduk. Babam yüzüme bile bakmadan restorandan içeriye girdi. Onu takip ettim. Biraz ilerledikten sonra dedemi gördüm. Ardından Murat Gürsoy’u. Murat Bey’in yanında da oğlu olduğunu hatırladığım Hakan Gürsoy vardı. Hakan’ın hemen çaprazında bize arkası dönük bir kadın oturuyordu. Masaya yaklaşıp, yüzünü gördüğümde tanımadığım biri olduğunu fark ettim. Bunu düşünmek ne kadar doğruydu bilmiyorum ama nefes kesici bir güzelliği vardı. Yüzünde yok denecek kadar az makyaj olmasına rağmen, dolgun kirpikleri, sanki renklendirilmiş gibi duran dudakları, kocaman gözleri, omuzlarından beline dökülen kumral saçları… Çok ama çok güzel bir kadındı. Kendime bunu yakıştıramayarak, omuzlarımı dikleştirdim ve masadaki herkesle selamlaştıktan sonra -o dahil- sandalyeme oturdum. “Önce sipariş verelim,” dedi dedem, ona olan bakışlarımı umursamadan. Ben, Hakan, Murat Bey, dedem ve babam siparişlerini verdikten sonra sıra O’na geldi. İri gözlerini hiç menüye çevirmeden bakışlarını garsona doğru kaldırdı. Gözleri kehribar rengiydi. “Sadece soda rica ediyorum,” dedi melodik sesi ile. Ses tonu bugüne kadar duyduğum en güzel ses rengine sahipti. Nabzım hızlanır gibi olunca masada duran bardaktan bir yudum su aldım ve dikkatimi yeniden dedeme verdim. Genç kadın, masadaki hiçbirimiz ile ilgilenmiyordu. “Asaf Bey, bence çok beklemeden konuya girelim,” dedi, Murat Bey, direklerini masaya doğru koyarak. Babam, bakışlarını devirdi. Genç kadın, masadaki herkesin yüzünü inceliyordu. Gergindi. Dedem, benimle göz göze geldikten sonra bakışlarını Murat Bey’in üzerine çevirdi. “Murat, söylediğin gibi çok beklemeye gerek yok,” dedi. Omuzlarını dikleştirdi. “Seninle ilgili bazı planlarım var, Yağız Bey.” Göz göze geldik. Sonrasında duyacaklarımın beni alt üst edeceğini bilmiyordum. “Leyla kızımla tanışmış oldun,” dedi bir eli ile adının Leyla olduğunu öğrendiğim güzel kadının omzuna dokunarak. Leyla’nın dudakları tek çizgi oldu. Yine gerilmişti. Alnımı kırıştırdım. Devam etmesini bekliyordum. “Bazı planlarımızın zamanla oturması için sizin evlenmenizi istiyoruz.” Kulaklarım çınlarken, gerilme sırası bendeydi. Dİşlerimi sıktım. Emrivakilerden hiç hoşlanmazdım. Hele ki böyle saçma sapan konularda. “Sanırım seni yanlış anladım, dede,” dedim dişlerimin arasından. Dedem, okuyamadığım bir ifade ile gülümsedi. Leyla’ya baktım. Kırgın, ürkek bakışları kısa bir an üzerimde gezindi. Sonra utanarak bakışlarını önünde duran tabağa indirdi. Yanakları kızarmıştı. Kızı çok utandırmıştı dedem. Bundan rahatsız olmuştum. O sırada yemeklerimiz servis edildi ve garsonlar masadan ayrıldı. Önümdeki bardaktan bir kaç yudum daha su aldım. Babam, hala yüzüme bakmıyordu. Bu durumdan onunda rahatsız olduğunu anlamak zor değildi. Ancak henüz itiraz da etmemişti. “Fazla uzatmaya gerek yok, Aslancığım,” dedi, Murat Bey, bir elini omzuma uzatarak. Adamın yüzüne nasıl baktıysam artık, çekinerek elini omzundan indirdi. “Sana adınla hitap edebilirim artık değil mi?” Onay almak istercesine dedeme doğru baktı. “Geleceğiniz için bu evliliğin olması gerekiyor,” diye başladı yine dedem sözlerine, kırçıllı sesi ile. “Senin evleneceğin yok zaten Yağız efendi! Bekledikçe de aklına garip şeyler geliyor. Önce aile kurmanı istiyorum senden. Sonrasına bakarız.” Benden bir proje gibi bahsetmesinden rahatsız olmamı geçtim, masadaki genç kadını rezil etmelerine çok canım sıkılmıştı. “Sanırım haddinizi aşıyorsunuz, dede!” dedim, gür sesimle. Öfkemi maskelemekte zorlanıyordum. “Karşınızda size bir eşya olduğunu düşündüren nedir? Kaçıncı yüzyıldayız?” Babam, yüzüme doğru baktı. Neredeyse gururluydu diyebilirdim. Dedem, gülümsedi. “Sana fikrini sormadım ki ben.” Dedeme bu yaşıma kadar hiç bir saygısızlığım olmamıştı ama artık buraya kadardı. “Haddini aşıyorsun dede.” Ses tonum daha da yükselmiş, yüzümdeki tüm hatlar gerilmişti. Dedem, yüzüme hayretle bakıyordu ama umrumda değildi. “Benim hayatıma kimi alacağıma sen dahil, kimse karar veremez. Bu durumu yaşanmamış sayıyorum. Bu utanç verici halinizi hiç yakıştıramadım!” Dedemin yorgun bakışlarında hayal kırıklığı gelip geçti. Kısa bir an Leyla ile göz göze geldim. Yüzüme umutla baktığını anlamıştım. İri gözlerimi kısa bir an dikkatimi dağıtsa da yeniden dedemin yüzüne döndüm. “Bunun sonuçları olacaktır.” Tehdit mi ediliyordum. Pekala. “Hiç sorun değil.” Birden olduğum yerden kalktım. Masadan ayrılırken, arkama bakmadım bile. Bu saçmalığa daha fazla katlanmayacaktım. Öfkeyle arabama binip, motoru çalıştırırken hala az önce ne yaşadığımı düşünüyordum. Böyle bir zamanda kalmış mıydı böyle şeyler gerçekten? Dedem, modern bir adam değildi ama bu kadarı da çok fazlaydı. Dedem için bile! Bir süre önce o evden ayrılmamın ne kadar doğru bir adım olduğunu düşünürken, kendimi şirketten de ayrılma düşüncesinin içinde buldum. Ailemi seviyordum, ailem için canımı bile verirdim. Ama bu durumun bir türk sinemasına dönmesine tahammül edemiyordum. Bu saçma fikir kimin aklından çıktıysa acilen doktora görünmesi gerekiyordu. Öylesine öfkeliydim ki nasıl sakinleşeceğimi bilemiyordum. Aysema’yı aradım, arabayı evimin yolunda sürerken. İkinci çalmasında açtı. “Olanlardan haberin var mıydı?” Aysema, “Ne oldu ki?” diye sordu şaşkınlıkla. “Dedem az önce beni Murat Gürsoy’un kızı ile baş göz etmeye kalktı!” Histerik bir şekilde güldüm. Sinirlerim bozulmuştu. Aysema’nın kahkahasını duydum. “Ciddi olamazsın!” “Zaten çok gerginim, gülüp durma Aysema!” diye uyardım onu. Kıkırmaya devam etti ama çok uzatmadı. “Bir şeyler yiyelim mi?” “Yemek bile yiyemedim zaten,” diyerek kabul ettim teklifimi. Evimin yanında sevdiğim bir restoran vardı. Daha fazla bu öfke ile araba kullanmak da istemiyordum zaten. Aysema’ya konum atıp, restorana geçtim. Yarım saat kadar sonra Aysema geldi. Yemeklerimizi sipariş ettikten ona olanları anlattım. Anlattığım her şey şaka gibi olduğundan bir çok kısımda gülerek geçiştirmişti. Haklıydı. Gerçekten komik bir hikayeydi. Yemeklerimiz geldikten sonra sohbetimize devam ettik. Aysema, yakında bir sanat galerisi açacaktı. Bahsettiği konular dikkatimi dağıtmıştı, Aysema bana hep iyi gelirdi zaten. “Murat’ın kızını da tanıyorum bu arada,” diyerek dağılan dikkatimi yine üzerine çekti. İtiraf etmem zor olsa da Leyla, çok güzel bir kadındı. “Nereden tanıyorsun?” diye sordum, çok meraklı görünmemeye çalışarak. “Biz aslında liseyi birlikte okuduk da sen hiç tanışmadın onunla.” “Nasıl biridir peki?” diye sordum, merakımı gizleyemeyerek. Aysema, sesimdeki merakı fark etti ama üzerinde durmadı. “Yani aslında çok yakında değildik ama babasının çok haz edilecek bir adam olmadığını biliyorum.” Bundandı demek ki. Kızın bakışlarından rahatsız olduğu çok belliydi aslında ama itiraz da etmemişti. “Sence de çok garip bir durum değil mi ?
Devam edecek... |
0% |